Tumgik
#halife abdülmecid
sezginer35 · 6 months
Text
Tumblr media
Gerçek Osmanlı Torunları...
Babası Kato Davut bey, Annesi Ayşe Hanım'dır. 24 Nisan 1911 tarihinde Sultan Vahdettin ile evlendi. 1912 yılında Şehzade Mehmed Ertuğrul Efendi'yi doğurmuştur. San Remo'da Vahdettin'e eşlik etti. 1929 yılında Vahdettin'in vefatından sonra İskenderiye'ye yerleşerek burada bir evlilik daha yaptı. 1948 yılında Türkiye'ye döndü. 1950 yılında Çengelköy'de vefat etti. Zarif ve şık bir hanımefendi olarak biliniyordu
Tumblr media
Fotoğraf 1931 yılında Fransa'da çekildi. Son Halife'nin kızının elbisesini din-i İslam'a aykırı bulmadığı gözüküyor. Ayrıca kendisinin şıklığı da çağdaş daireye gösterdiği adaptasyonun ipuçlarını veriyor. Yazdığı 35 sayfalık bir makalede Osmanlı Padişahlarını tahlil etmiş, İkinci Bayezid'in içkiye düşkünlüğü yüzünden sefil, İkinci Selim'in 'sefih bir sarhoş' olduğunu ifade etmiştir. Abdülmecid Üçüncü Murad ve Üçüncü Mehmed'den 'Osmanlı Devleti'nin amansız cellâdı' olarak bahsederken, Dördüncü Murad için ise 'geleceğin en büyük hükümdarı olmaya namzet iken içtiği rakının kurbanı olmuş; devletin talihini ve geleceğini İbrahim gibi akıl noksanı ve anlayıştan mahrum bir şahsa terk ederek dünyadan çekilmişti' demektedir. Üçüncü Ahmed'in sefahat tarafından ele geçirildiğini söyleyen Halife, Sultan Abdülmecid'in 'içki müptelalığı yüzünden hayatını kaybettiğini' belirtecektir.
Tumblr media
Sürgün yıllarında çekilen bu fotoğrafta Ömer Faruk Efendi, Sabiha Sultan ile birlikte görülüyor.
Tumblr media
1923 yılında doğan Hanzade Sultan, son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin ve son halife Abdülmecit Efendi’nin torunudur. Mısır Hanedanı mensuplarından Mehmet Ali İbrahim ile evlenen Sultan, dünya sosyetesinin en güzel kadınlarından birisi olarak ün yapmıştır. Fotoğrafta kızı Prenses Fazile ile birlikte.
Tumblr media
Arkada yer alan portredeki Padişah, 'Tanzimatçı' ve 'Gazi' olarak bilinen Abdülmecid'dir. 1839'dan 1861'e kadar hükmetti. 3 Kasım 1839'da Osmanlı demokratikleşmesinin ilk adımı olan (Gülhane Hatt-ı Şerif-î) Tanzimât Fermânı’nı yayımladı, 18 Şubat 1856'da (Islâhat Hatt-ı Hümâyûn-u) Islâhat Fermânı’nı ilân etti.
Tumblr media
Osman Selahaddin Osmanoğlu, Osmanlı şehzadesidir. Ali Vâsıb Osmanoğlu'nun oğludur. İngiltere’de yaşayan Osmanoğlu, İstanbul’da bir ev aldı. TRT için hazırlanan ’Osmanlı Hanedan Ailesi’ belgeseline danışmanlık yaptılar.
Tumblr media
Fotoğrafta yer alanlar, Osman Selahattin Osmanoğlu'nun kızı Ayşe Gülnev Osmanoğlu'nın çocukları, son jenerasyon Osmanlılar. Soldan sağa, Prens Lysander Cengiz, Prenses Tatyana Aliye, Prens Maximillian Ali, Prens Ferdinand Ziya ve Prens Cosmo Tarık. Hepsini sevgiyle selamlıyoruz
Ve .. çakma Osmanlı torunları 😂😂😂
Tumblr media
youtube
33 notes · View notes
ziyapasa-01 · 3 months
Text
Son HALİFE Abdülmecid Efendi ve kızı DÜRRÜŞEHVAR Sultan,
Nice'in meşhur sahili “Promenade des Anglais”de sabah yürüyüşünde
___/// UYANMIŞ OLMANIN MUTLULUĞUYLA Güzel bir gün olsun
Günaydın ..
Tumblr media
10 notes · View notes
aynodndr · 9 months
Text
Tumblr media
#Cennetü_Bakideki_Tek_Osmanlı_Sultanı
Cenazesi Fransa da, Onyıl Morgda Bekleyen Son Osmanlı Halifesi
Bunu Okuduğumda Hep Hüzünlenirim...
🌹 BİR SULTAN 🌹
ABDÜLMECİD EFENDİ
18 Kasım 1922 Yılında halife seçilen Abdülmecid Efendi, Cumhuriyet sonrasi 3 Mart 1924 yılında ani bir kararla, 17 kişilik ailesiyle birlikte sürgüne gönderilmek üzere akşam dolmabahçe sarayına, dönemin İstanbul emniyet müdürü polislerle gelir; Abdulmecid efendi o esnada Kuran'ı Kerim okumaktadır. Müdür ve polisler odaya girer "45 dk zamanınız var! Hazırlanın sürgüne gönderiliyorsunuz" derler. İtiraz etse de, emrin Ankara'dan (A.....k) geldiği anlatılır. Okumakta olduğu Kur'an-ı Kerim'i kapatır, ellerini semaya kaldırarak, "Ey Allah'ım görüyorsun uğruna can ve cananlar verdiğimiz vatanımdan sürgün ediliyorum, gurbet ellerde ölürsem, beni Peygamber Efendime komşu eyle" der ve apar topar ailesiyle birlikte hazırlanırlar, yine apar topar Haydarpaşa Tren garına getirilirler. Önce Belçika ordan da Fransa'ya gönderilir.
Abdulmecid Efendi Fransa'da Müslümanlarla Camilerde buluşur, Müslümanlar üzüntülerini dile getirirler hürmet ve izzette bulunurlar, Çaresizliklerini bildiklerinden yardım etmek isterler ama Abdulmecid efendi asla kabul etmez. Haydarabad Nizamı (Pakistan) Osman Han, Halifemize yardım etmek ister fakat kabul görmeyince, o dönem genç bir kız olan Darüşşevar sultanı büyük oğlu Azam Cah için ister. Buradaki önemli detay şayet dünür olursak yardım edebilirim düşüncesidir. Müslümanların ricası üzerine kızını Haydarabad Prensine verir ve dünür olurlar. Yine yardımları kabul etmez ama. Abdülmecid efendi ve ailesi uzun yıllar Fransa'da yaşar çok yokluklar çekerler, 1944 yılında hastalanır. Hasta yatağında vasiyet eder. Ölünce Vatanına, Türkiye'ye Defnini vasiyet eder, uzun sürmez ve vefat eder.
