Tumgik
#karşı devrim
siegram-com · 2 months
Text
CRISPR: Genetik Hastalıklara Karşı Devrim Gecesinde Çözüm
RISPR gerçekten genetik hastalıkların tedavisinde devrim niteliğinde bir teknolojidir. Bu gen düzenleme uzmanı, DNA’yı hassas bir şekilde değiştirme imkanı sunarak birçok genetik bozukluğun tedavisini umut ediyor. CRISPR’ın bazı önemli özellikleri ve sunulan potansiyel uygulamalar: Hassasiyet: esnek DNA dizilerini hedefleyebilme yeteneği Verimlilik: Geleneksel yöntemlere göre daha hızlı ve…
0 notes
onderkaracay · 3 months
Text
🎯 Kaybedenler, Kendilerine ve Yaptıkları Zulme Karşı Çıkanlara Kaybeder 🎯
0 notes
okuryazarlar · 11 months
Text
Tumblr media
Güzel insanlar, hayatın koşturmacasından kimi zaman iletişim kurabildiğimiz dostlar; Hepinizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun. Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öper, yakın yaşdaşları da sevgiyle kucaklarım.
Birkaç satır karalamak istedim bu kutlu günde.
Duruşumu ve hayata dair görüşlerimi az çok bilirsiniz. Kiminizle sohbetlerde, kiminizle yazışırken, kiminiz de paylaşımlar ile. Kim miyim? Okuryazar kurucusu ve yönetimini üstlenmiş biriyim. Üç kitap yazdım elimden geldiğince...
Başkaları gibi tatlı su orta yolcusu değilim. Aman bak, her iki kesime de hitap et yaptığın işler olmaz, tutmaz diyenlere de hiç ama hiç itibar etmedim. Elim kalem tuttu, anlatacaklarım vardı, bu kadar.
Birçok yeni jenerasyondan arkadaşım dostum var çevremde ve listemde. Bizler 90'lar kuşağındayız genç kardeşlerim. 21 yıldır bambaşka bir Türkiye yaşıyoruz. Sizler bu akvaryumun içinde büyüdünüz ne söylenirse o sanıyorsunuz tarihi, olan biteni ve maruz kaldığımız yaşantıyı.
Zaman zaman toplumsal olaylarla tepkimizi versek de çoğunluğun gücüne sahip olanlar bunu bastırdı biliyorum. Kimi zaman umutsuz, kimi zaman bezgin bıkmış halde savrularak yaşamını idame ettiren vatandaşlar oluverdik. Hayat kavgasında ülkede neler oluyor, yönetim neler yapıyor sorgulama yapamadık. Kimimiz güce karşı koyamadı, kimimiz yoğun algıya ve devamlılık karşısında havlu attı ve saf değiştirdi.
"Biz varız ve buradayız” dediğimiz sürece, yaşayacak Cumhuriyet'in son neferleriyiz belki de. Bunu unutmayın. Bizler geldik, geçiyoruz. Gelecek kuşaklara bir Cumhuriyet mirasımız. Günlük siyasi tartışmaları bir kenara bırakıp sıkı sıkı değerimize sahip çıkın. Bizim sahip çıkmamız yetmiyor çünkü onca algıya maruz kalan genç beyinler size görev düşüyor.
Atatürk’ün bıraktığı yerden, daha iyisini yapma gayretiyle, yılmadan, devrime inancımızı yitirmeden, cesaretle yürümeliyiz karanlığın üstüne.
Bu sizin ve gelecekte yetiştireceğiniz çocuklarınızın ellerinde.
Sizler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının bize armağan ettiği Cumhuriyet'in değerini kavrar ve peşinden koşarsanız işte o zaman kutlarken mahçup olmayacağımız nice bayramlarımız olacak.
Önder Deniz Çavuşlar
76 notes · View notes
endergelisenataklar · 5 months
Note
deniz gezmis hakkinda soylenilen terorist, polis öldürdü, asker öldürttü, filistinde gerilla egitimi aldi sozleri dogru mu, yani bir kisim inaniyo bir kisim inanmiyo ama dogru bi tanedir ortada illaki kanit da vardir. eger gercejten boyle bisey varsa biz neden savunuyoruz yoksa da onlar niye ortada kanit yokken bunlara inaniyolar. bence bu konuya aciklik getirecej tek kisi sensin bu uygulamada
yani elbette kabul edenler etmeyenler olur. bugün solcu birinin ölüm yıldönümü kutlanır, sağcılar direkt teröristti yaftasını yapıştırır. yarın sağcı birinin ölüm yıldönümü kutlanır, solcular aynı argümanları türetir. kendi şahsım olarak hayatım boyunca insanları hep doğruları ve yanlışlarıyla ele aldım. asla ama asla hiçbir mesleği, ideolojiyi, statüyü, kişiyi, kurumu, kutsamadım. elbette, sevdiğim saygı beslediğim oldukça şey veya şeyler oldu. ama kutsamak, kutsal görmek apayrı bir husus. deniz gezmiş'e gelirsek; adam yaralamıştır, adam kaçırmıştır, banka soymuştur, silahlanmıştır ama silahlanmanın yanlış bir şey olduğunu daha sonra kavramıştır. ama tek bir kişinin canına dahi kastetmemiştir. bunların belli başlı, kiminin haklı, kiminin haksız diyebileceği sebepleri vardır. bu kısımları kendince araştırıp, yorumlayabilirsin. benim bakış açıma gelirsek, kendisi dönemin amerikan sevicilerine karşı antiemperyalist bir tavırla karşısında durmuş ve bütün ömrünü türkiye'nin bağımsızlığına adamıştır. bunu yaparken doğruları olmuş mudur, evet. yanlışları olmuş mudur, ona da evet. ama kısacık ömrünü ülkenin bağımsızlığına adayan biri terörist olamaz, kimse kusura bakmasın. adamı ipe götüren herkes, bir yerlerde milletvekili, belediye başkanı, parti başkanı vs. oldu. zamanında pek tabii o da aynı yolu seçebilirdi. ama yapmadı. ideali uğruna ömrünü feda ettiği için bile saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. bugün mesela celal şengör çıkıp adama "eşkiya" demiş. bunu diyen adam kenan evren'in mezarına çelenk yollayan adam. kendisini sever sayarım ama abi hiç sormazlar mı deniz gezmiş eşkiya oluyorsa kenan evren ne oluyor diye? ona bakılırsa mustafa kemal de padişaha karşı gelip, silahlı