iremdiler13-blog
iremdiler13-blog
İrem Diler
10 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Reflu
Aslında reflü genel manada bir organ içinde olması gereken sıvı içeriğinin başka bir bölgeye geçmesine verilen isimdir.Örneğin Mesane içerindeki idrarın yukarı idrar yollarına kaçmasına vezikoüretral reflü, mide içerisindekilerin yemek borusuna kaçmasına ise gaströzofageal reflü denir. Günümüzde toplumda her 5 kişiden birisinde gaströzofageal Reflü hastalığı görüldüğü için artık yaygın olarak reflü dendiği zaman bu hastalık akla gelmektedir. Yediğimiz gıdalar yemek borusu ile mideye ulaşır. Mide içeriğinde bulunan asit ve safra kapsamı normalde yemek borusuna kaçmaz. Yemek borusu ile midenin bileşim yerinde bir kapakçık sistemi bulunur. Bu sistemle yemek borusundan gıdaların geçişine müsaade edilirken , mide içeriğinin yemek borusuna kaçışı engellenir. Bu kapakçık sayesinde yemek borusunun asit ve safraya dayanıksız yemek borusunun iç döşemesi (çok katlı yassı epitel) tahrip olmaktan kurtulur. Aynı zamanda asit ve safra,boğaz (larynx) ve akciğerlere ulaşarak bu bölgelerde zararlı etki gösteremez.
Eğer bu kapakçık sistemi yetersizlik gösterirse mide içeriği yemek borusuna kaçar bu duruma gastro ezofageal reflü hastalığı denir.
Reflü Nasıl Oluşur?
İnsanlarda yemek borusu ile mide arasında geçişi düzenleyen çok kompleks bir kapak sistemi vardır.mide içerisinde bulunan gıdaların ve özellikle açlıkta asit ve safranın yemek borusuna kaçması bu şekilde önlenir. Reflü nün en önemli nedeni bu kapak sisteminin yetersiz olması veya halk arasında mide fıtığı olarak bilinen kapak sisteminin karın boşluğundan göğüs boşluğuna kayması sonucu görevini yetersiz yapması sonucu gelişir. Reflü hastalığında, mide asit yüksekliği yoktur. Normal hatta düşük asit düzeyinde bile yemek borusuna kaçan mide içeriği, yemek borusunda tahribat yapar. Reflü olması için mutlaka kapakçık yetmezliği olması şart değildir. Yemek borusuna ait hastalıklarda ve mide boşalma bozukluğu durumunda da reflü olabilir.
Hastalarda Hangi Şikayetler Vardır ?
Üst mide bölgesinden başlayan ve göğüs kafesinin orta hattı boyunca yayılabilen yanma en tipik şikayettir.Bunun nedeni mide içerisinde normalde bulunması gereken asit ve safranın buna dayanaksız yemek borusu iç döşemesine kaçması ile yaptığı hasardır.Yemeklerden sonra ekşime ve mide içeriğinin ağza doğru gelmesi ilerleyen zamanlarda ortaya çıkabilir. Mide içeriği gırtlak bölgesine geçmesi ile boğaz ağrısı, ses kısıklığı ve öksürük görülebilir.
Nedeni bulunamayan öksürüğü olan üç hastanın ikisinde reflü vardır.Yine Reflü ile astım hastalığı arasında bazı vakalarda sıkı bir ilişki vardır.Hastaların göğüs ağrısı nedeniyle kalp hastalığından şüphelenmesi ve kalp doktoruna gitmesi hatta anjiyo yapılması sık rastlanan bir durumdur. Kalp anjiyosu normal çıkan hastaların yarısında reflü hastalığı mevcuttur.
Hastalığın ilerleyen dönemlerinde geceleri mide içeriğinin solunum yollarına kaçması ile uykudan ani uyanmalar olabilir.Yapılan bilimsel çalışmalar kalp yetmezliği kadar reflü hastalığının insanın yaşam kalitesini bozduğunu ortaya koymaktadır.
Reflü Niçin Gündemde?
Tıp dünyası reflü hastalığını günümüzde gelişen tanı ve klinik muayene yöntemleri ile en yaygın hastalık olduğunu ortaya koymuştur.Ülkemizde de yapılan ön çalışmalar batı ülkelerinde olduğu gibi 5 kişiden birinde reflü olduğunu göstermektedir.Bu oranın sayısal göstergesi ülkemizde 10 milyona yakın reflü hastası olduğudur.Maalesef reflü hastalığı son yıllara kadar bazen doktorlarında kolayına geldiği için Gastrit teşhisinin gölgesinde kalmıştır.Nerdeyse herhangi bir tetkik yapılmadan mide bölgesinde rahatsızlığı olan herkese gastrit damgası vurulmakta.Aslında Gastrit mideden alınan dokunun mikroskopik incelemesi ile konulabilecek bir teşhistir.Ülkemizde 100 kişiden 70 de bulunan Helicobacter pylori mikrobu gastritin en sık görülen nedenidir.Şikayeti olmayan insanlarda H. pylori tespit edilse bile yok edici tedavilere gerek yoktur. Mide şikayeti olan ve H. pylori mevcut olan hastalarında antibiyotik tedavisi ile ancak %9 da şikayetleri geçer. Ülkemizde H.Pylori tedavisi gereksiz sıklıkta uygulanmakta ve bu hastaların çoğunluğuda reflü hastası olduğu için şikayetleri tekrarlamaktadır.
Reflü Hastalığının Tedavisi Nasıldır?
