Tumgik
#bunu bize söylemedi
Text
bir haftadır ne kendimizi yıkayabiliyoruz ne çamaşır yıkayabiliyoruz,, kendimi ve kardeşlerimi kirece basmama son 2
#bir senedir (buraya taşınalı beri) bizim banyodan alt kattaki hala kadına su akıyormuş#bunu bize söylemedi#bir ara aylar önce anneme söylemişti ama annem bizle yaşamıyor haliyle unuttuk gitti#sonra bu hala kadın iki ay önce babamın normal bir lafına küstü ve hiçbirimizle konuşmuyor (biz de onla konuşmuyoruz tabi)#gitmiş babaanneme söylemiş banyonun aktığını#babaanne kadın da bize derz çekmeyi anlattı.....#ondan sonra başkanım gerekli gördüğü yerlere silikon çekti#sonra bunlar susmadı ikide bir babaannem banyoyu yaptınız mı diye soruyor. görmediği halde şurayı yapacaksınız diye anlatıyor#kadın sen bizim banyoyu görmedin nereye ne çektik bilmiyorsun ama şurayı yapamamışsınız diye anlatıyorsun#ben tabi sinirli biriyim. kudurdum bağırdım birazcık#sonra fildirofil gitti bizle konuşmayan kadının kapısına. hala neresi akıyor söyle bize ona göre yapalım dedi#(çok yetişkince bir davranıştı bravo fildirofil)#görmüş ki ciddi ciddi su akıyor#neyse geçen salı oldu bunlar#söktük makineyi. lavaboyu da kullanmıyoruz#her yeri derzledi başkanım#lavabonun da musluklarını değiştireceğiz derken bir hafta oldu#geçen haftasonu babamlar buradayken söyleselerdi babam usta çağırır hallederdi#amcam apartmanda ama bir işe yaradığı görülmemiş#biz fildirofille ne yapabiliriz. başkanım zaten sabah 6da çıkıyor akşam 7de geliyor#bir senedir susmak ne demek#ben insanların zekasının fazlalığına şaşırmak istiyorum artık ama sürekli ne kadar düşük olabileceğinin örnekleri çıkıyor karşıma#çok yorucu#insanda numune de olsa biraz akıl bulunmalı#temizlik yapamayınca kriz geçiriyorum#ev bark battı#bu kadar rezilliğe gerek var mıydı#bir kişinin salaklığını herkes çekiyor
16 notes · View notes
hepeksikk · 2 months
Text
Başımıza gelen can yakıcı bir olay neticesinde, durumu kabullenmeyişimiz, hayatımızın büyük bir kısmına zarar verebilir. Halbuki insanın fıtratı alışmak üzeredir. İyi ya da kötü başımıza her ne geldiyse bir süre sonra alışırız, başka türlüsü çok zor olurdu bu örnekte olduğu gibi. Kimse bize söz vermedi, hayatın sıkıntısız geçeceğini, sevdiklerimizi günün birinde kaybetmeyeceğimizi söylemedi. Üzülmek, özlemek, acı çekmek doğal ve insani duygulardır. Bu duyguları yaşamakta hiçbir sorun yok. Önemli olan, başına geleni kabullenmen. İyi ya da kötü ben bunu yaşadım, şimdi ne yapacağım, yoluma nasıl devam edeceğim sorusunu sorabilmek.
37 notes · View notes
ahhasret · 6 months
Text
Tumblr media
Annem, evi, babamı ve bizi terk ettiğinde ben altı yaşında, abim sekiz yaşındaydı. Annemin babamı terk etmesini o yaşta bile anlamıştım da, bizi terk etmesini anlamamıştım. Anne çocuklarını terk eder miydi?
Babam, annemi döverdi. Babam beni, abimi döverdi. Ben o yaşlarda babalar döver diye biliyordum. Babalar döver…
Anneler olmayınca, evlerin yalnız dört duvardan ibaret olacağını da, annem gidince öğrenmiştim. Sabahları “Elinizi, yüzünüzü yıkayın, kahvaltı hazır” diyen olmadığı gibi, günlerce aç kalsan, “Aç mısın?” diye soranında olmadığını öğrendim.Öğrendiklerim içinde canımı en çok yakan şey ise, anne kokusu olmayınca, çocuklar kaç yaşında olursa olsun, büyüdüğüydü.
Ben altı yaşında büyüdüm.
Annem evi terk ettiğinden sanırım on gün sonra evimize polisler geldi. Söylediklerine göre, annem intihar etmiş. Elinde sıkı sıkı tuttuğu bir zarf varmış.
Zarfın üzerinde, kızım ve oğluma verilsin, yazıyormuş.
Ben o zamanlar okumayı bilmiyorum, nasıl okuyacağım? Abim okudu, mektubu dinlerken, ağladım. Abim de ağladı. Biliyor musunuz, ben en son o gün ağlamıştım ve şimdi bunları yazarken. Elimde o mektup, yeni bir mektup yazmama gerek yok. Annemin yazdıkları ile benim hayatım arasında fark yok. O genç yaşta intihar etmekten başka çare bırakılmayan kadın, ben yaşarken ölüme mahkûm kadın.
Annem, bizi terk edince, baba evine gitmiş. Babası sinirlenmiş. Kadın dediğin evinde otururmuş. Kadın dediğin, ağzı dolu kan olsa, kızılcık şerbeti içtim, demeliymiş. Ona o evde yer yokmuş. Annem dedeme yalvarmış. “Bir ay kadar kalayım, sonra bir çare bulurum, çocuklarımı yanıma alır, yeni bir hayata başlarım” demiş.
Vay! Vay! Vay! Kadın tek başına yaşayacakmış. Dedemin namusunu beş paralık edecekmiş, kahveye bile gidemez edecekmiş, ölsün daha iyiymiş.
Annem o akşam, çamaşır ipini hiç düşünmeden boynuna geçirmiş. Bunları yıllar sonra anneannem ölüm döşeğinde, ben on dokuz yaşında iken anlattı. Babam, annemin ölüm haberini alınca, hiç üzülmedi. Bizi yetiştirme yurduna vereceğini söyledi. Abim sekiz yaşındaydı ama her şeyi biliyordu. Biz artık orada yaşayacakmışız. Orası bizim evimiz olacakmış. Birbirimizden ayrılabilirmişiz, Kardeşler birbirini unutuyormuş. Biz unutmazmışız ama çok yıllar sonra birbirimizi tanımayabilirmişiz, onun için ikimizde annemin mektubunu saklamalıymışız.
Saklarız da tek mektup var, nasıl ikimizde saklayacağız, diye sormama gerek kalmadan, abim makasla mektubu boyundan tam ortadan kesti. Cümlelerin baş tarafı olan kısmını bana verdi. Cümlelerin baş kısmı bende olunca, ben okumayı öğrenince devamını tahmin edermişim. O zaten ezberlemiş.
Halam bizim yurda gönderileceğimizi öğrenince, bize geldi. Babama “Kız çocuğu yurda verilmez. ”Ben alayım hayatı” dedi. Kız çocuğunun yurda neden verilmeyeceğini de, halamla yaşamaya başladığımda anladım. Kız çocuğu demek, evde iş yaptırılacak bedava hizmetçi demekti. Halam, bir gün olsun ismimi söylemedi. İsmim, Uyuşuk olmuştu. Uyuşuk su getir… Uyuşuk şu tabakları yıka… Uyuşuk şu çoraplarımı bir güzel sabunla…
Abim ayda bir kez halama beni ziyarete geliyordu. Yurtta rahat olduğunu söylüyordu. Bende rahat olduğumu söylüyordum. Abim üzülsün istemiyordum. Acaba abim de, ben üzülmeyeyim diye mi, rahatım diyordu? Bunu sormaya hiç cesaret edemedim.
Okula başlamıştım. Sınıfta okumayı ilk öğrenen bendim. Nasıl öğrenmeyeyim, annemin mektubunu okuyacaktım. Mektupta, “Hayat güzel kızım, ben seni…” yazan cümlenin bu kısmından kesilmişti. Ben her gece yatağımda, o cümleyi farklı tamamlıyordum.
“Hayat kızım ben seni ÇOK SEVİYORUM.”
“Hayat kızım ben seni ÇOK ÖZLEDİM.”
“Hayat kızım ben seni BEKLİYORUM.” Cümleye eklediğim sözcüğe göre hayal kuruyordum. Hayallerimde hep mutluydum. İnsan mutsuz hayal kurar mı?
Ortaokulu bitirdiğimde, halam artık okula gitmeyeceğimi söyledi. Oysa ben okumak istiyordum. Okuyup, ayaklarımın üzerinde durabilmek ve abimle bir evde yaşamak…
O yaz mahalle bakkalı üç çocuklu Hasan Amca’nın karısı kanserden öldü. Çok üzüldüm. Üç çocuk ne yapacaktı, annelerinin kokusunu ne çok özleyeceklerdi. Anneler neden ölüyordu? O üç çocukta benim gibi isimlerini unutacak, uyuşuk mu olacaklardı?
Ben Hasan amcanın çocuklarına üzülürken, meğerse Hasan amcanın sözlüsü olmuşum. Sekiz bileziğe, üç bin liraya satılmışım. Yaşım resmi nikâh için küçük olduğundan, kırk gün sonra, imam nikâhı ile Hasan Amcanın karısı oldum.
On beş yaşındaydım. Hasan amcanın karısıydım. İki, beş, altı yaşında üç çocuğum vardı. Birde bir çocuğum olmasını öğütleyen halam… Benimde bir çocuğum olmalıymış ki, yerim sağlam olsun. Hasan amca başka kadınlara gitmesin.
Hasan amcadan ilk tokadı, Hasan amca dediğim için yedim. Bir kadın kocasına, “amca” der miymiş… Ben altı yaşında annem gittiğinde susmayı öğrenmiştim. Hiç der miydim, İnsan on beş yaşında bir kıza karım der mi, diye…
Hasan amca bana tokat attığında, üç çocuk babasının ayaklarına sarıldı. “Hayat ablamı dövme, o bizimle oyun oynuyor. Masal anlatıyor” diye yalvardılar. Ben, o çocukların ablasıydım. Masal diye anlattıklarım ise hayallerimdi.
Hasan amca evden gidince, aynanın karşısına geçtim. Hasan demeyi öğrenecektim. Her Hasan, deyişimde aynada, Hasan amcanın, tepeden saçları dökülmüş başı, burnunun üzerine düşmüş gözlüğü, göbeğiyle görüntüsü belirliyordu. Ben her Hasan dediğimde suç işlemiş gibi utanıyordum. Hasan amcaya, Hasan diyemiyordum.
Aynanın karşısında deneme yaparken, Hasan amcanın altı yaşındaki oğlu yanıma geldi. “Hayat abla” dedi “Annem, babama bey derdi. Sende bey de.”
Bey, evet, evet bey iyiydi. Eğilip kara gözlü, hayallerimi masal diye dinleyen, Sami’yi öptüm. Beş yaşındaki Elif’i, iki yaşındaki Zehra’yı da çağırıp, onlara masal anlatmaya başladım. O gün masalıma; Tatlımı tatlı, güzel mi güzel altı yaşında, ismi Masal olan bir kız çocuğu varmış. Masal annesini kaybetmiş. Her yerde annesini aramış, bulamayınca hayaller ülkesine gitmiş. Masal, hayaller ülkesinde o kadar mutluymuş ki, bir daha gerçek dünyaya gelmemiş, diye başladım.
Masal, masalımda hep mutluydu. Hep gülümsüyordu. Her gün çocuklara Masal’ın masalını anlatıyordum. Çok mutluyduk.
