Tumgik
#bi de şey olmuştu
mel-inoe · 1 year
Text
kedim aykızın evde yüksek sesli tartışma çıktığında sinir krizi aşamaları:
önce bağırır susalım diye, susmazsak bi o yana bi bu yana koşup miyavlar kibar kibar, yine susmazsak bağıran kişinin yüzüne iki ayağı üstüne kalkıp hafif hafif dokunur, o kadar çabaya yine adam olup susmadıysak gelip ayağımızı ısırır, bas bas bağırır ve bağıran kişinin ağzının ortasına pati çakar bi tane. sabırlı çocuk dkwpasnxks
10 notes · View notes
selcandy · 3 months
Text
Geçen gün kardeşimle sohbet ederken ikimizde de aynı eğilimin olduğunu ve ikimizin de içten içe bunun çok da normal olmadığını düşündüğümüzü fark ettik. Örneğin, birisi bana kendimle alakalı bir iltifat ettiğinde direkt “yok canım”a bağlıyorum. “Yaa burnun ne güzel” denince “ay neresi güzel burun işte” gibi, “ses tonun çok sakin, huzur verici” denince “ay saçmalamaa” gibi tepkiler veriyorum. Asla “hıı teşekkür ederim” yok, konuyu karşı çıkmadan kapatabilmek yok. Çoğu zaman bana yönelen bir iltifatı geçiştirmek için karşı-iltifata da geçiyorum, “asıl senin şuran ne güzel” diye, diyaloğun odağı benden başkasına kaymış oluyor direkt.
Aynı durum kardeşimde de var fakat bende ona ek olarak aslında bana ait olmayan şeyler için teşekkür edebilme şeyi de var. “Saçların harika” dendiğinde teşekkür edip “😌” yapabiliyorum çünkü benim kendi saç rengim değil o. Dövmeler falan da bu kategoride mesela, kardeşimle aramızda böyle bir farkın olma sebebi de yüksek ihtimalle onun boyalı saçlarının ve göze giren dövmelerinin olmaması. Ama benim adıma aydınlatıcı bir detay bu, resmen doğrudan benimle alakalı olan övgülere gelemiyorum ben.
Kardeşime dedim ki bi’ düşün, annem ve babam bizi hiçbir zaman “benim dünya güzellerim” falan diye sevmedi veya bir iş başardığımızda o başarıyı çok da büyütmedi, uzun uzun kutlamaya değer görmedi - belki de öğrenmediğimiz bir şey olduğu için böyle tepki veriyoruzdur. O kadar aklına yattı ki peşinden birbirimize bir sürü örnek vermeye başladık “bir keresinde şöyle olmuştu, böyle olmuştu” diye. Kuzenlerimizi falan düşündük sonra, ayaklarının ucuyla taşı ileri itseler “vvvvooooooaaaah gördünüz mü benim meleğim taşa ne yaptıııı” tadında büyütülen çocuklardı, laf aramızda şimdilerde ikisi de pek kibirlidir canlarım benim.
Benim hayatımdaki önemli olaylar hep “zaten olması gereken bu” tadında yaşanıp bittiği için “e burun işte, iki delikli falan”a bağlıyorum. Zihnimde “[nedensiz] övgü” diye bir kavramın karşılığı yok muhtemelen. Bazı davranışları çevrenden öğrendiğin dönemin üzerinden çok seneler geçse bile etkisi kalıcı olabiliyor. Bir de güzel bir söz söylediğimde tüm cesaretiyle “öyleyimdir ehehe” diyebilen insanlara hem çok imreniyor hem de onların adına çok seviniyorum. Hep harika şeyler duyun inçalla.
Benden bi’ abla tavsiyesi olarak; tamam peki çocuklarınıza taş tekmeledi diye sazlı türkülü tören düzenlemeyin ama bir şey başardığında da takdir etmeden geçmeyin ya. Onlara sizin gözünüzde ne kadar güzel olduklarını da söyleyin sık sık. Hatta gönlümden koptu, benim gözümde de ne kadar güzel olduklarını söyleyin. Hoş sözler karşısında savunmaya geçmek zorundalarmış gibi hissetmesinler hiç, hoş sözlere sarılabilsinler. Bir de muhtemelen aranızda benim gibiler varsa geriye dönüp baktıklarında ebeyevnleriyle nispeten soğuk bir ilişkilerinin olduğunu görürler, göremeyebilirler de ama benim çıkarımlarım bu yöndeydi. Siz de kendi çıkarımlarınızı benimle paylaşın lütfen 🥹
62 notes · View notes
veteranpatron · 5 months
Text
Tumblr Esra (Bölüm-2)
Sonraki bir kaç gün boyunca işlerimin yoğun olmasından ve Esra'nın derslerinden dolayı görüşemedik. Bu süre zarfında genellikle seks üzerine sohbetlerimiz oldu.Sürekli sexting yapmamıza ve Esra'nın bana sürekli sorular sormasına sebep oldu. İlk gecemizin nasıl olmasını istediğimi sordu bende ona uzunca anlattim. Anlattıklarımdan yola çıkarak ilk seksimiz için jartiyer takımı ve seksi kırmızı bir iç çamaşırı takımı almıştı. Esra'yı arayarak haftasonu için bir plan ayarladım. Haftasonu gelmişti odama kırmızı mumlar ve gül yaprakları aldım güzelce yatağın çevresine yerleştirdim. Çıkıp Esra'yı almaya gittim. Esra ailesinden de yurdundan da izin almisti. Haftasonunu beraber geçirecektik bende onu tüm haftasonu boyunca sikip, sikişe doymayı planlıyordum. Yurttan çıkarken çok hazırlanamamıştı. Arabaya bindi öpüşüp yola koyulmaya başladık. Yol boyunca rahat durmuyordum sürekli Esra'nın pantolon üzerinden bacaklarını okşuyordum. T-shirtinin içine elimi sokup göğüslerini okşuyordum. Yine kazık gibi olmuştum.
E: aşkım beni çok özledin galiba.
Hiç birşey demeden ellerini sikimin üstüne yerleştirdim. Arabayı park edene kadar elleşmelerimiz ve öpüşmelerimiz devam etti. Sonra arabayı park ettim ve eve doğru çikmaya başladık.
Eve girip kapıyı kapıyıp onu kapıya dayadım üstündekileri çıkartmaya ve onu deliler gibi öpmeye başladım. Yılların verdiği azgınlıkla bir an önce Esra'yı sikmek istiyordum gömleğinin düğmelerini açarken sıkılıp sertçe çektim ve 3 düğmesi kopup yere düştü. Kırmızı dantelli bir crop giymişti cropu omzundan indirip memelerini ortaya çıkardım memelerini yalarken yarrağımla da amına baskı yapıyordum ama ikimizde de pantalon olduğu için Esra'nın amını hem çok hissedemiyordum hemde canım acıyordu. Bu yüzden Esra'yı öperken pantolonumu indirdim ve baksır ile kaldım Esra'nında pantolonunun düğmelerini açtım ve onu da pantalondan kurtardım. Onu kucağıma alarak tekrar kapıya yasladım kapı ile benim aramda eziliyordu resmen.
Külodu üzerinden amına yarrağımı sürtmeye başladım ve tekrar memelerine yamuldum. Esra aldığı zevkle inliyor elleriyle saçlarımı okşuyor ara ara sırtıma tırnaklarını geçiriyordu. Yavaş yavaş öpüşerek onu yatak odasına doğru götürdüm ve yatağın üzerine attım.
Esra beni durdurarak."aşkım beni 5 dk odanın dışında beklemelisin" dedi ben şaşırmış bir şekilde Esra'ya bakarken çantasından kırmızı geceliği ve jartiyerini çıkardı. Bende hemen çıkıp beklemeye koyuldum. Yaklaşık 5 dk sonra içerden "gelebilirsin" diye seslendi.
Gittiğimde çantasında getirdiği mumları yakmış olduğunu ve hazırlanıp kırmızı gecelik ve siyah jartiyer takımıyla beni beklediğini gördüm. Muhteşem bir görüntüydü sikim hemen kazık gibi olmuştu hemen kendimi baksırdan kurtararak prezervatifi çekmecemden cikarmaya yöneldim.
Esra ise "aşkım prezervatif kullanmanı istemiyorum, beni hissetmeni istiyorum" dedi. Bunun üzerine azgınlıktan çıldıracak düzeye gelmiştim Esra'yı kucaklayıp yatağa gectim ve onu öpmeye bacaklarını okşamaya jartiyerini ellemeye başladım. Onu öperken ellerimle geceliğinin üst kısmını sıyırarak memelerini meydana çıkardım ve memelerini yalarken elimle amını okşayarak orta parmağımı amına sokmaya başladım. Hızlıca sokup çıkarıyordum parmağımı amı sırılsıklam olmuştu ve tam kıvama gelmişti. Üzerine doğru geçip yarrağımı amına sürtmeye başlamıstım amının ıslaklığından yarrağım da ıslanmaya başlamıştı.
E: hadi aşkım sok artık mahvettin beni off.
Işte istediğim şey buydu bana yalvarması.
H: çok mu istiyorsun sikilmeyi?
E: hı hı hadi.
Beni kendine doğru çekmeye çalıştı. Bende Esra'nın boğazını sıkıp kendimi geri çektim.
H: ben istediğimde sokucam bu yarrağı amına anladın mı beni.
Esra'nın boğazını sıktığımda ilk önce bi afallamış daha sonrasında ise daha fazla gaza gelmişti ve daha ateşli bir şekilde öpmeye başladı beni. Yarrağımı amına sürtmeye devam ediyordum hafiften sokup çıkarıyordum bu Esra'yı daha da delirtiyordu. Tamamen bana teslim olmuş onu sikmemi bekliyordu.
H: seni sikmemi istiyor musun?
E: hı hı evet çok istiyorum.
H: söyle o zaman
E: ahh sik beni aşkım nolur sik hadi.
Bir anda bütün gücümle Esra'nın amına yüklendim ve yarrağımın tamamını amına soktum. Zaten sırılsıklam olduğu için çok zorlanmadan girmiştim.
Esra bir çığlık atıp gözlerini kapamıştı kollarımı tutarak "yavaş ol aşkım" diyebilmişti. Böyle demesi ve çığlığı beni iyice gaza getirmişti ama amına seri bir şekilde girip çıkmaya başlamıştım ritmim sabitti ne çok hızlıydım ne çok yavaştım. Esra çığlıklar atıyordu.
E: ahh aşkım çok guzel muhtesemsin.
Ben ise hiç cevap vermeden konuşmadan onu sikmeye devam ediyordum. Esra'nın amına girip çıkan yarrağımı izliyordum, misyoner pozisyonunda sikiyordum onu ve amından çıkıp domalmasını istedim.
Hiç itiraz etmeden hemen domaldı ve kalçasını oynatmaya başladı resmen dans ediyor gibiydi. Biraz öyle kendi kendisini sikmesine izin verdim aradan 5 dk geçtikten sonra yorulmuştu ve iyice götünü bana doğru itip "çok yoruldum" dedi. O durduğu anda saçlarına doğru uzanıp tuttum ve hızlı ve sert bir şekilde amına sikimi pompalamaya başladım. Bir yandan da saçlarını kendime doğru çekiyordum. Esra bir yandan inliyor bir yandan da saçlarında olan ellerimi tutup saçını kurtarmaya çalışıyordu. Bunun üzerine iyice hızlandım taşşaklarımın o sulu amına çarptığında çıkan şak şak şak sesi odayı dolduruyordu. Esra "ahh aşkım ahh saçlarımı çok çekiyorsun ahhhh canım acıyor" diyordu fakat ben onu duymadan daha sert bir şekilde sikmeye devam ediyordum. Içinden tamamen çıkıp yarrağımı sonuna kadar amına sapladıktan sonra saçlarını bıraktım.
Esra saçlarını bırakmamla resmen yatağa yığılmıştı. "Ahh off bitirdin beni" diye sesler çıkarıyordu. Daha ben boşalmamıştım ama tekrar Esra'yı düz çevirdim o an şaşkınlıkla yarrağıma bakıp boşalmadığımı anlamıştı. Bacaklarını omzuma atarak misyoner pozisyonunda yarrağımı amına bastırmaya başladım. Amı biraz kurumuştu ve zorlanıyordum Esra'nın canı acıyor altımda ahhh diye bağırarak kollarımı çiziyordu. Zor da olsa sokmuştum ve gidip gelmeye başlamıştım içinde. Esra acıdan tekrar zevke dönen çığlıklarıyla eşlik ediyordu şak şak sesine.
Kafasının arkasını elimle tutup kendime doğru çektim ve amını sikişimi izletmeye başladım. Esra nefes nefese inleyerek amının sikilişini izliyordu.
H: bak askım nasıl sikiyorum amını görüyor musun izle.
Bu pozisyonda devam ederken boşalacağımı anladım. Yataktan kenara indim ve Esra'yı da yanımda yataktan indirdim zaten çok yorulmuştu ve yataktan hafif kaydırınca resmen yere düşmüştü.
Kafasını kaldırdım ve sikimi yüzüne doğru tutup sıvazlamaya başladım. Esra yarrağıma bakarak nefesini düzeltmeye çalışıyordu ağzını açıp dilini dışarı çıkarttı. Sonunda inleyerek nefes nefese yüzüne boşaldım o kadar çok boşalmıştım ki memelerine yatağa yere bacaklarına spermlerim bulaşmıştı. Esra lavaboya temizlenmeye gittiğinde bende çıplak şekilde yatakta yatarak nefesimi düzeltmeye çalışıyordum.
59 notes · View notes
yaralanma · 2 months
Text
dashte date konuşulurken aklıma ilk buluşmamız geldi hayatımda bir kişiyle date e çıktım o date için de on yedi ay beklemiştik o anı aşık olduğumu hissetmiştim iliklerime kadar yıllarca beklediğim kişiymiş hissini vermişti her buluşmada sanki tüm dünya yansa umrumda olmayacak derecesinde odaklanmıştım o ana her bir ayrıntı hâlâ aklımda ilk sarılma, ilk öpüşme ve daha nice ilklerim sadece altı saat görüşebilmiştik o altı saat için altı saat yol gelmişti ikimiz açısından da bir sürü engel vardı ama isteyince gerçekten bir yolunu bulmuştuk her bir saniyesine değmişti
yıllarca dış görünüşüm yüzünden bi özgüvensizliğim vardı şimdi bakıyorum da çok gereksizmiş ama benim bunu anlamam için sevildiğimi hissetmem gerekiyormuş ve iliklerime kadar da hissettiğimde hepsi yok olmuştu
vedalaştığımız anı unutamıyorum asla ayrılmak istemiyorcasına gözleri dolu dolu bakıp sakin kalmaya çalışmasını. ve bunun gibi her vedalaşmada aynı duyguları yaşamak ama son vedamızda gerçekten hissetmiştim sanki bir şeylerin son olduğunu ilk defa bu kadar kopamamıştım son geldiği gün biraz kızgındım gün içinde ulaşamamıştım sonra bir anda otostop çekerken fotoğraf atmıştı asla inanmamıştım hâlâ meğer özledim diyip doğru düzgün bile hazırlanmadan yola çıkmışlardı geldiğinde hâlâ inanmamıştım çünkü her buluşmayı planlamamız gerekiyordu ve bu da uzun sürüyordu hep anlık tatlı bi buluşma olmuştu son defa da o gün vedalaşmıştık insan kabullenemiyor her şeyin bir anda son bulmasına ayrılıklar nasıl olur bilmiyorum nasıl unutulacak her şey onu da bilmiyorum kötü biten onca şeye rağmen güzel şeyleri hatırlamaz nefret edersem bu kötü histen kurtulamayacağımı anladım o yüzden güzel hatırlamaya devam edeceğim yine de güzel bir iki küsür seneydi en güzel ilklerim heyecanlarım ve hislerimin yaşandığı
#*
33 notes · View notes
japonyamesken · 19 days
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
---
Evet geçen hafta board games gecesine gidemedim ama bugün arkadaşım board game oynamaya davet etti 💃Her şey bir board game gecesi öncesinde olmuştu ve bi anda hayatımın akışı değişti. Sonra da yoğunluktan veya Türkiye'de ya da yolda olmaktan dolayı katılamadım hiçbirine. Bugün şansım dönmüştür diye umuyorum 🍀
Aslında amacımız Katan (Catan?) diye bi oyun oynamaktı ama gittiğimiz yerde yokmuş. Biz de iki farklı oyun oynadık. İsmini hatırlayamadığım ilk oyunu bir kez, Dixit'i de iki kez.
Vee tahmin edin kim kazandı? Üçünü de ben kazandımfkkfkf hadi bir olsun, iki olsun, üç nedirdfklf Acemi şansı mı?