Reflü hastalarının az miktarda yemesi ve özellikle tok karına yatmamaları gerekiyor. Yağlı yemek, çiğ sebze meyve(özellikle domates soğan,narenciye),salçalı yemek, çay, kahve, asitli içecekler,sucuk,salam,sosis,mayalı hamur işleri ve özellikle alkolden uzak durmalı. Ağır sporlar yapmamalı, 30 derece eğimli yataklarda mümkün olduğunca sol tarafına dönük yatmalı. Gıda rejimlerinin , sosyal hayat tedbirlerinin hastalığın gidişinde önemli bir faydası olduğuna dair bilimsel kanıt yoktur…
Hastalığın tedavisinde en etkin ajan proton pompa inhibütörü olarak adlandırılan ilaçların kullanılmasıdır. Mide fıtığı olan veya yemek borusunda yara açılan reflü hastalarında bu ilaçların hayat boyu kullanması gerekebilir… Reflü hastalarının medikal ve cerrahi olmak üzere iki seçenekleri vardır. Medikal tedavide mide asit düzeğini düşüren Proton pompa inhibitöleri (omeprol, lansor, prosec, Nexium vs ) kullanılır. Reflüde neden kapakçık yetmezliği ise, mideden yemek borusuna kaçış medikal tedavi altındayken devam eder, fakat asit düzeyi düşük mide sıvısı kaçtığı için hastada yanma şikayeti olmaz ayrıca yemek borusundaki tahribatlar ortadan kalkar. Spor yapmak, sıkı elbise giymek reflüyü artırır.
İlaç tedavisi altında olan hastaların kapak yetmezliği ile orantılı olarak tedavinin kesilmesinden sonra şikayetleri tekrarlar.
Bunun ana nedeni PPI grubu ilaçların hastalığın ana nedeni olan kapakçık sistemini düzeltici etkileri olmaması, ilaç alındığı sürece asit düzeyini düşürerek hastayı rahatlatmasıdır. Hastalığın ana nedeni olan kapakçık sistemi düzeltilmediği sürece hastaların bir grubu hayat boyu ilaç kullanmak zorundadır.
Sürekli ilaç (PPI) kullanmanın yan etkisi varmıdır?
İlacın genel manada tanımı: faydası zararından daha fazla olan etkin maddedir.Sürekli PPI kullanılarak asit olması gereken mide suyunun bu özelliği ortadan kaldırılmaktadır.Bazı bilimsel çalışmalar PPI sürekli alındığında midenin asit ortamı ortadan kalktığı için kalsiyum emiliminin bozulduğunu ve buna bağlı kemik erimesi ve kalça kırığı riskinin ortaya çıktığını göstermektedir.Yine özellikle yaşlı hastalarda sık akciğer enfeksiyonu gelişimine neden olduğu iddia edilmektedir.
Reflü Teşhisi Nasıl Konur?
Endoskopik muayene ile yemek borusunun içi, mide ve yemek borusu bileşkesi doğrudan görerek değerlendirilir. Endoskopide yemek borusunda mideden gelen asit ve safranın açtığı yaralar, ülserler görülebilir. Bazı reflü vakalarında hastanın şikayeti olmasına rağmen Endoskopik bulgular yetersiz olabilir bu tür vakalarda yemek borusunun 24 saat boyunca asit ölçümü yapan kateterle değerlendirilmesi gerekebilir. Reflü hastaları şikayetleri nedeniyle Kulak burun boğaz, Göğüs hastalıkları ve Kardiyoloji (kalp hastalıkları) bölümlerine başvurabilirler.
Reflüde Kalıcı Tedavi Nasıldır?
Reflü hastalığının bugün için uzak dönem sonuçları bilinen kalıcı tek tedavi yöntemi Laparoskopik cerrahidir.Hastalarda yemek borusunda yara açıldığında, mide fıtığı endoskopi ile teşhis edildiğinde ve kapak yetmezliği vakalarında hastanın ömür boyu ilaç içmesi gerekebilir.Özellikle bu konumda olan hastalarda Laparoskopik cerrahi kalıcı şifa sağlayan, hastayı sürekli ilaç kullanımından kurtaran ve yaşam kalitesini arttıran bir seçenektir.
ABD’de laparoskopik reflü cerrahisi safra kesesinden ve şişmanlık ameliyalarından sonra üçüncü sıklıkla yapılan operasyondur.
Laparoskopik cerrahi sonrası hasta bir gün hastanede kalır,ertesi gün ağızdan beslenir. Hastaların ameliyat sonrasında yaptığı gıda rejimlerine ve sosyal tedbirlere gerek kalmaz.Konu ile ilgili tecrübeli cerrahların ameliyatları sonrasında uzun dönemde %90 üzerinde başarı vardır..
Reflü de Kanser Gelişirmi?
Reflü hastalığı ile yemek borusunun alt uç kanserleri arasında ilişki vardır. Fakat kanser gelişme olasılığı son derece düşüktür ve bazı öncül bulgulardan sonra orta yere çıkar. Mide içerisinden yemek borusuna sürekli olarak kaçan asit ve özellikle safra yemek borusunun iç döşemesinde değişikliğe yol açar.
Yemek borusunun hücreleri asit ve safranın yaptığı tahribattan korunmak için midenin asit ve safraya dayanıklı hücreleri gibi olmaya çalışır ve onları taklit eder. Bu taklit hücrelere “Barret” denir. Barret hücrelerinde değişiklikler sonrası kanser öncesi “displazi” hücreleri ortaya çıkar. Reflü hastalarının ’ da Barret ozefagus gelişir.
Bu hastaların da %3-7’de displazi gelişimi görülebilir. Barret ozefagus olan hastalardan biyopsi ile yıllık veya en azından 3 yılda bir takibi gerekir. Sürekli ilaç kullanımı Barret ozefagusu olan vakalarda kanser gelişimini 0 oranında engellemez. Bunun en önemli nedeni ilaç tedavisi ile asit kaçışının önlenmesine karşın safra ile temasın engellenememesidir. Cerrahi tedavi hem asit hem de safranın mideden yemek borusuna kaçışını engelleyerek daha koruyucu bir tedavi sağlar.
Laparoskopik cerrahi kime önerilir ?
Mide reflüsünde laparoskopik cerrahi, sürekli ilaç içmek zorunda kalanlar, ilacı kestiğinde şikayeti tekrarlayanlar, ilaca rağmen yemek borusundaki yaraları geçmeyenler ya da yemek borusundaki yaralar ilaç kesildikten hemen sonra tekrar açılanlar, yemek borusunda kanamaya neden olan yaraları olanlar, yemek borusunda ileri safhada hücresel değişiklik gelişenlere özellikle de genç yaş grubunda olanlara önerilir.Ayrıca bulantı hissi, sürekli öksürük ve ses kısıklığında laparoskopik cerrahi tedavi etkindir.
Cerrahi Sonrası Nüks Görülür Mü?