Kızı Darüşsevar Sultan Haydarabad prensiyle evli olmasından dolayı Pakistan vatandaşıdır ve Türkiye'ye rahat girebilmektedir. Babasının vasiyetini yerine getirebilmek için (Özellikle inönü’ye) defalarca Türkiye'ye gelir ve yetkililere yalvarır. Hatta "Bulgaristan sınırından Türk tarafına girişe defnedelim dönüp gidelim" diye yalvarır. Ama asla izin verilmez.
Bir umut diye tam 10 yıl boyunca yani 1944 ile 1954 yıllarında Türkiye'ye defni için Fransa'da morgda babası Abdülmecit efendiyi bekletmiştir. Fakat Türkiye’ye İsmet İnönü defnedilme vasiyeti kabul edilmez. Daruşsevar Sultan hem umre, hem de babasının 10 yıldır morgda bekleyen cesedinin defni için Suudilerden, Türkiye Hükümetine girişimde bulunup bu konuda yardımcı olmalarını ricaya gider. O dönem Sudiler talebi kabul ederler ve hemen Türk Hükümeti ile irtibata geçip durumu ve talebi iletirler, ama malesef bu talep de kabul görmez. Suudi‘ler de Bu duruma çok üzülür ve bir anlam veremezler. Abdülmecit’in naaşının, Arabistan topraklarına defnedilmesini kabul ederler. Morgdan alınan cesed Arabistana getirilir, o dönemin Suudi yetkilileri Peygamber Efendimizin ailesinin ve sahabelerin Kabristanı olarak bilinen Cennet-ül Baki (Cennet bahcesi) Mezarlığına defnedilmesini isterler ve buraya defin edilir. Böylece son halifenin duası da kabul olur ve Peygamber efendimize komşu olur.
Tam 10 yıl Türkiye’ye defnedilmek icin morgda bekletmek. Evladlar için vefa borcu, hükümet için züldü.
Gelelim Abdülmecid Efendi’nin kızı Darüşşevar Sultan’a. Onda Türkiye'ye dair kalan tek hatıra giderken sarayın bahçesinden oynamak için aldığı bir taş... Bu taşı ölene kadar saklamıştır. Darüşşevar Sultan, aynı zamanda önemli bir ressam olan babası; Halife Abdülmecid Efendi’ye de ilham vermiş ve Halife Abdülmecit efendi, kızının bir kısmı bugün Dolmabahçe Sarayı’nda hala mevcut olan çok sayıda tablosunu yapmıştır. Darüşşevar Sultan 2006 yılında 92 yaşında Londra’da vefat etti. Daha önceden babasına izin vermeyen yetkililere bir nevi küserek "Beni Türkiye’ye defin etmeyin" diye vasiyet ettiğinden dolayı, Brookwook Müslüman Mezarlığı’nda, annesi Mehisti hanımın yanında toprağa verilmiştir... Ruhları Şad, Mekânları Cennet Olsun, Âllah Gani Gani Rahmet Eylesin..🤲
Hoşça Sağlıcakla Kalın Ama En Önemlisi, Tarihine Sahip Çıkan, Tarihini Bilen, Adam Gibi Adam Kalalım Âllah'a Emanet Olun ...
Esat Çoğal
Alıntıdır..
2 notes · View notes
haytaogluyunus · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ANMA:
FİKİR VE KÜLTÜR HAYATIMDA ÖNEMLİ YERİ OLAN; TÜRK MİLLİYETÇİSİ, TURANCISI
AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU'NUN 19 MAYIS ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ..
BÜYÜK İNSANI,HAYIRLA YAD EDİYOR, RABBİMDEN MAKAMINI CENNET ETMESİNİ DİLİYORUM.
GENÇ ARKADAŞLARIMA ÖNEMLE TAVSİYE EDERİM ESERLERİNİ OKUMALARINI:
ÇAĞLAYANLAR, GÖNÜL HANIM OKUNMASI GEREKEN BAŞ UCU KİTAPLARDANDIR. AŞAĞIDA HAYATI İLE İLGİLİ BİLGİ YER ALMAKTADIR
AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU
• Çağlayanlar
• Gönül Hanım
• Haristan ve Gülistan
• Leyla yahut Bir Mecnunun İntikamı
• Bir Tesadüf
• Beliren Simalar
• Bir Safha-i Kalb
• Bir Damla Kan
• Alparslan
(d. 3 Haziran 1870, İstanbul - ö. 19 Mayıs 1927), Türk yazar ve diplomat.
Diplomat olarak görev yaparken bir yandan da edebiyatla uğraşmış olan Ahmet Hikmet Bey, başlangıçta Servet-i FünunTopluluğu içinde yer almış, daha sonra bu toplulukla bağlarını kopararak Türkçülük akımını benimsemiş bir yazardır. Hikâyelerini topladığı "Çağlayanlar" adlı kitabı, uyandırdığı milliyetçilik duyguları ile milli edebiyatta önemli yere sahiptir.
1870'de İstanbul'da dünyaya geldi. Babası şair Yahya Sezai Efendi idi[1]. Ailesi dönemin ulema sınıfındandı; dedesi Mora Müftüsü Abdülhalim Efendi idi. Babasını yedi yaşında iken kaybetti, ağabeyinin himayesinde büyüdü. Eğitimine Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’nde başladı; Galatasaray Sultanisi’nde devam etti. Bu okulda Tevfik Fikret ile tanışıp arkadaşlık kurdu. Edebiyat merak lise yıllarında başladı. İlk eseri olan “Leyla Yahut Bir Mecnun’un İntikamı” lisede iken yayımlandı[2]. 1888'de eğitimini tamamladıktan sonra Hariciye Nezaretinde çalışmaya başladı; bir yandan da Galatasaray Sultanisi’nde öğretmenlik yaptı.
Pire (Yunanistan) ve Poti (Kafkasya) şehbenderliğine vekalet etme göreviyle bir süre İstanbul’dan uzakta bulundu; 1896'da İstanbul'a geri döndü ve eski işine devam etti.