bir devrim yaptı. dünyanın her yerinde neredeyse bütün devrimler böyle olur. bunu diyen adama sistem yalakası oportünist derim. başka bir şey diyemem. amerika'nın 6. filosunu deniz gezmiş ve arkadaşları yurttan kovmak için eylem yaparken önlerine dikilenler daha sonra 6. filoya secde ettiler bu ülkede. bununla celal şengör'ün elitist çözüme inanan ve dolayısıyla mandacılığa dahi sıcak bakan birinin çelişkisini kabul etmek akıl dışı kalıyor. bir diğer şey de cehalet. devrim, devrimci, antikapitalizm, antiemperyalizm nedir bilmeden banka soydu, adam kaçırdı demek. abi ne olacaktı? devrim pub'larda konser verilerek yapılmıyor maalesef. köleliğini ve adaletsizliği kanıksamayan insanların isyanı, teröristlik veya eşkiyalık değildir şahsen. banka soymuş, okul basmış, devletle çatışmış: literatüre bakarsan eşkiya da dersin, terörist de, evet. peki ama bunları neden yapmış bu adam, devlet eliyle yapılan bir haksızlığı düzeltmek için mi? ezilen kesimin daha çok refah yüzü görmesi için mi? karşınızda yanlışını kabul etmesini istediğiniz taraf devlet olunca, hukuki yollarla mücadele etme imkanı kalıyor mu? bu açıdan bakınca da, bir kahraman çıkıyor ortaya. dediğim gibi aynı tabloyu, atatürk ve benzeri başka liderler için de çizebiliriz, atatürk kimine göre diktatör kimine göre bir ulusu yoktan var eden bir adamdı. hangisi doğru peki? devlet denen kurum yozlaşmaya her daim müsait olmuştur, halk olarak bizlere düşen, onu takip etmek, koyun gibi sırıtıp, vatan millet devlet diye yüceltmek yerine, gerektiğinde tepki gösterebilmektir. atatürk tam da bu yüzden bursa nutkunu söylemiştir bizlere yani gençlere. kısaca, her devlet böyledir. ve bütün halklar, gerektiğinde devletin onlardan üstün olmadığını hatırlatmalıdır. devlet asayişten ve pembe tablolardan yana olup, her sorunu örtbas etme peşinde olsa bile, büyük tepkilere suskun kalamaz. bu haydi anarşik olalım demek değil. farkındalıklı ve bilinçli olalım demektir. bu yolda da deniz gezmiş benim için bir figürdür.
18 notes · View notes
yasamsallik · 8 months
Text
Tumblr media
Atatürk diyor ki;
"Devlet, halkın huzurunu, ülkenin asayiş ve müdafaasını sağlamak için; demir yolları, limanlar, deniz araçları, telgraf ve telefon, tarım ve hayvancılık, her türlü nakliye araçları, sanayi ve ülkenin yer altı yer üstü servetiyle yakından ilgilenmeli, onları korumalıdır.
Bu değerlerin korunması, ülke yönetiminde ve savunmasında, toptan, tüfekten ve her türlü silahtan daha önemlidir.
Devlet ve millet, hayat ve bağımsızlığını, kendi kaynağına, yani kendi üretimine dayandırmalıdır.
İşte, asıl büyük önlem budur.
Millet, kendi üretiminden daha çok tüketmemek ve ihtiyacından fazla istememek zorundadır.
Bin belaya karşı koyup, bin musibetle meydana çıkan milli varlık, yalnızca milli geçimini düzenleyememek yüzünden, bir daha tehlikeye düşürülmeyecektir.
Büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan yeni bir çağa götürdük. Birçok eskimiş kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı olduğu ve fırsat bekledikleri, unutulmamalıdır... Devrimin yasası, var olan bütün yasaların üzerindedir.
Bizi öldürmedikçe, bizim düşüncelerimizi boğmadıkça, başladığımız devrim bir an bile durmayacaktır.
Devrimin, içeriden ve dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir."
Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK.
25 notes · View notes
yurekbali · 4 months
Text
Tumblr media
- Nâzım'ın Bavulu - Nâzım’ın bavulunda ne var? Bunu bilmeyecek ne var? Dünya var, dünyanın derdi var, büyük insanlık var. İnsanın bütün hâlleri var. Eski var, yeni var, ileri var. Kavga, sevda, hasret, gurbet, karşı kıyı memleket, “memet memet” var. Baskı, zulüm, ihanet zaten var. “Hoş geldin bebek yaşama sırası sende” dediği şiirinde ne varsa, onun hayatında da o var. Arkadaşı, yoldaşı Vâlâ Nureddin, kısaca Vâ-Nû ile ulusal kurtuluş savaşına katılmak üzere İnebolu’dan Ankara’ya bazen eşek sırtında, bazen yürüyerek giderlerken yolda yazdıkları şiiri hep taşıdı Nâzım Hikmet: “Alnımızda yanar gençliğin tacı.” Kalbi genç, eli genç, yumruğu genç, ruhu genç, kafası genç, şiiri genç, kavgası genç... O, “Yol Türküsü”nde dediği gibi yaşadı, “Yorgunluğun anasını satarız.” Bütün çağlarında devrimciydi; 20 yaşında da, 40 yaşında da, son yaşında da. Ne mutlu ona ki, devrimler çağında yaşadı. Türk Devrimini de gördü, Bolşevik Devrimini, Çin Devrimini, Küba Devrimini de. Anday’ın “(d)ünyada geçirdim çocukluğumu” demesine benzer, “devrimlerle yaşadım hayatımı” diyebileceği zamanlarda yaşadı. Bavulu ise bir açık bir kapalı oldu. Hep hazır tuttu. Sanki savaşa, kurtuluşa, devrime, seferberliğe çağrılacakmış gibi. Çağrıldı da. Memleketini sever gibi memleketinin hapisanelerini de sevdi. O hapisaneler ki, onun arka odası, çalışma evi, işliği, okulu gibiydi. Memleketinden insan manzaralarıyla da çoğun oralarda karşılaştı, tanıştı, şaşırdı, hayran oldu, korktu. “Topraktan öğrenip/ kitapsız bilen”ler de onlardı, “Hoca Nasreddin gibi ağlayan/ Bayburtlu Zihni gibi gülen”ler de. “Toprakta karınca,/ suda balık,/ havada kuş kadar çok” ve “korkak,/ cesur,/ cahil,/ hakim/ ve çocuk” olanlar da. Adı hiç eskimeyen mavi bir deftere yazıldı Turgut Uyar tarafından ve ‘Büyük Gurbetçi’nin defteri oldu bu. “Ve elleri öyle büyük işler için/ hazırlanmıştı ki devin” gurbeti de büyük olacaktı, hasreti de. İçindeki hiçbir şeyi susturmadan yaşadı o da. Bir senfoni orkestrası gibi. Devlet senfoni orkestrası değil, diyalektik senfoni orkestrası. Çoksesli, çokrenkli, çoksevinçli, çoközleyişli, çokdirençli, çokiçli, çokkederli... Ancak vicdanından kaçan insan, kaçak sayılır. Nâzım Hikmet ülkesinden ayrıldı ama vicdanını terk etmedi, hep onunla yaşadı, eyleminde de, şiirinde de, özleminde de asıl devrimin vicdanlarda olduğunu hiç unutmadı. Yoksa anavatanında da kolaydı işi, devrimin ilk yapıldığı ama sosyalizmin gerçekleşmediği Sovyetler Birliği’nde de. Daha devrimin önderi Lenin hayattayken başlayan iktidar kavgasında güçlünün değil, haklının yanında yer aldı Nâzım Hikmet. Bürokratik sosyalizmin en beter suçlama ifadesi olan ‘troçkist’ yaftası da ömrü boyunca yakasından düşmedi. Dolu yaşamlar, deli kafalar ister. Deli kadınlar, deli adamlar ister. Ancak gelişkin bir kafa içeriyi dışarısı gibi yaşayabilirdi. 60 yıllık bir yaşamın 20 yıldan fazlasında memleketinin hapisanelerinde ağırlanan bu sevdalı bulut, yalnızca kendisinin değil aşkın da en güzel şiirlerini oralarda yazdı. Hem de en hakikisinden: “Bir de kim bilir/ sevdiğin kadın seni sevmez olur/ ufak iş deme/ yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir/ içerdeki adama.” Nâzım Hikmet: Gayriresmî şairlerin birincisi. Her türlü iktidara karşı oldu, devrimin başkentinde bile huzur bulamadı. Böyle bir dünyada bir devrimcinin, bir şairin huzur bulması da biraz tuhaf olmaz mıydı zaten? Varsın bulamasın. Nasıl olsa memleketin de dünyanın da saat ayarı olacağı yok. Hem biraz da huzur bozmak gerekmez mi? Şair dediğin huzurda el pençe divan duran değil, divan kuran, gerekirse de divan bozan kişidir.
“Kırk şair birden olsam, yazamam bir hevesi” diye yazmıştım, 40 yaşındaydım. Bu 20 yılda Nâzım Hikmet’in şiirlerini defalarca okudum, hakkında çıkan kitaplara yenileri eklendi, seminerlerde, derslerde şiirini, yaşamını, kavgasını, aşklarını anlattım. Anlattıkça da öğrendim. Yazmak gibi anlatmak da öğretici bir şey. Böyle böyle anladım ‘büyük insanlık’ın şairi Nâzım Hikmet’in de bir ‘büyük insan’ olduğunu. Kırk şairin şiirini yazdığını, kırk şairin hayatını yaşadığını, kırk devrimcinin çilesini çektiğini ve kırk âşığın yerine sevdiğini. Şiir yazan birisi bir şairin şiirine, hayatına heves ediyorsa bu ancak Nâzım Hikmet’in şiiri ve yaşamı olabilir. Bunu elbette dünya görüşüne, sosyalizme inancına bakarak da söylüyorum. İnsanlığın kurtuluşunun sosyalizmde olduğunu düşünen ve tüm yapıtını bu düşünce, inanç ya da daha iyisi bu düş yolunda oluşturan bir şairi, hem şiirine hem yaşamına baktığımızda ‘sözünün insanı’, ‘sözünün şairi’ olarak niteleyebiliriz. Romantik bir komünist. Devrime inancında, sosyalizme bağlılığında, şiire adanmışlığında ve kadınlara duyduğu aşkta hem romantik hem komünist olarak, ‘heves’ ettiğimiz bir insan, bir yoldaş. Bavulunda ‘heves’ duruyor, paylaşmak, ortaklaşmak, çoğaltmak için. - Haydar Ergülen, Nâzım’ın Bavulu (Şairin Bavulu / Portreler) - Fotoğraf: Walter Mori (Nâzım Hikmet, Uluslararası Yazarlar Kongresi, İtalya-Floransa, Mart 1962) - Fotoğraf Düzenleme, Renklendirme: Enver Gezmiş
8 notes · View notes
veganlogicdinamo · 9 months
Text
KARŞI DEVRİMİ PÜSKÜRTMEK
📌 Karşı devrim için militan yetiştiriliyor.
📌 Karşımızdaki manzara bir yıkım manzarasıdır. 
📌 Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye’de çözülmesi gereken birçok büyük sorun var ancak en öncelikli hedef, siyasal İslamcı karşıdevrimi püskürtmektir!
9 notes · View notes
judasizm1 · 10 months
Text
Hayvan severim; kedi, köpek, at, maymun, solucan vs vs hepsini severim, yaşamlarına büyük saygım vardır..
Hayvanlardan özür dileyerek aşağıdaki hayvanlara hiç sempatim, sevgim yok. Tam tersine bu Dakota'lı hayvanlardan nefret ediyorum..
Tumblr media
G..tün büyük diye cürmün de büyük sanıyorsun; yarın çık "karşı devrim" yap da bize fırsat ver.. Haydi..
Biz kim miyiz?
Biz Cumhuriyet Çocuklarıyız, sizin gibi O.Ç. (Operasyon Çocuğu) değiliz..
15 notes · View notes
etaali · 1 month
Text
Tumblr media
*🔴SONDAKİKA*
İslam Devrim Muhafızları :
Sadık Vaad operasyonunun gerçekleştirilmesindeki gecikme ne korkudan, ne arabulucuların sözlerinden, ne de ateşkes müzakerelerinden kaynaklanıyor.
Topyekün bir savaşa, hatta Amerika ile karşı karşıya gelmeye hazırlanma gibi tek bir nedeni var
Son birkaç gündür yapılan tatbikatlarımızın nedeni budur..
5 notes · View notes
okusana-org · 3 months
Text
Bebek Asya Fillerinin Baş Düşmanına Karşı Devrim Niteliğinde Aşı
Dünyada ilk kez uygulanan mRNA aşısı, yavru Asya fillerinin en büyük katiliyle mücadelede umut vadediyor. 🐘💉 #FilKoruma #mRNAAşısı
3 notes · View notes
onderkaracay · 4 months
Text
🎯 İNSANLIK DEHASI KARŞISINDA KİNLER BİR ARAYA GELECEK 🎯
0 notes
doriangray1789 · 11 months
Text
KEMALİZM..(2 Haziran 2021 de yazmışım)
-KEMALİST ANLAYIŞ VE İDEOLOJİ...
