Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Uyku apnesi ani kalp durmasına yol açabilir

Uyku apnesi, sosyal hayata, kariyere, obeziteye, unutkanlığa ve hatta depresyona neden olabiliyor. Kalitesiz uykunun gündelik hayata darbe vurduğunu söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Gülten Özdemir, “Uyku apnesi, sosyal hayata, kariyere, obeziteye, unutkanlığa ve hatta depresyona neden olabiliyor. Uyku apnesinin en önemli belirtisi olan horlama sorununuz varsa mutlaka bir doktora başvurulmalı” dedi. Her 100 kişiden 40’ının horlama sorunu yaşadığını söyleyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Gülten Özdemir, horlaması olan kişilerin yüzde 5’inde uyku apnesi görüldüğünü söyledi. Uyku apnesinin en önemli belirtisinin horlama olduğunu sözlerine ekleyen Uzman Dr. Özdemir şu bilgileri verdi: “Horlama; uyurken nefes alma sırasında daralan hava yollarından geçen havanın yutak çevresindeki yumuşak dokuya çarparak, dokuların titreşmesiyle oluşan sestir. Üst solunum yolunda yutak ve dil arkasında daralmayla orantılı olarak horlama da artar. Horlama, toplumda her 100 kişiden 40’ında görülebilecek kadar sıklıktadır. Yaşın ilerlemesi ve kilo artışı horlama riskini artırmaktadır. Kadınlarda kilo alma kalça bölgesi, erkeklerde ise boyun ve karın çevresinde yoğunlaşır. Böylece erkek tipi kilo almada; yatar durumdayken göğüs için basıncı daha da artar, yutak çevresinde daralmada erkeklerin kadınlara göre daha yüksek oranda horlamasına neden olmaktadır. Menopoz döneminde ise kadınların hormonal denge değişikliğiyle birlikte, artık erkek tipi kas yapıları gelişerek horlama oranları erkeklerdeki sıklıkta olmaktadır.” HANGİ TİPTE HORLUYORSUNUZ Horlamanın farklı tipleri olduğunu belirten Uzman Dr. Özdemir, öncelikle kişinin nasıl bir horlama sorunu yaşadığının iyi tespit edilmesi gerektiğinin altını çizdi. Özdemir sözlerini şöyle sürdürdü: “Basit horlama; daha çok sırt üstü pozisyonda ortaya çıkan ve kişinin yorulmasıyla artan şiddette kesintisiz çıkardığı gürültü sesidir. Basit horlama, hastadan çok yarattığı gürültü nedeniyle eşin uykusuna zarar verir. Ama bazen de horlama üst solunum yolu direnç sendromu denen; düzensiz, solunum güçlüklerinin eşlik ettiği fakat 5-10 saniyeyi aşmayan solunum durmalarıyla birlikte olabilir. Sık uyanıklıklara neden olur, uyku kalitesi bozulur. Uyku apne sendromuna eşlik eden üçüncü tip horlama şeklinde ise horlama; en az 10 saniye süren nefes durmalarıyla kesintiye uğrayan, boğulur tarzda şiddetli çıkarılan sesten oluşur. Yani Obstrüktif (Tıkayıcı) Uyku Apne Sendromu (OSAS) dediğimiz horlamanın, solunum durmalarıyla birlikte olduğu hastalık şeklidir.” UYKU APNESİ ANİ KALP DURMASINA NEDEN OLABİLİR Uyku apnesinin uykuda 10 saniyeyi aşan nefes durması olarak tanımlanabileceğini söyleyen Uzman Dr. Özdemir, “Uykuda solunum durmaları, gecede yüzlerce kere tekrarlayabilir. Her solunum durmasıyla kişi kısa süreli sık uyanıklıklar yaşar, kişi ancak uyanarak solunum durmasını giderebilir. Bu uyanıklıkları hasta gece uykusunda fark etmez, bu sık uyanıklıklar yüzünden sürekli ve dinlendirici bir uyku olamaz. Hasta farkında olmadan kalitesiz, yüzeysel