Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Asaf Halet Çelebinin Hayatı - Böylesi Yok!
Asaf Halet Çelebinin Hayatı https://goo.gl/tC9q9T
Asaf Halet Çelebinin Hayatı
Asaf Halet Çelebi
Türk edebiyatında unutulan, kıyıda köşede kalan ama bu durumu hak etmeyen bir şairdir. Bu kenara itikliğinin sebebi ise şüphesiz şiirinde kullandığı karmaşık ve uzlaşılmaz dildir. Nitekim kendi şiirini düz yazılarında açıklamış birisidir ama kuşkusuz ki biraz zahmetli bir şair olduğundan önemsenmemiştir. Şimdi biz bu kıymetli şairin yaşamından ve biraz da şiir dünyasından bahsedeceğiz.
Hayatı
İstanbul 1907 doğumludur. Asıl İstanbulludur. Dâhiliye Nezareti görevlilerinden Mehmet Sait Halet Beyin oğludur. İlk ve orta eğitimini Galatarasay’da yaptı. Sanayi-i Nefise Mektebine girdi ise de kısa bir müddet sonra ayrılarak Adliye Meslek Mektebine geçti. Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi zabit kâtipliğinde bulundu, Osmanlı Bankasında, Deniz Yolları İdaresinde çalıştı. Öldüğünde Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü kütüphane görevlisiydi. 1958 senesinde 51 yaşında ölmüştür, mezarıysa Beylerbeyi Küplüce’dedir.
Asaf Halet Çelebi’nin soy adı aslında Çelebi deyildir, Mevlana’ya duyduğu sevgiyle soy adını Çelebi olarak almıştır. Herhangi bir akrabalık ilişkisi yoktur Mevlana ile.
Asaf Haleti nevi şahsına münhasır birisidir. Özelikle giyim tarzıyla çok ilgi çekmiş ayrıca mahallenin çocukları tarafından alay konusu olmuştur. Sürekli cebinde taze bir karanfil taşır ve bu karanfili canlı tutmak için de cebinde, karanfilin olduğu cebinde, ufak bir su kesesi tutar. Üstelik üstüne bir – iki beden dar gelen şeyleri giydiği için de bayağı fazla şakaya maruz kalmıştır.
Şairimizin bir diğer bilinmeyen yönüyse Türk müziğini çok iyi biliyor olmasıdır. Hatta Türk sanat müziğindeki bazı hataları ortaya çıkarmış ve bunun hakkında bir çok makale yazmıştır. Bu makaleleri Hakan Sazyek tarafından derlenmiştir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi yaşamının bir kısımda ayrıca büyük bir kısımda kütüphane memuru olarak çalışmıştır. Yani okuyacak çok zamanı olmuş ve aslında şiirlerinin temelini de bu okudukları oluşturmuştur. Birçok şiirinde de dünyayı etkileyen felsefe sistemleri (Budizm gibi ) konu edilmiştir. Hatta bu felsefe sistemlerinin özel adlandırılmalarını da – Sidharta, Mara gibi- şiirinde işlemiş ve belki de bu yüzden uzlaşılamaz hale gelmiştir. Her ne kadar düz yazılarında şiirini ne üstüne inşa ettiğini açıklasa da gene de pek duyulmamıştır sesi.
Şiir Macerası
Gençlik yıllarında yazdığı gazel ve rubaîleri yayınlamayan Asaf Halet Çelebi, Ses dergisinde 1938 senesinde çıkan serbest vezinli şiirleri ile tanındı. Daha sonra Hamle, Sokak, Servet-i Fünun – Uyanış dergilerinde ve Gün gazetelerinde yayımlanan şiirleri ile dikkat çekti. Bu şiirlerde bir yandan Doğu kültürünün egzotik, mistik ve sıcak yapısı varken bir yandan da Batı’nın serbest şiir anlayışı vardı. Şiirleri soyuttu ve döneminde soyut şiirinin tek temsilcisi oldu.
Şiirleri “ …Yapı bakımından, çoğu masallardan, dinlerden ya da şairin düş ve hayallerinden gelme sembollerine dayanır.” Mehmet Kaplan’ın bakış açısına göre ki bu bakış açısı tamamiyle doğrudur. Ayrıca gene Mehmet Kaplan’a göre şiirinde ahenkten çok psikolojik muhtevayla hayal ve masal unsurları vardır. Onun şiirlerinde bir bağ vardır, bir tümevarım.
Gerçekten de Asaf Halet bütüncül bir yaklaşım sunar şiire karşı. Şiirde bir gazete kupüründen darılma haber de olabilir şair için ama şair bunu öyle bir işlemelidir ki şiirin tümünde bu fark edilmemelidir. Bu bakımdan Kaplan ona uyumsuzluğun şairi demiş olabilir. O, ayrı ayrı mısralarla ayrıca dörtlüklerle uğraşmaz; tüm ile uğraşır ve şair bu yönüyle Yahya Kemal ve takip edenlerinden ayrılır.
Asaf Halet’i Yahya Kemal ve takip edenlerinden ayırma gereği duyduk çünkü Asaf Halet bir Saf Şiir taraftarıdır. Saf Şiir’in o zamanki çekirdek kadrosunun başı Yahya Kemal’dir. Ayrıca Asaf Halet’in ilk makalesi de Saf Şiir anlayışı üstüne ve aslında bir Sembolist tanıtım yapılmıştır. Hatta şiirin uğraşarak yapılabileceğini söylüyor, çalışmayla inşa edilebileceğini söylüyor. Yani; Yahya Kemal’in mükemmeliyetçi anlayışıyla tamamen uyuşuyor ki bizde onu Yahya Kemal’den ayırmanın gerekliliğini duyduk. Ayrıca Asaf Çelebi, şiir ile hikâyecik ilişkisini de bir kenara atar ve böylelikle Garip akımından da ayrılır.
Şairimiz vezin ve kafiyeyi de lüzumsuz buluyor. Vuzuh kısaca ölçüyü kabul edecek olsa dahi vuzuhun tanımının yapılamayacağını söylüyor düz yazılarında.
Asaf Halet her ne kadar Saf Şiir anlayışını savunsa da benzetme sanatlarını çok kullanmaz. Bu sanatları söz cambazlığı olarak niteler ve iyi bir şairin bu tür şeylere ihtiyaç duymadığını vurgular.
Asaf Halet’in şiir formu da tamamiyle şekilsiz deyildir. Aslında şiirlerinin formsuz oluşunu kendisi kabul etmez. O zaten formsuzluğun deyil yeni bir formun peşindedir. Bugünkü modern sanatların çerçevesine şiirler ortaya koyar aslında ama bu dehası kendi zamanında maalesef göz ardı edilmiştir.
Asaf Halet Çelebi, Doğu uygarlıkları ve Fars edebiyatı üstüne yazılar yazmış, Divan edebiyatı ile ilgili incelemeler yapmıştır. Şairliğinin oluşumunda felsefe ve müzik bilgisinin yanında Osmanlı kültürünün, Fars kültürü birikiminin ve Fransız şiir terbiyesinin önemli bir yeri vardır.
Nitekim Asaf Halet’in kendisi de uzlaşılan şiirler yazmadığını uzlaşılan şiirlerin sıradan şairlerin işi olduğunu vurgular. Bu bakımdan şayet bir Asaf Halet Çelebi şiiri okuyacaksınız ve bu şiiri anlamak istiyorsanız şiiri bir ön hazırlığınızın bulunması şart. Ancak o vakit bir dahi şairin ne anlatmak istediğini anlayabilir ve onun şiirlerinden tat alabilirsiniz.
Asaf Halet Çelebi (Özet)
Asaf Halet Çelebi (d. 27 Aralık 1907, İstanbul ö. 15 Ekim 1958, İstanbul), Türk şair. İlhamını Asya, tasavvuf ve dinler tarihinin ünlü kişilerinden ayrıca yky, ’98’de özel olarak asaf halet ‘le ilgilenmiş; yazılarını hakan sazyek, şiirlerini de selahattin asaf hâlet çelebi , saf haletin peşindeki çelebi , özetle “ah çelebi “. >>>> Bu Şairin Sayfasını Facebook’ta Paylaş <<<<. Asaf Halet Çelebi . Şiir ismi Hit. Adımı Unuttum Asaf Halet Çelebi . 24802. 2. Asaf Halet Çelebi ’nin soy adı aslında Çelebi deyildir, Mevlana’ya duyduğu sevgiyle soy adını Çelebi olarak almıştır. Herhangi bir akrabalık ilişkisi yoktur Mevlana ile. Ayrıca, çeşitli dergilerde yayınlanan düz yazıları ve Hint edebiyatı üstüne makalelerini Semih Güngör, Asaf Halet Çelebi incelemesi ile birlikte yayınladı. Ses, imge, mana ve düşünce olarak kültürler arası ve metinler arası bir özellik taşıyan şiirleri ile Asaf Hâlet Çelebi , Türk şiirinde ‘modern gelenekçi’ tavrın temsilcisi oldu. Türk şiirinin nevi şahsına münhasır adı Asaf Halet Çelebi , 1907 senesinde İstanbul’da dünyaya gelir. Sekiz sene Galatasaray Sultanisi’nde eğitim görür. Y. Z. Asaf Halet Çelebi Şaire ait 50 şiir bulundu. 1. Adımı Unuttum. Asaf Halet Çelebi şiirleri. Asuri şiiri. Gövdesinden kopmamış kelle Yukarı bakıyor Ağaçta kanaati var gibi. Bu sayfada Asaf Halet Çelebi Şiirleriyle ilgili olarak Asaf Halet Çelebi . (27 Aralık 1907, İstanbul 15 Ekim 1958, İstanbul), şair. HAYATI. Asaf Halet Çelebi ‘ Beylerbeyi sırtlarında babasından kalan bir köşkte yaşıyordu.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Aruz Nedir? Aruz Kalıpları Nasıl Ezberlenir? - Böylesi Yok!
Aruz Nedir? Aruz Kalıpları Nasıl Ezberlenir? https://goo.gl/u6u607
Aruz Nedir? Aruz Kalıpları Nasıl Ezberlenir?
Aruz bir şiir ölçüsüdür. Hecelerin ses özelliklerine göre düzenlenir. Şiire ritim kazandırma maksadını taşır ve Arap kaynaklıdır. Doğu medeniyetlerin aşağı yukarı hepsinde kesinlikle kullanılmış, İslamî çerçevede oldukça geniş bir havuzu kaplamaktadır.
Bu genel tanımlardan sonra aruz veznine, aruz vezninin Arap edebiyatında ne ifade ettiğine, aruz vezninin bize nasıl geldiğine daha yakından bakalım.
Türk edebiyatında kullanılan vezinler
Türk edebiyatı üç vezin görmüştür: Hece vezni, Aruz vezni ve Serbest vezin. Bu ölçülerden
· Hece ölçüsü öz be öz bizimdir ve harflerin sayısına kısaca niceliğine göre düzenlenir; Halk edebiyatında kullanılmıştır. İslamiyet’ten önce zirve noktasına ulaşmıştır.
Aruz ölçüsü ise Arap edebiyatından gelmiştir bize. Osmanlı edebiyatında kullanılmıştır ve hecelerin niteliğine göre düzenlenir. Arap hece sisteminden ayrı düşünülemeyen bu ölçü bizde uzun bir müddet varlığını sürdürmüştür.
Serbest vezin ise Batı edebiyatının bize kazandırdığı bir ölçüdür. Diğer iki ölçünün tersine kriter olarak ölçütsüzlüğü ele alır. Bugün edebiyatımızda hala varlığını korumaktadır. Bunun yanı sıra Halk edebiyatında da hala hece ölçüsü kullanılmaktadır. Bugün varlığını korumayan tek vezin aruz veznidir.
Aruz ölçüsü sisteminde neler var?
Hece ölçüsü en basit ve net şekilde şiirdeki tüm dizedeki seslerin sayısının aynı olması demektir. Yani şiirdeki hecelerin niceliklerine göre değerlendirilir. Bir dize de 11 – 12 – 1 4 – 15 – 17 hecelerinden birisi var ise diğer dizelerdeki hece sayısı da bir olmalıdır. Adlandırma da bu şekilde belirlenir zaten; 11’li, 14’lü, 15’li vs.
Hece ölçüsü Türkçenin ses sistemine uygundur çünkü Türkçe sesli harfleri ile söyleniş edilen bir dildir. Kendi hece sisteminde de bir sessiz bir sesliyle yan yana gelerek bir hece sistemi oluşturur. Bu bakımdan da hece vezni, öz be öz Türkçeye ait bir vezindir.
Aruz sistemiyse Arap kaynaklıdır. Arapların ses ve hece sistemine uygun olarak tasarım edilmiştir. Hece ölçüsünde hecelerin sayıları önemliyken bu vezinde seslerin özellikleri önemlidir.
Aruz ölçüsünü kavramak için Arapçanın hece sistemini biraz bilmek ve Türkçeden farkını idrak etmek gerekir.
Arapça sesli harflere dayanan bir dil deyildir.
Arapçadaki ünlü seslerde Türkçenin tersine uzunluk – kısalık kuralı vardır. Arapçada uzun ünlüler yazıya geçirilir, kısa ünlüler yazılmaz. Aruz vezni de bu sisteme dayanır zaten.
Arap hece sisteminde asıl olan sedasızlar kısaca ünsüzlerdir. Bu sedasızlar da ya harekeli veya harekesizdir. Hareke, ünsüzün nasıl okunacağını gösteren dolayısı ile bir nevi ünlü harf yerine geçen özel işaretlerdir. Bizim uzun ünlü söylediğimiz Arap dilcilerin ise “hastalıklı harf” dedikleri â, û, î; bir harekeyle bir harekesiz ünsüzden birleşen bir sestir. Anlatılanlardan yola çıkarak bir beyti – Arap şiir sisteminde esas olan iki dizeye sığdırılan anlamdır ve bu iki dizeye beyit denir – oluşturan harfler arasında harekeli ve harekesiz sözcükler vardır. İşte bu harflerden ikisinin birleşmesine “sebeb”; üçünün birleşmesine “veted” denir. Bunlar da kendi aralarında ikiye ayrılınca bugün öğrendiğimiz aruz vezni hece sistemi oluşur.
Aruz ölçüsünde dört çeşit temel hece yapısı görülür…
Aruz ölçüsünde yukarda dile getirtiğimiz sisteme göre dört basit hece yapısı türetilmiştir. Bu hece yapısı da direk edebiyatımıza alınmıştır:
Kapalı Hece : Sonu ünsüz ile biten veya uzun ünlüyle biten heceler kapalıdır. Şiirde “ – “ ile gösterilir. Ben, sen, kar, al gibi…
Açık Hece : Sonu sesli bir harfle biten hece açık hecedir. Genelde nokta “.” ile gösterilir. Ters bir yay ile “ ∩ “ gösterenler de vardır. Sa- ça, te-pe, ya-ra … gibi
Bir açık bir kapalı hece : Sözcük hecelerine ayrıldığında hece sayısı enaz iki olmalı ve sözcüğün ilk hecesi açık sonraki hecesi kapalı olmalıdır. “ . – “ şeklinde gösterilir. Gö- nül, ka-lem, kö-pek gibi…
Bir kapalı bir açık hece : Sözcük hecelerine ayrıldığında hece sayısı enaz iki olmalı ve sözcüğün ilk hecesi kapalı sonraki hecesi açık olmalıdır. “ – . “ şeklinde gösterilir. Nâ – le, Bâ- de, lâ – le gibi…
Aruz vezni bu temel hecelerin birleşmesi ile meydana gelen “tefil” “tefile” veya “cüz” adındaki parçaların uyumudur. Tefileler enaz 4 heceden oluşur ve bu 4 seslik parçaların birleşmesi sekiz ana kalıbı meydana getirir. Bu kalıplar şunlardır :
1. fa’ûlün ( fe’ûlün ) : . “fe” – “û” – “lün > . – –
2. fâ’ilün , fâ’ilat : –. –
3. mefâ’ilün : . – . –
4. fâ’ilâtün : – . – –
5. müstef’ilün : – – . –
6. mef’ûlâtü : – – – .
7. müfâ’eletün : . – . . –
8. mütefâ’ilün : . . – . –
Bu tefileler ise hece takımları oluşturur.
A) Düz kalıplar : Sadece bir tefilenin 4 kez söylenmesiyle oluşur.
1. Mefâilün / Mefâilün / Mefâilün / Mefâilün
. – . – / . – . – / . – . – / . – . –
2. Müstef’ilün / Müstef’ilün / Müstef’ilün / Müstef’ilün
– – . – / – – . – / – – . – / – – . –
3. Müstef’ilâtün / Müstef’ilâtün / Müstef’ilâtün / Müstef’ilâtün
– – . – – / – – . – – /- – . – – / – – . – –
4. Feûlün / Feûlün / Feûlün / Feûlün
. – – / . – – / . – – / . – –
B) Karışık kalıplar : Birden fazla tefile birleşebilir. Bu da karışık kalıpları oluşturur. Bulunması düz vezinlere göre daha zor.
1. Mefâilün / Mefâilün / Feûlün
. – . – / . – . – / . – –
2. Feilâtün (Fâilâtün) / Feilâtün / Feilâtün / Feilün (fa’lün)
. .- – / . .- – /. .- -/ . . –
3. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
– . – – / – . – – / – . – – / – . –
4. Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün
– . – – / – . – – / – . –
5. Müfteilün / Müfteilün / Fâilün
– . . -/ – . . – / – . –
6. Feûlün / Feûlün / Feûlün / Feûl
. – – / . – – / . – – / . –
7. Mefâilün / Feûlün / Mefâilün / Feûlün
. – . – / . – – / . – . – / . – –
8. Feilâtün ( Fâilâtün) / Mefâilün / Feilün (Fa’lün
. . – – / . – . – / . . –
9. Fa’lün ( fe’lün )/ Feûlün / Fa’lün / Feûlün
. – / . – – / . – / . – –
10. Mef’ûlü / Fâilâtü / Mefâîlü / Fâilün
– – . / – . – . / . – – . / – . –
11. Mef’ûlü / Mefâîlün / Feûlün
– – . / . – – – / . – –
12. Mef’ûlü / Mefâîlü / Mefâîlü / Feûlün
– – . / . – – . / . – – . / . – –
13. Mef’ûlü / Mefâîlün / Mef’ûlü / Feûlün
– – . / . – – – / – – . / . – –
14. Mef’ûlü / Mefâîlü / Feûlün
– – . / . – – . / . – –
15. Müfte’ilün / Fâilün / Müfte’ilün / Fâilün
– . . – / – . – / – . . – / – . –
16.�� Mefâilün / Feilâtün / Mefâilün / Feilün (Fa’lün)
. – . – / . .- -/ . – . – / . . –
Önemlidir !
Vezinlerde son hece açık da olsa her vakit kapalı heceyle gösterilir.
Yukarıda verilen aruz kalıpları Türk edebiyatında en fazla kullanılan aruz kalıplarıdır. Ayrıca kalıpların hece sistemine uygulanması hakkında imale, med ve zihaf durumları vardır. Bu üç durum da aruz kusuru olarak kabul edilir. İmale ve Zihaf konularını detaylı olarak işlediğimiz makaleler sitemizde vardır; med ise uzatma demektir ve iki kapalı hece arasında bir açık hece bulunması gerektiğinde sonu uzun ünlüyle ve bir ünsüz ile biten birinci heceyi biraz uzun okumak şeklinde gerçekleşir. Med bulunan beyitlerde vezin bulmak biraz zordur. Med konusunu başka bir yazıda detaylı olarak işleyeceğiz…
Aruz Vezninin Sistemleşmesi…
Aruz kelimesinin kelime manası ““Yön, cihet, taraf, yan, bölge; Mekke, Medine ve etrafı; daracık dağ yolu; bulut; serkeş deve; çadırın orta direği; ortaya çıkma ya da çıkarma; kendisi ile bir şey karşılaştırılan, dolayısı ile ölçü ve örnek olan şey” olmak üzere bayağı fazladır. Kimi araştırmacılar aruz ölçüsü ve aruz sözcüğü anlamıyla bağlantı kurmaktadır ama şimdiye kadar anlamlarıyla alakalı kesin kanılar yoktur. Bu bakımdan aruzun sözcük anlamıyla aruz ölçüsüyle bir mana ilgisi kurmuyoruz şuan.
Aruz veznini büyük oranda bugünkü durumuna getiren kişi el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî (ö. 175/791) ya da daha basit adı ile İmam Halil adındaki bir Arap dil bilimcidir. Adlandırmalar, terimler ve aruzun yukardaki dile getirtiğimiz kavramları İmam Halil sayesinde ortaya çıkmıştır. Halil, IX.yy’da bahir ismi verilen gruplandırmaları meydana getirmiş ve bunu bir daire çevresinde göstermiştir. Aruzun 15 bahiri 5 dairede onun sayesinde toplanmıştır. Bu saatten sonra da Aruz Araplar için ciddi bir ilim haline gelmiştir. Zaten bu yüzdendir ki Aruz’un terimleri bayağı fazladır. Aruz , Türk edebiyatına zaten yıllanmış, olgunlaşmış bir vezin durumunda geldiği için bizde ciddi çalışmalar yapılmamıştır.
1. Aruz’un Türk Edebiyatına Girmesi
Aruz, aslında yalnızca Türk edebiyatına deyil, İslamiyet’i kabul eden bir çok milletin edebi yaşamına girmiştir. Bu bakımdan Aruzun Cahiliye döneminden İslamiyet’e kadar uzanan ve nerdeyse tüm Doğu edebiyatını etkileyen bir hikayesi vardır. Aruz, Türk edebiyatıyla birlikte Fars, Kürt, Hint edebiyatına da geçmiştir.
Türk edebiyatına Aruzun girmesiyse Batı koluyla değil Doğu koluyla olmuştur. Tarihte İslamiyet’i devlet şeklinde kabul eden ilk Türk devletinin Karahanlılar olduğunu düşünecek olursak Aruzu da önce onların kullanması oldukça doğaldır.
Türkler, İslam medeniyetlerine adım attıkları vakit Aruz ile birlikte Arap ve Fars edebiyatının nazım şekillerini de almıştır. Ama bir geçiş aşaması olmuş XI. asır ortalarına kadar hece sisteminin kullanıldığı metinlerin olduğu görülmüştür. Doğu edebiyatı nezlindeki ilk tam eser KUTADGU BİLİG isimli eserdir. Yusuf Has Hacib tarafından Karahanlı Türkçesiyle yazılan bu eserin telifi 1069’dur. Bu eser, mesnevi şeklinde yazılmış ve Şehname vezni kullanılmıştır.
