Tumgik
#Tersi Yüzü
beyzben · 4 months
Text
filenin sultanlarını izlemekten o kadar zevk alıyorum ki. bu aralar evde bütün hayatımızı, günlük planlarımızı maç saatine göre ayarlıyoruz mesela. devam eden bir heyecan.
bütün oyuncularımızı tek tek tanımak. kendilerine has özelliklerini fark etmek. mimiklerini okumayı öğrenmek. azimlerine, güçlerine, profesyonelliklerine, birbirleriyle olan ilişkilerine hayran olmak. bizi ülkecek nasıl birleştirdiklerini ve heyecanlandırdıklarını fark edip kalbinin sıcacık olması. kazansalar da kaydetseler de onurlu bir şekilde savaştıklarını görüp işte bunlar bizim kızlarımız diye göğsünü gere gere gururlanmak. daha ne olsun.
severek bir sporu takip etmenin ve hayatının vazgeçilmez bir parçası haline getirmenin iyileştiren bir yanı da var. sonuçta bir rutin veriyor sana. safe place oluşuyor. adrenalin barındıran bir safe place hem de yani. bütün toksik kısımlarından bağımsız bir şekilde futbol izlemeyi seviyorum. Beşiktaş'lıyım. Acayip seviyorum. Eskiden koyu fanatiklerdendim. Hatta bu hesap Beşiktaş hesabı olarak başlamış bile olabilir. Sonra o toksik furbol kültürü, adaletsiz hükümler ve yoğun hayat meşgalesi soğuttu beni fanatiklikten. şimdi severek takip ediyorum kategorisinde. böyle daha iyi bence. fanatiklik tehlikeli bir şey. neyse. Formula 1 takıp ediyorum. Kısmen yeni bir tutku benim için. Üzerine konuşmak istediğim çok şey var ama es geçiyorum şimdilik. Tifosi olduğumu söyleyebilirim ama. Genel olarak desteklediğim takımlar bakımından yüzüm gülmüyor yani fjskidmsksd garibanın yüzü gülür mü be
gülür bu arada.
sultanlarımız güldürüyor yüzümüzü soğolsunlar. var ya tarih kitaplarına geçmesi lazım. ülke tarihinin bu zor günlerinde insanların yüzünü güldüren yüreğine su serpen birleştiren işte bu kızlardı diye bir bir anlatılması lazım.
neyse. hep neyse zaten. konuşmaları bitirirken başka bir şey söylemek istiyorum artık. mesela ne olsun... esyen fjsmdksmkddkskfksfji gayet orijinal dksmdksmkdmwk
esyen gençler, geceniz karanlık olsun (gününüz aydın olsunun tersi olarak düşün kötü anlamlı değil)
4 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
BÖLÜM -1- Çarşaf ve Peçenin Öyküsü
Çarşaf sözcüğü dilimize Farsça “gece örtüsü” anlamına gelen çâder-şeb sözcüğünden geçmiştir. Peçe sözcüğünün ise Türkçe mi yoksa Farsça kaynaklı mı olduğu kesin değildir. Günümüzde birçok Müslüman, çarşaf ve peçenin İslamiyet’le birlikte ortaya çıkan ve Ahzap suresi 59. ayetinde sözü edilen “cilbab” olduğunu düşünürler. Oysa Arap toplumunda ne Cahiliye döneminde ne de Hz. Muhammed döneminde çarşaf giyildiğine ilişkin hiçbir tarihsel belge yoktur. Yine aynı şekilde fıkıh kitaplarında kadına nafaka olarak verilecek elbiseler teker teker belirtilirken hiçbirinde çarşafa rastlanmaz. Örtünme daha çok ferace adı verilen giysi ile yapılır. Kara çarşaf, Endülüs Emevileri döneminde İspanyol rahibelerinin giydiği bir elbise olarak Emeviler aracılığı ile İslam coğrafyasında görünmeye başlamıştır. Örtünme elbette İslamiyet öncesi Arap toplumlarında da vardı. Örneğin antik dönemlerin en önemli dini ve ticari merkezlerinden biri olan ve günümüzde Suriye sınırları içinde bulunan Palmira’da yapılan kazılarda bulunan tabletlerde, örtünmüş kadınların tasvirleri bulunur. Fakat bu örtünme biçimleri günümüzdeki çarşafa benzemekten oldukça uzaktır. Gerçekte çarşafın ve peçenin kökeni binlerce yıl öncesine, Sümerlere kadar uzanır. Pagan inanca sahip Sümer toplumunda kendilerini Tanrıya adayan tapınak kadınları, diğer kadınlardan ayırt edilebilmek için çarşaf ve peçe takarlardı.  