Kemalizm, adını 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkesi sonrasında, Anadolu'nun işgal edilmesine karşı verilen milli direnişin önderi Mustafa Kemal'den almıştır... "Kemalist" sözcüğü ingilizlerin o devirlerde asağılama amaçlı kullandığı bir terimdi, simdi de Kemalizm bu kalıba sokulmaya calışılmakta. fikir özgürlüğünün yılmaz savunucuları da nedense Kemalizm denince duraksıyor afallıyor, istemezük tavırlara bürünüyorlar. her seyi tartışalım, her fikre yer verelim diyenler şeriat hilafet yeni osmanlıcılık 2. cumhuriyet maşallah ne varsa akıllarda yer edinsin alışılsın diye orada burada tartışırken kemalizmden neden bu kadar korkar oldular acaba? Kemalizm - demokratik ve sürekli çağdaşlaşmaya yönelik ideolojiler bütünüdür. Türkiye'de Mustafa Kemal ve Kemalizm odaklı bölünmenin sınırları artık çok net.Ben bu sınırları üç ana başlıkta tanımlıyorum.Türk siyasi haritasını, bu üç başlık üzerinden değerlendiriyorum. 1.Başlık; Mustafa Kemal'e sevgi ve saygı duyan ama Kemalizm'e mesafeli duran kesim. - Atatürk'ü memleketin kurtarıcısı olarak görüyorlar ama Kemalizm ilkelerine karşılar. -Cumhuriyet ile ilgili tavır sahibi değiller ama demokrasinin tanımında dahi takılıyorlar. -Ulusçuluğa karşı değiller ama kendi anladıkları daha katı milliyetçi ve yayılmacı anlayışa sahip bir ulusçuluk fikirleri var. 2.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem de Kemalizm'e karşı olanlar. -Halifelik ve padişahlığı kaldırdığı için sevgi ve saygı duyabilmeleri söz konusu bile değil. -Sekülerizm, onlar için İslam'a savaş aşmış Jakoben ordusunun fikriyatı. -Ümmetçilik fikri dururken Ulusalcılığı savunmak şöyle dursun, dikkate almaları bile olanaksız. 3.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem Kemalizm'e sahip çıkanlar. -Büyük ölçüde Türk devrim ve ideolojisini yekpare sayarlar. -Yaşadıkları topluma en uygun siyasal, sosyal ve ekonomik yaklaşımın, Kemalizm olduğunu savunurlar ama bu savunuşun doz'u ikinci bir fikri dinlemek konusunda onlara dezavantaj sağlar. -Bir kısmı Mustafa Kemal'i ve Kemalizm'i olduğu gibi, bir kısmı olması gerektiğini düşündüğü gibi, bir kısmı olmasını istediği gibi, bir kısmı olmadığı hali ile algılar, anlatır ve savunur. -Çok büyük kısmı, Mustafa Kemal'i (benim gibi) eleştiremez. devrin hal ve şartlarını iyi analiz etmelk gereklidir Türkiye'nin son kırk yılını, yüzeysel olarak bile incelerseniz karşınıza merkez sağ parti ve bu partilerin iktidarları çıkacaktır. Türkiye çok uzun süre, yazının 1.Başlığında özetlediğim bakış açısına sahip iktidarlar tarafından yönetildi. Fakat sağ, sol'un imha edilmesinden sonra ilginç bir reaksiyon gösterdi. Sivrilmesi ve keskinleşmesi için gerekli koşullar ve taraflar olmamasına rağmen, sağ tekrar sağ sapma gösterdi.Bu sapma tabii ki doğal bir yöneliş değildi. Türkiye'de 68 kuşağının sosyalist fikrini inceleyin ve günümüze bakın. Göreceksiniz ki sol bile sağ sapmış!****DAHADA SAPACAK**** demedi demeyin
Merkez sağ'ın hızla tekrardan sağ sapması, merkezden uzaklaşması ve yazının 2. başlığında özetlediğim yaklaşıma oturması gerekiyordu.
Bu ikamet değişikliğinin olması için ne gerekiyorsa yapıldı ve başarı sağlandı. Fakat dikkatinizi çekerim, Türkiyede ki siyasi konjonktür her ne olursa olsun Mustafa Kemal ve Kemalizm tarafında, kısmen tarafında veya karşısında saf tutuyor!
Sağ, yeni bir kulvar veya ideolojik yaklaşımı sağlayacak entelektüel birikimden oldukça yoksun. Dönüp dolaşıp varlıklarını, kimliklerini, duruşlarını, ifadelerini yine Mustafa Kemal ve Kemalizm karşıtlığı üzerinden izah etme yoluna gitmek zorunda kalıyorlar.Bu noktada hayati bir tezat mevcut. O da şu; Kendilerine ait pozisyonu, tarihten silmek istedikleri Mustafa Kemal ve Kemalizm üzerinden belirliyorlar.
Bakın Türkiyede sol, bu kadar aciz değildi!Sol, kimliğini kendi argümanları ile ama eksik ama yanlış tanımlama başarısı göstermiştir. '' Peki Kemalizm nedir? '' üç yazıdan oluşacak olan bilgisel serisi ile izah edeceğim.
Fakat başka bir soru ile başlayalım.
Kemalizm ideoloji midir? İdeolojiler, toplumsal gereklilikleri bir çeşit öğreti ile karşılama yoluna giden, kişi ve kurumların davranışlarına yön verebilen, kendi içlerinde tutarlı düşünce sistemleridir. Kemalizm, bu anlamda geri kalmışlıktan kurtulma istemi ile '' çağdaş '' bir toplum özlemine yanıt vermeyi amaçlayan ilerici bir ideolojidir. Kemalizm '' ilerici '' bir ideolojidir!Değişen koşulları dikkate alarak, sürekli ve rasyonel bir yenilenmeyi ve bu yenilenmenin ilkelerini içerir.
Türkiyede ki Kemalist'ler acaba değişen koşulları yeteri kadar iyi analiz edebiliyorlar mı? Ben hala '' Köy enstitüleri açılmalı. '' söyleminde bulunan bir sürü Kemalist ile karşılaşıyorum.
Köy enstitüleri dönemin koşullarına göre bence çok başarılı bir modeldi.