1. A. Kutadgu Bilig ve ilkleri…
1. Kutadgu Bilig, Doğu medeniyetlerinin işaret ettiği şekilde yazılan ilk eserimizdir.
2. Mesnevi nazım şekliyle yazılan ilk eserimizdir.
3. Mesnevi nazım şekliyle yazılmasına karşın 173 dörtlük barındırması onun eski nazım şekillerine bağlılığını göstermesi bakımından önemlidir.
4. Kutadgu Bilig vezni aynı vakitde Şehname vezni olarak bilinen Feûlün / Feûlün / Feûlün / Feûl veznidir.
5. Feûlün / Feûlün / Feûlün / Feûl vezni aynı vakit 11’li hece ölçüsüne işaret eder ve bu bakımdan da eski geleneğin bir kalıntısı olarak sayılır bu veznin kullanılması.
6. Türk edebiyatındaki ilk siyasetname Kutadgu Bilig’tir.
7. Türk edebiyatındaki ilk didaktik ( öğretici ) tarz Kutadgu Bilig’de kullanılmıştır.
1. B. Anadolu’da Aruz…
Doğu’da Gazneliler, Anadolu’da Selçuklulular Doğu edebiyatına geçişimizi hızlandıran uygulamalarda bulunmuşlardır. Selçuklularda da Gazneliler de sanat dili Farsça, bilim dili Arapça olmuştur. Bu da hem Arapça hem de Farsça bilen aydınlar sınıfı meydana getirmiştir. Bu aydınlar maalesef ki modaya uymak için bir müddet Farsça şiirler yazmış arasıra da Türkçe şiirler meydana getirmiştir. Yalnız yazılan Türkçe şiirler, Farsça yazılan şiirlerin ölçü ve şekil olarak taklidi olmuştur.
Aruz veznini Arap imlasından ayrı düşünemeyiz demiştir; Aruz vezninin Türkçeye uyarlanması başka bir makale konusu olacaktır ama burda birkaç şey söylemek durumundayız. Aruz, Türkçe ses sistemine uygun deyildir ama bu konuda o zamanlar pek bir araştırma yapılmadan aruz direk nazma uyarlanmıştır. Bu da alıntı sözcükleri fazlalaştırmış, Türkçe şiirlerde nerdeyse fillerden başka Türkçe sözcüğe rastlanmamıştır.
Aruz’un Türk edebiyatındaki macerası ap ayrı bir makalede yeniden işlenecektir. Yalnız şunun bilinmesi gerekir ki Aruz sorgulanmış, yargılanmış ve yavaş yavaş edebiyatımızdan kaybolmuş bir vezindir.
Aruz vezni nasıl bulunacak?
Ey dil-i divâne var Mecnûn ile germ-ülfet ol
Hem- nişîn olmaz senünle Vecdî-i ferzâne dost ( Vecdî)
Yapılması gerekli olanlar :
1. Önce beyitteki açık ve kapalı heceleri belirlemeliyiz; bunu yaparken Türkçe heceleme sistemini esas almalı ve hece bölümlerine göre açık / kapalı belirlemesini yapmalıyız.:
Ey| dil|-i| di|vâ|ne| var | Mec|nûn i|le germ|-ül|fet ol |
– |- | .| .| -|.| |-|-| -|.|.| | – || -| -| –
Hem- nişîn olmaz senünle Vecdî-i ferzâne dost
– |.|-| -|-| .| – |.| -|-|.|-|-|| .| -|
2. Daha sonra bu açık ve kapalı heceleri 4’erli gruplar durumunda toplayalım; ama unutmayalım ki her vakit 4’lü olmayacaklardır. – . – – / – . – – / – . – – / – . –
3. Yukarıda verdiğimiz listede bu hece sistemine en uygun vezin: Fâ’ilâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilâtün / fâ’ilün veznidir. Yani beyitin vezni budur. Şimdi başka bir beyte bakalım;
Gülşen-i aşk-ı yârda Vecdî
Tâzedür hâsılı nihâl-i niyâz ( Vecdî )
1. Açık ve Kapalı heceleri :
– – . – . – . – .
-.- – . . . – . . –
Dikkat : Yukarıdaki hece sayısı 9 alttaki dize sayısı 11 çıktı. Burada bir eşitsizlik oluştu; vezni bulmak her iki dizenin hece sayısı eşit olmalı. Demek ki ilk dize “med” uygulamamız gereken bir yer var. Kurallara göre med “yâr” sözcüğüne uygulanabilir. O vakit yâr “-“ deyil “- .” şeklinde açılacaktır.
2. İmale, Ulama, Med, Zihaf yapmamız gereken sözcüklere bakmalıyız ki vezin kalıplarından birisine uydurabilelim. Üstelik dikkat edilmesi gereken şey ise bu veznin düz vezin deyil karışık kalıplılardan olmasıdır çünkü hece tablosu doğrusal deyildir. O zaman, tefilelerden gitmek gerekir. 8 tefilemiz olduğunu yukarda göstermiştik, 11’li hece sistemimiz varsa 4 / 4 / 2 bize en yakın sayılar olacaktır. Buna göre hece tablosunu ayırmaya çalışalım :
– – . – /. – . ( – ) /- . >> Burada med olduğunu unutmayalım.
-.- -/ . . . -/ . . –
Gülşen-i aşk/-ı yârda/ Vecdî
ulama med imale
Tâzedür hâ/sılı nihâl/-i niyâz ( Vecdî )
imale
Buna göre tefileler şöyle olacaktır: fâ’ilâtün : – . – – / mefâ’ilün : . – . – / fâ’ilün , fâ’ilat : –. –
3. Bu tefilelerin düzene girdiği kalıp ise Fâ’ilâtün / mefâ’ilün / fa’lün’dür.
Aruz Nedir? (Özet)
Aruz ölçüsü veya aruz vezni (Osmanlıca: vezn i aruz ), nazımda uzun ya da kısa, kapalı veya açık hecelerin belli bir düzene göre sıralanarak ahengin sağlandığı ölçü. Şiirde, Arap’ların kullandığı nazım ölçüsü olan aruz ‘u kullanmaya başladılar. Bir kısım divan şairleri hece vezniyle, bir kısım saz şairleri de aruz vezni ile şiirler ifade ettiler. Aruz ölçüsü veya Aruz vezni (Osmanlıca: Vezn i Aruz ), nazımda uzun ya da kısa, kapalı veya açık hecelerin belli bir düzene göre sıralanarak ahengin sağlandığı ölçü. Aruz . İslamiyet dairesi içine giren milletlerin edebiyatlarında yer alan şiir ölçüsü. ve örnek olan şey” gibi esas manaları yanında, beytin ilk mısraının sonlarına da aruz denmiştir. Aruz bir şiir ölçüsüdür. Hecelerin ses özelliklerine göre düzenlenir. Türk edebiyatı üç vezin görmüştür: Hece vezni, Aruz vezni ve Serbest vezin. Aruz Nedir islamiyet dairesi içine giren milletlerin edebiyatlarında yer alan şiir ölçüsü. Yön, çadır direği, dar yol, bulut, ölçü ve örnek olan şey gibi. Aruz ’da açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendilerine has bir düzen içerisinde sıralanır. Aruz , esas olarak hecelerin uzunluğu kısalığı temeline dayanan şiir ölçüsüdür. ARUZ ÖLÇÜSÜ. Aruz , Arapça bir sözcük olup “çadırın ortasına dikilen direk” manasına gelir. Bir edebiyat terimi olarak da hecelerin uzunluk ve kısalığına dayanan ölçüye verilen Aruz nedir ? Arap nazmında kullanılan ve hecelerin kısal iği ile uzunluğuna dayanan bir vezindir. Aruz ‘u Araplar’dan İmam Halil 9. asırda bir bilgi haline getirdiği söylenir. 1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İran Edebiyatı’na geçen bu ölçü, XI asırdan sonra Türk şairlerince de uygulanmaya başlanmıştır.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Çocukların Davranışlarını Etkileyen Faktörler - Böylesi Yok!
Çocukların Davranışlarını Etkileyen Faktörler https://goo.gl/N2Tlks
Çocukların Davranışlarını Etkileyen Faktörler
Anne Baba Tutumlarını Etkileyen Faktörler
Anne baba tutumlarını etkileyen bir çok faktör vardır fakat genel olarak anne babaların çocuk yetiştirme tutumlarını etkileyen faktörler dört başlık altında toplanabilir:
1. Ailenin sosyo-demografik özellikleri
2. Anne babaların kendi yetiştiriliş tarzları
3. Anne babaların çocuk gelişimine ilişkin bilgi düzeyleri
4. Çocukların karakter özellikleri
Ailenin sosyo-demografik özellikleri
Anne-babanın kültürel farklılıkları, sosyal sınıf farklılıkları, eğitim durumu ve meslekleri, yaşları, aile içi ilişkiler ve çevre ile sosyal ilişkileri, çocuğun cinsiyeti, yaşı, doğuş sırası, ailedeki çocuk sayısı, ailenin sosyo-ekonomik durumu ve aile ile birlikte yaşayan diğer kişilerin varlığı, ailenin çocuk yetiştirme tutumlarını etkilemektedir.
Yapılan çalışmalar, anne baba tutumlarının yaşanılan bölgeye göre değiştiğini göstermektedir. Kırsal bölgedeki anne babaların kentsel bölgedeki anne babalara göre daha koruyucu ve daha katı/sert disiplin tutumlarını benimsedikleri, kentte yaşayan anne babaların kırsal bölgedekilere göre daha demokratik bir tutuma sahip oldukları belirlenmiştir.
Anne babaların eğitim durumu tutumlar üstünde etkili bir faktördür. Yapılan araştırmalara göre, ilkokul mezunu olan ebeveyn ile yüksek okul mezunu olan ebeveynin çocuklarına uyguladıkları tutumlarının farklılık göstermesi olasılığı vardır. Anne babaların eğitim seviyesi arttıkça, çocuklarına karşı daha demokratik davranışlar sergiledikleri ve eğitimli anne babaların eğitim almamış anne babalara oranla çocuklarının gelişimlerini anlama konusunda daha bilinçli oldukları bulunmuştur.
Anne babanın çocuk sahibi olma yaşı, çocuklarına karşı tutumları üstünde etkili olan bir diğer unsurdur. Özellikle küçük yaşlarda çocuk sahibi olan annelerin, hayat tecrübelerinin azlığı ve halen ergenlik döneminde olmaları gibi çeşitli sebeplerle , çocuklarına karşı daha ilgisiz davrandıkları, çocuğa karşı sevkatli davranışlarının ve ilgi düzeylerinin düşük olduğu görülmüştür.
Ailenin gelir seviyesinin yüksek veya düşük olması, çocuğun gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Sosyo-ekonomik seviyesi düşük ailelerde genelde temel ihtiyaçlar karşılanamaz, çocukların hareketleri sınırlandırılır ve anne babanın çocukla gerektiği gibi ilgilenememeleri çocukların gelişimlerini olumsuz yönde etkileyebilir. Düşük sosyo-ekonomik düzeydeki annelerin, hesaplı imkanların sınırlılığı sebebiyle psikolojik olarak fazla yıprandıkları ve yaşadıkları stres sonucu çocuklarına karşı daha sert davranabildikleri görülmüştür.
Çocukların cinsiyeti, anne babaların tutumlarında etkili olabilmektedir. Toplumumuzda genelde erkek çocuklara karşı hoş görülü, kızlar üstünde ise daha baskıcı koruyucu bir yetiştirme tarzı benimsenmiştir. Anne babaların kız ve erkek çocuklar için farklı beklentiler içerisinde olmaları, onlara karşı tutumlarında da farklılıklara neden olabilmektedir.
Karı-koca arasındaki ilişkinin kalitesinin anne-çocuk arasındaki ilişkiyi etkilediğini göstermektedir. Eğer eşler arasındaki ilişki sağlıklı deyilse anne bu boşluğunu doldurabilmek için tüm ilgi ve sevgisini çocuğuna aktarmakta, bu da, çocuğun bağımsız bir kişilik geliştirmesini engelleyebilmektedir. Anne baba arasındaki iletişim bozukluğundan en çok olumsuz etkilenenler çocuklardır. Anne baba çocuklarına eşit sevgi ve anlayış gösterip kurallar koydukları taktirde, onlarla ilişkileri daha dengeli ve olumlu olacaktır.
Annelerin iş yaşamında daha aktif rol alması, çocuk yetiştirme davranışı üstünde etkili olabilmektedir. insanoğlu zamanlarının yarısından çoğunu çalışarak geçirirler. Ebeveynlerin meslekleri, kişilik özelliklerini etkileyebilmektedir. Sürekli stresli ortamda çalışan anne babalar gün boyunca yaşadığı gerginliği, eve gittiğinde istemeden de olsa çocuğuna yansıtabilirler.
Aile ile birlikte yaşayan diğer kişiler, anne babaların çocuklarına karşı tutumlarında etkili olabilmektedir. Ailenin yaşadığı ortamda bazan anneanne, büyük baba, teyze, dayı, hala ve amca gibi yakın akrabalar da bulunabilirler. Bu kişiler çocuğun eğitimine ister istemez müdahale edeceklerdir. Çocuğun eğitimi ile ilgili konularda ortak davranış sergilenirse çocuk zarar görmez. Anne babanın koydukları kurallar bozulduğu taktirde çocuk zarar görecektir. Ailedeki diğer bireyler anne babaya değer vermeli, çocuğun yanında onları küçük düşürücü davranışlarda bulunmamalıdırlar.
Anne-babaların kendi yetiştiriliş tarzları
Anne-baba tesiri, tutumların oluşumunda önemli rol oynar. Özellikle okul öncesi dönemde çocuk, anne babasını kendisine çeşitli konularda bilgi verecek, ödüllendirip cezalandıracak tek otorite olarak gördüğü için, çocuğun nelere nasıl bir tutum geliştireceğini tayin eden tek faktörün ebeveyn olduğu söylenebilir. Anne baba kişilik oluşumunu etkilerken, diğer taraftan, nasıl anne ve baba olunacağına dair bir eğitim de vermiş olurlar. Babalık ve annelik özelliklerine sahip kişiler, büyük bir olasılıkla, bu özellikleri kendi çocuklarının ilk yıllarında kazanmışlardır. Bu dönemde çocuk, anne babası ile özdeşleşir ve onların çocuk yetiştirme konusundaki davranışlarını kendisine model alır. Demokratik ortamda yetişen anne babalar için büyük bir sorun olmayabilir. Ancak baskıcı bir ortamda aşırı korunarak büyütülmüş anne babalar, yetiştirecekleri çocuklar için büyük bir tehlike oluşturabilirler.
Anne babalar, çocukları bir problemle karşı karşıya kaldığında kendi anne babalarının takınmış oldukları geleneksel yaklaşımları benimsemekte ve bu nedenle kendi anne babalarının yaptıkları hataları tekrarlamaktadırlar. Çağa uymayan geleneksel yöntemler yetersiz kaldığında ise, nasıl davranacaklarını bilmemektedirler.
Anne babaların çocuk gelişimine ilişkin bilgi düzeyleri
Anne babaların çocuklarına arzu edilen davranış ve alışkınlıkları kazandırabilmeleri, kendi kendisini denetleyen, duygu ve düşüncelerini özgürce ifade edebilen ve girişimci bireyler olmalarını sağlayabilmeleri, öncelikle onları tanımaları, anlamaları ve onlarla sağlıklı bir iletişim kurmaları ile mümkündür. Anne babalar vakit zaman, çocuklarının ilgi kabiliyetlerinden çok, kendi hayal ettikleri modele uygun bir çocuk yetiştirme çabası içine girerler, bu nedenle onları, kapasitelerini aşan bir beklenti ile eğitmeye çalışırlar.
Bu nedenle anne babalar, çocuklarını geleceğe daha iyi hazırlama veya çağın hesaplı gereklerine ayak uydurabilme konusunda bazı hatalar yapabilmektedirler. Bir çocuğu iyi yetiştirmek için her anne babanın gerekli bilgileri edinmesi vazgeçilmez bir şarttır.
Çocukların bireysel özellikleri
Mizaç, çocuğun aktivitelerinin seviyesini, yeni ortamlara tepkisini ve duygularını ifade etmesini etkilemektedir. Yapılan araştırmalarda çocuğun mizacının anne babayı etkilediği bulunmuştur. Zor olarak nitelendirilen çocukların, daha çok kontrol altında tutulduğu ve anne-çocuk arasında çatışmalar olduğu, uyumsuz çocukların daha çok ihmal edildiği görülmüştür.
Uzman Psikolog Candan TURHAN
Anne Baba Tutumlarını Etkileyen Faktörler (Özet)
Anne baba tutumlarını etkileyen bir çok faktör vardır fakat genel olarak anne babaların çocuk yetiştirme tutumlarını etkileyen faktörler dört başlık altında toplanabilir Anne baba tutumlarını etkileyen bir çok faktör vardır fakat genel olarak anne babaların çocuk yetiştirme tutumlarını etkileyen faktörler dört başlık altında toplanabilir… Ebeveyn tutumlarını etkileyen bir çok unsur vardır fakat genel olarak anne babaların çocuk yetiştirme tutumlarını etkileyen faktörler dört başlık altında toplanabilir Çocuğa karşı takınılan anne baba tutumlarını etkileyen faktörler nelerdir? olduğunda çocuk gelişimi ve psikolojisi hakkında bilgi edinmezse bu tutumu devam ettirmesi olası oluyor. Ayrıca, anne babalar sahip oldukları anne babalık tutumlarını etkileyen faktörler olarak en fazla yetiştirilme tarzlarını ve psikolojik durumlarını ifade etmişlerdir. ANNE BABA TUTUMLARI “Bir çocuk için annesi ve babası dünyayı temsil eder. Anne baba tutumlarını etkileyen bir çok faktör vardır. Bunlar Anne baba tutumları . Çocuğun karakteri, öncelikle aile içerisinde anne babasıyla etkileşimi sonucu gelişir. Anne baba çocuk ilişkisi, temelde anne ve babanın tutumlarına bağlıdır. Anne babaların , çocuklarına karşı tutumlarını etkileyen esas faktörler şu şekilde sıralanabilir Aile üyelerinden birinin başarısı ya da başarsızlığı herkesi etkiler . Anne baba tutumlarıyla ilgili yazı dizisinin ilk yazısı, okumaya değer… Toplumun kültürel değerleri, çocuklarını yetiştirme konusunda anne babaların tutumlarını etkiler . Anne baba çocuk ilişkisi Anne ve babaların , çocuklarına karşı tavırlarını etkileyen esas faktörler : Anne babanın nasıl bir çocuk.”— Sunum transkripti
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Sözlü ve Yazılı Anlatım Nedir? - Böylesi Yok!
Sözlü ve Yazılı Anlatım Nedir? https://goo.gl/eU0Ty9
Sözlü ve Yazılı Anlatım Nedir?
Anlatım, yazılı ve sözlü olmak üzere iki ayrılır. Anlatım denince aktartılmak istenen duygu ve düşüncelerin anlatıcıdan dinleyiciye tam bir şekilde aktarılması gelir. Eğer, anlatıcı, dinleyicisine anlatmak istediği şeyi tam olarak anlatamıyorsa bu durum önce anlatıcıdan kaynaklıdır. Bu bakımdan anlatının özelliklerini bilmek ve karşımızdaki dinleyiciye kendimizi tam olarak ifade etmek esastır.
Kişi, anlatımı ister yazı yoluyla yapsın ister konuşma yoluyla yapsın , anlatımı yapacak olanın bir takım kazanımlara sahip olması gerekir. Bu genel kazanımlar şöyle sıralanır.
İfade edilecek olan şey yazıyla de ifade edilse – anlatımla da ifade edilse kesinlikle bu anlatıma ön hazırlık yapılmalıdır. Bahsedilen ön hazırlık illaki saatler sürecek diye bir kural yoktur, hazırlıksız konuşmada dahi anlatıcı sözlerini zihninde enaz üç kez tartmalıdır.
Anlatım tutarlı olmalıdır. Konudan konuya atlanan bir yazı veya anlatımda verim olmaz.
Anlatımda gözlem oldukça önemlidir. Anlatıcının bir gözlem kabiliyetinin olması onun ifade biçimini geliştirecektir.
Anlatım her ne olursa olsun bir bilgidir ve anlatıcı bu bilgi kaynaklarını iyi bilmeli, iyi değerlendirmelidir.
Toplanan bilgiler, şahsi bir elekten geçirilmelidir. Her bilgi konuşmaya da yazmaya değer deyildir veya her bilgi kesinlikle sizin maksatladığınız konuyla ilgili deyildir. Bu bakımdan anlatıcı tarafından toplanan bilgiler, anlatımın maksadına göre ayıklanmalı ve sınıflandırılmalıdır.
Yazının veya konuşmanın bütünlüğünü engelleyecek her türlü bilgi ve vakadan kaçınılmalıdır.
Gerek yazıda gerek konuşmada tecrübeli birisinden öğüt almak gerekir.
Yazıda ve konuşmada kültürel tasarruf ve yaşadığı çevreyi farkında varma önemlidir. Bu bakımdan kişi, kendi çevresini, kendi bilgilerini anlatımına işlemeli ama bunun dozunu iyi ayarlamalıdır. İnsanlar “ben” tipi konuşmalara çok fazla ehemmiyet vermemektedir.
Anlatıcının zevklerinin hepsi dinleyicide olacak diye birşey yoktur. Unutulmamalıdır ki herkes bir bireydir ve herkesin zevkleri bir deyildir. Bu bakımdan anlatıcı kendi zevklerini okuyucuya dikte etmemeli, kendi zevklerini anlatımda çok öne çıkarmamalıdır. Aksi bir durum oldukça itici bir görüntü vermektedir.
Anlatımda dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Bunları iyi belirlemek, anlatılmak istenen şeyi dinleyici veya okuyucuya onlar sıkmadan en kestirme yolda ve tam olarak aktarmayı kolaylaştırır. İşte bu anlatım özellikleri şunlardır:
Anlatımda tema ve konu
Anlatımı sınırlandırma
Anlatının ve anlatıcının maksadı
Anlatıcının tavrı
Anlatımın özellikleri
Anlatımının oluşturulması
Anlatım türlerinin sınıflandırılması.
