Tumgik
#Son kulvar
doriangray1789 · 11 months
Text
KEMALİZM..(2 Haziran 2021 de yazmışım)
-KEMALİST ANLAYIŞ VE İDEOLOJİ...
Kemalizm, adını 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkesi sonrasında, Anadolu'nun işgal edilmesine karşı verilen milli direnişin önderi Mustafa Kemal'den almıştır... "Kemalist" sözcüğü ingilizlerin o devirlerde asağılama amaçlı kullandığı bir terimdi, simdi de Kemalizm bu kalıba sokulmaya calışılmakta. fikir özgürlüğünün yılmaz savunucuları da nedense Kemalizm denince duraksıyor afallıyor, istemezük tavırlara bürünüyorlar. her seyi tartışalım, her fikre yer verelim diyenler şeriat hilafet yeni osmanlıcılık 2. cumhuriyet maşallah ne varsa akıllarda yer edinsin alışılsın diye orada burada tartışırken kemalizmden neden bu kadar korkar oldular acaba? Kemalizm - demokratik ve sürekli çağdaşlaşmaya yönelik ideolojiler bütünüdür. Türkiye'de Mustafa Kemal ve Kemalizm odaklı bölünmenin sınırları artık çok net.Ben bu sınırları üç ana başlıkta tanımlıyorum.Türk siyasi haritasını, bu üç başlık üzerinden değerlendiriyorum. 1.Başlık; Mustafa Kemal'e sevgi ve saygı duyan ama Kemalizm'e mesafeli duran kesim. - Atatürk'ü memleketin kurtarıcısı olarak görüyorlar ama Kemalizm ilkelerine karşılar. -Cumhuriyet ile ilgili tavır sahibi değiller ama demokrasinin tanımında dahi takılıyorlar. -Ulusçuluğa karşı değiller ama kendi anladıkları daha katı milliyetçi ve yayılmacı anlayışa sahip bir ulusçuluk fikirleri var. 2.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem de Kemalizm'e karşı olanlar. -Halifelik ve padişahlığı kaldırdığı için sevgi ve saygı duyabilmeleri söz konusu bile değil. -Sekülerizm, onlar için İslam'a savaş aşmış Jakoben ordusunun fikriyatı. -Ümmetçilik fikri dururken Ulusalcılığı savunmak şöyle dursun, dikkate almaları bile olanaksız. 3.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem Kemalizm'e sahip çıkanlar. -Büyük ölçüde Türk devrim ve ideolojisini yekpare sayarlar. -Yaşadıkları topluma en uygun siyasal, sosyal ve ekonomik yaklaşımın, Kemalizm olduğunu savunurlar ama bu savunuşun doz'u ikinci bir fikri dinlemek konusunda onlara dezavantaj sağlar. -Bir kısmı Mustafa Kemal'i ve Kemalizm'i olduğu gibi, bir kısmı olması gerektiğini düşündüğü gibi, bir kısmı olmasını istediği gibi, bir kısmı olmadığı hali ile algılar, anlatır ve savunur. -Çok büyük kısmı, Mustafa Kemal'i (benim gibi) eleştiremez. devrin hal ve şartlarını iyi analiz etmelk gereklidir Türkiye'nin son kırk yılını, yüzeysel olarak bile incelerseniz karşınıza merkez sağ parti ve bu partilerin iktidarları çıkacaktır. Türkiye çok uzun süre, yazının 1.Başlığında özetlediğim bakış açısına sahip iktidarlar tarafından yönetildi. Fakat sağ, sol'un imha edilmesinden sonra ilginç bir reaksiyon gösterdi. Sivrilmesi ve keskinleşmesi için gerekli koşullar ve taraflar olmamasına rağmen, sağ tekrar sağ sapma gösterdi.Bu sapma tabii ki doğal bir yöneliş değildi. Türkiye'de 68 kuşağının sosyalist fikrini inceleyin ve günümüze bakın. Göreceksiniz ki sol bile sağ sapmış!****DAHADA SAPACAK**** demedi demeyin
Merkez sağ'ın hızla tekrardan sağ sapması, merkezden uzaklaşması ve yazının 2. başlığında özetlediğim yaklaşıma oturması gerekiyordu.
Bu ikamet değişikliğinin olması için ne gerekiyorsa yapıldı ve başarı sağlandı. Fakat dikkatinizi çekerim, Türkiyede ki siyasi konjonktür her ne olursa olsun Mustafa Kemal ve Kemalizm tarafında, kısmen tarafında veya karşısında saf tutuyor!
Sağ, yeni bir kulvar veya ideolojik yaklaşımı sağlayacak entelektüel birikimden oldukça yoksun. Dönüp dolaşıp varlıklarını, kimliklerini, duruşlarını, ifadelerini yine Mustafa Kemal ve Kemalizm karşıtlığı üzerinden izah etme yoluna gitmek zorunda kalıyorlar.Bu noktada hayati bir tezat mevcut. O da şu; Kendilerine ait pozisyonu, tarihten silmek istedikleri Mustafa Kemal ve Kemalizm üzerinden belirliyorlar.
Bakın Türkiyede sol, bu kadar aciz değildi!Sol, kimliğini kendi argümanları ile ama eksik ama yanlış tanımlama başarısı göstermiştir. '' Peki Kemalizm nedir? '' üç yazıdan oluşacak olan bilgisel serisi ile izah edeceğim.
Fakat başka bir soru ile başlayalım.
Kemalizm ideoloji midir? İdeolojiler, toplumsal gereklilikleri bir çeşit öğreti ile karşılama yoluna giden, kişi ve kurumların davranışlarına yön verebilen, kendi içlerinde tutarlı düşünce sistemleridir. Kemalizm, bu anlamda geri kalmışlıktan kurtulma istemi ile '' çağdaş '' bir toplum özlemine yanıt vermeyi amaçlayan ilerici bir ideolojidir. Kemalizm '' ilerici '' bir ideolojidir!Değişen koşulları dikkate alarak, sürekli ve rasyonel bir yenilenmeyi ve bu yenilenmenin ilkelerini içerir.
Türkiyede ki Kemalist'ler acaba değişen koşulları yeteri kadar iyi analiz edebiliyorlar mı? Ben hala '' Köy enstitüleri açılmalı. '' söyleminde bulunan bir sürü Kemalist ile karşılaşıyorum.
Köy enstitüleri dönemin koşullarına göre bence çok başarılı bir modeldi.
Türkiyede her başarının bir cezası olduğu gibi bu başarıyı da cezalandırdılar ve bitti. İki nedenden dolayı bence Atatürkçülük yerine Kemalizm terimi kullanılmadır;
1-)Atatürkçülük artık şemsiye olamayacak kadar çok yıpratıldığı için.
2-)Kemalizm uluslararası dile girdiği için. Kemalizm ideolojisinin temeli, Mustafa Kemal daha genç bir subayken kafasında oluşmaya başlamıştı.
Erzurum kongresi öncesinde, 8 Temmuz sabaha karşı Mahsar Müfit Kansu'ya aldırdığı notları biliyoruz;“Zaferden sonra şekli hükumet cumhuriyet olacaktır. Bu bir...İki, Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır.Üç, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.” Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. Şaşkın “Darılma, ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dediğinde de, Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz...Beş,Latin harfleri kabul edilecek.”
Olayın gerisini Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatıyor: “Paşam kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile ‘Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter’ diyerek defterimi kapattım.”
7 notes · View notes
pusancatholic · 2 years
Text
Furkan Akar, Avrupa Kısa Kulvar Sürat Pateni Şampiyonası'nda tarih yazdı
Furkan Akar, Avrupa Kısa Kulvar Sürat Pateni Şampiyonası’nda tarih yazdı
Son dakika haberi! 2023 Avrupa Kısa Kulvar Sürat Pateni Şampiyonası’nda milli sporcu Furkan Akar, 1000 metre finalini üçüncü bitirerek organizasyon tarihinde madalya kazanan ilk Türk sporcu olma başarısı gösterdi. Polonya’nın Gdansk şehrinde düzenlenen Avrupa Kısa Kulvar Sürat Pateni Şampiyonası’nda bugün 1000 metre final yarışı gerçekleştirildi. Milli sporcu Furkan Akar, 1000 metre finalinde…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
maiamiasblog · 2 years
Text
Son 12 gün ve ben oldukça gerginim. Her geçen gün bu gerginlik artıyor ve daha da sinirli oluyorum. Elimde değil. Bir an önce olsa bitse ve isteğine ulaşıp rahatlasam. Neredeyse son kulvara girmek üzereyim.
Birde 12 gün sonra belki bir şeylerde bir değişiklik olur. Bunu istiyorum ama bakalım, isteklerimize ulaşabilecek miyiz? İnşallah ulaşırız.
Tumblr media
0 notes
deliklicinar · 2 years
Text
Denizlili Yüzücüler Sivas’ta Madalya Topladı
Tumblr media
Sivas’ta düzenlenen Türkiye Arena Uzun Kulvar Küçükler Bireysel Yüzme Şampiyonasında Denizlili sporcu Ahmet Mete Boylu 200m ve 400m Serbest Türkiye Şampiyonu oldu. Farkını havuza yansıtan Denizlili sporcular, yarışlar sonunda on dört madalya ile Sivas’tan döndü. İşte ayrıntılar.. Denizli’de yüzmede ki alt yapı hamlesi ile başlatılan çalışmalar performans sporcularının başarıları ile meyvesini veriyor. Son olarak 22-24 Temmuz 2022 tarihlerinde Sivas’ta gerçekleşen Türkiye Arena Uzun Kulvar Küçükler Bireysel Yüzme Şampiyonasında Denizlili sporcular farkını ortaya koydu. Şampiyonaya Denizli’den 19 sporcu katıldı.
AHMET METE BOYLU TÜRKİYE ŞAMPİYONU
Pamukkale Üniversitesi Mensupları Spor Kulübü sporcusu Ahmet Mete Boylu 200m ve 400m serbest yarışında Türkiye Şampiyonu oldu. Boylu, 100m serbestte bronz madalyanın sahibi olurken, 800m serbestte sıralamayı dördüncü tamamladı.
TOPLAMDA 14 MADALYA
Sivas’taki Türkiye Şampiyonasına katılan sporcular yarış tecrübesi kazanırken, sıralamada ilk sekize giren sporculara madalya verildi. Denizli Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübünden Çağan Kavşut 13 Yaş kategorisinde; 100 m. Kelebek stil Türkiye ikincisi, 200 m. Kelebek stil Türkiye üçüncüsü, 50 m. Kelebek stil Türkiye üçüncüsü dereceleri elde ederek önemli bir başarıya imza attı.
