Bazen o kadar utanıyorum ki ağlamak istiyorum. Sık sık uzanıp düşünceden düşünceye dalıyorum. Ve kendime soruyorum, neden böyleyim diye? Ama cevabı bulamıyorum.
Bir sabah uyandım, dışarıda bir ağaç vardı. Muhtemelen 500 yıldır veya daha fazladır oradaydı ve daha bin yıl yaşayacaktı. Birçok yaprak açmış, kurumuş ve dökülmüştü… Ve pek çoğu açacak dökülecek. Aynı zamanda yapraklar açarken ağacın dalları ve kökleriyle birlikte bir yaşam olarak ağaçta birleşiyorlar. Ağaç muhtemelen bunu hissediyor ve onlara ihtiyacı var. Bunun anlamı ağaç yaşadığı sürece yapraktan bir parça hep onda kalacak… Aynısı bizim için de geçerli, her kim olursa olsun. Yaşadığımız sürece yaşamın parçaları bizimle olacak. Bu düşünce beni mutlu ediyor, ‘Ağladım bile. Ama nedenini sorarsan açıklayamayacağım.’
Daha sonra eski bir botanik kitabını okuyup geçiyorum… Ve ondan keşfediyorum ki ağaçlar bu kadar uzun yaşayamazlar. Daha önce bana öğretilen şeyleri hatırlayamadığım için utanıyorum. Kafam bir çeşit arşiv gibi. Geçmişteki hareketler, önemli kişiler, dönemler, dinler, Hiçbir şey birbiriyle ilgili değil. Rastgele ciltlerden oluşmuş bir kütüphane gibi. Botaniği hatırlamıyorum ama unutmadığım bir şeyler var.
Uyumayınca insan, ne sorduğunu bilmeden sorar. Durmadan sormak gelir insanın içinden. Uyuyamamak demek, bir şeyler öğrenmek demektir. Zaten sorulara karşılık bulunsa kaçar mı kişinin uykusu? Milena’ya Mektuplar
Türk ve Türkçülüğü kendine ait sanan ve kendi tekelinde bulundurma çabasına girip sembolleştiren herkes ve her içerik temizlenecektir. Türklüğün üstündeki her kanser temizlenecektir...