Tumgik
#neyse geçen salı oldu bunlar
Text
bir haftadır ne kendimizi yıkayabiliyoruz ne çamaşır yıkayabiliyoruz,, kendimi ve kardeşlerimi kirece basmama son 2
#bir senedir (buraya taşınalı beri) bizim banyodan alt kattaki hala kadına su akıyormuş#bunu bize söylemedi#bir ara aylar önce anneme söylemişti ama annem bizle yaşamıyor haliyle unuttuk gitti#sonra bu hala kadın iki ay önce babamın normal bir lafına küstü ve hiçbirimizle konuşmuyor (biz de onla konuşmuyoruz tabi)#gitmiş babaanneme söylemiş banyonun aktığını#babaanne kadın da bize derz çekmeyi anlattı.....#ondan sonra başkanım gerekli gördüğü yerlere silikon çekti#sonra bunlar susmadı ikide bir babaannem banyoyu yaptınız mı diye soruyor. görmediği halde şurayı yapacaksınız diye anlatıyor#kadın sen bizim banyoyu görmedin nereye ne çektik bilmiyorsun ama şurayı yapamamışsınız diye anlatıyorsun#ben tabi sinirli biriyim. kudurdum bağırdım birazcık#sonra fildirofil gitti bizle konuşmayan kadının kapısına. hala neresi akıyor söyle bize ona göre yapalım dedi#(çok yetişkince bir davranıştı bravo fildirofil)#görmüş ki ciddi ciddi su akıyor#neyse geçen salı oldu bunlar#söktük makineyi. lavaboyu da kullanmıyoruz#her yeri derzledi başkanım#lavabonun da musluklarını değiştireceğiz derken bir hafta oldu#geçen haftasonu babamlar buradayken söyleselerdi babam usta çağırır hallederdi#amcam apartmanda ama bir işe yaradığı görülmemiş#biz fildirofille ne yapabiliriz. başkanım zaten sabah 6da çıkıyor akşam 7de geliyor#bir senedir susmak ne demek#ben insanların zekasının fazlalığına şaşırmak istiyorum artık ama sürekli ne kadar düşük olabileceğinin örnekleri çıkıyor karşıma#çok yorucu#insanda numune de olsa biraz akıl bulunmalı#temizlik yapamayınca kriz geçiriyorum#ev bark battı#bu kadar rezilliğe gerek var mıydı#bir kişinin salaklığını herkes çekiyor
16 notes · View notes
1sairbisikletle · 4 months
Text
Meursault'la Konuşmalar 43
Çarşamba günü seansım vardı. Doktorla korkularım hakkında konuştuk. Tezi bitirmekten korktuğumu düşündüğümü söyledim. Biraz bunun üzerine konuştuk. Tezimle ilgili rutin oluşturmaya karar verdik yine yeniden. Şu anda da bilgisayarın başına bunun için oturdum. Ama yirmi dakikadır boş boş geziniyorum ekranlar arasında. Dün bir iş teklifi aldım. Yayıncılık alanında. Yapmaktan da zevk alacağım bir iş. Bakalım nasıl ilerleyecek süreç. Bu teklifin geleceğini kestirmiştim ama nasılını bilmiyordum. Doktora bundan bahsettiğimde akışına bırak, en kötü ne olabilir dedi. Dibe düşmekten korkuyorum tekrar dedim. Çünkü bu sıra dibe doğru gidiyormuşum hissinden kurtulamıyorum. Toparlanmam gerek.
Tumblr media Tumblr media
Bu hafta çok dolu bir haftaydı. Hatta geçen hafta da. Öğrenci görüşmeleri, katıldığım birkaç etkinlik vs. Örneğin, Çağlar Fidan söyleşisine gittim seanstan sonra. Söyleşide birkaç soru sordum, etkinliğin sonunda Fidan soruların zorlayıcı olması çok güzeldi dedi sonra bana dönüp "siz çok güzel zorluyorsunuz yalnız" dedi gülerek. Ben de sabredip cevapladığı için teşekkür ettim. Hoş bir an olarak kaldı. Öncesinde Galatasaray Ünv.'nin kafeteryasında oturduk arkadaşlarla. Kampüs ortamını pek özlemediğimi fark ettim. Yeni neslin konuşma tarzına, davranışlarına tahammül etmek güç.
Geçen pazar tiyatroya gittim, Toz'a. Emre Abi hediye etmişti bileti. Çok güçlü bir oyun, Zerrin Tekindor da çok güçlü ve inanılmaz yetenekli bir oyuncu. Çok etkilendim oyundan. Ama Zerrin Hanım tizleri çok ve abartılı kullandı oyun boyunca. Rahatsız etti beni o tonlamalar. Bilmiyorum. Belki de tahammülümün sınırlı olduğu bir gündü. Öncesinde yayıncı bir arkadaşımın verdiği bir roman dosyasını bitirdim. İki gün sürem vardı, bitiremem sanmıştım ama ilginç bir şekilde az zamanda bitirdim. Önceki gün de yan mahallemize açılan espressolab'a gidip çalışmıştım. Güzel bir mekan olmuş, giderken de teslimat noktasına gelen kargomu aldım. Korfu Üçlemesi'ni heyecanla bekliyordum çünkü dizisini de çok keyifle izlemiştim. Neyse, tiyatro başlamadan önce bitirdim dosyayı, son iki sayfa kala kalktım oyuna gittim. Aslında keyifliydim yani oyuna girerken. Çıkışta kalan iki sayfayı da bitirip gönderdim arkadaşıma. Eve geldiğimde bizimkiler de sofraya oturuyordu, iyi zamanlamışım.
Tumblr media Tumblr media
Geçtiğimiz cuma babam geldi Maraş'tan. Bir aile dostumuzun kızının düğünü için. Pazar günü evdeki herkes o düğüne gitti ben de tiyatroya işte. Pişman mıyım, hayır. Salı günü de kahvaltıdan sonra babamı havalimanına götürdüm. Döndüğümde saat dörttü. Bütün günüm gitti bir bakıma ama bu vaktin çoğunda araba kullanıp Fidiro Kahvesi'nin İhtiyaç Odası bölümlerini dinlediğim için iyi geldi. Araba kullanmayı bu kadar sevmeseydim dünyamız.
Dün Şeyma'yla Suadiye'de spontane bir study date yaptık. Sonra karşıya toplantıya geçtim. Cağaloğlu'na uzun zamandır gitmiyordum, güzel oldu. İki saat planladığımız toplantı 4 saat sürdü. Çıkışta elimiz kolumuz kitapla doluydu, öyle döndük eve her birimiz. Annem tabii ki söylendi "yine mi kitap, evde yer kalmadı" şeklinde. Haklı aslında. Bugün masamda yükselen kitap yığınlarına dur dedim ve neredeyse ağlayarak daha önce okuduğum kitapları kütüphaneden koliye aktardım. Yenileri yerleştirdim ama yine sığmadı. Bir süre kitap almamalıyım gerçekten. Kolileri koyacak yer de bulamadım. Ev üstüme üstüme geliyor, sinirlerim de aşırı derecede bozuk çünkü kitapları kolilemek demek kendi evimde göçebe olmak demek. nefret ediyorum bundan. Bir seramikçiden birkaç bardak sipariş etmiştim. Onlar geldi önceki gün. Annem hiç beğenmedi. Gördükçe söyleniyor "bunlar ne böyle, niye aldın, gerçekten beğendin mi, çok çirkinler vs. vs." Çok güzel olmasalar da sade ve hoşlar bence. Ayrıca ucuzlardı ve evdeki bardaklarımız çizildiği için artık kullanmamamız gerekiyor. Onların yerine aldım bir nevi. Annemle sürekli minör çatışma halindeyiz. Yoruluyorum.
Şimdilik hayat böyle. Yazıyı bitirince teze bakar mıyım? Bilmiyorum Meursault, hiçbir şey bilmiyorum.