Laparoskopik cerrahide başarıyı sağlayan en önemli faktör cerrahın tecrübesidir. 200 VAKA YAPAN VE HER YIL 50 reflü cerrahisi gerçekleştiren bir cerrah tecrübeli kabul edilir.Tecrübeli cerrahlarda 10 yıllık nüks oranı özellikle yama yönteminin de gelişmesi ile %5 in altına düşmüştür.Dolalayısı ile günümüzde reflü cerrahisinin nüksü önemli bir sorun değildir.
Cerrahi sonrası nüks tecrübeli cerrahların serisinde %5 ‘den azdır. Şikayetleri nedeniyle ameliyat sonrası asit düşürücü ilaç kullanan hastaların büyük kısmında aslında reflü yoktur. Bu hastalar sindirimini rahatlatmak veya ,dispepsi nedeniyle kontrolsüz ilaç kullananlardır. Son yıllarda yanma (polipropilen greft) kullanımı ile nüks oranı daha da azalmıştır. Nüksün en önemli nedeni geçirilen şiddetli travmalar ve emeliyat sonrası erken dönemde zorlayıcı kusmalardır. Yama konulan hastalarda bu durumlarda da nüks ihtimali ortadan kaldırılır. 1611 vakalık reflü operasyon serimizde nüks oranımız % 3.2 dir
Stretta ve Endoplikasyonun(Ağızdan Girilerek Endoskopla Dikiş Koymak) Tedavideki Yeri Nedir?
Bu yöntemler sürekli ilaç kullanmak zorunda kalan hastalar için geliştirilmiş ameliyatsız tedavilerdir.Bunlar her reflü hastasına uygulanamaz. Sadece 3 cm den küçük kapak yetmezliği olan vakarla uygulanabilir. Buda cerrahiye aday hastaları sadece %30 u demektir. Başarı oranları sadece bu grup hasta içinde %60 dır. Stretta kapak bölgesini radyofrekanla ısıtmaya ve bu bölgeyi daraltmaya yönelik bir işlemdir. Şu anda üretimi durdurulmuştur. Endoplikasyon ağızdan endoskopla girilerek kapak bölgesine dikiş le daralmayı sağlar. Sınırlı sayıda hastaya uygulanmış uzun dönem sonuçları olmayan genelde %50-60 oranında başarısı olan bir yöntemdir.
Reflüde Yeni Endoskopik Tedavi Yöntemi:öZofix
Gaströzofageal reflü hastalığı toplumda her 5 kişiden birinde görülebiliyor.Hastalık yemek borusu ile mide arasındaki kapak sisteminin değişik biçimlerde ve derecelerde bozukluğu ile hafif , orta veya ağır formda seyredebiliyor. Reflünün ilaçla tedavisinde kapak bozukluğu olanlara kalıcı bir tedavi sağlamak mümkün olmuyor. İlaçlar içildiği sürece mide içerisindeki asit düzeyini azaltıyor,kapak bozukluğu olanlarda mide içeriği yine yemek borusuna kaçıyor fakat asit olmadığı için yemek borusu üzerindeki yanma ve ağrı hissi ortadan kalkıyor.Bu gruptaki reflü hastalarının %30 sürekli ömür boyu ilaç içmek zorunda kalıyor.Sürekli ilaç kullanmanın yan etkileri ve maliyet problemleri düşünüldüğünde , kalıcı tedavi sağlayan laparoskopik reflü cerrahisi tek alternatif olarak kalıyor.
Günümüzde tecrübeli merkezlerde laparoskopik cerrahi %90 üzerinde başarılı sonuç alınabiliyor.İlaca bağlı hasta sayısının çokluğu göz önüne alındığında , ameliyatsız kalıcı tedavi arayışlarına tıp endüstrisi büyük yatırımlar yapmakta.
Daha önce geliştirilen stretta ve Endoplikatör tedavilerinden uzun dönemde iyi sonuçlar alınmaması ve bu cihazların üretimlerinin durdurulması söz konusu.
Belçika ve Amerika lı Gastroenterologlar ile cerrahların ortak çalışmasıyla geliştirilen özofix aleti daha önceki endoskopik (ameliyatsız,ağızdan girilerek) tedavilerden daha farklı bir yöntem.
Özofix ağızdan endoskopla birlikte mide içersine sokuluyor. Aletin uç kısmında bükülebilme ve dışardan idare edilerek dikiş atma özelliği mevcut. Cerrahi olarak yapılan ve reflüyü önleyici bariyer fundoplikasyon bu aletle endoskopik olarak yapılabilmekte.
İşlem yaklaşık 45 dakika sürmekte hasta aynı gün yada ertesi gün taburcu edilmektedir.
Biryıllık uzun dönem sonuçları %70 hastanın sürekli ilaç kullanmaktan kurtulduğunu göstermekte.Özofix yöntemini seçilmiş hastalara uyguluyoruz. Büyük mide fıtığı olanlar ve ileri derecede yemek borusunda kimyasal yanık (özofajit) olanlara bu yöntem uygulanmıyor.Özofix yöntemi cerrahiden korkan ve kalıcı bir tedavi arayışı olan hastalar için şu an etkin yöntem olarak gözüküyor.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Jinekoloji
Kadınlarda 21 günden daha kısa veya 35 günden daha uzun süren adet dönemleri, adet düzensizliği olarak tanımlanmaktadır. Adet kanamasının miktarının fazla, kanama süresinin uzun olması, iki adet dönemi arasında leke şeklinde kanama görülmesi durumlarında doktora danışılması gerekmektedir. İlk defa görülen adet kanamasından menopoz sürecine kadar, üremeyle ilintili hormonal değişiklikler ve adet kanamasıyla sonuçlanan dönemlik değişimlermensturel periyod olarak adlandırılmaktadır. Adet kanamasının ilk günü bu periyodun başlangıcıdır. Bu periyod yaklaşık 28 günde bir tekrar etmektedir. İlk adet kanamasından sonra gelen 12-18 aylık zaman zarfında adetlerdeki düzensizlik normal görülmektedir. Jinekoloji Normal bir adet kanamasını oluşturan 4 sebep vardır; Hipotalamus, hipofiz, yumurtalık ve rahimdir. Bunların herhangi birinde oluşacak problem adet düzensizliğine yol açmaktadır
Stres:
Kişinin kilosundaki ani değişimler, yetersiz ve dengesiz beslenme düzeni, beslenme, egzersiz yapmama ya da bir anda ağır bir egzersiz programına girme, kaygı, çeşitli hastalıklar, uzun seyahatler ve kişinin günlük hayatını etkileyebilecek değişiklikler vücutta strese yol açtığı için adet düzensizliğine sebep olabilmektedir.