bir uyku uyur. Uykuda nefesin durmasıyla, kalp ve beyin için hayati önemi olan oksijen düzeyi kanda düşer, karbondioksit düzeyi artar. Kalp atımları da düzensizleşir, ileri yaşlarda ani kalp durmalarıyla uykuda ani ölümlere neden olabilir. Hasta gece boyunca boyun çevresinden terler” şeklinde konuştu. CİNSEL İSTEKSİZLİK NEDENİ Uyku apnesi hastalarının kaliteli uyuyamadıkları için sabah yorgun uyandıklarını ve kendilerini uykusuz hissettiklerinin altını çizen Uzman Dr. Özdemir, “Uyku apnesi, aşırı yorgunluk miskinliğe, hareketsizliğe neden olur. Bu hareketsizlik giderek kişinin kilo alışında artışa neden olur. Sonuçta kilo; uyku apnesi hastalığını şiddetlendireceğinden bir kısır döngüye girilmiş olur. Uykusuzluk sinirliliğe, gerginliğe, iş verimliliğinde düşmeye neden olur. Trafikte kırmızı ışıkta beklerken uykuya dalarlar, uzun yolda sık trafik kazalarına sebebiyet verdikleri ortaya çıkmıştır. Cinsel fonksiyonlarda azalma ve cinsel isteksizlik görülür. Konsantrasyon güçlüklerine ve belirgin dikkat ve hafıza problemleri ile unutkanlığa yol açar. Ayrıca hastaların yüzde 30’unda depresyon olduğu araştırmalarla saptanmıştır” diye konuştu. SÜREKLİ VE ŞİDDETLİ HORLAMAYA DİKKAT! Horlama; eşlerin ve çevresindeki yakınlarının uykusunu bozduğu için, hastalar daha çok yakınları tarafından uyku merkezlerine müracaat etmeye zorlanırlar. Horlamanın kalp krizi, beyin damar hastalığı gibi ciddi sonuçlar doğurabilen uyku apnesinin en önemli belirtisi olduğunun altını çizen Uzman Dr. Özdemir, “Sürekli ve şiddetli horlaması, uykuda solunum durması oluyorsa, uykudan yorgun ve baş ağrısıyla uyanıyorsa, gündüz kendilerini hep yorgun ve uykulu hissediyorsa mutlaka uyku hastalıklarıyla ilgilenen uzman hekime ulaşılmalı” dedi.
0 notes
Text
Elektromanyetik kirlilik sağlığı tehdit ediyor

Dr. Sinan Akkurt'un yeni çıkan kitabında verilen bilgilere göre, şehir yaşamında kullanılan elektronik cihazlar, kablosuz İnternet, elektrikli ulaşım ağları nedeniyle insanlar Giga Hertz'lere varan oranda elektromanyetik akım yükleniyor. Oysa insan vücudunun kaldırabildiği fizyolojik frekans aralığı ortalama 10 Hertz. Kaldırabildiğinin 1000 misli yükün altına giren beden hücresel stres yaşıyor. Bu durum, kronik yorgunluktan kansere kadar pek çok hastalığı tetikleyebiliyor. Biorezonans isimli yeni çıkan kitabında sağlıklı yaşam için ilk kez duyanları şaşırtan bilgi ve öneriler paylaşan Dr. Sinan Akkurt, bağışıklık sistemine zarar verip birçok hastalığı tetikleyen elektromanyetik kirliliğe özel bir bölüm ayırdı. "İletişimden tıbba pek çok alanda teknolojinin sağladığı olanaklardan yararlanıyoruz. Ama her gülün dikeni var." diyen Dr. Akkurt, elektromanyetik kirliliği "kullandığımız araçların vücudumuzda bıraktığı yüklerle oluşan ve uzun vadede ciddi sıkıntılar yaratabilen önemli bir sorun" olarak tanımlıyor. Elektromanyetik kirliliğin televizyon, bilgisayar, cep telefonunun aşırı kullanımının yanı sıra mikrodalga fırın, saç kurutma makinası, metro hatları ya da kablosuz İnternet ağlarından kaynaklanabildiğini dile getiren Dr. Akkurt, bunlardan mümkün olduğunca uzak durulmasını öneriyor. Ayrıca doğal taşların da bir