Hasan amcada iyiydi. Artık, Bey diyordum. Zaman zaman öfkeleniyordu ama ben onun neden öfkelendiğini anlıyordum. O sekiz bilezik ile üç bin liraya bir masal abla satın almıştı. Oysa o, bir kadın almak istemişti.
Abim ziyaretime geliyordu. Her geldiğinde, annemin mektubunun yarısını vermek istediğini söylüyordu. Kabul etmiyordum. Mektubun diğer yarısını okursam, Masal hayal ülkesinden, acımasız dünyaya dönecek, mutsuz olacak gibime geliyordu. Benim tüm hayalim, mektubun diğer yarısı üzerine kurulmuştu.
Kırk yaşına geldiğimde, masalımı dinleyen çocuklarım büyümüştü. Sami doktor olmuş, tayini bir başka şehre çıkmıştı. Ne zaman mutsuz olsa, beni telefonla arayıp, “Hayat abla” diyordu “Bana masal anlat” Ben hemen Masal’ın hayaller ülkesindeki serüvenlerini anlatmaya başlıyordum.
Elif öğretmen olmuş, evlenmişti. Bir kız torunum olmuştu. İsmini Hayat koymayı çok istemişlerdi. İzin vermedim. Elif, “O zaman torunun ismi Masal, olacak” dedi. Torunumun ismi, Masal.
Zehra’m benim küçük kızım, veteriner olmuştu. “Hayat abla, hangi hayvan huzursuzluk yapsa, masal anlatıyorum, sakinleşiyor” diyordu. Zehra da evlenmişti. Bir erkek torunum olmuştu. Torunuma masallarımda ki, Masal’ın arkadaşının ismini koymuştu. Kahraman.
Kırk beş yaşımda iken, Hasan Amca yani Bey’im öldüğünde çok üzüldüm. Son sözü, “Hakkını helal et” olmuştu. “Hakkını helal et”
Tüm içtenliğimle hakkımı helal ettim. O iyi bir insandı.
Hakkımı, on beş yaşında kız çocuklarının evlenmesinde bir beis görmeyen zihniyete ve bu zihniyeti destekleyenlere helal etmiyorum.
Hakkımı her gün şiddete maruz kaldığını bildikleri kızlarının boşanmasını namussuzluk sayan, kör zihniyete ve bunu djestekleyenlere helal etmiyorum.
Hakkımı yaralı bir kuş gibi, çaresizce umutlarına düşmüş çocuklara merhametsiz davranan yüreklere helal etmiyorum...
Gün Semray
34 notes · View notes
hayalperest1kadin · 25 days
Text
Hani bazen bir şeyler olur. Ne bileyim her şey üst üste gelir. Canını sıkar bu şeyler. Kalbini kırar. Ben düşünüyorum ki kalbimizi sadece insanlar kırmazlar. Ya da seviyorum dediğimiz adamlar. Bazen de biz kırarız. Bu dediğim bazılarına saçma gelebilir ama bence böyle. Kırılmamız için illa birinin bize küfür etmesi ya da hakarete başvurması gerekmez. Bazen de biz kırarız kalbimizi. Kendi kendimize hem de. Bu nasıl olabilir ki diye düşünmeyin. Oluyor işte. Bunu biliyorum çünkü ben de kendime bunu çokça yapıyorum. Bazen kendimizden çok başka insanları düşünürüz. İyi olmaları için çabalarız. Aman o iyi olsun deriz, ve her şeye susarız. Böyle zamanlarda aslında bizi kıran karşımızdaki kişi değildir. Kendimize bunu biz yapıyoruz. Onun bunu yapmasına izin vererek yapıyoruz. Kırmasına izin veriyoruz, üzmesine, dağıtmasına. Böyle olunca kendimizi kıran biz oluyoruz. Oysa uyarsan nolur ki. Ona dönüp; "bak beni kırıyorsun" desek. Yada en basitinden kendi düşüncelerimizden uzaklaşsak. Kendi kendimize düşünüp kendimizi bir de o şekilde kırdığımızı düşünüyorum. Yine söylüyorum bu söylediklerim belki bazılarınıza saçma gelebilir ama bu benim düşüncem. Düşünsenize ortada aslında çok da üzülecek bir şey yok ama biz oturup bazı şeylerin sebeplerini sorguluyoruz. Mesela birine "bana kızdın" diyoruz. O da "hayır kızmadım" diyor ama biz buna inanmayıp kendi kendimizi üzmeye başlıyoruz. Bana kızdı ama söylemiyor diyoruz. Peki bu bile kendimizi kırmaya yetmez mi sizce? Oturup düşünüyoruz. Neden söylemedi, benden sıkıldı mı, bana bazı şeyleri söylemek istemiyor mu artık? Biraz daha konuşup konuyu anlamak yerine vücudumuza daha fazla acı yüklüyoruz. Artık kendimizi kırmayı bırakmanın zamanı gelmedi mi? Biliyorum çoğu kişi böyle. Başkasını kırmamak için kendimizi kırıyoruz. Demem o ki kendinizi kırmayı bırakın artık. Bunun en büyük zararı size oluyor. Kendimizi kırmayı bırakalım.
15 notes · View notes
aynodndr · 8 months
Text
Tumblr media
Annem, evi, babamı ve bizi terk ettiğinde ben altı yaşında, abim sekiz yaşındaydı. Annemin babamı terk etmesini o yaşta bile anlamıştım da, bizi terk etmesini anlamamıştım. Anne çocuklarını terk eder miydi?
Babam, annemi döverdi. Babam beni, abimi döverdi. Ben o yaşlarda babalar döver diye biliyordum. Babalar döver…
Anneler olmayınca, evlerin yalnız dört duvardan ibaret olacağını da, annem gidince öğrenmiştim. Sabahları “Elinizi, yüzünüz�� yıkayın, kahvaltı hazır” diyen olmadığı gibi, günlerce aç kalsan, “Aç mısın?” diye soranında olmadığını öğrendim.Öğrendiklerim içinde canımı en çok yakan şey ise, anne kokusu olmayınca, çocuklar kaç yaşında olursa olsun, büyüdüğüydü.
Ben altı yaşında büyüdüm.
Annem evi terk ettiğinden sanırım on gün sonra evimize polisler geldi. Söylediklerine göre, annem intihar etmiş. Elinde sıkı sıkı tuttuğu bir zarf varmış.
Zarfın üzerinde, kızım ve oğluma verilsin, yazıyormuş.
Ben o zamanlar okumayı bilmiyorum, nasıl okuyacağım? Abim okudu, mektubu dinlerken, ağladım. Abim de ağladı. Biliyor musunuz, ben en son o gün ağlamıştım ve şimdi bunları yazarken. Elimde o mektup, yeni bir mektup yazmama gerek yok. Annemin yazdıkları ile benim hayatım arasında fark yok. O genç yaşta intihar etmekten başka çare bırakılmayan kadın, ben yaşarken ölüme mahkûm kadın.
Annem, bizi terk edince, baba evine gitmiş. Babası sinirlenmiş. Kadın dediğin evinde otururmuş. Kadın dediğin, ağzı dolu kan olsa, kızılcık şerbeti içtim, demeliymiş. Ona o evde yer yokmuş. Annem dedeme yalvarmış. “Bir ay kadar kalayım, sonra bir çare bulurum, çocuklarımı yanıma alır, yeni bir hayata başlarım” demiş.
Vay! Vay! Vay! Kadın tek başına yaşayacakmış. Dedemin namusunu beş paralık edecekmiş, kahveye bile gidemez edecekmiş, ölsün daha iyiymiş.
Annem o akşam, çamaşır ipini hiç düşünmeden boynuna geçirmiş. Bunları yıllar sonra anneannem ölüm döşeğinde, ben on dokuz yaşında iken anlattı. Babam, annemin ölüm haberini alınca, hiç üzülmedi. Bizi yetiştirme yurduna vereceğini söyledi. Abim sekiz yaşındaydı ama her şeyi biliyordu. Biz artık orada yaşayacakmışız. Orası bizim evimiz olacakmış. Birbirimizden ayrılabilirmişiz, Kardeşler birbirini unutuyormuş. Biz unutmazmışız ama çok yıllar sonra birbirimizi tanımayabilirmişiz, onun için ikimizde annemin mektubunu saklamalıymışız.
Saklarız da tek mektup var, nasıl ikimizde saklayacağız, diye sormama gerek kalmadan, abim makasla mektubu boyundan tam ortadan kesti. Cümlelerin baş tarafı olan kısmını bana verdi. Cümlelerin baş kısmı bende olunca, ben okumayı öğrenince devamını tahmin edermişim. O zaten ezberlemiş.
Halam bizim yurda gönderileceğimizi öğrenince, bize geldi. Babama “Kız çocuğu yurda verilmez. ”Ben alayım hayatı” dedi. Kız çocuğunun yurda neden verilmeyeceğini de, halamla yaşamaya başladığımda anladım. Kız çocuğu demek, evde iş yaptırılacak bedava hizmetçi demekti. Halam, bir gün olsun ismimi söylemedi. İsmim, Uyuşuk olmuştu. Uyuşuk su getir… Uyuşuk şu tabakları yıka… Uyuşuk şu çoraplarımı bir güzel sabunla…
Abim ayda bir kez halama beni ziyarete geliyordu. Yurtta rahat olduğunu söylüyordu. Bende rahat olduğumu söylüyordum. Abim üzülsün istemiyordum. Acaba abim de, ben üzülmeyeyim diye mi, rahatım diyordu? Bunu sormaya hiç cesaret edemedim.
Okula başlamıştım. Sınıfta okumayı ilk öğrenen bendim. Nasıl öğrenmeyeyim, annemin mektubunu okuyacaktım. Mektupta, “Hayat güzel kızım, ben seni…” yazan cümlenin bu kısmından kesilmişti. Ben her gece yatağımda, o cümleyi farklı tamamlıyordum.
“Hayat kızım ben seni ÇOK SEVİYORUM.”
“Hayat kızım ben seni ÇOK ÖZLEDİM.”
“Hayat kızım ben seni BEKLİYORUM.” Cümleye eklediğim sözcüğe göre hayal kuruyordum. Hayallerimde hep mutluydum. İnsan mutsuz hayal kurar mı?
Ortaokulu bitirdiğimde, halam artık okula gitmeyeceğimi söyledi. Oysa ben okumak istiyordum. Okuyup, ayaklarımın üzerinde durabilmek ve abimle bir evde yaşamak…
O yaz mahalle bakkalı üç çocuklu Hasan Amca’nın karısı kanserden öldü. Çok üzüldüm. Üç çocuk ne yapacaktı, annelerinin kokusunu ne çok özleyeceklerdi. Anneler neden ölüyordu? O üç çocukta benim gibi isimlerini unutacak, uyuşuk mu olacaklardı?
Ben Hasan amcanın çocuklarına üzülürken, meğerse Hasan amcanın sözlüsü olmuşum. Sekiz bileziğe, üç bin liraya satılmışım. Yaşım resmi nikâh için küçük olduğundan, kırk gün sonra, imam nikâhı ile Hasan Amcanın karısı oldum.
On beş yaşındaydım. Hasan amcanın karısıydım. İki, beş, altı yaşında üç çocuğum vardı. Birde bir çocuğum olmasını öğütleyen halam… Benimde bir çocuğum olmalıymış ki, yerim sağlam olsun. Hasan amca başka kadınlara gitmesin.