Beklediğimden çok daha eğlenceli ve güzel geçti. Bilmediğim yepyeni bi dünyaya adım attım sanki. Kutu oyunları dünyasında ben de varım artık 🪆 Gittiğimiz yerdeki insanlar aşırı tatlıydı, ayrıntıları anlatamıcam ama bu neşe, bu tatlılık nedir ya gerçekten? Off ben gittikçe çok seviyorum bu ülkeyi, napıcaz?
Napıcaz? Önümüzdeki hafta market kasasında heeepp Dutch konuşacağız. Ve artık thank you yerine Dankjewel demeye alışacağız.
Benim için hem zihinsel hem de manevi yükü biraz ağır bi hafta başlıyor 🥲Umarım hepimiz için to-do listlerinin tiklerle dolduğu, hayırlı ve güzel haberler aldığımız bi hafta olur 🌸 Selametle 🦖
38 notes · View notes
ashabellq · 8 months
Text
Kitapların yası tutulur mu diye sormayın hiç bayım, bazen en çok kitapların yası tutulur. Hele bir de benim gibi gerçeklikten bu kadar uzak diyarlarda yaşayan insanlar, sıkı sıkıya tutundukları o kitap karakterlerine ve onlara bunu bahşeden yazarlara bazen ailesinden, dostlarından daha yakındır. Bir gece kanser olduğumu öğrenip başka bir gece okuduğum, yaşadığım, inandığım her şeyin üzerini çizdim. Bir çocuk kitabında ölü bir çocuk doğdunu gördüğüm gün ise kafamın içindeki her şeyi öldürdüm. Onlar artık etrafını tebeşirle çizebileceğim resimler sadece. Oysa benim yaşamaya ihtiyacım var. Dolu dolu nefes almaya. Ben henüz hayattayken çoktan ölmüş bir insan olmak istemiyorum bayım, kızmayın bana, ben hayatını bir ceset olarak, usanarak veya günü geçirerek bi geçim mücadelesinin ortasında, paranın, gücün hırsında heba etmek istemiyorum. Oysa kitapların bana yaptıkları bunlardı. Tolstoy da belki bu yüzden bütün servetini köylülere bıraktıktan sonra bir tren garında ölü bulunmuştu. Yusuf atılgan belki bu yüzden bir çiftliğe yerleşip hayatı boyunca bir daha kitap yazmamıştı. Arasam, her şey için o kadar çok neden var ki daha fazlasını istemiyorum. Yaşamak için nedenlerimiz nelerdi, bayım? Kimse bunun hesabını tutmaz olmuştu. Etrafımda olan herkes bir şeylerin, birileri olmanın peşindeydi. Kimse hiçliğin ve zamanın kıymetini bilmiyordu. Zamanın beni yendiğini düşündüğüm o hastane koridorunda o kadar yanılıyordum ki ismimden, kimliğimden kurtulana kadar bunu fark edememiş olmam ne acı. Şimdi eli boş, peşimde dolaşan Azrail’e her gün yeni bir isimle kafa tutarken zamanın son damlasına kadar kana kana içmek istiyorum.
53 notes · View notes
pandorababa · 21 days
Text
GÖRÜCÜ USULÜ // BXB
21 | Alışveriş
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
Tumblr media
Medya: Melih Şarkı: Tarkan - Başına Bela Olurum
Tumblr media
youtube
"Gitgide alışıyorum sana. Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz..." 
-Ümit Yaşar Oğuzcan. 
* * *
Atakan onu gördüğü ilk gün başına bunların geleceğini hiç tahmin etmemişti. Kalbinin birine tekrar atacağını, yine bir ergen gibi elinin ayağına dolanacağını, yeniden aşık olacağını... Ama olanlar olmuştu işte. Her geçen gün Melih'e biraz daha alışmış, alıştıkça da aşkın büyüsüne daha kolay kapılmıştı. Ve bu, alışkanlıkların en güzeliydi.
Aytaç'la yaptıkları telefon konuşmasından sonra Melih'e takım elbise almak amacıyla yola koyulmuş, tatlı tatlı sohbet ede ede on beş dakika sonra caddede bir AVM'de almışlardı soluğu. Hızlıca -Atakan'ın da ısrarıyla- birer lahmacun gömdükten sonra da sıra sıra dizilmiş erkek giyim mağazalarının olduğu kata çıkmışlardı vakit kaybetmeden. 
"Bitti yani her şey kesin olarak?"
Mağazalardan birine girerken teyit etmek ister gibi bir kez daha sordu Atakan. Melih'in kız kardeşiyle romantik bir ilişkisinin olmadığını zaten biliyordu ama yine de bu güzel haberin gerçek olduğuna inanası gelmiyordu bir türlü. O yüzden tekrar sorma gereği duymuştu.
"Bitti de... Biraz tek taraflı bitti sanki."
Atakan'ın kalbi sıkıştı. 
"Nasıl yani?"
Melih onun yüzünün aldığı şekle anlam veremeyerek güldü. Cana yakın bir gülüştü bu.
"Demek istediğim... Biz yalandan ilişkimizi bitirdik ama annelerimiz yalandan dünürlüğü bitiremedi."
Atakan rahat bir nefes aldıysa da hemen sonra garip bir açıyla kaşlarını kaldırmıştı.
"Bi' dakika bi' dakika! Benim annem ve senin annen... ilişkinizi bitirmenizi istemiyor? Öyle mi?"
Melih de bir mânâ veremiyordu buna:
"İlginç ama evet. Ne kadar 'Biz artık konuşmak istemiyoruz.' dediysek de vazgeçiremedik. 'Az daha tanıyın birbirinizi, hemen kestirip atmayın.' deyip durdular. Bizi çok yakıştırdılar herhalde..."
Yakıştıracağım ben şimdi birini birine... Zorla güzellik mi olur ya? diye geçirdi içinden Atakan. Siniri bozulmuştu bu emrivakiye.
"El mahkum, bir süre daha rol kesip işler ciddiye binmeden 'Denedik olmadı.' diyeceğiz herhalde. Ama bunu benim tek başıma demem de bir şey ifade etmez. Şebnem'le danışıklı dövüş yapıp aynı zamanlarda, iki tarafı da işkillendirmeden söylememiz lazım. Gerçi... kafedeki olaydan sonra Şebnem'le aramız limoni. Anlaşmayı açığa döktüm ya. Sen öğrendin falan... Sinirli bana. Yüz yüze oturup konuşma şansımız olmadı o yüzden. Telefondan da en fazla bu kadar yönetebildik krizi. Annelerimize boyun eğerek..."
Atakan, Melih'in bu durumdan epey rahatsız olduğunu konunun bahsi geçince bile neşesinin kaçmasından, suratının iki karış olmasından anlamıştı. Onun asık yüzünü görünce sanki içinden bir şeyler kopuyormuş gibi hissetmesi de cabası... Bu yüzden tüm kalbiyle onu teselli etmek için aralamıştı biraz sonra dudaklarını:
"Aldırma. Sen doğru olanı yaptın Melih. Sakın bunun için kendini kötü hissetme. Ben o gün kafede sizi basıp olay çıkartmasaydım, kim bilir daha ne kadar onun elinde oyuncak olacaktın? Daha hangi mekânlarda, hangi konulara manken olacaktın?"
Başını yana eğip vakur bir duruşla devam etti konuşmasına.
"Tamam... Bahsi geçen kişi benim kız kardeşim. Ama eğri oturup doğru konuşalım. Burada utanıp mahcup olması gereken biri varsa o sen değilsin, Şebnem. Yüz vermişsin, astarını istemiş Küçük Hanım (!) Bir de güya ailemizin gözünde kendini aklayacakmış. Karga bok yemekten vazgeçer mi? Ne demek ya elin oğluyla evcilik oyunu oynamak? Adım gibi biliyorum ben onun sırf o Caner puştunu kıskandırmak için böyle bir işe kalkıştığını ama... Neyse daha konuşmayayım şimdi senin yanında. Aile meselemiz."
Sen 'aile meselemiz' deyip susarsın ama kız kardeşin senin nişan atma olayını elin oğluna ballandıra ballandıra anlatır. Ah be Atakan... Bazen harbiden üzülüyorum senin için.
Melih iç sesini susturmaya çalışarak onayladı Atakan'ı başını sallayarak. Her ne kadar sonlara doğru biraz atarlanmışsa da güzel bir teselli sayılırdı bu dedikleri. 
"Ya, orası öyle de..."
Reyonlara göz gezdirirken hâlâ içine sinmeyen bir şeyler vardı:
"Ne bileyim? Keşke en başta ben kabul etmeseydim. Şimdi işler buralara gelmezdi."
O zaman seni tanıyamazdım ki? diye geçirdi içinden Atakan. Ama aklından geçeni ona olduğu gibi söyleyemeyeceği için Melih'in mahcup ifadesine karşılık sırtını sıvazlayarak "Boş ver, takma kafana. Olan oldu bir kere." diyebildi sadece.
"...Her şey zamanla hallolur, sen bana güven."
Ama Melih yine de tedirgindi:
"Bilmiyorum Atakan. İki günden aileler tanışıp kaynaşmak ister diye ödüm kopuyor. Ama neyse... şimdi bunu düşünmeyeceğim. Doğru diyorsun, bize biraz zaman lazım. En azından annemlerin hevesinin geçmesi için..."
Birazdan bir görevli gülümseyerek yanlarına geldiğinde konuşmaları yarıda kesilmişti.
"Buyurun efendim, ne aramıştınız?"
Atakan ve Melih bir an birbirlerine baktılarsa da ilk konuşan Atakan olmuştu.
"Abicim bizim yarına bi' düğünümüz var. Şöyle güzel, sofistike bir şeyler arıyoruz. Rahat olsun ama... Anahtar kelimemiz: Rahatlık." 
Son anda tekrar Melih'e bakarak eklemişti bu detayı. Çünkü Melih'in gündelik hayatında da içinde rahat edeceği parçaları seçtiğini çok iyi biliyordu. Takım elbise de giyse tabi ki rahatlığından ödün vermek istemeyecekti.
"Hay hay efendim, beni takip edin lütfen. Size yeni koleksiyonumuzdan parçalar göstereyim."
Takım elbiseli, yakışıklı, janti mağaza görevlisinin peşine takılıp kocaman mağazanın derinliklerine doğru yolculuğa çıktıklarında Melih'in telefonu cebinde titremeye başladı. Delikanlı durup ekranına bakarken, Atakan çoktan görevlinin peşinden arka taraflara ilerlemişti. Melih için bulacağı güzel parçaların heyecanı vardı içinde.
(Şebnem Polat arıyor...)
Melih, arayanın o olduğunu görünce bir an şaşırdıysa da tereddüt etmeden açıp kulağına götürmüştü telefonu. 
"Efendim Şebnem?"
Dünkü tartışmadan sonra (İstemeden de olsa ona sesini yükseltmişti.) baya bir trip yiyeceğinden emindi. Şimdi ilk onun araması garip gelmişti hâliyle. Bir şey mi olmuştu?
"Hah, Melih... Sana bir şey söyleyeceğim ama panik yapma olur mu?"
İnsanlar "Panik yapma." dediklerinde aslında "Panik yap ama belli etme." demek isterlerdi. Melih bunu çok iyi biliyordu.
"Şebnem n'oldu? İyi misin?"
Şebnem'in sesi epey endişeli, hatta korkmuş geliyordu:
"Ya sorma... Sabah annen bizi Gelin Hamamı'na çağırdı. Senin bir arkadaşın mı ne evleniyormuş. Annen çok ısrar edince biz de gittik. Okey, başta her şey güzeldi. Yedik, içtik, eğlendik. Ama sonra şey oldu..."
"Ne oldu?"
"...Hatun teyze bayıldı."
"Ne?!" 
Melih bunu duymayı beklemiyordu. Endişelenmişti ister istemez.
"Nasıl oldu, bir düzgünce anlatır mısın olayı?"
Şebnem koşturmasına bir son vermiş olsa gerek, sakince anlattı olayı:
"Ya işte... Abla beni evire çevire keselerken, kazayla peştemalım kaydı. Annen de belimdeki dövmeyi gördü. 'Kızım o ne belindeki? Kına mı?' falan diye sorunca ben de 'Kalıcı.' dedim. Demez olaydım. Kadıncağız önce bir çığlık attı, sonra da göbek taşına yattı kalkamadı. Tansiyonu düşmüş galiba, bayıldı. Ay hayır yani... Bu ne drama queenlik anlamadım ki. Sanki ilk defa dövmeli kız gördü."
Melih elinde olmadan algıda seçicilik yapıp annesi hariç hiçbir detayı dinlememişti.
"Annem nasıl şimdi? İyi mi?"
"İyi iyi... Apar topar hamamın revirine getirdik. Serum falan bağladılar, kendine geldi. Ciddi bir şeyi yok yani. Gözünü açar açmaz 'Sıcaktan oldu herhalde. Melih'i aramayın, endişelenir çocuk.' falan dedi ama benim içim rahat etmedi. O yüzden aradım seni haberin olsun diye. Ayrıca bir şey diyeceğim... Sıcaktan falan bayılmadı annen. Gayet de keyfi yerindeydi keselenirken. N'olduysa, dövmemi görünce oldu. Hayır anlamadım, dövmeli kızdan gelin olmaz mı yani? Nedir?"
Ani gelen rahatlamayla o ana kadar tutmuş olduğu nefesi bir anda dışarı üfledi Melih. Annesinin iyi olduğu haberi içine su serpmişti. Olayın magazin kısmıyla pek ilgilenemeyecekti. Tam bir vakit kaybı olurdu çünkü.
"İyi yapmışsınız. Sağ ol, annemle ilgilendiğin için."
Şebnem uzun süre sessiz kaldı. Konuşmanın devamında ne diyeceğini bilemiyordu. Dün telefonda -çirkin bir şekilde- tartıştıklarından beri kendini kötü hissediyordu. Annelerinin inadı yüzünden Melih gibi iyi, saf, temiz kalpli birini üzmüş olmak canını sıkıyordu. Bütün plan ve sorumluluk kendine ait olmasına rağmen üste çıkmak ve Melih'i suçlamak bencilce bir hareket olmuştu. Farkındaydı.
"Melih... ben özür dilerim."
Melih afalladı.
"Ne için? Pardon?"
"Ya duydun işte. Uzatmasana. O kelimeleri bir araya getirip söylemek benim için ne kadar zor, sen biliyor musun?"
Şebnem uzun zaman sonra utanma duygusunu yeniden kazanmış gibiydi:
"Dün akşam... Biraz kabalık ettim sana telefonda. Gündüz kafede olanlardan dolayı hâlâ sinirliydim. Bir de sen üstüne 'Oyunu bitirelim artık.' deyince... Patladım birden kusura bakma. Halbuki her şeyi ben planlamıştım. Senin bir suçun yoktu..."
Melih elinde olmadan sırıttı. Şebnem'in hatasını kabul etmesi bir nebze yükünü hafifletmişti. Sonunda ortada buluşabilecekleri bir zemin oluşmuştu hiç değilse.
"Ha dertsiz başıma dert açtığını kabul ediyorsun yani? İyiymiş. Özeleştiri yapabilmene sevindim."
Şebnem o görmese de göz devirdi. Daha fazla ezik duruş sergilemeyecekti. Zira pişmanlık en nefret ettiği duyguydu. Hemen başından savdı bu özür muhabbetini:
"Neyse ne... Annenin durumu iyi. Endişelenecek bir şey yok. Benim annem yanında şimdi, ilgileniyor onunla. Akşama da kına varmış. Gelinin yanından ayrılmayacaklar yani anlayacağın. Ama bana afakanlar bastı Melih. Benim acilen buradan kaçmam lazım. Neredesin sen? Konum at da yanına geleyim, konuşuruz." 
Melih bir an durup uzakta görevlinin tuttuğu takımları inceleyen Atakan'a baktı. Yeniden konuştuğunda sesi biraz tereddütlüydü:
"Yanıma gelmek istediğinden emin misin?"
"Evet, niye?"
Melih dudaklarını dişledi biraz gergin. İki kardeşin yan yana nasıl hareket edeceklerini merak ediyordu. 'Kavga etmeden kaç dakika dayanabilirler acaba?' diye düşünmeden edememişti.
"Şey... Abin de burada. Bir sıkıntı çıkmasın? En son kavga etmiştiniz."
Şebnem'in sesi hiç de endişeli gelmiyordu:
"En son seninle de kavga etmiştik hatırlarsan? Bir şey olmaz. Ayrıca ben doğduğumdan beri o kıroyla aynı evde yaşıyorum. Sen kimin için endişeleniyorsun hayatım? Gönder hadi konumu, yarım saate oradayım."
O da abisi gibi inattı. Bu yüzden hiç vazgeçirmeye uğraşmadı Melih. Bir tanesi yetip artarken, iki Polat'la nasıl uğraşacağını düşünerek telefonu kapatıp konum yolladı Şebnem'e. O gelmeden burayı terk etmiş olmayı umuyordu ama... Atakan'ın kollarına dizdiği takımlara bakılırsa, buradan o kadar da çabuk çıkamayacaklardı anlaşılan. 