Yalnız yanlış anlaşılmaması için belirtmekte fayda var: O dönemde tapınak kadınlığı kutsal bir görev olarak görülürdü ve bu nedenle zaman zaman kralların kızları dahi kendilerini bu göreve adarlardı. Zaman içinde, özellikle tek tanrılı dinlerin doğmaya başladığı zamanlarda çarşafın ve peçenin amacı tam tersi yönde değişime uğradı. Fırat ve Dicle ırmakları arasında uygarlık kuran Asurlular döneminde özgür kadınların kölelerden ayırt edilebilmesi için örtünmesi yasa ile zorunlu tutuldu. Günümüzde Berlin Müzesi’nde bulunan Asurlular dönemine ait tabletlerde kadının örtünmesiyle ilgili 40. yasa şöyledir: “İster evli kadınlar, isterse dul kadınlar veya Asurlu kadınlar olsun, sokağa çıkarlarken başlarını açmamış olacaklardır. Fahişeler ve köleler örtülü değildir. Örtünen fahişeler tutuklanacaktır.” Asurlu kadınlar gibi Yahudi kadınların de başı açık olarak toplum içinde dolaşmaları yasaklandı. Eski Ahit’te kadınların başını örtmesi gerektiği, üç farklı pasajda belirtilmektedir. İşaya 3/20’de başa giyilen kıyafet demek olan “fara”, İşaya 3/23’te başörtüsü anlamındaki “tsnyafaah” ya da Tekvin 24/65-38/14.19’da yüzü kapatan örtü anlamında da “tsaayafa.” Ayrıca vücudun üst kısmını örten örtü anlamında “radod” sözcüğü kullanılmıştır. Fakat peçenin anlamı değişime uğramamıştı. Tevrat’ta Yaratılış Bölüm 38’de peçe, fahişelerin giydiği bir örtü olarak anlatılır: “Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü.”
BÖLÜM *2*
Türklerde Örtünme Kültürü Osmanlı ile Başlar Türklerde örtünme kültürü ise İslamiyet’in kabulünden oldukça uzun zaman sonra başlar. İslamiyet öncesinde Türk kadınları tıpkı erkekler gibi deriden yapılmış giysiler giyiyor onlar gibi yaşıyorlardı. Yalnızca giydikleri şalvarlar, ata erkekler kadar sık binmedikleri için daha uzun ve baldırlara kadar uzanıyordu. Bu nedenle uzun konçlu çizme yerine daha fazla, etük, başmak gibi ayakkabılar giymektelerdi. Başlarında tıpkı erkekler gibi kalpaklar bulunsa da bu bir dini inanıştan ya da zorlamadan gelmiyordu. Göçebe uygarlığının hâlâ süren etkilerinin bir sonucuydu. Bedenini yabancı gözlerden saklamak gibi bir dertleri olmayan bu kadınlar 10.yy başlarında Arap gezgin İbni Fadlan’ı şaşkınlığa uğratmıştı. İbni Fadlan’ın şaşkınlığı, Bulgar Türklerinde kadınlarının erkeklerde birlikte nehirde birlikte yıkandıklarını gördüğünde iyice artmıştı. Abbasi Halifesi II. Melik döneminde çarşaf, İslamiyet’in yayılması amacıyla bir öge olarak kullanılmıştı. Yine yanlış anlaşılmaması için konuyu açmakta fayda var. II. Melik döneminde Bizans’ın bazı toprakları Abbasilerin egemenliği altına girmişti ve Bizanslı gayrimüslim kadınların bal rengi çarşaf giymesi zorunlu tutulmuştu. Bu kadınlar yalnızca iki koşulu yerine getirdikleri takdirde