Edebiyata olan ilgisini çeviri yaparak sürdüren Ahmet Hikmet, Fransızca’dan iki çeviri eser yayımladı (tarımla ilgili “Patates”; kadın güzelliği ve cilt bakımıyla ilgili “Tuvalet yahut Letâfet-i Aza” adlı çeviriler). 1896'den itibaren Servet-i Fünun adlı edebiyat topluluğuna katıldı. İkdam ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladığı yazıları “Haristan” ve “Gülistan” adlı iki eserde topladı. Bu eserlerde hayal ürünü konular işlemekte, anlaşılması güç ağır bir dil kullanmaktaydı.
1898-1908 arasında Galatasaray Sultanisi’nde ders verdi; bir yandan da Hariciye Nezareti’ndeki görevine devam etmekteydi. Bu yıllarda Ahmet Haşim’in öğretmeni oldu.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ticaret ve Ziraat Nezareti’nde yeni bir göreve başladıysa da kısa süre sonra tekrar Hariciye Nezareti’ne döndü. Galatasaray Sultanisi’ndeki hocalık görevini ise Tevfik Fikret bu liseye müdür olunca bıraktı. Darülfünun’da Edebiyat Fakültesi Fransız ve Alman edebiyatları hocalığına başladı. Bu dönemde dil ve konu yönünden eskisinden çok farklı eserler verdi. Artık Türkçülük ve yeni lisan hareketini benimsemişti. 1908 yılında Türk Derneği’nin 1911’de Türk Yurdu Derneği’nin kurucu üyesi olarak hizmet verdi. Türkçülük akımına bağlı öykülerini arı Türkçeciliğe yöneldiği “Çağlayanlar” (1922) adlı kitapta topladı. Tek romanı olan “Gönül Hanım” (1970) Tasvir-i Efkar Gazetesi’nde tefrika edildi. Bu eserde Turancılık ülküsünü savundu.
1913-1918 arasında Peşte Başşehbenderi idi; mütareke döneminde İstanbul'a döndü. Harp malzemeleriyle ilgili bir komisyonun başkanı sıfatıyla Peşte, Viyana veBerlin'de bulundu. 1924 yılında Halife Abdülmecid Efendi’nin baş mabeyinciliğini yaptı.
1926’da Ankara'da Hariciye Müsteşar vekaletini üstlendi, aynı yıl içinde bakanlığın müsteşarı oldu. 1927 yılında İstanbul’da karaciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Maçka Mezarlığı’na defnedildi[3].
Edebi Kişiliği ve Sanat Anlayışı
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, ilk defa, 1896'da Servet-i Fünûn dergisinde yayımladığı bir hikâye ile bu gruba dâhil olmuştur. Daha sonra Türkçülük ve Yeni Lisan akımı etkisinde yazılar yazmaya başlamıştır. Yerli ko¬nuları millî bir dille, sade bir üslupla yazmıştır. Bu ba-kımdan Ahmet Müftüoğlu'nun edebî kişiliğini iki dö¬nemde incelemek mümkündür: Servet-i Fünûn Döne¬mi ve Millî Edebiyat Dönemi.
Ahmet Hikmetin edebiyat merakı daha lise yıllarında başlar. Bu alandaki merakının, aileden gelen bir haslet olduğunu ifade eder. İlk olarak Asır Kütüphanesi neş¬riyatı arasında çıkan "Leyla yahut Bir Mecnunun İntika¬mı" yayımlanır. Daha sonra Fransızcadan Tuvalet ve Letafet ve "Bir Riyazinin Muaşakası" adlarında iki eser tercüme ettiyse de, Doğu ile Batı kültürünün çok fark¬lı olduğunu görerek bir daha eser çevirmez.
Servet-i Fünûn devrinde, İkdam ve Servet-i Fünûn der¬gilerinde yazdığı hikâye ve nesirlerini 1901 yılında Haristan ve Gülistan adlı eserlerde toplar. Bu iki eserinde Ahmet Hikmet Müftüoğlu, daha iyi tesir yapmak, gö¬nülleri heyecanlandırmak için mübalağalı bir üslup kullandığını, ağır ve anlaşılması güç Servet-i Fünûn di¬lini işlediğini ve hayal ürünü konular anlattığını bizzat kendisi söyler. Kendisinin de ifade ettiği sebeplerden dolayı bu iki eseri fazla ilgi görmemiştir.
İkinci Meşrutiyetten sonra, zamanın modasına uyarak o da Millî Edebiyat akımına uyar. Bu akıma bağlı ola¬rak yazdığı yazıların büyük kısmını Çağlayanlar (1922) adlı eserinde toplar. Bu eserinde yazar arı Türkçeciliğe yönelmiş fakat bu defa da kelime uydurma ve Servet-i Fünûn'dan kalma hayalcilikten kendini kurtaramamıştır.
Gönül Hanım adlı romanı Tasvir-i Efkâr gazetesinde tefrika edilmiş ve 1970'te kitap olarak bastırılmıştır. Ah¬met Hikmet, yazılarında daha ziyade kelime bulmaya ve üsluba dikkat ettiği için, konulara dikkat etmemiş ve bu yüzden çağdaşları düzeyinde bir edebiyatçı olamamıştır.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, millî duyguları güçlü bir sanatçıdır. 1908'den sonra başlayan Türkçülük hareketlerinin kurucuları arasında yer almıştır. Türk Ocağı gibi oluşumların kuruluşunda görev almış, Türk Yurdu dergisinin yazı kadrosuna girmiştir.
Bu dönemde Türk dili ve Türk milliyetçiliği için yazılar yazar, edebî incelemeler yaptı, konferanslar verir. Darülfünun ve Galatasaray'daki derslerinde hep bu konuları işleyerek öğrencilerini yönlendirme çabası içinde olur.
Ahmet Hikmet, edebiyatımızdaki asıl yerini yazı hayatının ikinci devresinde yazdığı Türkçü ve milliyetçi hikâyeleri ile sağlar. Bu hikâyelerin bir kısmını Çağlayanlar isimli kitabında toplar fakat bir kısmı bazı dergilerde dağınık kalır. Hikâye, roman, makale, monolog türlerinde eserler verir.