Şimdi, bu anlatım özelliklerini ana hatlarıyla aktaralım:
1. Anlatımda Tema ve Konu
Öncelikle şunu bilmek gerekir, her konu her anlatım türüyle anlatılmayabilir. Bu bakımdan temayla anlatım türü arasındaki bağlantıyı iyi kurmak gerekir. Örneğin duygusal yoğunlukta olan konular öyküleyici anlatım türü, manzara veya insan tahlilinde betimleyici anlatım türü esastır. Bilimsel bir konuyu öyküleyici anlatım türüyle edebî bir şekilde anlatmak anlatıcının maksadına ulaşmasını engelleyecektir. Anlatım türleri konusu, makaleler.com adresinde yakın vakitde işlenecektir.
Unutulmamalıdır ki temalar her ne kadar sonsuz da insanlık tarihi de epey fazladır. Bu bakımdan sizin işlediğiniz konu farklı bir konuşmacı veya yazar tarafından büyük ihtimalle geçmişte işlenmiştir. O yüzdendir ki çok okumak size diğer yazarların bakış açısını da katarak seçtiniz temayı daha iyi işlemenizi sağlayacaktır.
Yazılı anlatımda, yazıda ortaya konan ve gözlemlenebilen her türlü mana ve dil malzemesine “içerik” denir. İçeriğin temeli de konudur zaten.
2. Anlatımı Sınırlandırma
Bir tema ve ona uygun bir anlatım türü seçtikten sonraki en önemli adım o anlatının sınırlarını koymaktır. İşlenmek istenen ana düşünce yazı yazılmadan veya konuşma yapılmadan önce belirlenmelidir ve bu ana düşünce en baskın şey olmalıdır. Unutulmalıdır ki bir metinde veya anlatıda lakin bir ana düşünce olabilir. Bu bakımdan da anlatının ana düşünce çevresinde dönecek kadar sınırlandırılması gerekir.
Anlatıcıya verilen süre, anlatıcının tavrı ve anlatının maksadı, anlatımının sınırlandırılmasını doğrudan etkiler. Bu bakımdan da anlatıdan önce kesinlikle prova yapılmalıdır.
Anlatımda yan fikirlerin çokluğu, anlatıcıya verilen vakit ile doğrudan alâkalıdır. Eğer anlatıcının zamanı azsa ana fikre en yakın yan fikirler işlenmelidir, şayet zaman ile alakalı bir sorun yoksa yan fikirler genişletebilir.
3. Anlatının ve Anlatıcının Amacı
İletişim belli bir maksat güder. Her anlatıda karşı tarafa bir mesaj iletmek isteriz. İşte bu mesaj, anlatının maksadıdır. Amacın çok olması dinleyici veya okuyucuyu sıkacağı için genellikle bir anlatıda tek bir maksat gütmek gerekir.
Amaç, anlatımı belirler. Bu durum da “kime neyi nasıl vereceğiniz” sorusunu akla getirir. Bu bakımdan dinleyici veya okuyucu kitlesinin sosyal, ekonomik, kültürel seviyesini iyi bilmek gerekir. Örneğin İç Anadolu’nun bir köyüne gidip “Havyarİ’ın nasıl yapıldığını” anlatmak başarısız bir anlatımdır ama Azerbaycan’ın Hazal Denizi kıyısındaki balıkçılara havyarı anlatmak verimli bir anlatımdır.
4. Anlatıcının Tavrı
Anlatıcı, anlatımda veya yazmada iki teknikten faydalanır:
Nesnel Anlatım: Anlatıcı veya yazar nesneyi / manzarayı / doğayı olduğu gibi aktarır.
Öznel Anlatım: Anlatıcı veya yazar nesne ve tabiata kendi yorumunu katarak anlatır.
İlk anlatımda anlatıcın tavrı çok ilgi çekmese de ikinci anlatımda anlatıcının tavrı önemlidir. Bu bakımdan şahsi özelliklerini en alt düzeyde tutarak dinleyici veya okuyucuyla bir olmak zorundadır. Hele ki soyut bir temayı aktarıyorsa buna âzâmi dikkat etmelidir. Temel anlatımda anlatıcı, okuyucu veya dinleyicinin düzeyine inebilmelidir.
Beden dili, ses tonu, jest ve mimikler ile bunların kontrolü anlatının tavrı konusunda girmektedir.
5. Anlatımın Özellikleri
Anlatım, herkesin ortak olduğu bir konuşma dilinde, sade, yalın ve akıcı bir şekilde olmalıdır. Okuyucuyu veya dinleyiciyi sıkmadan anlatılmak istenen net bir şekilde anlatılmalıdır. Anlatıcının ne demek istediğini anlamak okuyucu ve anlatıcı açısından önemlidir. Bu bakımdan anlatıma, yalnızca anlatıcının bildiği yabancı sözcükler ilave etmek, akademik veya terimsel konuşmak anlatımı verimsiz kılar. Olabildiğinde ortak dili yakalamak gerekir.
6. Anlatımının Oluşturulması
Bu durum en fazla yazıda sıkıntılıdır. Birçok yazar veya anlatıcı metin oluşturma sürecinde sıkıntı yaşar. Oysaki dağınık bir metin dağınık bir anlatım demektir ve dağınık bir anlatımda mesaj, okuyucuya veya dinleyiciye gitmez.
Metin oluşturma bilgi ve deneyimler, veri – hayal bağlantısını sağlamak, anlatım arasındaki köprüleri kurma oldukça önemlidir. daldan dala atlanan bir yazı veya konuşma bir müddet sonra dikkat dağıtacaktır; bu bakımdan metinde sözcükler ve cümleler arasında yukarda bahsedilen köprüleri kurmak oldukça önemlidir.
Dil bilgisi bilmek, özellikle yazıda yaşamî bir değere sahiptir. Cümle kuruluşunda rol alan çekim eklerini tam manasıyla idrak etmek cümle kurmayı kolaylaştıracağından dikkat edilmelidir.
Metin veya konuşma esnasında anlatım bozukluğu yapılmamalıdır.
Metin bağlamı dikkate darılmalı, yazının akıcılığına zarar verecek herhangi bir cümle metinden veya konuşmadan derhal çıkarılmalıdır.
Metinlerde ikilemelerden, tamlamalardan, yinelemelerden, pekiştirmelerden faydalanmak metin için akıcılığı sağlar ama bunların da kurallarının bilinmesi gerekir. Aksi taktirde komik duruma düşürebilir anlatıcı veya yazarı.
7. Anlatım Türlerinin Sınıflandırılması
Metinler, paragraflardan oluşur. Sözcükler cümleleri, cümleler paragrafları meydana getirir. Bu bakımdan da her paragraf bir tümü temsil eder. Bir yazılı metinde olması gereken şey daha doğrusu en yaygın anlatım, her paragrafın bir yan fikri işlemesi ve genellikle sonuç bölümünde de yan fikirlerin ana fikri vermesidir. Bu parçadan bütüne varılan tüme varım yöntemidir ama tam tersi olan tümden gelim de uygulanabilir ; kısaca yazar ilk paragrafta ana fikri verip sonra bu ana fikre varmasını sağlayan yan fikirleri sıralayabilir. Her iki durumda da olması gereken derli toplu bir anlatımdır.
Anlatım Özellikleri (Özet)
Açık olmayan yazılarda anlatım kapalıdır. İyi bir anlatımı yakalayabilmek için anlatımın özelliklerini bilmek gerekir. Anlatım özellikleri , anlatımın nasıllığıyla ilgilidir. Anlatımın özellikleri , yazılı ya da sözlü anlatımın insanoğlu üzerindeki tesiri açısından çok önemlidir. Anlatım özellikleri , anlatımın nasıllığıyla ilgilidir. Anlatımın Özellikleri . Yazar tarafından parçanın anlatımında kullanılabilen ya da yazının taşıdığı veya taşıması gereken özellikleri ifade etmeye yarayan bazı kavramlar vardır. Anlatımın Özellikleri (Dil ve Anlatım ). Ocak 10, 2012 Furkan İNAL Uncategorized 40. Anlatımın kendi içerisinde farklı yöntemleri vardır. Anlatım karakterin bir göstergesidir. Anlatım Özellikleri Nedir. İyi ve başarılı bir yazı, iyi anlatılmış bir yazı demektir. Anlatım Özellikleri Anlatım Nitelikleri. 20 Aralık 2009 tarihinde admin tarafından eklendi. Paragraf:bir düşüncenin,duygunun, durum yada vakaın dile getirildiği anlatım birimine”paragraf” denir. View Comments. ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ . AÇIKLIK: Bir cümlenin veya metnin kolayca uzlaşılabilir olmasına açıklık denir. Paragrafta Anlatımda Açıklık Nedir, Anlatımda Açıklık Örnekleri Konu Anlatımı . Anlatımın hiç bir atışmaya yol açmadan, tek bir yargıyı açıkça ifade etmesidir. İyi anlatım da bir takım üstün özellikler taşır. Bu özelliklerin önemli olanları şunlardır Değişik yorumlara açık, hem şu hem bu anlama gelen anlatım açık bir anlatım deyildir. Anlatımın Özellikleri . İyi bir anlatım bir çok unsurun bir araya gelmesi ile oluşur. yazarın maksadının, bakış açısının payı kadar anlatımın dil ve biçim özelliklerinin de rolü vardır.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Anlatım Bozuklukları Örnek Cümleler ve Açıklamaları - Böylesi Yok!
Anlatım Bozuklukları Örnek Cümleler ve Açıklamaları https://goo.gl/p89G6c
Anlatım Bozuklukları Örnek Cümleler ve Açıklamaları
Anlatım bozukluğu aslında yazıda olmayan ismi üstünde anlatımlarda olan bir sıkıntıdır. Bu bakımdan daha çok duymakla âşina olacağımız bir vakadır ama biz bu yazıda enazından anlatım bozukluğunun ne olduğundan haberdar edeceğiz…
Anlama bağlı anlatım bozukluğunun temelinde, sözcüğün yanlış manada ve yerde kullanılması vardır. Bunu şu nedenle söylüyoruz:
Sözcükler yapı ve mana olmak üzere iki grupta incelenir. Yapı, dil bilgisi konularına girer, sözcüğün ek alıp almaması almışsa hangi ekleri aldığıyla ilgilenir. Anlam ise daha geniş bir konudur. Sözcüğün zamanla uğradığı anlam değişimlerini, o değişimlerin nasıl oluştuğunu ve o anlamlara göre cümlenin nasıl kurulması gerektiğini anlatır. Anlatım bozukluğu, sözcüğün iki grubunda da olabilir. Yani kelimesi anlamsal olarak yeri olmayan bir yere koyabilir veya uyumlu olmayan başka bir anlamla birlikte kullanmaya çalışırız. İşte bu anlama bağlı anlatım bozukluğudur.
Tüm dil bilgisi kitaplarında olduğu gibi önce anlamsal anlatım bozukluğunun neler olduğunu listeleyeceğiz:
Gereksiz kelime kullanılması
Anlam bakımından birbiriyle çelişen ifadelerin aynı cümlede bulunması
Sözcüğün anlamca cümleye uymaması
Sözcüğün cümlede yanlış yerde kullanılması
Cümlede mantık hatasının olması
Deyimin yanlış manada kullanılması
Noktalama işaretlerinin hatalı kullanılması
İletişimde önemli olan duru ve açık olmaktadır. Eğer, duru ve açık bir iletişim bahis konusu deyilse burda bir anlatım bozukluğu vardır. Yukarıda sayılan yedi madde de anlamsal olarak cümleyi etkiler. Bu bakımdan anlatım bozukluğu oluşturur. Şimdi bu maddeleri ayrı ayrı inceleyelim.
Gereksiz Sözcük Kullanılması
Gereksiz kelime kullanımı, cümle içerisinde aynı anlama gelen iki sözcüğün yan yana kullanılmasıdır. Bu durum öncelikle dilde az çaba yasasını ihlaldir. Dil, az çabayla çok şey anlatma durumudur çünkü.
Gereksiz kelime kullanımının asıl sebebi vurgulanmak istenen sözcüklerdir ama vurgunun aşırıya kaçması lüzumsuz sözcük kullanımıdır.
Örneklersek: Daha halen gelmedi paşamız okuluna.
Görüldüğü gibi “daha” ve “henüz” kavramları aynı anlamları temsil eder. İkisi de gerçekleşmemiş bir vaka için kullandığımız edatlardır. Bu cümle ya “daha” ya “henüz” anlamı atılmalıdır.
Gereksiz kelime kullanımı, genellikle zaman bildiren edatlarda çok sık rastlanır. Ayrıca yabancı kökenli sözcüklerle aynı anlama gelen Türkçe sözcüklerin bir araya gelmesi de sık görülen anlatım bozukluğudur:
Örneklersek : Annesi çocuğuna çok fazla ögüt çok fazla nasihat veriyordu.
Yukarıdaki örnekte “nasihat”, “öğüt” kelimesinin Arapça karşılığıdır. İkisi de “ bir kişiyle hayat tecrübesini paylaşıp ona kendi yaşamı hakkında tavsiyeler” vermek manasındadır. Dolayısı ile birisinin seçilmesi ve cümlenin o şekilde yeniden kullanılması gereklidir.
Anlam Bakımından Birbiriyle Çelişen İfadelerin Aynı Cümlede Bulunması
Cümlede oluşturduğumuz manasın tam aksini anlatan bir ifade kullanmak anlatım bozukluğuna yol açar. Cümle, şayet “ama, fakat, lakin, bilahare, sadece, yalnız ” gibi mana değiştirici bir edat içermiyorsa cümlenin bir manasının olması gerekir. Eğer cümlede, mana akışını bozan bir durum var ise bu anlatım bozukluğudur.
Örneklersek : Burayı katiyetle bilmiyor olabilir.
Şimdi, cümlenin bir katiyet mi yoksa olasılık anlamı mı taşıdığını bilemiyoruz. Yüklem ihtimal bildiriyor edat ise ihtimal bildirmiyor. O vakit cümlenin manası iki şekilden biriyle oluşturulmalıdır :
a. Burayı katiyetle bilmiyor. ( katiyet , kati olmak )
b. Burayı bilmiyor olabilir. ( olasılık )
Başka bir örnek verelim:
Ben sana kısa ve detaylı bir yazı yaz dedim.
a. Ben sana kısa bir yaz dedim.
b. Ben sana detaylı bir yazı yaz dedim.
Bana gün aşırı, aşağı yukarı her gün uğrar.
a. Bana gün aşırı uğrar.
b. Bana aşağı yukarı her gün uğrar.
Tabiki de bu yazıyı onun yazma olasılığı var.
a. Tabiki ki bu yazıyı o yazdı.
b. Bu yazıyı onun yazma olasılığı var.
Sözcüğün Anlamca Cümleye Uymaması
Bazı ifadeler, yazılış bakımından biribirlerine çok benzer. Hatta bu kategoride kullanacağımız kelimeler genellikle yakın manalıdır ama cümle kurmak söylediğimizde her yakın manalıyı aynı cümlede kullanmamız doğru olmayacaktır.
Örneklerle daha iyi açıklarız sanırım:
Yanlış : Bu armağan benim mutlu olmama yol açtı.
Doğru : Bu armağan benim mutlu olmamı sağladı.
–
Yanlış : Size özel bir durum deyil bu davranış, herkese karşılık tutumumuz budur.
Doğru: Size has bir durum deyil bu davranış, herkes için tutumumuz budur.
–
Yanlış : Karı koca içerisinde kavgalar kesinlikle olacaktır. Müsterih olmayı öğreniniz.
Doğru : Karı koca arasında kavgalar kesinlikle olacaktır. Müsterih olmayı öğreniniz.
Sözcüğün Cümlede Yanlış Yerde Kullanılması
Bu kullanımların çoğunluğunda söz öbekleriyle ilgili bir problemli vardır. Söz öbeklerinin doğru kurulaması yüzünden cümlede verilmek istenen mesaj karşıdaki kişiye yanlış olarak gider. Bu anlatım bozukluğunda eksiklik deyil yanlışlık vardır.
Söz öbeklerinden kastımız farklı türdeki sözcüklerin oluşturduğu söz gruplarıdır. Bu gruplar :
İsim + isim = İsim tamlaması
Sıfat + isim = sıfat tamlaması
Sıfat fiil + isim = sıfat fiil öbeği
Zarf + zarf = zarf öbeği
Zarf + sıfat = zarf öbeği
Zarf + fiil = zarf öbeği
Zarf + isim = zarf öbeği şeklindedir. Bu gruplarda özellikle sıfatların ve zarfların yanlış yerde kullanılması anlatım bozukluğuna neden olabilir.
Örnek
Yanlış : Ağrısız kulak delinir.
Doğru : Kulak, sızısız delinir.
Burada verilmek istenen mesaj kulağın acı verilmeden delineceğidir ama “ağrısız kulak delinir” denildiğinde kulağın sızısız olduğu uzlaşılır, oysa ki ağrısız olan delme işlemidir. Bu, çok sık kullanılan bir hatadır.
Yanlış : Tam yerleri silmişti ki telefonu çaldı.
Doğru : Yerleri tam silmişti ki telefonu çaldı.
Yukarıdaki örnekte “tam” bir vakit zarfı olarak “silmek” eylemini karşılamalı diğer durumda adı niteleyip sıfat olduğunda “Tam yer” gibi manasız bir tamlama ortaya çıkmaktadır.
Yanlış: Alkollü araç sürmek canınızı tehlikeye atmak demektir.
Doğru : Arabayı alkollü sürmek canınızı tehlikeye atmak demektir.
Burada “alkollü” sözcüğü önemlidir. Eğer alkollü, araç sözcüğünün önüne gelirse araç sözcüğünü niteleyen bir sıfat olur ve “alkollü araç” gibi manasız bir tamlama ortaya çıkar. Bu durum da anlatım bozukluğuna yol açar.
Cümlede Mantık Hatasının Olması
Bu tür anlatım bozukluklarında sözcüğün yanlış yerde olması, eksik olması deyildir mesele, cümlenin tamamında olan tutarsızlıktır. Bu, vakaların sıralama hatasından kaynaklanmaktadır. Mantıken vakalar, neden – sonuç ilişkisi içerisinde kurulur. Bir neden, başka bir vakaın sonucundan doğar. Bunun tam tersi olursa kısaca sonuç önce, o sonucu sağlayan neden sonra verilirse, anlatımda mantık hatası meydana gelir.
Örneklersek:
Yanlış : Dikkat etmezsen bir ay deyil bir sene bile geçiremezsin bu bedende.
Burada zamanın yanlış sıralanması vardır. ilk bakışta sorun yok gibi görünse de dikkatli bakılınca “ay” anlamının “yıl” anlamından daha küçük olduğunu ve bu bakımdan “yıl” anlamının “ay” anlamından önce geleceğini görebiliriz. Yani doğru cümle şöyle olmalıdır.
Doğrusu : Dikkat etmezsen bir sene değil bir ay bile geçiremezsin bu bedende.
Bir örnek daha verelim:
Yanlış : Bırakın dikiş dikmeyi elbise bile dikemez bu kız kurusu.
Doğrusu : Bırakın elbise dikmeyi dikiş bile dikemez bu kız kurusu.
Deyimin Yanlış Anlamda Kullanılması
Deyimler doğru ve açık bir anlatım için en kestirme yoldur. Bir deyimin özelliği, az sözle çok şey ifade etmektir. Bu bakımdan da deyimler cümlede sıkılıkla kullanılır; ama deyimin manasının yanlış kullanılması bir çok hataya yol açar. Bu hatalı kullanımlar genellikle en az bir aynı söz gurubuyla kurulmuş ama farklı mana taşıyan söz gruplarıdır.
Örnek:
Babasının eve erken geleceğini öğrenince mutluluktan etekleri tutuştu.
Yukarıdaki örnekte etekleri tutuşmak deyimi, korku ve panik duygularını dile getirir. Bu cümlede “sevinçten” ifadesi olmasaydı bu deyim bize bir mana ifade edebilirdi ama cümlenin tamamında mana bütünlüğü aradığımıza göre mana bütünlüğü de mutlu olmak durumuysa o vakit deyimin doğrusu : Etekleri zil çalmak olacaktır.
Şöyle ki;
Babasının eve erken geleceğini öğrenince mutluluktan etekleri zil çaldı.
Birbirine çok yakın söz gruplarından oluşmuş deyimler vardır. Bunlar yazımda da anlatım da biribirlerine çok sık karıştırılır.
Örnek: Seninle başa başa görüşmem gerek.
Bu cümlede “başa baş” ifadesi beraberlik, denklik manasındadır. Bu durumda cümlenin genel ifadesine uymamaktır. Doğru deyim şöyle olmalıdır:
Seninle baş başa görüşmem gerek.
Görüldüğü gibi “başa baş” ve “baş başa” ifadeleri aynı sözcüklerle yapılan ama farklı anlama gelen deyimlerdir. Bu bakımdan cümlede kullanımlarına en fazla dikkat edilmesi gereken, gözden en çabuk kaçan deyim gruplarıdır.
Deyimin yanlış yerde kullanılmasına bağlı anlatım bozukluğu yapmamak için deyimleri ve anlamlarını çok iyi bilmemiz gerekir yoksa anlatım bozukluğunun yapılması ama en kötüsü bunun farkına varılmaması işten bile deyildir.
Noktalama İşaretlerinin Hatalı Kullanılması
Dil bilgisinde “adlaşmış sıfat” diye bir yapı vardır. Bu yapı, normalde “sıfat + isim” ya da “sıfat fiil + isim” kısaca “niteleyen + nitelenen” şeklindeki yapıların indirgenmesidir.
Örnek
1. Yaşlı insanoğlu grubun “sıfat + isim” sözcüklerinden oluşan sıfat tamlamasıdır. Tamlamanın sıfat kısmına isim çekimlerinden çoğul ekini getirdiğimizde artık sıfat tamlamasının isim kısmına ihtiyacımız kalmayacaktır : Yaşlılar.
2. Aynı durum sıfat fiil grupları için de geçerlidir. Sıfat fiil eki atılmadan ona eklenen doğru isim çekim eki tamlamayı indirgeyecektir : Yaşlanan insanoğlu < yaşlananlar
Dil bilgisinde “O”, hem işaret hem de şahıs zamiri yerine kullanılır. “O”, şayet insanı, hayvanı veya bitkiyi işaret ederse işaret sıfatıdır, “o” şayet bir ismin yerine kullanılırsa kişi / işaret zamiridir. Örneklersek :
O çocuk benim topumu aldı. > İşaret sıfatı
O, benim topumu aldı. > Kişi Zamiri
O yukarı götürülecek. > İşaret zamiri
Bu gurubun anlatım bozukluğuysa virgül kullanımıdır. Virgülün yanlış yere kullanılması cümlede özneyi ayırmamızı zorlaştırır. Bu durum da en fazla adlaşmış sıfat ve zamir grubunda görülür. Örneklersek :
Yanlış : Çocuk hekime gülen gözlerle baktı.