bu yasaktan kurtulabiliyordu: Müslümanlığı kabul etmek ya da Müslüman bir erkekle evlenmek… İslamiyet’le birlikte örtünmenin önemi giderek artınca, Selçuklular döneminden başlayarak kentlerde tesettüre uymak için, kadınlar sokakta bedenini saran yeni bir üstlük giymeye başladı. Yine de bu örtünme biçimi yalnızca kentlerde uygulanıyordu. Kırsal bölgelerde kadın ve erkeğin birlikte yaşaması ve çalışması geleneği ekonomik gerekçelerle değiştirilemediği için, bu kesimlerde sokağa çıkan kadının başına bir örtü alması örtünme için yeterli sayılıyordu. Kısacası Müslümanlığı kabul eden Türklerin 9. ve 11. yüzyıllarda yaşam biçimleri geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu. İslamiyet’in kabulünden 14. yüzyıla kadar Türk kadınları yüzlerini kapamamış, çarşaf ve peçe gibi örtüler kullanmamış ve toplantılara erkeklerle birlikte “başları ve yüzleri açık” olarak katılmışlardır. Türklerin Orta Asya’dan bu yana sürdürdükleri bu özgürlükçü anlayış Osmanlı döneminde Bizans’a ait topraklar ele geçirilmeye başlanıncaya kadar sürdü. Türklerde peçe giyilmesine ilişkin ilk tarihi kayıt I. Murat döneminde (1360-1389) dönemine aittir. Tarihçi Şikari, Karaman Tarihi adlı kitabında Türk kadınlarının peçe takmaya başlamasını günümüz Türkçesiyle şöyle anlatır:Yüz örtmek sonradan adet haline geldi. Karamanoğlu Alaüddin Bey, Hamidoğlu İlyas diyarında katliam yaptığında üç kabile Osmanlı topraklarına firar etmişlerdi. O vakit bunları Murat Han görüp pek temiz ve efendi olduklarından kendi kentinde (Bursa’da) yerleştirmiş. İşte bu kabilenin kadınları oldukça güzel olduklarından herkes bunları seyretmeye dalınca, ulema bu kabilenin kadınlarına yüzlerini saklamasını emretti. 
Ancak Halifeliğin Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlıya geçmesi ve Mısır’dan Arap Yarımadası’na kadar bölgenin Osmanlı sınırlarına katılması bir milat oldu. Yavuz'un halifeliğini kabul etmeyen arap aşiretlerini ikna edebilmek için Araplar içinde bile oldukça dar görüşlü kabul edilen ancak toplumda sözü geçen EŞARİ tarikatı mensupları anadoluya getirildi saray ve çevrsinde anadolunun çeşitli vilayetlerinde bunlara görevler verildi ve örgütlenmelerine ses çıkarılmadı..Yine de Meşrutiyet dönemine gelinceye kadar çarşaf, yaygın bir giyim biçimi halini alamadı. Çarşaf ilk başlarda baştan yere kadar uzanan, kolsuz, tek parçalı bir giysiydi. Meşrutiyet’in ardından çarşafta değişimler yaşandı. Başı ve omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve belden aşık kemiklerine kadar inen bir etek olmak üzere çarşaf, iki parçalı bir dış giyim haline geldi. Fakat çarşaf giyen kadınların sayısı oldukça azdı. Çünkü çoğunluk tarafından çarşafa, Hristiyan kadınların giydiği bir elbise gözüyle bakılıyor ve Hristiyan adeti olduğu gerekçesiyle uzak duruluyordu. Hacdan dönenlerin İranlı kadınlardan görerek benimsemesiyle 19. yüzyılda Osmanlı’da çarşaf giyenlerin sayısı gün geçtikçe artmaya başladı. Bu dönüşüm öylesine hızlı olmuştu ki, yazar Leyla Saz, 1878’de İstanbul’da kadınların ferace giydiğini, eşinin valiliğe tayini üzerine gittiği Trabzon’dan İstanbul’a dönüşünde kadınların çoğunun çarşaf giymeye başladığını görüp şaşırdığını anlatır. Gerçekten de çarşaf bu dönemde bir anda yaygınlaşmıştır; ta ki II. Abdülhamit tarafından yasaklanıncaya kadar. 