0 notes
ozel-buro · 7 months
Text
TARİH : Halife 2. Abdülmecid'in aile fotoğrafları
Neslişah Sultan Sabiha Sultan ve Ömer Faruk’un kızı Vahdettin’in ve Abdülmecid’in torunu Halife 2. Abdülmecid’in aile fotoğrafları 2. Abdülmecid: 18 Kasım 1922 – 3 Kasım 1924 arasında görev yapan son halife. Yavuz Sultan Selim’den sonraki Osmanlı padişahları aynı zamanda halife idiler. 3 Temmuz 1918 – 1 Kasım 1922 arasında görev yapan Vahdettin’den sonra padişahlık kaldırıldığı için 2. Abdülmecid…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dinimabetler-blog · 10 months
Photo
Tumblr media
Altıncı Mehmed Vahideddin
Altıncı Mehmed Vahideddin’in İngiliz bir gemisine binerek ülkeyi terk etmesi üzerine, Büyük Millet Meclisi tarafından 1 İkinciteşrin 1922 tarihinde saltanatın kaldırılması kararı alındı. Saltanatın kaldırılmasının üzerinden on yedi gün sonra, 18 İkinciteşrin 1922 tarihinde Halifelik makamına seçildi.
Ancak bu seçim onu tatmin etmemiş olmalı ki imzasına “Halife Müslümanların Hizmetkârı” unvanını ekledi. Önceden olduğu gibi imzasında “Han” unvanını kullanmaktan vazgeçmedi, imzasında “Abdülmecid bin Abdülaziz Han” olarak devam etti. Bu, önemli bir belge niteliğindedir ve ünlü adamların el yazılarını topladığı defterine Yaşar Şadi’nin bu imzasıyla “Yaşar Şadi, hakkına dayanarak millete istinat ederse bir millet” mısraını yazdı.
Bu seçimin onu tatmin etmediği bir gerçektir. Haşmetli bir ve nazik bir adam olarak nitelendirilebilecekken, kendisi Halife unvanının kaldırılmasından dolayı üzgün hissetmiş olmalıydı. Koleksiyon sahibinin adını kullanarak ülkeden kötü ve karanlık bir gelecek öngördü.
İnönü Ansiklopedisi’nden alınan aşağıdaki satırlar, söylenmesi gereken önemli sözlerdir: “Belki bazı siyasi davaları destekleme niyetini göstermişti. Ancak, böyle bir eylemde bulunmasa bile, Türkiye’de halifeliğin devam edemeyeceği, evrilen devrim ve atılımlar arasında artık tabii bir son olduğu ortadaydı. Bu kuruluşun Cumhuriyet rejimi ve biraz sonra ilan edilecek Laiklik prensibiyle uyumlu hale getirilemeyecekti. Milli mücadele zaferinin henüz çok yeni ve saltanatın kaldırılması gibi önemli bir siyasi devrimin taze olduğu sıralarda, halifenin muhafazasını bir inkılap aşaması olarak kabul etmek gerekiyordu. Nitekim cumhuriyetin ilanından dört ay sonra, 3 Mart 1924 tarihinde Büyük Millet Meclisi, halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye sınırları dışına çıkarılmasına karar verdi ve bu karar hemen uygulandı.” Private Tour Istanbul
Halife Abdülmecid
İkdam gazetesinin 5 Mart 1924 tarihli sayısında Halife Abdülmecid’in İstanbul’dan ve Türkiye’den çıkarılması şu şekilde özetlenmiştir: “Büyük Millet Meclisinin bir önceki günkü oturumunda halifeliğin kaldırılmasına dair kanun tasdik edildikten hemen sonra İstanbul vilayetine hareket hattı belirleme konusunda uzun bir tebliğat yapılmıştır. Tebliğat hakkında derin bir gizlilik korunsa da icraat ve bu tebliğatın akşamı önemli hale gelmiştir. Özellikle idari tedbirlerin bir gün öncesinde icra edilmiştir. Vali Haydar Bey’e bu tebliğat gece evinde yapılmış ve Haydar Bey’in idare ve nezaretinde memurunun önderliğinde icraata başlanmıştır.
Saat on buçukta merkez kumandan muavini Atıf Bey, vali Haydar Bey’den aldığı talimat üzerine maiyetine bir bölük asker alarak derhal saraya gitmiştir. Atıf Bey saraya vardıktan sonra kendi yanındaki bölüğü saraya memur ederek kendi bölüğünü de yanına almıştır. Bu şekilde bir önlem alındıktan sonra hem Beşiktaş merkez memuru Mehmed hem de Atıf Bey’in idareleri altında sarayın çevresi koruma altına alınmıştır.”
0 notes
sinagogkilise-blog · 10 months
Photo
Tumblr media
Girip çıkmak memnun
“Girip çıkmak memnun”
Telakki edilen tebligat gereği sarayın dışla ilişkisi kaldırılmış, dışarıdan hiç kimse alınmazken içeriden de hiç kimse bırakılmamıştır. Bir tedbir olarak sarayın çevresindeki kapılar kapatılmış ve her biri iki askerle koruma altına alınmıştır. Atıf Bey, alınan tedbiri Vali Bey’e bildirmiş, zaten harekete geçmiş olan vali ile birlikte polis müdürü Sadeddin, emniyeti umumiye müdürü Muhiddin Beyler ve Beyoğlu Dairesi Belediye müdürü İsmail Hamid Bey’i de refakatlerine alarak saraya yönelmişlerdir.
“On birde tebligat”
Sarayda geçen gece Savar’da Cemal, Şükrü ve Saim Beylerle seccadebaşı Zeki ve kilerci Şükrü Bey jurnal nöbetine memur edilmişlerdi. Vali Haydar Bey, saraya on birde varmış ve hemen Zeki Bey’i çağırarak durumu kendisine bildirmiştir. Zeki Bey, Vali ve polis müdürünün Abdülmecid Efendi’yi görmeleri için tebliğe görevlendirilmiştir. Tebligattan bir saat sonra, Abdülmecid Efendi ile görüşme talep edilmiştir Private Tour Istanbul.
“Abdülmecid Efendi kütüphanede”
Sabık halife birkaç günden beri kütüphanesinde kitaplarla meşgul olmakta imiş. Tebligatın icra edileceği gece de alışılmış şekilde kütüphanesinde bulunuyormuş. Zeki Bey, Vali Haydar Bey’in talebini Abdülmecid Efendi’ye kütüphanede iletmıştır. Zaten böyle bir tebligata hazır beklediğini söyleyen Abdülmecid Efendi, gelenlerin derhal kütüphaneye alınmalarını istemiş ve önce polis müdürü Sadeddin Bey refakatinde Zeki Bey ile birlikte kütüphaneye çıkmıştır. Kütüphane, sarayın mabeyin dairesi kısmında bulunmaktadır. Polis müdürü Abdülmecid Efendi’ye, Büyük Millet Meclisi kararını tebliğ ederken Vali Haydar, emniyeti umumiye müdürü Muhiddin ve Daire-i Belediye müdürü İsmail Hamid Beyler de kütüphaneye girmişlerdir.