YETENEK TARAMASINDA KEŞFEDİLEN BURAK ÖNAL DERECE YAPTI
Denizli Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübünden bir başka sporcu Burak Önal ise 13 Yaş kategorisinde 200 m. Kurbağalama stil yarışını Türkiye beşincisi olarak tamamladı. Genç sporcunun Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın Yetenek Taraması Projesinde antrenörler tarafından keşfedildiği ve yüzme branşına yönlendirildiği kaydedildi. İŞTE MADALYA TABLOSU Ahmet Mete Boylu - Pamukkale Üniversitesi Mensupları Spor Kulübü 200m Serbest Türkiye Şampiyonu 400m Serbest Türkiye Şampiyonu 100m Serbest Türkiye Üçüncüsü 800m Serbest Türkiye Dördüncüsü Asya Aksoy - Pamukkale Üniversitesi Mensupları Spor Kulübü 1500m Serbest Türkiye Üçüncüsü 800m Serbest Türkiye Beşincisi 400m Serbest Türkiye Sekizincisi Ebrar Ela Özben - Pamukkale Üniversitesi Mensupları Spor Kulübü 200m Kurbağalama Türkiye Beşincisi 100m Kurbağalama Türkiye Altıncısı Elis Ela Akbulut -- Pamukkale Üniversitesi Mensupları Spor Kulübü 400m Serbest Türkiye Yedincisi Çağan Kavşut - Denizli Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü 100 m. Kelebek stil Türkiye 2’ncisi 200 m. Kelebek stil Türkiye 3’ncüsü 50 m. Kelebek stil Türkiye 3’ncüsü Burak Önal - Denizli Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü 200 m. Kurbağalama stil Türkiye 5’incisi İLMAN, YÜZÜCÜLERİ KUTLADI Yüzmede gerek alt yapı çalışmaları, gerekse performans sporcularına verilen emeklerin başarıları da beraberinde getirdiğini söyleyen Gençlik ve Spor İl Müdürü Ömer İlman, Denizli’de tecrübeli bir ekip ile oturmuş bir sistemin olduğuna dikkat çekti. Denizli’den Sivas’a gidip Türkiye Şampiyonasında performans sergileyen tüm sporcuları kutlayan İlman, gece gündüz demeden çocuklarına destek olan ailelere ve başarıda emeği geçenlere teşekkür etti. Read the full article
0 notes
benimpencerelerim · 3 years
Text
YERLI MILLI LIYAKAT
Bir Liyâkatsizin Portresi
A.Erkan -Koca, Serbestiyet
Yazının başlığını önce “Bir Zübük Portresi” koymayı, böylelikle giderek her tarafımıza yayılan içimizdeki zübüklüğü sorgulamayı istedim ama sonra farkettim ki bu bende bir odak kaybına ve vermek istediğim yüzün gölgede kalmasına neden olacak. Vazgeçerek yeniden alevlenen ve mevcut yönetim kültürümüz değişmedikçe uzun yıllar da dinmeyecek gibi gözüken liyâkat tartışmaları için canlı bir örnek sunmayı seçtim. Bir de her ne kadar zübüklükle liyâkatsizliğin epeyce içiçe geçen yanları olsa da ayrı tutmamızı gerektiren yönlerini de hesaba katmak gerektiğini düşündüm.
                                                                   ***
Bir taşra şehrinin ilçelerinden birinin belediye başkanlığını uzun yıllar elinde tutan bir ailede dünyaya gelmiş bir portre düşünün. Geleneksel kültürün en katı şekliyle yaşandığı böylesi bir yerde tek erkek çocuksunuz. Babanız merkez sağ gibi “her dönemin adamı” olmaya hayli uygun bir partiden belediye başkanı. Sürekli bir pohpohlamayla şehrin “en iyi” eğitim veren okullarına gönderilmişsiniz ve bu okulların FETÖ’nün en –ve ilk- köklü kurumlarından biri oluşuna dair en ufak bir sorgulama yapmaksızın tam 7 koca yıl okumuşsunuz. Sonrasında “saygın” mezunlardan biri olarak sürekli çağrılmış ve 17/25 Aralık’tan sonra dahi mezunlar toplantılarında boy göstermekte bir beis görmemişsiniz.
Onca desteğe ve çabaya rağmen ancak hasbelkader bir üniversitenin hasbelkader bir bölümünden hasbelkader mezun olabilmişsiniz. Ama ne gam! Hemen merkez sağın kalesi şehrinizin, FETÖ’nün en güçlü olduğu yerlerden biri olan üniversitesine dönüp kendinize akademik bir pozisyon elde etmekte hiç ama hiç zorluk çekmemişsiniz.
Bir yandan vasat yazılarla ve sahip olduğunuz güçlü çevreyle birer birer akademik basamakları çıkarken diğer yandan nasıl olur da zengin olurum diye denemediğiniz yol kalmamış. Akademik olarak sahip olduğunuz hasbelkader bilgiyi bütünüyle paraya tahvil etmenin binbir türlü yollarını aramış ve –aileden getirdiğiniz genler sayesinde- kolaylıkla da bulmuşsunuz. Sonra daha büyük bir hırsla daha çok şey isteyince FETÖ’cülerin egemenlik alanına girdiğiniz için bozuşmuş ve ülkedeki yeni iktidar rüzgarının da etkisiyle ailece kulvar değiştirerek aslında milliyetçi ve muhafazakâr bir kökene sahip olduğunuzu hatırlayıvermişsiniz.
Sonrasında vatanın ve milletin en büyük savunucusu, devletin en asli sahiplenicisi ve kollayıcısı kesilmişsiniz. Her şeyin zahmetsizce önünüze sunulmasının olması gereken olduğuna inanmaya başlamışsınız. Genlerinizdeki oynaklığın hiç olmadığı kadar işinize yaradığının farkına varmışsınız. “Madem öyle” diyerek, bir an önce Ankara’nın yolunu tutup zübüklükteki ilerleyişinizin önünü açmak için şehrinizden yeni bakan atanmış biriyle sayısız ortak tanıdığınız olduğunu keşfedivermişsiniz.
Henüz yerini sağlamlaştıramamış bu tecrübesiz bakan da böylesi bir ailenin kendisine gösterdiği bu ilgiden fazlasıyla memnun bir şekilde kontrol ettiği bir kuruma sizi kolaylıkla önerivermiş. Akademik çalışmalarınızın ve yayın kalitenizin ne olduğu akla bile gelmemiş. Hatta, atandığınız kurumun varlık nedeniyle sizin yaptığınız işlerin en ufak bir kesişme dahi göstermemesi bile bir soru işareti gibi görülmemiş. Herhangi bir illiyet bağı aranmamış. Bu durumu tam bir zübüklükle kullanıp, sizi bakanın önerdiğinden çok neredeyse bakanı o pozisyona sizin (sizin derken ailenizin elbette!) önerdiğiniz gibi bir izlenim oluşturarak daha çalmadan bütün kapıların ardına kadar açılmasını sağlamışsınız.
Vaktiyle görülmemiş bir hızda elde ettiğiniz profesörlük payesine şimdi bir de devlet ikbalini kolayca ekleyivermişsiniz. Geçmişinizle -ve geleceğinizle- hiç ilgisi olmayan, son derece stratejik bir kurumun tepe yöneticilerinden biri haline gelmişsiniz. Bu zavallı halkın vergilerinden korumalar, şoförler ve sekreterler (hepsi çoğul) tayin ettirmişsiniz. Ankara’ya gelirken –tam bir zübük olarak- aklınızda bu kurumu bir basamak olarak kullanıp başka yerlere geçmek varken beklemediğiniz bu bolluk ve imkân karşısında şaşkınlığınızı içinizde bastırıp kendinizi oraya uydurmaya çalışmışsınız. Bu kez onlarca yıl yaptığınız çalışmaların aslında bu kurum için olduğu gibi bir aydınlanma yaşamışsınız.  
Öyle olunca, hukuk profesörü olmadığınız halde kendinizi hukuk profesörü, Başkan yardımcısı olmadığınız halde Başkan yardımcısı ve Cumhurbaşkanı danışmanı olmadığınız halde Cumhurbaşkanı danışmanı olarak tanıtma cüreti gösterebilmişsiniz (psikolojide de bir karşılığı vardı sanki bu durumun!). Bir toplantıda denk geldiğiniz kurumdan –gerçek!- bir hukukçu yöneticinin merak edip hangi hukuk fakültesinden mezun olduğunuzu sorması üzerine “aslında hukuk fakültesi mezunu olmadığınızı ama bazı hukuk derslerine girdiğinizi” söylemeniz üzerine (sadece hukuk derslerine de değil istediğiniz her derse girebildiğiniz için her şeyin profesörü olabileceğinizi söyleyebilecekken tevazu gösterip tabii!) emekliliği gelmiş bu adamcağız tam bir şaşkınlıkta ancak “ben de hep jinekolog olmak istemişimdir acaba bu yolla ben de olabilir miyim” diyebilmiş (bu gerçi emekliliği gelmiş bir bürokrattan beklenmeyecek bir cevap!).  
Ama siz yine de arlanmayarak, internetten indirdiğiniz kanunların toplandığı, onbilerce dağıtılan bir mevzuat kitabının üzerine adınızı yazdırıp onbinlerce liralık telif almakta yine bir terslik görmemişsiniz (hariçten biri olduğunuzdan, vaktiyle bu yolla büyük paralar kazanan FETÖ’cüler için Türkiye’nin en çok kazanan yazarları arasında Orhan Pamuk ve Elif Şafak’tan sonra bu insanların geldiği esprisini duymamış olacaksınız ki bu size komik gelmediği gibi olması gereken gibi görünmüş!).  
İşte böyle böyle sayısız yalanla yaşamayı bir varoluş biçimine dönüştürmüşsünüz. Bürokrasideki AK Parti-MHP kardeşliğinin tecessüs etmiş, ete kemiğe bürünmüş hali olarak kendinizi göstermişsiniz. Bu sayede tıpatıp kendi karakterinizden yeni kadrolar getirip önemli birimlerin başına verdirmişsiniz. Eş-dost kim varsa kuruma aldırmanın yollarını aramış ve olmadık çözümler bulmuşsunuz. Bu arada, etrafta tanıdık-tanımadık ne kadar yüksek bürokrat ya da siyasetçi varsa her gün birine giderek ne büyük işler yaptığınızı anlatmışsınız. Cumhurbaşkanlığı’ndaki etkili isimleri sürekli kuruma davet edip ağırlamış, gururlarını okşamış ve çeşitli payelerle onurlandırmışsınız. Bu sayede bürokratik ne kadar denetim mekanizması varsa bypas edebilmişsiniz.
Bu da yetmemiş. Kurumda işinin ehli kim varsa kendinize engel görüp atmadık iftira bırakmayıp tasfiyeleri için tam bir tetikçilik yapmaya ve bu sayede bir taraftan önünüzü açarken bir taraftan da karanlık geçmişinizi aklamaya çalışmışsınız. KHK’ları kullanarak kurum içinde büyük bir korku yayıp herkesi susturmuş, tam bir baskı düzeni kurarak içi boş anlamsız işlerine büyük bir ciddiyetle sarılmalarını sağlamışsınız. Bir hukuk profesörü (!) olarak yaptığınız onca hukuksuzluğa karşı çıkanlar hakkında söylenmedik yalan bırakmamışsınız. Aynı kişi hakkında onlarca düzmece soruşturma açmışsınız da -FETÖ’nün okullarından yetişen birinin her ne suretle olursa olsun kendisini ifadeye çağıramayacağını ileri sürerek- bir kez bile ifade vermeyen insanlar hakkında en ufak bir işlem yapamamışsınız. Pardon, bu kişi halen kurumda sizin üstünüzde bir pozisyonda olmasına rağmen resmi toplantılara katılmasını çeşitli dalaverelerle engellemek gibi şeyler yapmışsınız evet atlamamalı.