Doğum Kontrol Hapları:
Doğum kontrol haplarının birçoğunun muhtevasında östrojen ve progestin hormonları vardır. Bu haplar yumurtalıkların yumurta üretmesine engel olarak gebeliği önlemektedir. Doğum kontrol haplarını kullanmak, kullanmayı bırakmak adet düzensizliğine sebep olabilmektedir. Doğum kontrol hapı kullanımının bırakılmasından sonra adet düzeninin normale dönmesi 3-6 ay arasında değişiklik gösterebilmektedir. Jinekoloji Muhtevasında sadece progestin hormonu içeren doğum kontrol haplarını kullananlar adet periyodları arasında kanamayla karşı karşıya gelebilmektedirler.
Uterin Polipler, Myomlar:
Rahimde oluşan polipler, rahmin iç tabakasındaki zararsız küçük oluşumlar olarak tanımlanmaktadır. Myomlar da rahim duvarının katmanlarında görülen tümörler olarak adlandırılır. Genellikle 0.5 mm ile 10-15 cm’ye kadar boyutları görülebilmektedir. Myomlar genellikle iyi huylu tümörlerdir. Fakat şiddetli kanama ve ağrıya sebep olabilmektedirler. Miyomun büyüklüğüne bağlı mesane ve makatta baskı olabilmektedir.
Endometriozis:
Rahmi çevreleyen ve her adet periyodunda kanama ile atılan endometriyal doku, rahim dışında büyümeye başlarsa endometriozisolarak adlandırılır. Endometriyal doku, yumurtalık, sindirim sistemi, rektum ve rahim arasındaki bölgede, bağırsak, fallop tüpleri ile bu bölgedeki diğer organlar üstünde büyüyebilmektedir. Adet düzensizliği, kramp, cinsel ilişkide ağrı, jinekoloji anormal derecede kanama, adet öncesi ve sonrasında ağrılar endomeriozis belirtilerindendir.
İltihaplı Pelvik Rahatsızlık:
iltihaplı pelvik bakteriyel bir enfeksiyon sonucu gelişir. Kadın üreme sistemini olumsuz yönde etkiler. Cinsel temas ile vajinadan giren bakteriler, rahim ve üst genital sisteme kadar yayılma yapabilirler.Jinekoloji Bu bakterilerin doğum, kürtaj ve düşük operasyonları sırasında üreme organlarına bulaşma ihtimali vardır. Adette düzensizlikler, vajina bölgesinde kötü koku, vajinal akıntı, ateş, bulantı, kusma, ishal, leğen kemiği ve alt karın bölgesinde ağrı belirtiler arasındadır.
Polikistik Yumurtalık:
Yumurtalıkların normalden fazla erkeklik hormonu üretmesi sonucunda kistlerin oluştuğu gözlemlenebilmektedir. Yüksek miktardaki erkeklik hormonu yumurtaların olgunlaşmasına engel olur ve Jinekoloji sonucunda yumurta atılımı gerçekleşemez. Genellikle bu durum obezite, kısırlık, aşırı kıllanma ile bağlantı göstermektedir.
Prematüre Yumurtalık Yetmezliği:
Genel olarak 40 yaş altındaki yumurtalık fonksiyonlarında aksama olan kadınlarda rastlanılan bir durumdur. Adet kanamalarında düzensizlik görülebilmektedir. Bazı hastalarda adet kanamasının tamamen kesildiği gözlemlenmiştir. Kalıtsal olduğu gibi kemoterapi ve radyasyon tedavileri ve stres sebebiyle de görülebilmektedir.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Gebelik
Hamile olduğunuzu öğrenmenizle birlikte, aklınıza takılan ilk sorular genellikle "Şu anda karnımın içerisinde neler oluyor, bebeğim hangi boyutta?" ve "Bebeğim acaba ne zaman doğacak" soruları olur.
Öncelikle tebrikler. Çok heyecanlı ve keyifli bir serüvende yol almaya başladınız. Hamilelik yolculuğunuzda, size hafta hafta hangi aşamalardan geçeceğinizi anlatan bir rehber sunuyoruz.
Kadın doğum uzmanları, gebelik takvimlerini hesaplarken sanılanın aksine döllenme tarihini değil, son adet tarihinin başlangıç gününü baz alır. Döllenme tarihi ise, genellikle son adet (menstrual dönem) tarihinden yaklaşık 15 gün sonrasıdır.
Her ne kadar yakınlarımızla konuşurken "Bebeğin kaç aylık" sorusuyla sıklıkla karşılaşsak da, tıbbi anlamda gebelik takvimi oluşturulurken yapılan hesaplamalar, ay hesabına göre değil hafta hesabına göre yapılır. Doğum ise genellikle 38. ve 42. haftalar arasında gerçekleşir.
Size sunacağımız takvim, yaklaşık bir tahmindir. Doğumların yalnızca yaklaşık %5'i tam olarak tahmin edilen tarihlerde gerçekleşmektedir. Çoğu doğum gebelik takviminde tahmin edilenden bir hafta önce veya sonra gerçekleşebilmektedir. Her hamilelik kendine özeldir, ve bebeğiniz ne zaman hazır ise o zaman size gelecektir.
Öte yandan, şunları da unutmamak gerekir ki
Adetlerin düzensiz görülmesi,
Tüp bebek tedavisi ile hamile kalınması,
Ovülasyon tarihinin gecikmesi,
Son adetin başlangıç tarihinin yanlış hatırlanması
gibi durumlar, anne adaylarının hamilelik haftalarında sapmalara neden olabilmektedir.
Bu gibi durumlarda en doğru olanı, kadın doğum uzmanınızın ultrason ölçümleri gerçekleştirmek suretiyle hamilelik haftasını tespit etmesi olacaktır. Doktorunuz, her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak için genellikle randevularınızda idrar testi, kan testi, ve smear testi isteyebilecektir.