Türkiyede her başarının bir cezası olduğu gibi bu başarıyı da cezalandırdılar ve bitti. İki nedenden dolayı bence Atatürkçülük yerine Kemalizm terimi kullanılmadır;
1-)Atatürkçülük artık şemsiye olamayacak kadar çok yıpratıldığı için.
2-)Kemalizm uluslararası dile girdiği için. Kemalizm ideolojisinin temeli, Mustafa Kemal daha genç bir subayken kafasında oluşmaya başlamıştı.
Erzurum kongresi öncesinde, 8 Temmuz sabaha karşı Mahsar Müfit Kansu'ya aldırdığı notları biliyoruz;“Zaferden sonra şekli hükumet cumhuriyet olacaktır. Bu bir...İki, Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır.Üç, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.” Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. Şaşkın “Darılma, ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dediğinde de, Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz...Beş,Latin harfleri kabul edilecek.”
Olayın gerisini Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatıyor: “Paşam kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile ‘Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter’ diyerek defterimi kapattım.”
7 notes · View notes
baybaykus · 11 months
Text
BİRKAÇ PUŞTA ÂCİLEN DUYURULUR!
Birkaç puştun, tiksinti verici iğrenç ağızlarıyla Atatürk'ü anmamalarına kızmıyor ''İtin biri'' deyip geçiyorum!
Türk milletinin bu büyük bayramını kutlarken, hazır yeri gelmiş düşüncesiyle de birkaç zibidi puşta bazı hatırlatmalarda bulunmak istedim.
Televizyon ekranlarından, baykuş gibi tünedikleri ''oturak taşı vâri'' iğrenç gazete köşelerinden kuduz mikroplu salyalar dökerek yeni yetişen nesillerimize Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı aşılayan soy özürlü, lânet suratlı besleme kargaların aşağılamaya çalıştıkları Büyük Türk Gâzi Atatürk, aşağıda okuyacak olduğunuz şekilde Allah’ın milletimizin kurtuluşu için görevlendirdiği bir büyük kahramandır.
''Bu soysuzların Atatürk düşmanlığı nereden geliyor?'' derseniz;
Atatürk düşmanlığı bunlara İngiliz ve Yunan'dan yâdigâr kaldı.
Çünkü bu soysuzların dedeleri Kuvayı milliyecilere karşı İngiliz ve Yunan'ın yanındaydılar. Birçoğunun dedeleri ise İngiliz zabitleri kahve içmek için evine davet edip, kahveler içildikten sonra İngiliz zabiti hanımıyla baş başa bırakıp evinden ayrılıyordu.
O BİRKAÇ PUŞT BURAYI İYİ OKUSUNLAR!
II. Abdülhamit döneminde Şeyh-ül İslamlık yapmış ŞEYH RAMİ BABA, 1930 yıllarında, KAHHARİYE okunması için bir kasabaya davet edilir. Yani ‘’Ya Kahhar- Ya Kahhar- Ya Kahhar’’ diyerek Kahhar zikri çekilecektir.
BU KISACA ŞU DEMEK OLUYOR;
Helâk olması için Atatürk’e topluca beddua edilecektir . Kahhariyenin okunacağa yâni bedduanın edileceği sabaha çok kısa bir zaman kala Şeyh Efendi bütün niyetleri altüst eden bir rüya görür ve gördüğü bu rüyasında "Peygamber Efendimiz, dünya üzerinde eli ile işaret ederek burayı şuna verin." buyuruyorlar.
Peygamber Efendimizin;
Burası dediği yer Türkiye'dir.
Şu dediği kişi de Mustafa Kemâl'dir.
Bu rüya üzerine Şeyh Rami Baba Atatürk'e beddua için kendisine yapılan daveti kabul ettiğinden dolayı fazlasıyla müteessir olur. Büyük bir utanç ve hüzünle yatağından kalkıp giyinerek kimseye haber vermeden gizlice evi terk eder.
1938 de Atatürk’ün ölümü dolaysıyla İran'ın Tahran Gazetesinde yayımlanan bir yazıda şöyle söylenilir;
‘’Allah bir millete yardım etmek ve elinden tutarak yok olmaktan kurtarmayı murat ederse o milletin başına M. Kemâl gibi bir deha lider getirir’’
ABD'li tarihçi, Prof. Dr. Justin McCarty der ki;
"Atatürk olmasaydı, Türk belki Özbekistan'da olurdu, ama Trakya ve Anadolu'da kalamazdı. 100 yılın sonunda tüm civar büyük coğrafyadan sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya Ovası'ndan sürülmeleri ve atılımları ne kadar sürerdi sanıyorsunuz? Ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Mustafa Kemal sadece ülkeyi kurtarmadı, Türk neslini de kurtardı!"
Hintli Mahatma Gandi ise;
''Mustafa Kemâl İngilizleri yenen kadar, Tanrı’nın dahi İngiliz olduğunu zannederdim'' der.
ABDÜLHAMİT’İN TORUNU DİYOR Kİ;
''Bir şeyi sakın sakın unutmayın!
Eğer Mustafa Kemâl Paşa olmasaydı hiçbirimiz olmazdık.
Yaptığı devrim belki Hanedan için kötü oldu ama Türkiye bugün O’nun sayesinde var. Siz, ben, hepimiz varlığımızı Mustafa Kemâle’ borçluyuz’’
Neslişah Evliyazade ‘’Vahdettin’in torunu olarak Atatürk’e âilece kızgın mısınız?’’ sorusuna verdiği cevap;
"Asla Atatürk'e düşman ya da kızgın değiliz. Belki Osmanlı hanedanının sonu oldu ama Türk halkının da kurtuluşu oldu" şeklindedir.
İTLERE- BİTLERE KÜPE OLSUN!
Cemal Kutay M. Âkif Ersoy'a;
İstiklâl Marşında, "Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın-
Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın." diye çok kesin bir iddiada bulunuyorsun. Sen, İstiklâl Zaferine bu kadar kesin bir şekilde nasıl inandın ki? diye sorar.
M. Âkif Ersoy'un cevabı ise;
"Başımızdaki Mustafa Kemâl isimli adamı kim görse İstiklâl Savaşının zaferle biteceğine inanırdı." şeklinde olur.
Her ikisinin ve de bütün şehitlerimizin ruhları şâd olsun.
EY BİRKAÇ PUŞT!
Atatürk gibi bir güneşi iğrenç dillerinizde ki İngiliz, Yunan çamuruyla sıvayarak, O'nun tükenmez ziyasını söndüreceğinizi mi sandınız?
Yarın 29 Ekim,
Yarın Cumhuriyetin kurulduğu gün,
Yarın şerefli Türk milletinin bayramıdır.