Doğru : Çocuk, hekime gülen gözlerle baktı.
*
Yanlış : O bayanı sevdiğini anladı.
Doğru : O, bayanı sevdiğini anladı.
*
Yanlış : Şu insanlığın son kalan umudu.
Doğru : Şu, insanlığın son kalan umudu.
Virgül, genellikle cümlede unsur ayırıcı konumdadır. Burada da özne ayırıcı konumda kullanılmıştır, bu işlevi bakımından herhangi bir yanlışlıkta cümlenin iletilmek istenen mesajını tamamiyle bozmaktadır.
ANLAMA BAĞLI ANLATIM BOZUKLUĞU İÇİN ALIŞTIRMALAR
Bu alıştırmalar yirmi bir adettir ve hepsinde yukarda anlatılan anlatım bozukluklarından enaz birisi vardır. Yapılması gereken o anlatım bozukluklarını düzeltmektir. Alıştırmanın maksadı da verilen anlatım bozukluklarını bulmanız sağlanarak anlatım bozukluklarını daha iyi kavramanızı sağlamaktır.
İnsan çok olarak sevimli olabilir ama şu çocuk bunu anlayacak yaşta deyil.
Herkese söz söyler herkesin davranışına bir kulp takar, etliye sütlüye karışmazdı.
Bu hastalık ölüme ayrıca Allah korusun felce bile yol açarmış dedi doktor.
O kadar sinirliydi ki burnundan tütüyordu.
Senin sözlerine güvenmediğim için bu riski dikkate alamıyorum.
Yeni mutfaktan çıkmıştı ama bana kahvaltı hazırladı.
Aradığınız her hırdavat burda bulunur.
Biz katiyetle bu yoldan dönmeyiz.
Tam şu vakitte yapılacak iş mi bu ?
Herhalde bu iş olmayacak.
Gelen paketi eminim yırtmıştır.
İşe geç kaldı ama hiç te acele etmiyordu.
Hızlı gitmek kazalara yol açabilir / Süratli gitmek kazalara yol açabilir.
Dikkatli bir göz bu tezin müdafaa ya da savunma işlemine ihtiyaç duymadığını görür.
Çok ukalalık yapmasına karşılık onu çok sevdiler.
Bu sorunun derinliklerine inerek onu çözmeye mahkumuz.
Benim takımım o golü atınca mutluluktan ağzım açık kaldı.
Size has bir yargılama süreci deyil bu beyefendi, herkese özel bir yargılama süreci.
Evet seninle beraber dönmek istiyorum.
Olayları, hadiseleri ve durumları çok abartıyorsunuz.
Yine o zaman de bu kadar sevinmiştik.
CEVAP ANAHTARI
İnsan olarak çok sevimli olabilir ama şu çocuk bunu anlayacak yaşta deyil. (Noktalama işaretlerinin hatalı kullanılması)
Herkese söz söyler herkesin davranışına bir kulp takar, gözünün üzerinde kaş var diye kavga ederdi. (Deyimin yanlış manada kullanılması)
Bu hastalık felce ayrıca Allah korusun ölüme bile yol açarmış dedi doktor.( Cümlede mantık hatasının olması)
O kadar sinirliydi ki burnundan soluyordu. (Deyimin yanlış manada kullanılması)
Senin sözlerine güvenmediğim için bu riski göze alamıyorum. (Deyimin yanlış manada kullanılması)
Mutfaktan yeni çıkmıştı ama bana kahvaltı hazırladı. (Sözcüğün cümlede yanlış yerde kullanılması)
Aradığınız her türlü hırdavat burda bulunur. (Sözcüğün cümlede yanlış yerde kullanılması)
Biz katiyetle bu yoldan dönmeyiz. (Anlam bakımından birbiriyle çelişen ifadelerin aynı cümlede bulunması)
Tam şu vakitte yapılacak iş mi bu ? (Gereksiz kelime kullanılması)
Herhalde bu iş olmayacak. (Gereksiz kelime kullanılması)
Gelen paketi eminim yırtmıştır. (Anlam bakımından birbiriyle çelişen ifadelerin aynı cümlede bulunması)
İşe geç kaldı ama hiç te acele etmiyordu. (Gereksiz kelime kullanılması)
Hızlı gitmek kazalara yol açabilir. (Gereksiz kelime kullanılması)
Dikkatli bir göz bu tezin savunma işlemine ihtiyaç duymadığını görür. (Gereksiz kelime kullanılması)
Çok ukalalık yapmasına karşın onu çok sevdiler. (Sözcüğün anlamca cümleye uymaması)
Bu sorunun derinliklerine inerek onu çözmek zorundayız. (Sözcüğün anlamca cümleye uymaması)
Benim takımım o golü atınca mutluluktan havalara uçtum. (Deyimin yanlış manada kullanılması)
Size özel bir yargılama süreci deyil bu beyefendi, herkese “özel” bir yargılama süreci. (Sözcüğün anlamca cümleye uymaması) – Tırnak işaret kinaye manası verir. –
Evet seninle dönmek istiyorum. (Gereksiz kelime kullanılması)
Olayları ve durumları çok abartıyorsunuz. (Gereksiz kelime kullanılması)
O zaman de bu kadar sevinmiştik. (Gereksiz kelime kullanılması)
Anlama Dayalı Anlatım Bozuklukları Nelerdir? (Özet)
Anlama Dayalı Anlatım Bozuklukları Nelerdir ? 16 Kasım 2016 Yazar: Diba Bahadıroğlu. Anlatım bozukluğu aslında yazıda olmayan ismi üstünde anlatımlarda olan bir sıkıntıdır. Anlatım bozukluklarını anlama ve yapıya dayalı bozukluklar olmak üzere iki grupta toplayabiliriz Cümlede lüzumsuz sözcük kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar. Anlam Bakımından Anlatım Bozuklukları . Gereksiz Sözcük Kullanma. Anlatım bozukluklarını anlama ve yapıya dayalı bozukluklar olmak üzere iki grupta toplayabiliriz Anlama Dayalı Anlatım Bozuklukları Nedir . Bu bozuklukları birkaç bölüme ayırarak inceleyebiliriz. 1. Cümlede lüzumsuz sözcük kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar. Anlatım bozuklukları , anlamsal ( anlama dayalı ) bozukluklar ve yapısal (yapıya dayalı ) bozukluklar olmak üzere iki temel başlıkta incelenir. Anlama Dayalı Anlatım Bozuklukları . 1. Kelimenin Yanlış Yerde Kullanılmasından. iki farklı yüklem olması gerekirken bir yüklemle yetinilmesi anlatım bozukluğuna yol açar. Anlama Dayalı Anlatım Bozuklukları Nedir . Bu Yazıda Neler Var. 1. Cümlede lüzumsuz sözcük kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar. 1. Kelimenin Yanlış Yerde Kullanılmasından. Kaynaklanan Anlatım Bozukluğu . Sıfatların ve zarfların yerli yerinde kullanılmamasından kaynaklanır. Özet : anlama dayalı anlatım bozuklukları nedir , dilbilgisine dayalı anlatım bozuklukları nedir , 8. sınıf anlatım bozuklukları konu anlatımı , İyi bir cümlede açıklık, yalınlık ya da ekin aynı cümlede kullanılması anlatım bozukluğuna neden olur. manasının aynı cümlede başka bir kelime içinde bulunması da anlatım bozukluğuna yol açar.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Anakronizm Hakkında Bilgi - Böylesi Yok!
Anakronizm Hakkında Bilgi https://goo.gl/tXmqxt
Anakronizm Hakkında Bilgi
Anakronizm Nedir? : değişik çağları birbirine karıştırma, bir vakaın çağı ile ilgili yanılma; örnek olarak Fatih’in Papa’yla telefonla görüştürülmesi bir anakronizmdir.
Anakronizm adı Yunancadan gelir. Yunanca “ana” geri manasına “khronos” vakit anlamında gelir; sözcüğün tam manası da “zamanda gerilik, zamanın geriye akması” olarak verilir.
TDK Güncel Sözlük’te kelime “Tarih Yanılgısı” olarak geçmektedir. Ana Britanica Ansiklopedisindeyse “ kronolojik ilişkinin isteyerek veya bilmeden dikkate darılmaması veya değiştirilmesi” olarak tanımlanır. Bu anlamın Türkçe bir terim ismi yoktur ama Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz, bu soruna bir çözüm olması maksadıyla bir köşe yazısını bu adlandırma sorununa değinmiş, terim tavsiye edilerinde bulunan okurlarının terim tavsiye edilerini köşesinde göstermiştir. En sonunda da kendisi de bu terim için “zaman bozum” önerisini getirmiştir. Yalnız halen TDK terimler hafızasında Anakronizme Türkçe bir terim yerleştirilememiştir.
Anakronizm En Çok Tarih, Edebiyat ve Sanat Yapıtlarında Görülür…
Anakronizm, bir sanat akımı deyildir; yazılan makalelere baktığımızda bunun genellikle yanlış bir kullanım olarak değerlendirildiğini görüyoruz. Bu bakımdan da özellikle tarihi metinlerde kurgunun sağlam yapılmaması olarak da değerlendirilebilir. Nitekim son günlerde çekilen ve konusunu tarihten alan diziyle filmlerin fazla olması ve bu film veya dizilerde tarihi hataların fazla olması bu konuyu yeniden gündeme getirmiştir.
Anakronizm konusunu tarihten alan çağdaş dizi ve film alanında verilen yapıtlarda çok sık görülür. Özellikle bu durum bir hata olarak değerlendirilir. Son zamanların en fazla tartışılan dizisi olan “Muhteşem Yüzyıl” için bu hatalar üstüne onlarca makale yazılmıştır. Muhteşem Yüzyıl dizisinde en fazla tartışılan hatalar şunlardır:
15.yy’da geçen vakalarda o zamanlar Diyar-ı Bekir olan şehrin şimdiki ismi olan “ Diyarbakır” diye bahsedilmesi
Sarayda domates doğranması (Domates Amerika’nın keşfiyle bulundu ve Osmanlı mutfağına 1835 yılından sonra girdi)
Osmanlılarda Abdülmecid zamanına kadar masa yoktu. Adı geçen dizide Pargalı İbrahim’in evinde yemek masası vardı ve kendisi de sürekli masada çalışıyordu.
Osmanlılarda parke kullanılmıyordu; zaten parke ilk 17. yy’da 1684 senesinde Fransa’da ilk kez ortaya çıktı. 15. yüzyılda Osmanlılarda olmasının olanağı yoktu.
Anakronizm resim sanatında da sık sık hatalara neden oluyor. Resim sanatında oluşturulan bu durumların kasten mi yoksa bilmeden mi oluşturulduğu halen bilinmiyor; çünkü bahsi geçen ressamlardan birçoğu yaşama gözlerini kapatmışlardır. Kimi düşünürlere göre o vakitde olmayan nesneler, resmedilerek o nesneye ilgi çekilmek istenmiştir. Ana Britanica Ansiklopedisinde bu duruma şu açıklamayı getirmektedir: “Anakronizm, değişik dönemlerle has farklı düşünce ve hayat biçimlerinin göz önünde tutulmamasından veya tarihsel gerçeklerin bilinememesinden kaynaklanır”. Anakronizm görünen bazı resimler şöyledir:
Raffaeollo tablolarında bu duruma sık sık rastlanır.
14. – 18.yy arasında hüküm devam eden Barok dönemi ressamı olan Cesare Gennari’nin “Orfe o“ isimli tablosunda keman kullanılması ki bu tablo Yunan tarihini ele alıyordu ve ele aldığı dönemde keman olmamalıydı.
Yine garip bir örnek ki Leonardo da Vinci’nin meşhur resimlerinden olan “Son Akşam Yemeği” isimli tablosunda Havariler’in portakal yemesidir. Oysaki tablo 1498 senesinde yapılmıştı ve o zamanlar o dönemde o yerde portakal halen bilinmiyordu.
Ulusların dini kimliklerinin de önce kendi ulusları ile şekillendirildiği ortadadır. Birçok Meryem Ana tablosunda Meryem Ana farklı ulusların bayanlarının kılığındadır. Flaman ressamlar Meryem Ana’yı güzel bir Flaman bayanı gibi resmeder. Fransız ressam Fouquet, Meryem Ana resminde Meryem Ana’yı Germen tiplerine benzetir. Alman ressam Dührer’in resimlerinde Meryem Ana bir Alman güzelidir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. (Nihad Sami Banarlı; Edebiyat Sohbetleri, Bölüm : Resim ve Milliyet; İstanbul 2007, Kubbealtı Neşriyat)
Anakronizm, tiyatrolarda da çok sık rastlanan bir durumdur. Elbette şimdiki oyunlardan kısaca tarihi oyunlardan bahsediyoruz. Lakin bazan de eski dönemde yazılan bir oyun aynen bugün oynanmak istendiğinde anakronizm görülebiliyor. Örneğin Shakspeare’in Julius Caesar aldı oyununda başrol oyuncunun kolunda bir saatin olması buna örnek gösterilebilir. Sanıyoruz ki bu durum bir nesneye ilgi çekmekten ziyade bir “hata” olarak nitelendirilmeli. Büyük İskender aslen bir Makedon olmasına karşın Fransız sahnelerinde – ta ki Voltaire gelene kadar – hep Fransız kralı XVI. Louis giysileri içerisinde görülmüştür mesela.
Anakronizm, tarih konulu filmlerin çağdaş hayatta yeniden kurgulanmasıyla de ortaya çıkar. Yapımcılar veya bu kurgucular, tarih bilgisi eksikliğinden, bilimsel tarih yaklaşımının yoksunluğundan veya düşünce – yaklaşım tutumları ön plana tutulmadığından kaynaklı olarak anakronist hatalar yapabilmektedirler. Örneğin çok meşhur bir örnektir; Cecil B. De Mile’nin “On Emir” filminde firavunun emrinde olan figüranlar tenis ayakkabısı giymişlerdi.
Ders Kitaplarında Yapılan Anakronizm Daha Tehlikeli…
Yukarıda bahsedilen sanat ve edebiyat dalları idi. Aslına bakarsak bunları zaten belli bir yaşın üstündeki insanoğlu takip ettikleri ve bunların öğretici bir yanı olmadığı yalnızca sanatsal bir hata olarak kabul edilip sineye çekilebilir. Ama şayet anakronizm ilkokul ve ortaokul seviyesindeki tarih kitaplarına yansıyarak öğretim durumuna geçerse?..
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Yrd. Doç. Dr. İbrahim Hakkı Öztürk bu konuyu “Tarih Öğretiminde Anakronizm Sorunu: Sosyal Bilgiler ve Tarih Ders Kitaplarındaki Kurgusal Metinler Üzerine Bir İnceleme” isimli makalesinde işlemişti. Sosyal Bilimler Eğitimi Araştırma Dergisi’nin 2.2012 tarihindeki sayısında çıkan bu yazıya web üstünde de erişilebilir ve meraklılarının okuması tavsiye edilir.
İbrahim Hakkı Öztürk, bir araştırma yapma ihtiyacı hissetmiş ve kitap sayısını sınırlı tutarak 2009 – 2010 eğitim – öğretim yıllarında İlköğretim 6. ve 7. sınıf sosyal bilgiler , ortaöğretim 9. ve 10. sınıf tarih dersleri olmak üzere toplam dört kitabı araştırmasının malzemesi yapmış. Varmak istediği sonuç geniş çaplı bir durum değerlendirmesi yapmak yerine konuyu derinlemesine irdelemek olduğundan dört kitap ile sınırlı tutmuş araştırmasını. Buna anakronizmi dört yönünden de bir değerlendirme yapmıştır. Oldukça hoş ve etkili bir çalışmadır ki meraklısına okumasını tavsiye edilir.
Anakronizm Her Zaman Hata Değildir; Bazen İroni için de Kullanılır…
Sanatçıların yaptıkları anakronizm de tanım yaparken bu hataların bazan kasten bazan de kasıtlı olmadan yapılabileceğini söylemiştik. Yukarıda bilinmeden yapılan anakronizmden dile getirtik; şimdiyse kasten yapılanlardan bahsedeceğiz.
Sanatçı komik bir yergi veya ironi yapmak maksadıyla Anakronizmi kullanabilir. Elbette maksadı başka bir etki yaratmak da olabilir ama en fazla ironide ve kara mizahta bu duruma sık rastlanır. Bu halde sanatçı içerisinde bulunduğu toplumun geleneklerini, göreneklerini veya adetlerini kendi milletinin veya başka bir milletin adaletleri, gelenekleriyle karşılaştırabilir. Buna ilgi çekmek için de Anakronizmden yararlanabilir. Bu şekilde de hem bu günü hem de dünü ilgi çekici bir şekilde aynı anda kıyaslayabilir. Sanatçının ilgilendiği sanat dalı farklı olabilir; ama her dalda bu tip bir anakronizme rastlanabilir. Edebiyat alanında buna Mark Twain “Kral Arthur’un Sarayında Bir Amerikalı” (A Connecticut Yankee King Arthur’s Court) isimli bir kitap yazmıştır. Bu kitabında Amerikalı olgusu yokken Kral Arthur’un sarayındaki bir Amerikalıyı işler. Resim alanındaysa James Ensor; Hz. İsa’yı Brüksel’e girerken tasvir etmiştir. Türkiye’de Ata Demirer’in yapımcılığını üstlendiği “ Osmanlı Cumhuriyeti” bu duruma örnek olabilir.
Anakronizm Nedir? (Özet)
Anakronizm , herhangi bir vaka veya varlığın içerisinde bulunduğu vakit dilimi (dönem) ile kronolojik açıdan uyumsuz olması. Anakronizm nedir ? Anakronizm , tarihi vaka veya olguların içinde geçtiği vakit ile vaka veya olguda yer alan nesne veya özelliklerin birbiri ile uyumsuzluğudur. Anakronizm En Çok Tarih, Edebiyat ve Sanat Yapıtlarında Görülür… Anakronizm konusunu tarihten alan çağdaş dizi ve film alanında verilen yapıtlarda çok sık görülür. anakronizm . şükela: tamamı Anakronizm nedir , Anakronizm ne demek. Ama anakronizm komik bir taklit veya yergi maksadıyla veya başka bir etki yaratmak için bilerek de kullanılabilir. Anakronizm , herhangi bir vaka veya varlığın içerisinde bulunduğu vakit dilimi (dönem) ile kronolojik açıdan uyumsuz olması. Anakronizm tanımı, manası: Tarih : Tarih dersi. Ana Sayfa > anakronizm nedir , anakronizm ne demek ( anakronizm nnd). tarih yanılgısı (nedir ne demek). Tarihlendirmede yanılgı içerisinde bulunma, anakronizm . Edebiyat Terimi Olarak Anakronizm : 1 Meydana geliş tarihi kesin olarak bilinen bir Anakronizm bilgi eksikliğinden kaynaklanabilir veya bir maksat için bilinçli olarak yapılabilir. Edebiyatımızda en yaygın anakronizm örneği, farklı vakitlerde yaşamış Timur’la Nasrettin Hoca’nın aynı dönemde yaşamış gibi gösterilerek anlatılan fıkralarda görülür.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Anadolu'da Kurulan Medeniyetler ve Özellikleri - Böylesi Yok!
Anadolu'da Kurulan Medeniyetler ve Özellikleri https://goo.gl/RWC3c6
Anadolu'da Kurulan Medeniyetler ve Özellikleri
Anadolu, aynı Mezopotamya gibi verimli toprakları, su kaynakları ve ticaret yolları üstünde olmasından dolayı bir çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Öyle ki bu medeniyetler, bizlere bugün bile toplum arasında yaşayan inançları, kültürü miras bırakmışlardır. Medeniyetler beşiği olan Anadolu, bugün bile kıymetini korumaktadır. İşte sahibi olduğumuz Anadolu toprakları üstünde kurulan ve dünyanın da tanığı ilk çağ ve sonrasındaki medeniyetler:
Hattiler ( MÖ 2500 – 1700 )
Hititler ( Tunç Çağı )
Urartular
Frigler
Lidyalılar
İyonya Uygarlığı
Karia Uygarlığı
Likya Uygarlığı
Helen Uygarlığı
Roma Çağı
Bizans Çağı
1Selçuklu Çağı
1Osmanlı Çağı
Türkiye Cumhuriyeti
Bir noktaya temas etmek gerekir: İlk çağ uygarlıkları söylediğimiz uygarlıklar hakkındaki en önemli bilgiyi arkeolojik kazılarından alıyoruz. Bu kazılarda bazan koca bir kent, bazan bir tiyatro kalıntısı, bazan yazılı kaynak söylediğimiz tabletler bazan de ziynet eşyası veya aksesuarlar çıkabilmektedir. Bu bakımdan da bugün, Anadolu medeniyetleri hakkındaki bilgilerin kaynağı uzun ve yorucu bir çalışma temposundan sonra elde edilmektedir.
Biz bu yazımızda, önce özetle Anadolu tarihini, akabinde ilk çağ uygarlıklarını kısaca Hattiler, Hititler, iyonlar, Urartular, Frigler ve Lidyalıları işleyeceğiz. Bu yazımızla ilintili olarak diğer makalemiz de özellikle Hitit medeniyetinden bize kalan kültür kalıntıları olacak.
Anadolu Tarihi
Anadolu, dördüncü jeolojik vakit dediğimiz dilimde meydana gelen genç bir yapıdır. Ege Denizi, Kara Deniz bu jeolojik vakitde oluşmuş ve bize en önemli jeopolitik konumu sağlayan İstanbul ve Çanakkale de bu vakit diliminde meydana gelmiştir.
Anadolu’ya insan yerleşimi Paleolitik Çağ’da kısaca Eski Taş Devri’nde MÖ. 600.00 – 10.00, ki bu da günümüzden yaklaşık 2 milyon yol öncesine tekabül eder, zamanlarında olmuştur. İlk yerleşim kalıntısı da milattan önce 5.500 yılına aittir. Bu kalıntılar ise bugünkü Çatalhöyük ve Burdur yakınlarındaki Hacılar köyündedir.
Anadolu’da bulunan yerleşim genellikle şehir yerleşimidir ve yer adlarından da uzlaşılacağı üzere ( Halikarnasos, Lindos, Korinthos kent isimlerinin sonundaki sesler, o kent sitelerinin Ege bölgesinde kurulduğunu göstermektedir) bu yerleşim mekanları Ege – Anadolu kökenlidir.
Anadolu’da kurulan yerleşimler genellikle şehir anlayışındaki yerleşimlerdir. Bu kent iskanları bir “ Anadolu kültürü” oluşturmuştur.