"Melih! Neredesin, Melih?! Gelsene buraya!"
Atakan'ın pazar esnafı gibi bağırarak kendisine seslendiğini duyunca adımlarını onun olduğu tarafa yöneltti vakit kaybetmeden.
"N'aptın? Bulabildin mi ✨sofistike✨ bir şeyler?" 
Melih'in takılmak için sorduğu bu soru Atakan'ı gülümsetmişti. 
"Buldum gibi... Bir sabit dur bakayım."
Atakan koluna dizdiği askılıklarda duran gömlek-ceket kombinlerini -ona yakışıp yakışmayacağını gözüyle ölçmek için- sırayla Melih'in üstüne tutup 'Bu değil, bu da değil, bu hiç değil...' dercesine değiştiriyor; dakika başı görevlinin elinden -kumaşı farklı- başka bir siyah takım elbise alıp onun üstüne tutuyordu.
"Merak etme Melih, seni jilet gibi yapacağım." dediğinde, Melih gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı kuvvetle. 
Daha düne kadar 'Bacımla ilgili hayaller kuramazsın. Zeytin dalını bir tarafına sokarım. Bıdı bıdı...' diyen adamın şimdi ona karşı bu ilgili hallerini komik bulmuştu. Ama yine de sesini çıkartmadan bir süre kurbanlık koyun gibi hareketsiz kalmaya razı oldu. Bir yandan da karşıdaki kocaman aynada kendini, üzerine tutulan hilkat garibesi kara kara takım elbiseleri ve adeta kendinden Junior bir Atakan çıkartma hevesiyle yanıp tutuşan Atakan'ı inceliyordu. Fakat bu manzaraya en fazla beş dakika dayanabilmişti.
"Ohooo! Oğlum bunlar ne ya? Bırak, bırak..."
Üzerine tuttulan takımları itekleyerek kendinden uzaklaştırdı Melih. 
"Hayret bi' şeysin ya! N'apacağız? Buradan çıkınca Karadenizli mafyaların dizisine figüran mı olacağız? Ulan bir insan ne diye gömleğine kadar siyah giyer? Onu da anlamıyorum ya, neyse..."
Bu hafif sitemli, hafif alaylı eleştiri karşısında görevli bıyık altından gülerken, Atakan'ın ciddiyet saçan gözleri onunkilerle buluştuysa da Melih sululuğundan asla taviz vermedi. Aksine, Atakan'ın gücenmiş suratıyla daha bi' keyiflendi.
"Ne bakıyorsun lan öyle kötü kötü? Bir de 'Az buçuk tanıdım artık seni.' falan diyordun arabada gelirken. Bu mu lan beni tanımış hâlin? Dolabımı da gördün üstelik. Ben bu kadar siyah giymiyorum ki oğlum. Kendine mi seçtin bu takımları? Kaldır hepsini kaldır, gözüm görmesin."
Melih yarım ağız gülerek konuşmuştu ama Atakan buna epey bozulmuş gibiydi. O kadar uzun zamandır siyah giyiyordu ki, farkında olmadan eli önce siyah takımlara gitmişti. Ne yapsın? 
Ama yine de her zaman olduğu gibi kuyruğu dik tutacaktı.
"Allah Allah! Aslanlar gibi siyah takım işte, nesi var? Akarı yok kokarı yok. İstediğin beyaz gömlek olsun, içine gene giyerdin. Ama yoook... Beyefendi ille bizi mafya dizisine figüran yapacak. Nankörsün lan sen! Pis nankör!"
"Nankör mü? Ben?"
Melih sinirleri bozularak başını eğip burun kemerini sıktı kısa bir anlığına. Atakan'la makul bir zeminde buluşacaklarına olan inancı giderek azalıyordu. Her an alışverişi siktir edip düğüne eşofman takımıyla gitmeye karar verebilirdi. Ama neden pes eden o olsundu ki?
Derin bir nefes alarak zihninin içinden çıktığı gibi ortama geri döndü Melih. Birlikte geçirdikleri bu kadar zamandan sonra elbette şirret bir Atakan Polat ile nasıl baş edileceğini öğrenmişti. Sonuna kadar sakinliğini koruyacak ve makaraya devam edecekti.
"Dün akıllıydım, sanayide tulum giyiyordum. Bugün ise bilgeyim, siyah takımı reddediyorum."
"Ne?"
Atakan'ın yüzünde beliren alık ifadeye 'Zınk Erenköy!' diyemeyeceği için kahkaha atmakla yetindi Melih. Deminden beri gülmemek için kendini sıktığı için yanakları kızarmıştı şimdi.
Tumblr media
Atakan onun kahkaha atarkenki doğallığını ve yer çekimine yenilerek alnına düşen sarı tutamları seyretti bir süre hayranlıkla. Neredeyse hiç çaba harcamadan almıştı bütün gerginliğini yine. Bu çocukta farklı bir şeyler vardı.
"N-Ne? Neye güldün bu kadar?"
Dilini yanaklarının içinde gezdirerek bundan rahatsız olmuş gibi görünmeye çalıştı ama bıraksalar dikildiği yerde saatlerce onu izleyebilir, hatta biraz cesareti olsa tutup öpebilirdi de.
"Ulan Atakan..."
Melih ufak kıkırtılarla kendini toparlarken 'Acaba derdimi anlatabildim mi?' diye düşünüyordu. Aytaç'ın düğününe Atakan'ın ucuz bir kopyası olarak değil, kendi gibi gitmek istiyordu. Mümkünse renkli...
"Hiç güleceğim yoktu var ya. Allah da seni güldürsün."
Amin, dedi Atakan içinden. 
Duam belli, duyan belli.
Melih gülmekten yaşaran gözlerini elinin tersiyle sildikten sonra muzip bir tonda "Tartışmaya nokta koymak için 'Zevkler ve renkler.' diyeceğim ama sen şimdi onun için de kavga edersin benle." dediğinde görevli de güldü onunla beraber. Atakan anında kurulmuştu:
"Şşş... N'oluyor birader? Sen niye gülüyo'n bizim aramızdaki mevzuya? Komik mi?" 
"P-Pardon, kusura bakmayın."
Atakan'ın atarlı çıkışına ve sert bakışlarına maruz kalınca bir tatsızlık çıkmasın diye elindeki askılıklarla beraber ufak ufak uzaklaştı görevli ama ilgili bakışları hâlâ Melih'in üzerindeydi. Her ne kadar Melih fark etmemiş olsa da Atakan bunun gayet farkındaydı. Ve Melih bunu gay olmadığı için (ya da gay radarı olmadığı için) değil, tamamen saf olduğu ve herkesi kendi gibi iyi niyetli sandığı için göremiyordu. 
Her güzelin bir kusuru vardır, diye iç geçirdi delikanlı. Melih'in süt gibi temiz olması ona aşık olma nedenlerinden biriydi zaten. Kaldı ki, küfür ederken bile (sinkaflı küfürleri bir kenara bırakırsak) "lan" ve "anasını satayım" dan ileri gidemeyen biri için çok da elzem bir özellik değildi bu gay radarı. Pekâlâ Atakan onun yerine yapabilirdi bunu. Ve diğer tüm pis işleri...
Yeter ki Melih yanında ve güvende olsun.
"Ulan Atakan ne kasıntısın ya... Niye tersliyorsun adamı? Gülemez mi?"
Sırıttı elinde olmadan: 
"Komikti ayrıca. Sen de güldün, gördüm."
Atakan onu duymamış gibi yüzünü buruşturup bakışlarını etrafındaki diğer raflara ve askılıklarda gezdirmeye başladığında "İlle herkes tek tip mi olacak?" diye sordu Melih düz bir sesle.
"...Bırak kim neye gülerse gülsün. Kim ne renk giyerse giysin. Düğüne gidiyoruz, mahkemeye değil. Sal kendini biraz. Neşelen ya!" diye isyan etti sonunda delikanlı. Atakan'la ikinci boktan kavgalarını ettiklerine inanamıyordu.
"Hee... Bırakayım da Cizreli Aziz Amca gibi git düğüne. Çorabına kadar turuncu, kırmızı falan..? Kafana da sim dökeriz?"
"Ulan..."
Melih alt dudağının içini dişleyerek sert sert baktı bir süre. Hem ona 'Neyin var lan senin?! İstediğimi giyerim. Sana ne?!' diye çıkışmak istiyor; hem de bu kadar küçük, siktiri boktan meseleden olay çıkartmak istemiyordu. Bu yüzden derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı.
Öte yandan, Atakan onu kızdırdığının gayet farkında fakat geri adım atmayan bir pozisyonda durmaya devam ediyordu. Giyim kuşam, hassas olduğu birkaç noktadan biriydi. Karşısında kim olursa olsun, moda anlayışını sorgulanmasını asla olgun karşılayamıyordu. Bu yüzden Melih'in ısrarla onun tarzını eleştirmesi hoşuna gitmemişti. O da çareyi onun "renk" muhabbetine takılmakta bulmuştu. Ama bu çocukça bir kayıkçı kavgasından başka bir şey değildi tabi. Melih de zaten ciddiye almamış, gülüp geçmişti. Sinirlenince de susmuştu. Ciddiye alsa kavga çıkardı. Ne gerek vardı? 
"Tamam ulan, tamam... Ağlama."
Elini uzattı ona doğru.
"Hadi ver hangisini beğendiysen de giyeyim, üstümde gör. Gönlün olsun."
Atakan'ın gözleri parladı birden. Mağazaya girdiklerinden beri istemsizce Melih'in onun gibi göründüğü bir senaryo çiziyordu kafasında. Çocuksu bir heyecanla 'Baştan aşağı siyah giymiş bir Melih nasıl görünür?' diyordu içinden. Ve birazdan görecekti. Ayrıca... Melih'in hiç istememesine rağmen sırf onun gönlü olsun diye siyah giymeyi kabul etmesi de onu gözünde bir üst konuma yükseltmişti farkında olmadan. Atakan bu fedakârlığı en son tabağındaki karnıyarığı kendi tabağına koyup yediğinde görmüştü. Bir de şimdi görüyordu. Ve Melih'in gözlerindeki merhamet timsali yumuşak ifadeye bakılırsa... Daha da görecekti. 
Melih gerçekten merhametli bir insandı. Ve Atakan'ın onu sevme sebeplerinden biri de kesinlikle buydu.
Emin olmak için sordu:
"Harbi mi?!"
Atakan'ın ona uzattığı takımı alırken güldü Melih pes ettiğini belli eder biçimde, muzip.
"Harbi." 
'Ne takımmış arkadaş, giyeyim de bitsin şu tantana.' diyordu içinden de. Asla bir mağazada bu kadar oyalandığını hatırlamıyordu. Takımı aldığı gibi kabinlere doğru ilerledi. Yaklaşık on dakika sonra daracık kabinde cebelleşe cebelleşe eteklerini siyah kumaş pantolonun içine soktuğu, jilet gibi ütülü siyah gömleğin yakalarını düzelterek kabinden çıktığında Atakan da görevli de bakakalmıştı ona.
"Al sana siyah takım!"
Melih bir eliyle saçlarını geriye atarken diğer elinin parmak uçlarına astığı siyah ceketi omzuna atıp özgüven dolu bir edayla karşısındaki dev aynaya doğru birkaç adım yürüdü. Bu takım onu olduğundan daha geniş omuzlu, daha uzun boylu göstermişti sanki. Ve... Tam da olmaktan korktuğu kişilere, o bayat mafya dizilerindeki façalı elemanlara benzemişti. Üstelik, bu kadar sarı bir mafya da görmemişti hiç. Kendisi ilk oluyordu. Gülesi geldi.
"Nasıl olmuş?"
Atakan gözünü kırpmadan onu seyrediyor; sanki ayaklarına beton dökülmüş gibi olduğu yerden bir milim oynamıyordu. Tahmininden daha çok yakışmıştı siyah Melih'e. Belki beyaz giyse bu kadar dikkat çekmezdi, diye düşündü Atakan.
Melih bu takımın içinde muhteşem görünüyordu. Hafif güneşten kızarmış buğday teni, ara ara altın ışıltılarla parıldayan sarı saçları, aralık pembe dudaklarının altında köşeli çenesi ve boynunun iki yanında uzanan siyah yakalar... Ölüm gibi bir şeydi onu seyretmek ama ölmüyordu.
"G-Güzel... Çok güzel olmuş. Tam oturmuş üstüne. Potluk falan da yok..." diye geveledi Atakan, gözlerini bir an olsun ondan ayırmadan.
"Hakkaten hee... Tam bedenimi bulmuşsun, aferin."
Olduğu yerde sağa sola dönüp poz vererek aynada kendini inceledi Melih. Uzun zaman sonra ilk defa üstüne bu kadar oturan bir şey giyiyordu. Genelde kıyafetleri ya bol ya uzun ya da dar olurdu. Bolsa salaş giyer, uzunsa paçasını kıvırır, darsa kışın içine giyer ya da en kötü ihtimalle temizlik bezi yapsın diye annesine verirdi. O da babası gibi 'Ne gerek var kıyafete çok para harcamaya?' derdi. Hatta okula giderken babasının gençliğinde giydiği hırkaları, gömlekleri, ceketleri kombinler; soran olursa "Vintage bunlar." deyip devam ederdi. Sevmezdi alışverişe çıkmayı. Hem buna ayıracak bütçesi yoktu hem de AVM'ler başını döndürüyordu. Ayrıca günlük kıyafetlerin marka ya da çok şık olması gerekmediğini biliyordu. Melih'e göre eski de olsa temiz giyinmek yeterliydi. Tabi bu da Melih'i başkalarının karşısında ✨pespaye✨ gösteren birkaç nedenden biriydi. Hele ki her giydiği marka olan bir ağır abinin karşısında...
"Dur bir dakika, ceketi de giyeyim."
İki parmağıyla omzuna astığı ceketi düzgünce kollarından geçirip sırtına giyerken "...Bir de böyle bak." dediğinde, Atakan heyecanını gizleyemeyerek gülümsedi kocaman. Bu da laf mıydı? Zaten kabinden çıktığından beri gözlerini ondan alamıyordu ki.
"Nasılım?"
Melih cilveli bir edayla kendi etrafında dönüp -kendince- havalı bir bakış attı ona. Farkında olmadan kalbini tam 12'den vurmuştu yine.
"Eee tabi..."
Atakan onu baştan aşağı süzerken kalp atışlarını dizginlemeye çalışarak  "...Bütüne baktığımızda çok klas göründüğünü söyleyebilirim." diye devam etti futbol yorumcusu gibi. Sakinliğini korumakta zorlanıyordu. 
"Şaptın şeker oldun!" diye ekledi gergince gülerek. Saçmalamıştı ama elinde değildi. Bakmalara doyamadığı Melih, onun için seçtiği takımın içinde parıl parıl parlarken dilinin tutulmadığına şükrediyordu.
"Ne diyorsun oğlum? Olmuş mu olmamış mı?"
"Ehe, eee... Olmuş olmuş! Çok güzel olmuş."
"Ay inanmıyoruuum!" 
Tam Melih başını çevirmişken ve eline onu doya doya izleme fırsatı geçmişken, arkalarından gelen cırtlak sesle yerinden sıçradı Atakan birden. Panikten eli ayağına dolanmıştı.
"...Melih!! Bu sen misiiin?"
Melih ve Atakan aynı anda birbirlerine bakıp gözlerini mağazanın kapısına çevirdiler hemen. Bu tiz sesi nerede duysalar tanırlardı.
"Ş-Şebnem?"
Şebnem abisinin -sanki iş üstüne yakalanmış gibi- şaşkın bakışlarına ve bocalayan hareketlerine aldırmadan yanlarına gelirken, bir yandan da tepelerine eleştiri yağdırıyordu:
"Hayatım kim giydirdi ya seni böyle kara böcek gibi?"
Melih bir an istemsizce dudaklarının arasından bir kıkırtı kaçırdıysa da Atakan'ın demir gibi sert bakışlarıyla karşılaşınca tuttu kendini.
"Eee... Şey..."
İki kardeş arasındaki negatif elektrikten o da nasibini alacak gibiydi. Bu yüzden her ikisinin de ne lehine ne aleyhine bir şey söyleyip de okları kendine çekme riskini göze alamamıştı.
Tumblr media
Sonunda dilinin bağı çözüldüğünde "H-Hoş geldin Şebnem." diyebilmişti sadece. 
"Pek hoş bulmadım! Ama neyse..."
Şebnem hafif iğneli bir sitemle elleri belinde ikisine tepeden bakarken, yutkunup en iyisi susmak, diye geçirdi içinden Melih. 
En iyisi susmak ve olacakları izlemek...
"...Altın gibi çocuğun ışığını söndürmüşler ya resmen! Kim yaptı bu kötülüğü sana Melih? Ay dilim varmıyor ama... Abime benzemişsin. Tövbe tövbe..."
Atakan yüzünü buruşturdu kardeşine dönerken:
"Senin ne işin var burada lan?! Nereden öğrendin burada olduğumuzu? Ayrıca ne olmuş Melih bana benzediyse? Bununla bir sorunun mu var?"