YARIN HER YIL OLDUĞU GİBİ;
Bazı soysuzlar çıkıp milletin bayram neşesini sabote etmeye, ordubozanlık yaparak gölge düşürmeye kalkışacaklardır.
Bu onlar için normaldir!
Cibiliyetlerinin gereğini yapacaklar,
Ağız dolusu salya dökeceklerdir elbet.
Aşağıdaki 29 Ekim 2013 de yazdığım ''İnşallah ölümleri de bir 29 Ekim günü olur'' başlıklı yazımı da lütfen okuyunuz!
İNŞALLAH ÖLÜMLERİ DE BİR 29 EKİM GÜNÜ OLUR!
Yazımın hedefindeki şahıs, kendisini zirveye oturtan Türk milletinin kurmuş olduğu devletin kuruluş günü olan her 29 Ekim geldiğinde hastalanıp rapor alan utanmazın en sinsi olanıdır.
Ne tesadüf be!
Adamın biri yedi yılda tam beş kere hasta olup rapor alıyor!
Tesadüfün bir katmerlisi de, tümünün de 29 Ekim'e denk gelmesi!
Peki ne var bu günde?
29 Ekim günü bu kadar uğursuz mu ki?
Kimine göre o kadar uğursuz bir gün ki;
Cumhuriyetin kuruluşuna duydukları büyük kinle önce ateşleri yükseliyor, arkasından bir mide bulantısı ki sormayın gitsin, gören de hamile kaldı AŞ ERİYOR sanacak!
Ve sonra doktor raporu.
O raporu veren doktor, mesleğini suistimal etmiyor mu?
Bal gibi ediyor çünkü sağlama çürük raporu yazıyor.
İnşallah ölümleri de bir 29 Ekim günü olur da,
Aynı doktor bu sefer kendilerine ''ölüm raporu'' verir.
Bizler de çifte bayram yaparız!
28 Ekim 2023
ORHAN KILIÇOĞLU
5 notes · View notes
aynodndr · 7 months
Text
Tumblr media
GÖZLERİ ÖFKE/ GÖZLERİ BELA…
Gözleri öfke/ gözleri bela
Gözleri isyan
Gözleri zulme karşı sıkılı iki yumruk gibi bakan
Gözleri zindan
Zindanlarda yıldız ve ay ışığı toplayan iki kadın militan
Gözleri hasret/ gözleri umut
Gözleri gözlerime sarılmaya ramak kalan
Gözleri insanlık kadar eski ve bakıştığımız an kadar yeni
Gözleri sevdalı bir bakış ve göz göze gülüşlerin bileşkesi
Gözleri içli bir türkü/ ve yağmurlu ve ağlamaklı bir akşamüstü
Gözleri hazan/ gözleri yaprak yaprak dökülen orman
Gözleri göz göre göre birbirine yanıp tutuşan bir adam ve bir kadın…
Heey canımın içi
Sus… Öylece kal
Gözlerin gözlerime karışıyor…
Gözleri bahar dalı -göğün mavisine uzanan-
Gözleri kavgalardan ve rüzgârlardan sıyrılıp gelen dingin bir an
Gözleri aşk -aşk ile ayrılığa meydan okuyan-
Gözleri bi dünya çocuk -dünyayla evcilikler oynayan-
Gözleri sevinçli bir bayram öncesi
Gözleri güzel günlere gebe bir devrim müjdesi
Gözleri bir içim su -göz pınarından kana kana içtiğim-
Heey canımın içi
Gözlerin ömür/ gözlerin yürek atışımın en hızlı ritmi
Seviyorum seni dünya kadar eski ve yaşadığım an kadar yeni
Sus… Öylece kal
Gözlerin gözlerime karışıyor...
Haziran-Ağustos 2019/ Savaş Karaduman
3 notes · View notes
oyunailesi · 8 months
Text
DoTA ve LoL neden çok oynanıyor?
Biliyorsunuz ki oyun sektörü özellikle son zamanlarda oldukça popüler bir hal almış ve çeşitlenmiştir.90'lı yılların sonunda pek bir çeşit olmamasına rağmen ortaya çıkan pek çok oyun devrim niteliğindeyken şu zamanda farklı çeşitte onlarca oyun olmasına rağmen hiç biri devrim niteliğinde kabul edilmiyor.Bu söylediğime en iyi örnek olarak sanırım DoTA (Defend of The Ancients) ve LoL(League of Legends) gösterilebilir.Bu iki oyununda çıkış tarihi nispeten eski olsada neden hala dünyanın en çok oynanan iki oyunu ?Neden yeni moba oyunları bu iki oyunun önüne geçemiyor ?Gelin hadi biraz kendi yorumum birazda sayısal analizle size bu durumu açıklamaya çalışayım.
Biliyorsunuz ki moba denildiğinden akla iki oyun gelir.Bu oyunların isimlerini bilgisayar oyunlarıyla, özellikle de online (çevrimiçi) oyunlarla ilginiz biraz olsun varsa en az bir defa duymuşsunuzdur. Daha önce duymayanlar için şimdi biraz oyun türüyle alakalı özet geçelim.
MOBA oyunları anlatmaya ‘’MOBA nedir?’’ sorusunu yanıtlayarak başlayalım. MOBA’nın açılımı  Multiplayer Online Battle Arena. MOBA oyunlar da stratejinin öncelik kazandığı savaş oyunları. MOBA oyunları bu kadar heyecanlı kılan, gerçek zamanlı savaşların yapılıyor olması. Oyun esnasında takımınla iletişimde kalmak, kazanmanın tek yolu. MOBA oyunlar genellikle beş kişilik takımlar halinde oynanacak şekilde dizayn ediliyor. Farklı evren ve hikayelerin kapılarını aralayan MOBA oyunlarda, oldukça dikkat çekici karakterler yer alıyor. Bu karakterlerin farklı oynanışları ve hikayeleri var.
Peki moba oyunları nasıl oynamalıyız ?
MOBA oyunları oynarken, zihninizin açık ve sezgilerinizin de kuvvetli olması gerekir. Bunun yanı sıra oyunu kazanmak için de takım arkadaşlarınızla beraber hareket etmelisiniz. Çünkü MOBA oyunları bireysellikten uzak, takım oyunları olarak geçiyor. MOBA oyunlarında iki takım yer alıyor. Bu iki takımın koruması gereken bir karargahı mevcut. Siz de bu karargahı korumalı ve aynı zamanda karşı takımın karargahını ele geçirmek için elinizden geleni yapmalısınız. Karargahlara giden yolda, karşı takımın adamları ve onları koruyan kuleler ile karşılaşacaksınız. Beş kişinin de gitmesi gereken koridorlar bulunuyor. Koridorlarda hem rakibinizi yenmeli hem de küçük yaratıkları öldürerek, altın kazanmalısınız. Unutmayın savaşın ilerleyen dakikaları için her zaman hazır olmalı ve geriye düşmemelisiniz.