Anadolu’ya yazıyı Asur ticaret kolonileri getirmişlerdir. Bu ticaret kolonilerin Anadolu’ya yazıyı getirme tarihleri de MÖ. 1900’lü yıllardır. İlk çivi yazılı tablette Kültepe’de bulunmuştur. Asurluların yazıyı Anadolu’ya getirmeleri önemlidir çünkü yazı Anadolu’ya geldikten sonra Anadolu’da tarihi çağların başladığı kabul edilmektedir.
Kısaca Eski Taş Devri’nde başlayarak bu çağa kadar Anadolu uygarlıklara sahne olmuştur. Bu uygarlıkların ilk yerleşim yeri İç Anadolu, Orta Anadolu ve Batı Anadolu’dur. Ayrıca yer Van Gölü ve çevresinde, Gediz ve Küçük Menderes hattında da medeniyetler kurulmuştur.
1. Hattiler
MÖ. 2500 – 1700 yılları arasında Anadolu topraklarına geldikleri tahmin edilmektedir. Bu medeniyete ait en önemli eserler Çatahöyük’te bulunmuştur. Bu medeniyetin MÖ 3000 yıllarında krallıklar ve beylikler durumunda yaşadıklarına dair deliller vardır. Alacahöyük kazılarında bu medeniyete ait süs eşyaları, yapılan kazılar sonucunda ele geçmiştir.
2. Hititler
Üzerinde en fazla duracağımız medeniyettir. MÖ. 1700 ile 700 yılları arasında uzun bir hükümdarlık dönemi yaşamışlardır. Kendilerinden önce o bölgede olan Hattiler ile kaynaşmışlar ve büyük bir medeniyet kurmuşlardır.
Hititler, önceleri küçük krallıklar durumunda yaşamışlar, yukarda da ifade ettiğimiz gibi yerli halktan sayılan Hattiler ile kaynaşmışlar ve M.Ö 1700 senesinde Anadolu’da bilinen ilk siyasi birliği kurmuşlardır. Hititler devletinin kurucusu Kral Labarna olarak bilinmektedir ve onun devlet için uygun gördüğü baş kent Hattuşaş kısaca Boğazköy’dür.
Hititler Asurlar ile de karşılaşmış ve yaklaşık 150 yıl Asurlular ile beraber yaşamışlardır. Bu dönem MÖ. 1974 – 1719 yıllarını kapsayan bir dönemdir. Eski ismi Kaneş ve Neşa olan şimdiki Kayseri bölgesinde 150 yıl beraber yaşayan Hititleriyle Asurlular arasındaki en önemli kültür alış verişi Hititlerin Asurlulardan yazıyı öğrenmeleridir.
Hititlerin dilinin oluşumu da bu bağlamda ��nemlidir. Hititler kendi dillerine Kaneşçe veya Neşaca adını vermişlerdir. İşin enteresan yanı, kendileri tek dilli millet deyillerdi: Uluslararası yazışmalarda o zamanın politika dili olan Akadça kullanırken kendi dillerini de iç yazışmalarda kullanmışlardır. Bu bakımdan da kendi kültürlerini günümüze en uygun şekilde taşıyan medeniyet olmuşlardır.
Hititler, “büyük devlet” konumunu kazanmış özel bir millettir. Sınırlarını Kuzey Mısır’dan Ege Denizi’ne kadar genişletmişlerdir. Hititler, MÖ. 1280 senesinde Mısır ile savaşarak tarihin ilk uzlaşmasını kısaca Kadeş Anlaşmasını imzalamışlardır.
Hititlerden bize bir çok yazı, tarihi eser kalmıştır. Bu bakımdan onların kültür yaşamına ait epeyce bilgiye sahibiz. Ancak bu konuyu, Hitit Kültürünün Anadolu’ya tesiri başlığında inceleyeceğimiz için kısa kesiyoruz.
Hititleri büyük ihtimalle Ege’den gelen deniz kavimleri yıkmıştır. Yalnız büyük devlet yıkıldıktan sonra gene küçük devletler şeklinde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu çağa da tarihçiler Geç Hitit Çağı adını vermişlerdir. Bu küçük Hitit devletleri de daha sonra Asurlular tarafından yıkılmışlar ve Hititler de daha sonra Perslerin hakimiyetine girmişlerdir.
Hititler de kral hem baş kumandan hem de baş rahipti. Kraldan sonra gelen en yetkili isim ise ne kral yardımcısı ne de bir rahipti: Tavanna adını verdikleri kraliçeleriydi. Kraliçe kral kadar yetkiye sahipti. Kral savaşa gittiğinde devleti o yönetirdi, ayrıca dini törenlerden de o sorumlu olabiliyordu. Kral ve kraliçenin yetkileri daha sonraki dönemlerde Pankuş ismi verilen bir meclis tarafından sınırlandı. Kralın kararları artık asillerden oluşan Pankuş adındaki meclisten geçerek yürürlüğe konuluyordu.
Hitit halkı, asiller, rahipler, sanatçılar, köleler, orta sınıf kısaca memurlardan oluşuyordu. Hitit topraklarının hepsi Kral’a aitti ve kral istediği kişiye işlemesi için toprak verebilirdi.
Kadeş Anlaşması aynı vakitde ilk insan haklarını da içeren uzlaşmadır. Hititler, uzlaşmaya sığınmacıların mal ve can sağlığına zarar gelmemesi kuralını da eklemişlerdir. Bu durumu açıklayan uzlaşmanın maddesi şu şekildedir: Eğer bir insan Hatti ülkesinden kaçarsa veya iki insan veya üç insan ve onlar kardeşi Mısır ülkesi kralı Büyük Kral, Amon’un sevgilisi Ramses’e giderse, Mısır ülkesi kralı, Büyük Kral Amon’un sevgilisi Ramses onları yakalasın ve onları kardeşi Hattuşili’ye göndersin. Fakat onları, suçlarından dolayı cezalandırmasınlar. Onlar, onların gözlerini çıkarmasın veya dillerini koparmasınlar ve onlar, onların ayaklarını kesmesin veya kulaklarını koparmasınlar.”
Hitit toplumunda her ne kadar köle sınıfı olsa dahi köle hakları konusunda Mezopotamya medeniyetlerine göre daha insancıldılar.
Hititler, din olarak çok tanrılı dinleri tercih etmişlerdir. Ele geçen tabletlerde, Hititler bolca Tanrı ve Tanrıça sayarlar çünkü onlar, işgal ettikleri yerlerdeki halk inançlarını da kendi inançları saymışlardır. Ayrıca Tanrıları için kurban keserler.
Hititler ölülerini gömerler ve gömdükten sonra onlar adına kurban kesip kestikleri kurban etlerinden yemek yaparak bu yemeği dağıtırlar. Ölüleri için kestikleri kurbanın kemiklerini de ölünün mezarının üstüne sererler.
Hititler ayrıca yağmur duasına da çıkarlar. Ayrıca onlarda da aynı Anadolu’da olduğu gibi evlilik üç aşamada (sözlülük, nişan ve evlilik) gerçekleşirdi.
Kısaca Hititler’in tarihteki ehemmiyetini şöyle sıralayabiliriz:
Anadolu’da tarihi çağları başlayan ilk devlettir.
Anadolu’da yazı kullanan ilk devlettir.
İlk objektif tarih yazıcılığını başlatan millettir.
Anadolu’da ilk yazılı kanunları onlar oluşturmuştur.
Anadolu’da ilk “büyük devlet” unvanına sahip olan devlettir.
3. İyonyalılar
Akadlar tarafından kurulmuştur. Şuanki ismi ile İzmir’de olan Büyük Menderes nehri’nin Ege’ye döküldüğü alan eski çağlarda İyon ismi ile anılmaktaydı, buraya yerleşen uyarlığa da İyonyalılar dendi. Kaynaklara göre ilk çağlardaki en gelişmiş medeniyet onlara aittir. Bu medeniyet hem kültürel hem de hesaplı yönden en gelişmiş medeniyetlerden birisidir. Tabiki bu gelişmenin sebepleri vardır ama bu sebeplerde en önemlisi medeniyetin deniz kıyısında kurulmuş olmasıdır. Böylelikle İyonlalılar, ticaret kolonileri kurmuş diğer medeniyetlerle ilişki içine girmişlerdir. Ayrıca İyonyalılar bilim ve sanatta hür düşünceye ehemmiyet vermişlerdir. Bu bakımdan da gelişmeleri daha net ve hızlı olmuştur.
İyonyalılar ilim ve bilim konusunda Rönesans dönemini yaşamışlardır. Thales (Tales), Herodotos, Hipokrates (Hipokrat), Hythagoras (Pisagor) bu medeniyette ortaya çıkmıştır. Ve iyonyalılar bugünkü Avrupa kültürünün temelini atmışlardır.
Mimarlıkta da gelişmiştir. Kendilerine has bir mimari yöntemi ile isimlerini duyurmuşlardır. Buna “İyon düzeni” adını vermişlerdir.
Bugün İzmir’de bulunan Efes, Milet, Foça, Smyrna antik şehirlerin yaratıcısı da onlardır. Bu kentlerde tiyatrolar, ihtişamlı saraylar, okullar, heykeller bulunmaktadır.
Bugün kullandığımız Latin alfabesinin temeli de İyonlalılar tarafından atılmıştır. İyonyalılar önce Fenikelilerden alfabe almışlar, daha sonra bu alfabeyi geliştirmişlerdir. Bu İyon alfabesi daha sonra Yunanlılara geçmiş, ordan Roma’ya geçmiştir. Oradan da Latin alfabesi olarak tüm dünyaya yayılmıştır.
4. Urartular
MÖ 900 ile 600 yılları arasında şimdiki Van’da yaşayan medeniyettir. Onlar baş kentleri olan Van’a Tuşpa adını vermişlerdi. Urartular, Asurlulara en yakın medeniyettir ve bu bakımdan onların saldırısına en fazla uğrayan medeniyettir. Bu saldırılarının en büyük zararı gene Urartulara olmuştur çünkü kentleri ağır tahribata uğramış haldedir.
Ülke, Tanrı Kral adını verilen kişilerce yönetilirdi. Aslen Türklerdeki kut inancına benzer bir yapı bahis konusudur. Urartularda da Kral, ülkeyi yönetme erkini tanrı Haldi’den alır. Ayrıca çok tanrılı bir dine sahip olan Urartuların da en büyük tanrısı Haldi kısaca savaş tanrısı idi.
Urartular, krallar tarafından yönetiliyordu. Bu bakımdan da Anadolu’da ilk kez özerklik tipi yönetimi gerçekleştirmişlerdir.
Urartular, maden ve maden işlemeciliğinde Anadolu medeniyetlerinin üstüne çıkmışlardır. Ayrıca tarıma da ehemmiyet vermişlerdir ama Van ve çevresi sulama konusunda yetersiz kalınca Anadolu’daki ilk sulama kanallarını ve barajları onlar tarafından yapılmıştır.
Hititler de Urartular da âhiret yaşamına inanan uygarlıklardır. Urartular bu bakımdan ya ölülerini yakmış veya yakmadan oda şeklindeki mezarlara gömmüşlerdir.
Bugün, Urartu uygarlığından kalan çok fazla tarihi eser vardır. Elbette bunların geneli kaledir: Van, Çavuştepe ve Erzincan kaleleri bu tarihi eserlerden yalnızca üç tanesidir.
5. Frigler
MÖ. 800 ila 676 yılları arasında yaşayan bu uygarlık tarihçi Herodot’a göre Anadolu’nun en zengin uygarlığıdır. Batı Anadolu sahasında Kızılırmak havzasına kadar olan bölge onların hakimiyet alanıdır. Başkentlerinin ismi Gordion’dur ve bugün Gordion denen bölgede Ankara Polatlı bulunmaktadır.
Halı ve kilim işlemeyeceğinde hatırı sayılır bir yere sahip olan Frigler ayrıca Anadoludaki ilk kuyumculardır. Maden işletmeciliğinde çok ileri bir seviyeye ulaşmışlardır.
Frigler, ziraat ve hayvancılığa âzâmi ehemmiyet vermişler ve ayrıca çiftçiyi kanunlarla koruma altına almışlardır. Tarıma veya tarım yapana verilecek zararın cezası çok net bir biçimde ölüm olmuştur. Urartularda nasıl ki en büyük tanrı savaş tanrısı Haldiyse Friglerde de bereket tanrısı Kibele’dir.
Dini inanç bazında da Hitit medeniyetinden çokça etkilenmişlerdir. Çok tanrılı bir dine sahiptiler.
Bugün bizlere Polatlı’da Midas ve kentlerinde kayalara oyulmuş sığınaklar bırakmışlardır.
6. Lidyalılar
Gediz ve Küçük Menderes nehir havzalarında MÖ 687 ile 546 yılları arasında yaşayan ve şüphesiz İlk Çağ devrinin en zengin uygarlığı olan Lidyalılar, deniz kıyısında oldukları için ticarete ehemmiyet vermişlerdir. Tarihsel açıdan baktığımızda baş kentlerinin ismi Sardes’tir ve en parlak dönemlerini Krezüs zamanında yaşamışlardır.
Başkent olan Sardes bir bilim ve hayat merkezi haline gelmiş, bilim ve sanat bu kentte hem maddi hem manevi olarak desteklenmiştir.
Lidyalılar tamamiyle ticaret odaklı diyebileceğiz bir uygarlıktır. Takas usulüyle yapılan ticarete onlar son vermiş ve elektron ismi verilen ve şimdi bizim madeni para söylediğimiz şeyi bulmuşlardır. Elektron altın ve gümüş karışımından elde edilmiştir.
Hititlerde herkes askerlik yapmak zorundaydı ama Lidyalılar paralı asker kullandılar. Askerler ise bunu bir iş olarak gördükleri için maalesef Lidya devletinin yıkımı çabuk oldu. MÖ.546 senesinde Persler tarafından varlıklarına son verildi.
NOT: Tüm İlk Çağ medeniyetleri kendi hayat tarzlarına ve dini inanışlarına göre “en” unvanı alabildiler. Urartular savaşçı bir milletti ve en önemli tanrıları Haldi idi, Frigler zirai faaliyetlerde ileri idi en önemli tanrıları bereket tanrısı Kibele idi gibi.
Anadolu’da Kurulan İlk Medeniyetler Hangileridir? (Özet)
Anadoluda Kurulan Medeniyetler Hangileridir konusu. Sponsorlu Bağlantılar. Hititlerin ilk merkezi olan Kaneş (Kültepe)te bulunan çivi tabletler, Anadolu ’daki ilk yazı örnekleridir. üstünde kurulan ve dünyanın da tanığı ilk çağ ve sonrasındaki medeniyetler Anadolu ’ da kurulan yerleşimler genellikle şehir anlayışındaki yerleşimlerdir. Sponsorlu Bağlantılar. İlk Çağ Uygarlıkları Hangileridir . Anadoluda Kurulan Medeniyetler . HİTİTLER SİYASİ TARİH Anadolu ’ da ilk devlet kuranlar Hattiler’dir. Karşılıklı kültür alışverişleri Anadolu ’ da uygarlıkların gelişmesini hızlandırmıştır. Anadolu ’ da kurulan ilk medeniyetler ile alakalı genel bilgi (2). HiTiTLeR Orta Anadolu ‘ da kuruldular . Merkezi Hattuşaş’tır. Mezopotamya’ da kurulan ilk medeniyettir . Ur,Eridu, Uruk gibi Şehir devletleri durumunda yaşadılar. Anadoluda Kurulan İlk Medeniyetler . Yazar: Veli Kuzu Kategori: Ders Notları. (M.Ö. 1800). Devletin bilinen ilk kralı I.Hattuşil’dir(Labarna).
Böylesi Yok!
0 notes
Text
İrlandalı Amerikan Toplumlarının Tarihi - Böylesi Yok!
İrlandalı Amerikan Toplumlarının Tarihi https://goo.gl/Z39yqK
İrlandalı Amerikan Toplumlarının Tarihi
İrlandalı-Amerikanlar’ın sayısı 44 milyon civarındadır, toplam Amerikan nüfusunun %12’si, daha büyük olan tek etnik grup Alman-Amerikanlar’dır. En büyük İrlandalı-Amerikan toplumları Chicago, Boston, New York, Baltimore, Philadelphia, Kansas, Savannah ve Georgia’dadır. İrlandalılar 1760’lardan sonra hatırı sayılır nüfuslarla Amerika’ya göç etmeye başladılar, ama özellikle Büyük Kıtlık esnasında ve sonrasında kelimenin tam manasıyla milyonlarcası Atlantik’i geçerek Amerika’ya geldiler.
1860’tan sonra, Amerika’ya İrlandalı ilticası aile birleşmeleri ile devam etti ve insanoğlu büyük kentlerde İrlanda mahalleleri kurdular. İrlandalı iş verenler tarafından demiryollarında, karayollarında ve diğer inşaat projelerinde işe alındılar. İrlandalı erkekler aynı vakitde itfaiye ve polis departmanlarında da iş buldular. Birçok departman büyük ‘Zümrüt Toplumlar’, gayda çalan bandolar, ve İrlandalı mirasını sergileyen başka şeyler bulundururlar. Çok sayıda İrlandalı Katolik bayan da orta sınıf otel ve pansiyonlarda hizmetçi olarak işe girdiler. Başlangıçta sosyal tartının en altından başlamış olsalar da, 1900’lere gelindiğinde kendilerini geliştirdiler ve ortalama maaş seviyesine geldiler. 1945’ten sonra, sosyal hiyerarşinin daha üst basamaklarına girmeye başladılar, ve bu da özellikle üniversitelere olan yüksek katılımlarının bir sonucuydu.
Yıllık kutlanan St. Patrick günü Amerika’daki İrlandalılar’ın en bilinen sembolüdür ve İrlanda’ya dair herşey kutlanır, New York geçidi iki milyondan fazla insanı çeker. Son nüfus sayımına göre bugünün Amerika’sında İrlanda dili, Amerika’da konuşulan 322 dil arasında 66. sıradadır ve 25 binden fazla konuşanı vardır.
Amerika’daki İrlandalılar’ın Tarihi (Özet)
Amerika ‘ daki İrlandalılar ‘ ın Tarihi . 5 Aralık 2016 Yazar: Mehmet KÖSE. Çok sayıda İrlandalı Katolik bayan da orta sınıf otel ve pansiyonlarda hizmetçi olarak işe girdiler. Amerika ’ daki İrlandalılar ’ ın Tarihi . İrlandalı Amerikanlar’ın sayısı 44 milyon civarındadır, toplamında İrlandalı erkekler hem de itfaiye ve zabıta departmanlarında da iş buldular. Amerika ‘ daki İrlandalılar ‘ ın Tarihi . İrlandalı Amerikanlar’ın sayısı 44 milyon civarındadır, toplam Amerikan nüfusunun %12’si, daha büyük olan tek etnik grup Alman Amerikanlar’dır. Amerika ‘ daki İrlandalılar ‘ ın Tarihi . 16.10.2014 08:33. İrlandalı Amerikanlar’ın sayısı 44 milyon civarındadır, toplam Amerikan nüfusunun %12’si, daha büyük olan tek etnik grup Bu militanlar, Amerikan kültürünü reddederek Afro Amerikan tarih ve kültüründen, Siyahların Yeni gelenlerin çoğunluğunu İrlandalIlar ve Almanlar oluşturuyordu. İrlandalılar , kökeni İrlanda Adasına dayanan bir Kelt halkıdır. İrlandalılar açlık ve hesaplı zorluklar sebebiyle tarihin çeşitli dönemlerinde İrlanda’yı terkederek ABD Bu vakalardan sonra bir milyona yakın İrlandalı Amerikaya göç etmiştir. Drogheda’nın 1840’lardaki hükümet binası, bugün tarihi bir otel olarak kullanılmaktadır. İrlandalılar , Amerika ’da 1945’ten sonra, yönetimde devletin üst kademelerinde boy göstermeye başlamışlar. Amerika ’ daki İrlandalıların tarihi çok eski senelere dayanıyor. GİRİŞ. Amerika Birleşik Devletleri tarihi . Örneğin New York’ta Bohemyalılar, Danimarkalılar, Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar, Almanlar, İrlandalılar , İtalyanlar bakış açısı ile ele aldığı çalışmasında İç Savaşı New Yorklu İrlandalıların , Birinci metinlerine alışkan olanlar, Profesör Zinnin anlattığı Amerika tarihini yadırgayabilirler.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Altın Elementinin Oluşumu - Böylesi Yok!
Altın Elementinin Oluşumu https://goo.gl/RQDrwu
Altın Elementinin Oluşumu
Kimyasal bir element olan altın, kendine has sarı bir rengi olan ve insanlık tarihi boyunca kıymetini kaybetmemiş elementlerden biridir. Araştırmacılar, insanoğlunun faydalandığı ilk metalin altın olduğunu söylemektedir. Bozulmayan bir yapıya sahip olması, eşsiz pırıltısı ve doğada az bulunması bu metali daima değerli kılmıştır.
Altın elementi, magma ismi verilen erimiş kayaların, katı kayanın içerisinde katmanlaşması sonucu oluşur. Magmanın soğuyarak katılaşması sırasında, içerisindeki su ve diğer buharlaşabilen maddelerde yüksek basıncın tesiriyle magmadan ayrışır. Oluşan yüksek basınç ile beraber katı kayaların üstünde yarıklar ve çatlaklar oluşur. Bu yarık ve çatlaklarda bulunan hidrotermal eriyikler soğur ve bu takiben madde tortulaşmaya başlar. Bu tortulaşma da kuvarsın damarlar şeklinde çökmesi ile oluşur. Altın da düşük erime ısısına sahip olduğundan hidrotermal eriyiklerle beraber kuvars damarları içerisinde katılaşabilir. Bu yüzden altın ararken bakılan ilk yerler magma gövdesinin katmanlaştığı yerler olan kuvars damarlarıdır.
Üretilen altının nerdeyse tümü, bahsedilen kuvars damarlarından, ince ve paralel yaprakçık durumunda oluşmuş kayaçların toplandığı damarlardan veya altınlı kumlardan çıkarılır. Elde edilen maddelerden altını ayırmak içinse mekanik veya kimyasal işlemler kullanılır.
Mekanik yöntemde, elde edilen mineral öğütülerek incecik bir toz haline getirilir, arkasından su ve yağlı bir madde karışımında yıkanır.