Hasan amcadan ilk tokadı, Hasan amca dediğim için yedim. Bir kadın kocasına, “amca” der miymiş… Ben altı yaşında annem gittiğinde susmayı öğrenmiştim. Hiç der miydim, İnsan on beş yaşında bir kıza karım der mi, diye…
Hasan amca bana tokat attığında, üç çocuk babasının ayaklarına sarıldı. “Hayat ablamı dövme, o bizimle oyun oynuyor. Masal anlatıyor” diye yalvardılar. Ben, o çocukların ablasıydım. Masal diye anlattıklarım ise hayallerimdi.
Hasan amca evden gidince, aynanın karşısına geçtim. Hasan demeyi öğrenecektim. Her Hasan, deyişimde aynada, Hasan amcanın, tepeden saçları dökülmüş başı, burnunun üzerine düşmüş gözlüğü, göbeğiyle görüntüsü belirliyordu. Ben her Hasan dediğimde suç işlemiş gibi utanıyordum. Hasan amcaya, Hasan diyemiyordum.
Aynanın karşısında deneme yaparken, Hasan amcanın altı yaşındaki oğlu yanıma geldi. “Hayat abla” dedi “Annem, babama bey derdi. Sende bey de.”
Bey, evet, evet bey iyiydi. Eğilip kara gözlü, hayallerimi masal diye dinleyen, Sami’yi öptüm. Beş yaşındaki Elif’i, iki yaşındaki Zehra’yı da çağırıp, onlara masal anlatmaya başladım. O gün masalıma; Tatlımı tatlı, güzel mi güzel altı yaşında, ismi Masal olan bir kız çocuğu varmış. Masal annesini kaybetmiş. Her yerde annesini aramış, bulamayınca hayaller ülkesine gitmiş. Masal, hayaller ülkesinde o kadar mutluymuş ki, bir daha gerçek dünyaya gelmemiş, diye başladım.
Masal, masalımda hep mutluydu. Hep gülümsüyordu. Her gün çocuklara Masal’ın masalını anlatıyordum. Çok mutluyduk.
Hasan amcada iyiydi. Artık, Bey diyordum. Zaman zaman öfkeleniyordu ama ben onun neden öfkelendiğini anlıyordum. O sekiz bilezik ile üç bin liraya bir masal abla satın almıştı. Oysa o, bir kadın almak istemişti.
Abim ziyaretime geliyordu. Her geldiğinde, annemin mektubunun yarısını vermek istediğini söylüyordu. Kabul etmiyordum. Mektubun diğer yarısını okursam, Masal hayal ülkesinden, acımasız dünyaya dönecek, mutsuz olacak gibime geliyordu. Benim tüm hayalim, mektubun diğer yarısı üzerine kurulmuştu.
Kırk yaşına geldiğimde, masalımı dinleyen çocuklarım büyümüştü. Sami doktor olmuş, tayini bir başka şehre çıkmıştı. Ne zaman mutsuz olsa, beni telefonla arayıp, “Hayat abla” diyordu “Bana masal anlat” Ben hemen Masal’ın hayaller ülkesindeki serüvenlerini anlatmaya başlıyordum.
Elif öğretmen olmuş, evlenmişti. Bir kız torunum olmuştu. İsmini Hayat koymayı çok istemişlerdi. İzin vermedim. Elif, “O zaman torunun ismi Masal, olacak” dedi. Torunumun ismi, Masal.
Zehra’m benim küçük kızım, veteriner olmuştu. “Hayat abla, hangi hayvan huzursuzluk yapsa, masal anlatıyorum, sakinleşiyor” diyordu. Zehra da evlenmişti. Bir erkek torunum olmuştu. Torunuma masallarımda ki, Masal’ın arkadaşının ismini koymuştu. Kahraman.
Kırk beş yaşımda iken, Hasan Amca yani Bey’im öldüğünde çok üzüldüm. Son sözü, “Hakkını helal et” olmuştu. “Hakkını helal et”
Tüm içtenliğimle hakkımı helal ettim. O iyi bir insandı.
Hakkımı, on beş yaşında kız çocuklarının evlenmesinde bir beis görmeyen zihniyete ve bu zihniyeti destekleyenlere helal etmiyorum.
Hakkımı her gün şiddete maruz kaldığını bildikleri kızlarının boşanmasını namussuzluk sayan, kör zihniyete ve bunu destekleyenlere helal etmiyorum.
Hakkımı yaralı bir kuş gibi, çaresizce umutlarına düşmüş çocuklara merhametsiz davranan yüreklere helal etmiyorum...🙏
Gün Semray
6 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Bilge ağlıyordu, Hikmet susuyordu. Bilinmeyen bir süre geçtikten sonra birden kapı vuruldu. Hikmet, dalgın gözlerle kapıya yürüdü. Ne yaptığını düşünmeden kapıyı açtı. Sevgi içeri girdi. Sevgi? Dalgınlığından kurtulamadı. İşte bir olay, diye düşündü. Başım ağrıyor. Sevgi, Bilge’yi görünce bir an gözlerini kapar gibi oldu. Başını çevir, bakma. Kulağımın dibinde konuşuyor, beni beklemiyordun galiba, diyor. Sevgi odaya şiddetle bakıyor, bu bakışlar gözümü kamaştırıyor. Bozulmuş yatağı ve Bilge’nin ıslak gözlerini gördü. Olduğu yerde bekliyor. Benden bir şeyler bekliyor. Kımıldamalıyım ve mucizeler yaratmalıyım. Bugün yaptıklarım yeter albayım. Ben soyut üzüntülerden yanayım. Kolunu kaldır, bir işaret yer de Sevgi otursun Oturdu; demek bir şeyler yaptım. Bilge’ye nasılsın diyor, ne yapıyorsun diye soruyor. Biraz önce yatıyorduk. Kim dedi bunu? Hayır, kimse söylemedi. Bilge hiç cevap vermedi; yaman kadındır, içgüdüleri kuvvetlidir. Ben olsam hesap vermeğe kalkardım: Şey, Sevgi, ben istemedim ama Hikmet’le aramızda anlamsız bir tartışma başlamıştı, yatmaktan başka çare kalmamıştı. Fakat gene kavga ettik işte, ben ağladım, ayrıca senin geleceğini bilmiyordum, Hikmet söylememişti, yatağı düzeltecek vakit olmadı, çok söz girdi araya, çok oyun oynandı. Sevgi sana bakıyor, hayır ikimize bakıyor, başımızı önümüze eğiyoruz, suçlu muyuz? suçluyuz, neden kızıyorsun Sevgi? Sayfalar karıştı, sen daha önce gelseydin şimdi sen başını eğecektin, zaman her şeyi hallediyor, insafsız olma, ayrıcalık isteme, onu unutamadım, bize öfkeyle bakma, Bilge’ye öfkeyle bakma. Seni dinlemiyor. Ben konuştum mu? Ben bir sigara almaya çıksam? Sizi baş başa bıraksam. Yaparsın. Senden her şey beklenir. Çoktandır birbirlerini görmediler de. Belki özle mislerdir. Ha-ha. Kimse gülmüyor. O halde sonum geldi. İsterseniz ben gideyim, diyor Sevgi. Sana bakıyor, Bilge’yi kov demek istiyor. Bilge hoşt. Ha-ha. Gene kimse gülmedi mi? Bilge benden ne bekliyor? İnsan gibi davranmamı bekliyor. Hikmet gibi davranmamı bekliyor. Hangi Hikmet gibi? Hikmet VI gibi mi. VII gibi mi? Yapamam. Şaşırırım. Benden bir şey bekleniyor. İşte bir olay. İşte artık davranmalısın. Kusura bakmayın, kendi başınızın çaresine bakın. Bana acıyın. Kimseye bir şey olmaz. Bana olur. Bir şey söylemeyecek misin Hikmet? diyorlar sana. Kim diyor? Gerçekten duymuyorum. Ölüyorum. Sevgi konuşuyor. Bir şey yapmalıyım. Bir oyun. bulmalıyım. Sevgi ayağa kalktı, gidiyor. Hayır gitmiyor: Ben gidiyorum, diyor. Bilge de kalkıyor. Beni savunmadın diyor, ya da demek istiyor. Beni yalnız bıraktın, beni savunmadın. Gidin bakalım! Sizi ben mi çağırdım? Evet, sen çağırdın; yalanların bir araya geldi. Seni kimse kurtaramaz. Bütün yakınmaların sahte. Bilge gideceğini söylüyor. Onu daha önce düşünmeliymiş, buraya gelmemeliymiş. Sevgi böyle diyor. Siz konuşun, ben bir sigara alıp geliyorum. Zaten ben çağırmamıştım Bilge’yi, kendiliğinden geldi- Mektup da yazdığımı hatırlamıyorum Bilge’ye. Alçak! Evet alçağım. Konuşacak durumda değilim. Alçaklar yorgun olur. Siz konuşun işte, beni ele vermeyin de ne yaparsanız yapın, Sevgi’ye cevap ver Bilge; senden akıl alacak değilim filan de. Kim gidecek diye tartışıyorlar, ya da onu demek istiyorlar. Bilge benim karar vermemi istiyor. Böylece en kötü sözü söylemiş oluyor. Ona daha önce öğretmeliydim. Prova yapmalıydık. Ben karar veremem. Ben, sadece şaşırırım. Hikmet, kendini küçük düşürecek bir hareket yapmaz, diyor Sevgi. Yaparım. Her zaman yaparım. Bunu sormuyorlar senden. Tartışıyorlar. Küçük düştüğünü görmüyor musun? Görüyorum. Bir şey yapamıyorum, işte Bilge kapıya doğru yürüyor. Gidecek mi yani? Benimle böyle konuşamazsın, diyor Sevgi’ye. Evet Sevgi, konuşamazsın. Sen kim olduğunu biliyor musun Bilge’nin? Biliyor, Böyle yukardan konuşacak durumda değilsin, diyor Bil ge’ye. İkisi de bana kızıyor. Birini savunmalıyım, değil mi albayım? Birini tutmalıyım. Çok gülünç duruma düştüm, değil mi? Bu olayı artık unutamam. Ölünceye kadar unutamam. Ne kadar önce ölsem o kadar iyi. İşte Bilge kapıda, Bilge, Bilge, neden beni yalnız bıraktın? Bırak gitsin, diyor Sevgi. Sevgi kazandı. Hayır, olamaz. Buraya gel Bilge. Beni yalnız bırakma. Hayır gidecek, diyor Sevgi. Kimse rolünü ezberlememiş. Bu ne biçim tiyatro? Sevgi ayağını yere vuruyor, burada kalmaya hakkı yokmuş Bilge’nin. Bunu kim öğretti sana? Kimse bir şey bilmiyor. Bağırma. Bağırdım mı? Duymadım da. Hayır, konuşmadım; sustuğum için oyunu bozdum. Bazen de susmak bilmem. Bilge, Sevgi’nin davranışını çok çirkin buluyormuş. İkinizden de nefret ediyorum. Bilge gidiyor. Bilge, Bilge, neden yalnız bıraktın beni? Kimseyi görmek istemiyorum. Artık ölmek istiyorum. Her şey çok karıştı albayım. İstediğim gibi olmadı albayım. Yanlış zamanda sahneye çıktılar. Artık aklıma bile hükmedemiyorum. Beni dinleyen kalmadı albayım. Artık dayanamıyorum. Bir şey söyleyin, öyle susmayın albayım. Bilge’ye, geri dönmesini söyleyin. Bilge gitti albayım. Biliyorum, bir daha dönmez. Her şey benim yüzümden albayım. Alçaklar gibi davrandım. Bilge gitme, diyebilirdim. İşte benim de ne olduğum meydana çıktı. Hiç bir Hikmet gibi davranamadım. Alçak Hikmet VII! Geber! İşte balkondan kendimi atıyorum