12 notes · View notes
iyiyimlaben · 3 months
Note
Benim de illa ki sorunlarım var ama hiçbir zaman ona yansıtmadım ya da sorduğunda sebebini söyledim hep çünkü olması gereken bu aslında. Ki ayrıca ben ona en başında demiştim ki bi sıkıntın bi derdin varsa beni kendinden uzaklaştırma hani herkesi uzaklaştır ama bunu bana yapma o da hayatı boyunca hep yalnız olduğunu bunun kolay olmadığını söylemişti abi ben zaten bunun bir anda olmasını zaten beklemiyordum sen bunun için bi çaba göstermedin ki. Ben eskiden sevginin tek başına her şeye yeteceğini sanıyordum ama artık büyüdüm olgunlaştım tek başına sevgi hiçbir işe yaramıyor tek taraflı çaba da aynı şekilde.
Ya abla beni istemiyorsa çıkıp karşıma deseydi ki ben yapamıyorum sıkıntım var cart curt. Bir de bilmiyorum belki de sana göre çok bencilce bir düşünce olacak ama yalnızlığı bu kadar çok seviyorsa niye benim peşimden koştu onca zaman ya yemin ediyorum başta her şey o kadar güzeldi ki ben bu çocukla her zorluğu aşarım hep yanımda olur sanıyordum ama gördüm ki çok büyük yanılmışım. Bu saatten sonra hiçbir şekilde hiçbir çaba göstermeyeceğim beni biraz sevseydi değer verseydi bana böyle yapmazdı onun farkındayım.
Ya abla geçen Salı günü bu beni aramıştı benim işim vardı açamadım telefonu neyse sonra geri döndüm konuştuk falan sonra bana mesaj atmış demiş ki şu an falanca yerde alıkonuluyorum başıma bir şey gelirse sorumlusu şu kişi cart curt, benim elim ayağım titredi korkudan hemen çalıştığı yere gittim dedim ki böyle böyle bir durum var patronu dedi ki sen sakin ol bir şey olmaz gelir o ama sana yemin ediyorum ağlamamak için kendimi zor tutuyorum o sıra. Bunlar dedi ki bir şey olmaz bak dedim başına bir şey gelirse nolucak aradık ulaşamadık bir süre sonra bana mesaj atmış demiş ki ben güvendeyim.
Zaten ne olduysa bu mevzudan sonra oldu hani gittikçe daha da soğuklaştık bildiğin yabancı gibiydik. Yemin ediyorum var ya ben onu hiç tanımadan önce bile biz bu kadar yabancı değildik gibi hissediyorum ya
Bir de birkaç gün önce ben dışarıdaydım o da tam karsımdaydı bana baktığını gördüm biraz baktı sonra ben kafamı çevirdim. Sonra patronu benim dükkana geldi,bizim konuştuğumuzu biliyor,dükkandakilere gelininiz falan diye bahsediyordu benim için, bana dedi ki sen bu aralar çok dalgınsın sana sesleniyoruz o kadar duymuyorsun ben de dedim ki neden acaba sleplelwğwöelskmeldl adam bir şey diyemedi tabii ne diyecek. Sonra ben bunun dükkana gittim işte ama o sırada kendisi burada değildi, bir süre sonra tekrar gittim bir şey almaya bi baktım bu dışarda dedim geçebilir miyim hiçbir şey söylemedi yüzüme bile bakmadı kenara çekildi o sırada oradakiler de bize bakıyo hani konuştuğumuzu biliyorlardı ya n’oluyo falan hesabı ben de hiçbir şey demedim çıktım dükkandan.
Cumartesi günü de durum atmıştı annesi o küçükken vefat etmiş onu atmış işte dedim acaba bilerek mi bunu attı hani ben yazarım falan diye bi düşünmedim değil.
Neyse ya çok konuştum ama durum bu şekilde yani ya
Kızçe dediğin gibi zaten sen de farkındasın bazı şeylerin. Herkes bazen yalnız kalma gereği duyar, kafasını toparlamak ister ama bir ilişki içerisindeysen eğer bunu o kişiyle konuşman gerekir zaten seni seven birisi sana bu fırsatı verecektir ama karşılıklı birbirinizi sevdiğiniz için fazla konuşmadan duramaz en kötü o gün sabah günaydın akşam da iyi geceler dersiniz birbirinize… Ya da bir yere giderken haber verirsiniz, ilişki sürekli birbirini darlamak değildir zaten ama birbirinden haberdar olmaktır. Günlerce konuşmamak diye bir şey olduğunu sanmıyorum ben maalesef ki. Şöyle düşün evlenmişsiniz ama tartıştınız ve ayrı odalarda ayrı yataklarda yatıyorsunuz. Başta bir gece ayrı kalıyorsunuz zaman geçtikçe bu iki gün, üç gün, bir hafta derken ayrı evlere kadar uzar… Ayrıca seni arayıp telaşlandırmaya sonra da soğuk davranmaya hakkı yok. He psikolojik sorunları vardır, ki bu normal bir durum, o zaman da gider adam gibi yardımını alır, düzelir. Karşısındaki kişinin de psikolojisini bozmaya hakkı yok.
0 notes
orosbuseyhan · 6 years
Photo
Tumblr media
İlk Aşkım
Hayatım oldukça karmaşıktı, hala daha öyle. Asıl karmaşıklığın kaynağı duygusal geçişler ve kendimi keşfetmeye olan heyecanımdı. Daha ilkokul 1. sınıfa giderken, pipimi sadece işemek için kullandığım dönemlerde sınıfta Miray diye bir kız vardı. Saçları çok güzeldi. Yüzü saçlarına göre o kadarda güzel değildi. Daha o yaşta sivilceleri vardı ama sempatik bir kızdı. 5 yaşından itibaren ileride yaşayacağım evlilik ve yetiştireceğim çocukların planlarını yapıyordum. Ne zaman ne öğreteceğimi ve nasıl bir baba olacağım konusunda sürekli bir şeyler düşünüyordum. Hayalimdeki eşe Miray çok yakındı. Fakat ne varki sınıfın popüler kızıydı ve benim gibi bir yavru ayıyla ilgilenmezdi. Bir önceki yazıda anlattığım gibi onlar doğaları gereği müptezel ve it kopuklarla ilgilenirdi.
3. sınıfa kadar kız beni pek siklemedi. Hoş bende peşinden koşmuyordum. Sadece göz göze geldiğimizde "Akşam gelirken ne alayım?" gibi babamdan kalma cümleler aklımdan geçiyordu. 3. sınıftan sonrada pek değişen bir şey olmamıştı aslında. Fakat benimle daha çok konuşmaya başlamıştı. Aptal aşık modunda değil, büyümüşte küçülmüş modundaydım.
5. sınıftan sonra sınıflarımız dağıtılmadan okulun içerisindeki başka bir binada orta okulu okumaya devam ettik. 7. sınıfta iletişimimiz biraz daha gelişti. Yanımda osuruyordu mesela. Tamam böyle pek romantik gibi durmuyor ama yanlışlıkla kaçırdığında ağzından osuruğa benzer ses çıkartıyordu. Hani "ben osurmadım salak ağzımla yapıyorum o sesi" gibi bir algı operasyonu. Yer mi bunu anadolu çocuuu...
Miray Nil Karaibrahimgil'in küçük haliydi. Hayır o bir ayı değildi. İnşallah ilk çocuktan sonra kilo almazdı. (Almış) Neyse işte siz hayal edin. Kalçası çok güzeldi. Ne gariptir ki kalçasına bakmak gerçekten çok geç aklıma gelmişti. Sanırım 6. sınıfa kadar götüne bakmamıştım kızın. 31 çekerken onu hayal edersem ayıp olacağı düşüncesiyle porno izlemeye başlamıştım. Aşkımıza zarar gelmesin maksat işte.