“Hudut haricine”
Abdülmecid Efendi
Bu heyet, Abdülmecid Efendi’ye hilafetin kaldırılmasına dair kanunun tasdik edildiğini ve kendilerinin de verilen talimat uyarınca derhal hudut haricine çıkarılması gerektiğini bildirmiştir. Aynı zamanda, telakki edilen evamirde müstaceliyet bulunduğu da ilave edilmiştir. Abdülmecid Efendi, gece tebliğ edilen karardan dolayı hazırlıksız olduğunu belirtmiş, hazırlık için biraz süre talep etmiştir. Vali ve polis müdürü beyler böyle bir mühlet için yetkili olmadıklarını ve alınan talimatta Abdülmecid Efendi’nin derhal hudut haricine nakline nezaret edeceklerini beyan etmişlerdir. Bu sırada Başrahip Hikmet Bey de telefonla saraya davet edilmiştir. Bunun üzerine Abdülmecid Efendi, “Memleketimin saadeti ve selameti için çalışılıyor, memleket selamet bulsun da herhalde gidilecek. Demiştir.” Müşarünileyh Zeki Bey benzer şeyler söylemiş ve hazırlanmaya başlamışlardır. Bu sırada da çamaşır gibi eşyalar bavullara yerleştirilmiş ve aşağıya indirilmiştir.
“Hareme haber veriliyor”
Diğer taraftan hareme haber verilmek üzere duyuru yapılmıştır. Bu haber, haremde büyük bir üzüntü yaratmıştır. Abdülmecid Efendi tarafından verilen talimat doğrultusunda harekete geçilmiş ve özellikle müşarünileyhin zevceleri, oğlu ve kızları hazırlanmaya başlamışlardır. Harem tarafında da sadece çamaşır gibi eşyalar toplanmış ve bavullarla mabeyin kapısında hazırlanan özel alana indirilmiştir.
0 notes
istanbulinanc-blog · 10 months
Photo
Tumblr media
Otomobiller hazırlanıyor
“Otomobiller hazırlanıyor”
İştahlı amir, üç otomobil talep etmiştir. Ayrıca eşyaların taşınması için otobüsler de getirilmiştir. Abdülmecid Efendi için hazırlanan eşyalar, memurlar aracılığıyla otobüslere yerleştirilmeye başlanmıştır. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Abdülmecid Efendi harem bölümüne girmiş ve orada bulunanlarla vedalaşmıştır.
“Binek taşı yanında”
Sabık halife, alafranga saatin beşi sıralarında kürklü paltosunu giydikten sonra oğlu, haremleri ve diğer saray mensuplarıyla birlikte Hazine-i Hassa kapısı tarafına gelmiş ve orada binek taşı yanında kendisini bekleyenlere hitaben aşağıdaki sözleri söylemiştir:
“Meğerse bu güne kadar duada kusur etmemişim, ölünceye kadar da aynı şekilde duadan geri durmayacağım. Böylece Anadolu’ya yazınız. Ben milletimin emrine ittiba ederek gidiyorum.”
Sabık halife, hem oğlu Ömer Faruk Efendi’nin hem de haremlerinin ve kendisinin gidecekleri otomobile bizzat nezaret etmiş ve hepsi bindikten sonra otomobile binmiştir.
“Otomobillere binenler”
Şehvar ve Hayriye
Birbiri ardına dizilen otomobillerin birincisine müşarünileyh ile iki kızı Şehvar ve Hayriye, hanımlar ve küçük Dürrişehvar hanım binmişlerdir. İkinci otomobile mahdumu Ömer Faruk Efendi ile Abdülmecid Efendi’nin ikbali ve dadısı ile diğer otomobillere kâtip Salih Keramet, doktor Salâhaddin, üçüncü kâtip İsmail Beylerle hareme mensup kadınlardan üç kişi binmiştir.
“Otomobiller ihzar edildikten sonra önde kılavuzluk vazifesini gören polis otomobili ve arkada vali Haydar ve Emniyeti Umumiye Müdürü Muhiddin, Beyoğlu Dairei Belediyesi Müdürü İsmail Hâmid, Merkez Kumandan muavini Atıf Beylerin otomobilleri bulunduğu halde saat beş buçukta hareket edilmiştir. Otomobiller hiçbir yerde durmadan Çatalca’ya gitmişlerdir. Sabık halife ve refakatçıları ancak saat sekize doğru Çatalca’ya ulaşmışlardır Private Tour Istanbul.
“Sarayın temhiri”
Sabık halife, mahdumu ve diğer zikredilen zevat harekete geçilmeden önce bazı tedbirler alınmıştır. Öncelikle, daha önce Atıf Bey’in idaresine geçmiş olan maiyet bölüğü görevine iade edilmiştir. Mabeyin dairesi mühürlenmiştir. Mabeyin içinde eski Ağaların bazıları bekçi olarak bırakılmıştır. Kütüphane de tahliye edilmiştir. Henüz harem dairesinde saraylılar bulunduğu için bu daire açık bırakılmıştır. Istablı amire ve onun yanındaki kıymetli bazı eserleri içeren müze de tahliye edilmiştir. Saraya giriş ve çıkışlar yasaklanmıştır.
0 notes
gokhan-kara · 2 years
Text
“Maras'ta ilk kivilcimi çakmakçi çakti.
Fransiz üniformasi altindaki Ermeni askerlerden biri, hamamdan cikan Türk kadinlarina sarkintilk etti, peçelerini yirtti.
"Cakmakç" lakapli Sait, yumruguyla saldurdi.
Cakmakçilk meslegiydi. Sigara çakmag, degil... Çakmakli tüfeklerin mekanizmasini tamir eden kisilere "çakmakçı" deniyordu.
Gögsüne ate, ederek öldürdüler.
Henüz 22 yagindaydi.
Cakemakçi'yla birlikte saldiran Gaffar Osman'? yaraladilar.
Sütçü Imam, süt satan, 40 yaşlarinda bir adamdi.
Lakabi meslegiydi, ismi imam' di.
Tabancasi vardi.
Cekti belinden..
Sait'i vuran Ermeni askerini öldürdü.
Kaçti.
Cakmakci Sait, Sütcü imam... 1950'den itibaren Türk siyasetine hakim olan muhafazakar iklim nedeniyle, bu iki cesur yürekli vatan evladindan, maalesef sadece biri kahramanlastinildi.
Ayni direnisi göstermelerine ragmen, çakmakci Sait
unutuan. kimligine vurgu yapilarak, suitculimam
yuceltildi.
Halbuki... imam elbette namazinda niyazinda dinibütün bir insanimizdi ama, meslegi imamlik degildi, sütcüydü.