albayım, onu öldürüyorum. Ne dediniz? Biraz hava mı alayım dışarı çıkıp? Peki albayım. Belki Bilge’ye de rastlarım bu arada. Tam gitmiş olamaz, değil mi? Hiç bir şey böyle bir anda kaybolamaz, değil mi? Bilge, Bilge, neden beni yalnız bıraktın? Fakat bizim sokakta göremiyorum onu albayım. Belki hızlı koşarsam yetişirim ama, değil mi? Bilge! Bilge! Köşeyi dönmüş galiba. Başım dönüyor, biraz dinleneyim. Beni neden bıraktın Bilge? Şimdi hiç dönmeyecek misin yani? Seni artık hiç göremeyecek miyim? İmkansız mı? Albayım, albayım bu oyun çok ciddi; bakın ben bile ağlıyorum albayım. İmkânsızlık duvarının önünde ağlıyorum. Bu duvar beni çıldırtıyor albayım. Başımı, bu duvara vurup parçalamak istiyorum. Başım ağrıyor albayım; biraz yürümek, biraz kendime gelmek istiyorum. Şimdi ne olacak albayım? Bilge beni istemiyor diye onu göremeyecek miyim artık? Böyle şey olur mu? Biraz önce birlikteydim onunla. Nereye gitmiş olabilir hemen? Onu sokaklarda bulamayacak mıyım? Aslında kötü bir oyun oynamıştım, kötü bir niyetim yoktu. Sizinle de oyunları düzeltmiyor muyduk birlikte? Bilge de anlamıştır canım. Birazdan gelir herhalde, değil mi? Yoksa eve dönüp beklesem mi onu? Ben de kötü davrandım ama albayım. Böyle oyun da olur muydu? Utanıyorum kendimden albayım. Üstelik utanmadan bu kalabalık caddenin köşesinde duruyorum. Belki de artık herkes öğrenmiştir. Herkes birbirine anlatıyor. Beni görünce de belli etmeden gülümseyecekler. Ben dünyayı kirletiyorum albayım. Hiç olmazsa kimseye belli etmeden bekleyebilsem burada. Kendimi gizleyebilsem. Yakamı kaldırayım da beni tanımasınlar. Acaba ölürsem çok üzülür mü albayım? O zaman koşup bana gelir mi dersiniz? Siz çok ağlarsınız biliyorum, albayım. Fakat sizi hiç ağlarken görmedim, biliyor musunuz? Ben öldükten sonra sizi ağlarken görmeyi doğrusu çok isterdim. Sadece bir kere, Mütercim Arif’i okurken gözlerinizin dolduğunu görmüştüm. Biraz ölseydim, biraz da sizin bana ağlamanızı seyretseydim. Tabii Bilge pişman olacak, ama iş işten geçecek. Beni çok arayacak. Size çok önemli bir şey söyleyeyim mi albayım: Bu Bilge akıllı değil albayım. Burası çok önemli. Ben ondan akıllıyım, birçok insandan akıllıyım. Mesela Bilge, benim gibi sözler bulup söyleyemez duruma göre. Beni sevseydi, onun çok yararına olurdu. Onu adam edebilirdim albayım. Tabii akıllı olduğum için bana dayanamadı. Belki de akıllı insanlar yalnız kalırsa daha iyi olur. Kim bilir? Bilge de bunu çok söylerdi. Yalnız kalırsam daha iyi olurmuş. Üşüyorum albayım, aceleden ceketimi giymeyi unutmuşum. Bakın ben de bu konularda akıllı değilimdir işte: Sokağa nasıl çıkılacağını bilmem mesela. Bende hayat bilgisi zayıf albayım. Bilge bunları bilir, bu bakımdan akıllıdır; birlikte olabilseydik, insanlık çok yararlanacaktı bundan. Yazık oldu. Şimdi yanımda olsaydı, böyle üşümezdim albayım; beni bir arabaya bindirirdi hemen. Ben bunlara çabuk karar veremem albayım: Kararsızlığımla yanımdakilerin canını sıkarım. Hava da çok soğudu albayım, eve dönmek istiyorum. Biliyor musunuz, Bilge beni evde bekliyormuş gibi geliyor bana. Yoksa eve dönmek istemiyorum. Beni bekleyen yalnızlığı ve karanlığı istemiyorum. Bilge’den akıllı olduğum halde neden bu duruma düştüm acaba? Neden herkes benden kaçıyor albayım? Yaşamasını bilmiyorum da ondan mı? Bir dakika albayım, karşıdan birileri geçiyor: Kadını Bilge’ye benzettim; peki erkek kim? Değilmiş. Bu köşede de fazla bekledim galiba: Gelip geçenlerin dikkatini çekiyorum. Başka bir köşeye gitmeli. Biliyor musunuz albayım, bugün Bilge’ye ne diyordum? Diyordum ki köşe başlarında bekliyorum kadınlara bakmak için. Beni kıskandı albayım. Demek ki seviyordu. Ha-ha. Ona öyle şeyler bulup söylüyordum ki, bana hayran oluyordu. Onun için diyorum ki, odama dönmüş beni bekliyordur şimdi. Eve dönmek istemiyorum albayım. Ya gelmemişse. Ne dediniz? Yazacak oyunlarımız mı var? Onlarla mı uğraşırız? Nedense bugün içimden gelmiyor. Ben artık biraz çöktüm albayım: Aklıma yeni bir şey gelmiyor. Oyunlar beni de yordu galiba. Tabii Bilge’ye belli etmedim, ama ben herhalde bu oyunlara artık devam edemeyeceğim. Hava soğudu, biraz yürümeliyim albayım, ısınırım. Evet, zor oluyor gecekonduda artık, diyordum. Bilge’ye belli etmedim ama, ben galiba artık sizinle ve dul kadınla birlikte yürütemeyeceğini bu hayatı. Ben Bilge’yi istiyorum albayım. Belki kızacaksınız ama, onunla her şey başka türlü oluyordu. Siz şimdi ağladığıma bakmayın, aslında böyle hissediyorum. Bilge’ye de bunu söyledim mi yoksa? Galiba, biraz başka türlü anlattım ona.
Tehlikeli Oyunlar - Oğuz Atay
4 notes · View notes
iyiyimlaben · 3 months
Note
Benim de illa ki sorunlarım var ama hiçbir zaman ona yansıtmadım ya da sorduğunda sebebini söyledim hep çünkü olması gereken bu aslında. Ki ayrıca ben ona en başında demiştim ki bi sıkıntın bi derdin varsa beni kendinden uzaklaştırma hani herkesi uzaklaştır ama bunu bana yapma o da hayatı boyunca hep yalnız olduğunu bunun kolay olmadığını söylemişti abi ben zaten bunun bir anda olmasını zaten beklemiyordum sen bunun için bi çaba göstermedin ki. Ben eskiden sevginin tek başına her şeye yeteceğini sanıyordum ama artık büyüdüm olgunlaştım tek başına sevgi hiçbir işe yaramıyor tek taraflı çaba da aynı şekilde.
Ya abla beni istemiyorsa çıkıp karşıma deseydi ki ben yapamıyorum sıkıntım var cart curt. Bir de bilmiyorum belki de sana göre çok bencilce bir düşünce olacak ama yalnızlığı bu kadar çok seviyorsa niye benim peşimden koştu onca zaman ya yemin ediyorum başta her şey o kadar güzeldi ki ben bu çocukla her zorluğu aşarım hep yanımda olur sanıyordum ama gördüm ki çok büyük yanılmışım. Bu saatten sonra hiçbir şekilde hiçbir çaba göstermeyeceğim beni biraz sevseydi değer verseydi bana böyle yapmazdı onun farkındayım.
Ya abla geçen Salı günü bu beni aramıştı benim işim vardı açamadım telefonu neyse sonra geri döndüm konuştuk falan sonra bana mesaj atmış demiş ki şu an falanca yerde alıkonuluyorum başıma bir şey gelirse sorumlusu şu kişi cart curt, benim elim ayağım titredi korkudan hemen çalıştığı yere gittim dedim ki böyle böyle bir durum var patronu dedi ki sen sakin ol bir şey olmaz gelir o ama sana yemin ediyorum ağlamamak için kendimi zor tutuyorum o sıra. Bunlar dedi ki bir şey olmaz bak dedim başına bir şey gelirse nolucak aradık ulaşamadık bir süre sonra bana mesaj atmış demiş ki ben güvendeyim.
Zaten ne olduysa bu mevzudan sonra oldu hani gittikçe daha da soğuklaştık bildiğin yabancı gibiydik. Yemin ediyorum var ya ben onu hiç tanımadan önce bile biz bu kadar yabancı değildik gibi hissediyorum ya
Bir de birkaç gün önce ben dışarıdaydım o da tam karsımdaydı bana baktığını gördüm biraz baktı sonra ben kafamı çevirdim. Sonra patronu benim dükkana geldi,bizim konuştuğumuzu biliyor,dükkandakilere gelininiz falan diye bahsediyordu benim için, bana dedi ki sen bu aralar çok dalgınsın sana sesleniyoruz o kadar duymuyorsun ben de dedim ki neden acaba sleplelwğwöelskmeldl adam bir şey diyemedi tabii ne diyecek. Sonra ben bunun dükkana gittim işte ama o sırada kendisi burada değildi, bir süre sonra tekrar gittim bir şey almaya bi baktım bu dışarda dedim geçebilir miyim hiçbir şey söylemedi yüzüme bile bakmadı kenara çekildi o sırada oradakiler de bize bakıyo hani konuştuğumuzu biliyorlardı ya n’oluyo falan hesabı ben de hiçbir şey demedim çıktım dükkandan.
Cumartesi günü de durum atmıştı annesi o küçükken vefat etmiş onu atmış işte dedim acaba bilerek mi bunu attı hani ben yazarım falan diye bi düşünmedim değil.
Neyse ya çok konuştum ama durum bu şekilde yani ya
Kızçe dediğin gibi zaten sen de farkındasın bazı şeylerin. Herkes bazen yalnız kalma gereği duyar, kafasını toparlamak ister ama bir ilişki içerisindeysen eğer bunu o kişiyle konuşman gerekir zaten seni seven birisi sana bu fırsatı verecektir ama karşılıklı birbirinizi sevdiğiniz için fazla konuşmadan duramaz en kötü o gün sabah günaydın akşam da iyi geceler dersiniz birbirinize… Ya da bir yere giderken haber verirsiniz, ilişki sürekli birbirini darlamak değildir zaten ama birbirinden haberdar olmaktır. Günlerce konuşmamak diye bir şey olduğunu sanmıyorum ben maalesef ki. Şöyle düşün evlenmişsiniz ama tartıştınız ve ayrı odalarda ayrı yataklarda yatıyorsunuz. Başta bir gece ayrı kalıyorsunuz zaman geçtikçe bu iki gün, üç gün, bir hafta derken ayrı evlere kadar uzar… Ayrıca seni arayıp telaşlandırmaya sonra da soğuk davranmaya hakkı yok. He psikolojik sorunları vardır, ki bu normal bir durum, o zaman da gider adam gibi yardımını alır, düzelir. Karşısındaki kişinin de psikolojisini bozmaya hakkı yok.