Ayrıca,
Ceninlerin kalp atışlarının ilk duyulduğu tarih (ki genelde 9. ila 12. hafta arası gerçekleşir),
Bebeğinizin hareketlerini ilk hissettiğiniz tarih (ki bu da genelde 16. ila 22. hafta arası gerçekleşir),
Doktorunuz tarafından gerçekleştirilen dip / uterus ölçümleri, ve dibin göbeğe ulaşma tarihi (bu yaklaşık 20. haftada gerçekleşir),
hamilelik takviminizin ne derece gerçeğe yakın olduğu hakkında size önemli ipuçları verecektir.
Sizlere sağlıklı ve mutlu bir hamilelik temenni ediyor, bu keyifli yolculuğunuzun sonunda bebeğinizi sağlıklı bir şekilde kucağınıza almanızı diliyoruz.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Wilms Tumoru
Wilms tümörü çoçuklarda görülen nadiren yetişkinlerde görülebilen bir çeşit böbrek kanseri tümörüdürWilms tümörünün oluşma nedenleri günümüze kadar henüz tam bilinmemektedir.Wilms tümörü nün kötü tarafı çok çabuk büyüyor olmasıdır.Aynı zamanda kardeş tümörü dediğimiz (meteztaz) eğilimine sahip bir tümördür.Meteztazlar özellikle böbrek çevresindeki lenf düğümleri içine özellikle böbrek çevresindeki lenf düğümleri içine akciğer ve karaciğer de görülmektedir.
Wilms tümörünün en sık ve fark edilir belirtisi cilt altında kolaylıkla hissedilebien mide bölgesinde kitle yada yumrudur.Wilms tümörünün en nadir görülen belirtileri ise idrardan kan gelmesi, şiddetli karın ağrısı, yüksek kan basıncı ve yüksek ateştir.Wilms tümörü tedavisinde genellikle cerrahi ve kemoterapiyle birlikte uygulanır.Hastalık genellikle bir böbreği etkiler.Ama çocuklarda nadiren iki böbrekte de görülebilir.Eğer tümör çok büyükse yada diğer organlara yayıldıysa ameliyattan önce tümörü küçültmek gerekir.Tanı sırasında hastanın hangi hastalık evresinde bulunduğu seçilecek tedavi stratejisinin belirlenmesinde önemli bir kriterdir. Bu durumda radyoterapi veya kemoterapi uygulanabilir.
Wilms tümörlü çocuk ve gençlerde iyileşme belirtisi çok yüksektir.Wilms tümörü nde üç tip tedavi uygulanır.Cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi. Seçilecek olan terapi çocuğunuzun yaşına ve hastalığının yayılımına bağlıdır. Wilms tümörü ne kadar daha az kötü huylu ise ve erken teşhis edilebilirse, iyileşme şansı o kadar yüksektir. Eğer tümör preoperatif kemoterapiyle tamamen gelişirse veya operasyonla tamamen alınırsa %80 oranında iyileşme görülür.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Vajinismus
Vajinismus, kadınlarda görülen cinsel ilişki problemidir. Son yıllarda artık kesin olarak tedavi edilebilmektedir. Vajismus tedavileri eskiden olduğu gibi aylarca yıllarca değil, yalnızca birkaç gün içinde son bulmaktadır.Vajinismus kadınların cinsel ilişkiye girememe sebeplerinin başında gelmektedir. Vajinismuskadınlarda ilk gece korkusu olarak da tarif edilir.
Kadında cinsel ilişkinin olduğu anatomik bölgeye "vajen (vajina)" adı verilmektedir.Vajinismus ise; cinsel birleşme sırasında kadının vajen kaslarını istemsiz bir şekilde kasması sonucunda cinsel birleşmenin olmamasıdır.Ülkemizde 10 kadından 2 si bu sorunla karşılaşmaktadır. Vajinismus hastalarında kasılmalar sadece vajinal bölgede değil aynı zamanda karın, bel, sırt, bacak gibi vücudun başka bölgelerindeki kaslarda da görülebilmektedir.Bazı hastalarda ise kasılmalar tüm vücuda yayılmaksızın yalnızca vajinada gerçekleşmektedir.Bu durum da cinsel ilişkiyi olanaksız kılmaktadır.
Gün içinde vucutta çoğunlukla kas ağrıları görülebilmektedir. Kas ağrılarının yaygın olması vajinismus hastalığının şiddetli olduğunu gösterir.Çoğu zaman cinsel ilişkiye girerken ağrı olmasından çok "sanki ağrı olacakmış" gibi bir his vardır.Vajinismus belirtileri şunlardır; Cinsel ilişkinin ağrılı veya acılı bir şekilde gerçekleşmesi, jinekolojik muayene olamama.Kişilerde görülen tüm bu bulgular vajinismus belirtileri arasındadır.Vajinanın kasılması cinsel sorun olmaktan çıkarak bir “evlilik problemine” dönüşebilmektedir.cinsel sorun olmaktan çıkarak bir “evlilik problemine” dönüşebilmektedir.Vajinismus hastalığını yaşayan kadınların bazıları hala bakiredir.Ailelerdeki cinsel problemler giderilmediği sürece ailede bir takım sorunlar ortaya çıkmaktadır.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Hidronefroz
Hidronefroz olarak  bilinen böbrek büyümesinde erken tanı çok önemlidir. Böbrek tedavisinin tedavisine geç başlandığında böbrekte kalıcı hasarlar çıkmaktadır.
Hidronefrozun nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz;
İdrarın böbrekte birikmesiyle gelişen böbrek büyümesi idrarın dışarı atılması esnasında tıkanıklık ve idrarın böbrekten çıkışını engellenecektir. Böbreğin büyümesine sebep olan tıkanıklık, idrarın böbrekten boşalamamasına ve böbreğin büyümesine neden olacaktır.
Bu tıkanıklığı şunlar neden olmaktadır;
İdrar yollarında tümör
Üreter kıvrılmaları
Gebelik
Prostat hipertrofsi
Taş
Hidronefrozun belirtileri olarak şunlar gösterilir;
Böbrek enfeksiyonları
Bulantı,kusma,keyifsizlik,ateş
Böbrek yerinde bel ağrıları
Kilo kaybı
Karında şişlik
İdrar sırasında ağrı
Hidronefrozun tedavisinde erken tanı oldukça önemlidir. Gelişen tıp dünyasında artık anne karnında da doğumsal anomaliler tespit edilebilmektedir. Bu aşamada hafif böbrek büyümeleri kolay tedavi edilmektedir. Tedavide böbrek büyümesine neden olan etken bulunup tedavi edilmelidir.