Mülakat komisyonlarında sayısız tiyatro çevirerek hakedenleri dahi kendi lütfunuza mazhar kılmışsınız. Haketmediğiniz halde o kadar çok şeye sahip olmuşsunuz ki haketmemek en büyük liyâkat nedeni olmuş sizin için. Kuruma hakkıyla girmeyenler kadar sonuna kadar hakedenler bile bunu size borçlu olduklarına kalpten inanır hale gelmişler (Böylelikle FETÖ’yle büyük bir mücadele vermişsiniz). Bu arada, ‘sizin gibi’ karakterlere fazlasıyla ihtiyaç duyan medya organlarına çıkarak yalan yanlış, uyduruk açıklamalarla ‘büyük adamcılık’ oynamışsınız. Pespayelikten kayramanlık çıkarmayı başarmışsınız (başarıysa işte başarı!).  
Hayatı yalan insanlar karşısında boyun eğip susmayı seçen vasat karakterlere söylediğiniz diğer yalanlar tam olarak yalan gibi de gelmemeye başlamış. Bu zavallı insanlar aksi halde vicdanen kaldıramayacakları bir durumun içine düşeceklerinden size inanmayı büyük bir kurtarıcı yol gibi görür olmuş. Kendi küçük çiftliğinizde bu defa da ‘post-truthçuluk’ oynamışsınız. Bütün bunlarda epeyce sonuç almışsınız ama bir gün beklenmedik bir şekilde zulmettiğiniz birileri sizi oraya getiren bakanın halefi yeni bakana İnstagram’dan (evet ne acı ki ancak bu yolla!) ulaşmayı başararak kurumda neler olup bittiğini bütün çıplaklığıyla anlatmaya başlamış (Bu arada İnstagram’ın anlı şanlı Cimer’den çok daha etkili bir yol olduğu gerçeği ortaya çıkmış!) Bu kanal açılınca sayısız başka kişi sayısız yeni iddia ortaya atmış (İ-Cimer diye yeni bir iletişim mekanizması kurulmuş).
Bütün bunlar karşısında hayrete düşen yeni bakan hemen bir inceleme başlatmış. Fakat bu da sizde en ufak bir ürküntüye ve tavır değişikliğine neden olmamış. (Bunda henüz bir İnstagram hesabınızın olmayışı da etkili olmuş). Hatta, bu esnadaki tedirginliğinize bağlı olarak koruma sayınızı arttırmışsınız. O kadar ki ‘çok gizli’ bir amaçla Anadolu’daki görece küçük bir üniversite ziyaretinizde ev sahibi rektör ilk başta bakan geliyor sanmış da bir an boş bulunup aşırı bir protokol uygulamak zorunda kalmış (Çalıştığınız kurumda sadece bir bakan olduğu için kendinizi Bakan olarak tanıtamamışsınız bu defa ne yazık ki! Nasılsa bir gün o da olacağı için şimdilik yutkunup içinize atmışsınız.)
Pervasızlığınız ayniyle sürmeye devam etmiş çünkü bütün bu kirli işleri asla yalnız yapmamışsınız ve birlikte kurduğunuz kumpaslardaki diğer arkadaşlarınızla çoktan kendinizi “Külliye’nin adamları” listesine yazdırmayı başarmışsınız (İşte bir büyük başarı daha!). Dönemin en büyük danışmanlarının sizin gibi konuyla alakasız yardımcılarını vaktiyle uyduruk gerekçelerle kurumunuza almış olmanızın ne kadar doğru bir adım olduğunu iliklerinize kadar duymaya başlamışsınız. Daha önce de çeşitli şekillerde soruşturma denemeleri olmuş ve siz bütün bunları FETÖcülerin yıpratma oyunları olarak gösterip hepsine müdahale edip sonuçsuz bıraktırabilmişsiniz.  
Fakat bu defa işlerin daha ciddi olduğunu ve bakanın hiç olmadığı kadar kararlı olduğunu, FETÖ ile olan açık ve örtük geçmişinizin de işinizi epeyce zorlaştıracağını hissederek saldırıya geçmişsiniz. İktidar partisinden yeniden seçilme ihtimali kalmayan ‘devlet düşkünü’ milletvekillerini kullanarak incelemeye mühahale etmeye çalışmış ve hatta işi bakanın altını oymaya kadar vardırıp, “bu bakan bizi tasfiye ederek burada kirli bir yapılanmaya gidecek” algısı oluşması için uğraşmışsınız (yeterince kirlendiğinizde sizin dışınızdaki her şeyin kirli gözükmesi kadar temiz bir gerçeklik olamaz diye düşünmüş olmalısınız!).
Bakanın bundan da haberi olmuş (İ-Cimer etkisini sürdürüyormuş zira) ancak yine de sizi görevden almayı göze alamamış. Bir toplantıda “Külliye’nin arkanızda olduğunu ve bu yüzden alamadığını söyleyecek kadar çaresiz hissettiğini” ifade etmek durumunda kalmış ve biraz da bu yüzden incelemenin sürmesini sizi kontrolde tutmak için bir araç gibi de görmüş.
İnceleme neticesinde ise müfettişlerin ciddi bulguları ve kanaatleri üzerine ilgili Bakan soruşturma talimatı vererek olayı daha ciddi bir boyuta taşımış. Buna rağmen sizi görevden alamamış. Sadece sizi değil birlikte iş tuttuğunuz, haklarında savcılıklarda FETÖ dosyaları bekletilen ekipteki diğerlerini de alamamış. Fakat ekip bu sonuçtan pek de hayır çıkmayacağını anlayarak –memlekete hizmet etmenin başka yeri mi yok diyerek!- soruşturma bitmeden bir yer bulup sessizce kurumdan gitmenin yollarını aramaya başlamış. Size düşen –yine tam bir zübük pişkinliğiyle- yeni kurulan üniversitelerden birine aday olmak olmuş. Ekipteki diğerleri de en az sizin kadar iddialı yeni beklentilerle hizmet yarışının alemdarı olma konusunda arayışlara girişmiş. Kurumdan her gün bir kişi, nöbetleşe bir şekilde ya YÖK’te ya da Külliye’de görülür olmuş.  
                                                              ***
Şimdi yeniden hararetlenen liyâkat tartışmaları arasında bu hikâyenin ana ve yan kahramanlarının yeni dönemde ne işler çevireceklerini ilgiyle izliyorum. Kamuoyu önünde büyük laflarla daha liyâkatli ve ehliyetli bir döneme girildiğini söyleyenlere de -ne yalan söylemeli- gülmeden edemiyorum. Madem öyle, bakalım ve görelim diyorum. Önümdeki bu örnekte bir değişiklik yaşanmadığı sürece sisteme olan bütün inancımızı askıya almayı öneriyorum.  
Liyakatsizliğin en uç hali olarak zübüklük her yere, en acıklısı da devletin içlerine doğru yayılırken liyâkat tartışmayı çaresiz bir hastanın çareyi içindeki virüsü herkese yaymakta görmesi gibi algılıyorum. Aile bakanlığına çağrıda bulunarak ‘aile’ kurumunu yeniden düşünmeye davet ediyorum. Yeni eğitim bakanının ‘zübüklük’ konusunu müfredata eklemesini bekliyorum.
Bu arada da bir zamanlar sayıları mevcut gazeteci sayısını aşan ‘araştırmacı gazeteciler’ için de hayli ilginç bir dosya konusu sunmuş olduğumu sanıyorum. Sahi neredeler?  
NOT: Etyen Mahçupyan bir süre önce gazete yazılarına ara verdiğini duyurdu. Bu kişisel olarak benim için son derece üzücü bir haber olsa da daha üzücü olan ülkenin giderek çoraklaşan entelektüel birikimi açısından -geçici de olsa- büyük bir kayıp oluşu. Çok geçmeden yeniden yazması dileğiyle.  
0 notes
serhatnigiz · 6 years
Text
Protekya Devrimciliği ve Partileşme Sorunu Üzerine
Tumblr media
Komünist bir programın inşası noktasında bilimsel-ideolojik dönüşüm emeği ile yapı ve taban arasında koordineli ilerleyiş mekanizmaları yoksa, bu durum her zaman devrimci saflarda kafa karışıklıklarına neden olabilir. Bu durum genelde böyle olsa da; yine de bilimsel-ideolojik dönüşüm emeği nesnel-emek yasalarından ve diğer nedenlerden dolayı taban ve yapıdan farklı olarak daha ileri seviyelere de ulaşabilir. Ve bu durum; bu yola birlikte çıkılan insanların “iyi niyetli hedeflerinden” tamamen farklı bir şekilde de gerçekleşebilir.
Örneğin; otomobil sektöründe bir modelin üst modelinin üretilmesi için bir araya gelen “icatçılar” (varsayalım ki araştırmacılar grubu); eğer koordineli çalışmalar ve etütler yapamazlarsa, dahası bazı icatçılar eski araba modelinden kurtulamazsa, bazı icatçılar ise yeni buluşlar yaparak yeni bir üst otomobil modelini inşa etmeyi başarırlarsa, işte o aşamadan sonra ortaya çıkacak olan durum şudur: “icat yapmayı başaran grup” ile “icat yapmayı başaramayan grup” arasında belirli bir koordinasyon olsa da, biri eski diğeri de yeni otomobil modeline sahip olduğu için, bu iki grup artık birbirini anlamakta yer yer zorluklar çekecektir. [1].
Proletaryan kulvardan kalkılarak başlanan yürüyüşte, bir grubun protekyan kulvarı keşfetmesi ve kulvar değiştirmesi sonucunda, proletaryan kulvarda kalmakta ısrar eden grubun bilimsel ve ideolojik dönüşümün yarattığı “moral çöküntüsüyle” birlikte hizipsel refleksler geliştirmesi; emeğin birleşik-çatışkısal “doğasına” aykırı bir durum değildir. Keza; proletaryan sınıf kulvarında kalmakta ısrar edenler de, protekyan sınıf kulvarına geçmek isteyenler de, bu durumda son derece doğal ve zorunlu refleksler ortaya koymaktadır. Herşeyden önce yeni bir “icadın” kabul görmesi zaman ve emek gerektirmektedir. [2].