0 notes
omurgamialdin · 4 months
Text
Geçmişte kalmak
bugün kendime dair yazmak istiyorum. sevilmemişliğime dair. bazen haksızlık ettiğimi düşünüyorum yalan yok. birbirimizi hissederek sarıldığımız o büyülü an, sadece birbirimizi hissederek uyuduğumuz gece ve hüzünle karılmış gülüşlerimizle yaptığımız kahvaltı, az da olsa heyecanlı buluşmalarımız... hiçbiri aklımdan çıkmıyor. Böyle anlar sana haksızlık ettiğimi düşündürtüyor. Ama sonra, soruyorum kendime. Peki neden bir kere gözlerine bakıp sevgisini söylemedi, kırgınlıklarını ve yaralarını bile bile niye tekrar etti yalanlarını... Çok acı çekiyorum. inandırdı mı, çabaladı mı, hissettirdi mi? Seni güvenden yaralayan biri nasıl yapmalıydı? Çok soru soruyorum kendime. Ancak biliyorum ki bunların yanıtları bende değil.
biliyorum çok hata yaptım, farkındayım. senden uzaklaşabilmek için birine tutunmak ne büyük hata. ama biliyorsun sana içtenlikle anlatmıştım nedenlerini. böyle bir şeyin nedeni olur mu diyecek çok insan vardır sanırım. şimdi ben de söylüyorum. Seni inkâr edebilmek çok zordu, yapamadım zaten. o günkü sorularım şöyledi: ne istiyorum? çaba, sevgi ve güven. Aslında senden istiyordum bunları. Çünkü ne istediğimi bile sen belirlemiştin. Yani soru da sen, yanıt da sen. Farkındaydım aslında bunun, sadece anlatamadım.
2 defa çok istedim. İnanmamalarımın, güvenmememin sıkışıklığında sana inanmayı çok istedim. Kendimce ben risk alırken sen sadece öylece durdun. Ve en önemlisi dururken beni yaralamaya devam ettin. İlk yalanında güvenden, diğer yalanında sevgim/nden yaraladın. Sonra ise çaba göstermemenle ve tüm kararı bana yüklemekle.. aşamıyorum.
seni aşamayacağımı da biliyorum. düşünüyorum hiç oturup dertleşmedik, hislerimizi paylaşamadık içtenlikle. hep çekinmeler, hep kaygılar, hep korkular eşlik etti bize.
ve son görüşmemiz sevilmediğime öyle inandırdı ki beni. asla görüşmem desem de kendimi, kişiliğimi bir yana bırakıp geldim seni görmeye. bunu anlaman lazımdı. ya veda edecektik ya yeniden merhaba diyecektik. belki de beklememem gerekiyordu. olduğun gibi kabul etmek, hislerimin peşinden gidip yaşamak ve bu histen kurtulmak. o görüşmemizde de bir şey söylemedin. inandırmanı istedim, sevgini duymayı bekledim, ben bekledim. çünkü benim seni görmem beni aşan bir eylemdi ve bunu en iyi sen bilirdin diye düşündüm. güvenden ve sevgisinden yaralanmış bir kadın olarak gelmiştim. üstelik senin tarafından yaralanmış. bilmiyorsun, ben o masada ve o günde kaldım. seni görmemek ve sana gelmemek için neler yaptığımı üstü kapalı anlattım. tüm tercihlerimden eylemlerime kadar yapabileceğim en kötü şeyleri yapmıştım gerçekten. döndüm, geldim çünkü biliyordum beklentilerimin karşılığı sendeydi. sen beni üçüncü defa yaraladın. ne istiyorsun, ne yapacaksın gibi sorular sadece ağzından bir şeyi duymak içindi. ne yazık ki olmadı. gülerek yürüdük vedalaştık. ben seni belki bir daha göremeyeceğimi düşünerek ayrıldım yanından. seni bilmiyorum... annenle görüşmemi istedin ardından. bu ciddiyetini mi gösteriyordu bilmiyorum. ama sana inanmak isteyen ve sevgini hissetmek isteyen birini başkasının sözleriyle ikna edemezsin. ben sana soru sorarken sen telefonunda arkadaşlarınla gideceğin tatili planlıyordun. sadece elimi tut, sarıl, öp ve anlat istedim. beni ikna et!
incelikler düşünüldüğünü hissettirir insana. benim için sana yazmak kendim için bir devrimdi. senden ziyade kendim için yaptığım bir eylemdi. seni görmekse ikimiz için bir çabaydı. heyecanımı, korkumu, kaygımı en iyi ben biliyorum. nasıl geldiğimi, içimden geçenleri, dualarımı ben biliyorum. ama sonunda seven ve sevmeyen senin tarafından sınıflandırıldı. ben, sevmeyen ve bi-şeref olandım.
benim hatam çok biliyorum. onları da yazıyorum ve yazacağım da. hiçbirinin üstünü örtmüyorum. ama biliyorum, benim hatalarım benimle ilgiliydi. Seni sonuçları ilgilendirdi. senin hatalarınsa sebep ve sonuçlarıyla tüm hayatımı etkiledi. tüm seçimlerime bulaştı. bitmiyor hâlâ.
seni affetmek affedebilmek arzusu, seni tekrar görmek ve sarılmak arzusu, çok yoruldum sarılalım mı demek arzusu, susup omzuna yaslanmak arzusu, neler yaşadın neler değişti öğrenmek arzusu... bunlar her anımı etkiliyor. yaşayamıyorum. yaşamda ilerleyemiyorum.
bir çocuğum olsun isterdim mesela. belirli şeyleri çoktan tamamlamış olmayı isterdim. sağlık isterdim. huzurla nefes alabilmeyi isterdim. rahatlıkla uykuya dalabilmeyi isterdim. senin derdine, arzularına, hayal kırıklıklarına, hayallerine ortak olabilmeyi isterdim. Ortak etmek isterdim kendime seni. biz olabilmek isterdim.
öyle çok detay var ki.
hadi dönelim geçmişe, dinleyelim "Böyle mi Olacaktık?"...
0 notes
yalnizcakendiolan · 8 months
Note
Haklısın da bunu idare etmek zor ama hallederim ya sorun yok
Hayat bu. Güzel diye kolay olacak değil; kaldı ki kimse güzel de kolay da olacağını söylemedi bize değil mi wmdkemmd yine de Allah yardımcın olsun anoncum 😊
0 notes
zarifee · 11 months
Text
Haberimiz olmadan yazılan olumsuz dilekçe dün sisteme eklenmiş. Çok üzüldüm. Bir türlü sehven yaptıramadık. Olmadı. Olmuyor. Her adımda o kadar çok uğraşıyoruz ki tam şimdi olacak derken bir başka şey daha çıkıyor. Dahası burada bir eğitime başlasaydı da mesela olabilirdi, o aklımıza gelmedi ve avukat bunu neden bize söylemedi diye de kızıyorum.
Hepimiz düzlüğe çıkamamış bir adamın peşinden düzlüğe çıkamıyoruz. Bugün böyle düşündüm başka olumsuz haberleri de alınca.
Ben bu adamın peşini bırakmalıyım, bu ipleri çözmeliyim. Nasıl diye düşüneceğim bir haftaya başlıyorum.
Eve dönerken camdan yolu izleyip düşündüm. Aklıma bazı cümleler geldi, Ma ya bu cümleleri kurmayı düşündüm. Belki bir yol ayrımı teklifi, belki onu bari bu ipten kurtarma..benim için bu çok zor bir teklif. Kendimden vazgeçmek sanki..
Sadece bazen onun bu çabasına dayanamıyorum, üzülüyorum. Başka türlü olabilirdi, olmadı. Böyle olduk biz de.
Enabıza baktım, hala baş ağrılarımın nedeni görünmüyor..bekleyeceğiz.
0 notes
dilperisanimmmm · 1 year
Text
Tumblr media
KOBANÊ - "Kobanê düştü düşüyor" diyenlere Miştenur'dan gülüşüne dünyayı sığdıran bir kadın "Kürt kadınları daha son sözünü söylemedi" diyerek yanıt verdi, 5 Ekim 2014'te. Kobane'de bir miladın adı olan Arin Mirkan, yerelden enternasyonale köprü olarak tüm dünyaya 'Son sözü direnenlerin söylediğini' hatırlatıyor.
Çağın 'umut kapısı' olarak nitelenen Kobanê direnişini ele alırken tarih Arin Mirkan'ın eyleminden önce ve sonra olarak ikiye ayrılıyor. İşgalcilerin adım adım kenti ele geçirdiği günlerde yeni bir direnme biçiminin ortaya çıktığı ses 5 Ekim'de kentin sembollerinden olan Miştenur Tepesi'nden geldi. Adı henüz dünyanın tüm kıtalarında 'devrimin yeni adı' olarak sembolleşmemişken bir kadının eylemi yankılandı.
Eylemin sahibi dağınık saçları ve ağız dolusu gülüşüyle YPJ'nin genç savaşçılarından Arin Mirkan'dı (Dilar Gencxemis). Miştenur'da yankılanan bu ses daha sonraları birçok kıtada kadınlar arasında tartışılırken 'ana cevap vermek' olarak yorumlandı. Arin'in eyleminden bir gün sonra 6-8 Ekim serhıldanları gelişti ve 136 günlük bir direnişin ardından Kobanê özgürleştirildi. Kobanê direnişi tarihte direnmenin yeni adı olarak var olacaksa şüphesiz Arin Mirkan bu direnişin miladı olarak tarih sayfalarında yerini alacak.
Bir miladın adı
Peki bir miladın adı olarak tüm dünya kadınlarının andığı Arin Mirkan kimdi. 1992 yılında Efrin Kantonuna bağlı Mabeta ilçesinde dünyaya gelen Arin Kürdistani değerlerine sıkı sıkıya bağlı bir ailede büyüdü. 2007 yılından itibaren devrimci kişiliği ön plana çıkan Arin, Rojava Devrimi'nin başladığı günlerde aktif olarak içinde yer alanlardan oldu. 3 erkek kardeşi ile birlikte özsavunma güçlerine katılan Arin Kobanê devrimin içinde yer almanın coşkusunu yaşadı ve yoldaşlarının anlatımıyla çevresindekilerde bunu hep hissettirdi.
'Kobanê düşmedi düşmeyecek'
Kobanê'de YPJ'de komutanlık görevi alan Arin genç yaşına rağmen tecrübesi ile kritik günlerde, Miştenur Tepesi'nde görevlendirildi. Birilerinin ellerini ovuşturarak "Kobanê düştü düşüyor" diye naralar attığı günlerde 5 Ekim'de Miştenur Tepesi'nde fedai eylem gerçekleştiren Arin cevabını "Kobanê bir ruhtur düşmedi düşmeyecek" olarak verdi.
'Son sözü direnenler söyler'
Arin'in eylemini yapmadan önce söylediği son sözler dünyayı yönettiğini ve her şeyin ellerinde olduğunu sananlara 'direnenler son sözü söyler'in doğrulamasaydı: "Kürt kadınları Kobanê direnişinde daha son sözünü söylemedi. Biz çetelerden korkmuyoruz. Sonuna kadar biz savaşacağız, biz çetelerin eline geçeceğimize, kendi bedenimizi feda ederiz."
Direnenlerin ve direnenlerin safında yer alanların sembolü olan Arin Mirkan'in eyleminin yıldönümünde birlikte direndiği arkadaşları JINHA'ya anlattı.