Maras'in kurtulusundan sonra belediyede odaci olarak ise alindi, ramazanda ve milli günlerde Maras Kalesi'ndeki topu kullaniyordu.
Abdülmecid efendi halife ilan edilince, 101 pare top atisina karar verildi, bu atislar sirasinda topun namlusu fazla isinmaktan havaya uctu, sütcü limam agir yaralandi, alti gün sonra hastanede vefat etti.
Milli mücadelenin bu yigit insani, sirf ismi imam oldugu icin, sirf dini figür cagristirdig icin, hem sehit olan cakmakci Sait'in önüne gecirildi, hem de sehit gazeteci Hasan Tahsin'in yerine ilk kursun'u atan kisi gibi gösterilmeye calisildi.
Sütcu imam'in fotografi da yoktur.
Sütcü imam haberlerinde kullanilan "sarikl," fotograf, aslinda Sütçü imam' hic görmeyen bir ressam tarafindan yillar yillar sonra yapilmis hayali-temsili resimdir.”
Yılmaz Özdil, Son Cüret, S.127-128-129
0 notes
Photo
Tumblr media
Halife Abdülmecid oğlu ve kızı arasında küçük prenses Türk kostümleri içinde, İstanbul'da.
15 notes · View notes
rfsnyder · 4 years
Photo
Tumblr media
Halife Abdülmecid Efendi
28 notes · View notes
busrafalan · 4 years
Text
Nutuk
Atatürk Türkiye'sinde yaşayan biri olarak, Nutuk'u biraz geç de olsa okumuş bulunuyorum.
Sözlerime başlamadan önce belirtmek isterim ki kitabın günümüz türkçeleştirmesi çok başarılı. Hiç sözlük açma ihtiyacı hissetmeden okuyabildim. Konu bütünlüğünü kelimelere takılıp kaçırma gibi bir durum yaşamadığım için çok iyi oldu.
Nutuk'u değerlendirmek, herhangi bir kitabı değerlendirir gibi "şurası iyiydi" "burası kötüydü" şeklinde yapmamın imkanı yok. Kaldı ki herhangi bir tarih-siyasi-askeri eğitim almamış biri olarak böyle bir eser üzerinde derin analizler yapabilecek yetkinliğe sahip değilim. Benim yaptığım şey, bazı noktalarda göreceğiniz, günümüz siyasetine yaptığım birkaç atıftan ibaret. Nutuk'u okurken aldığım notların bir derlemesini sizlerle paylaşmak isterim.
Sözlerime ilk 200 250 sayfada oldukça uzun anlatılan İstanbul Hükümeti ile başlamak isterim.
İstanbul Hükümeti kendi çıkarlarını korumak derdine düşmüş, halkın bağımsızlığı için bir çözüm bulmaktan aciz, onun bunun mandasına girmeye dünden hevesli bir konumda. Bu durum karşısında Atatürk, halk çıkarlarını gözeterek İstanbul Hükümeti'yle sürekli bir iletişim kurma ve yol gösterme peşinde. Fakat aynı zamanda artık İstanbul Hükümeti'yle bir şey yürütülemeyeceğinin de farkında ve kafasında başka çözüm yolları var. Bu yüzden, İstanbul Hükümeti geçerliliğini kaybetmeden önce, Atatürk'ün başa geçilmesi konuşuluyor. Fakat Atatürk bunu bir ihtimal olarak bile değerlendirmiyor.
İstanbul Hükümeti'nden bahsetmişken size bazı kişilerce doğru olduğu inancında olunan bir palavradan bahsetmek isterim. Atatürk'ün Samsun'a çıkıp Kurtuluş Savaşı'nı başlatmasını güya Abdülhamit'in istemesi. Mustafa Kemal'in askeri ve siyasi başarısının bu şekilde içinin boşaltılmaya çalışılması nafile bir çabadır. Nutukta da belirtildiği gibi Abdülhamit "Asil bir ulusu utandıracak bir duruma düşüren sefil" dir.
Vahdettin'den sonra gelen halife Abdülmecid Efendi hakkında bir olayı paylaşmak isterim. Abdülmecid Efendi ilk halifeliği devraldığında Fatih gibi giyinmek, sarık takmak istemiş. Atatürk bunu uygun bulmayıp redingot veya istanbulin giymesini söylemiş. Bu kararı çok yerinde buldum. Umuyorum ki bu bakış açısına sahip insanlar çoğalacaktır.
Konu halifelere gelmişken TBMM'nin açılışından sonra tartışma konusu olan Hilafet hakkındaki notlarımı paylaşmak isterim.
Atatürk'ün Hilafet Hakkında Sözleri
"Halifeye dünyaya meydan okutmak ve onu bütün müslümanların işlerinde söz ve yetki sahibi kılmak düşüncesinde olanlar, bu görevi yalnız Anadolu'dan değil onun sekiz on katı nüfustan meydana gelen büyük müslüman topluluklarından istemelidir! Yeni Türkiye'nin ve yeni Türkiye halkının, artık, kendi yaşam ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur... Başkalarına verecek bir parçası kalmamıştır!"
"Müslümanları hala bir halife hayaliyle oyalamaya ve aldatmaya çabalayanlar, yalnız ve ancak müslümanların ve özellikle Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna kapılıp hayal kurmak da ancak ve ancak bilgisizlik ve aymazlık belirtisi olabilir."
İsmet İnönü'nün Hilafet Hakkında Sözleri
"Devlet adamı olarak hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayınız ki, hilafet orduları bu ülkeyi baştan başa harabeye çevirmişlerdir... Türk ulusu en acıklı sıkıntılarını halife ordusundan çekmiştir. Bir daha çekmeyecektir."
"Herhangi bir halife; gelenek, düşünce ve şekil bakımından, yönetime uyarak, üstü kapalı ve açık olarak Türkiye'nin kaderiyle ilgiliymiş gibi durum almak isterse, Türkiye devlet adamlarını ödüllendirirmiş, gönüllerini hoş edermiş gibi bir anlayışa düşerse, bunları ülkenin yaşamıyla ve varlığıyla taban tabana zıt sayacağız, hareketlerini vatan hainliği sayacağız."
Atatürk halifeliği kaldırmak istediği için son çare olarak Atatürk'e halifelik teklif edildi. Atatürk "anlamı ve işlevi olmayan asılsız bir sıfatı takınmanın gülünç olacağını" söyleyerek bu teklifi reddetti.
Atatürk ve destekçilerinin bu tutumu olmuş olmasaydı, biz hala, bir hiç uğruna, orada veya burada kan kaybetmeye, dini duygular ile sömürülmeye devam edecektik. Bu kan musluğunu kesmede emeği geçen herkese minnettarım.