8. sınıfın sonuna doğru bizim sınıfın en eziği Zübeyir'den bir atak geldi. Miray ortalık malı değildi. Onu ne sınıftan nede okuldan biriyle ne gördüm nede duydum. Bir beden dersi için soyunurken Zübeyir salağı (varyemez oç hiç sevmem) "size bir şey söyleyeceğim beyler bi dinleyin" dedi o çatlak ciyak çiyan ses tonuyla. (Mahallede sürekli dayak yiyip en ince sesiyle "ne vuruyon ogluum" diyen bastı bacaklar vardır ya. Sesi aynı öyleydi. Hala daha öyle, bizim mahallede taklılıyor. Millet buna baktı tabi "ne söyleyecek acaba bu mal" edasıyla. "Ben Miraya aşığım olm hepiniz bilin ondan uzak durun" dedi. Millet güldü tabi. Bense sinirliydim. Daha kimse bir şey demeden "sen önce boklu donunu temizle amk ne aşkı sikerim senin aşkını" dedim. Ben de kendimden böyle bir şey beklemiyordum aslen ama teknik olarak yanlış bir şey söylemedim. Evet, beden dersi için soyunduğunda donunda hep bi bok lekesi vardı. (Götçülüğüm daha küçük yaştan belliymiş) Evet, sikerdim onun aşkısını.
Neyse işte orta okul öyle bitti gitti zaten Mirayda taşındı ne oldu bilmiyorum.
Şimdi facebook'tan baktım. "Koleje gidecek, öğretmen olacak" diyorlardı. Koleje gidememiş, öğretmen olamamış, bankacılık okumuş ama çalışmamış. Koca bulmuş Amerigaya gitmiş. Hep "Miray kilo aldı ayı gibi oldu çocuğu var" diye söylentiler oluyordu ara sıra. Hayır, hala fit bir kız, hala götü büyük. (Çocuğuyla kartopu oynamış)
Ameriga büyük atılım. Benle evlense ne olacaktı amk eşini başka erkeklerle paylaşmak zorunda kalmasından iyidir. Mutluluklar Miray...
Liseden
Lisede oldukça aktif bir öğrencilik hayatım vardı. Allah kahretmesin her şeyim aktif. Neyse. Mirayı unutmam çok zor olmadı, hayali bir şeydi neticede. Önüme sevişmek için 4-5 fırsat çıkmıştı o tipime rağmen. Elimin tersiyle itmiştim. İdeolojim var, hayallerim vardı çünkü. (Bkz. önceki blog yazısı)
Lise birin ortalarında eve dönerken yoldaki dükkanın tabelasını asan bir amca gördüm. Merdiveni yaslamışlar duvara pantolonu çatalına kadar inmiş ağızında sigara tipik trucker beardı. Bir kaç saniye o mükemmel göte kitlendim içim eridi. Oha dedim, "sen nabıyon!.." Hemen kafamı çevirip gittim. İlk defa gerçek anlamda bir erkeğe işte bu zamanlarda hallenmiştim. Elimle münasebet yaşadığım ileriki bir vakitte yine birden aklıma o mükemmel göt geldi ve aklıma gelir gelmez boşaldım. Biraz utanmayla "noluyoz amk" dedim. O utançla bir daha böyle bir şey düşünmemeliyim diyerek daha çok hetero pornosuyla zihnimi dolduruyordum.
İlk Fort
Her zamanki gibi bir sabah okula toplu taşımayla gidiyorum ve geç kalıyorum tabi. Allah kahretmesin her şeyim geç. Neyse. Araç tıklım tıklım. Liseye başladığımdan beri o saatte o araç hep sıkışık. Fakat bir taraftanda rahat. Zira hiç tutunmaya gerek kalmadan götümü kapıya yaslayıp gidebiliyorum. "Pardon ya çarptım" derdi yok. Çarpmamak mümkün değil. Önümde taş gibi bi hatun var. Sağda solda her yerde insanlar. Tam o sırada sikimde bir el hissettim. Kadının ellerine baktım göremiyorum. Amk göbek var, üniforma ceket gömlek çanta palto bir sürü şey var. Mememden aşağısını göremiyorum sıkışıklıktan. Bende bu hanımefendinin beni fortladığını düşündüm. Biraz geri kaçmaya çalışamadım bile. Yer yok ki. ¯\_(ツ)_/¯ İneceğim durağa daha 15-16 dakika var. Bende "iyi madem" diyerek bıraktım. Anında erekte oldum. Bu yaşlarda ve bu tarz durumlarda default ereksiyon geliyor bilirsiniz işte. Kadın öyle bir profesyönel ki "Allahım bunu nasıl yapabilir" diyorum. İnmem gereken duraktan 1 durak kadar önce fermuarımı açmaya çalışınca dedim "hüoppp!..". "Sikimi çıkartıp beni orada fortçu durumuna düşürecek zaar." düşüncesiyle elimi fermuarıma götürüp elini ittim. "Allahım bu ne biçim el!.. Bu kadının eli olamaz" diye düşünürken el yukarı doğru çıktı ve bana arkası dönük bir ayı amcanın eli olduğunu anladım. O arada bana gülümseyerek göz kırptı ve inmem gereken duraktan bir durak önce indi. Kapının önünde benim de inmemi bekledi ama yok öyle yağma. Böbreğimi mi çalacak ne yapacak nereden bileyim!!
İlk fort korkutucuydu. İstediğim bir şey değildi ama hoşuma da gitmedi değildi hani. Alan razı veren razıysa neden olmasındı? Haftada en az 1 kez pipime masaj yapılmasıyla devam eden bir lise hayatım oldu. Artık her akşam boşalmaya çalışıyordum duşta ki yarın ellerlerse falan pantolonuma boşalmayayım. Kaldı ki evet, lise hayatım boyunca 2-3 kere pantolonuma boşalmıştım. Altıma boşaldığım durumlarda çok basit bir yöntemim vardı. Okula gittiğinde arkadaşları bul > kantine git > su al ve yanlışlıkla üstüne dök. Dalga geçen oluyor fakat paltonu çıkarttığında oluşan izi görmelerinden daha çekilir bir durum.
Önemli bir detay vermem lazım ki yaşım olmuş kaç... Bu yaşıma kadar bir kere bile "birinin orasına deydireyim, birinin şurasına sürteyim" gibi bir eylemim asla olmadı, olamaz. Ama isteyen ellesin ben ok'im. Götüme taciz hayatım boyunca hiç başıma gelmedi. Nedeni ise şu; her zaman toplu taşımaya bindiğimde götümü düz bir yere dayarım. Eğer çok sıkışıksa ve kontrol edemiyorsam mutlaka arkamda bir kadın olur. Taciz ederse o etsin straponla sikecek hali yok ya!.. (Sikti ahahafgshs)
Böylelikle ilk eşcinsel deneyimlerimi farkında olarak ya da olmayarak yaşamaya başlamıştım. Artık porno izlerken gruplu hetero videolarda erkeklerin sevişmesine "eh işte normal ne var yani oyuncu bunlar" gözüyle bakabilme yeteneği de geliştirmiştim.
Göktuğ Case
Lise kinci sınıftayken kültür derslerini birlikte aldığımız başka bir sınıfa Göktuğ diye biri gelmişti. İlk arka bahçede karşılaşmıştım. Görür görmez sikim kalkmıştı. Haftada bir zaten erkeğin biri sikimle oynuyor. Erkeğe hallenmek bu fiziksel durum karşısında çokta anormal değildi. Anormal olan yüzlerce insanın içinde sikimin okşanmasıydı. Buna karşın düşünsel olarak asla bir erkekle yatabilmeyi düşünemiyordum. "Erkeğiz biz hamığa" düşüncesiyle değil. Hayallerime tersti. Daha sonra Göktuğ ile muhabbeti ilerlettik. Kafa çocuktu aslında. Konuşmanın ilk 5 dakikası oldukça iyiyken sonrasında zeka seviyesi oldukça belli olduğundan ötürü yanından kaçasın geliyordu. Nedendir bilinmez bu çocuğu kimse lisenin sonuna kadar sevemedi. Evet ayıydı ama ben ayının zeki, çevik, koca götlü ve akıllısını severim. Bunda koca göt dışındakilerin hiçbiri yoktu. Bir süre sonra selamımı kestim. Yapıştımı bırakmıyordu amk. Bide sürekli dokunmalar itmeler ne bileyim. Zekasına uygun hareketler...