Yalnız her “doğal” olan şey her zaman doğru da olmayabilir! Keza; proletaryan kulvardan öznel müdahale ile protek kulvara girenler doğru bir yönelime girerken, proletaryan kulvarda kalmakta ısrar edenler doğal olarak yanlış bir zemine düşmekten de kurtulamayacaktır. Sözün kısası; zamanı geldiğinde düşüncesini ustaca değiştiremeyenler, yaklaşan ideolojik-bilimsel devriminde mimarı olamazlar. Bu durumda değişmek istemeyenler kaçınılmaz olarak çürüyüp gitmek ve sisteme entegre olmak zorunda kalacaktır.
Bu aşamada iki şeyi birbirinden kesinlikle ayırmak gerekir: Proletaryan-sol ile proletarya nasıl ki iki ayrı şey ise; aynı şekilde protekyan-sol ile protekya da iki farklı şeydir. Emekoloji ise protekyan-solu ve onun protek sınıf örgütlerinin en ileri kesimlerini temsil etmektedir. Protekyan devrimcilerin (protekya partisinin); teknik emekçilere “eski deyimle” sınıf bilinci taşıma, protekyanın her türden örgütsel yapılarını inşa etme, protekyan demokrasinin bir parçası olan toplumsal-demokratik denetim kurumları için çalışma yapıbilecek oluşumları yaratma, yeni tip protekyan-sendikacılık ekseninde ekonomik-sosyal teşekküller kurma, bir dizi sorunlara yönelik etraflı bir program ve alt-programlar temelinde farklı koşullara uyum sağlayabilen özerk ve özgün örgütlenmeler oluşturma vb. gibi protekyanın tarihsel çıkarlarını her koşul altında savunarak, adım adım yeni sınıf dalgasını örgütleyebilecek araçlara ulaşma biçimindeki görevlere haiz olan bir partileşme sürecine evrilmesi gerekmektedir. [3].
Öte yandan; demokratik (toplumsal denetim mücadelesi), sosyalist (teknik emeğin kendi kaderini tayin hakkı), komünist (icatçılığın ve kullanıcılığın iç içe geçerek birbirinde sönümlenmesine bağlı sınıfsız bilim emekçiliği) örgütlerin(in) tabandan tavana, tavandan tabana doğru koordineli işleyiş mekanizmaları ve birliği yoksa; teknik emekçiler sınıfının en ileri kesimlerinin örgütlü ifadesi olarak bir protekya partisi de gerçek manada inşa edilemez. Keza; bu “üç biçimin” etkin bir biçimde hayata geçirilmesi partileşme sorununun çözümü noktasında bir “mihenk taşı”nın göstergesi olarak kabul edilmelidir.
Sosyalist toplumun nitel kuruluşu (E4); kapitalizmin içinde taşıyabileceği bütün sanayi emek güçlerini (D4/D5/D6) geliştirmeksizin ya da yerine ondan daha gelişkin teknik emek ilişkilerini (E4/E5/E6) koymaksızın gerçekleştirilemez. Keza; bu yeni nicel teknik emek ilişkileri (E1/E2/E3) eski toplumun bağrında doğup gelişmeden, yani bunları meydana getiren maddi/somut ve manevi/soyut koşullar oluşmaksızın kapitalist sistemin yerini sosyalist sisteme bırakması da mümkün değildir. Başka bir deyişle; yeni nicel teknik emek ilişkileri köhneleşmiş ve kendi gelişimini baltalayan eski nitel emek ilişkilerini “reformculuktan devrimciliğe kadar uzanan geniş bir mücadele sıkalası” içinde aşmakla yükümlüdür. Kuşkusuz bu aşma faaliyetinin bileşenlerini oluşturan reformcu ve devrimci mücadele biçimleri de, ne tam anlamıyla dünün kavramsal içeriğine sahiptir, ne de gelecek açısından bugünün pratik deneyimleri olmaksızın tam manasıyla doğmatik bir biçimde de tarif edilemez. Teori ve pratiğin birliği ve bununla bağlantılı olan “reformizn” ve “devrimcilik” kavramları da emeğin tarihsel kurtuluş mücadelesinin aşamaları (ve merkez, merkez-çevre ve merkez-karşıtı konumlanışları ve koordinatları) içerisinde her defasında yeniden tanımlanmak zorundadır. [4].
Bu süreçte sosyalizmin öncü-kurucu sınıfı olan protekya ve onun komünist önderliği kılı kırk yaran özel taktikler ve stratejiler eşliğinde kendi rolünü oynayabilir ki, bu da nesnel ve öznel açıdan protekya partisinin öncü devrim ve tarihsel devrim mücadelelerine programatik açıdan hazırlanması gerektiği anlamına gelmektedir. Son çözümleme de; nasıl ki tarihsel emeğin en ileri biçimini temsil eden protekya sosyalist devrimin “ana işlemcisi” ise, parti de bu devrimci sürecin (hem geçmişi hem de geleceği kapsayan bir tarzda) “ana belleği” konumundadır. Lakin; ne parti ne de sınıf birbirinin yerine geçemeyeceği gibi, bu ikisi olmadan da sosyalizm hedefi gerçekleştirilemez.
Protekyanın öncü kesimlerinin kendisini bir parti biçiminde örgütlemesi nasıl ki zorunluysa; partinin bir sınıf olarak kendisini protekyanın yerine ikame edemeyeceği de (sosyalizmin salt öznel parti iradesi ile kurulamayacağı da) aşikardır. Parti, sınıflaşmış-parti, sınıf, partileşmiş-sınıf ilişkileri/formları bağlamında sınıftan partiye, partiden sınıfa doğru kurulacak olan ilişkiler bütününün diyalektik işleyişi anlaşılmaksızın, ne kadrolaşma sorunu, ne partileşme sorunu, ne de bağımsız devrimci bir protek sınıf hareketinin ve önderliğinin hayata geçirilmesi sorunu çözülebilir ki, aksini düşünmek ya da iddia etmek boşa kürek çekmekten başka da bir sonuç doğurmayacaktır.
Rusya, Çin, Küba vb. gibi geçmişte kendisini “sosyalist” ya da “komünist” olarak niteleyen pek çok ülke ve bu ülkelerin teocu politik takipçileri, bu sistemlerin glokal-kapitalist restorasyonu karşısında tam bir bilimsel ve ideolojik kafa karşıklığı içinde debelenip durmaktadır. Keza; proletaryan ütopizm onca deneyime karşın, hala sosyalizmin proletarya üzerine inşa edilemeyeceğini, dahası feodalizmin tasfiyesi üzerinden sanayi emeğinin iktidarı ile yeni bir tarihsel sistemin kurulamayacağını görmemekte ısrar etmektedir. Dolayısıyla; sosyalizmin inşa edilebilmesi için teknik emeğin ve protekyanın politik sınıf mücadelesi sahnesindeki yerini alması gerektiğini kavramaktan uzak olan proletaryan sollar, protekyanın ve teknik emeğin ortaya çıkmadığı koşullarda, sosyalizme salt köylülüğe ya da salt proletaryaya yaslanarak ulaşabileceği yanılsamasını az ya da çok bugünde sürdürmektedir. Bu da haliyle; bütün bu “sollar” arasında sosyalizme ve komünizme ilişkin bilimsel ve ideolojik kafa karışıklığını daha da arttırmaktadır. Kuşkusuz bu kafa karışıklığına karşı tek gerçek panzehir emekolojik yol ve yöntemin daha da fazla bilinç düzeyine çıkartılmasıdır.
Proletaryan hareketlerin içine düşmüş olduğu derin bilimsel ve ideolojik krizin tarihsel köklerine inildiği zaman görülecektir ki, bugün asıl ayrışma; sosyalizme sınıfsız gidilebileceğini iddia eden birinci dalga “Fransız Ütopizm”ine karşı, sosyalizme proletarya ile gidilebileceğini iddia eden ikinci dalga “Marksist ütopizm”e karşı, sosyalizme protekya ile komünizme ise bilim-emek-sınıfı ile gidilebileceğini savunan üçüncü dalga emekolojik yol ve yöntem arasında cereyan etmektedir. Bunun dışında kalan her türden postçu akım ise, ancak çeşitli türden burjuva ideolojilerinin “sol” içindeki küçük burjuva yansımalarından ve yanılsamalarından başka da bir şey değildir. [5].
İnsanı, insan toplumunu ve bunun biçimlerini “emeğe indirgemeyen”, dahası emeği kendi içinde nitel ve nicel üst ve alt türlere ayırmadan, tarihi ve bu verili tarihsel koşulları anlamaya çalışan her türden idealistleşmiş-materyalist ya da materyalistleşmiş-idealist anlayış; özü itibariyle bilim ve mantık dışı bir “gerçekten” bahsetmektedir. Halbuki gerçekte böyle bir gerçeklikte yoktur. Bütün bu anlayışların, gerçeklik olarak gördüğü şey, aslında var olan gerçekliğin soyut bir yanılsamasından ibarettir.
Son çözümleme de; insanı ve toplumu emek türlerinin diyalektiğine “indirgemeyen” bir gerçeklik algısı, gerçeklik değil, yalnızca bir hayalden/ütopyadan ibarettir. Bu yüzden de; Rusya, Çin, Küba vb. gibi devrimlerin tarihsel çıkış noktalarının feodalizme karşı sanayi emeğinin belirli sınıf varyantlarına göre şekillendiği de proletaryan sollar tarafından bir türlü bilinç düzeyine çıkarılamamaktadır. Kaldı ki; o dönem ki tarihsel emek konjektürü ve koordinatları gereği (feodalizmden kapitalizme/tarım emeğinden sanayi emeğine geçiş koşullarında); salt öznel emeğin iradesi ile teknik emek ve protekya icat edilemeyeceğine göre, bu devrimlerin sanayi emeğinin belirli sınıf varyantlarının bir uzantısı olması da son derece doğal bir “anormallik”tir.
Bugün ise “normal” olmayan asıl şey; sanayi emeğinin sosyalizm ya da komünizm yaratabileceğine olan teomarksist inançtan kaynaklı olarak, teknik emeğe ve protekyaya gözlerini, kulaklarını ve bilinçlerini kapatarak üç maymunu oynama yarışına girmiş olan proletaryan devrimciliğin, yaşanan bunca teorik ve pratik deneyim ışığında dahi kendi dinsel ve mistik kabuğunu kıramayarak, bu anormalliği su yüzüne çıkaramayışıdır. Bu durum haliyle; protekyanın devrimci sınıf partisinin inşası noktasında gerekli olan bilimsel ve ideolojik dönüşümün tavandan tabana, tabandan tavana doğru diyalektik gelişimini yavaşlatıyor olsa da, bu yavaşlama geçici ve tali bir durum olup, bu zorlu mücadele en başta kendi iç dinamiklerine yaslanarak, kendi varlığını ete kemiğe büründürmesini de er ya da geç başaracaktır.