İsmet İnönü hakkında özel olarak aldığım notlardan devam etmek isterim. Günümüzde İsmet İnönü hakkında birçok olumsuz söylenti yayılmaya çalışıldığı için ondan bahsedilen kısımları çok dikkatli okudum. Anladığım üzere Atatürk düşmanları Atatürk'ü hedef olarak alamayacakları için onun görüşlerine en yakın görüşe sahip olan kişilerden biri diyebileceğimiz İsmet İnönü'yü hedef alma "uyanıklığı" göstermişler. Bu, o dönemki kötü niyetli kişiler tarafından kullanılan bir şeydi fakat günümüzde hala kullanılmaya devam ediliyor. Tarihimizde önemli görevler üstlenmiş, birçok iş başarmış değerli birisini karalama çabası çok talihsiz ve üzücüdür. Bir kişi İsmet İnönü hakkında bir yargıya varmadan önce mutlaka Nutuk'u okumalıdır.
Atatürk'ü anlatmaya Atatürk'ün kendi sözleri ile başlamak isterim: "Halkı uyarma ve uyandırmaya ömrünü adamış insan."
Atatürk yine kendi demesi gibi, bağımsızlığı karakterinde birisi. Onun bu denli yüksek bir şahsiyet olmasında en önemli yapıtaşı. Kendi çıkarlarını düşünmeden, halkın çıkarlarını gözeten ve gerekeni yapan birisi.
Çok şaşırdığım bir özelliği ise muhalefete karşı sergilediği tutum. Nefret siyaseti yapmadan, yapanların seslerini susturarak. Her zaman halk için en doğrusu olması noktasında duran. Her siyasetçinin mutlaka feyz alması gerektiği fakat günümüz siyaseti gerçeğinden çok uzak bir noktada. En çıldırtıcı sorunlarda bile aklın ışığında açıklamalar ile olayları çözme yolunu seçen harika birisi.
Bu kadar eşsiz birine "Atamız" diyebildiğimiz için çok şanslıyız. Ve bu şansımızın değerini bilmeliyiz.
Atatürk'ün değerlerini daha çok yaşayabildiğimiz, yaşatabildiğimiz bir Türkiye Cumhuriyeti dileğimle...
1 note · View note
anadoluparsi-blog · 4 years
Photo
Tumblr media
İSTANBUL BOĞAZINDA BİR #ORYX Sultan II.Abdülhamid'in hazırlattığı Yıldız Albümleri'ndeki son Halife Abdülmecid Efendi koleksiyonunda rastladığımız fotoğrafın Yıldız Korusu'nda çekildiğini tahmin ediyoruz. Arkadaki dalların arasından #BüyükMecidiye / #OrtaköyCamii gözükmekte... (Yıldız Parkı) https://www.instagram.com/p/CDFEAIlBvCS/?igshid=t02tnl5jkr02
1 note · View note
ottomanladies · 5 years
Note
Can all of Abdulmecid I and abdulzaz children.
Abdülmecid I’s children
Abdülaziz’s: 
Yusuf İzzeddin Efendi (1857-1916), with Dürrinev Kadın
Fatma Saliha Sultan (1862-1941), with Dürrinev Kadın
Mahmud Celaleddin Efendi (1862-1888), with Edadil Kadın
Emine Sultan (1866-1867), with Edadil Kadın
Nazime Sultan (1866-1947), with Hayran-i Dil Kadın
Mehmed Selim Efendi (1866-1867), mother unknown
Halife Abdülmecid Efendi (1868-1944), with Hayran-i Dil Kadın
Mehmed Şevket Efendi (1872-1899), with Neşerek Kadın 
Esma Sultan (1873-1899), with Gevheri Kadın
Emine Sultan (1874-1920), with Neşerek Kadın  
Mehmed Seyfeddin Efendi (1874-1927), withGevheri Kadın 
Fatma Gevheri Sultan (1874-1875), mother unknown
Münire Sultan (1876-1877), mother unknown
14 notes · View notes
Photo
Tumblr media
A Painting of Last Caliph Abdulmejid Efendi, 1920 Son Halife Abdülmecid Efendi'nin Bir Tablosu, 1920. . . Love history? Become one of our patrons by pledging $1/month and support the historical gems we uncover on a daily basis. http://bit.ly/2CK2tWB #ottomanempire #ottoman #tarih #Allah #syria #palestine #türk #history #İstanbul #islam #osmanlı #photo #photography #photographer #photooftheday #picoftheday #picture #turkey #türkiye #love #painting #paint #ayasofya #malaysia #singapore #indonesia #pakistan #egypt #bosnia — view on Instagram http://bit.ly/2CrpDnm
4 notes · View notes
almila-katun · 6 years
Text
Cumhuriyet İmam Alinin (a.s.) Saltanat Muaviyenin yönetim biçimidir
Arı duru bir zihin,
Pîr u pak bir gönül,
“Allah rızası” tek gaye ile araştırın bakın aynı fikre varırsınız.
Daha henüz Resûlüllah’ın mübarek naşı ortada iken başlayan yanlış ve hatalardan ilham ve cesaret alan Muaviye’nin tertemiz İslam bünyesine zerk ettiği en büyük fitne tohumudur saltanat.
Ve saltanatın kaçınılmaz sonucu olarak da, bütün ahlaksızlıkların mecmuu/toplamı oğlu Yezid’i (aleyhi’l lane),
Ömürlerini Resûlüllah’a ve İslam’a vakfetmiş,
Tek gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olan,
Gerektiğinde malını ve canını din-i mübin İslam uğruna gözünü kırpmadan feda eden mümtaz sahabeye rağmen ve onlara inat Müslümanların başına dikmiştir, bela edilmiştir.
Bu fitneyi meşru göstermek için can atanlar hemen bir hadis ürettiler, “hilafet benden sonra otuz yıldır.”
Eee, bir konuda hadis varsa itiraz edilmez.
İtiraz edenler de;
Kâbe’nin yıkılıp yakılmasıyla Mekkeliler,
Meşhur “harre” olayıyla Medineliler,
Kerbela vahşetiyle de topyekûn Müslümanlar korkuya, suskunluğa kabule mahkûm edilmişlerdir.
Muaviye’nin saltanat anlayışı Osmanlı’ya ilham kaynağı olmuştur desek yanlış mı olur?