Onunla göz teması bile kurmadan direkt laf sokmaya girişti Şebnem. Abisiyle uğraşmak için her zaman formundaydı:
"Yooo benim ne sorunum olacak? Ama görünüşe bakılırsa senin bizimle epey bir sorunun var. İlk buluşmada çocuğa 'Bacımla yanınızda ben olmadan buluşamazsınız. Bensiz bir yere gidemezsiniz car curt.' diye esip gürledikten sonra, ilk fırsatta beni ekip gizli gizli buluşmak ne oluyor abicim? Bir de bana 'Ne işin var burada?' diye soruyorsun. Asıl senin ne işin var burada pardon? Hani hiç haz etmiyordun sen Melih'ten?'İtici ana kuzusu.' diyordun.'Bir tokatlık canı var diyordun.' N'olduu? Başına saksı falan düştü herhalde? Pek bi' kaynaşmış gördüm sizi."
Şebnem'in taramalı tüfek gibi ardı ardına soluksuz konuşmaları Atakan'ın içini şişirmişti. Derin nefes alarak, bıkkınlıkla cevapladı bütün soruları delikanlı:
"Ya bi kes kızım ya! Amma tatava yaptın. Erkek erkeğe buluşmada ne var? Sen yalnız buluşamazsın dedim, o kadar. Adamı kontak ediyorsun iki dakkada ya, Allah Allah... Hem biz Melih'le ✨kanka✨ olduk. Kankamla da buluşamayacaksam kimle buluşacağım anasını satayım? Sen de bi' alemsin."
Kanka mı? 
"Ne?"
Melih garip bir açıyla büktüğü kaşlarıyla gülmeye başladı içine içine. Atakan'la samimiyeti bu kadar ilerlettiklerini kendi de bilmiyordu. Komiğine gitmişti. Sonuçta esip gürleyip azarlama faslından bağırmadan konuşma, insanca muamele etme faslına yeni geçmişlerdi. Kanka olduklarını pek sanmıyordu Melih. 
Öte yandan Atakan da bu söylediği lafa gülmek istemişti ama yüzünü ifadesiz tutmaya o kadar alışmıştı ki artık, mimik oynatmamıştı.
Şebnem ise sadece kıskançlıkla karışık bir şoka girmiş gibiydi. 
"Hah! Kankasınız demek? Ne yani sevap olsun diye müstakbel kankana (pardon eniştene) damatlık bakmaya geldin buraya?"
Müstakbel enişte derken? 
"Ne damatlığı salak? Melih'in arkadaşı ev-"
"Benim yerime sen mi evleneceksin yoksa Melih'le?" Şebnem nefes almadan konuşuyordu. 
"...Eğer öyle bir niyetin varsa abicim baştan söyle, aradan çekileyim."
Hassiktir...
Melih duydukları karşısında kahkahalarla gülmemek için dudaklarını dişleyerek -herhangi bir şiddet içerikli eyleme karşılık- Şebnem'i korumak için aralarına girmiş beklerken; Atakan nutku tutulmuş vaziyette, öylece kalakalmıştı. 
"...Bilirsin, aşka saygım vardır benim." 
Şebnem hiçbir şey bilmeden her şeyi bilmesiyle soğuk duş etkisi yapmıştı abisine. 
"N-ne diyorsun kızım sen?..."
Delikanlı bir an diyecek kelime bulamayıp bocaladıysa da, ilk şaşkınlığı attıktan sonra gözlerinden ateşler saçarak "NE ALAKASI VAR LAN?!" diye çıkışmıştı öfkeyle. Sesinin bu kadar gür çıkması genç kızı olduğu yerde titretirken, Melih'e yüzünü dirseğine gömdürerek güldürmüştü. 
"Ahahhaha!"
"Off! Kulak zarımı patlattın be! Ne böğürüyorsun ayı gibi?"
Atakan hızını alamayıp Şebnem'in üzerine yürüdü bir an. Yanakları kıpkırmızı olmuştu.
"Aradan çekilecekmişmiş... Ayarsıza bak!" 
Melih'in arkasından uzanıp Şebnem'in kafasını itti işaret parmağıyla sertçe. Kızın kafası araba konsolundaki oyuncak köpeğin kafası gibi bir ileri bir geri sallandı iki saniyeliğine. Melih bu görüntüye kahkahayla gülmek istese de insanlık vazifesini yapmalıydı.
"Hey hey! Sakin. Atakan..."
Melih anında gülmeyi kesip kollarını açarak iki kardeşin arasında etten bir duvar oluşturduysa da Atakan şu an onu görmüyordu.
"Kızım sen kuaförde fön çektire çektire yaktırdın galiba en sonunda o fındık beynini! Kafada kurup kurup sarıyorsun millete. Hatırlat da bi' ara doktora götüreyim seni, kalıcı hasar var mıymış bi' baksınlar kafanın içine. Saçma sapan konuşuyorsun!"
Şebnem alnını ovalayarak göz devirdi abisine:
"Off... Şaka yaptık herhalde! Abartmaz mısın?"
Kız kardeşi elbette onun yönelimini bilmiyordu ama az önceki ima Atakan'ın tüylerini diken diken etmeye yetmişti. Çünkü Şebnem bu durumunu "EN" bilmemesi gereken kişiydi. 
Çünkü Şebnem bilirse, herkes bilirdi.
"Neyse... Güleyim de boşa gitmesin bari bu acınası laf sokma çaban. Hayır, nereden bulursun bu lafları da bilmem ki? Hakkını yemeyeyim ama son kalan iki beyin hücrenle iyi iş çıkarıyorsun. Tebrik ederim."
"Kes lan!"
Şebnem abisini tiye alarak, sanki onu hiç duymamış gibi yargılayıcı bakışlarını Melih'e çevirdi bu sefer:
"Sana da teessüf ederim Melih. Gerçekten... Ben bu oyunu iki kişilik sanıyordum. Üçe çıkartmışsın, şoktayım."
Melih ne diyeceğini bilemedi. Ama az çok tahmin edebiliyordu şimdi maruz kaldıkları bu tavrın asıl sebebini. Şebnem şımarık yetişmiş (bir evin bir kızı) bir çocuktu. Ayrıca da eski sevgilisini hâlâ unutabilmiş değildi. Tabi ki Melih'i çok sevdiği için (!) abisinden kıskanmıyordu. Melih onun için bir oyuncaktı ve her çocuk oyuncağı elinden alındığında yaygara koparırdı. 
"Biliyorsun ki, annelerimiz bizim konuşmaya devam etmemizi istiyor. Bir süre daha oyunumuza devam edeceğiz. Yani, teknik olarak benimle buluşman lazımdı şekerim, abimle değil. Hem ayrıca... Sen n'apıyorsun burada pardon?"
Sonlara doğru çatılan sarı kaşlarının altına gizlenen kısık, yargılayıcı bakışları yeniden abisine mıhlandığında, havalanan topu göğsünde yumuşatmak maksadıyla öne atıldı hemen Melih.
"Ee şimdi Şebnemciğim... Biliyorsun ki yarın benim çok yakın bir arkadaşımın düğünü var. Aysu'yla tanışmışsındır?"
Şebnem başını salladı. 
"Hah işte... Aysu ve Aytaç'ın düğününe giyecek takım elbisem yoktu benim. Çok da anlamıyorum bu işlerden. O yüzden abine ricada bulundum. Sağ olsun o da kırmadı beni. Birlikte takım elbise bakıyorduk bana." 
Melih araya girince ortam biraz yumuşadıysa da iki kardeş hâlâ çatık kaşlarla bakıyordu birbirine. Şebnem buraya güdümlü bomba gibi abisinin üzerine patlamaya gelmişti belli ki ama konu moda olunca dikkati biraz dağılmışa benziyordu.
"Hah! Abim mi giydirecek seni? Benim abim?"
Duyduklarına inanamamış gibi gözlerini ardına kadar açıp bir süre öyle kaldıktan sonra bir kahkaha patlattı Şebnem. Öyle içten öyle dalga geçerek gülüyordu ki, kasada duran görevli ve mağazada gezinen birkaç müşteri hususi dönüp onlara bakmıştı.
"Ağzının üstüne bi' tane patlatacağım şimdi. Ne gülüyorsun kızım? Komik mi? Bak hâlâ..."
Atakan ya sabır çekerek gözlerini mağazanın tavanına mıhlarken, Melih ikinci bir saldırıya karşı gayet temkinli, iki kardeşin arasında etten duvar örmeye devam ediyordu.
"K-Kusra bakma Melihciğim... Sinirlerim bozuldu da bir an."
Melihciğim lafını duyan Atakan'ın öldürücü bakışları anında Şebnem'i bulmuştu.
"Şebnemciğim, bozulan sinirlerini de al terk et burayı canım! Hadi... Saçını başını yoldurtma bana."
Atakan böyle diyordu demesine ama hayatında kardeşlerine bir fiske vurmuş adam değildi. Şiddet söylemleri sadece dilindeydi. Ama bu sefer hakikaten biraz ileri gitmişti Şebnem. Sevdiği çocuğun yanında onu küçümsemesi Atakan'ın canını çok sıkmıştı. 
"Ayh sen olmayan moda zevkinle Melih'e takım elbise mi bakıyorsun? Bir de kapkara giydirmişsin çocuğu veba doktoru gibi. Bu mu moda? Tek renk, tek tip mi giyinmek moda? Bırak Allah aşkına..."
Atakan tabi ki altta kalacak değildi:
"Haspama bak... Ekoseli etek üstüne fiyonklu bluz giyince Ivana Sert mi oldun başımıza? Sen ne anlarsın lan modadan? Bi' kere bu işin doğayeni benim. Bak seçtiğim takıma..."
Tuzluk şekline getirdiği parmaklarının ucunu öptü abartıyla. "...Kutu gibi oturdu çocuğun üstüne şerefsizim."
Üzerinde malını öven esnaf özgüveni vardı. 
"Şu duruşa, şu kaliteye bakar mısın? Dön bakayım Melih, endamını görsün bu Şebnem şıllığı."
Atakan biraz sonra aynı Recep İvedik'in terzisi gibi ayıla bayıla (onu ve takımı överek) onu kendi etrafında döndürmeye başladığında Melih gülmemek için tutmadı kendini daha fazla. Gözlerine yaşlar dolmuştu artık. İki kardeşin bu -Hacivat&Karagöz misali- atışmaları ilginç (ve aşırı komik) bir hâl almaya başlamıştı. Çekirdeği olsa kenara oturur çitleyerek izlerdi. O derece. Ayrıca... Atakan'ı hiç bu kadar heyecanla bir şeyleri savunurken görmediği içindi herhalde, bu tartışma her açıdan ilgisini çekmişti Melih'in.
"Sen de iyice saçmaladın hee! Burada yılların moda bloggerı Şebnem Queen dururken, sana mı kaldı bu işler ya? Hadi kes şovunu, çekil kenara off!!"
Şebnem abisini gram iplemeden uzun, protez tırnaklı elleriyle "kış kış" hareketi yapıp Melih'i kolundan tutup kendinden tarafa çekmeye kalkınca... Atakan adeta önünden kemiği alınan pitbull misali gerildi. Dişlerini sıkarken kirli sakallı çenesinin ucundaki kesik izi bile gerilmişti. Hatta iki dakika öncesine kadar teninin altında usulca akıp yolunu bulan kanı bile daha deli atmaya, içten içe fokur fokur kaynamaya başlamıştı. 
"Hoop hoop!! Orada dur küçük hanım..."
Hissettiği bu şey, bu kıskançlık... Ona her şeyi yaptıracak cinsten bir kuvvet doğurmuştu içinde.
Kendi kendine 'Hayır, kardeş katili falan olmayacaksın. Sakin ol lan!' dese de bakışları hâlâ öldürücülüğünü koruyordu.
"Bana kaldı bu işler var mı? Bana kaldı!"
"Eyvah..."
İki kardeş arasında 'paylaşılamayan' olmak başta komik olsa da gittikçe tehlike arz etmeye başlamıştı. Adım adım tırmanan gerilimin sıcak nefesini yüzünde hissediyordu artık Melih.
"Mis gibi siyah takım işte lan! Nesi var? Gayet de güzel yakıştı Melih'ime. Ayrıca benim zevkim iyidir."
Melih'ime mi?
Hitap şeklindeki ✨sahiplenici tutuş✨ Melih'in kaşlarını değişik bir açıyla kaldırmasına sebep olurken, Şebnem konuşmanın (savunmanın) geneline kusacakmış gibi bir hareket yapıp göz devirmişti.
"Zevkine tükürsünler senin! Bulgur pilavına yoğurt katıp yiyen bi' adamsın sen. Neyi tartışıyorsun benle ya?"
"Şebneeem!"
"Hey hey! Gençler bi' sakin olun ya... Tamam. Alt tarafı bir takım elbise alıp çıkacağız. Sizce de çok abartmadınız mı?"
Zavallı Melih'i takan yoktu tabi. Ortamdaki konumu sivri sinekten halliceydi.
"Ne Şebnem? Ne?! Hanımefendi çizgimden kaydırttın beni en sonunda. Sana inat ben giydireceğim Melih'i. Var mı?!"
Atakan göz açıp kapamalık bir anda Melih'i kolundan tutuğu gibi kendine çekerken aşırı korumacı davrandığının farkında değildi. Bir anda sırtı onun göğsüne çarpınca neye uğradığını şaşırmıştı Melih:
"Yavaşş..."
"Hadi bi' dene! Hadi... Pabucumun hanımefendisi seni!"
Şebnem geri adım atacak gibi değildi.
"Yaa... Demek öyle? Tamam, ben de küçükken nasıl giyindiğini anlatırım o zaman Melih'e."
"Ne?"
Şebnem'in neden bahsettiğini çakozlayınca anında iri iri açılmıştı gözleri.
"Sakın!" 
"N'oldu? Korktun mu? O çok önemsediğin karizman boydan boya çizilsin istemiyorsun herhalde?" 
Melih hiçbir şey anlamadan güldü bu tehdide. Atakan'ın küçükken de (patron bebek gibi) simsiyah, mafya tarzında giyindiğini hayal edemiyordu. Ya da o masum çocuk yüzüyle, sümüklerini çeke çeke, elinde horoz şekeri, bakkal önünde arkadaşlarıyla top koşturduğunu... Atakan'ı genel olarak "çocuk" formunda hayal edemiyordu ya neyse.
Şebnem konudan gayet zevk alarak "Bu var ya bu... Bir keresinde annemin odasına girip dol-" diye başladığı sırada Atakan şimşek gibi fırlayıp yaba misali kocaman eliyle ağzını kapattığında cümlenin devamı boğuk bir serzenişten ibaret kalmıştı.
"Şebnem!.. Sen Melih'e takım bakmayacak mıydın kardeşim? Çok çene çaldın, çok eleştirdin beni. Hadi git bi' de senin bulduğuna bakalım? Hadi abicim, hadi abisinin gülü... Git bak oradaymış yeni gelenler. Koş, koş..."
Şebnem'i beyaz ağırlıklı (kır düğünü konseptli) takımların olduğu tarafa iteklerken kan ter içinde kalmıştı Atakan. Kız resmen abisini rezil etmeye şerefi üzerine yemin etmiş de gelmişti buraya. Ve (kısmen) başarmıştı da. Cümlesini tamamlamasa da Melih az çok tahmin edebiliyordu yaşanan hadiseyi.
"İyi peki, madem bu kadar ısrar ediyorsun... Bi' bakayım o zaman. Ben gidince sakın arkamdan dedikodumu yapmayın ha! Kulağımı burada bıraktım ona göre..."
Şebnem ikisine de tembihleyen bakışlar atıp yüzüne yerleştirdiği zafer gülüşüyle çeşit çeşit kumaşların arasında kaybolurken, Atakan 'moda' ile ilgili katı tutumundan ciddi taviz vermek zorunda kalmış olsa da onu son anda susturduğuna memnundu. Melih'in yanına döndü biraz mahcup. Az kalsın kestaneyi çizdiriyordu. Çocukluğunda en hatırlamak istemediği anıyı ulu orta hoşlandığı çocuğun önünde anlatmak gibi bir acımasızlığı ancak Şebnem gibi empati yoksunu bir şımarık yapabilirdi zaten.
"Sen Şebnem'i boş ver. İstediği olsun diye her yolu mübah sayar o kendine. Ben alışkınım. Sen de alış."
Atakan eli ayağına dolaşmış vaziyette sakallarını kaşıyor, faydasız bir çabayla kızarık yanaklarını gizlemeye çalışıyordu fakat Melih her şeyin fakındaydı. Atakan çok utanmıştı. Konunun bahsinden bile... Bu yüzden -her ne kadar merak etse de- üstüne gidip soru sormaktan vazgeçti. Onun yerine "Başka çarem yok zaten." dedi gülümseyerek. "...Bir süre daha böyle sürecek durumumuz."