yük getirdiğini belirterek yatak odalarında bulundurulmaması gerektiğinin altını çiziyor. Dr. Akkurt, elektromanyetik kirlilikle mücadele için her gün bir kase yoğurt, kilo başına 40 cc su tüketimi, cihazları bekleme konumunda bırakmak yerine tamamen kapatmanın temel önlemler olabileceğine işaret ediyor. Dr. Akkurt'un diğer önerileri şunlar: "Mikrodalga fırın kullanmayın. Bulaşık, çamaşır makinası gibi aletler çalışırken yakınında bulunmamaya özen gösterin. Yatarken modem başta olmak üzere tüm elektrikli cihazları kapatın. Saç kurutma makinalarını aralıklı olarak kullanın." Kaktüs bir şehir efsanesi değil Konuyla ilgili açıklamalarında ayrıca kaktüsün bir şehir efsanesi olmadığını kaydeden Dr. Akkurt, "Özellikle çok büyük kaktüsler radyasyonu alabilir. Kaktüslerin dikenleri havadaki elektriklenmeyi kendisine çeker, dolayısıyla saksısı ne kadar büyükse o kadar çok radyasyon emme kapasitesi vardır. Bunun sebebi bitkinin emdiği radyasyonu topraklamasıdır; zaten bitkinin kendisi de toprak üzerindedir." dedi. Kaktüsün dışında beyaz ve pembe kuvars kristali ile radyasyon emme özelliği bulunan telefon kılıflarının kullanımını ve haftada en az bir kere çıplak ayakla toprağa basılmasını önerdi. Kaktüs, İngiliz sarmaşığı, leylak ve benjaminin ortamı radyasyonun kötü etkilerinden arındıran bitkiler olduğunu belirten Dr. Akkurt, radyasyondan arınmanın en geçerli yolunun biorezonans terapisi olduğunu sözlerine ekledi.
0 notes
Text
Nörololjik hastalıklar ve sanatla yenilenen hayatlar

Acıbadem Ankara Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Esra Mıhçıoğlu, nörolojik rahatsızlıklara rağmen sanata gönül veren ünlü kişilerin, gösterdikleri başarıları ve nörolojik hastalıkların sanat ve sanatçılar üzerindeki etkilerini anlattı. "Beyin bir bölgenin hasar görmesine rağmen oluşturduğu yeni bağlantılar ile çöp adam bile çizme yeteneği olmayan birisini ünlü bir sanatçı yapabilir." Genelde her birey, beyninin bir tarafını ağırlıklı olarak kullanır. İnsan beyni yaklaşık 1,5 kg ağırlığında evrendeki en kompleks sistemdir. Beyin işlevlerini gizlilik içinde halleder ve fikirleri müthiş bir sihir ürünüymüş gibi sunar bize. Her birimizin içinde, tam olarak tanımadığımız bir varlıktır ve sırlarını bir anda açığa vurmaz. Öyle ki; bir bölgesinin harabiyetinde yeni bağlantılar oluşturarak çöp adam bile çizemeyen kişiyi ünlü bir sanatçı yapabilir. Beynimizin sağ ve sol tarafı bilgiyi farklı şekilde işler. Sol beyin mantıksal, rasyonel, analitik, objektif, ardışık düşünebilen, baktığında parçaları görebilen, sağ beyin ise sezgisel, bütünsel, sentezleme yeteneği olan, subjektif, yaratıcı, sanatçı taraftır. Sanat güzellik karşısında duyulan heyecan ve hayranlığı uyandırmak için insanın kullandığı yaratıcılıktır. Sanat sanatçının iç dünyasını yansıtır. Sanat bir dildir. Yaygın veya tek taraflı beyin hasarları sonucunda sanatçıların eserleri etkilenebilir. "Yaygın ve tek taraflı beyin hasarları sonucunda sanatçıların eserleri etkilenebilir." Beyin hasarının en önemli sonuçlarından biri olan ihmal; beyin lezyonun karşı tarafından gelen herhangi bir uyarana karşı, mevcut duysal veya motor kayıpla