WHO: @mssofiefortier
WHEN: during the Annual Liddell Horse Race
WHERE: along the racetrack
If anything, Bora had been worried that someone would realize Tulpar wasn't really the blaze-faced, front-socked outrider horse he was impersonating. He hadn't been worried about anyone recognizing Tulpar as Tulpar.
He'd been paying attention to what Emir was doing across the track, trying to figure out if the jockey he was talking to suspected anything, and so he didn't realize he knew the woman coming along the path towards him until she was too close to avoid. Sofie Fortier?! The horse world was small--but Bora hoped it was big enough that she wouldn't remember him, and especially that Zeynep's paint job was holding up well enough to make Tulpar look like a different horse. Moving as far as he could off the path, Bora avoided looking at her, trying to ride past without incident...except that Tulpar chose that exact moment to give a hearty sneeze just inches from Sofie.
"Zeynep Gazali'nin Zindan Hatıralarının Bir Bölümünü Anlattığı 'Eyyamün Min Hayati' İsimli Kitabından Alıntılar - 4
Kamçılar bana yöneldi. Işıklarn söndürdükten sonra beni bu korkunç yere bırakıp gittiler. Çok geçmeden avlunun kapısı açıldı. Işıklar yakıldı. Ve Saffet'le dört kişi daha içeri girdi. Saffet, kelime hazinesinde ne kadar müstehcen ve edepsizce söz varsa hepsini sayıyor: "... kızı ve ... kızı ve ... kız!" deyip yaklaşıyordu.' 'Nedir bu yazdığın boş laflar bu herzeleler?' diyerek öfkesinden küplere biniyordu. Sonra biri dikkat çekti:
'Cezaevinin genel müdürü Hamza Paşa geliyor.' dedi. Genel müdür içeriye; hayat boyunca duymadığım ve hiçbir insanın duymaya dayanamayacağı ne kadar müstehcen, ne kadar edepsiz, ne kadar vahşi söz varsa sayarak yaklaşıyordu. Ona, aşağılayıcı bir bakış ve öfkeyle baktm. Ellerinde kağıtlar vardı. Güya benim yazdığım olduğunu söyleyip hepsini yırtıp attılar.
Hamza Paşa emir verdi: "Alın bunu, bundan fayda gelmez." deyip çıktı. Ancak hemen geri döndü. Yanında Saffet ve bir asker vardı. Sert ve korkunç bir hareketle beni yere yıktılar. El ve ayaklarıma kelepçe vurarak kasapların hayvan astığı gibi darağacına astılar. Suç üzerine eğitilmiş ve oldukça tecrübe kazanmış birtakım kişilerce vahşi bir şekilde dayağa çekildim. Bayılıncaya kadar Allah'ın adını tekrarlıyordum.
Ayıldığımda bir sedye üzerindeydim. Ne konuşacak ne de devinecek bir konumdaydım ancak neler olup bittiğinin farkındaydım. Beni hücreye götürdüler. Kendimi toparladığım zaman şiddetli bir kanama geçirdiğimi anladım. Kapıyı çalıp kanı kurutacak bir șey vermelerini, bir doktor gelmesini istedim. Ancak karşılık olarak küfür ve lânetler geldi. Gövdemin her yanındaki yara ve sızılardan acı içinde kıvranmaya devam ettim. Diğer yandan falakadan ötürü ayaklarımda sanki ateş yanıyordu. Allah'ı anmaya, namazla kendimi dinlendirmeye ve başıma gelen bu azaptan kendisine sığınmaya koyuldum."