Atakan onun konuyu değiştirmedeki isteğini ve yüzündeki anlayışlı ifadeyi görünce biraz olsun rahatlamıştı. Hem zaten (tahmin ettiği gibi) Melih insanların zaaflarıyla oynayacak, onların çekindikleri şeyleri dalga konusu yapacak tıyniyette biri değildi. Ve... Atakan böyle anlayışlı birini sevmekle ne kadar doğru bir iş yaptığını şimdi fark ediyordu.
Melih onun sevgisini sonun kadar hak ediyordu.
"Ee... Ne diyorsun? Üstündekini alalım mı?"
✩ ✩ ✩ 
Bölümü iki parta böldüm (daha doğrusu bir gün içinde geçecek olan olayları) diğerini tamamlar tamamlamaz atacağım. Aklınızda bulunsun baya sıcak 🔥bir bölüm olacak 😉 terleteceğim sizii eheheh güneş kremlerinizi sürün öyle gelin 😆🤭
Bundan sonra hız kesmeden devam edelim. Yeteri kadar durakladık.
Bölüm hakkında size soracağım birkaç soru var:
✯ Şebnem kötü karakter olmak için çok müsait ama iyi olmasını ister misiniz? 
✯ Şebnem'in bu bölümde Melih ve Atakan'la şaka yollu atışmasını sevdiniz mi? Melih'i (oyuncak gibi) sahiplenip kıskanması falan... Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
✯ Atakan Melih'e açıldığında Melih'in tepkisi nasıl olur sizce?
Sorularım bu kadar :)
Yeni bölümde görüşmek üzere... 
Kendinize iyi bakın, hoşça kalın efenim. <3
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
10 notes · View notes
sexcxsblog · 2 years
Text
ACIMADAN SİKTİ-1
Ben 18 yaşında bir kızım yani kızdım. İstanbul’da yaşıyorum. Büyük göğüslü büyük götlü ama minyon tipli biriyim. Şimdi size nasıl bozulduğumu ve sonrasında neler yaşandığını anlatıcam. 17 yaşında sıradan bir düz liseye gidiyordum. Çok fazla keko çocuk vardı. Sınıfımızda Erman diye bir çocuk vardı. Uzun boylu kaslı herkesin ondan çekindiği biriydi. Ama çevresi çekinmezdi. Bu çocuk aşırı sapık ve azgın biriydi. Derse eğilen hocaların götüne bakar yarrağını okşardı. Kimseden de çekinmezdi. Sınıf onu kendi haline bırakır onun bu hallerine kulak asmazlardı. Durum benim için aynı değildi. Onun bu sapıklığı azgınlığı benim hoşuma giderdi. Bi keresinde arka sırada yanına oturdum. Lafladık aslında muhabbeti kötü değildi. Ama gözleri benim ya göğüslerimde ya da bacaklarımdaydı. Ders başladı. Bacak bacak üstüne atmış dersi dinliyorum. Erman da gizli gizli bacaklarıma bakarak yarrağını okşuyordu. Göz ucuyla baktığımda yarrağı bileğim kadar kalın ve baya da uzundu. Şaşırmıştım bu yaştaki çocukta nasıl böyle bir yarrağa sahip olurdu. İçim bi hoş olmuştu. Derste olmasak o koca yarrağını ağzıma alır sakso çekerdim. Ama her şeyin bir yeri ve zamanı vardı. Kanka ayağına sürekli sırnaşıyor firikik vererek onu azdırıyordum. Hatta keşke bana tecavüz etse de koca yarrağı ile bakire amımı bozsa diye. Günler bu şekilde geçip gidiyor. Ermanla daha da samimileşiyorduk. Artık hafta sonları da konuşuyorduk. Evde olduğum için daha açık şeyler giyip fotoğraf atıyordum. Genellikle içimin belli olduğu şeyler giyiyordum. Beyaz kıyafetler daha belli ediyordu. Erman ise normal fotoğraf atıyordu bana. Onunla takıldığımı gören herkes tekin bir çocuk değil o der ben de hayır ya tanısan sende seversin diyordum. Ama bende biliyordum tek derdinin am olduğunu. Aşırı hoşuma gitmişti bu huyu. Bana tecavüz etmesini sikip sikip kullanmasını amımı da götümü de döllemesini istiyordum. Tabiki bunların hiçbirini kimseye yansıtmıyordum. Aylar geçti sömestir tatili geldi. 1 aylık tatil için bir sürü planım vardı. Annem ve babam yurt dışında işleri vardı okullar tatil olur olmaz gitmişlerdi. Fırsat bu fırsat bende ermanın altına yatabilirdim. Aradım onu dedim böyle böyle gelsene buraya bizimkiler yok bana eşlik et diye o da tamam dedi. Hava soğuktu ama bizim ev alttan ısıtmalı olduğu için ben açık giyinirdim. Göğüslerim fırlayacak gibi gösteren badimi ve altıma kısa beyaz bir kumaş şort giydim. Götümün yarısı dışardaydı. Her şey yolundaydı. Gerdeğe girecek gelin gibi heyecanlıydım.
152 notes · View notes
amezhu · 1 month
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
221. BÖLÜM - Hayalet Kral ile tanışma - Veliaht prensin sarayında saklanma -
Bu sefer Hua Cheng’in gülümsemesi sahte değildi. Aksine, daha da parlaktı. Guoshi şaşıp kalmıştı, elini kaldırıp parmağıyla onu işaret etti, “…Sen sen sen, o sensin! O çocuk! Sen o çocuksun!
Parmağı ve sesi cidden titriyordu. Hua Cheng neşeliydi ve hiç konuşmadı, ama yüzünden her şey açıkça okunuyordu; haklısın, ben neredeyse tüm TaiCang dağını yakıp kül eden Yalnızlık Yıldızının kendisiyim!
“…”
Guoshi döndü ve talep etti, “Ekselansları, neler oluyor? Biraz açıklasan?”
Xie Lian ellerini açtı ve utanarak gülümseyerek omuz silkti, “İşte… gördüğün gibi.”
Guoshi tamamen şok olmuştu. Sağ elinin arkasını sol eliyle defalarca şaklattı, sonunda konuşabilmişti, “Gördün mü? Gördün mü gördün mü gördün mü, sana demiştim! Sana Yüce Hayalet Kralların bu kadar kolay kışkırttırılmaması gerektiğini söylemiştim. O kadar genç yaşta, öylesine korkunç bir ısrarla karşınıza çıkıyor ki! Ne zamandan beriydi, sekiz yüz yıldır! SEKİZ YÜZ YIL! Sekiz yüz yıldır seni takip ediyor. Korkunç, çok korkunç! Benim fallarım cidden fazlasıyla doğru!”
“Lütfen usta, lütfen bırak şunu, artık bunun hakkında konuşmayalım...” Xie Lian yalvardı. ‌
İçten içe düşündü, ‘sen muhtemelen on bin tanrı mağarasının tamamını dolduran ilahi heykelleri görmedin bile. Bunu görseydi, muhtemelen Hua Cheng'i sellerin vahşi bir canavarı, deli, çılgın bir hayalet sanır ve Xie Lian'ı kolunun altına alıp kaçardı.’ Guoshi hâlâ şokunu atlatamamıştı, "Hayır, bu şekilde çok korkutucu, bu çok derin bir saplantı ve hesaplama! Ekselansları, kesinlikle dikkatli olmalısınız, bu şekilde kolayca istismar edilirsiniz, sizi kandırmasına karşı dikkatli olun!"
Xie Lian, "San Lang böyle bir şey yapmaz," dedi.
Hua Cheng de sert bir sesle, "Çok fazla düşünüyorsunuz. Herkesi kandırabilirim ama Ekselanslarını değil." dedi.
Guoshi tartışmak için eğildi, "Seni kurnaz genç adam, anlamadığımı sanma. Ekselanslarının bu konuda çok bilgili olmadığı gerçeğini tam olarak kullanmıyor musun? Neden hemen şimdi yüzüme karşı ruhani gücün nasıl ödünç verildiğini söylemiyorsun? Kaç şekilde ödünç verilebilir ve sen nasıl ödünç veriyorsun? ‌Ekselanslarına ne dedin?”
“…”
Tumblr media
Xie Lian bağırmaya başladı ve rastgele sesler çıkararak haykırdı, “HAHAHAHA PEKALA PEKALA! BOŞVERELİM, ÖDÜNÇ ALDIĞIN SÜRECE NASIL OLDUĞUNUN NE ÖNEMİ VAR, DEĞİL Mİ? HAHAHA HEPSİ AYNI ŞEY! HEPSİ AYNI!”
Eğer konuya devam ederlerse, kaynayan ve boğulan bir ördek gibi kanat çırpmaya başlayacaktı. Xie Lian aniden ciddileşti, “Pekala, artık ciddi işler konuşalım. Şu an bizi buraya kilitledi ve hala harekete geçmedi, ne planlıyor?”
“Muhtemelen senin için başka bir bilmece düşünüyor.” Dedi Hua Cheng.
“Peki bu nasıl yapılabilir?” Xie Lian merak etti.
“Söylemesi zor.” Dedi Guoshi, “Doğruyu söylemek gerekirse her şey mümkün. Ekselansları, konuyu değiştirmeyin! Size tavsiye veriyorum şurada, sapkınlıkların zihninizi karıştırmasına izin vermeyin veya tatlı sözcüklere aldanmayın. Diyorum ki o…”
Tam o sıra Hua Cheng karanlık bir şekilde konuştu, “Gege, biri geliyor.”
“Bana yalan söyleyebileceğini düşünme.”  Dedi Guoshi, “Ekselansları gibi beni kolayca kandıramazsın…”
Ama Xie Lian, “Ah, usta, sana yalan söylemiyor, gerçekten biri geliyor, öncelikle saklanalım.”
Hua Cheng ile birlikte, hafifçe ayaklarıyla hücrenin tavanındaki kirişe sıçrayıp saklandılar.
Odanın dışından dağınık ayak seslerinin gelmesi uzun sürmedi. Bir adam kapıyı tekmeleyerek açtı ve zevkle çılgınca güldü, “WHAWHAHHAHA, CENNET ALEMİ TAM Bİ ÇÖPLÜK! ENİNDE SONUNDA BU ATANIN AYAKLARININ ALTINDA EZİLMEK ZORUNDA KALMADI MI?”
“…”
“…”
“…”
Sesi duydukları an üçü de konuşamaz oldu.
Dışarıdan yeşil cübbeli bir adam kasıntılı bir şekilde içeri girdi, günlerdir görmedikleri Qi Rong değilse kimdi!
Görünüşe göre Jun Wu sadece cennet alemini kilitlememiş, canavar ve şeytanları da serbest bırakmıştı. O canavarlar cennetin başkentinin sokaklarında özgürce dolaşıp etrafa saldırabilirlerdi, bu pratikte mantığın tepe takla olmasıydı, son derece tuhaf!
Guoshi de gelenin Qi Rong olabileceğini düşünmemiş ve gerilmişti. Qi Rong onu işaret ederek bağırdı, “Seni lanet Guoshi, lanet bunak, ölümsüz bunak! Hehe! Beni küçümsediğin ve öğrencin olarak almadığını hatırlıyor musun? Şimdi ne düşünüyorsun? Tokat gibi indi, değil mi? Karma işte, böyle bir sonu hakettin!”
Arkasından çekingen bir küçük kafa baktı, bu Gu Zi idi. Bu muhtemelen Gu Zi’nin böylesine şatafatlı bir yere ilk gelişiydi, gözleri kocaman açılmış etrafına bakıyordu. Qi Rong memnum ve gururluydu, “Canım oğlum, görüyor musun? Burası cennet alemi ve artık, benim, benim malım.”
Gu Zi şok olmuştu, “Gerçekten mi, baba? Burası çok büyük…”
“TABİİ Kİ!” Qi Rong haykırdı, “İnanmıyorsan izle, tü tü tü!! İSTEDİĞİM YERE TÜKÜRÜRÜM VE KİM BANA YAPMAMAMI SÖYLEMEYE CESARET EDEBİLİR?”
Guoshi, “…”
Gu‌ ‌Zi‌ bir anlığına tereddüt etti ama yine de fısıldadı, “Baba, yerlere tükürmek çok da iyi bir şey değil. Burası çok güzel ve temiz, kirleteceksin.”
Qi ‌Rong‌ şaşkına dönmüştü.
Guoshi de daha fazla dayanamadı, “Bi kendine bak, çocuklara nasıl şeyler öğretiyorsun? Kaç yaşına gelmişsin hala nasıl iyi bir rol model olacağını bilmiyorsun? Çocuklar bile senden daha olgun!”
İki taraf da ders verince Qi Rong’un utanması sinire döndü ve küfürler ederek ayağa sıçradı, “SENİ YAŞLI BUNAK, SEN NE BİLİRSİN Kİ?! Yaşlı biri gibi davranmak mı, SİZİN BENİ EĞİTMENİZE İZİN VERİR MİYİM! VE SEN! NASIL BABANLA BÖYLE KONUŞMAYA CESARET EDERSİN HA, SENİ NANKÖR VELET!”
Gu Zi azarlandı ve üzgün bir şekilde ses çıkarmayı bıraktı. Qi Rong bağırmayı bitirdikten sonra, hiçbir şey olmamış gibi davranarak tükürdüğü tükürüğü suçluluk duygusuyla ayaklarıyla sildi ve Gu Zi'yi dışarı sürüklerken küfürler savurdu. Hatta gitmeden önce Ling Wen Sarayı'nın en göze çarpan duvarına büyük harflerle bir satır yazdı: "Üç diyarın bir numaralı Hayalet Kralı Yeşil Hayalet Qi Rong buradaydı".
Qi Rong, Ling Wen Sarayı'ndan çıktıktan sonra, Xie Lian'ın koluna sakladığı mavi daruma bebeği düşerek o büyük kelimelerle yazılı duvarın önüne kondu ve Qi Rong'un dağınık bir şekilde sildiği tükürük izi, öfkeden çıldırmış gibi çılgınca döndü. Xie Lian ve Hua Cheng de aşağı atladı ve Xie Lian daruma bebeğini yeniden eline aldı.
Guoshi başını salladı, "Prens Xiao Jing gerçekten de... Yüz yıl bir gün gibi geçti, zevki inanılmaz derecede kötü, hiç gelişmediğine inanamıyorum."‌ ‌
Hua Cheng duvara bir göz attı, kibirli bir ifade gösteremeyecek kadar tembeldi, tek bir şey söyledi, “İğrenç.”
Guoshi sonunda onunla aynı fikirde oldu ve ellerini kollarının içine soktu, “Aşırı iğrenç. Uzun yıllar sonra, Hayalet Şehirdeki ‘Kumarbazın İni’nin kapısındaki bir dizi cehennem gibi ayet karmaşası dışında, bu yazı ondan on kat daha iğrenç. Daha önce hiç bu kadar iğrenç bir şey görmemiştim!”
Hua Cheng, “………………..”
Xie Lian diğer taraftan umutsuzca gülmeye çalışıyordu, “Hahahah, usta, bahsettiğin ayet karmaşasını görmüştüm ve ben güzel yazıldığını düşünmüştüm. Çok tarz dolu, daha çok beğendim.”
Guoshi’nin kafası karıştı, “Ekselansları, nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin? Senin kaligrafin en klas ustalardan öğretildi, nasıl güzel ve iğrenç arasındaki farkı söyleyemezsin? O yazı üç diyarın en kötüsüydü, en iyi ustalar bile onu kurtaramaz. Cidden neyini beğendin? Zevkiniz mi bozuldu?”
Xie Lian, “HAHAHAHHAHAHAHHAHAUSTAA, ARTIK DAHA FAZLA KONUŞMAYALIM LÜTFEN!!!”
Aniden Hua Cheng konuştu, “Gege, Jun Wu harekete geçti. Muhtemelen senin yanına gelecek. XianLe sarayına doğru gidiyor.”
Guoshi sarsıldı, “Ne! O zaman ekselansları acele etmelisin! Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, sen de güzelce saklan, ikinizin bir araya geldiğinizi keşfetmesine izin vermeyin. Benim üç arkadaşımın dağ ruhu bedenleri şu an TongLu dağı sınırları içinde tıkılıp kaldı, özgürleşmeye çalışıyorlar. Ne tür eylemlerde bulunursak bulunalım, onlar özgür kaldıktan sonra daha fazla şans olacağı kesindir. Unutmayın, pervasızca hareket etmeyin!”
Doğal olarak Xie Lian bunu biliyordu. Guoshi'ye veda ettikten sonra ikili Ling Wen Sarayı'ndan ayrıldı, sayısız muhafız ve iblisin arasından hızla ve gizlice uçarak geçtiler ve XianLe Sarayı'na ulaşmalarına daha dört blok vardı ki tam o sırada Hua Cheng tekrar konuştu, "Gege, XianLe Sarayı'na ulaşmasına bir blok kaldı."
Xie Lian “!”