açıklanamayan, kayıtsızlık veya tepkisizlik olarak tanımlanmaktadır. Federico Fellini (1920-1993), çağımızın en önemli film yönetmenlerinden biri olması dışında aynı zamanda da karikatüristtir. Fellini'nin geçirdiği sağ hemisfer inmesi sonrası karikatürlerinde sol ihmal sendromunun belirtileri görülmüştür. Fellini'den hafızasından çizmesi istenilen papatya (a), bisiklet (b) ve masa (c) resimleri. Papatyada resmin sol tarafı ihmal edilmiş. Bisikletin ön tekeri zincirsiz ve cantsız. Sürücünün yüzü yarım çizilmiş. Masa resminde ise objeler sayfanın sağına yerleştirilmiş olması dışında anormallik yoktur. Hastalığının 25 gününde zihniden çizdiği başka bir resim. Kadın doktorun alnı ve kendi kafasının arkası çizilmemiştir. Sanatçı duygularını, kendisini tamamen doktorun ellerinde bir cüce olarak resmederek ifade etmiştir. Anton Räderscheidt (1892-1970), ünlü Alman ressam 75 yaşında sağ hemisfer inmesi geçiriyor. Sol tarafta uzaysal ihmal ve ciddi görsel algı bozukluğu gelişiyor. Sonuçta resim yapmayı tekrar öğreniyor ve çalışmaları aşırı soyut ve dışa vurumcu hale geliyor. Sol alttaki resim hastalık öncesi çizimlerinden, sağ alttaki resim hastalık sonrası 2.5, 6 ve 8 aylarda çizdiği otoportresi. Geçirdiği nörolojik beyin hastalığına bağlı portrenin sol yüz yarısını detaylandıramamış ve hastalığın iyileşmesi ile beraber portrenin sol yarısındaki çizgilerin kısmen geliştiğini görebiliyoruz. "Hasarlanma sırasında loblar üzerindeki baskılayıcı etki azalır ve yaratıcılık ortaya çıkar" Sol beyin yarısı beynin zorba kısmıdır. Sağ yarının yaratıcılığını baskılar. Sonradan gelişen soldaki bir patoloji yaratıcılığı artırabilir. (Parodoksal fonksiyonel fasilitasyon). Temporal lobun frontal lob üzerinde baskılayıcı etkisi vardır. Harabiyette bu etki kalkar ve yaratıcılık artar. 43 yaşında, İngiliz satıcı, resim ile hiç ilgisi olmayan Alan Brown 2003'de 39 yaşında beyin damarındaki baloncuk yırtılması sonrasında 16 saat süren bir operasyon geçiriyor. 2 ay sonra hastanede hemşiresi tarafından eline verilen bir kağıt kalem ile yeni yeteneğini keşfediyor. Worcestershire Güzel Sanatlar Fakültesini bitiriyor. Ünlü ve ödüller alan bir ressam oluyor. Hastalık öncesi çöp adam bile çizemeyen Alan Brown "Beyin ameliyatı sonrasında aniden Michelangelo oldum "diyerek bu durumu ifade ediyor. Tommy McHugh (1949-2012) inşaat kalfası, sabıkalı, uyuşturucu kullanımı olan, eline fırça almamış bir kişidir. 2001 yılında tansiyonu yükseliyor, beyin damar baloncuğu yırtılması sonrasında 6 saat operasyon geçiriyor ve 1 hafta komada kalıyor. Frontal ve temporal her iki beyin yarımında etkilenme oluyor. Sonrasında radikal kişilik değişikliği ile karanlık ve şiddet yönlü karakteri değişerek pozitif ve dışa dönük hale geliyor. Günde 10-16 saat çalışarak yüzlerce şiir ve resim yaratıyor. "Dil özellikleri ile ilgilenen beynin diğer yarısında sanat kendini simgesel ve dilsel kavramlar biçiminde ifade eder" Resim sanatı güçlü görsel imgeler kullanmasına rağmen, lisan ile ilgili beyin yarımı sanatın çoğunda simgesel ve dilsel kavramlar biçiminde kullanılır. Örneğin, Picasso'nun Guernica'sı, savaşın zulmünü inceleyen örnek sanat ürünüdür.