Bu olaydan hemen sonra hayatım boyunca kime "oha amk bu süper" diye iç geçirsem ve bir şekilde kader ağlarını örse malın önde gideni çıktı. Şimdiye kadar hiç şaşmadı. Ya da benim beklentim çok farklı. Bilemiyorum altan.
O zamanlar Kanal D'de Yaprak Dökümü var. Halil Ergün ^_^. Nasıl bir chubby. Nasıl maskülen. Nasıl babacan. Oy yerim ben onu. Her salı akşamı mutlaka çekirdek kola eşliğinde "Yeter Hayriye Yeter!!!" demesini izliyorum. Ama sorsanız gay değilim öyle bir kafa. Bu platonik aşkın bitmesi biraz uzun sürdü. Dizinin bitmesine yakın Halil Ergün'ü bir sabah programında okula gitmeden önce görmüştüm. Şu kadar söyleyeyim: Fular, ses tonu ve el hareketleri. :/ :'(
Lise bitti. Ben hala kontrollü olarak bakirim. Flörtöz kızlarla karşılaşıyorum ama olmaz, ben aşk adamıyım bikere taam mı? Toplu taşımadaki olayları saymazsak seks hayatım otuzbirden ibaret. Gayet mutlu ve huzurluyum aslında, kendime yetiyorum daha ne olsun.
Üniversite
Üniversite için şehir dışına gittim. Aklımda nasıl şeyler var anlatamam. Hiçbiri cinsellikle değil saf özgürlükle alakalı. Üniversitenin tiyatro topluluğuna giriyorum, basketbol sahasında sabahlıyorum nasıl aktifim nasıl. (Allah kahretmesin yine aktifim) Şehir dışına okumaya aynı sınıftan bir chubby'le gidiyorum. Ailem, şehir dışına taşınan chubby arkadaşımın ailesiyle sikimsonik bir yerde yaşamama hükmettiler. Neyse sorun değil eve uyumadan uyumaya gideceğim nasılsa. O zamanlar hayaller uçakken gerçekler yük kamyonun arkası oldu.
Bu kısım asla heyecanlandıklarım kapsamında değil sadece başıma gelenler kapsamında anlatıyorum. Zira evet chubby severim ama yaşıtım olanları değil. Olgun chubby lav ben. Yüz yuvarlaklığı, sevecenliği, sakalı falan detaylar var sonra anlatırım onlarıda bir ara.
Kamyonun arkasında üçlü koltuk üstünde adını bile zikretmek istemediğim chubby var. Eşcinsel olduğundan %500 eminim. İtici ötesi bir tipi var. İlk başlarda evet sempatik geliyordu ama o da Göktuğ gibi kabak oldu kısa zamanda. Beyin konusunda da Göktuğyla yarışır. Embesil.
Yolculuk kaç saat sürüyordu hatırlamıyorum ama 14-15 saat gibi bir şeydi sanırım. O koltuğun ben fren yapmasam nelere şahit olacağını düşünmek bile istemiyorum. Şu kadarını söyleyeyim: "Şöyle kucağına doğru yatsam sorun olur mu ya?"
İşte böyle gittik üniversiteye. Hayallerimi gerçekleştirdiğim tek dönem sanırım oydu. Kısa sürede "Şişme bebek alıp birlikte sikelim mi?"lerden kurtulup başka bir eve çıktım ve iki sene su gibi okul kulüplerinde aktı geçti. Basketbol yüzünden neredeyse muscle olacaktım. Sokakta bile neredeyse sevişilen bir ilimizde (EVET İZMİR) eşcinsellikle alakalı bir ibare ne gördüm nede aklıma geldi. Aklım fikrim özgürlüğümdeydi.
Konu dışında ama İzmirlilerin kendisini İstanbulla karşılaştırıp durmasından nefret ettiğim kadar başka hiç bir şeyden etmedim. Lafım sana koca götlü kız!.. :/
"Ben Askere Gidecem"
Üniversiteden sonra İstanbula dönünce tabi yapacak ne var diye boşlukta kalıyorsun. Askere mi gitsem? Yok yea napıcam askerde falan derken zaman aktı geçti. Küçüklüğümden beri vatan millet sakarya düşünen biri olarak askere gitmek benim için önemliydi. Gidecektimde. Ama şans eseri mesleğimle hiç alakası olmayan bir işe girdim ve Türkiye'nin sektöründe en bilindik ve en büyük şirketinde çok önemli pozisyonlara kadar yükseldim. Askerlik yalan oldu tabi... Bedelliden de yararlanamadım. Fakirim ya. 15.000 kişi 1 lira verseydi hallederdim halbuki. Neyse.
Filmlerle Aram Hep İyi Olmuştur
Gerçek yaşantılar dışında mental yaşantılarıma da kısacık bir giriş yapayım istiyorum. İlk okul döneminde Ghost Busters'a televizyonda ilk denk geldiğimde kilitlenip kalmıştım. Tabelacı ayıcık olayından sonra olduğuna eminim sadece. Oldukça fazla film izleyen birisiyimdir ama Bill Murray gibisini görmedim. Bir dönem sürekli bu film oynatıldı. Belki 20 belki 30 kere izlemişimdir. Film hakkında bir şey sorsanız hiç bir şey hatırlamıyorum. Hayalet kovalıyorlar falan. Ama Bill'e kitaplar yazabilirim. '_'
Konumuzdan ufak bir sapmayla Hulusi Kentmen dedemize büyük büyük kalpler gönderiyorum. ^_^
2000'lerin başında yayınlanmaya başlamış ve sonradan bir kült olmuş 7 numara ekibine de buradan büyük selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Volkan Girgin (Recep) dizide oldukça itici bir tipe sahipken günümüz Volkanı açılmış saçılmış güzel bir ayı olmuş. Sevgiler kendisine. Ama asıl oskar goz tu Engin Alkan. Engin Alkan'ı bir kenara bırakırsak dizi gerçekten en başarılı TRT dizilerinden biri. Fakat Engini kenara bırakamıyorum. O hep ortada olsun galp galp.
Fatih Terim Galatasaray camiasına kazandırdığı başarılar nedeniyle kalplerimize taht kurmuştur shshs.
Ümit sana noolmuş yağ? galp.
Ahmet Mümtaz Taylan çok sevdiğimiz bir oyuncudur oldukça başarılı diğ miy? (:
Fikret Kuşkan'ın son hali de oldukça başarılı bir oyunc... Bi dakka ya ne orosbuymuşum böyle ben. Konuyu kapatıyorum. Resmen orosbuluğum tuttu.
Büyük Şirketteki Ayla
Evet, şimdi kafalardaki büyük soru işaretini kaldırıyorum. "Bu biseksüel mi yoksa götünden mi sallıyo?" diye sorularınızı hissedebiliyorum. Ben de bu konuyu çok ama çok düşündüm. Hatta ne olduğum ve ne olmadığımla alakalı geceleri gözüme uyku girmedi. En sonunda huzurun cehalette olduğuna karar verdim ve içinden çıkamadığım sorulara "neyse odur işte" demeyi öğrendim.