İzlediği gümüş kelebeğe dokundu ve gözlerinin önünde bir sahne belirdi. Jun Wu'nun bir eli arkasında, yalnız başına yürürken XianLe Sarayı'nın kapılarına ulaşmasına neredeyse yüz adım kalmıştı.
Ne yapmaları gerekiyordu? Bu ya Jun Wu'nun peşinden geri dönecekleri ya da ona çarpacakları anlamına gelmiyor muydu? Ayrıca XianLe Sarayı'nın kapılarındaki muhafızlar da hala Hua Cheng tarafından taşlaştırılmış haldeydi.
Birden Jun Wu'nun arkasındaki ilahi sarayın kapıları açıldı ve kapıların ardında biri durarak, "Lordum," diye seslendi.
Jun Wu adımlarında durakladı ve arkasına baktı, "Yağmur Ustası? Ne oldu?"
Onu durduran kişi gerçekten de Yağmur Ustası. Muhtemelen Jun Wu alakasız kişilerin Yağmur Ustası’nın konutuna yaklaşmaması gerektiği talimatını vermişti, bu yüzden muhafızlar dışında başka iblis veya canavar görünmüyordu. Çok kibarca, "Lordum, size vermeyi unuttuğum bir şey var. Lordumdan bir dakikalığına uğramasını isteyebilir miyim?" dedi. Jun‌ ‌Wu‌ başını eğdi,‌ ‌”Tabii ki.”‌ ve böylece geri döndü. Xie Lian iç çekti ve rahatça nefes aldı,‌ ‌”Tanrıya şükürler olsun, Lord Yağmur Ustası!” Döndükten sonra Lord Yağmur Ustası için on sekiz uzun tütsü yakmaya karar verdi!!!‌ ‌
Bu şansı kullanarak, ikisi dört blok boyunca oradan oraya koşup Jun Wu’dan önce XianLe sarayına vardılar. Onlar kapılardan geçerken, Hua Cheng gelişigüzel elini salladı ve kapıdaki gardiyanların üzerindeki büyüyü kaldırdı. Bir anlığına şaşkına döndüler ve hiçbir şeyin yanlış olduğunu kesinlikle fark etmediler. Xie Lian hızla iç odalara doğru koştu, daha henüz rahat bir nefes alamadan kapıdaki gardiyanların Jun Wu’nun geldiğini anons etmesiyle yüzü değişti.
Jun Wu çok hızlı gelmişti.
Görünüşe göre Lord Yağmur Ustası onu uzun süre oyalayamamıştı. İkisi birbirine baktılar, tek kelime etmeden Xie Lian hızla yatağa atladı ve sırtını dışarıya dönerek uyuma taklidi yaptı, Hua Cheng ise kendini perdelerin arkasına gizledi. Kendini tam gizlemişti ki Jun Wu içeri girdi.
Yavaşça masanın yanına geldi ve konuşmaya başlamadan önce bir anlığına sessiz kaldı, “XianLe, dinleniyor muydun?”
Xie Lian cevaplamadı. Jun Wu masaya oturup elindeki bir şeyi masaya koymuş, ardından kendine çay koymuştu.
Nazikçe konuştu, “XianLe, Senin iyiliğin için burada kalmanı sağladım. Beni dinlediğin sürece sonucun çok daha iyi olacağı pek çok şey var."
Xie Lian ters dönmedi ve sırtı hâlâ ona dönüktü. Aksi takdirde, Guoshi'nin ona söylediği her şeyi hatırladığında, azgın denizler gibi olan kalbiyle, şu anda hala nazik ve kibar olan Jun Wu'ya karşı nasıl bir ifade kullanacağını bilemeyecekti.
Bir sonraki an, Jun Wu onun arkasında durgun bir şekilde konuştu, “Ama, oynamak için gizlice kaçmakla kalmadın, odana saklanmak için birini bile geri getirdin. Görünüşe göre, artık beni gerçekten dinlemiyorsun.”
219. bölüme kitaptaki görseli ekledim. guoshi ve jun wu'nun prens hali var. görmek isteyen bakabilir.
9 notes · View notes
29137 · 2 months
Text
Bunun adı Sevgi
O nun adı değil.
Bir anne düşünün
Geçen ay kanserden kaybettiği kızı için saçlarını bağışlıyor.
Hayatta bazı acılar vardır,
Bazı yaralar Yaralıdır
Aslında sevgi buralarda saklı
Alınan pahalı hediyeler veya ucuz çiçeklerde değil.
Söylenen sözcüklerde değil, sevgi.
Rencide olmasın canına yandığım diye düşünülerek yutulan kelimelerde..
Bu, bir yitirilme durumu.
Bir kaybediş.
Bi kalbin duruluşu olmuyor.
Evlenirsek şöyle şöyle yapalım,
Böyle yapmayalımda şuraya gidelimde içeride toz penbe hayaller kurduktan,
Bir hafta sonrasıydı.. ve bir hafta sonuydu Ciğerlerimde bir ağrı var.
Seni ilk gördüğümde midemde uçuşan kelebekler sanki ciğerlerimde İntahar Partisi düzenliyor.
Edebiyatın doruğu gibi kadındı Leylam, ciğerlerine saplanan acıdan bahsederken bile,
İnceden anlatırdı bana, beni sevdiğini.
Doktora gitmeliydik, ve öyle yaptık.
Biz eti ve tırnağıydık aşkın Leyla’yla.
Her işimiz beraber oldu, bir tanesi hariç.
Sonra diğer Testler, kontroller, hastane kuyrukları, röntgen tarihleri
Derken elimize Leyla’nın Kanser Olduğu, tedavi olması gerektiğinin ve
tedavi yöntemlerinin yazılı olduğu bir Kağıt geçti.
O toplasan Yüz Kelime etmeyecek Kağıt
Hayatımın renklerini çalacak kadar sağlam mış.
Bilemedimm..
Ciğerimde gerçekten ölü kelebekler varmış ve.
O kelebekler uzun süredir cansız bir şekilde orada yatıyormuş sanki..
Biraz geç kalmışız işte.
Kanserli Leyla kayıp.
Değildir Dedik bir yanlışlık olmalı dedik ama tedaviler başlamıştı işte
Saçları çok döküldü felan zaman geçti işte
Tedaviler, ilaçlar, kanlı peçeteler ve Leyla..
Garip geliyordu bana anlamdıramıyordum
Yeşil gözlerinin altına
Vazoda duran çiçeklerin morundan eklenmişti bir süre sonra
Şiirlerine Ölüm bulaşmıştı kolları süzgeç gibi olmuştu iğne yemekten Leyla’m
Ben birşey yapamıyordum sadece dua edebiliyordum
Nasıl hissettirdiğini yaşamadan tahmin bile edemessiniz..
Çok şey öğretti o hastane günleri
Mesela hastanedeki çiçekler sadece vazolarda durmuyor bazıları yoğun bakım ünitesine
Tedavi bile görülebiliyormuş.
Leyla..
Yoğun Bakım ünitesine girebilen tek çiçekti
ve çiçek soluyordu.
Allah’ım yardım etmeliydin
Elime zorla Leyla’nın Kanser olduğunu tedavi olması gerektiğini tedavi çeşitlerini anlatan kağıt
geçtikten 9 ay 22 gün sonra vakit bir gün gelip çatmıştı.
Aylar sonra Leyla ile ilk defa ayrı ayrı şeylerle meşguldük.
Onu yıkıyorlardı yatağı beyaz çarşaf kaplı değildi o gün
Griy di.. Metaldi ve soğuktu kapıda yoğun bakım değil de Mork yazıyordu
Sonrası selam işte sonrası musalla taşı sonrası cenazesinin Namazı Leyla’mın
Sonrası toprak, sonrası toprak, sonrası toprak..
Leyla Beynime şarjörlerini boşalttı o gün şehrin tüm silahlarını
Acıttı Leyla, Leyla seni benden aldılar
Yarap çiçeğimi kopardın
Leyla iyi değilim
Şimdi annen saçlarını kanser hastalarına peruk olsun diye kestirip bağışlayacakmış.
Öğrendiğimde dokundu biraz bana
O yüzden yazdım bu kadar
Senin Öldüğün gün
tarayacak kadar bile saçın yoktu Leylaa
Leyla, ÖZLÜYORUMM..
10 notes · View notes
mel-inoe · 1 year
Text
arada muhabbet kuşu besleme perileri geliyor sonra bu kuşların minicik bişey olduğu ve sürekli sahip çıkılması gerektiği geliyo aklıma. çok kırılgan oldukları için cesaret edemiyorum hiç.
4 notes · View notes
Text
Merhaba yıllardır seks hikayeleri okurum ama bir gün kendi hikayemi yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Benim adım Efsun Baküde yaşıyorum. 47 yaşında 168 boyunda balık etli sarışın türbanlıyım. Göğüslerim ve kalçalarım bir az büyüktür. Bakımlı bir kadınım cildime ve giydiklerime çok özen gösteririm. Evliyim 2 çocuğum var kocamla aynı sınıfta okumuştuk bir birimizi seviyorduk ama ailelerimiz razı olmadığı için 17 yaşında kaçtım kocama. İlk başlarda her şey çok güzeldi yılllar geçtikçe her şey değişmeye başladı kocam rusyada eniştemle beraber ticaret yapmaya başladı. Bizde oraya taşındık Baküye sadece yazları gelip gidiyorduk aile ziyaretine. Bu arada eniştem aynı zamanda kocamın en iyi arkadaşı. Biz evlendikten sonra o da kız kardeşimi almıştı. Kocamın işleri çok iyi gidiyordu hayal bile edemeyeceğimiz paralar kazanmaya başladılar. Parayı bulunca kocam yavaş yavaş değişmeye başladı beni aldatıyordu. Bir kaç kez kavga ettik bu yüzden. Zamanla artık iyice azıttı her gün içib alem yapıyordu kadınlarla. Artık beraber uyumuyorduk bile nerdeyse 4 yıl olmuştu bana dokunmuyordu bende zaten istemiyordum onu. Oldum olası çok ihtiraslı bir kadınım hala da öyleyim. Kocam bana dokunmasa da ben kendimi bir şekilde tatmin ediyordum. Sonra baktım olmicak Baküye döndüm ne hali varsa görsün dedim. Oğlum da kızım da genç yaşta evlendiler. Geçen yıl oğlum ailesini de alıp rusyaya gitti. Biz yedi kardeşiz hepimiz aynı semtte oturuyoruz savaş zamanı hepimiz buraya taşınmıştık. Evlerimiz yakın olduğu için sık sık bir birimizi ziyaret ederiz. Kos koca evde yalnız kalmıştım evde yalnız olduğum için istediğim gibi yakalanma korkusu olmadan porno izler kendimi tatmin ederdim. Ordakı o koca yaraklı erkeklerin altında kendimi hahal ederdim. Kaç yıl olmuştu elime erkek eli deymeyeli ama ben hiç bir zaman kocamı aldatmayı düşünmedim ailemiz de çevrede tanındığı için zaten istesemde yapamazdım. Bir gün alış verişden eve dönüyordum baktım komşunun kapısının önünde polis arabası var sordum ne oldu diye komşunun evine hırsız girmiş dediler. Bizim oturduğumuz semtte bütün evler bahçeli evler. Neyse baya korkmuştum akşam kız kardeşim bize geldi küçük oğluyla beraber. Yeğenimin ismi Cengiz 19 yaşında 185 boyunda esmer çok yakışıklı bir genç. Spor yaptığı için vücudu da kaslı. Üniverstede okuyor çevresinde de çok popüler birisi. Hemde çok akıllı yani baba parasıyla hava atacak orda burda gezecek bir çocuk değil Cengiz. Yeğenimi diğer yeğenlerimden çok severim aramız çok iyi. Ne zaman başı sıkışsa bana gelir bende her zaman seve seve yardımcı olurum. Kız kardeşime bu gün komşuda olanları anlattım. Kız kardeşim tedirgin olduğumu görünce " abla istersen Cengiz bir kaç gün sizde kalsın. Hem sen korkmazsın hemde benim içim rahat eder" dedi. Bende " bir soralım bakalım Cengiz bey istiyormu belki başka planları vardır " dedim. Cengiz " teyzelerin bir tanesi bir kaç gün değil sen iste hemen size taşınnırım " dedi gülerek. Tamam o zaman dedim. Kız kardeşim büyük oğlunu aradı gelip onu almasını söyledi. yarım saat sonra kız kardeşimin büyük  oğlu annesini almaya geldi ve gittiler. Bizde Cengizle çay içip ordan burdan konuşmaya başladık. Yeğenim  Babaannesini dayısını falan çok iyi taklit eder sanki onlar konuşuyormuş gibi yapıp beni güldürüyordu. Cengizle konuşurken bu evde ne kadar yalnız olduğumu daha iyi anlamıştım. Birden gözlerim doldu ama kendimi ağlamamak için zor tuttum. Cengiz yüzüme bakınca hemen anladı   " teyze ne oldu neyin var?"  
" Yok bi şey oğlum  birden bu evde ne kadar yalnız olduğum aklıma geldi o yüzden gözlerim doldu" 
" Ya teyzem benim, canım teyzem sen yalnız değilsin hiç bir zamanda yalnız olmicaksın biz hepimiz senin yanındayız istediğin zaman bize gelebilirsin yada sen çağır ben gelirim diğer yeğenlerini de getiririm kafanı şişirip kendimizi kovdurana kadar kalırız seninle " 
Cengiz öyle söyleyince güldüm o da " işte böyle ya sen hep gül teyze. "  dedi. Ben kalkıp misafir odasını hazırladım sonra yeğenime " oğlum odanı hazırladım ne zaman istersen dinlene bilirsin" dedim. 