Bütün bu sürecin kendisini ayrıştırarak kapsayan, kapyarak da aşan diyalektik ilerleyişi kavranmaksızın, kendiliğinden gidişata dönük bilinçli devrimci bir müdahale yapılamayacağı gibi, bu zorlu mücadele de saf tutmamak şeklinde kendisini gösteren her türden pasifist ve “bekle görcü” tutumda, gerçekte uzun yıllara yayılan emeklerin ve ödenen bedellerin hiçe sayılmasından, dahası kuruluş amaç ve hedeflerinden uzaklaşılmış bir tasfiyeciliğe boyun eğilmesinden başka da bir anlama gelmemektedir.
Hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır ki; sosyalizm ve komünizm iddiası taşıyan bilimsel bir program her zaman bir “aygıtta”, hem de o aygıtın pratikleşmiş-teorisinde ve teorileşmiş-pratiğinde varolmak zorundadır. Son çözümleme de bu var oluş, özünde emeğin tüm tarihsel ve toplumsal biçimlerinin var oluşu ve bu var oluşun birleşik hareketinin devrimci manada bilinç düzeyine çıkarılabilmesi anlamına gelmektedir. Kendinde sürece böylesi bir devrimci bilinçle müdahale olmaksızın, yeni bir sınıf olarak protekyanın partileşme sorununun kendiliğinden çözüleceğini sanmak, budalalığın en daniskalı halidir.
Dipnotlar
[1] Emekoloji bilimini ortaya atanlar “protekya sınıfının var olduğu tezleri”ni de ileri sürmüşlerdir. Lakin; bu tezi ileri sürenler “bir sınıf icat etmemişlerdir”. Aksine var olan ve doğmakta olan yeni bir sınıfın toplumsal hayattaki izlerini sürerek bu teze/sonuca ulaşmışlardır. Başka bir deyişle; onlar protekyayı “yoktan var etmemişlerdir”. Pek çok teocu ve postçu akımın gözden kaçırdığı asıl şeyde tam da burasıdır. Nasıl ki; Marksizm’in (Leninizm’in vs.) izlerini sürerek emekoloji bilimine ulaşıldı ise, sanayi emeğinin izleri de sürülerek teknik emeğin/protekyanın dünyasının izlerine ulaşılmıştır.
[2] Örnek vermek gerekirse; tekerleğin bulunuşu (icadı) ile tekerleğin toplumsal hayatta bir emek araç biçim olarak kullanılması arasında en az “bilinen” 5 asır kadar bir fark bulunmaktadır. Kaldı ki; ilk olarak av emek ürünlerinin/metalarının taşınmasında kullanıldığı düşünülebilecek olan en ilkel tekerlek modellerinin tarih öncesine kadar gittiği de göz önüne alınırsa, burada neyin kastedildiği daha iyi anlaşılabilir.
[3] Protekyanın son dönemdeki toplumsal hareketlerinde ortaya çıkan kendiliğinden önderlik misyonları (örneğin, Seattle, Genova, Wall Street, Gezi, Hong Kong vs.), Türkiye özelinde “Plaza İşçileri”, “Bilişim Emekçileri” vs. gibi adlar altında ete kemiğe bürünmeye başlamıştır. Lakin; proletaryan solun eski söylem ve davranış tarzlarını aşamamış olan bu oluşumlar, aynı zamanda protekyan teknik emeğin iktisadi ve sosyal teşekkülerini de, taleplerini de, kısmi de olsa yansıtmaya başlamışlardır. Keza; bu oluşumlar bir koldan protekyan-sendikalizme, diğer koldan protekyan-demokratizme, başka koldan ise protekyan-reformizme/protekyan-devrimciliğe doğru da hızla evrilmektedir. Emeğin nesnel gelişkinlik şartları da böylesi oluşumları (ara/glokal oluşumları) zorunlu kılmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Rusya’da kapitalizmin ve sanayi emeğinin gelişiminde Bolşeviklerin oynadığı rol modellerden birisi de kooperatifçi politikadır. Kooperatifçilik bir nevi sanayi sermayesinin oluşmasına katkı da bulunduğu kadar, diğer bir yönden de bu sermayenin artı-değerinin proletarya için daha toplumsal bir biçimde bölüştürülmesine de olanak sağlamıştır. Sovyet-demokratizmi bunun en belirgin örneklerinden biridir.
[4] Gerçekte “en-radikal” reformizm, “en-devrimci” olanıdır. Devrimci olabilmenin ön koşulu reformist olabilmekten geçer. Reformist olamayan devrimci de olamaz. Keza; hangi sistem olursa olsun (komünizm hariç) her sistem zorunlu olarak kendi içerisinde belirli tarihsel aşamalara gebedir. Bu aşamaların arasındaki değişiklikler içerisinde “en-çoğulcu” toplumsal ve politik tavır (sınıfsal değil) alt sınıflardan yana tutum iken, bu bir cepheden bakıldığında reformizm olarak algılansa da, diğer cepheden bakıldığında ise, o sistemin içindeki demokratik görevler olarak da karşımıza çıkmaktadır. Asıl “Leninizm”; devrimci olanla reformizm arasındaki ilişkiyi en doğru şekilde düzenleme tarzıdır. Asıl Leninist politik felsefe de budur. Kimine göre Leninizm reformizmdir, kimine göre Leninizm devrimciliktir; halbuki Leninizm Rusya’daki pratiği ile her iki açıdan da bunu kanıtlamıştır. Şayet bu böyle olmasaydı “ekmek, toprak, barış” şeklindeki Bolşevik istemler de yer yer reformizm ve yer yer devrimcilik içererek geniş kitleler ile buluşamazdı. Başka bir deyişle; Bolşevikler kitleleri kazanabilmek adına her fırsatta reformculuğu da içeren (asgari ve azami) taleplerini politik tavır olarak sergilerken, diğer taraftan da bu talepler uğruna emekçi kitleleri kazanarak 1917’de devrim yapmışlardır.
[5] Dünün fransız ütopizminin proletaryan marksizm karşısında düştüğü “mantıksal konum” her ne ise, bugünün emekoloji ve protekya sosyalizmi karşısında dünün proletaryan marksizminin düştüğü konumda aynı mantıksal konumdur. Dünün fransız ütopizminin (sınıfsız komünizme geçiş heyyulasının) saçmalığı ne ise, bugünün proletaryan ütopizminin (proletarya yolu ile sınıf intiharından komünizme geçiş) saçmalığı arasında da çok büyük bir fark olmadığı gibi, ikisi de aynı mantıksal konumlanışa sahiptir. Tüm toplumun ikna ve intiharı yoluyla tüm sınıfların ortadan kaldırılabileceğine inanan fransız ütopizmi ile, proletaryanın diğer tüm sınıfları zor yoluyla yok ederek, kendisini ihtihara sürükleyerek, sınıfsız bir komünizm kurma ütopizmi arasında biçimsel farklılıklar olsa da, öznel anlamda bunlar birbirlerinden çokta farklı şeyler değillerdir. Son çözümlemede; insanlar hep aynı mantıksal kodlarla düşünmeye alıştıklarından dolayı, (fransız ütopizmi ve proletaryan marksizm karşılaştırmasında olduğu gibi) başka türlü mantıksal kodlarla düşünmesini bilmediklerinden dolayı, önce kendi düşüncelerini, sonra da var olan dünyayı değiştirmeye asla aday değildirler. Bu açıdan ne teocumarksizm ne de postcumarksizm dünyayı devrimci yoldan değiştirmeye aday değildir.
Konuyla bağlantılı Yazılar:
“Komünizmin İlkelerini” Yeniden Düşünmek, 26 Aralık 2014
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/106343081197/komünizmin-ilkelerini-yeniden-düşünmek
Emeğin Dinamik Mekaniği ve Komünist Ufuk Sorunu, 04.04.2015
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/115455673227/emeğin-dinamik-mekaniği-ve-komünist-ufuk-sorunu
Emek Türlerinin Birleşik Diyalektiği, Protekya ve 21. Yüzyıl’da Marxizm, 24.06.2015
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/122323687472/emek-türlerinin-birleşik-diyalektiği-protekya-ve
Kapitalizm, Protekya Hareketi ve Mücadele Araçları Üzerine, 07.28.2015
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/125212890247/kapitalizm-protekya-hareketi-ve-mücadele-araçları
Bilimsel Komünizmin Temel Kavramları ve Anlamları, 21.09.2015
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/129584684512/bilimsel-komünizmin-temel-kavramları-ve-anlamları
Emek Grafiğinin Yazınsal ve Sembolik Yapısı Üzerine Notlar, 21.10.2015
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/131616740407/emek-grafiğinin-yazınsal-ve-sembolik-yapısı
“Deli Eden Sık Sorular” Üzerine, 29.04.2016
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/143581279167/deli-eden-sık-sorular-üzerine
Emekoloji’nin Oluşum Sürecinde Ön-Emekoloji’nin (Marksizm’in ve Leninizm’in) Oynadığı Rol Üzerine, 27.01.2018
http://serhatnigiz.tumblr.com/post/170167604532/emekolojinin-olu%C5%9Fum-s%C3%BCrecinde-%C3%B6n-emekolojinin
27.09.2018
Serhat Nigiz
1 note · View note
marmalaise · 3 years
Photo
Tumblr media
Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışı'na ilk kez katılan ve kadınlar kategorisinde zirveye çıkan Galatasaray Spor Kulübü Yüzücüsü Milli Sporcu Nida Eliz Üstündağ, İhlas Haber Ajansı'na özel açıklamalarda bulundu.
3.5 yaşında jimnastik yaparak spora başladığını söyleyen 25 yaşındaki sporcu, yüzmeyi 5 yaşında öğrendiğini ve 7 yaşında da yüzme sporuna dahil olduğunu ifade etti.
2016 Rio Olimpiyatları'nda 200 metre kelebek stilde Türkiye rekoru kıran ve 2018 Avrupa Şampiyonası'nda bu rekoru geliştiren Nida Eliz Üstündağ, kendisine ait olan bu rekoru Avrupa Kısa Kulvar Şampiyonası'nda da geliştirmek istediğini ifade etti.
“Denizden korkuyoruz”
Nida Eliz Üstündağ, yüzücülerin denizden korktuğu söylentisinin doğru olduğunu ifade ederek, “Aslında hala korkuyoruz denizden. Deniz ile havuz çok farklı. Havuzda akıntı yok, dalga yok, rüzgar yok. Havuzda dibi görmeye alışkınız, denizde göremiyorsunuz. Yarışın heyecanıyla zaten görmeniz mümkün değil. Birçok sporcuyla aynı ayna yarışıyorsunuz. İster istemez çarpışıyorsunuz. Deniz daha farklı bir alan. Ben normalde havuzda yüzüyorum. Marmaris'te 6 KM açık denizde yüzmüştüm ama Boğaz çok daha farklı. Normalde 4-5 duba verirler ve etrafında yüzersiniz. Boğaz'da ise bir noktadan başka noktaya yüzmeniz gerekiyor. Ters akıntıya girmemeniz gerekiyor. Her baba yiğidin harcı değil desem yanlış olmaz. Birincilik kolay gelmedi. Ama o kadar imkansız değil. Son derece güvenlikli bir organizasyon. Bu önlemler olunca insan kendisini rahat hissediyor. En kötü ihtimalle elimi kaldırıp bonemi çıkarırım, beni alırlar. Ama ters akıntıya girince Bebek sahilden çıkmak da mümkünmüş. Köprünün altından geçerken, gölgeden dolayı su soğuyor, bu çok farklı bir deneyim. 2 bin 600 kişiyle koca Boğaziçi'nde yüzmek çok farklı bir deneyim. Bir ara kaybolduğumu hissettim ben yarışta” diye konuştu.