Tıpkı Merhum Gazi Mustafa Kemal gibi,
Müslüman toplumun;
Bütün çıkış yolları kapalı,
Ümitleri tükenmiş,
Fitnenin her yanı kuşattığı,
Fesadın her bireyi etkisi altına aldığı bir zamanda…
İmam Ali (a.s.) Müslümanların yegâne ‘Hacetler kıblesi’ olmuştur.
Hiçbir beşeri sistemin bile ömrü otuz yılla mukayyet değildir.
İslam gibi bir ilahî din hangi sebeplerle daha otuz yılını bile doldurmadan, fitnenin, kargaşanın, anarşinin kurbanı olmuş, ilahî değerleri hâk ile yeksan/yerle bir edilmiştir.
Bu husus araştırılmaya değer değil mi sizce?
Bir yerde yapılan koca bir yanlışın,
Yok edici bir hamlenin,
Kısaca gasp edilen bir hakkın kaçınılmaz sonucu değil mi?
Allah’ın son Resûlü,
O son Resûl’ün getirdiği, yaşayıp yaşattığı “en ekmel” son din,
O Resûl’ün rihletinden fazla değil 30 sene sonra içler acısı bir hale bürünüyor.
“Gadîr u Hum” denen mevkide “seni tebrik ederiz Ey Hasan’ın babası (Ali), Sen bütün müminlerin velisi, valisi, idarecisi oldun” diyenlerin daha dillerinin nemi kurumadan: “Seni tanımayız Ey Ali!” demelerinin bunda katkısı ne kadardır diye hiç düşündünüz mü?
İmam Ali (a.s.) cumhurun başıdır artık.
Cumhurbaşkanıdır.
Başka çıkış bulamayanların tek umududur İmam Ali.
Tıpkı Mustafa Kemal gibi.
Alın kıyaslayın.
Kıyas akıl kadar değerlidir.
Ben Şiî/Ehl-i Beyt ekolünün “akıl” ölçüsünü Sünnî ekolün “kıyas” ölçüsüne benzetirim.
Hatası bana ait.
“Birinci halife ne şura ile ne icma ile seçilmiştir” diyenler yerden göğe haklıdırlar.
O süreçte “Benî Sakife yurdunda” vuku bulanları “mal kaçırma” telaşına benzetenler de en az onlar kadar haksız sayılamazlar…
Aksini iddia edenlerin şuna da cevap vermesi gerekmez mi?
“Madem Hz. Ebu Bekr bütün ashabın icmasiyle hilafet makamına oturdu, niye ikinci halife Hz. Ömer de aynı yolla değil de, birinci halifenin -hem de hasta yatağında- nasbiyle hilafet makamına oturdu.”
Dahası; Son demlerinde “ümmetinin dalalete/küfre düşmemesinin reçetesini yazmak isteyen Resûlüllah’a: “Allah’ın resûlü hastalığın şiddetine bağlı olarak sayıklıyor, ne dediğini bilmiyor” deyip karşı çıkan Hz. Ömer aynı tepkiyi hasta yatağında Ebu Bekr’e göstermiyor, niye?
Sorgulama ne zaman suç kapsamına girdi ki?
Resûlüllah’ın -rıhletinden kısa bir süre önce- bizzat donattığı ve “git babanın intikamını al” deyip Bizans’ın üzerine yolladığı Usama b. Zeyd’in ordusunda birinci ve ikinci halifenin de -nefer olarak- olduğu bir vakıadır.
Resûlüllah’ın: "Üsame'nin ordusunu donatın. Ondan geri kalana Allah lânet etsin" (el-Milel ve'n-Nihal, c.1, s.29) ağır ikazına rağmen (birilerinin iddia ettiği); “Resûlüllah hasta yatağında iken O’nu nasıl bırakıp giderlerdi” diyenlerinin -O’nun mübarek naşı henüz sıcaklığını korurken- bu hilafet telaşı neye binaendi acaba?
Birinci halifenin (Hz. Ebu Bekr’in) seçiminde icma yoktur ve ikinci halife (Hz. Ömer) birinci halifenin nasbiyle halife olmuştur.
Bu konuda İmam Gazali “Sırr’ul Alemeyn ve Keşfi Ma fi’d Dareyn, sayfa 16-18’de şöyle der:
“Dolayısıyla icmaya ve icma ile sabit naslara aykırı olarak teviller üretmek bâtıldır. Eğer onun hilafetini kurtarmak için 'icma hâsıl olmuştu' derseniz, şüphesiz bu da doğru değildir. Çünkü onun hilafetinde icma yoktur. Nasıl olsun ki? Hz. Abbas ve evlatları, Hz. Ali ve zevcesi Hz. Fatıma ve evlatlarının hiçbirisi biat halkasında bulunmadılar. Dahası Sakife'de bulunanların bile birçoğu muhalefet ederek oradan ayrıldılar." (Prof. Dr. Haydar Baş, Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt s. 73-74).
İmam Ali (a.s.), iştirak ettiği bütün savaşları kazanmıştır, Gazi Mustafa Kelam de öyle.
İmam Ali (a.s.) asr-ı saadetin -saltanat öncesinin- halife cumhurbaşkanıdır, Gazi Mustafa Kemal de saltanat sonrasının.
İmam Ali (a.s.) dip yapmış toplumun tek çaresidir, dip yapmış Osmanlı’nın son çaresi Mustafa Kemal gibi.
İmam Ali’nin (a.s.) hutbelerinin toplandığı kitap “Nehcü’l Belağa/Aydınlık Yol”, Gazi Mustafa Kemal’in “Nutuk”.
Sırf bunlar bile aynı sulbün devamı düşüncesine delil olarak yeter.
Saltanat âşıklarının müzmin Muaviye aşığı olması,
İmam Ali (a.s.) dîvânelerinin aynı zamanda Gazi Mustafa Kemal’e meftun/tutkun olması yazımın sağlaması olsun.
Hak ve hakikatin adresi bu asrın Haydar’ına Prof. Dr. Haydar Baş’a selam olsun.
“Cennet mekân”
Sultan Abdülaziz’in oğlu son halife(!) Abdülmecid Efendi’nin aynı zamanda iyi bir ressam olduğuna delil son günlerin tartışma ve hatta kavga sebebi nü tabloları.
Nü: İnsan bedeninin çıplak olarak resmedildiği eserlere verilen isim.
Farklı ifadeler olsa da cennet ehlinin kıyafeti bugünün tesettürü gibi değilmiş.
Yani, demem o ki;
Hem “cennet mekân” ilan edeceksiniz hem de tesettürlü tablo çizmesini isteyeceksiniz.
Adamı cennetten kovarlar be…
#Atatürk #Cumhuriyet #İmamAli
Tumblr media
6 notes · View notes