" Ya teyze aslında bi duş alsam iyi olur  bu gün sporda çok yoruldum sırtımda da ağrılar var sıcak su iyi gelir "
Ben yeğenime temiz havlu getirdim hemen. " Oğlum istersen kas gevşetici krem var duşunu al sonra ben sürerim sırtına" 
" Tamam teyze vallaha çok iyi olur"
Yeğenim banyoya girdi 20 dk sonra çıktı banyodan belinde havluyla salona girince şaşırdım bi an. " Teyze kas gevşeticiyi sürsene sırtıma " deyip hemen yanıma oturdu. Yeğenimi daha önceleri bir çok kez yarı çıplak halde görmüştüm hatta küçükken defalarca banyo yaptırmıştım da ama ilk kez içim bir tuhaf oldu. Yeğenim ben farkıda olmasamda artık tamamen genç erkek olmuştu. Kaslı vücudu yakışıklı yüzüne ayri bir güzellik katıyordu. Sırtını bana döndü bende kremi önce sırtına bir kaç yere sürdüm sonra da iki elimle kremi sırtına yaymaya başladım. Kaslı vücuduna dokundukça içimde kıpırdanmalar başladı. Yıllardır elim erkek bedenine deymemişti. Karşımdakı öz yeğenim olsa da sonuçta yakışıklı genç bir erkekti. Kas gevşeticiyi sırtının her tarafına sürdüm  " oğlum her tarafın tutlmuş senin sırtın taş gibi olmuş uzan da rahatca sırtına masaj yapayım iyi gelir " dedim. Kendime kızsamda engel olamadım ona bir az daha dokunmak istiyordum. Yeğenim hemen yüz üstü  uzandı bende  yerde dizlerimin üstüne çöktüm ve masaj yapmaya başladım. Ellerimi yavaş yavaş kaslı sırtında aşağı yukarı gezdiriyor masaj ayağına resmen okşuyordum yeğenimi. Bir süre devam ettim masaja. Birden hiç beklemediyim bir şey oldu yeğenim " hadi teyze uzan bende sana masaj yapayım iyi gelir " dedi ben  daha ağzımı açmadan Cengiz ayağa kalkmıştı bile. " Oğlum gerek yok zahmet vermeyeyim şimdi sana" 
" Ya teyze ne zahmeti allah aşkına, gel hadi yoksa bendenmi utanıyorsun canım. Hem ben öyle her kese de masaj yapmam " deyip güldü. Bende gülerek "  Tamam hadi yap bakalım " dedim.  Üzerimde dizlerime kadar omuz askılı siyah ipek elbisem vardı. Evde genellikle rahat giysiler giyerdim. Kış mevsimi olmasına ragmen ev sıcak olduğu için ince giyerdim genelde uyurken de üstüme sadece geceliyimi giyerim. sütyensiz ve külotsuz  uyurum öyle daha rahat ederim. Ben kanepeye uzanınca Cengiz elbisemin omuzlarımdan belime kadar aşağı indirdi siyah sütyenimle kaldım öylece. Yeğenim " Teyze kusura bakmazsan ben böyle daha rahat masaj yaparım" dedi ve çıkıp kalçamın üstünde oturdu. Beline doladığı havluyu oturuken yukarı sıyırmış olmalıydı ki tenini tenimde hiss ediyordum resmen. İnce ipek elbisemin üstünden onun bedeninin sıcaklığını hiss ediyordum. Hayatımda ilk kez kocamdan başka bir erkekle bu kadar yakınlaşmıştım  Yeğenim büyük kaslı ellerini sırtımda gezdirdikçe kendimden geçmeye başlamıştım. Dediği gibi çok güzel yapıyordu. Ara sıra ellerini götümün üst tarafına kadar indirip sonra tekrar yukarı çıkıyordu. Bir süre sonra götümde bir sertlik hiss etmeye başladım. İnanamıyordum yeğenimin siki kalkmıştı. Ben kendime nasıl böyle şeyler düşünürüm diye kızarken yeğenimde benim gibi hiss ediyormuş. Teyzesine yükselmişti. Gittikçe arkmdakı sertliği daha çok hiss etmeye başladım. Yeğenim artık aırtıma masaj yapmıyor resmen okşuyordu. Birden sütyenimin kopçasını tutup açtı. " Böyle daha rahat yaparım teyze" dedi. Yeğenim ellerini sırtımın her yanında gezdiriyordu. Sonra yavaş yavaş elleri altımdan taşan büyük memelerimin kenarlarına doğru gitmeye başladı. benim tepkisiz kalmamdan cesaretlenmişti yeğenim. Artık sikini iyice götümün arasına dayamış yavaş yavaş ileri geri hareket edşttiriyor sikini götümün arasına sürtüyordu. Ben artık kendimi bırakmış gözlerimi kapatmıştım. Amım zevkten sırıl sıklam olmuştu. Birden yeğenim ellerini koltuk altımdan sokup göğüslerimi avuçladı ve üzerime eğilip boynumu deli gibi öpmeye başladı. O anda " ıhhhhhh" diye inledim Cengiz boynuma kulağımın arkadına sırtıma öpücükler konduruyordu. " Ahhh oğlum yapma günah, pişman olucaz " dedim inleyerek ama dilim söylesede artık ikimizde durulacak noktayı geçmiştik. Cengiz sırtımdan öpe öpe aşağı doğru inmeye başladı. Elbisemi belime doğru kaldırıp siyah dantelli külotumu bir çırpıda çıkardı götümü yanaklarından iki yana ayırıp başını arasına gömdü ve deli gibi öpmeye başladı. Diliniyle göt deliğimi ve amımı  yalıyordu delirmek üzereydim. Hayatımda ilk kez tattığım zevkti bu. Kocam hiç yapmamıştı benim yapmamı istiyordu hoşuna da gidiyordu ama o bana yapmazdı. Şimdi yıllar sonra bir başka erkek tarafından amım ve götüm yalanıyordu ve bu genç erkek benim öz yeğenimdi. Oğlum gibi sevdiyim gördüyüm çocuktu. Ben zevkten inlemeye devam ederken bir anda Cengiz beni sırt üstü çevirdi bacaklarımı ayırıp dudaklarını amıma gömdü yine. Öyle güzel yalıyordu ki resmen zevkten bağırmaya başladım. Amımdan akan sular yeğenimin ağzına bulaşmıştı. Dilini amımın içine sokup oynatıyordu. Klitorisimi dudaklarıyla emmeye başladığında gözlerim kararmaya başladı kasılarak boşalmaya başladım. Ellerimle kafasından tutup amıma doğru bastırdım " ahhhhhh ıhhhhhhhh offfffff bitirdin beni " diyerek inliyordum. Yeğenim bir süre de amımı yaladıktan sonra ayağa kaltı. İlk kez sikini gördüm o an. Siki çok büyüktü ve baya kalındı. Traşlı tertemiz damarlı sikini tuttu bir eliyle diğer eliyle de benim saçımdan tutup sikine doğru götürdü. Gözlerinin içine baka baka sikini ağzıma alıp emmeye başladım. Elimle dibinden kavrayıp sikini ağzıma sokup yalıyordum. sikinin kalın gövdesini yaladım öptüm kokladım. Ohhhhh ne çok özlemiştim. Bir daha bu duyguları yaşamam zann ediyordum. hiç aklıma gelmezdi bir gün öz yeğenimin sikini iştahla yalayacağım. Cengiz ben yalamaya devam ettkçe elleriyle kafamı tutup sikini ağzıma sokup çıkarmaya başladı birden " ahhhh teyzem geliyorum ahhhh lütfen ağzına boşalmama izin ver " dedi sikini ola bildiyince ağzıma soktu nerdeyse gırtlağıma kadar gelecekti siki. Ağzıma boşalmaya başladı yeğenim. Spermlerinin bir kısmını yuttum bir kısmı da ağzımdan akmaya başladı. Havluyu yerden alıp ağzımı ve göğüslerimi sildi yeğenim. Sonra sikini tekrar ağzıma verdi bende büyük bir iştahla yalamaya başladım. Az sonra siki yine demir gibi oldu beni sırt üstü yatırıp bacaklarımı ayırdı " teyzem hazırmısın yeğeninin sikini içine almaya" dedi. Bende " Ahhh evet hadi bebeyim gir içime.. sik teyzeni hadi aslanım" dedim. Cengiz tek hamlede sikini amıma gömdü gözlerim yaşardı acıdan uzun zaman olmuştu amıma sik girmeyeli kocamın siki kalın olsada bu kadar büyük değildi. Cengizin sikinin kafası da büyüktü. Yeğenim içimdeydi ve teyzesini deliler gibi sikiyordu. Yeğenim bacaklarımı omuzlarına alınca amıma daha rahat girip çıkmaya başladı. Gittikce hızlanmaya başladı ikimizde zevkten inliyor tuhaf sesler çıkarıyorduk. Ben çok geçmeden "ohhhhh teyzesinin aslanı hadi sakın durma geliyorummmm devam et hadi evet evetttt işte böyle sik beni sikkkkk beniiiiii" diye yalvarmaya başladım  yine müthiş bir şekilde boşakmaya başladım. Hayatımda böyle zevk aldığımı hatırlamıyordum. Yeğenim üstümde beni deli gibi sikerken bende zevkten ölecektim nerdeyse. Az sonra yeğenimde " ahhhhh teyzem ahhhhh harikasın bende geliyorum hepsini son damlasına kadar amına akıtmak istiyorum teyze ohhhh" dedi
Bende " Hadi boşal oğlum boşal aslanım benim. Ahhhh evet hadi amıma boşal teyzenin amına boşal" diye cevap verdim yeğenime. Yeğenimin ılık ılık amıma fışkıran döllerini hiss ettim içimde. İlk seferki kadar çok boşaldı yine. Üzerime yığıldı kaldı. İkimizde derin derin nefes alıyorduk. Terden sırıl sıklam olmuştuk. Cengiz üstümden kalkıp yanıma uzanıp sarıldı bana.  İkimizde bir süre sessizce durduk öylece. Sessizliği yeğenim bozdu " teyze harika bir kadınsın biliyorsun değilmi? Kendimi tutamadım özür dilerim. Kendimi bildim bileli hep seni sikmeyi hayal ettim. Sonunda hayellerim gerçek oldu."  " İkimizde istedik oğlum. Bende çok zevk aldım" dedim. " Bundan sonra benim kadınımsın " deyip dudaklarıma yumuldu ve öpüşmeye başladık.
262 notes · View notes
tsuyoiji · 1 month
Text
sonunda sabah olmuştu, herkes hazırladıkları çantaları ile aşağı inmişti, saat 04.30'da yola başlayacaklardı. tahminen 11 gibi orada olacaklardı. birden kapı çaldı. ash kapıya doğru yöneldi, 'sonunda gelmiş olmalı'.
kapıyı açtığında karşıdaki çocuğa sarıldı ve hoş geldin diyerek onu içeri aldı. herkes meraklı gözlerle onun kim olduğunu anlamaya çalışıyordu. ash yanındaki çocuğu tanıtmaya başladı. 'bu benim sınıftan bir arkadaşım, adı aeri veya andie ne demek istiyorsanız, bu gezileri falan çok iyi biliyor kendisi, gideceğimiz ormanı da aynı şekilde. o da bizimle gelecek, kabul ederseniz tabii.'
herkes onaylarcasına kafa salladı, tabii ki bir rehber çok iyi olacaktı. onu da aldıktan sonra bir karavan ile gitmeye karar verdiler. fakat sürücü bir başkası olacaktı.
'hoş geldiniz çocuklar, namhae pyeonbaek ormanına gidecekler siz olmalısınız. merak etmeyin karavanı orada size bırakacağım. ama dikkat edin olur mu?'
aeri oturduğu yerden kalktı. 'iyi de, sürücü olarak bay jaewoo'nun geleceği söylenmişti?'
'evlat jaewoo'nun şehir dışında acil bir işi çıktı, merak etmeyin bende güzelce sizi götürüp getirebilirim!' tuhaf bir gülümseme vermişti.
herkes sabah erken saatlerde olduğu için uyuyakalmıştı. saat 6'ya yaklaşıyordu. karavan birdenbire durdu. herkes ne olduğunu anlamaya çalışıp ayılmaya çalışıyordu. 'SÜRÜCÜ YOK!' ash'in bağırması ile herkes ayaklandı. ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. ıssız bir yerde durmuşlardı. sürücü kapısı açıktı fakat etrafta kimse görünmüyordu.
birkaç kişi karavandan inip dışarda bağırmaya başladı. 'abi! neredesin?!'
zolita, mavi'ye döndü 'çok üşüyorum bu böyle olmayacak, biz sürelim bari.'
mavi, 'e adam burada kalacak?'
zolita, 'herifi 10 dakikadır çağırıyoruz ama ortada yok, bizi getirdiği yere de bi bak. of.'
herkes toplandı, çalıştırmadan önce konuşmaya başladılar.
carlisle, 'ben haritadan bakabilirdim fakat internet burda çekmiyor, çok saçma!'
aeri, 'ben yolu biliyordum ama şu an uzun yola sapmışız ve bura hakkında hiçbir fikrim yok, üzgünüm.'
rudy, 'üzgün olmana gerek yok, herifin yaptığı tam bi şerefsizlik, halen de gelmiyor.'
soul, 'peki biz neyi bekliyoruz?'
aeri, 'durun.'
herkes kafasını aeri'ye çevirdi, ne diyeceğini merakla bekliyordu.
'şoförle konuşmuştum, hatırlıyor musunuz? ben o zaman bir şey gördüm ama sizi korkutmak için söylemek istemedim, yanlış görmüşümdür diye düşündüm.'
herkes daha da meraklanmıştı.
'o herifin ayakları tersti.'
herkes korkuyla birbirine bakıyordu, şaşırmış ve gerçekten korkmuşlardı.
suji, 'o yüzden hava açılmadan kayboldu. doğru ya...'
ryo, 'aeri şu senin diğer şoförü arar mısın?'
aeri, 'hemen.'
aeri telefonunu eline aldığı gibi aramaya çalıştı.
'alo, jaewoo ile mi görüşüyorum?'
karşı taraftan ağlamaklı bir ses geliyordu.
'bugün gece saatlerinde yatağında ölü bulundu. onu kaybettik.'
aeri telefonu kulağından çekip kapattı. aslında şehir dışında işi yokmuş, ölmüş.
herkes korkudan titriyor gibiydi. suji ayağa kalkıp karavanın başına geçti.
'uyuyun, daha çok yolumuz var, ash yan koltukta dur. uyuyacaksan yanımda uyu.'
herkes başını koyup uyumaya çalışıyordu yaşadığı şoklardan sonra. pek mümkün olmasa da suji'ye güvenebilirlerdi en azından.
saatler 12'yi gösteriyordu. 'kalkın!'.
suji'nin sesi ile herkes ayıkmıştı. yine kötü bir şey oldu sanıp paniğe kapılmışlardı. ama sonunda geldiklerini öğrendikten sonra hepsi bir güzel oh çekebilmişti. '1 saat yolu bulmaya çalıştım. fakat sonunda geldik. hadi malzemeleri indirelim ve çadırları kuralım.'
ash aşağı inerken 'bugün yemekler aeri'den!' bıkmış gibiydi. herkes el birliği ile çalışmaya başladı. çadırlar kuruluyor, bir yandan da kahvaltı hazırlanıyordu. herkes güle eğlene yapıyordu işini. şimdiden bazılarının kafası dağılmış gibiydi, bazıları da düşünüyordu.
10 notes · View notes
gozlerdegokyuzu · 1 year
Text
“Kitaplarım,” dedim. “Onlar öldüler, dün gece. Ben de arka bahçeye gömmeye gidiyorum. “
Kitapların yası tutulur mu diye sormayın hiç bayım, bazen en çok kitapların yası tutulur. Hele bir de benim gibi gerçeklikten bu kadar uzak diyarlarda yaşayan insanlar, sıkı sıkıya tutundukları o kitap karakterlerine ve onlara bunu bahşeden yazarlara bazen ailesinden, dostlarımdan daha yakındır. Bir gece kanser olduğumu öğrenip başka bir gece okuduğum, yaşadığım, inandığım her şeyin üzerini çizdim. Bir çocuk kitabında ölü bir çocuk doğdunu gördüğüm gün ise kafamın içindeki her şeyi öldürdüm. Onlar artık etrafını tebeşirle çizebileceğim resimler sadece. Oysa benim yaşamaya ihtiyacım var. Dolu dolu nefes almaya. Ben henüz hayattayken çoktan ölmüş bir insan olmak istemiyorum bayım, kızmayın bana, ben hayatını bir ceset olarak, usanarak veya günü geçirerek bi geçim mücadelesinin ortasında, paranın, gücün hırsında heba etmek istemiyorum. Oysa kitapların bana yaptıkları bunlardı. Tolstoy da belki bu yüzden bütün servetini köylülere bıraktıktan sonra bir tren garında ölü bulunmuştu. Yusuf atılgan belki bu yüzden bir çiftliğe yerleşip hayatı boyunca bir daha kitap yazmamıştı. Arasam, her şey için o kadar çok neden var ki daha fazlasını istemiyorum. Yaşamak için nedenlerimiz nelerdi, bayım? Kimse bunun hesabını tutmaz olmuştu. Etrafımda olan herkes bir şeylerin, birileri olmanın peşindeydi. Kimse hiçliğin ve zamanın kıymetini bilmiyordu. Zamanın beni yendiğini düşündüğüm o hastane koridorunda o kadar yanılıyordum ki ismimden, kimliğimden kurtulana kadar bunu fark edememiş olmam ne acı. Şimdi eli boş, peşimde dolaşan Azrail’e her gün yeni bir isimle kafa tutarken zamanın son damlasına kadar kana kana içmek istiyorum.
🫀Bugün Adımı Sen Koy | Ng Kabal
93 notes · View notes
sexcxsblog · 2 years
Text
NASIL BAŞLADI -10
Abim artık her seferinde fırsatını buldukça beni istediği yerde sikiyor işini görüp yoluna devam ediyordu. Abi yarrağı baldan tatlıydı. Ben de her azdığımda abimin yarrağını yalayıp üstüne ata biner gibi çıkar abimin yarrağını sürerdim. O da bana hediye olarak döllerini yedirtirdi. Karı koca gibiydik. Bu durum hoşuma gidiyordu artık sikilmek için birini beklememe gerek yoktu. Neyse bir gün evde oturuyoruz. Abimin arkadaşları geldi. Ellerinde yine içki vardı. Yine bir güzel sarıldılar oturma odasına geçtiler. Benim üstümde de gecelik var. Amımı zar zor kapatan. Eğildiğimde her şey kabak gibi ortada oluyordu. Salaş bir şey olduğu için memelerim bir oyana bir bu yana sallanıyordu. Abim arkadaşları gelince
-Gül git üstüne doğru bir şey giy
M-rahat bırak kızı kanka hem biz yabancı mıyız amk
A-ne isterse giyer Gül bacım. Abimde iyi madem öyle olsun. Tabi am göt görmek için bunun üzerimde olması onların işine gelirdi. Bunla içkileri çıkarıp içmeye başladılar. Abim bu sefer gıdım gıdım içti. Çünkü niyetleri belliydi. Abimi sarhoş edip yine beni sikmek. Abim oyuna gelmedi tabi. Onlar ne kadar iç iç diye zorlasa da abim içmedi. Sonra konu yine porno izleyelime geldi. Sohbetler açıldı falan filan ordan
A-Gül bacım benim her yerim ağrıyor sana zahmet bana bir masaj yapar mısın.