Bu şirkete girdiğimin birinci senesi henüz dolmak üzereydi ki hiç görülmemiş, tamamen torpilsiz şekilde şirketin çok ciddi bir noktasına terfi ettim. Bu pozisyon gereği çok ciddi sayıda çalışanla muhattap olup herkesin derdini dinliyordum. İşe alımları da bana kitlemişlerdi. Bir gün Ayla diye bir kızı işe aldım. Çok sevecen çıtı pıtı kendi halinde paraya ihtiyacı olan bir üniversite öğrencisiydi. Yine tamamen işim gereği Ayla'yla 1 hafta boyunca ilgilenmem gerekiyordu. Her işe giren personelle bu şekilde zaman geçirmek görev tanımımda vardı. Zaman geçirdikçe çok sevdim, çok sevdikçe daha çok vakit geçirdim. Ama bu bir aşk değildi. "Olsa çok güzel olur be"ydi. Ama kendi koyduğum kuralı çiğneyemez, aynı şirkette olduğum birisiyle ne cinsel ne duygusal nede ikisi birden bir ilişkim olabilirdi. Her yaz 3'er ay bizim şirkette çalıştı. Ona hiç bir zaman bir şey söyleyemedim. İletişimimiz daha sonra çok güzel bir arkadaşlığa döndü. Fakat bende şirketten ayrıldıktan sonra bir ilişkisi başladı ve bana hiç bir neden yokken "tacizci" tavırları sergiledi. Engelledim. :/
Şirkette 4 yıl kadar çalıştıktan sonra kendi mesleğime geri döndüm. Ve asıl meselede zaten bundan sonra başlıyor.
Alın cipsleri, kapatın Growlr'ı, Tekyöne gitmeyiverin, Paşam (Durak) zaten ölü... Hayatınızın en karmaşık ilişkiler dizisine hazırlanın.
Yazıyı hazırlayana kadar beğenin, paylaşın, yorum yapın ve beni özleyin anacım...
baaaaayyyy
3 notes · View notes
burakurnaz · 6 years
Text
BUGÜN HİÇ HOŞ OLMAYAN ŞEYLER YAŞADIM
Her şeyi baştan anlatayım, zaten pazar gecesinde olduğumuz için aşırı eminim ki internette eğlenecek hiçbir şey bulamıyorsunuzdur. Pazar günlerinin geceye doğru tavan yapan bu özelliğini diğer günlerle sıralarsak ikincilik bence salı gününe verilir. Pazartesiler bile, salılardan daha güzeldir çünkü yeni haftaya başlama motivasyonu insana heyecan verebilir ama salı günleri hiç yeni bir şey olmaz. Her şey pazartesinin başlattığı gibidir, pazartesi olanlar olmaya devam eder. Salı günleri, pazartesilerin bokudur boku! Aaa ama çarşambalar, off, o çarşambalar, yavrum çarşambalar, nasıl güzeldir, götüme sokasım gelir... Neyse, bu sıralamayı başka zaman yazarım çünkü anlatacaklarım bunlardan çok alakasız ama zaten pazar gecesinde olduğumuz için sorun yok. Bir de, pazar gecesinde olduğumuz için çok sündüre sündüre yazıyorum eğer bayan olursa like basıp scroll down yapsın.
Bugün aslında bana yeni programın yazılacağı gündü ama geçen antrenmanda sakatlandığım için bitirdiğim programa birkaç antrenman daha devam etmeye karar verdim. Bir yandan acaba gitmeyip de dinlensem mi diğer yandan tempoyu bozmamak için gitsem de ağırlıkları mı hafifletsem diye düşünerek ağrılarımın da stresiyle günü bitirdikten sonra gitmeye karar verdim. Bu sefer de geldiğimde yemek için tavuk yemeği pişirme problemi ortaya çıktı ama hem her tarafım ağrıyor hem de tavuk yemekten usandım. Bir süre internette alternatif ve az memeli tavuk tarifleri bakındıktan sonra bulduğum tarifi yapmak için yufka ekmek almaya fırına gittim.
Fırına giderken üzerimde sporda giydiğim diz üstü efsane kısa şortum vardı. Fırına gittiğimde sigara içmekte olan iki geçkin kadın, içeri girince uzun ve kaslı bacaklarımı aşağıdan yukarıya doğru alabildiğine süzdüler. Nihayet yarım saat sonra gözleri gözlerime geldiğinde “yufka ekmek var mı? diye sordum ve aldığım cevap: Var ablam olmaz mı... Cevabın karşısında, bakışlardan sonra yaşadığım ikinci tedirginlikle fırına girdim ve kaç tane olduğunu söyledikten sonra kadın bana sebepsizce “yeni ıslanndı” dedi. “Efendim?” dedim, “yani yeni katladık” dedi. “Neyi?” dedim, “yuffkayıhhh...” dedi. Evet, tüm bunlar beni çok rahatsız etmişti: Fırına girdiğimde bacaklarımdan ayrılamayan bakışlar, sonra içeri girerken verilen cevap ve son olarak da yufkanın özel hayatını istemeden öğrenmiş olmam. Sonuncusu beni en rahatsız edeniydi, unutmaya çalışıyordum çünkü birazdan yufkayı buz gibi mermer tezgaha yayarak serip, uzunca bir çubuğa sarıp, keskince bıçakla yumuşak yumuşak kesip, kenarını ılık suya soktuğum parmağımla titrek hareketlerle nemlendirip kapatacaktım ama yufkanın benden önceki hayatı yufkayla benim arama girmişti.
İnanır mısınız, işimi bitirmem 45 dakika sürdü...
Sonra salona gittim, hiç olmadığı kadar sağlam ve verimli bir antrenman geçirdim. Tüm hareketler bitip de ip atlamaya başlamadan önce salondaki saate baktım, 20.05′i gösteriyordu. Atlamaya başladım, bir yandan da saate bakıyordum. Amacım hiç durmadan birkaç dakika atlamaktı ama saat ilerlemiyordu. Dakikalar geçti ama saat hala 20.05′te duruyordu. Sanki saat bacaklarımı ve zıpladıkça açılan şortumun altından biricik penisimi izlemeye dalmış gibiydi. Sonra birden 20.06 oldu ve yine durup beni izlemeye başladı. Tüm bu olanlardan çok rahatsız olsam da elimden geldiği kadar direnmek için durmamaya karar verdim. Atladım, atladım, atladım... Dakikalar sonra 20.07 oldu ama ben bitmiştim...
(Takipten çıkanlar, çıktıklarını yorum yazarlarsa sevinirim çünkü kimin çıktığını hep merak etmişimdir.)
5 notes · View notes
muhalefetlideri · 7 years
Text
bu bir filmleri aratmayan upuzun bir onkoloji anı yazısıdır!