Miştenur özgürleştiğinde bizimle halay çekti
Arin'le uzun bir dönemdir yaşamı paylaşan Penaber Leman şöyle anlatıyor: "Arin büyük hayallere sahipti ve onun için imkansız diye bir şey yoktu. O eylemini sadece çetelere karşı vermedi, aynı zamanda YPJ'ye de bir çizgiyi işaret etti. Eylemi sayesinde tüm dünya Kobanê umudunun etrafında birleşti. Miştenur özgürleştiği gün insanlar arayıp Arin için tepede ateş yakmamızı istedi. Büyük bir ateş yaktık ve orada Arin'in ve şehit düşen tüm yoldaşların bizimle halay çektiğini hissettik. Asıl zaferi o gün yaşadık."
'Coşkusu yaşarken de direnme sembolüydü'
Arin'in yoldaşlarından YPJ'li Sorxwin Kobanê ise duygularını şöyle dile getiriyor: "Birlikte aynı cephede savaştık. Çocuksu gülüşü ve coşkusu ile bizim için yaşarken de direnmenin sembolü olmuştu. Arin ve diğer tüm şehit yoldaşlar bizim yolumuzun öncüsü oldu. Zilan ve Beritan çizgisini takip etti ve bize büyük bir zafer armağan etti. Son teknikle üzerimize gelen düşmana karşı asıl iradenin en büyük silah olduğunu gösterdi. Şengal'de kadınları esir alanlara karşı 'Kürt kadını asla teslim olmayacak' mesajını çok net verdi. Ondan sonra bir daha asla teslimiyet aklımızdan dahi geçmedi. Kobanê direnişi bir kadın direnişiydi ve bunun öncüsü Arin ve direnin tüm kadınlar oldu. Özgürlük umuduyla kazandık."
'Ruhu bize çok şey öğretti'
Bir başka yoldaşı YPJ'li Çiçek Doli ise Arin'in eyleminin anlamını şu cümlelerle dile getiriyor: "Herkesin umudunu azalttığı birilerinin 'düştü düşüyor' diye psikolojik savaş yürüttüğü günlerde Arin bize başka bir yol olduğunu gösterdi. Tarihi direnenler yazar dedi ve gitti. Onun hayali Kobanê sokaklarına geri dönmekti. Şimdi hayalini yaşatan binlerce yoldaşı var. İnsanların göçertildiğine katledildiğine tanık oldu. 'Bunun intikamı alınmalı' diyordu. Ruhu ile bize çok şey öğretti."
'O artık dünyanın kızı oldu'
Arin için son sözü ise annesi Wahie Xenan "O artık sadece benim kızım değil, bu dünyadaki herkesi kızı" diye dile getiriyor: "Arin'im küçük yaştan itibaren devrimciydi. O Kürdistan'a ve tüm insanların eşitliğine inanırdı. Onu Kürdistan'in değerleri ve Önder Apo'nun felsefesi ile büyüttük. Ama o şimdi hepimizin öncüsü ve komutanı oldu. Bize bir yol gösterdi ve o yola layık olmaya çalışıyoruz. Kızım bu dünyadaki tüm direnenlere yol gösteren umut oldu."
0 notes
jessetuswa · 1 year
Text
Üç gün önce konumuz açıldı arkadas ortamımda. benim yaptığım hataları ve onun yaptığı hataları anlattım konuştuk sana olan sevgimi gördüler gözlerimin içi gülüyordu fotoğraflarımızı onlara gösterirken. seni arkadaslarıma anlatırken gözlerim doldu içimdeki özlem içimdeki sevgi kıpır kıpırdı ben bizi anlatıyordum onlar gözlerini benden ayıramıyordu o kadar ki güzeldi anlattıklarım onu ne kadar sevdiğimi gördüler evet içlerinden bazıları bence artık vazgeçmelisin dediler ortamlara atıl yeni bir insan yeni bir hayat kur dediler yapamam dedim aklım ondayken kalbim ona atıyorken ben bir başkasıyla eğlenemem dedim haklı buldular hatta ben bunu söylerken beni içten içe tanıyan bir dostumda yanımızdaydı orda diğerlerine cevap olarak şöyle dedi. olum biz eğleniyoruz her kızla takılıyoruz bizimle takılmak isteyen kızda cok var ama bu cocuk öyle değil ben mrce defalarca söyledim takılalım eğlenelim ama kabul etmiyordu sebebini öğrenmek istedim mrce defalarca sordum neden diye eninde sonunda iki gün önce gece söyledi. diğer oturan arkadaslaslarımda sebebi neymiş peki diye sordular oda dedi ki bir kızla dostça bile konuşunca vlni aldatıyormuş gibi hissediyormuş dedi ve bir daha bende ona birlikte gidelim kızların yanına demedim mrc bunu söyleyince kendimi cok kötü hissettim özür diledim dedi. Ben bizi anlatmaya devam ettim tam sekiz aydan sonra ilk defa arkadaslarımla oturup bizi konuştum çok heyecanlıydım çok mutluydum anlattıkça duygulanıyordum cok tuhaf bir his dile getirmek çok zor kendimi ifade etmekte zorlanıyorum. Sana karşı olan özlemimi sana karşı olan sevgimi arkadaslarım gördükçe sarılıp teselli etmeye çalıştılar gözlerim hep doluydu boğazım düğümlenmişti. Şehir dışından gelen bir arkadaşımızda vardi dört yıla yakın oldu bizim burdan batıya taşınmışlardı dört yılın sonunda yanımıza geldi oda o gece ortamımızda bulundu ve o arkadasımda yakın zamanda hayatındaki kadını kaybetmişti çok üzücü bir durumdu tek bir kelime bile söylemedi sadece bana odaklanmıştı beni dinliyordu. Dinlemeye devam ettiği esnada birden ağlamaya başladı yanına yanaşıp başını göğüsüme yasladım ve ağlamasını söyledim acısını cok iyi anlıyordum başı göğüsümdeyken bir şeyler fısıldıyordu ilk baslarsa tam anlayamıyorduk sonrasında söylediklerini anlamaya başladık ve bana dedi ki kardesim bende senin kadar seviyordum bir gece tartıştık cok şiddetli bir tartışmaydı bir iki hafta ben yazmayı düşünmüyordum oda yazmıyordu dedi tartıştıktan üç gün sonra arkadaşları bana mesaj attı babasıyla kaza yapmışlar ve öldüğünü söylediler ben dondum kaldım ağlayamıyordum konuşamıyordum dedi. Bizde tabi öncesinde zaten biliyorduk bu durumu yani duymuştuk. Ama o gece oturduğum ortamım devamlı yan yana olduğum ortam değildi mahalleme uzak aileme çevreme uzak bir ortamımdı cok yan yana gelemiyorduk o yüzden göze batmıyordu bizim ortam. Kısacası seni ne kadar sevdiğimi ve özlediğimi gördüler sana yazdığım yazılar vardı bize yazdığım yazılarım vardı actim okuttum onlara bir insan gerçektende içten içe dinlerse empati kurarsa karşınındaki insanın ne durumda olduğunu neler hissettiğini çok iyi anlar o gece ki insanlarda bunu yaptılar dinlediler empati kurdular beni ve seni anladılar. yazıları okurken gözleri dolanlar oldu her şeyden önce karşımızdaki insanı anlamamız gerekiyor sonrasında zaten senin üzüldüğün kadar karşındaki insanda üzülüyor ve anlıyor seni. Seni halen seviyorum evet biz ayrıldık ayrılmak zorunda kaldım çünkü bana yaşattığı şeyleri unutmaya çalıştım bitişimize sebep olan hatasını unutmaya çalıştım bir kaç ay yalnız kaldım yalnız kaldığım süre içerisinde sadık kalmayada devam ettim asla bu ihaneti yapmam ona. Her şeyden önce insan önce sadık kalabilmeli bence. Neyse yazmak istedim ileriki zamanlarda gelirim ve okurum bi anı olarak kalsın bu güzel anıları unutmak istemediğimden dolayı yazıyorum burayı anı defteri olarak adlandırdım. Güzel kızım ben hep burdayım kötü anında yanına koşup gelirim bunu sende cok iyi biliyorsun çekinmeden beni her zaman arayabilir, rahatsız edebilirsin. Bu geceki anı defterimi seni severek kapatıyorum bir sürü öpücüklerrr balım.
Tumblr media
1 note · View note
ertanhaber · 1 year
Text
Kılıçdaroğlu'nun "BaBaLa TV Mevzular Açık Mikrofon" programından bazı kesitler
Tumblr media
Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Babala TV'nin Mevzular Açık Mikrofon isimli programına konuk oldu. Programda, Kılıçdaroğlu, kendisine muhalif olan kişilerin sorularını yanıtladı. Seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte, Kılıçdaroğlu'nun performansı büyük bir merak konusu haline gelmişti. Moderatörlüğünü Oğuzhan Uğur'un yaptığı program, izleyicilerle buluştu.
BENİ BU NOKTAYA GETİREN GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'TÜR
Kemal Kılıçdaroğlu, sorulara geçmeden önce yaptığı konuşmada, eleştirilere açık olduğunu ve soruların rahatlıkla sorulmasını istediğini vurguladı. Kılıçdaroğlu, kısaca kendi hayat öyküsünü anlatırken, "Bu noktaya gelmemi sağlayan şey, Cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bize sağladığı fırsat eşitliğidir" şeklinde konuştu.
Tumblr media
Kılıçdaroğlu mevzular açık mikrofon
TOGG GENEL MÜDÜRÜ BENDEN DESTEK İSTEDİ
Kemal Kılıçdaroğlu, TOGG (Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu) projesinin başlamadan önce, şirketin genel müdürünün kendisinden destek istediğini açıkladı. Kılıçdaroğlu, "TOGG henüz başlangıç aşamasındayken, genel müdürü bana gelerek destek istedi. Ancak bunu televizyonlarda açıklamadım. Biz, bu tür yatırımlara karşı değiliz; aksine, ülkeye değer katan projeleri destekliyoruz" şeklinde konuştu.
YATIRIMLARIN ARKASINDAYIZ
Kemal Kılıçdaroğlu, bir genç tarafından yöneltilen "neden yatırımlara karşı görünüyorsunuz" sorusunu yanıtladı. Kılıçdaroğlu, şu açıklamalarda bulundu: "Teknofest'e katıldım ve gençlerle bir araya geldik. Bu gençlerin bir partinin gençleri olmadığını anladım. Bursa'da bir firma tarafından çip üretildiğini öğrendim ve ziyaret ettim. Biz, bu tür firmalara karşı değiliz; aksine, mantığa ve akla uygun olan her türlü yatırımı destekliyoruz. Yatırımlar iyi bir planlama ile yapılıyorsa, hepimizin desteklemesi gerekiyor. Ancak vergilerimle birileri kazansın diye gereksiz işler yaptırılıyorsa, karşıyız. Zafer Havalimanı'na 40 milyar dolar ödeme yapılıyor, ancak hala uçak inmiyor. Biz gereksiz kaynak israfına karşı çıkıyoruz. Biz, yollara, tünellere karşı değiliz. Benim vergilerimin nereye ve nasıl harcandığını bilmek istiyorum. Dünyanın her yerinde vergilerin nasıl harcandığının açıklanması gerekiyor." Kemal Kılıçdaroğlu, yatırımlara karşı olmadıklarını, ancak şeffaf ve doğru bir şekilde yapılan yatırımları desteklediklerini vurguladı.