Kimyasal yöntemdeyse kullanılan işlemler oldukça çeşitlidir. Özellikle zamanımızda gelişen teknoloji ile birlikte bu işlemler daha da artmıştır. Minerali öğütme veya yıkama sırasında cıva ile alaşım oluşturma yöntemi kullanılabilir. Elde edilen alaşım damıtılarak altın elde edilir. Günümüzdeyse genellikle siyanürleme yöntemi kullanılmaktadır. Metalin geniş havuzlarda potasyum siyanür veya sodyum siyanür ile çözündürülmesi sağlanır. Ardından da çinko veya alüminyum gibi bir metalle işlenerek çökelmesi elde edilir.
Altının elde edildiği iki tür maden ocağı vardır. İlki, altın içeren kayaçlar, kuvars damarları yerinde işletilir. Her bir damarda bulunan altın oranı 6 ila 12 gram arasında değişebilir ve bu çalışılan ocaklar yerin çok altına, oldukça derinlere inebilir. Çünkü kıymetli cevherlerin oluşumu derin kayaçlarda gerçekleşmektedir. Bilim adamları da yeryüzünün oluşumu sırasında çekirdeğin oluşması için, aralarında altının da bulunduğu metaller yeryüzünün derinliklerine doğru çekilmiştir. Çekirdekte bulunan ve büyük çoğunluğunu altının oluşturduğu metallerle yeryüzünün dış katmanında 4 metre genişliğinde bir çabuk oluşabileceği bile ortaya konan bilimsel gerçeklerden biridir.
Altının elde edildiği ikinci tür maden ocağıysa alıntılı alüvyonlarının işletildiği ocaklardır. Alıntılı alüvyonların işletilmesi, kayaçların yerinde işletilmesinden çok daha kolaydır.
Altının Oluşumu (Özet)
Bilim adamları da yeryüzünün oluşumu sırasında çekirdeğin oluşması için, aralarında altının da bulunduğu metaller yeryüzünün derinliklerine doğru çekilmiştir. Damarlarda altın oranı ton başına 6 ile 12 gram arasında değişir ve ocaklar çok derin katmanlara değin inebilir; çünkü cevher oluşumu , genelde derin kayaçlara değin yayılır. Bundan başka pirit gibi kimi sülfürlerle karışmış, lakin kimyasal olarak birleşmemiş şekilde veya kimi kaya oluşumlarının içerisinde uzantılar şeklinde bulunur. Ama altının en çok Damarlarda altın oranı ton başına 6 ile 12 gram arasında değişir ve ocaklar çok derin katmanlara değin inebilir; çünkü cevher oluşumu , genelde derin kayaçlara değin yayılır. Jeologlar, yeni araştırmalarda depremlerin neden olduğu kimyevi süreçlerin ortaya çıkardığı altın yataklarının oluşumuna ait eksikleri de tamamlayı başardı. İzle Damarlarda altın oranı ton başına 6 ile 12 gram arasında değişir ve ocaklar çok derin katmanlara değin inebilir; çünkü cevher oluşumu , genelde derin kayaçlara değin yayılır. Damarlarda altın oranı ton başına 6 ile 12 gram arasında değişir ve ocaklar çok derin katmanlara değin inebilir; çünkü cevher oluşumu , genelde derin kayaçlara değin yayılır. Peşin Fiyatına 6 ve 9 Taksitle Al. Çok Uygun Fiyatlar n11 ‘da!
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Altın Elementinin Oluşumu - Böylesi Yok!
Altın Elementinin Oluşumu https://goo.gl/RQDrwu
Altın Elementinin Oluşumu
Kimyasal bir element olan altın, kendine has sarı bir rengi olan ve insanlık tarihi boyunca kıymetini kaybetmemiş elementlerden biridir. Araştırmacılar, insanoğlunun faydalandığı ilk metalin altın olduğunu söylemektedir. Bozulmayan bir yapıya sahip olması, eşsiz pırıltısı ve doğada az bulunması bu metali daima değerli kılmıştır.
Altın elementi, magma ismi verilen erimiş kayaların, katı kayanın içerisinde katmanlaşması sonucu oluşur. Magmanın soğuyarak katılaşması sırasında, içerisindeki su ve diğer buharlaşabilen maddelerde yüksek basıncın tesiriyle magmadan ayrışır. Oluşan yüksek basınç ile beraber katı kayaların üstünde yarıklar ve çatlaklar oluşur. Bu yarık ve çatlaklarda bulunan hidrotermal eriyikler soğur ve bu takiben madde tortulaşmaya başlar. Bu tortulaşma da kuvarsın damarlar şeklinde çökmesi ile oluşur. Altın da düşük erime ısısına sahip olduğundan hidrotermal eriyiklerle beraber kuvars damarları içerisinde katılaşabilir. Bu yüzden altın ararken bakılan ilk yerler magma gövdesinin katmanlaştığı yerler olan kuvars damarlarıdır.
Üretilen altının nerdeyse tümü, bahsedilen kuvars damarlarından, ince ve paralel yaprakçık durumunda oluşmuş kayaçların toplandığı damarlardan veya altınlı kumlardan çıkarılır. Elde edilen maddelerden altını ayırmak içinse mekanik veya kimyasal işlemler kullanılır.
Mekanik yöntemde, elde edilen mineral öğütülerek incecik bir toz haline getirilir, arkasından su ve yağlı bir madde karışımında yıkanır.
Kimyasal yöntemdeyse kullanılan işlemler oldukça çeşitlidir. Özellikle zamanımızda gelişen teknoloji ile birlikte bu işlemler daha da artmıştır. Minerali öğütme veya yıkama sırasında cıva ile alaşım oluşturma yöntemi kullanılabilir. Elde edilen alaşım damıtılarak altın elde edilir. Günümüzdeyse genellikle siyanürleme yöntemi kullanılmaktadır. Metalin geniş havuzlarda potasyum siyanür veya sodyum siyanür ile çözündürülmesi sağlanır. Ardından da çinko veya alüminyum gibi bir metalle işlenerek çökelmesi elde edilir.
Altının elde edildiği iki tür maden ocağı vardır. İlki, altın içeren kayaçlar, kuvars damarları yerinde işletilir. Her bir damarda bulunan altın oranı 6 ila 12 gram arasında değişebilir ve bu çalışılan ocaklar yerin çok altına, oldukça derinlere inebilir. Çünkü kıymetli cevherlerin oluşumu derin kayaçlarda gerçekleşmektedir. Bilim adamları da yeryüzünün oluşumu sırasında çekirdeğin oluşması için, aralarında altının da bulunduğu metaller yeryüzünün derinliklerine doğru çekilmiştir. Çekirdekte bulunan ve büyük çoğunluğunu altının oluşturduğu metallerle yeryüzünün dış katmanında 4 metre genişliğinde bir çabuk oluşabileceği bile ortaya konan bilimsel gerçeklerden biridir.
Altının elde edildiği ikinci tür maden ocağıysa alıntılı alüvyonlarının işletildiği ocaklardır. Alıntılı alüvyonların işletilmesi, kayaçların yerinde işletilmesinden çok daha kolaydır.
Altının Oluşumu (Özet)
Bilim adamları da yeryüzünün oluşumu sırasında çekirdeğin oluşması için, aralarında altının da bulunduğu metaller yeryüzünün derinliklerine doğru çekilmiştir. Damarlarda altın oranı ton başına 6 ile 12 gram arasında değişir ve ocaklar çok derin katmanlara değin inebilir; çünkü cevher oluşumu , genelde derin kayaçlara değin yayılır. Bundan başka pirit gibi kimi sülfürlerle karışmış, lakin kimyasal olarak birleşmemiş şekilde veya kimi kaya oluşumlarının içerisinde uzantılar şeklinde bulunur. Ama altının en çok Damarlarda altın oranı ton başına 6 ile 12 gram arasında değişir ve ocaklar çok derin katmanlara değin inebilir; çünkü cevher oluşumu , genelde derin kayaçlara değin yayılır. Jeologlar, yeni araştırmalarda depremlerin neden olduğu kimyevi süreçlerin ortaya çıkardığı altın yataklarının oluşumuna ait eksikleri de tamamlayı başardı. İzle Damarlarda altın oranı ton başına 6 ile 12 gram arasında değişir ve ocaklar çok derin katmanlara değin inebilir; çünkü cevher oluşumu , genelde derin kayaçlara değin yayılır. Damarlarda altın oranı ton başına 6 ile 12 gram arasında değişir ve ocaklar çok derin katmanlara değin inebilir; çünkü cevher oluşumu , genelde derin kayaçlara değin yayılır. Peşin Fiyatına 6 ve 9 Taksitle Al. Çok Uygun Fiyatlar n11 ‘da!
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Aliterasyon anlamı - Böylesi Yok!
Aliterasyon anlamı https://goo.gl/XvONpM
Aliterasyon anlamı
Aliterasyon Nedir? : koşukta veya düzyazıda, bir uyum elde etmek için başvurulan ve kelime başlarında veya ortalarında aynı ünsüzün veya aynı hecenin yinelenmesine dayanan ses oyunu; örneğin,” s ular s arardı, yüzün perde perde s olmakta” dizesinde bu oyun vardır.
Aliterasyon Nedir? asonans nedir vikipedi, aliterasyon twitter, aliterasyon ekşi, pi sayısının sayısal kıymeti kaçtır, seci, seci nedir, kahin nostradamus ön adı, tekrir nedir
Yineleme veya tekrir de denir. Birçok kaynakta bu üç isim aynı anda geçmez ama aynı anlama geldiği bilinmelidir. Tekrir, Arapça “krr” kökünden gelir, Aliterasyon Fransızcadan gelir; Yinelemeyse sanatın Türkçe adıdır.
Aliterasyon edebi sanatlar konusunda işlenir. İskender Pala şu şekilde tanımlamaktadır: “ Şiirde ya da nesirde aynı harf ya da hecelerin bir ahenk oluşturacak şekilde tekrar edilmesine aliterasyon ( ses tekrarı ) denir.” Yrd. Doç. Dr Yavuz Bayram ise Tekrir başlığı altında şu tanımı vermektedir: “Bir ya da birden fazla kelimenin mısra, beyit ya da şiir içinde aynı manada tekrarlanması ve manasın pekiştirilerek, ahenkli bir anlatım oluşturulması sanatıdır.”
Verilen tanımlarda da görüldüğü gibi aliterasyon sese dayalı bir edebi sanattır. Edebi sanat sınıflandırmasında “dil ve hünere bağlı sanat” olarak geçer. Aliterasyon yazılması zordur; yazılmasının zor olduğu gibi seslendirilmesinin de zor olduğu bir sanattır.
Tanımlarda bir ya da birden fazla aynı kelimenin tekrarı olarak geçer sanat. Bu kelimelerin aynı dilden olması önemlidir sadece, dilinin ne olduğu deyil. Yani Divan şiiri için konuşursak tekrar edilen kelimenin illaki Arapça veya Farsça veya Türkçe olması gerekmez.
Bu sanat bize dizeleri daha hoş duymamıza imkân veriyor.
Kafiyeyle tekrir ayrı sanatlardır…
Tekrir, dize sonunda olmak zorunda deyildir. Başta, ortada, sonda olabilir. Ayrıca yerlerinin karışık olması da sanatı engellemez, illa ki hep başta, sonda, ortada olmak zorunda deyil ki zaten bu şekilde var olan sanatın ismi leff ü neşr olarak geçer.
Kafiye veya Türkçe adı ile uyak, dize sonlarındaki ses uyumlarıdır. Uyaklardaki uyumlu ses kesinlikle dize sonunda olmalıdır. Ayrıca sesin uzun mu kısa mı hece mi olduğu da uyağı değiştirir.
Aliterasyonun kafiye gibi de ölçüsü ve çeşidi yoktur. Kafiyenin ise yarım, tam, zengin olmak üzere üç çeşidi, ayrıca cinas, tunç olmak üzere de iki türü vardır.
Aliterasyon ilk ne vakit kullanıldı?
Aliterasyon sanatının ilk kullanıldığı yer, destandan hikayeciliğe geçiş dönemi olarak bilinen nazım – nesir karışık öyküleriyle tanınan Dede Korkut öyküleridir. Dede Korkut öykülerinin nazım bölümünde aliterasyonlara rastlanır. Bu bakımdan da Türk edebiyatının en eski edebi sanatlarından birisidir tekrir sanatı:
Örnek:
“
Av av
ladık
kuş kuş
ladık”
“
K
arşı yatan
k
arlı
k
ara dağlar
k
arıyıptır bilinmez.”
Elbette burda ilk eser olduğundan günümüzden farklı bir sanatı, daha basit bir sanatı görmekteyiz. Özellikle Osmanlı edebiyatında tekrir sanatı, kulak için uyum yaratan ve sık kullanılan bir edebi sanata dönüşmüştür. Ama “bir sanat olarak Mebâni’l-i inşa* ve Talim-i Edebiyat’ta** değerlenmiştir.” [Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatına Giriş, Yrd. Doç. Dr. Neslihan Koş Keskin; Vezin ve Aruz, Akçağ, 6. Baskı]
Bu sanat için önemli olan ses uyumları, ses güzelliği ve söyleniş kolaylığıdır. Bu bakımdan kulak için yapılan sese dayalı sanatlar arasında gösterilir.
Kelimeler arası musiki sağlayan bu sanat, bugün dahi kullanılmaktadır. Edebi sanat özellikle serbest şiirlerde de fazlaca kullanılmış, aslında bir nevi serbest veznin savrukluğunu örtmüştür.
Divan edebiyatında aliterasyon…
Divan edebiyatında kullanılan ismi “tekrir” idi. Tercihe göre hem kelime hem de söz öbeği tekrar edilirdi. Seslerin/harflerin tekrar ettiği pek sık görülmezdi. Sözcüklerin genellikle arka arkaya yinelenmesi de esastı. Elbette bunun istisnaları da vardı.
Divan şiiri için tekrir sanatıyla ilgili terimler şunlardır:
Kesret-i tekrir: Buna tekerrür de denir. Eğer yinelenen kelime beytin manasına derinlik vermiyor yalnızca ses ahengi veriyorsa buna kesret-i tekrir veya tekerrür denir. Bu bir yazı kusurudur, hoş görülmez.
Hüsn-i tekrir: Tekrarlanan öbek veya sözcük istenildiği gibi kulak tırmalamadan beyite mana derinliği veriyorsa bu tekrire hüsn-i tekrir denir.
Tekrir sanatı şayet seslenme maksadıyla yapılıyorsa kısaca tekrar eden söz veya söz öbeği bir seslenme maksadı taşıyorsa bu sanat aynı vakitde
istifham
sanatıdır. Tekrar eden söz veya söz öbeği ünlemlerle yapılırsa bu sanata da
nida
sanatı denir.
Aliterasyon örneklerine bir göz atalım:
1.
Eylül’de melûl oldu gönül soldu da lâle
Bir kâküle meyletti gönül geldi bu hâle
Gelmez bu elem neyleyeyim fazla suâle
Bir hâile ömrüm ki darılmaz bile kale ( Edip Ayel / 1894 -1957 )
Açıklama : “l” seslerinin tekrarı aliterasyon sanatını oluşturmaktadır.
2.
GAZEL
Yüzün berg-i
gül-i terdir gül-i ter
Boyun serv ü
sanavberdir sanavber
*
Senin şem’-i cemâlinde vücûdum
Münevverdir münevverdir münevver
*
Hıraman kâmetin bustân-ı canda
Sanavberdir sanavberdir sanavber
*
Bana peyveste şol mihrab-ı ebrû
Berâberdir berâberdir berâber
*
Dimâğnı bûy-ı aşkında dema-â-dem
Mu’attardır mu’attardır mu’attar
*
Senin nakş-ı hayâlin cân içerisinde
Musavverdir musavverdir musavver
*
Zihî devlet ki valsın gâhi gâhi
Müyesserdir müyesserdir müyesse
*
Sanâyî’den ne san’attır Nesîmî
Mükerrerdir mükerrerdir mükerrer
( Nesimi )
Vezin : Fe’ûlün / fe’ûlün / fe’ûlün / fe’ûlün
3.
Büyüksün
İlâhî
büyüksün büyük
Büyüklük yanında kalır pek küçük ( Ali Haydar Paşa )
Vezin : Fe’ûlün / fe’ûlün / fe’ûlün / fe’ûlün
4.
Ey
varlığı varı var
eden
var
Yok yok
sana
yok
demek ne düşvâr ( Ziya Paşa)
Vezin : Mef’ûlü / mefâ’ilün / fe’ûlün
5.
Bir yâreli kuş çırpınıyor sanki telinde,
Çıkmada bu âvâz o garibin ciğerinden…
Ûdun mu hüner yoksa o cânânın elinde,
Bir feyz mi var kim daha mu’ciz hünerinden;
Çal
sevdiceğim,
çal
güzelim,
çal
meleğim,
çal
! … ( Ey yâr-ı Negâmkâr – Tevfik Fikret ) ***
Vezin : Müstef’ilün / müstef’ilün / müstef’ilün / müstef’ilün
6.
Dem
bu
demdir
bu
demi
hôş göregör ey ‘arif
Anma ‘Îsî demini urma geçen
demden dem
( Fuzuli )
Vezin : Müfteilün / fâ’ilün / müfteilün / fâ’ilün
Açıklama : Ey arif olan kişi ! Bu vakit şimdiki zamandır. Bu zamanı hoş gör ve geç. İsa zamanından dem vurma, o zamanı anma çünkü o vakit geçen zamandır.
7.
Gözlerümdür
güzelüm
gözüni
cân ile seven
Göze
göster
gözüni gözden
ırağ olma igen ( A. Visâlî )
Vezin : Fâ’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilâtün / fe’ilün
Açıklama : Güzelim! Gözünü can-ı candan seven yalnızca benim gözlerimdir. Sen o güzel gözlerini seni seven bu göze göster, hiç bir vakit ondan uzak olma !
* Süleyman Paşa’nın eseridir. Fransızca edebiyat kitaplarından faydalanarak Batı belagatini, kısaca güzel konuşma sanatını, ülkemize getiren ilk kişidir. Yani Batılı manada ilk güzel konuşma kitabı Fransız kitaplarından esinlenilerek Süleyman Paşa tarafından Tanzimat edebiyatı döneminde yazılmıştır. ** Talim-i Edebiyat, Receizade Mahmud Ekrem’in 1879 senesinde Mekteb-i Mülkiye’de verdiği edebiyat dersinin notlarıdır. Bu eserde, Ekrem’in ders notları, derste anlattığı edebiyat teorileri yer almaktadır. Kitap 1882 senesinde basılmıştır. Receizade Mahmud Ekrem, Tanzimat Dönemi II. kuşaktır. Servet-i Fünun döneminin zeminini hazırlamıştır.
***Bu şiir bestelenmiştir; ilk söyleyen kişi Zeki Müren’dir.
Aliterasyon Nedir? (Özet)
Aliterasyon (Ses Yinelemesi): Bir şiirde veya düzyazıda ahenk yaratmak maksadıyla aynı ses veya hecenin yinelenmesine aliterasyon denir . Örnekler Şiirde aynı ünsüzlerin bir ya da birkaç dizede tekrarlanması ile sağlanan uyuma aliterasyon denir . Aliterasyon Sanatına Örnekler: “Mahmur mutlu mutluluğun tüm melekleri. Aliterasyon edebi sanat türüdür. Şiir veya düzyazıda bir uyum yaratmak maksadıyla, aynı sesin ya da hecenin tekrarlanmasına aliterasyon denir . 88 adet B harfi kullanılarak ALİTERASYON yapılmıştır. Koşma tipi kafiye düzeni ile yazılmıştır. 6+5=11 hece ölçüsü kullanılmıştır. Bütün kelimeler B harfiyle başlamaktadır. Aliterasyon Nedir , Örnekleri, Özellikleri, Kısaca, Maddeler Halinde. Aliterasyon sanatı, şiire fiziki bir boyut ve bakış açısı katarak sessel ve görsel yorumlamalara kapı aralar. Tekrir, Arapça “krr” kökünden gelir, Aliterasyon Fransızcadan gelir; Yinelemeyse sanatın Türkçe adıdır. Aliterasyon edebi sanatlar konusunda işlenir. Aliterasyon ; bir dize (beyit), bir cümlede aynı veya yakın sesli ünsüzlerin, benzer hecelerin yinelenmesi ile sağlanan uyumun ve bu sanat ustalığının adıdır. Detay: Aliterasyon (Ses Yinelemesi) Nedir ? Bir şiirde veya düzyazıda ahenk yaratmak maksadıyla aynı ses veya hecenin yinelenmesine aliterasyon denir . Şiirde aynı ünsüz harflerin tekrarlanması ile oluşan ahenge “ aliterasyon ” denir . Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle. Aliterasyon sanatı nedir, Aliterasyon örnekleri. Aliterasyon nedir ve Aliterasyon örnekleri metinler cümleler ile alakalı sorularınızı alttan hemen yazabilirsiniz.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Ali Şir Nevai nin hayatı - Böylesi Yok!
Ali Şir Nevai nin hayatı https://goo.gl/602hmW
Ali Şir Nevai nin hayatı
Ali Şir Nevai Kimdir?
Bilinen ismi ile Ali Şîr Nevayî’nin asıl adı Nizamüddin Ali Şir Nevaî’dir fakat ilk adı pek kullanılmaz. lim – şairimiz Herat doğumludur ve yaşama gözlerini 1441 yılının keskin soğuğunun tam ortasında, Şubat ayında açmıştır. Ölümüyse 60 yaşında kısaca 1501 senesinde yine Herat kentinde olmuştur.
Nevayi dönemi aslında karışıklıklarının yaşandığı bir dönemdir. Bir dönem Anadolu’nun da aynı sıkıntıları yaşadığı edebiyat dili sorunu Nevaî dönemi için de geçerlidir. Nitekim Timur Devlet dili olarak ün salmış olan Çağatayca, halk dili olarak ezilmiş onun yerine şairler, yazarlar, âlimler Farsça yazmaya başlamışladır. Farsça o kadar ciddiye alınmış ki Farsça bilmeyenler bilgisiz damgası yemiş ve daha kötüsü Türkçe “İşlenmemiş bir pırlanta, kaba bir dile” benzetilmiş. Farsçadan tumturaklı tamlamalar divanları doldururken Türkçe yalnızca çarşıda, pazarda konuşulan bir dil olmuş. Nitekim birisi hasbe’l kader Türkçe yazacak olsa filler dışında kullandığı tüm kelimeler Farsça ve Arapça olmaktaymış. Bu dönemlerde çocukluğunu geçiren Nevaî ise kuvvetli bir Farsça bilgisiyle donatılmıştır. Üstelik Nevaî’nin babası bir Bahşı’dır ismi da Kikçine’dir.