Guernica, Pablo Picasso tarafından 1937'de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası' na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937'de İspanya'daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, anıtsal bir tablodur. Tabloda, ölüm, şiddet, gaddarlık ve çaresizlik sahneleri, bunların asıl sebebi gösterilmeksizin işlenmiştir. Tablonun siyah beyaz oluşuyla savaşın yarattığı cansızlık ne kadar güçlü vurgulanmıştır.
0 notes
Text
Baş ve Boyun Ağrısının 9 Önemli Nedeni

Sakız çiğnemekten strese, az ışıktan menenjite kadar baş ve boyun ağrısının 9 önemli nedeni... Vücudunuzun herhangi bir yerindeki ağrı yakın yerlerde başka ağrılara da yol açabilir. Boyun ağrınızın başağrısı yapabileceği gibi. Hem baş ağrısı hem de boyun ağrısını aynı anda çekmeniz normal değildir. Eğer siz de hem boyun hem de baş ağrısı çekiyorsanız bu iki ağrının birbirine bağlı olduğunu gösterir. Birçok başağrısı beyin dokunuzdan ve ya kafatasınızdan kaynaklanmaz. Çünkü bu dokuların sinir lifleri yoktur ve baş ağrısı yapmaz. Bir çok baş ağrısı kafatası derinizdeki sinir liflerinden kaynaklanır. Bu sinir uçları, vücudunuzun diğer bölgeleriyle ilişkilidir. Boyun kaslarınız da buna dahildir. Bazen boynunuzdaki bir problem kafatası derinizdeki siniri uyarır ve bu da baş ağrısına yol açar. Peki boyun ağrısı ve baş ağrısı nelerden kaynaklanabilir? Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, günlük hayatta sık sık muzdarip olduğumuz bu iki ağrının nedenlerini sizler için kaleme aldı: Stres: Yoğun ve basınçlı baş ağrıları genelde stresten kaynaklanır. Bu da boyun kaslarınızın gerilmesine yol açar. Yoğun baş ağrısı, aynı zamanda buna kas takallüs baş ağrısı da denir, başın içindeki ve etrafındaki kasların sert kasılması ve büzülmesinden ortaya çıkar. Bunun yanındaki semptomları ise boyun ağrısı ve basınçtır. Duruş: Eğer başınız ve boynunuz uzun süre kötü bir duruş pozisyonunda ise; buna telefonla konuşurken telefonu kulağınız ve omzunuz arasında uzun süre tutmanızı örnek verebiliriz - bu gibi durumlarda hem baş hem de boyun ağrısı çekebilirsiniz. Boynunuzu ve başınızı uygun olmayan bir şekilde destekleyip uyuyorsanız – uçakta uyumak veya fazla şişirilmiş yastık ile uyuyorsanız - bu da aynı zamanda duruş bozukluğuna ve sonucunda da baş ve boyun ağrısına yol açabilir. Az Işık: Çalışırken veya okurken eğer ışığınız yeterli değilse, gözünüzün zorlanmasına ve kafatası derinizde alın kaslarınızda tutukluğa yol açabilir. Sakız Çiğnemek: Kuvvetli sakız çiğnemek başınızdaki ve boynunuzdaki kasları gerer ve bu da şiddetli baş ve boyun ağrısına yol açar. Migren Baş Ağrısı: Migren baş ağrısı yoğundur bu da beyindeki kan damarlarının etkilenmesine yol açar. Bazen boyun, başağrısı ve tutulması gelebilecek bir migren ağrısının habercisi olabilir. Ağrı Dizisi: Üst üste gün boyu, günlerce veya haftalarca hatta aylarca süren baş ağrıları genellikle başın bir tarafında ve bir anda toplu olarak dizi halinde gelir. Beraberinde de dayanılmaz boyun ağrısını getirir. TMJ Bozukluğu: TMJ (eklem) bozuklukları