beni tanıyan çoğu kişinin yaklaşık 2.5 sene önce annemin bir kanser savaşı verdiğini bilir. atlattı, çok şükür, 3 ayda 1 kere ankara onkoloji'de kontrollere gider, gelir, o kadar. işte o kontrollerden sonuncusu geçen perşembe günüydü. benim de salı ve perşembe günleri 10'ar dakikalık aralarla 8 saat ders ile okuldaki en yoğun günüm. annemle arada konuştuk işte sonuçları, "kanı biraz geç verdiğim için çıkmadı, yarına kaldı işim, akşam da arkadaşım bilmemkim'de kalıcam, haberin olsun" dedi. ben de tamam dedim, ne diyeyim, koca kadın. benim de dersler bitti, odaya geldim, yemek yap/ye, maç izle, yorumları izle falan derken saat oldu 12 neredeyse. tam yatacağım, dedim "annemin şu sonuçlarına bir bakayım. (burada bir parantez açmalıyım, annem bazen ben üzülüyorum, derslerim çok etkileniyor diye bazı yaşadığı hastalıkları söylemez. mesela ben istanbul'dayken annem bir kez daha sağ memeden parça aldırmış ve ben bunu neredeyse 6 ay sonra öğrenmiştim. bunun için kimlik numarasıyla kontrol zamanlarında hastane laboratuvarını kontrol ederim. ) neyse işte, sonuçlara bir baktım ki ne göreyim; tüm sonuçları yerlerde. yani o kadar yerlerde ki, kemoterapi alırken bile bu kadar kötü değildi. erkek arkadaşımı arıyorum, beni sakinleştiremiyor, "sabahı bekle" diyor. hayır doktor da değilim ki yorumlayayım, tek bildiğim sonuçlar çok kötü. sonra son çare gittim sözlükte uyanık doktor arıyorum. allahtan biri yazdı, (çok teşekkürler 'söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil' ) gönderdim sonuçları. dedi "bu sonuçlar çok kötü, hemen tedaviye başlamalı." dünyam başıma yıkıldı. sakinleşemeyen ben kafayı iyice sıyırdım. komşumuzu arıyorum, açmıyor. aha dedim, gerçekten bir şey var ve bana söylemiyorlar. sonra annemin 35 senelik arkadaşını aradım, canım ablam o da ben bilmiyorum sonuçları diye önce bir şey söylemedi, sonra benim bildiğimi anlayınca o da döküldü bir bir. ay durum gerçekten çok ciddi ve annem yalniz! saat gece 1 ve ben beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan ilkokul arkadaşlarımı aradım, dedim "benim acil ankara'ya gitmem lazım, bu saatte taksicilere güvenemem, n'olur beni gelin alın, otogara bırakın." sağ olsunlar okulum dağın başında olmasına rağmen karşıdan beni aldılar, sakinleştirmeye çalıştılar ve otogara bıraktılar. ve ben 2 otobüsüyle ankara'ya yol aldım. istanbul ankara arasının bu kadar uzun olduğunu hiç bilmiyordum, ay yol bitmiyor. ben salya sümük ağlıyorum, muavin tip tip bakıyor, arkamdaki çocuk sürekli ağlıyor, benim selpağım bitiyor falan felaket bir durumdayım. uyku zaten yok, canım sevgilim de ertesi gün işe gidecek 4'e kadar beni sakinleştirmeye çalışıyor. o uyudu, bu sefer canımın diğer yarısı 'hayvangibiarı' yı uyandırdım, konuştum, azıcık sakinleştim falan ama bu durum öyle bir durum ki, lösemi şüphesiyle karşı karşıya olan annemin uzağındayım, uzun zamandır da yanında olamadım, böyle bir vicdan azapları, pişmanlıklar, kızgınlıklar falan, kabir azabını bu yolculukta yaşadım resmen. sürekli planlar yapıyorum: okulu bırakırım, tüh arabamı da sattım, neyse 6 aylık falan araba kiralarım, olmadı hastaneye yakın diye şuraya taşınırız, tedavi şöyle olur, böyle biter falan... anlatamam yazıyorum da yazıyorum kafamda. neyse, ben ankara'ya indim. indiğimde de annemi aradım hemen. dedim "günaydın sultanım n'apıyorsun?" saat de sabah 7. kadın anam da bana belli etmeyecek ya durumu, dedi "yeni kalktım hazırlanıp hastaneye gidicem kızım, sen napıyorsun?" ne hazırlanması ayol annemin 7:30'da hastanede randevusu var. dedim "anne ben ankara'dayım hastaneye geliyorum, orada görüşürüz." aa nasıl olur, sen nereden biliyorsun falan filan derken ben hastanedeyim. normalde annemin kontrolleri onkolojide oluyor, ama sonuçlar kötü çıkınca hematolojiye yönlendirmişler. kanlarını vermiş bekliyoruz, ay burada da zaman geçmiyor. derken bir bakayım dedim şu sonuçlara çıkmış mı. bir baktım ki ne göreyim, sonuçların hepsi normal. haydaaa! bu nasıl oluyor anlamadım gitti. annem oturuyorken bir ara çaktırmadan doktorun yanına gidip 2 sonuç arasındaki farkı sordum. bana, yüzüme bile bakmadan "olabiliyor bazen farklar, sıranız gelsin inceleriz" dedi, kovdu. sıramız geldiğinde de eski sonuçlara bakıp, "sizin kan almanız lazım, aldınız mı kan acilde?" dedi. ben de farklılıkları söyleyince "1-2 puan tamam da bunlar çok farklı" dedi. yayma kan sonucunu inceleyip, "ben bir sıkıntı görmüyorum ama yeniden kan alıp baktıralım." dedi. aldık, verdik derken annemim kan değerleri normal ve hiçbir şüphe taşımadığını öğrendik. sonuç laboratuvarda yaşanan bir sorundan dolayı böyleymiş sanırım ve yanlışmış. şimdi koskoca onkoloji hastanesinde sonuçların yanlış çıkmasına mı sinirleneyim yoksa annemin sağlıklı olmasına mı sevineyim bilemedim. ama 5 karış suratla girdiğimiz odadan gülerek çıktık, bunu biliyoruz. ama durun, daha bitmedi. önümüzdeki kontrol tarihi için onkoloji doktoruna gittik. kadın annemi görünce "sen neredesin, dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum, senin için hastaneyi birbirine katıp oda ayarladım ben, çocuğu anneme bıraktırttım, sana telefonla ulaşamadım, yakınına ulaşamadım. yatış işlemlerini yaptın mı, kan aldın mı, ne yaptın sen?" diye hararetle sordu. perşembe günü annemin işleri uzun olunca nedense yatış işlemi yapmamışlar, annem de geri dönmüş nasılsa yarın yeniden geliceğim diye. biz de doktora yaşanan yanlışlığı anlattık ve hep beraber derin bir nefes aldık. ben perşembe günü dersteyken beni bir özel numara aramıştı. hem dersteydim diye açamadım, hem de zaten özel numaraları açmıyorum. işte meğerse o özel numara bu doktormuş! eğer ben telefonu açsaydım annemin bu yanlış tahlil sonuçlarından erken haberim olacak ve ortalığı birbirine katıp annemi bir şekilde o hastaneye geri göndererek, annemi yanlış teşhis konan bir hastalığın tedavisinin başına sürükleyecektim. yani demem o ki; ne olursa olsun sonuçlarınızı mutlaka ikinci bir doktora da gösterin ve hayatınızdaki insanları sevdiğinizi anlamak ya da hayatınızın ne kadar değerli olduğunun farkına varmak için böyle filmleri aratmayan bir saçma sapanlığın yaşanmasını beklemeyin. ütopyaları bilmem ama bu yaşadığımız hayat güzeldir!
1 note · View note
ahcocuk · 4 years
Text
Ah çocuk...
Merak etme. Müsterih ol. Ne yapmak istersen, nereye gitmek istersen, kiminle olmak istersen rüzgarın ben olacağım. Bunlar seni benden uzaklaştırsa da. Hep öyle yaptım zaten. Bunu istedin.
Sevgiye, aşka, muhabbete açtın. Sünger gibi emdin hem aşkımı, hem hayat enerjimi hem vaktimi... Beni sevmedin. Başkasını sevdin. Olur böyle şeyler. Onunla ol. AMA OL! Ama adam ol bunu da itiraf et. Gönül eğlendirdin benimle. Hiç düşünmedin bile. Ne kendini ne beni ne onu... Eyvallah.
Onunla uyan sabahları. Yüzüne bak, kıymetini bil. Onunla kahve iç her gün, kıymetini bil. Onunla seviş, onunla ye iç, onunla yaşa, onunla öl. AMA! Kıymetini bil. Sen yakamdan düşeli çok oldu. Bana verdiğin sözler, yalanların vs. senin bana olan sözümona sevgin için çoktan soldu. Ama ben buradayım. Sen bir an kıymetini bilme biricik sevdiceğinin. Senin yakandayım. Canını sıkarım. Yanlış anlama hiç görmeyeceksin beni. Hiç duymayacaksın. Ama boğazını sıkarım. Sadrına çökerim. Akıllı ol.
Geçen bir mana gördüm. Seninle biricik sevdiceğinin çeyizini seriyorduk. El bile sıkıştık. Bana teşekkür etti her şey için. Tek bir kelime söyleyeceğim onunla alakalı: “Garibim...” Mutlu oldum sizin için. Mutlu değilim ama. Çünkü insanın ruhuyla aynı sayfada olmaması çok yorucu bir şey.