-tabi abi diyerek yüz üstü yatmış bende götünün üstüne çıktım sırtına masaj yapıyorum. Bulunduğumuz yer abimin oturduğu koltuğun arkasındaydı. Ben Ali abiye masaj yaparken Mesut abi de abime zorla içki içirmeye başlıyordu. Sonra birden Ali evi sırt üstü döndü. Kalkmış yarrağını hissediyordum amımda bi hamleyle şortun kenarından yarrağını çıkardı öyle sürtmeye başladı. Amım sulanmaya başlamış bunu fırsat bilen Ali abi vıcık vıcık amıma yarrağını dayamıştı. Mesut abi ile de abim televizyondaki maça dalmış arada bir Ali abi
ağğ tam orası Gül kuluçu ez diyerek fazla dikkat çekmemeye özen gösteriyordu. Mesut abi Ali abinin niyetini anlayınca sesi biraz daha açtı. O sırada Ali abi eliyle ağzımı kapattı ve bir den o koca yarrağını amıma soktu. Beni kucağında sektiriyordu. Sonra beni altına alıp öyle köklemeye başladı. Vıcık vıcık amımdan yarrapın girmesiyle şlop şlop sesler geliyordu ama anca biz duyuyorduk. Arada Ali abi bş
-5 dk ovala yeter gülüm diyerek kuşku bırakmamaya çalışıyordu. Aynı zamanda amıma seri bir şekilde pompalıyor amımda boş yer bırakmıyordu. Abimin arkasında arkadaşıyla sikişmek çok muhteşem bir histi. Büyük ihtimalle arkadaşını bunu yapacak kadar cesaretli olmadığını düşünüyordu. Ams ikisi de bayır domuzu gibi azgındı. Ali abi daha fazla dayanamadı ve torba gibi taşaklarındaki bütün dölleri içime boşalttı. Amımdan oluk oluk Ali abinin dölleri taşıyordu. Parmağımla dölleri ağzıma getirip yutuyordum. Ali abi de şortun kenarından çıkmış yarrağını geri içeri soktu. Terlemiş yüzünü t shirtle silip abimlerin yanına oturdu. Ben bi koşup amımı yıkayıp geldim.
A-valla Allah razı olsun Gül bacım bütün kuluçlarımı patlattın
-ne demek Ali abi diye tebessüm ettim.
Abim bir şey anlamamıştı belli maça olan odağı ve arkadaşlarından beklemediği cesareti yüzünden. O onu sarhoş edip beni sikerler diye düşünmüş eğer sarhoş olmasam sikemezler niye kendince içi rahattı. Mesut abi Ali abiye bakarak naptın dedi eliyle. Ali abi de eliyle çaktım işareti yaparak güldü.
M-ulan Ali şuncacık kıza masaj yaptırıp yoruyorsun ya
-yok abi önemli değil
M-e bacım şimdi sen spor yapıyordun saldın mı yoksa.
-yok abi devam ediyorum da sen geçen yanlış yapıyorsun diye söyleyince
M-aşk olsun Gül bacım niye söylemiyorsun. Hadi geç şuraya öğreteyim.
Abimin biraz daha arkasına geçtik. Ama abimin bir dönüşüyle tabiki de net görünürdük. Bu sefer abimin dikkatini dağıtma görevi Ali abideydi konuştuğu kızı göstererek oyalıyordu.
M-bak bacım bu şekilde eğiliyoruz kalkıyoruz diyerek o da dikkati çekmemeye çalışıyordu. Şortun kenarından çıkardığı yarrağı ağzıma dayadı. Benimde canıma minnet hemen yalamaya başladım. İyice tükürüklü olmuştu. Beni domaltıp ağzımı da eliyle kapatıp. Birden kökledi. Başladı sikmeye kulağıma eğilip
M-özledin mi orospu yarrağımı yemeyi.
Kafamı evet anlamında salladım. Sanki gerçekten spor öğretiyormuş gibi
M-hayır Gül o hareket öyle değil ben göstereyim izle diyordu. Bense aldığım zevkten dolayı umursamıyordum. Gelmesine yakın hızlı hızlı köklemeye başladı adeta üstüme çıkmış beni altında eziyordu. Sonra oda bi bardak boşaldı amıma yarrağını şortuna sokarak
M-sonra dewam ederiz bacım maçı kaçırıyorum bacım diyerek abimin yanına oturdu. Bende yine parmağımla dölleri ağzıma götürüp yuttum. Abime seslendim
-abi ben duş almaya gidiyorum çok terledim
-tamamm
Gidip duşumu aldım üstüme bir Crop ve amımın hatlarını belli eden ince bir şort giydim. Zaten şort üç parmak ya var ya yoktu. Oturduğum zaman kumaş götümün arasına kaçıyor koca götüm kabak gibi belli oluyordu. Amımın tombul dudakları zaten şortun darlığı yüzünden aşırı belli oluyordu. Üstümdeki Crop çok dar olup meme ucuna yakın yerde başlıyor memelerimi sıkıştıyor bazı hareketlerde memelerim croptan fırlıyordu. Abilerim beni görünce dillerini yuttular sanki abim
-bu ne kızım daha açık giyinseydin.
-napim abi hava sıcak hem ali ile Mesut abim yabancı mı onlarda benim abim
M-sal şu kızın giyindiklerine be Semih amk yan gözle mi bacımıza
A-sorma amk bu bizi iyice ırz düşmanı ilan etti ha.
Aynen yan gözle bakmıyor direk sikiyorlardı. Abimde
-iyi tamam geç otur dedi. Geçtim yanlarına oturdum. Maçta bitmek üzereydi. Ali abi ile Mesut abi maçta çok beni seyrediyorlardı. Bi 5 dk sonra maç bitti. Abim
-Gül bize soğuk içecek falan getirsene hava çok sıcak.
Ben gittim kola koydum. O an aklıma şeytanlık geldi üçünün de beni sikmesini istiyordum bunu sağlamanın da en iyi yolu tabiki de azdırıcı ile onları kudurtmaktı. Saolsun zamanında Fikret abi almıştı. Onları içkinin içine koydum ve abilerime verdim. Hepsi lıkır lıkır içti. Acaba nasıl olucak diye kara kara düşündüm. Bunlar pc nin başına geçtiler porno izlemeye başladılar. Benimde canım sıkılmış onlara sataşmaya başladım. Devirmeye falan çalışıyordum.
M-kızım uğraşma sonu fena olur
-naparsın ki
M-sikerim görürsün. Sanki yapmadığı şeydi beni ikiye katlayıp köklememişti sanki. Sonra ali abiye sataştım.
A-kızım kaşınma dur yoksa fena kaşırım sen iyi biliyorsun. Baktım oda tepki vermiyor. En son şansımı abimde denedim.
-dayak mı istiyorsun orospu. Kankalar devirin şu orospuyu yere demesiyle. Yarrakları şorttan fırlayacak üç erkek beni yatırmaya çalışıyorlardı. Hepsi aslında okşamın dayanmanın derdindeydi. Üçü de bir dayıyor bir okşuyor ama hesapta yere devirmeye çalışıyorlardı. O boğuşmada benim croptan memeler de yerinden fırladı. Ali abinin yüzüne çarptı.
A-demek füzelerini devreye sokuyorsun he diyip memelerimi avuçladı. Mesut abi ile Semih abim yarıldı bu dediğine. Büyük ihtimalle alkol etkisini yavaştan gösteriyordu.
M-onun füzeleri varsa bizimde kılıç kadar sert yarraklarımız var savunun askerler diyerek şortunu çıkarıp attı at gibi yarrak dimdikti. Ali abide bir hışımla şortunu çıkarıp attı. Abim hala katıla katıla gülüyordu.
A-Mesut asker kaleye girecek yolu hazırla bize ben füzelerle ilgilendiririm diye kahkaha attı.
M-emredersiniz komutanım. Giydiğim donu çıkarıp kenara attı. O sırada Ali abi memelerimi sömürüyordu.
A-bu orospunun memeleri çok güçlüymüş ımmh diyerek ısırıp bırakıyordu.
M-komutanım iki tane delik buldum kalenin içine giden. Yolu hazırlıyorum. Başladı hem amımı hem götümü yalamaya.
A-güzel kılıçlarımızla o delikleri iyi açarız.
Abim oturduğu yerden bizi izliyor arada sikini sıvazlayıp arada da gülüyordu. Kafaları baya güzeldi anlaşılan. Ben önlerinde bir den eğilip ikisin de yarrağını tutup yalamaya başladım. Ağzım bi Ali abinin yarrağına bir Mesut abinin yarrağına giriyordu.
M-orospu kılıçlarımız imha etmeye çalışıyor komutanım.
A-merak etme asker kılıçlarımızda gizli bir patlama yatıyor ahahahaa
Mesut abinin yarrağını alıp sömürmeye başladım.
M-komutanım dayanamıyorum ahhğ patlıcam ben dedi ve ağzıma patladı. Sonra ali abinin sikini sömürdüm o da
A-bende geliyorum asker diyerek ağzıma patladı. Benim ağzımı zor kapatıyordum ama bu dölleri ziyan edemezdim. Hepsini yuttum.
M-döllerimizin hepsini yuttu orospu onun içine patlamadan onu yenemeyiz. Beni Mesut abi kucağına alıp
M- komutanım ön kapıyı kılıcımla deliyorum ben. Yarrağını hizaladı ve soktu. Ben çığlığı bastım.
M-hasar alıyor galiba komutanın sizde arka kapıdan yeriniz alın ve paraçlayın. Ali abi de yarrağını birden soktu. Bu sefer ki çığlığım daha yüksekti.
A-işe yarıyor asker orospuyu bu şekil yenebiliriz tüm gücünle pompala.
İstediğim olmuştu tek eksik abimdi oda sızıp kalmıştı. Tekrardan tost olmak çok eğlenceliydi. Mesut abi ve Ali abi yarraklarını tam dibine kadar köklüyor boş yer bırakmıyordu. Kaç gere orgazm oldum hatırlamıyorum. 10 dk beni böyle siktikten sonra ikisi de boşalmaya yakın hızlı hızlı nefes alıp veriyorlardı.
A-asker ben arka kapıyı bombalıyorum ağggh diyerek boşaldı içime.
M-komutanım bende ön kapıyı bombalıyorum dedi ve boşaldı.
Benim pestim çıkmıştı.
M-başardık komutanım yendik orospuyu diye kahkaha attılar.
Amımdan ve götümden döller süzülüyordu. Mesut abi bunun videosu fotoğrafını çekti.
M-gruba atarım :D
Biraz dinlendikten sonra duşa girdik orda da beni bi posta siktiler. Temizlenip çıktık. Mesut abi ile Ali abi evden ayrıldılar. Bende odayı toparladım. Sabah abim uyanınca
-noldu ya bana hiçbir şey hatırlamıyorum
-en son ne hatırlıyorsun abi
-porno falan izleyecektik sonrası yok
-sonrasında sen yere yığıldın seni koltuğa taşıdık. Onlarda zaten evden ayrıldılar.
-sikmediler dimi seni
-yok abi o bir kereliğineydi zaten sonra çok pişman oldular. Bacımızsın sen şeytana uyduk affet diye
-he iyi bari neyse ben yatıyorum sana iyi geceler
-iyi geceler abi
Bende odama geçip olup bitenleri düşündüm o asker komutan goygoyu nerden çıkmıştı ana bir o kadar komikti sonrasında günde 6 yarrak yemenin yorgunluğu ile uyuyakaldım .
150 notes · View notes
ertan2618 · 11 months
Text
Tumblr media
BABAM “BUNLARI ALIŞTIRMA” DEMİŞTİ!..
Ne zaman havalar soğusa rahmetli babamla yaşadığım o hatıram akla geliyor... Şimdi o insanlar da gitti o komşuluklar da kalmadı…
Soğuk karlı bir kış günüydü… Babam o yıllarda odun kömür satan bir tüccardı. Kömürcü Fahri derlerdi. Çevrede herkes bilirdi…
Ben de babamın yanında hafta sonları ve tatillerde takılırdım. Yine bir soğuk kış günüydü… Kar yağmıştı ama sabahleyin de yağmur çiseliyor ayaz insanın iliklerine işliyordu…
Bir kadın geldi kapıdan… Sıcak yazıhaneden içeri de girmeye çekiniyordu. Kırklı yaşlarda bir teyzeydi… Kararsızlığı üzerine ben seslendim:
-Buyur abla, ne istediniz.
Abla konuşmaya çekiniyor gibiydi. Belli ki hâli vakti yerinde değildi. Hiç üstelemeden sordum:
- Odun kömür mü lazım?
- Yalnız param yok. Kocam işsiz. Çocuklarım çok üşüdü de, bilmem bir torba kömür verebilir misiniz?
O ablanın ezik hâli yaktı kavurdu beni. Yerimden fırladım:
- Ne demek abla, ne zaman istersen gel. Kömür al. Bir çuval da odun vereyim.
- Allah sizden razı olsun...
Kadıncağız dualar ederek, gözlerinde süzülen sevinç yaşlarını silerek odun ve kömür torbasını alıp giderken ardından seslendim:
-Abla samimi söylüyorum, ne zaman ihtiyaç olursa gel çekinme… Komşuyuz biz…
Abla ihtiyacını alıp gitti. Akşama doğru babam geldiğinde kendisine ne kadar satış yaptığımızı bildirirken bu durumu da anlattım.
- Bir torba kömür ile bir çuval odun verdim, dedim.
- Parası, dedi babam.
- Ya kadın kocası çalışmıyormuş. İşsizmiş. Çocukları evde üşümüş.
- Oğlum ben ne yapayım? Her param yok diyene kömür verirsek kapatıp gideriz bu dükkânı. Yanlış yapmışsın!
- Ya baba bir torba kömürden ne çıkacak? Sevap ya…
- Ah oğlum sen bunları bilmezsin. Alıştırdığın zaman başını alamazsın...
Babamın öyle demesi çok şaşırttı beni. Gerçekten dediği doğru muydu? Doğru olamazdı. Çünkü alıştırırsan demek yanlıştı. O zaten mağdur olduğu için geliyordu. Sen izin verdiğin için de sürekli gelecekti. O zaman alıştırmış mı oluyordun?
Babama bir şey demedim ama o gece bayağı canım sıkıldı. Babam ki ibadetini de yapan bir kimseydi, dürüst bir adamdı. Ama ticaret mantığı ile olaylara bakıyordu...
Ertesi sabah kalktım muhtara gittim. "Mahallemizde kocası işsiz üç çocuklu bir hanım var. Adresini biliyor musun?" dedim.
Kömür yardımı yaptığım kadıncağızla ilgili hatıramı anlatmaya bugün de devam ediyorum...
Muhtarla birlikte kadıncağızın evine gittik… Evde doğru dürüst hiçbir şey yoktu… Dışarı çıktığımda muhtara dedim ki:
-Abi siz burayı bildiğiniz hâlde niçin devletin yetkili kurumlarına gitmiyorsunuz. Bu aileyi devlete haber vermezsen kim haber verecek? Sen bu konuda önayak ol. Kaymakamlığa mı gidiyorsun belediye ye mi bilemiyorum. Bu çocuklar ne yiyip içecek? Nasıl okuyacak?
Muhtar önce “keşke ama ne yapabiliriz ki?” filan dedi. Sonra bendeki gayreti görünce “tamam ben de üzerime düşeni yapacağım” dedi.
Dükkâna geldim. Babama dedim ki:
“Baba sen normal bakıyorsun bu işlere ama bu işler senin bildiğin gibi değil… 'Allah rızası' diye bir şey var. Ve bu 'razı'ya talibiz hepimiz. Kadın iki sokak ötede komşumuz sayılır. Biz evde öyle rahat yaşarken o, çaresiz anneye ve çocuklarına nasıl yardım etmeyiz? Bu insanlık mı baba? Hiç kusura bakmayacaksın. Kocasını çağırıp iş bulma konusunda da yardımcı olalım. Ama önce o evi ev gibi donatmak lazım. O aileye yardımcı olmak lazım..."
Buna benzer sözler söyledim… Babamın yüreği yufkadır. “Tamam, ben bir bakayım” deyip çıkıp gitti… Ertesi gün de bir adres verdi;
“Seni bekliyorlar. Birlikte gidersiniz” dedi.
Vardım ki bir toptancı gıda şirketi… Güzel bir erzak ayarlamışlar. Mercimektir, peynirdir, salçadır, deterjandır aklınıza ne gelirse… O zamanın parasıyla şirket sahibi Ahmet Amca bir yıllık kira bedelini de üstlenmiş. Nasıl sevindim. Erzakı aldık gittik… Bir sonraki gün de babam bir mobilyacı dostuna söylemiş. Mobilyacılar da evi kendi aralarında anlaşmışlar. Kimi sandalye vermiş kimi çekyat derken evi donattı adamlar. Hatırı sayılır bir esnaftı babam. Onun sözü öteki esnaflar için de geçerli olmuştu...
Bir imece oldu… İki hafta içinde ablanın kocasına da bir iş ayarlandı… Çok şükür bir aile böyle kurtulmuştu… Aradan yıllar geçti… O ailenin çocukları okudu meslek sahibi oldular… Babaları rahmetli oldu ama anneleri emekli maaşıyla geçiniyor. Çocukları da annelerini yalnız bırakmıyorlar...
Diyeceğim o ki, hani "ahilik" dedikleri gelenek babam ve babamın esnaf arkadaşları ile birlikte vücut bulmuştu… Şimdi ne öyle komşular kaldı ne öyle komşuluklar...✍️
Alıntı
27 notes · View notes