15 Ağustos 1881 ve 27 Temmuz 1882 tarihli Levant Herald gazetesinde yayınlanan iki ayrı haber bu yasağa değinir:Şeyhülislamın başvurusu ve padişahın buyrukları üzerine Emniyet Müdürlüğü, Devlet Şurası’yla fikir birliği halinde Müslüman kadınların topluma açık yerlerde nasıl davranmaları gerektiği konusunda bir yasa çıkarmıştır. Bu kanuna göre, kadınların açık ve kalabalık yerlerde “çarşaf” giymeleri yasaktır. Ama bu örtüyü tenha sokaklarda ve misafirliklerde kullanabilirler. (15 Ağustos 1881) Yeni İzmit valisi çevre köylerden pazarda satmak için pazara mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı. Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni yasaya uymaktansa, köylerinde kalmayı tercih ettiler. (27 Temmuz 1882) II. Abdülhamit’in yalnızca belirli bir alanda çarşafı yasaklayan bu kararı, 2 Nisan 1892 tarihinde Saray Başkâtibi Süreyya Bey’e bir ferman yazdırıp çarşaf giyilmesini tümüyle yasaklayana kadar sürer. 
7 notes · View notes
alperen1emre · 1 year
Note
ben başka anonimim tersi ve yüzü hariç diğer kitapları okudum şöyle çok bilindik olmayan bi yazara ait kitap önerisi bende alabilir miyim
olurrrr önereyim ama bazı kitaplar bilindik yazardan olabilir
kristal denizaltı- yaban kızı-açlık-seyir-ibret güzgüsü
deniz kurdu-cennetin doğusu-buddenbrooklar
koleksiyoncu-yaşamak-yalnızlığın icadı
7 notes · View notes
yorgunherakles · 1 year
Text
mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak.
allbert camus - tersi ve yüzü
9 notes · View notes
muratmesutfan · 2 years
Photo
Tumblr media
O öyle değil.! Her zaman yüzü (sureti) güzel olanın kalbi de (sireti) güzel olmayabiliyor insanların.
Tersi de mümkün...
Bu sebeple "Harabat ehline hor bakma sakın, Defineye malik nice viraneler var" denilmiştir.
Hor gören kalbin varsa, Hoş görünen yüzünün kalıcılığı yoktur.
Asabiyet hilmin düşmanıdır.
"İnsanlar içinde geçimli olmayanda hayır yoktur."
Huyu güzel olan güzeldir. Huzur veren güzeldir...
Murat Mesut
12 notes · View notes
bergenthequeen-blog · 7 months
Text
kötü16
Karakterin Çelişkili Bir Durumda Kalması: Karakterin, çelişkili bir durumda karar vermesi gerektiğinde, seyircinin beklediğinin tam tersi bir yol izlemesi. Bu durum, karakterin gerçek niyetlerini ve iç çatışmalarını gösterir.
Bir Yalanın Açığa Çıkması: Karakterin, film boyunca sır gibi sakladığı bir yalanın ortaya çıkmasıyla seyircinin karakter hakkındaki algısının değişmesi. Bu yalanın açığa çıkması, karakterin güvenilirliğini sorgulatır.
Bir İhanetin Ortaya Çıkması: Karakterin, güvendiği birinin beklenmedik bir şekilde ihanet etmesi ve bu ihanetin karakterin gerçek niyetlerini ve duygularını ortaya çıkarması. Bu olayın ardından karakterin hırsı veya intikam arzusu gibi karanlık yönleri açığa çıkar.
Karakterin Bilinçaltı Sırlarının Ortaya Çıkması: Karakterin, bilinçaltında sakladığı sırların bir şekilde gün yüzüne çıkması ve bu sırların karakterin davranışlarını ve niyetlerini açıklaması. Bu olayın ardından karakterin gerçek yüzü seyirciye gösterilir.