Bir kadın var, burası çok önemli. İkinizden birinin halası, teyzesi, aile büyüğü gibi biri bu kadın. Evlilik sürecinizde salak saçma hareketler yapıp canınızı sıkıyor. Geçecek, sıkma canını. Onun yaptıklarına takılmazsanız çok güzel olacak. Yokmuş gibi davranın. Sakın bulaşmayın. Burayı onunla “bir arkadaşım görmüş” diye paylaş. Bana da son kez arkadaşım demiş ol o cümlede...
Her neyse bilmediğin çok şey var. Hep böyleydi zaten. Ben zaten hayatımda en büyük zulmü ve eziyeti okumuş cahillerden çektim. Kötüler hiç ilişmedi bana, ilişemez de. Sıkıntı ne biliyor musun? Sıkıntı kötüler değil. Dünyanın bile sıkıntısı “iyilerin yeteri kadar ve gerektiği gibi iyi olmaması.”
Bu yazıyı bir anda bir avazda yazıverdim. Yazabilmişken şunu da ekleyeyim.
Kendime hiç üzülmedim. Sana üzüldüm hep. İnsanın sevdiği mütemadiyen salaklık yapınca hayat çok da kolay olmuyor. Ama hayat böyledir bazılarımız acı çeker ki bazılarımız mutlu olsun. Bir cinayet işlenecekse katil aranır. Mesele bu katil olmamak. Keşke sen, o katil olmasaydın. Bundan sonra kimsenin katili OLMAYACAKSIN.
Seni “sen iyi bir rölakssın” günü Hazret-i Mevlanâ’ya havale etmiştim. O gün bugündür zaten işler benim için pek iyi olmadı. Seninle alakalı meselelerle uzun süredir ben ilgilenmiyorum. Özellikle evlilik meselesiyle alakalı Şubattaki ziyaretimde de görüştüm. Artık evlen de kurtulayım diye ilettim. Çok şükür bu Ramazan haberin de geldi. Bu dünyada ölmek iyi, ölmek güzel. Sıkıntı yeniden dirilmek. Günbegün, anbean...
Ha unutmadan, evlenince Hz. Mevlana’yı ziyarete gidin. Üzerinde çok hakkı var sen bilmezsin. O olmasa her şey çok başka olurdu. Bunu hayatın boyunca da hatırla...
ب
19 Ramazan 1441, 12 Mayıs Salı itibariyle tasarrufumdur ki, senin üzerindeki hakkımı şu şerhe bağlıyorum;
Dostun ve düşmanın dahil herkes ve her şeye;
1- Yalan konuşmayacaksın. Kimsenin güvenini boşa çıkarmayacaksın.
2- Tekebbür etmeyeceksin. Kimseye tepeden bakmayacaksın. Asla hiçbir şeyden şikâyet etmeyeceksin.
3- Biricik sevdiğine bırak sadakatsizliği, birisine bir göz süzme, bir flörtöz tavır, bir kelime yazı, görsel, bir lahza düşünce, herhangi bir şey sergilemeyeceksin.
4- Hiç kimseye insan, hayvan, bitki ezâ cefa etmeyeceksin. Kimseyi üzmeyeceksin. Kimsenin kalbini -çok edna bir insan olsa bile- kırmayacaksın.
5- Fukarayı gözeteceksin.
6- Ahlaksızlık etmeyeceksin.
7- Gözüme gözükmeyeceksin. Cenazeme dahi gelmeyeceksin. Bunlar seni üzer çünkü...
Bu şerait ile şimdi ne hâlin varsa gör. Senin reçeten bu. Hodri meydan! İster yap ister yapma. Bunu daha önce 4 kişi daha yaşadı birini sevmiştim. Üç kişi hiç iplemedi bile. Sonrasında yaşadıkları için onlara hiç üzülmüyorum. O bunlara uydu, şu an çok mutlu. Yıllardır görüşmüyoruz. Umarım sen ondan daha mutlu olursun. Aklını başına al. Uyarsan bunlara sebep olduklarının sonuçlarını güzel yaşayacaksın. Öteki türlü dudaklarından iki kelime dökülür sadece “ilahi adalet”. Tercih güzel gönlünün. Hadi uç yuvana...
Mutlu olun. Birbirinize sahip çıkın. Allah’a emanet olun. Sizi seviyorum.
0 notes
yenicagkibris · 6 years
Text
Kıbrıs Türkiyeden izler – Özkan Yıkıcı
https://wp.me/pXsHy-KoD Sadece siyasi iklimler bozulmadı. Siyaset öylesine yıkımlar yaratmaya devam ediyor ki, içerik olarak iklimleri dahi yerlebir hale getirdi. Artık, siyasi iklim kelimesi dahi, doğal iklimlerin de bozukluğu birlikteliği oluşturdu. İnanmayan, sadece geçen haftalarda başlayan Girne dalgasının şimdi Karpazı vuran devamıyla adeta yıkılan doğa ile bozulan iklimlerin nereye dek geldiğinin son örnekleri olarak yaşama kazıldı. Tabi ki siz dünya görüşü olarak bilime dayalı analiz yaparsanız bu sonuca gelirsiniz! Aksine, gerçeklerden kaçarak, imanlı gerici dinsel tabulara sarılırsanız veya rant aşkınıza ihanet etmezseniz, budenli net yaşanan bozulmanın da farkına elbet varamazsınız. Neyse, konuyu fazla bilimsel analizlerle doldurmayalım…. Konuyu yaşayarak karşılaştıklarımla birlikte ele almaya çalışacam: Yılın ilk günü, “1 Ocak Salı gecesi” Karpazdan Lefkoşaya gelmek için yola çıktık. Yola çıkarken ki hava birden hafif yağışla yeniden yağmura doğru dönüştü. Önceden yağan yağmurla özellikle bazı yolların tehlikeli olduğu bilgisi de aklımızda vardı. Derken, arkadaşla konuşmaya dalıp haberlerde tehlikeli ve kapalı denilen Çayırova köyü yolunu geçerek Kalecik yönüne yöneldik. Sonra, arkadaş uyanıp girdiğimiz yolun kapalı olması gerektiğini hatırladı. Geri döndü! Tam da denilen yere gelince, bir yerde oturanlara sorar “Burası kapalı galiba! Hangi yoldan gidecem” diye sorar. Oturdukları sobet mekanından canlanıp kalkan birisi “Kapalıdır! Şu yoldan gidin” der… Biz de aynen denileni yaptık. Aklıma bazı eski katliyamlar sonrası uyarı denilen haberler de geldi. Ama, resmen Salı gecesi yılın ilk günü böylesine gerçeği biz yaşadık. Sonrası mı: Gecenin seherinde yavaş yağmurla, bazısı yeni yapılan yollardan, sıçrayarak lefkoşaya doğru gidişimiz oldu. Hep şu gerçekle yeniden yüzleştik: Nasıl olur da yepyeni yollar ya kırılıyor, ya çöküyor veya darmadağın hale geliyordu! Akla tek sonuç alevleniyor: yanlışlar ve yalan yapmaların resmini yol alarak ve oluşan yağışın güzel akışındaki çirkinliklerin karşımıza gelmesiyle yaşıyorduk…. Ertesi gün sabahleyin gazete mahşetlerinden normal haberleri dinliyordum. Karpazdaki çöken yol ve alınan tetbirleri dinliyordum. Daha Girne felaketi veya Dikmen faciyası akıldan silinmedi. Yalnız: karpaz yöresinin önemli bir farkı vardı. Girnede ölenler oldu, orada zengin denilen kesimlerin de mülkleri yerlebir hale geldi. Bundandır ki Karpaz yol eksenindeki rezaletler ve uzun yılların yalan hikaye sonlanmaları fazla öne çıkarılmadı. Hele de çoğu yolun yapımındaki yalanlar ve kazanılan rantlar da olunca, konu salt yağışa havale edilme veya yanlışı yapanın söylenmeyrek sildirtme çabaları oldukça fazla sırıtıverdi. Yİne de Girneden Laptaya, Dikmenden çayırovaya ve gidrek Yeşil Köye varan uzun alan