Aile bakımından oldukça varlık bir aileye sahip olan Nevaî ne yazık ki çocukluğunu ülkesinden uzak olarak Irak’ta geçirmek zorunda kalmıştır. Babası öldüğündeyse bir süre boşluğa düşen Nevaî’ye, Ebu’l Kasım sahip çıkmış ve onu himaye etmiştir.
Nevaî’nin en yakın arkadaşıysa daha sonra Horasan’a hükümdar olacak olan Hüseyin Baykara’dır. Önceleri yalnızca mektuplaşarak aralarında temiz bir dostluk kuran ikili, Nevaî saraya gelince dostlukları mühürlemişlerdir. Gerçekten de bu iki isim ömürleri boyunca dost kalmışlardır.
Nevaî, boş bir şair deyildir. Babasından aldığı eğitimi destekleyerek kendini geliştirmiş ve Herat’a dönerek Saray’a girmiştir. Saray’da önce mühürdarlık görevini üstlenerek güven kazanmış ve daha sonra da Vezirlik derecesine yükselmiştir. Nevaî’nin son resmi göreviyse Emirlik olmuştur. Bu kadar yükselmesin sebebi kuşkusuz çalışkanlığı ve bilgisidir. Onun döneminde, çok sevdiği Herat kenti, Semerkand ile yarışacak derece de güzelleşmiş, ilim ve sanat dairesi olmuştur.
Her saygın kişinin başına gelen şey Nevaî’nin de başına gelmiş ve iftiralar ile boğuşmuştur. Şair ruhuna yediremediği bu suçlamalar sonucu Emirlik görevinden ve Herat kentinden uzaklaşmıştır. Onu bu karanlık dönemlerden kurtaran ise eski bir dost eli olmuştur. Hüseyin Baykara, hükümdar olduğu vakit Nevaî’yi saraya danışman olarak aldırmıştır. Elbette bu gayri resmi bir unvandır ama gene de Nevaî için büyük bir ünün başlangıç noktasıdır. İtiraf etmek gerek görülürse Nevaî, her âlimin nail olamadığı bir zenginliğe ve rahatlığa ulaşmıştır. Hüseyin Baykara tarafından sürekli ödüllere boğulmuş ve iltifatlarla anılmıştır. Nevaî, bu şöhretiyle dönemindeki şairlerinin de göz bebeği olmuştur. Genç şairler ona kasideler sunmuş onun övgüsüne nail olabilmek için çırpınmışlardır. Hüseyin Baykara’nın bu cömert sevgisi Nevaî’yi hak ettiği yere yükseltmiştir. Öyle ki Baykara, eski dostuna öyle güvenmiştir ki sefer esnasında onu vekil ilan etmiştir. Nevaî, bu bahşedilen makamla âdeta ikinci hükümdar olmuştur. Ne yazık ki Baykara’nın seferi dönüşü bir kalp krizi geçirmiş ve bir kez daha yatağından kalkamamıştır. Ölümü üzere başta Baykara olmak üzere bir çok şair ona mersiyeler yazmış, halk ona ağıtlar yakmıştır.
Ali Şir Nevai Kimdir? (Özet)
Nizamüddin Ali Şir Nevai ya da yaygın adı ile Ali Şir Nevai (Çağatayca: نظام الدین علی شیر نوایی; Özbekçe: Alisher Navoiy; Uygurca: نىزامىدن ئەلشىر ناۋائى Ali Şir Nevai kimdir , Türk şairi, Bilgin ve devlet adamıdır. Ali Şir Nevai , Kaşgarlı Mahmut‘dan sonra Türk diline hizmet eden en büyük Türk edebiyatçısıdır. Ali Şir Nevai ‘nin Edebi Kişiliği. Şiirlerini Türkçe ve Farsça yazan Ali Şîr Nevâî , Arapçayı da çok iyi öğrenmişti. Meşhur ilim insanlarından Molla Cami, onun şiir arkadaşlarındandır. XVIII. asırda büyük divan şairimiz Nedim bile Ali Şîr Nevâî dilinde (Çağatay lehçesinde) şiirler yazmıştır. Ali Şiir Nevai 9 Şubat 1941 tarihinde Afganistan. Ali Şîr Nevaî . , hür ansiklopedi. Sponsorlu Bağlantılar. Mir Ali Şir Nevai ‘nin portresi. Ali Şir Nevai Herat’ta, giderek resime, muzike ve şiire ilgisi artar. Ali Şir Nevai Hayatı ve Eserleri Kimdir : Devlet adamı. Sultan Ebu Said’in vezirlerinden olan babası Kiçkine Bahşi, Ali Şir Nevai ‘nin terbiye ve eğitimine çok ehemmiyet verdi. Ali Şir Nevai . Ali Şîr Nevâî , Türkçeyi yüksek bir sanat dili durumunda işlemeye çalışan, bu görüşü savunan ve Türk diline değer kazandıran üstün bir bilgin ve devlet adamıdır. Kısaca Ali Şir Nevai kimdir ? Özet. Türk şairi, Bilgin ve devlet adamıdır. Ali Şir Nevai , Kaşgarlı Mahmut’dan sonra Türk diline hizmet eden en büyük Türk edebiyatçısıdır. Çatışma sonunda Hüseyin Baykara Herat’ı geri aldı. Ali Şir Nevaî de divan beyliğine atandı. Ali Şir Nevaî , büyük dostu Câmi’nin irşadıyla 1476’da Nakşibendî tarikatına girdi. Ali Şir Nevai , Kaşgarlı Mahmut’dan sonra Türk diline hizmet eden en büyük Türk edebiyatçısıdır. Bu eserinde “Arjasp Binni Efrasiyab kim , Türk Padişahi erdi.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Ali Şir Nevai Kimdir? Edebi Kişiliği hakkında Bilmedikleriniz - Böylesi Yok!
Ali Şir Nevai Kimdir? Edebi Kişiliği hakkında Bilmedikleriniz https://goo.gl/r33zxL
Ali Şir Nevai Kimdir? Edebi Kişiliği hakkında Bilmedikleriniz
Ali Şir Nevai Edebi Kişiliği
Nevaî’nin en önemli özelliği tam bir ülke ve dil aşkıyla Çağatayca’yı savunmasıdır. O, ömrü boyunca 30 küsür eser vermiştir. Beş mesnevi yazarak Hamse sahibi olmuştur. Ayrıca her şairin yapamayacağı bir şekilde aynı kalitede tam beş adet Divan düzenlemiştir. Bu divanlar ise Farsçadır. Nitekim Nevaî, beş adet de Çağatayca divan derleyerek bu açığı kapatmıştır. Her divanda yüzden fazla şiir olduğu düşünülürse Nevaî, Fars diline de enaz öz dili kadar yakındır.
Ancak Nevaî’nin en önemli eseri Muhakemet’ül Lugateyn isimli eseridir. Bu eserin Türkçe manası; “İki dilin karşılaştırılması”dır. Nevaî, Muhakemet’ül Lugateyn’nin giriş kısımda dünya üstünde 4 adet dil (Hintçe, Arapça, Farsça ve Türkçe) olduğunu savunur. Nevaî’ye göre:
1. Hintçe, en köklü dillerdendir ve onun karşılaştırması oldukça zordur.
2. Arapça kutsaldır, kıyaslanamaz.
Ancak şair bir türlü Farsçanın neden Türkçeden daha üstün olduğunu anlamaya çalışır. Ona göre Farsça kutsi değildir ve Hintçe kadar da kadim deyildir. O vakit neden Türkçe terk edilip Farsça kullanılmaktadır? Bütün bu sorulardan sonra devam eden Nevaî, Farsçanın sözcüğü yapısını ve Türkçeyi kıyaslayarak, Türkçeyi üstün sayar. Ayrıca Farsçanın Türkçe kadar sözcük üretemediğini ve Türkçenin Farsçadan daha zengin olduğunu eser boyunca örneklerle anlatır.
Nevaî’nin üstünden hassasça durulması gereken bir diğer önemli eseriyse Mecâlisün Nefâyis isimli şairler tezkiresidir. Bu tezkire de Nevaî’nin tanıştığı şairlerin yanında tanışmadığı şairleri de anlatması ilgi çekicidir.
Nevaî, tasavvuf ile de ilgilenmiş ve eseler kaleme almıştır. Mesnevileri de bu eserleri arasındadır.
Nevaî, ününü Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar taşırmıştır. Öyle ki Anadolu’da Nevaî taklidi şiirler yanında onun için yazılmış nazireler de vardır. Hatta Anadolu, Nevaî şiirlerini anlamak için sözlükler hazırlamışlardır ki bu sözlüklerin sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Nevaî o kadar ünlüdür ki Çağatayca dili artık “Nevaî Dili” olarak anılmaya başlamıştır.
Kısaca Nevaî, Çağatay dili için bir edebî yaratmakla kalmamış, Doğu Türkçesine de bir klasik dönem sunmuştur. Öyle ki bir çok araştırmacı Nevaî olmadan bir Çağatay dönemi tasnifi hazırlamamaktadır. Döneminde bu kadar hâkim olmasının sebepleri arasında yükseldiği rütbeler olsa da, Nevaî gene de diliyle de döneme damgasını vurmuştur bir âlimdir.
Ali Şir Nevai Edebi Kişiliği (Özet)
Ali Şir Nevâî yaşamı edebi karakteri ve eserleri. Hayatı:Nizâmüddîn Ali Şir Nevâî , 9 Şubat 1441 (H. 17 Ramazan 844) tarihinde Herat’ta doğdu. XV. asırda yaşamış büyük Osmanlı Şairi Ahmet Paşa, XVI. Yüzyılda yaşamış ve Azeri lehçesi ile yazmış ünlü Fuzûlî, Ali Şîr Nevâî ’den etkilenmişlerdir. Edebi Kişiliği . Valilik görevinden ayrıldıktan sonra bilim ve sanat konularında yoğunlaşan Ali Şîr Nevâî , 1501 senesinde doğduğu kent olan Herat’ta vefat etti. Ali Şir Nevai ‘nin Edebi Kişiliği . Kısaca Nevaî , Çağatay dili için bir edebî yaratmakla kalmamış, Doğu Türkçesine de bir klasik dönem sunmuştur. Ali Şir Nevai Kimdir? Tarık Buğra’nın Edebi Kişiliği . Ünlü Türk şair ve devlet adamı Ali Şir Nevai ’nin yaşamıyla Ali Şir Nevai ’nin Türkçemize bakış açısı ve edebi karakteri ile alakalı bilgiler. Nevai , Türkçeyi edebi dil olarak kullanmayan, Farsça yazan çağdaşlarına çatar. Ali Şir Nevai , Hamse sahibi ilk Türk şairidir (hamse 5 mesneviden oluşur). Ali Şir Nevai ‘nin Edebi karakteri ve Eserleri hakkında bir çok bilgi ve kaynak bulmak mümkün bu kaynaklardan siz yorulmayın diye biraz araştırma yaptık ve Ali Şir Nevai Ali Şîr Nevaî . ( d. 9 Şubat 1441, Herat Ö. 3 Ocak 1501, Herat). Edebi karakteri ve eserleri. Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenene Nevai bu dillerin edebi özelliklerini Ali Şir Nevâî ‘nin dil konusunda çok duyarlı, ve bilgili bir kişiliğe sahip olduğu uzlaşılmaktadır. 17 3. Ali Şir Nevâî ’nin Hayatı, Edebî Kişiliği ve Eserleri 3.1. Ülkenin ve yönetimin içerisinde bulunduğu zor koşullara karşın Nevaî edebi çalışmalarını sürdürdü. Böyle bir tip Ali Şir Nevaî ‘nin karakterine ve eğilimine uygundur.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Abdülhak Hamit Tarhan Kimdir? Tarhan'ın Eğitim ve İş Hayatı Hakkında Tüm Bilinmeyenler - Böylesi Yok!
Abdülhak Hamit Tarhan Kimdir? Tarhan'ın Eğitim ve İş Hayatı Hakkında Tüm Bilinmeyenler https://goo.gl/Hk0uOw
Abdülhak Hamit Tarhan Kimdir? Tarhan'ın Eğitim ve İş Hayatı Hakkında Tüm Bilinmeyenler
Abdülhak Hamit Tarhan Kimdir?
1852 senesinde Bebek’te bir yalıda Tarihçi Hayrullah Efendi’nin oğlu olarak 85 senelik yaşamına “Merhaba” der Abdülhak Hamit Tarhan. Bu yaşamı boyunca, Osmanlı aydınının oğlu olarak dünyaya gelecek ama Cumhuriyeti görecek, Atatürk’ün ölümünü yaşayacak ve nihayet TBMM’de vekillik yapacaktır. Ayrıca yaşamına aldığı eşlerinin arkasından tuttuğu yaslarla, iş yaşamındaki seyahatleri ve arkadaşlarıyla anılacaktır. Koca bir ömür de sürekli “inşa” eden olacaktır. Yıllar sonra yaşamı kitaplara konu olacak ve Batılı şiir anlayışının filizlerinden olacaktır. Şimdi isterseniz Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar uzanan bu çınarın yaşamına, edebiyatımıza katkılarına yakından bakalım…
Abdülhak Hamit Tarhan’ın Okul Hayatı
Bebek’te köklü ve asaletli bir ailenin erkek çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Osmanlı soylusu olarak bilinen “Ulema” çocuğu olduğundan ona beş yaşlarındayken maaş bağlanmıştır. İlköğrenimleri gene Bebek’te olmuştur ama bizi ilgilendiren kısım onun özel dersleridir. Evliya Hoca ve Hoca Tahsin Efendi’den özel dersler alırken özellikle Evliya Hoca ona devrin şiir zevkini kısaca eski edebiyatı aşılamıştır.
10 yaşlarındayken abisi Nasuh Bey ile Paris’e gitmesi ondan yeni ufuklar peyda olmasına neden olmuştur. Orada 1 sene boyunca özel bir kolejde okumuş, İstanbul’a döndükten sonra da eğitim yaşamına Robert Koleji’nde devam etmiştir.
Abdülhak Hamit Tarhan’ın İş Hayatı
1864 senesinde Tercüme Odası’na memur olarak işe başladı; fakat babasının Tahran’a tayini çıkması ile aile Tahran’a taşınmak zorunda kaldı. Orada aldığı özel derslerle Farsçasını ilerletti. Böylece hem Fransızca hem Farsça bilir hale geldi. 1866 senesinde sefaret ikinci katipliği görevine getirildi. Babası Tahran’da ölünce o da İstanbul’a döndü ve Maliye Mühimme Kalemi’ne girdi.
1876 senesinde Paris’e vazife icabı gönderilinceye kadar edebiyat ve fikir yaşamını etkileyecek önemli bir gelişme ile karşı karşıya geldi. İstanbul’da kaldığı yıllarda Ebüzziya Tevfik, Mizancı Murat, Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem ve Sami Paşazade Sezaiyle dostluk kurdu. Tam bu aralarda da 4 piyes yazarak edebiyat yaşamına girmiştir. Bunlar; Mâcerâ-yı Aşk (1873), Sabr ü Sebat (1875), İçli Kız (1875) ve Duhter-i Hindû (1876) olarak sıralanabilir.
1871 yılında Şura-yı Devlet ve Sadaret Kaleminde çalışırken Fatma Hanım ile evlendi. Fatma Hanım onun ilk aşkıydı ve şiirine de tesir edecekti.
1876 senesinde Paris büyükelçiliği ikinci kâtibi olarak Fransa’ya gönderildi ama 1878 senesinde “Nesteren”’i yazdı ve bu piyes hükümetin pek hoşuna gitmedi. Hamit, görevinden alındı.
1880 senesinde Berlin’e gitmesi istendi ise de o bu görevi kabul etmedi. 4 sene boyunca açıkta kaldı ve maddi olarak sıkıntıya düştü.
1883 senesinde Bombay şehbenderliği görevine getirildi. O sırada Fatma Hanım verem hastalığına yakalanmıştı. Tarhan, belki iyi gelir diye onu da Hindistan’a getirdi. Hindistan tabiatının Tarhan için yeri büyüktür çünkü o buraları anlattığı “Kürsî-i İstiğrak”, “Külbe-i İştiyak” ve “Zamâne-i b” gibi yeni şiirler yazmıştır. O zamanlar İngiliz sömürgesi olan Hindistan’daki Hintlilere bakışı değişti. Lakin burası Tarhan’ın şiir yaşamına iyi gelse de eşine iyi gelmedi ve Fatma Hanım fenalaştı. Fatma Hanım kötülenince Tarhan, azletme belgesi gelmeden İstanbul’a dönmek için Hindistan’ı terk etti fakat eşi, Beyrut yakınlarında gemideyken yaşamını kaybetti. Nisan 1885 senesinde Fatma Hanım’ı Beyrut’ta abisinin vali olduğu bu şehre gömdü. Ardından bugün dahi okunduğunda tüyleri diken diken eden Makber şiiri ortaya çıktı. Hamid, eşini kaybedince şiir ve hayal dünyası değişti ki bunu “edebi yaşamı” başlığında inceleyeceğiz.
1886 senesinde Londra Sefareti Başkatibi oldu. Onun Londra’ya gitmesi sanat yaşamı üstünde de etkili oldu. 1890 senesinde İngiliz eşi Nelly Clower ile evlendi. Yazdığı Zeynep ve Finten isimli piyes hükümetçe tepki gördü. Hamid’in rütbesi alındı ve görevinden azledildi. Hamid, bir kez daha eser neşretmemek üstüne söz verince maaşı artırıldı, rütbesi geri verildi ve Londra’daki görevine geri gönderildi. Bu bakımdan II.Meşrutiyet’e kadar sakin bir sanat yaşamı yaşadı.
1911 senesinde da Nelly Hanımı kaybetti. Bunun üstüne Lüsyen Hanımla aynı sene evlendi.
1912 senesinde diplomatik görevleri son buldu ve İstanbul’a geldi.
1912 senesinde II.Meşrutiyet ilan edildikten sonra 1914 senesinde Meclis-i yân azası seçildi 1918’e kadar bu görevini sürdürdü.
Kurtuluş Savaşı yıllarında o Viyana’da fakir bir hayat sürmekteydi. Zafer kazanıldıktan sonra İstanbul’a döndü ve ona TBMM tarafından “Vatana hizmetleri” dolayısı ile maaş bağlandı; ayrıca İstanbul’a bir daire verildi. 1928 senesinde İstanbul’dan millet vekili seçildi ve 13 Nisan 1937 senesinde hayata gözlerini yumuncaya kadar bu görevi sürdürdü. Zaatürreeden dolayı ölen Hamid için devlet töreni yapılmıştır. Mezarı Zincirlikuyu’dadır.
Abdülhak Hamit Tarhan’ın Edebi Hayatı
Kenan Akyüz şu şekilde demektedir onun için : “Kaidelerle pek ilgisi bulunmayan, onlarda hiç hoşlanmayan, Batı şiirinde görüp sevdiği ve Türk şiirinde olmayan her özelliği tereddütsüz olarak ve büyük bir pervasızlıkla gerçekleştirmeye derhal koyulan odur.”
O, eski- yeni atışmasının hep odak noktasında oldu. Eski – yeni atışmaları onun eserleri örnek gösterilerek devam etti. Kendisini tutanlarca o Şair-i Azam ilan edildi.
O dönemde edebiyatımızda sanki iki kutup vardı : Muallim Naci taraftarları eski tayfası tuttu; Hamid taraftarları yeni tarafını tuttu. Muallim Naci ve taraftarlarının Hamid’e saldırma noktasının başınca onun dilinin savruk olması, edebiyatta sürekli yeni macera arıyor olması ve yukarda dile getirtiğimiz sınır tanımazlığı vardı.
Pervasızlığı çoğu vakit edebiyat dünyamızı hareketlendiren, ilklere imza atan bir şair doğururken bir yandan da meclislerde fırtınalar koparmıştır. Ama o, sonuçları pek düşünmeyen birisidir. Kenan Akyüz tabirince o “yapan” adamdır; “düşünen adam” Recaizade Ekrem’dir. Çok yer gezip görmesi onu çok kültürlü bir şair yapmış bu bakımdan da edebiyat yaşamı da çok renkli ve dalgalı olmuştur. onun edebiyat dünyasında tek bir konu üstünde bütünleştiği tek vakit eşi Fatma Hanım’ın ölümünden sonraki 5 senelik dönemdir.
Tamamen klasik bir kültürle yetişmiştir Hamid. Onun yazın yaşamını yönlendiren vaka, Ebuziya Tevfik aracılığı ile Mizancı Murat, Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem ve Sami Paşazade Sezaiyle tanışmıştır. Ondan sonra gittiği Paris göreviyle deyim yerinde ise gözündeki eski şiir perdesi kalkmıştır. Bundan sonra edebiyatımızın yenilikçi şairi olarak anılacaktır.
Şair-i Azam, edebiyatımızda Servet-i Fünun , ayrıca Edebiyat-ı Cedide’yi Yahya Kemal’e kadar getiren edebi bir zevktir. O, yeniliği kişisel ve edebi yaşamına yaymıştır. Mili Edebiyatçılar dahi yeri gelmiş ve Abdülhak Hamit Tarhan’ı anmışlardır. Abartmamak şartı ile söylenebilir ki o Şinasi’nin getirmek istediği yenliği eserleri ile getirmiştir.
Sahra şiirinin ehemmiyeti…
Tarhan edebiyat dünyasına o zamanların en moda türü olan tiyatroyla başlamıştır. 4 piyesten sonra Sahra şiiri yayınlayacağına kadar pek de ilgi çeken bir yazar olmamıştır. Sahra şiirini yazdıktan sonra da yeni edebiyatın ayak sesleri gelmiştir kulaklara.
Sahra, Abdülhak Hamit Tarhan’ın 1897’de neşrettiği bir şiirdir. Yeni edebiyat için ilk pastoral şiir olarak tanımlanmaktadır. Sahra, gözleme dayanmayan bir kır yaşamını konu alır; kısaca Abdülhak Hamit Tarhan gidip bir köyü gözlemleyerek yazmamıştır bu şiiri, muhayyel bir şekilde yazılmıştır. Recaizade Mahmut Ekrem’in Yadigar-ı Şebab izindedir Hamid ve onun Sahra şiiri.
Birçok aksi düşüncenin tersine edebiyatımıza serbest şiir, Tevfik Fikret ile deyil Tarhan’ın Sahra şiiriyle gelmiştir.
Sahra’nın edebiyatımız için ehemmiyetini maddeler durumunda bir kez sayalım isterseniz…
Batılı manadaki ilk tabiat tasviri yapılmıştır.