Erken tanı ile teşhis olmadığı durumlarda tıkanıklık artarak böbreğin bozulmasına neden olur ve böbreğin alınması gerekebilir.
Bu rahatsızlığa böbrekler idrar birikmesi hastalığı da denilmektedir.
Hidronefroz iki şekilde meydana gelmektedir.
Doğuştan ve sonradan gelişen olmak üzere ikiye ayrılır. Doğuştan olan hidronefroz hastalığında anne karnındaböbrek ve pelvis sırasında yaşanan aksaklıklardan ötürü meydana gelmiştir. Sonradan gelişen hidronefroz da ise böbreklerde ve idrar yollarında meydana gelen hasarlar sonucu oluşur.
Hastalığın nedenleri tespit edilip o nedenin tedavi edilmesi gerekmektedir. En son çözüm ise böbreğin alınmasıdır.
Çocuklarımızın sağlığına özenmeli ve doğru hekim sayesinde doğru tedavi edilmeleri sağlanmalıdır.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
İdrar Kacirma
Çocuklarımızda idrar kontrolünün sağlanamaması ya da tekrarlayan idrar enfeksiyonları genel anlamıyla ürolojik sorunlar neden olabilmektedir.
İdrar kaçırma gibi sorunlarda uzman bir hekime çocuğunuz için başvurmanız oldukça önemlidir.
Şu durumlarda hekime danışmanız oldukça önemlidir;
5 yaş ve sonrasından gece uyurken idrar kaçırma
Çocuğunuzun çişini uzun süre boyunca tutması( günde 1 ya da 2 kez yapması)
Tuvalete hep koşarak gidip yetişemeyip idrar kaçırması
İç çamaşırının devamlı ıslak olması, devamlı damlatarak idrar yapması
Kabızlık sorunu yaşaması
İdrar yolu enfeksiyonunun sürekli ateşli geçirmesi ve tekrarlaması
Gece idrar kaçırması genel olarak sadece psikolojik değildir. Doğru zamanda ürolojik muayenin yapılmaması ikinci bir psikolojik travmaya neden olabilmektedir.
Çocuklarda idrar kaçırması tedavisinde ilk aşama bazı testlerin yapılmasıdır. Bu testler sonucu gerekli tanı koyularak tedavi uygulanır.
İdrar kaçırma sorunu göz ardı edildiğinde çocuklarda özgüven sorunları yaşanabilmektedir. Bu gibi sorunların doğmaması için belirtiler gözlemlendiğinde doktora görünmeniz önemlidir.
İdrar kaçırması ciddi hastalıkların da belirtisi olabilmektedir. Bu hastalıklar şunlar olabilir;
Böbrek yetmezliği
Hormonal bozukluklar
İdrar yolu iltihapları
Sinir sistemi hastalıkları
Şeker hastalığı
Mesane çalışması bozukluğu
İdrar kaçırma tedavisinde ilaç kullanımı 8 yaş ve sonrası çocuklar için önerilmektedir. Bu durum mesanegelişimindeki gecikmeden de kaynaklanabilmektedir. İdrar kaçırmanın yaşla sıklığı azalır.
Ankara Üniversitesi öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Aydın Yağmurlu, Ankara’da hastalarını tedavi etmektedir. Çocuk cerrahisi konusunda uzmanlaşanAydın Yağmurlu , çocuğunuzun sağlığı için en doğru tanı ve tedaviyi uygulyacaktır.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Ankara Cene Cerrahi
Ankara Çene Cerrahi, Ağız içerisindeki dil, yanak, dudak, tükürük bezleri gibi yumuşak dokuların dişlerin, çene ekleminin ve çeneyle ilgili her türlü rahatsızlığın teşhisi ve cerrahi tedavisi ağız, diş ve çene cerrahisinin kapsamı içerisine girmektedir.
Ağız, diş, çene cerrahisi;
Ağız içerisinde yer alan yumuşak ve sert dokularda gelişen kistik ve tümöral patolojilerin tedavisi
Diş ve çene kırıklıkları
Sürmüş veya gömük kalmış dişlerin çıkartılması veya sürdürülmesi
Protez yapımına yardımcı olmak
İmplant cerrahisi tedavi alanını kapsamaktadır.
çene cerrahisi ;ağız, diş ve çene bölgelerindeki yumuşak ve sert dokulardaki hastalıkları, yaralanmaları, gelişimsel rahatsızlıkları tanımlayan, bunlar sonucunda oluşmuş fonksiyon ve estetik bozuklukların medikal ve cerrahi tedavisini gerçekleştiren çalışma alanıdır.
ankara çene cerrahi
Ayrıca ağız içindeki bulguların teşhisi, tedavisi ve kontrolleri de yapılmaktadır.
Diş hekimliğinden sonra uzmanlık gerektiren bir dal olan ağız, diş, çene cerrahisi ile ilgili müdahaleler alanında uzman bir hekim tarafından yapılmaktadır.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Ankara implant
Diş kayıplarında birkaç tedavi yöntemi vardır. Diş kaybı kimsenin isteyeceği bir olay değildir. Bu tedavi yöntemlerinden birisi de ankara implant lardır.
21. yüzyılda diş hekimliğinin en önemli gelişmelerinden olan implantlar, doğal dişlerin estetiğini sağlayan en iyi alternatiflerdendir.
Geleneksel kaplama ve proteze göre iyi konuşma ve çiğneme fonksiyonu sağlayan implantlar yüzde doğal bir görünüm sağlamaktadır.
Titanyumdan yapılan çene kemiğine yerleştirilen vida şeklindeki yapay köklere ankara implant denilmektedir.
Bir ve birden çok diş eksikliğinde doğal görünümlü resterasyon amacıyla kulllanılan ankara implant ların başarı oranı ankara implant ın uygulandığı bölgeye göre değişmektedir.
ankara implant tedavisi uygulanacak bölgede yeterli kemik doku bulunması önemlidir. Bu uygulama tek ve birkaç diş eksikliğinde değil aynı zamanda tüm dişlerkini kaybeden bireylerde de uygulanmaktadır.