Bir Savaşın Sonucunda Değişen Dinamikler: Karakterin, film boyunca savaş halinde olduğu bir durumun sona ermesiyle değişen dinamiklerin etkisi altında kalması. Bu durumun karakterin niyetlerini ve değerlerini sorgulaması ve seyircinin karakter hakkındaki algısının değişmesi.
0 notes
kucukorguevi · 11 months
Video
youtube
ÇİFT TARAFLI ŞAL - ÖRGÜ MODELLERİ
Tek bir şal örerek iki ayrı şal gibi kullanabilirsiniz. Yüzü farklı tersi farklı duran bu şalı gelin şalı olarak da düşünebilirsiniz. #örgü #örnekleri #modelleri
0 notes
billkill · 1 year
Text
Evet, tezimiz basit. Türkiye'de idol olabilecek kadın popçulardan benim adayım Atiye...
Atiye, sadece ismiyle var olabilen bir popçu. Gurbetçi, sesi güzel sayılabilir. Collab'lere açık birisi (en bilinen collab'i Teoman ileydi) ki bi' popçu olarak, rock'çı ile düet yapabilmek, güzel bi' fikir.
Tip olarak da skandallara imza atan bi' imaj çizmiyor, saçma sapan giyinmiyor. Saçma sapan hareketleri de yok. Tam tersi, renkli, cıvıl cıvıl bi' görüntü çiziyor. Çocuğum olsa seve seve Atiye'yi idol aldırtırdım.
Müzikal anlamda iddialı, müzik yarışmalarına jüri olmayı tercih ediyor, neredeyse çırılçıplak soyunarak kendini seksi göstermeye kasmaya. Ki bu kombo artı puan olarak düşülüyor hanesine.
Tarzına baktığımızda, kimseden alıntı çalıntı peşinde değil..... Özgün. Beyoncé, Jennifer Lopez, Britney Spears, Şakire gibi dünya "star"larının tarzlarını taklit etmiyor. Orijinal.
Yabancı şarkıları var. Bu tabi, gurbetçi olmasından kaynaklı. EuroVision'a yarın göndersek yarına şarkı hazır edebilir, öyle "worldwide" bir görüntüsü var ama çok seçici bir kişilik olduğunu tahmin ediyorum ki, bugüne kadar EuroVision'a katılmadı, zaten ülkemiz de bu maceradan vazgeçti. (Bu ayrı bir makalenin konusu. :D)
Kimseyle polemiğe girmiyor. Kimseyle bir kavgasına şahit olmadım. Kendi yağında kavruluyor . Bu zamanda böylesini bulmak zor. Çoğu Türk kadın popçu, kendisini rezil ettiği tartışmalara giriyor ancak Atiye bunlardan kaçınıyor. Burnu havada değil, kendisini Kaf dağında görmüyor.
Sahnesi iyi, sahnede hem dans ediyor, hem de üretken. Sıkça albüm çıkartıyor, tembel biri değil.
Yüzü, tespit edebildiğim kadarıyla estetiksiz. Yani kendiyle barışık, örnek olduğu kitleye kötü bir etkide bulunmuyor.
Bu kadar övgüme mazhar olan kadını, bir tek noktada eleştireceğim. Oyunculuk yapmasın. Biliyorum, onun jenerasyonu, her işi yapabileceğine dair bir özgüven geliştirmiş. Ancak şarkıcıdan oyuncu olmaz, bu kanaatteyim. Bence oyuncu insan, zaten konservatuvarlı olmalıdır - Aras Bulut İynemli gibi ekstrem bir yeteneğiniz yoksa. Oyunculuğu illa deneyeceğim, diyorsa aman, yan roller filan. BaşRole hacet yok. Gurbetçilik iyidir, yukar'da da belirttiğim gibi, pop dünyasına olumlu etkileri vardır ancak oyunculukta çok eğreti durur. Çünkü oyuncuların sahip olması gereken güzel bir diksiyon ve İstanbul Türkçesidir. Maalesef oyunun kuralı bu.