SMA'LI HASTALARA DESTEK
Kemal Kılıçdaroğlu, SMA (Spinal Musküler Atrofi) hastalığına sahip çocuklar hakkında gelen bir soruya cevap verirken şunları söyledi: "SMA hastalarının tedavileri kesinlikle karşılanmalıdır. Ben bunun sözünü verdim ve Cumhurbaşkanı olduğumda bu sorunu çözmek için ilk adımları atacağım. Evlenmeden önce çiftlerin kan testi yaptırması durumunda, SMA hastası bir çocuk sahibi olma ihtimalini öğrenebiliyorlar. Bu testin yapılması için çağrıda bulunduk ancak yapılmadı. Ancak Ankara'da Mansur Başkan'ın desteğiyle bu testler yapılmaya başlandı. İlk olarak biz bunu gerçekleştirdik." Kılıçdaroğlu, SMA hastalarının tedavilerinin karşılanması gerektiğini vurgulayarak, bu konuya önem verdiğini ifade etti.
DEPREMZEDELERE YAZIKLAR OLSUN DENDİ Mİ
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'li yöneticilerin depremzedelerin kendilerine oy vermediği için tepki gösterdiği iddialarına yanıt verdi. Kılıçdaroğlu, şu ifadeleri kullandı: "Hiç kimsenin, depremzedeye oy vermediği için 'yazıklar olsun' demeye hakkı yoktur. Bunu söyleyen kişi insan değildir. Hangi CHP'li bunu yaptı? Eğer duyarsak hemen o kişiyi partiden atarız. Bu bir manipülasyondur. Biz depremzedelerin yanına gidip yardım ettik, hiçbir zaman 'bize oy verin' demedik. Evet, deprem bölgesinde evler yapacağız ve sorunları nasıl çözeceğimizi anlattık. Hiçbir parti yöneticimiz bunu söylemedi." Kılıçdaroğlu, depremzedelere yardım etmek ve sorunları çözmek için çalıştıklarını vurgulayarak, CHP'nin yöneticilerinin böyle bir tutum içinde olmadığını belirtti.
KAYYUM ATANAN BELEDİYELER
Kemal Kılıçdaroğlu, kayyum atanan belediyelerle ilgili olarak şunları söyledi: "Bir belediye başkanı suç işlerse ve deliller toplanırsa, bu kişi yargılanır. Buna karşı kimse bir şey demez mi? Ancak, 'Seni görevden aldım, oturdum' şeklinde bir yaklaşım doğru değildir. Belediyelerin Kandil'e gittiği iddiaları ortaya atılıyor. Eğer bu şekilde bir suç işlendiğine dair kanıt varsa, neden suçüstü yapmıyorsunuz? Kişiyi yakalarsınız ve rezil edersiniz. O zaman kimse bir şey demez. Demokrasiden ayrılmayacağız, bu kurallar böyle işler. Allah'ın kulu da çıkıp bir şey demez, işin özü budur." Kılıçdaroğlu, kayyum atanan belediyeler konusunda demokratik ilkelerin gözetilmesi gerektiğini vurgulayarak, suç işlendiği takdirde delillerin toplanarak yargılama sürecinin işlemesi gerektiğini belirtti. Read the full article
0 notes
mustafasalihbozok · 4 years
Text
Dar Ayakkabı...
O bayram bana ayakkabı almaya karar verdiler.
Hazır ayakkabı satan mağaza yoktu şehirde.
Tek ayakkabı yapan dükkánında ayakkabıcı çıplak ayağımı bir kartonun üzerine koydu, iyice basmamı söyledikten sonra ağzındaki kurşun kalemi eline alıp ayağımın çevresini çizdi.
O ayağımın çizildiği karton benim ayakkabı numaramdı.
Günlerce yeni ayakkabılarımın hayalini kurdum.
Babamın anlattığına göre ayakkabılarım siyah ve bağcıklı olacaktı.
Kapının her çalınışında koştum.
Ayakkabılarım bayramdan bir gün önce geldi, siyah-bağcıklı.
O gün onları giymedim.
Bayram gecesi yatağımın altına yerleştirdim yeni ayakkabılarımı.
Arada bir kalkıp kutusundan çıkartıyor, yere koyuyor, yukarıdan, yandan, önden bakıp duruyordum.
Parlak ve yuvarlak burnunu gecenin karanlığında kim bilir kaç kez okşadım.
Uyku girmedi gözüme.
Sabahleyin ev ahalisi kalktığında, ayakkabı kutusu kucağımda sandalyede oturuyordum ben.
Ayakkabımı babam giydirdi.
Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım, dardı ve canımı yakmıştı.
Ama bunu babama söylemedim.
O 'Sıkıyor mu? ' diye sordukça 'Hayır' yanıtını veriyordum.
'Dar, ayağımı acıtıyor' desem, geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı.
O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm.
Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu.
Dişimi sıktım.
Topalladım.
Soranlara 'Dizimi vurdum' dedim, ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedi
Doğrusunu isterseniz yaşam dar ayakkabıyla yürümektir.
Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş...
Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre,
Kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir...
Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür.
Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez.
Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık...
Canınız yanar.
Topallaya topallaya gidersiniz.
Sonradan öğrendim yaşamın dar ayakkabıyla yürüme sanatı olduğunu...
Bekir Coskun🖌️🍁...
Tumblr media
18 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
Annem, evi, babamı ve bizi terk ettiğinde ben altı yaşında, abim sekiz yaşındaydı. Annemin babamı terk etmesini o yaşta bile anlamıştım da, bizi terk etmesini anlamamıştım. Anne çocuklarını terk eder miydi?
Babam, annemi döverdi. Babam beni, abimi döverdi. Ben o yaşlarda babalar döver diye biliyordum. Babalar döver…
Anneler olmayınca, evlerin yalnız dört duvardan ibaret olacağını da, annem gidince öğrenmiştim. Sabahları “Elinizi, yüzünüzü yıkayın, kahvaltı hazır” diyen olmadığı gibi, günlerce aç kalsan, “Aç mısın?” diye soranında olmadığını öğrendim.Öğrendiklerim içinde canımı en çok yakan şey ise, anne kokusu olmayınca, çocuklar kaç yaşında olursa olsun, büyüdüğüydü.
Ben altı yaşında büyüdüm.
Annem evi terk ettiğinden sanırım on gün sonra evimize polisler geldi. Söylediklerine göre, annem intihar etmiş. Elinde sıkı sıkı tuttuğu bir zarf varmış.
Zarfın üzerinde, kızım ve oğluma verilsin, yazıyormuş.
Ben o zamanlar okumayı bilmiyorum, nasıl okuyacağım? Abim okudu, mektubu dinlerken, ağladım. Abim de ağladı. Biliyor musunuz, ben en son o gün ağlamıştım ve şimdi bunları yazarken. Elimde o mektup, yeni bir mektup yazmama gerek yok. Annemin yazdıkları ile benim hayatım arasında fark yok. O genç yaşta intihar etmekten başka çare bırakılmayan kadın, ben yaşarken ölüme mahkûm kadın.
Annem, bizi terk edince, baba evine gitmiş. Babası sinirlenmiş. Kadın dediğin evinde otururmuş. Kadın dediğin, ağzı dolu kan olsa, kızılcık şerbeti içtim, demeliymiş. Ona o evde yer yokmuş. Annem dedeme yalvarmış. “Bir ay kadar kalayım, sonra bir çare bulurum, çocuklarımı yanıma alır, yeni bir hayata başlarım” demiş.
Vay! Vay! Vay! Kadın tek başına yaşayacakmış. Dedemin namusunu beş paralık edecekmiş, kahveye bile gidemez edecekmiş, ölsün daha iyiymiş.
Annem o akşam, çamaşır ipini hiç düşünmeden boynuna geçirmiş. Bunları yıllar sonra anneannem ölüm döşeğinde, ben on dokuz yaşında iken anlattı. Babam, annemin ölüm haberini alınca, hiç üzülmedi. Bizi yetiştirme yurduna vereceğini söyledi. Abim sekiz yaşındaydı ama her şeyi biliyordu. Biz artık orada yaşayacakmışız. Orası bizim evimiz olacakmış. Birbirimizden ayrılabilirmişiz, Kardeşler birbirini unutuyormuş. Biz unutmazmışız ama çok yıllar sonra birbirimizi tanımayabilirmişiz, onun için ikimizde annemin mektubunu saklamalıymışız.
Saklarız da tek mektup var, nasıl ikimizde saklayacağız, diye sormama gerek kalmadan, abim makasla mektubu boyundan tam ortadan kesti. Cümlelerin baş tarafı olan kısmını bana verdi. Cümlelerin baş kısmı bende olunca, ben okumayı öğrenince devamını tahmin edermişim. O zaten ezberlemiş.
Halam bizim yurda gönderileceğimizi öğrenince, bize geldi. Babama “Kız çocuğu yurda verilmez. ”Ben alayım hayatı” dedi. Kız çocuğunun yurda neden verilmeyeceğini de, halamla yaşamaya başladığımda anladım. Kız çocuğu demek, evde iş yaptırılacak bedava hizmetçi demekti. Halam, bir gün olsun ismimi söylemedi. İsmim, Uyuşuk olmuştu. Uyuşuk su getir… Uyuşuk şu tabakları yıka… Uyuşuk şu çoraplarımı bir güzel sabunla…
Abim ayda bir kez halama beni ziyarete geliyordu. Yurtta rahat olduğunu söylüyordu. Bende rahat olduğumu söylüyordum. Abim üzülsün istemiyordum. Acaba abim de, ben üzülmeyeyim diye mi, rahatım diyordu? Bunu sormaya hiç cesaret edemedim.
Okula başlamıştım. Sınıfta okumayı ilk öğrenen bendim. Nasıl öğrenmeyeyim, annemin mektubunu okuyacaktım. Mektupta, “Hayat güzel kızım, ben seni…” yazan cümlenin bu kısmından kesilmişti. Ben her gece yatağımda, o cümleyi farklı tamamlıyordum.
“Hayat kızım ben seni ÇOK SEVİYORUM.”
“Hayat kızım ben seni ÇOK ÖZLEDİM.”
“Hayat kızım ben seni BEKLİYORUM.” Cümleye eklediğim sözcüğe göre hayal kuruyordum. Hayallerimde hep mutluydum. İnsan mutsuz hayal kurar mı?
Ortaokulu bitirdiğimde, halam artık okula gitmeyeceğimi söyledi. Oysa ben okumak istiyordum. Okuyup, ayaklarımın üzerinde durabilmek ve abimle bir evde yaşamak…
O yaz mahalle bakkalı üç çocuklu Hasan Amca’nın karısı kanserden öldü. Çok üzüldüm. Üç çocuk ne yapacaktı, annelerinin kokusunu ne çok özleyeceklerdi. Anneler neden ölüyordu? O üç çocukta benim gibi isimlerini unutacak, uyuşuk mu olacaklardı?
Ben Hasan amcanın çocuklarına üzülürken, meğerse Hasan amcanın sözlüsü olmuşum. Sekiz bileziğe, üç bin liraya satılmışım. Yaşım resmi nikâh için küçük olduğundan, kırk gün sonra, imam nikâhı ile Hasan Amcanın karısı oldum.
On beş yaşındaydım. Hasan amcanın karısıydım. İki, beş, altı yaşında üç çocuğum vardı. Birde bir çocuğum olmasını öğütleyen halam… Benimde bir çocuğum olmalıymış ki, yerim sağlam olsun. Hasan amca başka kadınlara gitmesin.
Hasan amcadan ilk tokadı, Hasan amca dediğim için yedim. Bir kadın kocasına, “amca” der miymiş… Ben altı yaşında annem gittiğinde susmayı öğrenmiştim. Hiç der miydim, İnsan on beş yaşında bir kıza karım der mi, diye…
Hasan amca bana tokat attığında, üç çocuk babasının ayaklarına sarıldı. “Hayat ablamı dövme, o bizimle oyun oynuyor. Masal anlatıyor” diye yalvardılar. Ben, o çocukların ablasıydım. Masal diye anlattıklarım ise hayallerimdi.