Günümüzde ankara implant gittikçe yaygınlaşan ve parsiyel protezlere veya geleneksel köprü tercih edilmektedir.
Diş kaybı veya tüm dişlerde eksiklikte ankara implant lar en iyi tedavi şekli olabilmektedir.  Köprü restorasyonu veya parsiyel protez kullanmakankara implant tedavisi için de tercih sebeplerindendir.
Bu işlem lokal anestezi altında gerçekleştirilmektedir. Yeterli uygun kemik doku varlığı olduğunda başarılı sonuçlar elde edilmektedir.
Kemik grefti kullanımı da gerekli olabilmektedir.
implantlar sayesinde çene kemiğindeki erimede durdurulmaktadır.
implant
ların faydalarını şu şekilde sıralayabiliriz;
İmplantlar hayat keltesini artırmaktadır.
Dişinizde çiğnemeyi artırarak sağlıklı ve dengeli beslenmenizi sağlamaktadır.
Mevcut kemik yapınnızı koruyarak kemik erimesini durmasını sağlar.
Konuşmanızın düzelmesine sebep olurken aynı zamanda ağız kokunuzu azaltmaktadır.
Kendinizi daha genç hisseder ve kendinize olan güveniniz artar. Mutlu sosyal hayata sahip olursunuz.
ankara implant tedavisi diğer tedavi alternatiflerine ölçütle ucuz bir tedavi yöntemi değildir. implant ekipleri yüksek maliyetli malzemelerdir.
Profesyonelce yapılan ankara implant tedavisinde doktor ve yardımcı personelin zaman ve emek vermesi gerekmektir.
Doğru tedavi, doğru hekimle mümkün olabilmektedir.
0 notes
iremdiler13-blog · 9 years ago
Text
Meme Kanseri
Bu yazımda sizlerle paylaşımım biraz daha özel olsun istedim. Hayatımızın olmazsa olmazlarından, biz erkeklerin dayanağı, destekçisi, varolma nedeni kadınlarımızı daha fazla ilgilendiren bir konuyu işleyelim istiyorum.
Kadınlarımızın korkulu rüyası olmasına karşın, bu yönüyle hayat kurtarıcı özellik kazanan meme kanseri bu yazıdaki konumuz. Bu cümlenin anlamı ile yazıma başlamak istiyorum. Kadınlarımız,meme kanseri korkusu içinde doğruyu bularak düzenli kontrole gidiyorlar ve bu sayede olası bir kanser durumunda erken tanı konulması ve normal yaşam sürelerini sürdürebilme şansını yakalıyorlar.
Hem kadın hem erkekte görülebilen meme kanseri % 8’ lik oranıyla kadınların en sık yakalandığı kanserdir.
Meme, kadınlarda süt bezleri ve bu bezlerdeki sütü meme başına taşıyan kanallardan oluşan sekonder seks karakteri olan bir organdır. Kanser, bu memenin kanallarından veya bezlerinden gelişebilir. Bunu duktal veya lobüler deyimiyle ayırırız. Meme kanserinin ilk bulgusu kitle oluşmadan önceki atipik duktal hiperplazi dediğimiz, meme kanalının içini döşeyen epitel tabakanın normal dışı çoğalmasıdır. Ardından karsinoma insitu dediğimiz dönem gelir ve daha sonra kitle oluşur. Kitlenin oluşmasının onlarca yıl alabileceği bilinmektedir. Ancak bugün kabul ettiğimiz meme kanserinde 1 cm’ lik boyuta ulaşmanın kabaca 2 yıl sürdüğüdür. Ama bilinmelidir ki bu olmazsa olmaz bir kural değildir. Bu kitle, kanalın içinde oluşup yan dokulara doğru hareketlendiğinde kan damarları ve lenf kanallarını içine alarak bu yolla yayılmaya başlar. Bu süre de ortalama 2-3 yılın üzerindedir. Ancak bu da olmazsa olmaz bir kural değildir. 3-4 cm çapa geldiği halde lenf bezlerine yayılmayan meme kanserleri mevcuttur. Ama bir konuda duyarlı olmak gerekir ki, bu da kan damarlarını içine alan meme kanserinin yalnız meme ile sınırlı kalmayabileceği gerçeğidir. Dünyada 40 yaşın üzerinde daha sık görüldüğü bilinen meme kanserinin bugün daha erken yaşlarda eskiye oranla daha sıklıkla karşımıza çıktığını belirtmeden de geçemeyeceğim.
Yazımın bu bölümünde bir noktayı açıklamak istiyorum. Başta da belirttiğim gibi hem erkek hem kadınlarda görülen meme kanserleri erkeklerde kadınlara göre son derece nadir olmasına karşın seyri açısından son derece tehlikelidir.
Meme kanseri ile ilgili sizleri en çok ilgilendiren iki konu eminim ki risk faktörleri ve meme takip prosedürleridir. İsterseniz önce risk faktörlerinden başlayalım;
Yaş
Yaş ilerlemesi meme kanseri riskini arttırmaktadır. 50 yaş altındaki kadınlarda meme kanseri görülme oranı 50 yaş üzerindeki kadınların dörtte biri kadardır. Bu nedenle 50 yaş üzeri kadınların yıllık periyodik meme takipleri çok önemlidir.
Ailede Meme Kanseri
Ailede birinci derece yakınlarda meme kanseri bulunan kadınların meme kanserine yakalanma riski, diğer kadınlara göre 2-3 misli yüksektir. Bu nedenle birinci derece akrabalarında (anne-kız kardeş)meme kanseri olan kadınlar genetik kontrolden geçirilmeli ve bu yönleriyle araştırılmalıdır.
Aktif Dönem Uzunluğu
Erken yaşlarda adet görmeye başlayıp, menopoza geç yaşlarda giren kadınlarda salgılanan östrojen miktarı ve süresi daha fazla olduğu için meme kanserine yakalanma riski göreceli olarak daha yüksektir. Ancak bu oran çok yüksek değildir.