falaketi,adeta 44 Yıllık K. Kıbrıs ezberi ile yağma ile yalanların oluşturduğu görkemin nedenli yanlışlarla ceplerin dolduğunun somut kanıtı olarak doğa tarafından yaşatıldı. Arada birileri sırf kendini kurtarma adına “yağış fazlası” dediyse de kimisi de imanlı tanrıya havale etse de gerçekler pek de gizlenemez hale geldi. Tabi ki yüce parti rantlı aşkın gözleri kör edilen veya koltuk sevdası aşkının gerçeklerden koparmadığı kesimler için geçerli sonuç oluştu….. Yine de şu yalan hep karşılık buluyor: “Dünyada görülen normal olaymış gibi” savunulması. Hele de dibimizdeki Güney Kıbrıs gerçeği de varken. Tam da bu felaket resmen sistem rantının bedeli olarak yaşanırken, Tufanın vuruşu ile makamcı Tufan da öteki yıkımın raporlarını deyerlendiriyordu. Yakınılan bir de “gereken yardımların oluşmaması” eklentisi de yapılıyordu. Makamccılara şu öneriyi hemen yapalım: Eğer, ağzınızdan çıkan kelimeleri beyniniz kabul ediyorsa, Bunun yıllarca süren yanlışların sonucu olduğunu gerçekten kabuleniyorsanız! Ozaman, günümüze dek rüşvetin belgesi haline gelen, son olarak geçen yıllarda Sayıştaylık üst kesimine de verdiğiniz ödülendirme başarısı gibi salanan Emekli halde dahi üst elitlere tahsisat aktarmayı alıp doğal afet fonuna eklerseniz, ozaman enazından geçmişten gelen bu yanlışların hem de rüşvet denecek uygulamayla ödülendirme kalemlerinden birini geri alıp yardım olarak kulanma ile rüşvet belge olma utancını da giderme şansınız olacaktır. Gerisi size kaldı…… Gelelim “anavatanlı” Türkiyeye…. Türkiye tam da yeni seneye girip, daha yılın ilk günleri başlarken, çok düşünülmesi gereken önemli göç haberli bilgilerle uçuştu. Aslında, bu haberlerle sorgulanıp bulunacak çok yanlış vardır. Fakat, Türkiye gerçeği bu yanlışların da anlaşılmasına dahi konulan siyasal sis duvarlı baskılarla engelenmektedir. Önce, şu Taksimde yurtaşlar değil de ÖSO bayraklı konuya birkaç söz edelim. Türkiyede özellikle eğlence ve kitlesel eylemlerin merkezi İstanbul alanı Taksim, özellikle muhalif kesimlere çoktan kapatıldı. Hat ta, istanbula sürekli gidenler, Türkiyedeki değişimin, Taksim aynasıyla nasıl fark edildiğini de bilir. Yılbaşı kutlamalarında da Taksim kulanılıyordu. Son yıllarda öteki etkinlikler gibi, buda yasaklandı. Fakat, bu son yılda, Taaksimde normal insanlar kutlama yapamazken, Taksimde ÖSO yapısı bayrak çekip burada etkinlik yaptı! Hemen, sosyal medyada değişik tartışmalar yapıldı. Özellikle konuda yetersiz olup da ırksal damıtma veya göçmen karşıtı olan çoğunluk, değişik görüşler savunsa da “Suriyeliler düşmanlığı” üzerinden saldırıya geçtiler. Oysa, Taksimde Suriye resmi bayrağı değil, Türkiyenin beslediği cihatcı yapı ÖSO simgeli senboldu. Üstelik Türkiye bu yapıyla şu anda Kuzey Suriyeyi kontrol etmek için de siyasi hesaplar yapmaktadır. Konu ya tüm Süriyeli göçmenlere havale edilip ötekileştirme yapıldı veya Suriye karşıtlı milliyetci horozlanma ile banbaşka amaca kapılındı. Kimse hala Suriye gerçekleri ile yüzleşemedi. Dahası: Türkiye tüm bölgede bu tip politikaları nifus aktararak oynarken, KIbrısın Kuzeyinde oy devşirmeğe dek oluştururken, Suriyede kendilerine has destek gücü oluşturmaya ve bunun Merkezine konulurken, bunlar hep yokmuşcasına bir anti Suriyelik ekseni oluşturdu. Hep tartışılmayan Türkiyenin Suriye hamleleri sonucu gerçekleştiği gerçeği, biryerden fışkırmayı bekliyor… Başka önemli haber ise oldukça düşündürücü: Türkiyeden yoğun beyin göçüne, son olarak işadamları da eklendi. Amerikan basınında da yer bulup Sabancı aylesinden Maltaya yurtaş olmalar veya Ülkerin kaçışı, yıldız şirketinin Birleşik Arap Emirliklerine yönelme gibi haberler oldukça gelecek belirsizliğinin haberleri oldu. Bunabenzer işadamları göçleri veya kaçışları yanında TUBİTAK ve ASALSENDEn yaklaşık Yüz Mühendisin Holandaya vatandaş olarak da gitmesi, bilimsel araştırma bakımından da dikate alınmalıdır. Daha önceleri akademisyenler gibi birçok beynin kaçtığı bilgileri de hep geldi. Bunun ekonomik veya siyasal işaretleri oldukça önemlidir. Çöküşün önemli katılımlaştırma olgularıdır. Ama, sağolsun sansür ve baskı, bunarlın da konuşulmasına engel olunuyor. Tabi eğer Niyork Tayems de bu mahşet oluyorsa, konunun önemi daha da artmaktadır. Bunun nedenlerinden veya kırılganlığı şu: Türkiyede egemen sermaye kesiminde de önemli sorunların yaşadığına işaret etmektedir. Dahası, AKP ile oluşturulan Burjuva ihale ve rant kesimi güçlenirken, eski kesimlerde endişeler gidrek artmaktadır. Hele de dilenen sermaye kesiminin kolayca mülk ve paralarına el koyma uygulaması ile Türkiyedeki kriz beklentielri olunca, durup düşünmek şart… Türkiye ekonomisine girmişken, başarı diye sululan Eflason “Y.20” konusuna da kısaca deyinecem: Birkez, Başarı veya tesbitin gerçekleştiği sözleri biraz havızası olanlar, doğru olmadığını bilir. Tabi söyleme cesareti de kaldıysa… Örnek, her yıl bütce geçerken, belirli hedefler de konulur. Damatın sene başındaki Eflasyon hedefi Y.7 oluyordu. Yani, tam 3 katı çizdiği hedeften yukarda çıktı. Halbuki, bunun tesbitlerin gerçekleşmesi olarak başarılı kılma açıklaması geldi. Diyecek söz kaldı mı?Ama, hemen bunu “başarı” olarak alıp söylemeler çoktan başladı. Ayrıca, bundan önceki rakam “Y.25” cıvarıydı. Hesaplama yapan yönetici görevden alındı, bazı oynamalar yapıldı, ÖTV azaldı ve Petrol fiyatları oldukça fazla geriledi… Bunalrın da katgısı hiç konuşulmadı…. Türkiye Yerel seçim dönemine de girdi. Şimdiden, daha adaylar aşamasında Anayasa falan olmadığı da sırıtıyor. Özellikle YSK uzatılması ve Meclis Başkanı istifa etmeden aday olup olanakları da kulanma hamleleriyle, resmen nasıl koşullardaki girişin daha ilk adımından sorular ayuka çıkıyor.Üstelik, Merkezbankası karının hazineye Nisan değil de hemen şimdi gerçekleştirilmesi de parasal gücün kulanım rüşvetine de işaret edilmektedir. Ama, belli ki Nisana dek Türkiyenin yerel seçimler olayına da izleyerek takip edeceğiz.
0 notes