Atiye, sadece bilgisayar efektlerine güvenen bir popçu da değil. Piyano çalabildiğini biliyorum. Usta olmasına gerek yok, ama bir şarkıcı, kendisine "şarkıcı" diyebilmek için bir-iki enstrümana el atmalı, "iyi" değilse bile "orta" düzeyde öğrenmeli onları...
Kısacası Atiye, insanda düzgün bir "popçu kadın" izlenimi bırakıyor. Gönül rahatlığıyla idol edinebilirsiniz. Amelie'nin yerli şubesi gibi zaten, bir bakanın içi pozitiflikle doluyor. Aman bu çizgini bozma Atiye. Biz çok kişiye nazar değdirdik, zıvanadan çıktılar... :( (Adı lazım değil başharfi Melisa Dön--)
Umarım, yıllar sonra dönüp bu yazıya baktığımda halen aynı elitlikte ve kalitede kalmış olacaksın... 8)
Not: Bu yazıyı kaleme aldırtan, Atiye'nin evine baykuş girmesi oldu. XD
0 notes
hasanakbal19 · 2 years
Text
GÜLÜM
GÜLÜM Yalan dünyanın gamına aldırma gülüm,Dünya’nın Ay’ı var, Yıldız’ı var.Sahte süslerin parıltısı var, yaldızı var.Adl-i Îlâhî’nin bizi var, çuvaldızı var.Yalan dünyanın gamına aldırma gülüm! Yazı da gelir bahtına tura da gülüm,Her şeyin bir tersi, bir düzü var.Madalyonun bir de öteki yüzü var.Riyâkârın hîlesi; fesadın nazarı var, gözü var.Yazı da gelir bahtına tura da gülüm! Etrafına bakıp…
View On WordPress
0 notes
kunyekultursanat · 2 years
Text
GÜLÜM
GÜLÜM Yalan dünyanın gamına aldırma gülüm,Dünya’nın Ay’ı var, Yıldız’ı var.Sahte süslerin parıltısı var, yaldızı var.Adl-i Îlâhî’nin bizi var, çuvaldızı var.Yalan dünyanın gamına aldırma gülüm! Yazı da gelir bahtına tura da gülüm,Her şeyin bir tersi, bir düzü var.Madalyonun bir de öteki yüzü var.Riyâkârın hîlesi; fesadın nazarı var, gözü var.Yazı da gelir bahtına tura da gülüm! Etrafına bakıp…
View On WordPress
0 notes
huzunlupalyacocuk · 7 years
Photo
Tumblr media
''Ne zaman dünyanın derin anlamını sezer gibi olduysam, onun basitliği şaşırttı beni.” 
Albert Camus Tersi Yüzü
70 notes · View notes
art-literature · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
"Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak."
~ Albert Camus, Tersi ve yüzü
40 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
CHAPTER SON ____ DORIAN GRAY’İN PORTRESİ ____BİR NARSİST TÜKENİŞ’İN ANALİZİ *Aristipos: sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüştür. Kirene Okulu'nda, Sokrates'in öğrencisi Aristippos, felsefi olarak Diyojen’in tam tersi bir yerde konumlanır. Diyojen’in öğretisi (Kinizm) dünyaya arkasını dönüp kendi kabuğuna çekilmek, tüm insani duyguları terk etmek üzerine kuruluyken; Hedonizm ise dünyanın nimetlerinden maksimum haz almayı amaçlar. Yüzü, tamamen dünyaya dönüktür. Hatta haz alma eylemi çok uç noktalara bile varabilir. Hedonizmde varılabilecek son nokta hazdır. Sınırı olmayan hazzın getirisi götürüsü geçmişte de şimdi de felsefi olarak tartışmaya her daim açık bir konudur. Hedonizm basit bir ifadeyle; Felsefede, hazcılık veya hedonizm, hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüştür. Hedonizmde ulaşılması gereken nihai nokta, hazdır. hazların tümünü tatmak/deneyimlemek, hayatın temel amacıdır. Hedonizm