“Birincilik beklemiyordum, güzel oldu”
Yarış sırasında bir noktada kaybolduğunu sanan genç sporcu, “Boğaz'ın tek yöne gittiğini biliyorum. Bir noktada etrafımda kimse göremedim. Gözlüğüm buğulandı, güneş vuruyor. Havuzda duvar itiyoruz ama denizde öyle bir durum yok, bu nedenle minik bir kramp durumu oldu. Yorgunluk ve stres etkisiyle ‘Yanlış bir yere mi gittim' diye düşündüm. Sonra biraz daha stresi durdurup, sakinleştim. Bir noktada durup gözlüğümü çıkardım. Çünkü Galatasaray Adası'nı görmem gerekiyordu rota için, fakat ben adayı göremedim. Sonrasında bir durup etrafıma bakıp devam ettim. Kürsü bekliyordum ama birincilik beklemiyordum, güzel oldu” açıklamasını yaptı.
“Pandeminin ardından bizim için sezon zorlu geçti”
Pandeminin yüzücüleri çok etkilediğini ifade eden Nida Eliz Üstündağ, “Pandemide Türkiye'de ilk vaka mart ayında çıktı ve nisanda havuzlar kapandı. Sonrasında 3 ay evden çıkamadık ve bu süreç bizi çok yıprattı. Bizim için daha farklıydı, yüzme çok su ihtiyacı olan bir branş. 1 gün antrenman yapmayınca 1 hafta geriye gidersiniz. Sporcular olarak şöyle bir avantajımız vardı, yalnız değildik. Yaşadığımız şeyi dünyadaki bütün sporcular yaşadı. Bu nedenle bu zorluklarla bütün halinde savaşmak farklı bir duyguydu. 2020 Olimpiyatları karmaşası vardı ve sonra ertelendi. Geçtiğimiz hafta gerçekleşti olimpiyatlar. Şimdi Paralimpik Olimpiyatları başlayacak. Bütün sporcularımıza da başarılar dilerim, kalbimiz onlarla. Pandemi sonrasında hepimizin mücadelesi aynı yerden başladı. Bizim sezonumuz normalde 11 ay sürüyor ama bu sezon 2 sezonun birleşimi gibi oldu ve 15 ay oldu. Bu da çok uzun bir süre. Stres artınca sakatlıklar artıyor. Zorlu bir süreçti fakat keyifli geçti. Ben minik bir farkla olimpiyatlara gidemedim. Ama yarışları izledikten sonra 2024 hedefim oldu. Normalde yoktu hedefim ve şimdiden hazırlanmaya başladım. Keyifli bir süreç olacağını düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
“Colorado Springs'teki kampta yer almak çok önemliydi”
Dünyanın en önemli yüzücülerinden Michael Phelps ile birlikte aynı tesiste antrenman yapma şansı yakalayan Nida Eliz Üstündağ, “Federasyon, 2014 yılında Michael Phelps'in antrenörü Bob Bowman'dan danışmanlık alıyordu. Ortak bir kamp düzenlendi. Türkiye'den 10 sporcuyla kampa gittik. Tek kadın sporcu bendim. Oldukça zorlu bir süreçti. Antrenman programı çok farklı ve bu antrenman programını çıkarabilecek sporcuları aldılar. Bu süreçte sadece Michael Phelps değil, birçok iyi sporcu vardı. Onlarla bu atmosferde olmak çok önemliydi. Colorado Springs'teki tesis dünyanın sayılı tesislerinden birisi. Çok gizli, korunaklı bir bölgeydi ve orada olmak çok önemliydi benim için. O sırada liseye gidiyordum ve 2015 yılında mezun olup üniversiteye başladım. Beden eğitimi öğretmeni ya da antrenör olmak hedefimde yoktu. 3.5 yaşından beri sporcuyum, kardeşim de Efeler Ligi'nde voleybolcu. Ailece sporun içindeyiz ve bu nedenle psikoloji seçtim. Gerçekten büyük zevk alıyorum psikolojiden. Şu anda da Hacettepe Üniversitesi'nde yüksek lisans yapıyorum, egzersiz ve spor psikolojisi alanında. Okulumla sporu birleştirerek, spor psikolojisi alanında sporculara destek vererek onların performansının yükselmesine yardımcı olmak istiyorum” açıklamasında bulundu.
“Arkadaşlarıma danışmanlık vermem etik değil”
Psikoloji okumasına karşın, bunu kendisi için kullanamadığını söyleyen Üstündağ, “Terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Ben de oldukça zorlanıyorum. Farkındalığım yüksek olduğu için sorunlarımı bulmak zor olmuyor fakat kendime müdahale etmek zor oluyor. Bu yüzden ben de spor psikoloğumdan ve ayrıca bir başka psikoloğumdan destek alıyorum. Ama arkadaşlarım bazen ‘Yeterince antrenman yapıyorum ama olmuyor' diyorlar. Ben de bunu söylüyorum. Bilimsel, zihinsel, mental bazı psikolojik eksikliklerin olduğunu görüyoruz. Ben zaman zaman önerilerde bulunabiliyorum fakat çevremdekilere müdahale etmem söz konusu değil, çünkü etik değil. Faal şekilde spor yaparken, iç içe olduğum insanlara danışmanlık vermem doğru değil. En fazla onları tanıdığım başka spor psikologlarına yönlendiriyorum” dedi. Son olarak kariyer planından bahseden Nida Eliz Üstündağ, “Ben sporu şurada bırakırım diye bir şey söyleyemiyorum. Bırakmak istediğim zaman bırakma hakkımı kendime veriyorum. Ama ikinci olimpiyatıma gidip, 2 olimpiyat gören bir spor psikoloğu olarak bırakmak istiyorum. 2024'e katılıp final yüzersem benim için çok güzel olur. Sonrasında yüzmeyi bırakır mıyım bilmiyorum. Koşullar ve benim spordan beklentilerim önemli. Şu anda 25 yaşındayım, olimpiyatlarda 28 yaşında olacağım. Bu yıl 32 yaşında bir yüzücü bıraktı. 2028'de de belki spor psikoloğu olarak giderim olimpiyata” diyerek sözlerini tamamladı.
Bozhan Memiş  
0 notes
sektorumdergisi · 3 years
Photo
Tumblr media
Alaaddin’in Lambası ✍️Ahmet Soylu •••••• Öyle verimli bir kulvar ki LED kulvarı, son 10 yıldır ülkemizde ve Dünya’da yerini ve pazar payını her geçen yıl katlarken, LED’de değişim ve gelişim hala devam etmektedir. LED aydınlatma çözümlerinde de dikkat etmemiz gereken detay, doğru olana yönelmektir. Çözümü bilen tecrübeli, iyi marka ürünleri adreslerden temin etme yoluna gitmeliyiz. ••••••• Makaleye git: https://www.sektorumdergisi.com/alaaddinin-lambasi/ #led #aydınlatma #teknoloji #ışık https://www.instagram.com/p/CSq-BTvM6yV/?utm_medium=tumblr
0 notes
gencbeyyin · 3 years
Text
Mustafa Tunahan Bodur'un Hayatı
Zeka ve yetenek birleştiğinde, onu doğru kullandığınızda, önünüzde hiçbir şey duramaz. Bu anlamda yapılan tanıma en uygun karakterlerden birisi de Mustafa Tunahan Bodur diyebiliriz. Genç yaşına rağmen, benzersiz ve harika şeyler başaran bu insan, yaşıtları tarafından örnek alınan biridir. İş hayatına oldukça hızlı bir giriş yapan Bodur, aldığı kararlar ve yönetim şekliyle ciddi gelişimler yaşamıştır. Bunun yanı sıra, sosyal medya ve magazin dünyasının da önde gelen özel isimleri arasında dikkat çekmektedir. Genç yaşına rağmen oldukça popüler, sevilen ve aranan biridir.
Tumblr media
Genel olarak ülkemizde yaşanan beyin göçüne teslim olmayan Bodur, ülkemizde kendine bir kulvar açarak, her zaman etkin ve özel sonuçları hedeflemiştir. Hedefleri doğrultusunda oldukça emin adımlarla ilerlerken, kendine yüksek katkılar eklemiştir. Bu alanda harika bir yere ulaşmış, bunun yanı sıra, yönetim kurulu üyesi olarak da kariyerini üst aşamalara taşımıştır. Magazin basınında da sıklıkla karşılaşabildiğiniz bu genç girişimci iş adamı, son dönemde ülkemizde sıkça konuşulan, ön plana çıkan insanların başında gelmektedir.
Instagram : https://www.instagram.com/tunbdr/
0 notes
trendoa · 4 years
Text
Eskiden et ustasıydı şimdi helvacı olduSağlık sorunlarına rağmen kulvar değiştirse de yiyecek sektörünü bırakmadıBolu Mengen’de Türkiye’nin sayılı aşçıları tarafından yetiştirilen Cevher Mahmutlar;"Ustalarım bana hileyi değil, hep doğruluğu öğretti"
Eskiden et ustasıydı şimdi helvacı olduSağlık sorunlarına rağmen kulvar değiştirse de yiyecek sektörünü bırakmadıBolu Mengen’de Türkiye’nin sayılı aşçıları tarafından yetiştirilen Cevher Mahmutlar;”Ustalarım bana hileyi değil, hep doğruluğu öğretti”
Bolu Mengen’de Türkiye’nin sayılı aşçıları tarafından yetiştirildikten sonra ülkenin birçok yerinde çalıştığını belirten et ustası Cevher Mahmutlar, emekli olduktan sonra son 8 yıldır Eskişehir Hamamyolu’nda helvacılık yapıyor. 50 yaşındaki Mahmutlar, yüzlerce çeşit yemek yapabildiğini, emekli olduktan sonra ise birçok sağlık sorununa rağmen mesleğine helvacılıkla devam ettiğini belirtti. Aşçılık…
View On WordPress
0 notes
doriangray1789 · 2 years
Text
2 HAZİRAN 2021 TARİHLİ YAZIM…
KEMALİZM..
-KEMALİST ANLAYIŞ VE İDEOLOJİ...
Türkiye'de Mustafa Kemal ve Kemalizm odaklı bölünmenin sınırları artık çok net.Ben bu sınırları üç ana başlıkta tanımlıyorum.Türk siyasi haritasını, bu üç başlık üzerinden değerlendiriyorum.