Hasan amca evden gidince, aynanın karşısına geçtim. Hasan demeyi öğrenecektim. Her Hasan, deyişimde aynada, Hasan amcanın, tepeden saçları dökülmüş başı, burnunun üzerine düşmüş gözlüğü, göbeğiyle görüntüsü belirliyordu. Ben her Hasan dediğimde suç işlemiş gibi utanıyordum. Hasan amcaya, Hasan diyemiyordum.
Aynanın karşısında deneme yaparken, Hasan amcanın altı yaşındaki oğlu yanıma geldi. “Hayat abla” dedi “Annem, babama bey derdi. Sende bey de.”
Bey, evet, evet bey iyiydi. Eğilip kara gözlü, hayallerimi masal diye dinleyen, Sami’yi öptüm. Beş yaşındaki Elif’i, iki yaşındaki Zehra’yı da çağırıp, onlara masal anlatmaya başladım. O gün masalıma; Tatlımı tatlı, güzel mi güzel altı yaşında, ismi Masal olan bir kız çocuğu varmış. Masal annesini kaybetmiş. Her yerde annesini aramış, bulamayınca hayaller ülkesine gitmiş. Masal, hayaller ülkesinde o kadar mutluymuş ki, bir daha gerçek dünyaya gelmemiş, diye başladım.
Masal, masalımda hep mutluydu. Hep gülümsüyordu. Her gün çocuklara Masal’ın masalını anlatıyordum. Çok mutluyduk.
Hasan amcada iyiydi. Artık, Bey diyordum. Zaman zaman öfkeleniyordu ama ben onun neden öfkelendiğini anlıyordum. O sekiz bilezik ile üç bin liraya bir masal abla satın almıştı. Oysa o, bir kadın almak istemişti.
Abim ziyaretime geliyordu. Her geldiğinde, annemin mektubunun yarısını vermek istediğini söylüyordu. Kabul etmiyordum. Mektubun diğer yarısını okursam, Masal hayal ülkesinden, acımasız dünyaya dönecek, mutsuz olacak gibime geliyordu. Benim tüm hayalim, mektubun diğer yarısı üzerine kurulmuştu.
Kırk yaşına geldiğimde, masalımı dinleyen çocuklarım büyümüştü. Sami doktor olmuş, tayini bir başka şehre çıkmıştı. Ne zaman mutsuz olsa, beni telefonla arayıp, “Hayat abla” diyordu “Bana masal anlat” Ben hemen Masal’ın hayaller ülkesindeki serüvenlerini anlatmaya başlıyordum.
Elif öğretmen olmuş, evlenmişti. Bir kız torunum olmuştu. İsmini Hayat koymayı çok istemişlerdi. İzin vermedim. Elif, “O zaman torunun ismi Masal, olacak” dedi. Torunumun ismi, Masal.
Zehra’m benim küçük kızım, veteriner olmuştu. “Hayat abla, hangi hayvan huzursuzluk yapsa, masal anlatıyorum, sakinleşiyor” diyordu. Zehra da evlenmişti. Bir erkek torunum olmuştu. Torunuma masallarımda ki, Masal’ın arkadaşının ismini koymuştu. Kahraman.
Kırk beş yaşımda iken, Hasan Amca yani Bey’im öldüğünde çok üzüldüm. Son sözü, “Hakkını helal et” olmuştu. “Hakkını helal et”
Tüm içtenliğimle hakkımı helal ettim. O iyi bir insandı.
Hakkımı, on beş yaşında kız çocuklarının evlenmesinde bir beis görmeyen zihniyete ve bu zihniyeti destekleyenlere helal etmiyorum.
Hakkımı her gün şiddete maruz kaldığını bildikleri kızlarının boşanmasını namussuzluk sayan, kör zihniyete ve bunu destekleyenlere helal etmiyorum.
Hakkımı yaralı bir kuş gibi, çaresizce umutlarına düşmüş çocuklara merhametsiz davranan yüreklere helal etmiyorum...🙏
Gün Semray
12 notes · View notes
kendimleharbim · 3 years
Text
Benim kendimle harbim 20’li yaşların sonuna doğru başladı. Yani 28 yaşımda evlendikten sonra aşk acısı, yalnızlık, gelecek kaygısı, okul, dersler, sınavlar ‘bil hassa KPSS’ gibi sorunların aslında sorun olmadığını en azından önemsiz, üzülmeye değmeyecek şeyler olduğunu anladım. Tabi bu aydınlanma birden hasıl olmadı yavaş yavaş adeta bir kaplumbağa hızında aydınlandım bu konuda.
Evlenmeden önce ortalama bir genç kızdım. Aşırı muhafazakar diye kabul edilen bir ailenin nispeten muhafazakar olan(bu benim genele nazaran kabul ettiğim bir niteleme) ortanca çocuğuyum. Kendimden iki yaş büyük bir erkek kardeşim iki yaş küçük bir de kız kardeşim var. Gençliğim şimdiki eşime karşı olan karşılıksız aşkıma ve kpss deki başarısızlığıma üzülerek geçti. Tabi mutluluklarım da oldu sürekli bunalım takılan biri değildim dedim ya ortalama bir gençtim.
Babamın telkini ve desteğiyle ikinci üniversite olarak ilahiyat okumaya başlamıştım. Evimize en yakın fakülteyi kazanmıştım. İlahiyatı bölümün derinliğine inmeden okuyup bitirdim. Tabi bu arada 3. Sınıftayken yıllardır karşılıksız aşkının ceremesini çektiğim eşimle evlendim. Karmaşık ve uzun bir konu belki daha sonra değinebilirim. Zamanında en büyük derdim olan bu konuyu her fırsatta anlatırdım. Şimdi o halime gülüyorum biraz da üzülüyorum...
İlahiyata başladığımda Allah’a daha çok yaklaşmıştım. Derinden sıkı bir imanla bağlanmıştım. Daha çok ve uzun süren ibadetlerle meşgul oluyordum. 5 rekatlık bir akşam namazını 40 dk kılıyordum. Uzun uzun dualar ediyordum ve gerçekten de er ya da geç tüm dualarım istediğim gibi kabul oldu çok şükür.
Yirmi yedi yaşımda nişanlandım. Nişanlanmadan önce bir ay kadar görüşmemiz oldu. Telefonla ve yüzyüze vs o süreçte birgün görüştüğüm kişi (yani şuanki eşim) kendisiyle yaşadığı şehre gelmemi istedi birkaç günlüğüne. Bu bana başta çok tuhaf ve korkutucu gelse de kendisine çok güvendiğim için kabul ettim. O gün bir Ramazan günüydü. 300 km mesafedeki o şehre gitmek üzere yola çıktık. Ben oruçluydum bildiğim kadarıyla o da oruçluydu. Bir tesiste durduk ve kendisi seferi olduğumuzu söyleyip yemek yemeyi teklif etti. Ben şok olmuştum çünkü seferi de olsam orucu terk etmezdim. Hiç yapmamıştım. Ondaki rahatlığı görünce kendimin çok kastığımı düşünerek teklifi kabul ettim. İlk kez Ramazan orucunu terk etmiştim. Vicdanım derinden sızlıyor bir yandan da seferilik hakkımdır diye kendimi avutuyordum. İşte uzun zaman sonra ilk kez Allah ile arama bir miktar mesafe girmiş gibi hissettim. Ama hala O’ndan uzaklaşmış değildim. Ağır ağır ilerleyen bir hüsran yolculuğunun başındaydım.
Bu yolculuktan döndükten sonra nişanlandık ve yaklaşık sekiz ay sonra da evlendik. Artık başka bir şehirde bambaşka bir hayatı yaşamaya başladım.
Eşim çok iyi çok merhametli bir insandır. Evliliğe baştan adapte olmakta zorlansak da bi süre sonra birbirimize bağlandık. İradesi benim irademe baskın geldiği için neredeyse ona sormadan düşünemiyordum bile. Bu eşimin baskısından değil tamamen benim karar verme mekanizmamın pasif duruma geçmesinden kaynaklanıyordu. Eşim inançlı bir insandı ancak ülkemiz Müslümanlarının çoğunda olduğu gibi o da tahkiki imanda değil taklidi imana göre dinini yaşıyordu. Tabi hiçbir şey bilmez değildi ama uygulamada ibadetlere ara sıra yer veriyordu. Bu halinden de pek rahatsız görünmüyordu. Ben de taklidi imanla yetişmiştim ama sorguluyordum ara sıra ve de terk ettiğim ibadetlerden dolayı vicdan azabı çekiyordum. Yine de evdeki ve eşimdeki rahatlıktan dolayı, belki de kendi gafletimden dolayı bu vicdani rahatsızlığı görmezden geliyordum. Sonuç olarak dinime eski bağlılığımdan epeyce uzaklaşmış sadece işe gidiyor, evde tv ya da başka şeylerle meşgul oluyordum. İbadetlerle arama mesafe girmiş olsa da imanımdan bir şey kaybetmemiştim. Bunu ara sıra vicdani hesaplaşma yaptığımı farkettiğimden anlıyor, zamanla eski halime döneceğime inanıyordum. Gelgelelim bunun için hiçbir adım atmıyordum. Bu durum benim işi bırakıp KPSS ye hazırlanmaya başlamama kadar böyle devam etti.
Üniversitede sanırım hocaların bize vermek istediğini alıyorduk. Hülasa sorduğum sorulara hocalar ya cevap vermiyor ya da kalıp cevaplarla geçiştiriyorlardı. Bu yüzden felsefi boyutta (felsefe ile alakalı çok ders almamıza rağmen) okuduğum bölüm bana ekstra bir şey katmamıştı. Hocalar adeta sorguladığımız her şeyi baltayla kesip atıyor gibiydi. Benim sorularıma cevap bulmaya başlamam ya da cevap bulamayıp iyice kafamın karışmasına neden olan şey KPSS ye çalışırken alanımın konularını daha ayrıntılı çalışmak ve daha geniş ve farklı kaynaklardan araştırmakla başladı. Öğrendiğim her yeni bilgi “nasıl yani, bu nasıl olur, bunu bu zamana kadar neden kimse söylemedi, insanlar bunu bildiği halde nasıl emin olabiliyorlar?” Gibi sorularla boğuşmama neden oluyordu. Bir yandan nasıl tehlikeli bir durumun içine girdiğimin de farkına varıyordum. Ancak yine çoğu soruma cevap bulamıyor yeni öğrendiğim gerçeklerle de hayal kırıklığına uğruyordum. Bu durum artık ibadetleri de sorgulamama neden olmuştu ve artık hiç namaz kılamaz olmuştum. Sadece Ramazan orucunu tam olarak tutuyordum ama sanki bu da alışkanlıkla yapılan bir şeymiş gibi geliyordu. Şeytan bendeki zayıflamayı farketmiş de beni istediği yönde ilerlemeye itiyordu sanki. Tek tesellim hala inancımı kaybetmeyişimdi.
Bugün Ramazan Bayramının birinci günü. Kendimle harbimi anlatmaya devam edeceğim. Bugün bir başlangıç yapmak istedim. Çünkü bu harbin en yıpratıcı noktasına geldim. Bu noktaya gelene kadar yaşadıklarımı anlatmak ihtiyacı hissettim. Birilerine anlatamıyordum bir yerlere de yazamazsam ruhsal çöküntü yaşayıp varlığım içinde yok olacaktım...
Tumblr media
3 notes · View notes