öğretisinde zevkin, doğası gereği iyi; acının, doğası gereği kötü olduğu düşünülmektedir. Bu öğreti, bir bakıma zevkin acıya üstünlüğünü, mutluluk olarak tanımlar. Zevkleriniz acılarınızdan ne kadar uzaksa, o kadar mutlusunuz demektir. Bu nedenle bir hedonistin temel dürtüsü, zevkin peşinden koşup, acıdan kaçınmaktır. Lord Henry, iyi bir hedonist olarak yetiştirmeye çalışır Dorian’ı. Adeta Onu bir nakış gibi işler. Amacına da fazlasıyla ulaşacaktır zaten; ‘’En güzel günlerinizi sıkıcı şeyleri dinleyerek, kaybetmeye mahkum olanı kurtarmaya çalışarak, kendinizi cahil, kaba, adi insanlara adayarak heba etmeyin. Bunlar çağımız hastalıklı amaçları, yanlış idealleri. Hayatınızı yaşayın! İçinizdeki o muhteşem yaşama sevincini açığa çıkarın! Hep yeni heyecanlar arayın.Yepyeni bir hedonizm; işte çağımızın ihtiyaç duyduğu şey budur.’’ Romandaki 3 ana karakter iyice idrak edildiğinde büyük resim daha da netleşiyor; Basil, erdemli duruşuyla insanın sahip olduğu en nahif duygu olan vicdanı temsil ederken; tam karşısında Lord Henry gibi zıt bir karakter görüyoruz. Lord Henry ise yasak veya yasaklanmış olana takıntılı bir şekilde tapar. İki karakter arasındaki mücadeleden yalnızca bir taraf galip gelebilecektir. Dorian Gray ise burada verilen her kararda, yapılan her tercihte yanlışıyla doğrusuyla herkesin kendisinin sorumlu olabileceğini gösteren bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Yani, yaşanmışlıklarla elde ettiğimiz her şeyin sonucunun ya Basil'in ya Lord Henry'nin tarafına geçerek sonuçlanabileceği gerçeğini vurguluyor. Melek ve Şeytan arasında arafta kalmış bir ruh; Dorian Gray.
Tumblr media
Portre metaforu ise burada işe bu mücadelenin yaşandığı, sonuçlarının gözlemlendiği bir zemindir. Bir nevi insanın yaptığı eylemlerin sonucunu gördüğü bir gözden geçirme, genel muhasebesel sonuçların görüldüğü bir aynadır. Her seçiş bir vazgeçiştir. Eylemlerimizin sonucunu yaptığımız tercihler ve vazgeçtiğimiz seçenekler belirleyecektir. İşte Dorian Gray, İşte Portresi… İşte Siz, İşte Portreniz… KİTAPTA ALTINI ÇİZDİKLERİM: ‘’Vicdan ve korkaklık aslında aynı şeylerdir, Basil. Vicdan dediğimiz şey, şirketin ticari adıdır. Hepsi bu.’’ sy 19 ‘’Çok mu kendini beğenmiş biriyim acaba? Galiba bayağı öyleyim.’’ sy 22 ‘’Kişileri ilkelerden daha çok severim. Dünyada en çok sevdiğim şey ise ilkeleri olmayan insanlardır.’’ sy. 23 ‘’Lord Henry ona baktı. Evet, gerçekten de zarif kıvrımlı kırmızı dudakları, temiz bakışlı mavi gözleri ve altın sarısı, bakımlı saçlarıyla harikulade yakışıklıydı bu genç. Yüzünde, karşısındakine ilk bakışta güven telkin eden bir şey vardı. Gençliğin tüm açıkkalpliliğinin yanısıra, tüm tutkulu saflığı da o yüzdeydi. İnsan bu gence bakınca, onun dünyanın tüm kirlerinden kendisini uzak tutmayı başarmış olduğu gibi bir hisse kapılıyordu. O yüzden de Basil Hallward’ın ona tapmasına hiç şaşmamak gerekirdi.’’ sy 32, - (Dorian Gray’in, Lord Henry henüz kendisinin aklını ve ruhunu çelmeden önceki saf ve doğal hali hk.) ‘’Basil’den çok farklı olduğunu ve onunla hoş bir zıtlık oluşturduğunu düşünüyordu.’’ (Dualizm) sy 34 + ‘’İyi etki diye bir şey yoktur, Bay Gray. Tüm etkiler,ahlâk dışıdır....bilimsel açıdan yani.’’ - ‘’Neden?’’ + ‘’Çünkü bir insanı etkilemek demek, ona kendi ruhunu vermek demektir. Etki altında kalan kişi, artık kendi doğal düşünceleriyle düşünemez ve kendi doğal tutkularıyla yanıp tutuşamaz. Erdemleri bile ona gerçekmiş gibi gelmez. Günahları ise, şayet günah denen bir şey varsa, ödünç alınmıştır. Bu kişi, başkasına ait olan bir bestenin sadece yankısı olabilir ya da kendisi için yazılmamış bir rolün oyuncusudur sadece...Hayatının amacı, insanın kendisini geliştirmesidir. Her birimiz bu dünyada doğamızın gerektirdiklerini eksiksiz olarak gerçekleştirmek için geldik ama günümüzde insanlar kendilerinden korkar oldular. Görevlerinin en yücesini, yani insanın kendisine karşı olan, kendine güvenmekle ilgili görevini unutmuş durumdalar. Hayır işleri yaptıkları bir gerçek. Açları doyuruyor, çıplakları giydiriyor ama kendi ruhları aç ve çıplak bırakıyorlar. Irkımızda cesaret denen şey kalmadı, belki de hiç olmamıştı. Ahlâkın temelinde toplum baskısı var, dinin altında yatan sır da Tanrı korkusu... İşte bize hükmeden iki güç! Buna rağmen...’’ sy 34-35
Tumblr media
5 notes · View notes
alperen1emre · 1 year
Note
Kitap önerisi verebilir misin? :))
Evet öneririm
İnsanın acısını insan alır - simyacı - Serenad
Momo-Uzun hikaye-kamelyalı kadın
Siddhartha-Kayıp aranıyor-Tersi ve yüzü-amok koşucusu
düşüş-içimdeki müzik-yaorak fırtınası
7 notes · View notes
kaanozer · 4 years
Text
Ve ben, bu gece, yaşamın belirli bir saydamlığı karşısında hiçbir şeyin önemi kalmadığı için kişinin ölmek isteyebilmesini anlıyorum. Bir insan acı çeker, mutsuzluk üstüne mutsuzluğa uğrar. Katlanır bunlara, yazgısını benimser, iyice yerleşir içine. Saygı görür. Sonra, bir akşam, hiç: bir zamanlar çok sevdiği bir dostuna rastlar. Dostu biraz dalgın konuşur onunla. Evine dönünce, adam kendini öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen acıdan söz edilir. Hayır. İlle de bir neden gerekirse, dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için öldürmüştür adam kendini.
Sonra, Sisifos Söyleni’nde, aynı görüş, sözcük değişiklikleri dışında, hiçbir değişikliğe uğramadan, yeniden çıkar karşımıza: “İnsanın kendini öldürmesinin birçok nedeni vardır, genellikle de en çok göze çarpanları en etkinleri olmamıştır. İnsanın bir düşünce sonucu kendini öldürdüğü enderdir (ama bu varsayımı da konu dışında bırakmamak gerekir). Bunalımı başlatan şeyi denetlemek hemen her zaman olanaksızdır. Gazeteler sık sık gizli acılardan' ya da ‘iyileşmez dertlerden’ söz ederler. Geçerlidir bu açıklamalar. Ama o gün umutsuz kişinin bir dostu kendisiyle ilgisiz bir tavırla konuşmuş mudur, konuşmamış mıdır, bunu bilmek gerekir.”
3 notes · View notes
busraseker · 4 years
Text
Hep böylesinin daha iyi olduğu kesinliği, dünyanın tüm anlamsız basitliğinin bu odaya sığındığı duygusu değil de ne tutuyor onu bu odada?
3 notes · View notes