Doğurganlık Yaşı
İlk çocuğunu 20’ li yaşlarda doğuran kadınlara göre 30 yaş sonrası ilk doğumlarını yapan kadınlar 2 kat fazla risk altındadırlar.
Sosyoekonomik Seviye
Yapılan araştırmalar uygar batı toplumlarında meme kanserinin daha fazla görüldüğünü göstermiştir. Ülkemizde de sağlıklı bir veri olmamasına karşın bugün için kabul edilen, erken adet dönemine başlayan, geç evlenip geç yaşta çocuk sahibi olan uygar ve sosyokültürel seviyesi yüksek kadınların, iş stresi ve benzeri sosyal etkilerin de etkisiyle diğer kadınlara göre daha fazla risk altında olduğudur.
Östrojen Hormon Tedavisi
Menopoz dönemi için 10 yıldan fazla östrojen hormonu kullanan kadınlarda meme kanseri riski daha fazladır. Buna karşın bu dönemde kullanılan östrojen osteoporoz riskini azalttığından kullanımdan vazgeçilmesi yerine, düzenli genel cerrahi kontrolünde östrojen hormonu kullanımı önerilmektedir.
Bunların dışında, hepimizin dile getirdiği doğum kontrol hapı, alkol, sigara, şişmanlık gibi faktörlerin meme kanser riskini arttırdığına dair elimizde net bir bilgi yoktur. Ancak bunlardan bazılarının (örneğin sigara) insan sağlığına olan zararı bu konunun dışındadır.
Yine bu konuyla bağlantılı olarak kesin veriler olmamasına karşın düzenli sporun (örneğin her gün 30-60 dk. tempolu yürüyüş), sağlıklı beslenmenin, şişmanlıktan korunmanın meme kanser riskini % 30 oranında azalttığını ileri süren yayınlar vardır
İkinci önemli başlığımız olan meme takip prosedürlerine gelince,
Bilmeliyiz ki bugün için bilinen, meme kanserinden korunma yöntemi olmadığıdır. Bu nedenle yapmamız gereken, olası bir durumda tanıyı erken koymaktır.
Bunun içinde, düzenli doktor kontrolü ve kendi kendine muayene şeklinde iki grubu ele almalıyız.
Kendi kendine muayeneye 20’ li yaşlarda başlanmalıdır.
En az 3 ayda bir olmak üzere, adetin başlangıcından itibaren 5. ile 7. günler arasında, belden yukarısı soyunarak önce ayna karşısında bir şekil bozukluğu olup olmadığına bakılmalı,
Sırtüstü uzanarak, her meme ters taraftaki elle, elimizle kaburgalar arasındaki meme dokusu bir noktadan başlayarak, dairesel bir şekilde kontrol edilmelidir.
Bu konuyla farklı dernek ve üniversite birimlerinin ve kliniklerin film, broşür, kitap gibi resimlerle açıklayıcı dökümanları vardır. Daha detaylı bilgilenme için bunlardan faydalanmalıdır.
Bu muayeneler sırasında;
Memede ele gelen sertlik veya kitle varsa ve 2 hafta içinde kaybolmuyorsa
Meme başında içeri doğru çekilme olmuşsa
Meme derisinde kalınlaşma veya görüntü değişimi olmuşsa
Meme başında iyileşmeyen yara varsa
Meme başından koyu renkli akıntı varsa
Mutlaka bir genel cerrahi uzmanına başvurulmalıdır.
Düzenli doktor kontrolüne gelince;
Daha önceden bahsettiğim risk gruplarından bir veya birkaçına sahip olan kadınlar 30 yaşından, diğerleri ise 40 yaşından itibaren yılda bir kez genel cerrahi uzmanı tarafından meme muayenesi ile kontrol edilmelidir. Ancak genetik araştırmaları yapılan kadınlarda, mevcut bulgular nedeniyle daha önce takibe alınması gereken bir sonuç çıkmışsa doğaldır ki bu dikkate alınmalıdır.
Doktorun yaptığı bu muayeneler, bir USG (Ultrasonografi) tetkiki ile desteklenmelidir. 40 yaşından sonra ise bu kontrollere, en yakın yılda bir defa olmak üzere mamografi eklenmelidir.
Yapılan bu kontroller sırasında saptanan mikrokalsifikasyon kümesi, kitle ve şüpheli yapılaşmalar ya takibe alınmalı yada biopsi ile kesin tanı konulmalıdır. Ancak saptanan bir kist ise biopsi yapılmadan, bir iğne ile boşaltılıp alınan sıvı tetkike gönderilmelidir. Ancak sert bir kitle ise, yani içinde sıvı yoksa katı bir doku varsa, mamografi, muayene ve USG bulguları ışığında bu kitle ya izleme alınmalı yada yüksek bir riske sahipse çıkarılarak incelemesi yapılmalıdır. Bazen bu yüksek riskli alanlarda kitle oluşmayabilir. Ancak günümüzde bu alanlar özel tekniklerle işaretlenerek, gerektiğinde biopsi ile incelenme yapılmakta ve bu yolla meme kanseri tanısı çok erken safhalarda koyulabilmektedir.
Meme kanseri tanısı koyduğumuz hastalarda birinci öncelik meme dokusunun korunmasıdır. Bu nedenle, meme koruyucu cerrahi adını verdiğimiz farklı metotlar geliştirilmiştir. Ancak, memenin alınması bile söz konusu olsa, bu yüzyılda kanserin uygun olması durumunda, aynı operasyon sırasında bir yandan meme alınırken diğer yandan gerek protez ve gerekse hastanın kendi dokusundan meme yaparak hastayı operasyondan uyandığında meme kaybı psikolojisine sokmamak mümkündür. Çünkü yapılan çalışmalar göstermiştir ki, meme kanseri nedeniyle memesi alınan kadınların % 85’ i hayatının kurtulduğuna olan inancı sağlanınca meme yokluğu psikozuna girmektedirler.
Unutmayalım ki; erken teşhisin hem hayati, hem fiziki yapımızı kurtardığı bu hastalıkta tek yapılmaması gereken, bir şey bulurlar korkusu ile doktora gitmekten kaçınmaktır. Korku hayatın negatif yüzüdür.
Sizlere sevgi gibi pozitif bir yüze sahip günler dilerim.
0 notes