Başlık Mustafa Kemal'e sevgi ve saygı duyan ama Kemalizm'e mesafeli duran kesim. - Atatürk'ü memleketin kurtarıcısı olarak görüyorlar ama Kemalizm ilkelerine karşılar. Cumhuriyet ile ilgili tavır sahibi değiller ama demokrasinin tanımında dahi takılıyorlar. -Ulusçuluğa karşı değiller ama kendi anladıkları daha katı milliyetçi ve yayılmacı anlayışa sahip bir ulusçuluk fikirleri var.
2.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem de Kemalizm'e karşı olanlar. -Halifelik ve padişahlığı kaldırdığı için sevgi ve saygı duyabilmeleri söz konusu bile değil. Sekülerizm, onlar için İslam'a savaş aşmış Jakoben ordusunun fikriyatı. -Ümmetçilik fikri dururken Ulusalcılığı savunmak şöyle dursun, dikkate almaları bile olanaksız.
3.Başlık, Hem Mustafa Kemal'e hem Kemalizm'e sahip çıkanlar. -Büyük ölçüde Türk devrim ve ideolojisini yekpare sayarlar. Yaşadıkları topluma en uygun siyasal, sosyal ve ekonomik yaklaşımın, Kemalizm olduğunu savunurlar ama bu savunuşun doz'u ikinci bir fikri dinlemek konusunda onlara dezavantaj sağlar. Bir kısmı Mustafa Kemal'i ve Kemalizm'i olduğu gibi, bir kısmı olması gerektiğini düşündüğü gibi, bir kısmı olmasını istediği gibi, bir kısmı olmadığı hali ile algılar, anlatır ve savunur. -Çok büyük kısmı, Mustafa Kemal'i eleştiremez. Türkiye'nin son kırk yılını, yüzeysel olarak bile incelerseniz karşınıza merkez sağ parti ve bu partilerin iktidarları çıkacaktır. Türkiye çok uzun süre, yazının 1. Başlığında özetlediğim bakış açısına sahip iktidarlar tarafından yönetildi. Fakat sağ, sol'un imha edilmesinden sonra ilginç bir reaksiyon gösterdi. Sivrilmesi ve keskinleşmesi için gerekli koşullar ve taraflar olmamasına rağmen, sağ tekrar sağ sapma gösterdi.Bu sapma tabii ki doğal bir yöneliş değildi. Türkiye'de 68 kuşağının sosyalist fikrini inceleyin ve günümüze bakın. Göreceksiniz ki sol bile sağ sapmış! Merkez sağ'ın hızla tekrardan sağ sapması, merkezden uzaklaşması ve yazının 2. başlığında özetlediğim yaklaşıma oturması gerekiyordu. Bu ikamet değişikliğinin olması için ne gerekiyorsa yapıldı ve başarı sağlandı. Fakat dikkatinizi çekerim, Türkiyede ki siyasi konjonktür her ne olursa olsun Mustafa Kemal ve Kemalizm tarafında, kısmen tarafında veya karşısında saf tutuyor! Sağ, yeni bir kulvar veya ideolojik yaklaşımı sağlayacak entelektüel birikimden oldukça yoksun. Dönüp dolaşıp varlıklarını, kimliklerini, duruşlarını, ifadelerini yine Mustafa Kemal ve Kemalizm karşıtlığı üzerinden izah etme yoluna gitmek zorunda kalıyorlar.Bu noktada hayati bir tezat mevcut. O da şu; Kendilerine ait pozisyonu, tarihten silmek istedikleri Mustafa Kemal ve Kemalizm üzerinden belirliyorlar. Bakın Türkiyede sol, bu kadar aciz değildi!Sol, kimliğini kendi argümanları ile ama eksik ama yanlış tanımlama başarısı göstermiştir. Peki Kemalizm nedir? '' üç yazıdan oluşacak olan bilgisel serisi ile izah edeceğim. Fakat başka bir soru ile başlayalım. Kemalizm ideoloji midir? İdeolojiler, toplumsal gereklilikleri bir çeşit öğreti ile karşılama yoluna giden, kişi ve kurumların davranışlarına yön verebilen, kendi içlerinde tutarlı düşünce sistemleridir. Kemalizm, bu anlamda geri kalmışlıktan kurtulma istemi ile '' çağdaş '' bir toplum özlemine yanıt vermeyi amaçlayan ilerici bir ideolojidir. Kemalizm '' ilerici '' bir ideolojidir!Değişen koşulları dikkate alarak, sürekli ve rasyonel bir yenilenmeyi ve bu yenilenmenin ilkelerini içerir. Türkiyede ki Kemalist'ler acaba değişen koşulları yeteri kadar iyi analiz edebiliyorlar mı? *Ben hala '' Köy enstitüleri açılmalı. '' söyleminde bulunan bir sürü Kemalist ile karşılaşıyorum. Köy enstitüleri dönemin koşullarına göre bence çok başarılı bir modeldi. Türkiyede her başarının bir cezası olduğu gibi bu başarıyı da cezalandırdılar ve bitti. İki nedenden dolayı bence Atatürkçülük yerine Kemalizm terimi kullanılmadır;
1-) Atatürkçülük artık şemsiye olamayacak kadar çok yıpratıldığı için. 2-)Kemalizm uluslararası dile girdiği için. Kemalizm ideolojisinin temeli, Mustafa Kemal daha genç bir subayken kafasında oluşmaya başlamıştı. Erzurum kongresi öncesinde, 8 Temmuz sabaha karşı Mahsar Müfit Kansu'ya aldırdığı notları biliyoruz; Zaferden sonra şekli hükumet cumhuriyet olacaktır. Bu bir...İki, Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır.Üç, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.” Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. Şaşkın “Darılma, ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dediğinde de, Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz...Beş,Latin harfleri kabul edilecek.” Olayın gerisini Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatıyor: Paşam kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile ‘Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter’ diyerek defterimi kapattım.” serinin ikinci yazısı “Türk İnkılabı” başlığındadır merak edenler  gönderilerimde bulabilirler saygılarımla
7 notes · View notes
kocaalihaber · 5 years
Text
0 notes
otosafari · 5 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
CES 2020 ezber bozdu
7-10 Ocak tarihleri arasında ABD’nin Los Angeles kentinde düzenlenen CES 2020 - Tüketici Elektroniği Fuarı, bu yıl da akıllı teknolojiler, ulaşım ve mobilite çözümleri ile küresel otomotiv gündemine damgasını vurdu  
Otomobil üreticileri ve paydaşlarının, karbondioksit emisyonlarını azaltmak ve küresel normlara uyum sağlamak için başlattıkları dijital dönüşüm ve elektrikli otomobil üretim hamleleri, CES fuarını otomotiv ve yan sektörlerinin ana mecralarından biri olarak konumlandırdı.
CES 2020’de konsept araçlarını sahneleyen çoğu otomobil üreticisi, otomobillerin Amazon Alexa entegrasyonu gibi teknik özelliklerini konuşmaya hevesli olsa da, bu yılın programında sürdürülebilirlik ve çevre dostu olma üzerine yeni bir odak gördük. Mercedes-Benz'in kombine edilebilir bir bataryaya sahip garip Avatar esintili konsept otomobilinden Toyota'nın çevre dostu araçları ve gerçek boyutlu bir şehir inşa etme planları otomobil endüstrisinin çevre ile barışmaya istekli göründüğünü düşündürüyor.
Yakın geçmişte, konsept ürün ve hizmetlerin ve markaların inovasyon becerilerini sergiledikleri CES, bugün duyurulan yeniliklerin kısa zamanda ürünlerde uygulanabildiği bir ‘önizleme’ platformuna dönüştü. Küresel otomobil geleneğinde ‘Büyük Beş’ olarak anılan Cenevre, Paris, Frankfurt, Detroit ve Tokyo fuarlarının yanı sıra CES, günceli izleyerek yüksek teknoloji ve inovasyon alanlarında yeni bir kulvar yarattı.
Endüstrinin yönü değişti
Elektrikli otomobil modellerinin ‘niş’ bir pazar oluşturduğu günlere kıyasla bugün otomobil üreticileri, yeni rekabet koşullarına hızla uyum sağlayarak sıfır emisyonlu otomobilleri ardı sıra pazara vermeye başladılar. Geçmişte, fuar standlarının baş köşesine oturtulan, yıllar sonra üretici müzelerinde karşılaştığımız otomobil konseptleri, bugün hızla seri üretime dönüştürülüyor. Çünkü otomotivin yeni nesil tüketicisi, markalardan şeffaflık, ekolojiye saygı ve hız bekliyor.
İklim Haber’de yayınlanan makalede yer verildiği üzere; veri şirketi IHS Markit, 2020’nin sonunda elektrikli araç modellerinin sayısının 100’den 175’e ulaşacağını belirtiyor. Bu sayının 2025’te 330’u aşacağı öngörülüyor.
Bloomberg Yeni Enerji Finansı’nın öngörülerine göre İngiltere’de 2019’da yüzde 3.4 olan elektrikli araç satışları 2020 sonunda yüzde 5.5 oranına çıkacak. 2026’da ise, elektrikli araçlar İngiltere’deki toplam otomobil satışlarının beşte birini oluşturacak. LMC Otomotiv’in de benzer tahminleri bulunuyor: 2020’de Avrupa Birliği’ndeki elektrikli araç satışının, 2019’daki 319 binden, 540 bine yükseleceği tahmin ediliyor. Sektör analistleri, içten yanmalı motorlara olan talebin azalmasıyla elektrikli araç piyasasının anlamlı olarak büyüyeceğini ifade ediyor.
AB yaptırımları artıracak
AB’nin 1 Ocak 2020’de yürürlüğe giren kararı, üretilen her aracın karbon emisyon değerinin kilometre başına 95 gramı geçmesi durumunda üreticilerine sıkı yaptırımlar uygulanmasını içeriyor. Bu sınırın aşılması durumunda, üreticiler sattıkları toplam araç sayısıyla, sınırın aşıldığı her gram başına 95 avro ile çarpılan maliyeti ödemekle yükümlü olacaklar.
Küresel denetim ve danışmanlık şirketi Deloitte’nin danışmanları, elektrikli otomobillerin satın alma maliyetinin içten yanmalı motorlu otomobillerle aynı düzeye geldiğinde elektrikli araç piyasasının tepe noktasına ulaşacağını öngörüyor. Uluslararası Temiz Ulaşım Konseyi’nin yürüttüğü diğer bir araştırma ise, bu durumun geçen Şubat ayında İngiltere de dahil beş Avrupa ülkesinde yaşandığını belirtiyor. Batarya fiyatlarının geçen 10 yılda yüzde 87 oranında ucuzlaması ise elektrikli araçların önündeki en büyük engellerden birini kaldıracak gibi görünüyor.
Yeni ulaşım perspektifi
Konsept otomobillere, yeni nesil ürün ve hizmetlere ek olarak, CES'te sergilenen çok sayıda araç teknolojileri de vardı.