Sizlere moba oyun türüyle alakalı yeterince bilgi verdiğimize göre gelelim ana başlıkta ki soruya.DoTA ve LoL neden çok oynanıyor ?
Burada sizlere önce bir moba oyuncusu olarak yorumumu paylaşmak isterim.Bana soracak olursanız moba oyunları hem sosyalleşmenizi hem de strateji kurup, kurduğunuz stratejiyi anında uygulayabilmenizi sağladığı için sizi daima aktif olarak oyunun içinde tutmayı başarmasından dolayı çok fazlasıyla oynanıyor.Bu denklemi LoL ve DoTA kendi kurdukları oyun sistemine çok güzel entegre edebilmişler.Örneğin Lolde biraz daha sizin kişisel beceriniz ön plandadır.Siz karşınızda ki adamla daima bir çekişme içerisinde olacaksınız.Burada eğer bot lane de oynamıyorsanız 1'e 1 olarak kişisel becerinizin ön planda olmasıyla bir savaş kopacak.Oyun bilgisi ve kişisel beceriniz eğer adamdan iyiyse o zaman savaşı kazanabilirsiniz.DoTA da ise bu durum tam tersinedir.DoTA da ise kişisel becerinizden daha çok takımla iletişim halinde olmanız size oyunu kazandıracaktır.LoL biraz daha hızlı ve akıcı iken DoTanın yavaş ve daha stratejik olmasının sebebi budur.Diğer Moba oyunları ise bunlardan uzak kalarak ne takım oyununa ne de kişisel beceriye bakmaksızın tamamen sıradan bir rpg oyunuymuş gibi sadece item almanızı isteyerek oyunlarına da herhangi bir yenilik getirmiyor.LoL ve DoTA da ise bu durum çok farklı.Oyunlara daima yeni karakterler,yeni harita tasarımı,yeni itemler ve yeni oynanış mekanikleri getirerek oyunu dinç tutuyorlar.
İşte arkadaşlar özetle sizlere neden DoTA ve LoLün çok oynandığından kısaca bahsetmeye çalıştım.Tartışmaya açık pek çok şey yazdığımın farkındayım.Yorumlarda saygı çerçevesi içinde tartışabiliriz.
Okuduğunuz için Teşekkür ederim.
OyunAilesinden
Berkay
3 notes · View notes
dramatik-buluntular · 8 months
Text
"kurtarılacak olanın o muhteşem sanatını izledik yukarıdan."
(Devrim televizyondan yayımlanmayacak.)
Devrim çomaklarla yapılır. Çocuklarla ve saf kalplerle… Yaşatmak içindir devrim. Masumiyetin devamı için. Haklılar için. Ama üzüldüğüm şey haklıların hakları için kılını bile kıpırdatmaması. Kabullenme seanslarındaki korkunç izdiham. Ancak bilsinler ki hareketsiz haklılık, leştir. Ezilenin ezene karşı büyüdükçe büyüyen sonsuz sadakati, ah! Bunları düşünüyordum istasyonda Zehra’yı beklerken.
Tren de geldi işte. Zehra trene ve bekleyişe anlam katıyordu. İnsanlar trenden inmeye başladı. Zehra da indi. Evet, tanıdım, O’ydu. Çiçekli mor bir eteğin üstüne açık mavi bir gömlek giymişti. Saçları yine yirmi beş yıl öncesi gibi kısa ve bu kısalık onun Tanrıçalara has silahıydı. Yüzündeki kumrallığa eşlik eden çizgiler, içinde günü geldiğinde kullanılmak üzere saklanan kelimeler ve dudağının her iki yanında muhafız gibi duran izler. İzler, Zehra’nın sihirli kılıçlarıydı. Hele bir de gülümsediğinde, yüzü mimik deryası olurdu.
Yirmi beş yıl olmuştu görüşmeyeli. Aynı mahallede büyümüştük. Büyük ve boş bir arazi vardı mahallemizde. Orada çeşitli top oyunları, tahtadan silahçılık ve çelik çomak oynardık. O kadar büyüktü ki arazi, sanki dünyanın bütün çocuklarını toplayıp getirsen yine de dolmazdı. Sınırsız düşler tarlası gibiydi. Yıllar sonra orasının bir halı saha büyüklüğünden fazla olmadığını fark etiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Sanırım büyük olan yüreklerimizdi. Geri kalan her şey maketler uygarlığıydı.
Çelik çomak oynadığımız bir gün hava atacağım diye çok sert vurduğum çomakla Zehra’nın alnını kanatmıştım. Hemen gidip babasına söylemişti. Babasının bana doğru sinirli bir Erol Taş prototipiyle geldiğini gördüğümde hayatımın en hızlı dört yüz metresini koşmuştum. Atletizme yazılsaydım eminim ki rekorlar kıran bir koşucu olurdum.
Zehra’yı kızdırmayı seviyordum. Bir dönem fincanla fal bakma furyası vardı. Hareketli fincan falı... İşin içine gizli güçler de karışırdı. “Bilmem ne teyze eğer buradaysan işaret ver!” gibisinden bir şeyler söylenirdi başlanmadan önce. O da işaretini verirdi. Masada kaygan bir kartonun üzerinde kâğıt parçalarına yazılan harfler daire şeklinde sıralanırdı. Biz yaklaşık yedi sekiz kişi hepimiz birden işaret parmaklarımızı fincanın üzerine koyar ve sorular sorardık. Kim kimi seviyor gibi sorular. Cevap şöyle oluşurdu: Fincanın tepesindeki işaret parmağı krallığının baskısıyla fincan harflere doğru hareket ederdi. Tabi ki o göremediğimiz bilmem kim teyzenin ruhu sayesinde olurdu bu ve sonunda bir isim çıkardı ortaya. Benimkine “Esin” çıkmıştı. Hiç konuşmadığım ve bilmediğim bir kızın ismi. O gün Zehra’nın yüzü güz kıyametiydi. …
Beyazlarıma bakıyor. Yüzümdeki hüzün artıklarını inceliyor. Susuyor. Gölgesiyle oynuyor. Az sonra sinsice bir tebessümü kulağından çektiği gibi getirip aramıza koydu. “Bu ne?” dedim içimden. “Tecrübeli bir tebessüm.” dedi o da içinden. Belki de intikam alıyordu. Sarılacak gibi yaptı sonra vazgeçti. Neden trenle gelmeyi tercih etiğini sordum. “Sevdiğim bir kimseye veya bir kente yolculuk yapacaksam trenle yapmalıyım.” dedi. Demek hâlâ seviyordu beni…
Dostluklarımız devam etmişti. Herkes büyüyüp hayatın kucaklayıcı kollarına atıldı. Başka yaşamlar. Başka sözcükler. Başka sarılmalar. Başka oyunlar. Başka kederler… Ama mektuplarla da olsa arada görüş meyi sürdürüyorduk. Sonra telefonlar. Sosyal medya ve dünyayı küçültüp yalnızlığı büyüten daha birçok şey… Herkes herkesi çok rahat bulabiliyordu. Zehra öğretmendi. Daha sonra müdür olmuş. Bu sistemde müdür olmak kolay değil, hele ki muhalifsen. O hep hırslıydı ve başarılı olmak için çok çaba sarf ederdi.