Kendisinden sonra gelecek bu tip pastoral şiirlere ön ayak olmuştur.
Fransız şairlerin kullandığı gibi kullanılan ilk Serbest Nazım burda kullanılmıştır.
O dönemde, bu şekilde bir Batılı şiir, Tarhan’dan gelmiştir. Bu bakımdan onun için yeni bir yol açılmıştır.
Ne yazık ki burda yakalanan başarı devam ettirilmemiştir. Sahra’nın sihri Hamid için geçmiştir ve şiiri yeniden Arapça – Farsça tamlamaları arasına sıkıştırılmıştır.
Makber şiirine kadar…
Makber isimli şiirini yazmadan önce yazdığı Sahra ve Paris hayatını anlattığı Belde isimli şiirleri lirizm açısından zayıftır.
Makber sonrası ölüm temleri
Makber şiirindeki lirizm ve ölüm temi Makber şiiri arkasına gelen iki şiirde daha devam etmiştir : Ölü (1885) ve Hacle ( 1885).
Ölüm temi ile gelen metafizik…
Ölü ve Hacle şiirinde dikkat edilmesi gereken iki nokta vardır. Birisi şiirin bel kemiğini oluşturan iki önemli öge vardır: Birincisi olmazsa olmaz ölüm karşısında duyulan elem, keder; ikincisiyse metafizik problemleri. Aslına bakarsak bu şiirdeki metafizik, ölüm acısından kaynaklanmaktadır ve bireyseldir. Bu düşünceler yüzünden kişi dengesiz ruh hallerine girer ki çağdaşları bu şiirlerindeki iniş çıkışlar yüzünden Hamid’e “tezadlar şairi” demişlerdir.
Hamid, sorgulamaya ve “aklı” en yüce hakikat olarak görmeye başlar. Lakin ölümün verdiği acıyı aklın sınırlarıyla aşamaz. Bu yüzdendir ki duygular da yavaş yavaş din dairesine girmeye başlar. Şiirlerde akılla keşfetmek için çıktığı yola, Tanrıyla döner. Tanrı’yı da hayal ederken bazan şeraite göre bazan de tasavvufa göre alır. Ziya Paşa ve Ekrem’de olduğu gibi o da metafiziği din çerçevesine bağlar. Nihayet aklın yetersizliğini kabul eden Hamid, diğer iki şair gibi “dinin kontrolü altındaki metafizik” fikrinde birleşir. Victor Hugo izinde giden bir metafizik olduğunu söyleyebiliriz.
Makber ile başlayan ölen sevgiliye ait fizik üstü düşünceler bu şiirde dengedeyken arkasından gelen Ölü şiiri, bu denge bozulur. Teraziyse metafizik fikirde ağır basar; artık bire ise acı yalnızca bu noktaya gelmek için kullanılan araç gibidir. Hacle ise ölü sevgilinin hatırasıyla yaşar. Artık Hamid, acısının hafiflediğini dile getirir âdeta. Şair artık fiziküstü öğelerden sıyrılmış, yaşama yeniden dönmüştür. Ama unutulmaması gereken şey ise tüm bu göz yaşının Fatma Hanım için dökülüyor olmasıdır.
Tanzimat döneminde serbest düşünüşe en fazla yaklaşan şairdir..
Bu serbest düşünüş kendisini Garam isimli eserinde gösterir. Garam, o kadar çok tepki almıştır ki dine aykırı bulunduğu için önceleri basılmamıştır bile. Burada hüzünlü bir aşk, mistik, gerçekçi ve maddeci ögelerle süslenir.
Hamid şiirindeki temler…
Hamid’in aslen kullandığı temler aynı R.Ekrem gibi “aşk” ve “tabiattır”. Divan edebiyatında muhayyel olan aşk, Hamid için duyusaldır. Yukarıdaki dört şirindeki aşk da gerçektir. Yine Divan şiirinde yalnızca bir motif olarak kullanılan doğa, Hamid için başlı başına bir temdir. Doğa temi üstüne düşünür, tahlil yapar ve en önemlisi onu duyar.
Hamid, sosyal temalı şiirler de yazmış ayrıca bu yüzden devlet dairesindeki görevinden dahi olmuştur bir süre. Yalnız metafizik teminde olduğu gibi sosyal düzensizliği eserlerinde bir sistemsizlik göze çarpar. Garam ve Bir Sefîlenin Hasbıhâli isimli eserinde sosyal düzensizlik işlenirken, İlham-ı Vatan’da vatan aşkı ilgi çeker. Yalnız Londra’da kaldığı vakitlerde Gayret dergisine ilettiği “Hyde Park’tan Geçerken” gibi şiirlerinde hürriyet ve doğa duygusu aynı anda işlenmiştir.
Hamid, bazen Paris gecelerini anlatan şiirler de kaleme almıştır; bunları manzume bazan de düzenli dizeler durumunda yazmıştır. Bizim işlediğimiz temler, onun şiirinin bel kemiğini oluşturan temlerdir. Bu bakımdan her bir şiirindeki temleri burda sıralama gereği duymadık.
II. Meşrutiyet’in ilânına kadar durgun bir sanat yaşamı geçirdiği vakitlerde “Ordu-yı Hümâyun’da Bir Şair” ve “Hediyye-i Sâl” gibi birkaç şiir dışında herhangi bir şiir neşretmemiştir.
Hamid ve Piyesleri
Abdülhak Hamid, en başından piyeslerinin sahnelenmek için yazılmadığını belirtmiştir. Aslında bu tiyatro geleneğine aykırı ve haddimiz olmayarak diyoruz yanlış bir düşüncedir. Çünkü oyunlarının hepsi dram olan Hamid, konuşma dilinden giderek uzaklaşmıştır. Shakespeare ve Corneille tesiri vardır; Victor Hugo lirizmi de baskındır. Yine de tiyatro, onun ısrar etmemesi gereken bir edebiyat türüdür. Ama gene de şunu söylemek gerekir ki Hamid tiyatrosuyla tiyatroda ilk kez bireysel konular işlenmiştir.
Karmaşa Ve Sistemsiz Bir Şair: Abdülhak Hamit Tarhan
Son olarak bildirmek gerekir ki Hamid, düzenli ve sistemi bir şair deyildir. O, hem Doğu’dan hem de Fransa’dan ve ayrıca bazen kendi oluşturduğu nazım şekillerden de katmıştır şiir dünyasına. İhtilalci bir ruh haline sahip olduğu ve belki de görevi gereği sürekli bir değişim içerisindedir; bu değişim de onu sistemsiz yapmıştır.
Bu sistemsizlik yalnızca nazım şekillerinde deyil aynı vakitde dilinde de vardır. Yeri gelir harika bir Türkçe kullanır, yeri gelir ağır bir dil altında ezilirdi sanatı.
Düşünce adamı olarak da karmaşıktı diyebiliriz. Yeri gelir orijinal konuları ele alır yeri gelir başı bozuk konuları baş tacı eder.
Onun şiirinin yalnızca Tanzimat dönemini etkilediği sanılmamalıdır. Kendi dönemini etkilediği kadar kendisinden sonra gelecek üç dönemi de etkilemiştir.
Son olarak şunu demeliyiz ki Hamid’in savrukluğu, düzensizliği onun şiirlerine renk katmıştır. Onu okunabilir en renkli şair yapmıştır. Şiirlerinin tesiriyle de denilir ki Hamid, Türk edebiyatının en iyi lirik şairlerindendir.
Eserleri
Şiir
Sahrâ (1897),
Dîvaneliklerim yahut Belde (1885),
Bunlar Odur (1885),
Makber (1885),
Ölü (1885),
Hacle (1885),
Kahbe yahut Bir Sefîlenin Hasbıhâli (1886),
Bâlâdan Bir Ses (1912),
Vâlidem (1913),
İlhâm-ı Vatan (1916),
Garam (1923).
* Eğik biçimde yazılanlar, şairin şiir kitaplarıdır. Diğerleriyse şiirleridir.
Tiyatro
Mâcerâ-yı Aşk (1873),
Sabr ü Sebat (1875),
İçli Kız (1875),
Duhter-i Hindû (1876),
Nesteren (1878),
Târık yahut Endülüs Fethi (1879),
Tezer yahut Melik Abdurrahmani’s-sâlis (1880),
Eşber (1880),
Bunlar Odur (1886),
Zeyneb (1909),
İlhan (1913),
Turhan (1916),
Finten (1916),
Abdullahüssagîr (1917),
İbni Mûsâ yahut Zâtü’l-cemâl (1917),
Sardanapal (1917),
Tayflar Geçidi (1917),
Nazife (1917),
Yâdigâr-ı Harb (1917),
Ruhlar (1922),
Garam ( 1923)
Yabancı Dostlar (1924),
Arzîler (1925),
Hâkan (1935).
Abdülhak Hamit Tarhan Kimdir? (Özet)
Abdülhak Hamit Tarhan (d. 2 Ocak 1852; Bebek, Beşiktaş ö. 12 Nisan 1937, İstanbul), Türk şair, oyun yazarı, diplomat. Abdülhak Hamit Tarhan , Bebek Köşk Kapısı’ndaki Mahalle Mektebi’nin arkasından bir müddet Rumelihisarı Rüştiyesi’ne devam etti, daha sonra evde özel dersler alarak yetişti. Abdülhak Hamit Tarhan ’ın bir çok meşhur şiiri aslında mensur olarak yazıya döktüğü tiyatro oyunlarında yer almaktadır. Nerde arayayım o dil rübayı Kimden sorayım bi nevayı. Şair, oyun yazarı Abdülhak Hamit Tarhan 2 Ocak 1852’de İstanbul’da doğdu. Abdülhak Hamit Tarhan 1871 senesinde Fatma Hanım’la evlendi. Edebiyat tr forumu ‘ Abdülhak Hamit Tarhan ‘ konusu. Abdülhak Hamit Tarhan Doğuyla Batı arasında bir köprü olabilecek kadar kuvvetli kültürü, zengin bir hayalgücü vardır. Abdülhak Hamit Tarhan (5 Şubat 1852 İstanbul 12 Nisan 1937 İstanbul) Türk şair ve oyun yazarıdır. Abdülhak Hamid TARHAN (1852 1937). Abdülhak Hamit Tarhan , 2 Ocak 1852‘de İstanbul’da doğdu. Dededen gelen asaletli bir ailenin çocuğu olan Abdülhak Hamit Tarhan ’nın dedesi Abdülhak Molla, II. Abdülhak Hamit Tarhan ’ın Okul Hayatı. Bebek’te köklü ve asaletli bir ailenin erkek çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Abdülhak Hamit Tarhan ’ın İş Hayatı. Abdülhak Hamit Tarhan 5 Şubat 1851’de İstanbul’da doğdu. Özel eğitim gördü. Abdülhak Hamid, Tanzimat sonrası tüm edebi ve siyasi devirleri yaşamış bir şairdir. Tarhan kaç yaşında, göz ve saç rengi nedir, Abdülhak Hamit Tarhan sevgilisi ya da eşi kimdir ? boyu Abdülhak Hamit Tarhan doğum tarihi: 02.Ocak.1852. 12.Nisan.1937.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Sadece Amerika Kıtası'nda Bulabileceğiniz 5 Doğal Güzellik - Böylesi Yok!
Sadece Amerika Kıtası'nda Bulabileceğiniz 5 Doğal Güzellik https://goo.gl/cqaHTs
Sadece Amerika Kıtası'nda Bulabileceğiniz 5 Doğal Güzellik
Amerika çağımızın en güçlü ülkelerinden. Ekonomisi karşılaştırma bile yapılamaz. Karşılıksız para basabilen tek ülkedir. Fırsatlar ülkesidir aynı zamanda. Çok uluslu bir yapıya sahiptir. Kuzey Avrupa dilleri dahil olmak üzere birçok dil konuşulunur. Teknoloji onu takip etmektedir. Dünyanın en büyük şirketlerini bünyesinde barındırır. Bu şirketler zaman zaman sıralamada yer değiştirse de ilk 5 şirket genellikle Amerikan şirketleridir. Ülkemizde en çok yatırımcı yine bu kıtadan gelmektedir. İngilizcenin uluslararası bir dil olmasını Amerika sağlamıştır. İngilizce tercüme istekleri bu sebepten dolayı aşmıştır. www.hedeftercume.com tüm dillerde tercüme isteklerinize cevap verir.
Amerikanın ünlü olduğu birçok şey vardır şehirlerinin her biri kendine özel dizayn edilmiştir. Tarihi eserlere pek rastlanmasa da kendi yaptıkları mimari eserlerle fark yaratmayı başarmışlardır. Bunların yanı sıra doğal güzellikleriyle de ön plana çıkmaktadır. Amerika da bir çok park koruma altına alınmıştır. Milli parklar konusunda tüm ülkeler arasında başı çeker.
İste size Amerikanın doğal güzelliklerinden en bilindik 5 tanesi.
1-Yosemite Ulusal Parkı
Kaliforniya eyaletindedir. her yıl 3,5 milyondan fazla insanın ziyaret ettiği bilinmektedir. Bir bilgisayar ortamında eşsiz bir doğa yaratmak isteseniz ulaşabileceğiniz en iyi standart Yosemite Milli Parkı’dır. Aynı zamanda Unesco tarafından dünya mirasları listesindedir. Yosemite Milli Parkı’nda irili ufaklı onlarca şelale bulunmaktadır. Özellikle dağcılar için önemli bir kamp alanıdır. Tenaya Mirror gibi birbirinden güzel göllere sahiptir.
2-Niagara Şelalesi
Dünyanın en çok su barındıran ve en uzun şelalesidir. Amerika ve Kanada sınırları içinde bulunur aynı zamanda bu iki ülke arasında Rainbow köprüsü ile geçiş yapılabilmektedir. Her yıl yaklaşık 20 milyon turist bu eşsiz manzaranın tadını çıkarmaya gelir. Aynı zamanda Nicola Tesla’nın kurduğu Hidroelektrik Santralleri sayesinde hem Kanada hem Amerika bu şelaleden elektrik elde etmektedir.
3-Sekoya Ulusal Parkı
4,321 Rakımlı Amerikanın en yüksek dağı olan Whitney Dağı bu ulusal parkın içinde bulunmaktadır. Adını parkın içindeki Sekoya ağaçlarından almıştır.Sekoya ağaçları Dünyanın en yaşlı ağaçlarından. Bu parkı mistik bir hale getirmekte ve her yıl 1 milyon turisti buraya çekmekte.
4-Grand Canyon
Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan bir diğer doğa harikası. Arizona eyaletinin en önemli simgelerinden. Dünyanın kaç yıl önce oluştuğu ve geçirdiği evreler hakkında detaylı bilgileri kaya katmanları sayesinde öğrenebilmekteyiz. Bölgede Amerikan dilleri konuşulmaktadır.
5-Yellowstone Ulusal Parkı
Dünyanın ve Amerikanın bilinen en eski ulusal parkıdır. Gayzerleri ile ünlüdür. 3 eyaletin sınırları içinde bulunur. Bembeyaz travertenleri ve renk cümbüşü içinde yaban hayatının buluştuğu yer.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Zayıflamak için önemli tavsiyeler - Böylesi Yok!
Zayıflamak için önemli tavsiyeler https://goo.gl/7qMpFE
Zayıflamak için önemli tavsiyeler
Zayıflamak için önemli tavsiyeler
Artık “Kilo nasıl verilir?” sorusunun cevabı hemen herkes tarafından biliniyor: Daha az kalori alırken daha fazla kalori yakarsanız, kilo verirsiniz. Ancak yine herkes bilir ki internet üzerinden paylaşılan şok diyet listeleri ve hızlı kilo verme programları, vaat edildiği kadar faydalı olmaz. Eğer siz de zayıflamak için ne yapması gerektiği noktasında kafa karışıklığı yaşayanlardansanız, aşağıdaki tavsiyelere kulak vermenizde fayda olabilir.
Arkadaşlarınızla zayıflayın
Facebook veya WhatsApp grupları üzerinden okulunuzdan, işyerinizden veya ailenizden insanlarla bir araya gelerek hep birlikte zayıflamak için birbirinizi motive edin. Böylece diyet listesinden daha zor kopar ve “Zayıflamak için ne yemeliyiz?” sorusunun cevabını hep birlikte arayabilirsiniz.
Bir iki lokma daha az yiyin
Zayıflamanın yolu öğün sayısını çoğaltıp porsiyonları küçültmekten geçiyor. Her öğlen tabağınıza aldığınız yiyeceği en az 3 yemek kaşığı daha azaltmayı başarırsanız, uzun vadede faydasını mutlaka görürsünüz. Üstelik bu küçük tasarruf önlemiyle günlük kalori alımınızı daha aşağı seviyelere çekebilmeniz de mümkün.
Bırakın mideniz guruldasın
Can sıkıntısı, gerginlik, stres, hayal kırıklığı veya alışkanlıklar bizi daha fazla yemek yemeye teşvik edebilir. Oysa tüm bunlar fiziksel değil, psikolojik etkenlerdir. Eğer vücudunuz gerçekten acıkırsa mideniz guruldayarak bunu size zaten haber verecektir. O halde bırakın, önce mideniz guruldasın. Daha sonra yemek yemeye başlayabilirsiniz.
Koklayın!
İlk bakışta aptalca gelebilir ama kesinlikle işe yarıyor. ABD’nin Chicago eyaletindeki Koku ve Tat Tedavi ve Araştırma Kuruluşu’nda görev yapan Doktor Alan R. Hirsch’in 3 bin gönüllüyle yaptığı araştırmaya göre insanlar besin maddelerini kokladıkça daha az acıkmış hissediyorlar. Siz de elma ve muz gibi güzel kokulu besinleri burnunuza yaklaştırarak beyninizi kandırabilirsiniz.
Yediğinizin hesabını tutun
Bilimsel araştırmalar, yediği yemeklerin günlüğünü tutan kişilerin yüzde 15 daha az yiyecek tükettiğini kanıtlamış bulunuyor. Her gün hangi öğünde ne yediğinizin hesabını yaparak siz de kendinizi daha az yemeye teşvik edebilirsiniz. Ayrıca diyet yaparken hafta sonlarına özellikle dikkat edin. North Carolina Üniversitesi’nden uzmanlar, diyet yapanların hafta sonu fazladan 115 kalori daha aldığını ortaya koymuş. Bu kalori miktarı kuşkusuz hafta sonu içilen alkolden ve yenilen yağlı yiyeceklerden geliyor.
Zayıflama yöntemleri konusunda daha ayrıntılı bilgiler için www.baskul.net web sayfasını ziyaret etmenizi öneririz.
Böylesi Yok!
0 notes
Text
Yemekler Ve Yemek Tarifleri - Böylesi Yok!
Yemekler Ve Yemek Tarifleri https://goo.gl/4yqa9s
Yemekler Ve Yemek Tarifleri
Yaşamımızı sürdürmek için gerekli olan en temek ihtiyaçlardan biri de yemek yemektir. Özellikler ev hanımlarının her gün “bugün ne pişireceğim” sorusuna cevapları çok yoktur. Değişik bir yemek isterler ve bunun için araştırma yaparlar ama gene de alışılan tatların dışına çıkmazlar. Değişik tatlar arayan kişiler araştırma sonuçları içinde bir şeyler bulabilirler. Erkeklerin de ilgisini çeken yemek yapımı gün geçtikçe yayılmaktadır. Bir bayan kadar leziz yemekler çıkaran erkekler de işlerinde ustadırlar. Yemek yapmak işi bir sanat ve bu sanatı elinin lezzeti olan kişilerden yemek daha da keyiflidir. Kişiler değişik tatlar ve lezzetler bulup yapsın diye yemek tarifleri kitabı ve ya internet üzerinden bulunabilecek birçok tarif vardır.
Bu tariflerin denenerek yapılması lezzet onaylı olarak bakılmaktadır. Ustaların onayından sonra geçen bu tarifler kullanıcıların seçimlerine sunulmaktadır. Sitemizde ve kitaplarda yer alan tarifler tatlı olarak ve ya yemek tarifi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgelere göre de ayrılan yemek tarifleri değişik tatlar sunulmasına imkân sağlamaktadır. Birçok ustanın deneyiminden geçen bu tatlar damak lezzetine onaylı olarak yapılmaktadır. Ev hanımlarının seçecekleri birçok etli ve ya sebzeli yemek tarifleri mevcuttur.
Her güne yeni yemekler yapmak, bildiğimiz malzemeler ile değişik tatlar sunmak bu tarifler sayesinde olmaktadır. Çalışan bayanların bu tarz yemek tariflerini araştırmaya çok zamanları yoktur. Daha çok tiramisu tarifi olarak seçenek aramaktadırlar. Detaylı olarak yemek yapmaya zaman bulamadıkları için pratik olarak geçiştirmek adına yemek yaparlar. Kişilerin çalışma günleri dışında olan boş zamanlarında ise daha ayrıntılı yemek yapma olasılığı yüksektir. O zaman bakacağı yemek tariflerinde zaman kısıtlaması olmadan rahatlıkla yemek yapılması mümkün olacaktır.
Bunun için yemek tarifleri sitemizde daha kolay ve açıklayıcı hem de daha kısa sürede hazırlayacakları tarifler bulunmaktadır. Et yemekleri ve ya sebze yemekleri olarak ayrılan gruplar yer alır. Etin nasıl ve ne kadar sürede pişeceği bilgiler dahilinde verilmektedir. Püf noktalar adı altında verilen bilgiler de mevcut olup bu ayrıntıların diğer yemeklerde de kullanılacağı önemli bir durumdur. Çünkü lezzetli yemeklerin püf noktaları ile lezzet kazanırlar. Her yemeğin pişirilme tarzı ve saati farklıdır. Bu sebepten dolayı verilen pişi nasıl yapılırsorusuna göre yemek yapılması ve bu detaylara uyulması lezzetli bir yemeğin başlangıcı olacaktır.
Daha çok kullandığımız malzemeleri farklı yemekler de kullandığımız zaman tatları değişik gelecektir. Kullanılan soslar ve özellikle baharatlar bu konuda değişik tatların oluşmasını sağlayacaktır. Vitamin içeren yiyecekler kişiyi zinde tutar ve gereken besini vücuda almış olmasını sağlar. Yemek tariflerinin çoğu bu mantıkla hazırlanır. Daha hafif ve az yağlı olarak sunulan yemekler mide rahatsızlığı ya da buna benzer durumlar ile karşılaşılmasını engeller. Özel misafirlerinize uygun leziz yemekler mevcut olup onlara şık bir sunum ile karşılaşmalarını sağlayabilirsiniz.
Böylesi Yok!
0 notes