Tumblr media
En sürdürülebilir SUV
Otomobil tasarımcısı Henrik Fisker, 30.000 dolar başlangıç fiyatı ile satışa sunulacağını açıkladığı SUV modeli Fisker Ocean’ı fuarda tanıttı. Fisker, tamamen elektrikli lüks bir SUV olan aracın üretiminde geri dönüştürülmüş materyaller kullanılacağını ve en sürdürülebilir otomobil olacağını belirtti. Araç Fisker’in mobil uygulaması üzerinden 250 dolar depozito ile sipariş edilebilecek ve 2022’de teslim edilmeye başlayacak.
Tumblr media
Mercedes-Benz Vision Avtr
Mercedes-Benz'in 2009'un gişe rekorları kıran filmi Avatar'dan esinlenerek ürettiği yeni konsept aracı, Mercedes ve Daimler ana şirketinin sürdürülebilirlik çabalarını yansıtmayı amaçlıyor. Konsept otomobilde içten yanmalı motor yerine, grafen bazlı bir batarya kullanılıyor. Konsept otomobilin ahşap zemini elle hasat edilen Endonezya kerestesinden üretilirken batarya kompostlanabilir bileşenlerden oluşturulmuş.
Sony Vision-S
Sony, Vision-S konsept otomobili ile fuarın sürpriz yapan markalarından biri olarak öne çıktı. Japon teknoloji devinin fuardaki varlığı da şirketin sürdürülebilirlik değerlerine göndermelerde bulunuyor. Otomobilde otonom sürüş ve çarpışma koruma özellikleri sağlamak için, aracı çevreleyen 33 sensör bulunuyor ve bir ‘Güvenlik Kozası’ oluşturuyor. Kabin içinde, tüm paneli kaplayan panoramik bir ekran ve çok sayıda eğlence özelliği de bulunuyor.
Byton M-Byte ile
CES 2018'de ilk kez tanıtılmasından iki yıl sonra, Byton M-Byte elektrikli otomobilin üretime hazır olduğunu duyurdu. Münih merkezli Çinli otomotiv şirketi, otomobilin 48 inçlik bilgi ekranında kullanılmak üzere kendi seyahat planlama yazılımını da üreteceğini duyurdu.
Tumblr media
Olmazsa olmaz: Uçan taksi
Uber son yıllarda uçan taksi üzerinde çalışıyor ve bu alanda büyük yatırımlar yapıyordu. Koreli otomobil üreticisi Hyundai, Uber için saatte 290 km hıza ulaşabilen ve 100 km menzile sahip dev bir dron benzeri uçak üretmeyi planladıklarını açıkladı. SA-1 adı verilen hava aracı gövdesi etrafındaki birden fazla rotor ve pervaneye bağlanacak bir elektrik motoru ile güçlendirilecek.
Tumblr media
Audi AI: ME
Audi, AI: ME konsept otomobilini geçen yıl Şanghay Otomobil Fuarı'nda duyurmuştu. Alman üretici CES'e, sanal bir uçuş simülasyonu sağlayan artırılmış gerçeklik gözlükleri ve bir dizi yüksek teknoloji özellik listesini sergilemek için geldi.
Toyota geleceğin şehrini kuracak
Toyota, CES 2020’de, geleceğin şehrinin prototipini inşa etmeyi planladığını açıkladı. 175 dönümlük alana kurulacak geleceğin şehri, Japonya’da Fuji Dağı’nın eteklerine konumlandırılacak. Woven City isimli şehir, “0” emisyonlu hidrojen yakıt hücrelerinden güç alan tamamen bağlantılı bir ekosisteme sahip olacak. ‘Canlı bir laboratuvar’ olarak değerlendirilen Woven City, burada kalan sakinlerin yanı sıra otonomi, robot, kişisel mobilite, akıllı evler ve yapay zeka gibi teknolojiler geliştiren ve test eden araştırmacılara hizmet verecek.
Toyota, Woven City’nin tasarımı için Bjarke Ingels Group CEO’su Danimarkalı mimar Bjarke Ingels ile çalışacak. Mimar ve ekibinin, Google’ın yeni merkez binasından, New York’daki Dünya Ticaret Merkezi ile San Francisco ile Vancouver’daki gökdelenlere kadar birçok yüksek profilli çok sayıda projede imzası bulunuyor. Geleceğin şehrinin ana planında cadde kullanımları üç farklı tipe ayrıldı. Burada; sadece daha hızlı araçlar, farklı hızlara sahip araçlar, kişisel mobilite araçları ve sadece park benzeri yayalar için ayrılan yollar bulunacak. Bu üç cadde tipi, otonom testleri hızlandıracak şekilde tasarlandı.
Tamamen sürdürülebilir olarak planlanan şehirdeki binalarda ise karbon ayak izini en aza indirmek adına çoğunlukla ahşap malzeme kullanılacak. Geleneksel Japon ahşap doğrama teknikleri, robotik üretim metotlarıyla kombine edilecek. Çatılar ise, hidrojen yakıt hücrelerinin ürettiği güce ek olarak, güneş enerjisinden yararlanmak adına da fotovoltaik panellerle kaplanacak. Toyota ayrıca, doğal bitki örtüsü ve hidroponiklerle şehrin dış mekanını korumayı da planlıyor.
Tumblr media
0 notes
alaturkaspor · 5 years
Text
Milli yüzücü Emre Sakçı'dan tarihi başarı
Milli yüzücü Emre Sakçı’dan tarihi başarı
Tumblr media
Milli yüzücü Emre Sakçı, Avrupa Kısa Kulvar Şampiyonası 50 metre kurbağalamada gümüş madalya aldı, Türkiye’ye bu alandaki ilk madalyasını kazandırdı.
Bu bir sıcak gelişme haberidir. Kısa süre içinde güncellenecektir. Güncellemeler için sayfayı lütfen tekrar ziyaret edin.
Son dakika gelişmelere anında ulaşmak için AA uygulamasını akıllı cihazlarınıza (iOS, Android, Windows) kurabilir, Twitter’da
View On WordPress
0 notes
medyabuca · 5 years
Text
AK PARTİLİ MECLİS ÜYESİN’DEN MANİDAR PAYLAŞIM
Tumblr media
AK PARTİLİ MECLİS ÜYESİN’DEN MANİDAR PAYLAŞIM Buca Belediyesi Meclis üyesi ve Grup sözcüsü Ziya Aksu son günlerde AK Parti’deki istifalarla ilgili sosyal medya hesabından manidar bir paylaşımda bulundu. Aksu mesajında, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her zaman yanında olduğuna vurgu yaptı. SİYASİ VARLIKLARINI REİS’E BORÇLULAR AK Parti’nin kuruluşundan bu yana Parti’nin çeşitli kademelerinde görev alan siyasette kurmuş olduğu sıkı dostluklar ve uzlaşmacı siyaset anlayışı ile Buca siyasetinde farkını gösteren Buca Belediyesi Meclis üyesi Grup sözcüsü Ziya Aksu, son günlerde yeni parti kurma arayışları içinde olup çeşitli siyasi manevra ve kulvar değişikliği yapanlarla ilgili sosyal medya hesabı üzerinden manidar bir paylaşımda bulundu. Buca Belediyesi Meclis üyesi ve Grup sözcüsü Ziya Aksu” Erdoğan'ın ne müridi, ne adamı, ne de paralı askeriyim, ben onun Baş koyduğu yola baş koymuş, milyonlarca dava kardeşinden sadece biriyim.” dedi. Aksu’nun dikkat çeken paylaşımında şu ifadeler yer aldı; "Kimileri basın toplantısı ile kimisi sosyal medya aracılığıyla istifa ederken; Üyesi olduğum AK Parti için gördüğüm lüzum üzerine Kamuoyuna Duyurumdur; Benim Parti kademelerinde eskiden aktif rol almış son 17 senedir sade üyelerinden birisi olduğum AK Partinin, Dünya'nın mazlum ve masum milletlerine ve ülkemize hizmet etmesi İçin 17 Yıl olduğu gibi, bundan sonra da daha çok savunacağımı, kefenini giyip yola çıkan, ülkemizin tam bağımsız yerli ve milli oluş davasının lideri başkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ı asla yalnız bırakmayacağımı bildiririm. Siyaseten varlıklarını Reis'e borçlu olanların ortadan kaybolduğu bu çalkantılı ve fitne ortamında, bugünlerde 2002 öncesi Türkiye'yi ve 2019 Türkiye’sini iyi bilen vatandaş olarak Devlet Başkanımızın emrinde ve yanındayım. Ha bu arada şunun da bilinmesini isterim, Erdoğan'ın ne müridi, ne adamı, ne de paralı askeriyim, ben onun baş koyduğu yola, baş koymuş milyonlarca dava kardeşinden sadece biriyim. Bölgesinde ve dünyada yeni güçlü Türkiye için her zaman ve her yerde bende varım. Yalnız değilsin Erdoğan, yalnız değilsin Reis. Seni Abdülhamid Yalnızlığında Bırakmayacağız." Read the full article
0 notes
hilmiisikoren · 5 years
Photo
Tumblr media
Mercedes-Benz imparatorluğunun efsane CEO’su İstanbul doğumlu #DieterZetsche yeni emekli oldu. Rakibi BMW bu olay üzerine ‘Emeklilik, geçmişinizi geride bırakıp geleceğinizi kucaklayabilmenizdir’ mottosuyla ‘The last day’ (Son gün) adlı bir veda filmi çekti. Filmde Zetsche’e oldukça benzeyen bir aktör herkese veda ederek ayrıldıktan sonra #Mercedes S kasa bir araçla evine bırakılıyor, ekranda ‘sonunda özgürlüğe kavuşuyor’ yazısı yazdıktan hemen sonra Zetsche evinin garajındaki elektrikli #BMW i8 Roadster’e binerek hızla uzaklaşıyor ve ekranda ‘ilham verici rekabetin için teşekkür ederiz’ yazısı beliriyor😉 Devlerin rekabet anlayışı işte böyle zekice, yaratıcı, nükteli ve ilham verici olur👏👏🙏👍 Bizim rekabete bakış açımızı biliyorsunuz; ‘Biz rekabete karşıyız. Rakibe benzeyerek aynılaşmak yerine yeni bir kulvar açarak farklılaşmaya liderlik etmeye inanırız.’ Bu meydan okuyan mottoyla rekabete bakış açımızı ortaya koyarız. Ayrıca ‘Rekabet gerilmek için değil gelişmek içindir.’ ve ‘Rekabet öğrenmek, hızlanmak ve en iyisi olmak demektir.’ Sözlerimizden oluşan Motivasyon Kartlarımızla da rekabeti bu şekilde tanımlarız.😉👉www.isikoren.com #motivasyon #isikorendanismanlik #danışmanlık #eğitim #koçluk #hilmiisikoren #başarı #success #mindfulness #farkındalık #gayrimenkul #inşaat #realestate #marketing #pazarlama #satış #sales #quotes #broker #emlak #ilham #inspiring #inspiration #change #değişim #rekabet https://www.instagram.com/p/BxxHKNqFlzj/?igshid=17h8pxgyyjvn1
0 notes