Arabaya bindik ve eve doğru yola koyulduk. Evim kentin dışında bir yamacın dibindeydi. Küçük bir bahçem ve içinde birkaç ağaç vardı. Kediler, tavuklar ve Oscar’a aday olabilecek nitelikte olan yalnızlığımdaki edebi huzur. Daha iner inmez hemen kümesteki civcivlikten yeni terfi etmiş genç tavuklara yöneldi. “Çok tatlılar bunlar!” İlk defa tavuk görmüş gibi davranıyordu. Bir süre Zehra ve tavuklar senfonisini izledim. … Kapitalizm: Metalik kurtlar fabrikası, paslı çiviler kenti, ucu zehirli oklar mağazası, kamaşmalar zamanı, haklıların yüceltilen sessizliği, titreyişin kökü… Ne çok şeyi kapsıyordu kapitalizm. Akıllı telefonlarımız. Onurlu kaybedişlerimiz. Örgütsüz öfkelerimiz… Daha ne çok şey…
Kutsanmış fraksiyonlarımız vardı. Sosyalizm nasıl bir şeydi ki böyle kırk fraksiyona bölünmüştü. “Devrim televizyondan yayımlanmayacak!” sözündeki şifre ve o kaçtıkça kovalanan, bir türlü yakalanamayan güzel günlere olan inanç, aynı sabır ve başarısızlıkla nesilden nesle devam eti. Devirler değişti. Kitle iletişim araçları inanılmaz boyutlara ulaştı. Ah proletaryam! Neredesin? Yeni sınıflar ortaya çıktı. Ama ne olursa olsun devrim kameralarla değil, çomaklar ve bilyelerle yapılır. Devrim o küçük oyun sahasını uçsuz bucaksızlık makamına yükselten kocaman yüreklerle yapılır.
Muktedir bunu biliyordu ve ilk önce çomaklarımızı, bilyelerimizi alıp yerine plastik duyguları koydu. Sonra kul’eksiyonlar çağını başlatı. Silah satan Tanrılar. Kredi notunu belirleyen Tanrılar: Standart Poor’s, Fitch Ratings ve Moody’s. Dünya bankası. Merkez bankaları. Ay-em-ef. Böylece ütopyanın ütopyası oldu işçi sınıfının iktidarı. Geriye üç beş kişinin alanlarda ölümüne mücadelesi ve dağınık öfke patlamasından başka bir şey kalmadı ve izleyen diğer haklılar yığını. Susmakla kurtulacağını sananlara gelmişti sıra. Köleleştirmeye, yoksullaştırmaya, yok etmeye, öldürmeye çalışan muktedire karşı tek silah olan genel grev kararı verilmediği sürece emekçinin yenilgiler seremonisi devam edecektir. “Burası dünya yahu, burası bu kadar işte!” demişti Onur Ünlü. Evet, burası dünya ama burası bu kadar değil. Hem Zehra da var şimdi.
İnsanın düşlerini emanet edebileceği bir yüzü vardı Zehra’nın. Mutluluk parodisiydi gülüşü. Çocukluğunu çantasında taşıyordu sanki. Arada çıkarıp yüzüne sürüyordu. Yüzünde ışık taşıyan yürüyüşçüler dolaşıyordu… Gelirken bana ait olan dört kitabı da getirmişti yanında. Onun için imzalamamı istedi. “Hiç değişmemişsin!” dedi ve devam eti: “Hiç pes etmiyorsun, delilik bu, dünya kurtarılacak bir yer değil, hatta kurtarılmayı beklemiyor bile. Kurtarılmak umurunda değil dünyanın.”
Zehra da insanları yutan bu tutulmalar çarkına karşıydı ve öfke doluydu. Ama sanırım o da pes etmiş ve her şeyi oluruna veya başkalarının mücadelesine bırakanlardandı. Nasılsa birileri bizim yerimize plastik mermiler-günü geldiğinde gerçek mermiler yiyordu. Nasıl olsa konuşurken sözcüklere kalbini ekleyenler kirpiklerini fırça gibi kullana kullana geleceklerdir karanlığı ışığa boyamak için. Karanlığı ışığa boyamak için vurula vurula dizileceklerdir anımsamalar takvimine. İşte bu yüzden onunla farklı düşünüyorduk.
Kitaplığımdaki kavgayı anlatım. Cezalandırılmış bilgiyi. Zeytin ağaçlarının öyküsünü… Ağaçlara düşman olanlar tüm insanlığa düşmandır. Toprağın kokularını nasıl hissettiğimi anlatım. Toprak çığlıklarını bu kokularla gönderir insanlara. Onun getirip aramıza koyduğu tebessümün yanına uykusuzluğun hafızasını koydum. Birden aklıma gelmişti; çelik çomak oynarken yanağını kanattığım için ilk defa özür diledim ondan. O da babasının beni kovalarken alnındaki yaranın acısını unutarak nasıl gülmekten yerlere yatığını söyledi.
Küçük düşler kumbarasını koydum önüne. Hadi daldır elini ve içinden bir düş çıkar dedim… Düşün içine girip Yıkıklar Ülkesinin sembolü olan Gelincik Köprüsü’nden geçtik. Yukarı doğru tırmandık. Papatyalar patikasından olasılıklar tepesine çıktık. Sözcükleri uçurumdan atıp sessizce henüz içine girilmemiş bir anlama yanaştık. Bulaşıcı boşluğun kollarında saatlerce kurtarılacak olanın o muhteşem sanatını izledik yukarıdan.
3 notes · View notes