çeneyi ve boyunu etkiler. Bunun sebebi de genellikle çenenin aşırı sıkılması veya zayıf çenedir. TMJ hem baş hem de boyun ağrısına yol açar. Menenjit: Menenjit beyini kaplayan, hayati önem taşıyan iltihabdır. Menenjitin genelde semptomları baş ve boyun ağrısı ve ateştir. Travma Sonrası Baş Ağrısı: Araba kazası esnasında başınıza aldığınız bir travma veya yaralanma baş ağrısı, boyun ağrısı ve omuz ağrısına yol açabilir. Ne Zaman Doktora Gitmeli? Boyun ağrınıza bağlı baş ağrısından şikâyetçiyseniz, doktorunuza görünmenizde fayda var. Özellikle başınızın birden fazla yerinde ağrı varsa, ateşiniz, boyun tutulmanız ve ışığa karşı hassasiyetiniz varsa. Boyun ağrınıza bağlı baş ağrısı ise bir baskının sonucu bu ağrıyı yaşarsınız ve bazen bu ağrılar ciddi bir hastalığın da habercisi olabilir.
0 notes
Text
Antibiyotiklerin altın çağı sona erdi

Medicana International İstanbul Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Cengiz Uzun, antibiyotik kullanımının arttığını, viruslerin neden olduğu hastalıklarda ve her ateşli durumda gereksiz yere kullanılması, uygun doz ve sürelerde kullanılmaması gibi nedenler antibiyotiklere karşı direnç gelişmesine, hastalıkların tedavi edilememesine yol açtığını ifade etti. Başlangıçta mikroorganizmaların direnç geliştirme sorununa çözüm olarak yeni antibiyotikler bulunmuşsa da, her yeni antibiyotiğin kullanıma girmesini takip eden yıllar içinde yeni direnç şekilleri ortaya çıkmış ve antibiyotiklerin altın çağı sona ermiştir. Son yıllarda da eskisi gibi çok sık yeni antibiyotikler geliştirilememektedir. ANTİBİYOTİK EN ÇOK TÜKETİLEN İLAÇLARIN BAŞINDA GELİYOR Viruslerin neden olduğu hastalıklarda ve her ateşli durumda gereksiz yere kullanılması, uygun doz ve sürelerde kullanılmaması gibi nedenler antibiyotiklere karşı direnç gelişmesine, hastalıkların tedavi edilememesine, ilaçlara bağlı yan etkilerin görülme sıklığında artışa ve gereksiz sağlık harcamalarına yol açmıştır. Ülkemizdeki sağlık harcamalarının üçte birini ilaç harcamaları oluşturmaktadır ve antibiyotikler de tüketilen ilaçların başında gelmektedir. Günümüzde tüm antibiyotiklere karşı dirençli bakterilerin neden olduğu hastalıklar ile karşı karşıyayız. Tedavi etmekte zorlandığımız hasta sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Gerekli önlemleri alınamaz ise savaşı mikroplar kazanacaktır. Bu savaşta devletlere, sağlık otoritelerine, ilaç sanayine, sağlık çalışanlarına ve hastalara çok büyük görevler düşmektedir. Antibiyotik kullanmadan önce bilmenizde fayda var; mutlaka doktorunuza danışınız. Antibiyotikler soğuk algınlığı, nezle, grip gibi viral hastalıklarda işe yaramaz. Her ateşli antibiyotik kullanılmasına gerek yoktur. Antibiyotiklerin ishal gibi yan etkileri olabilir. Bazı yan etkiler ölüme yol açabilir. Antibiyotikleri mutlaka doktorunuzun önerdiği miktarda ve saatlerde kullanınız. Kendinizi iyi hissetseniz bile tedaviniz tamamlanmadan antibiyotiği kesmeyiniz. Tedavi bittiğinde kalan antibiyotikleri saklamayınız. Başkası için yazılmış antibiyotiği asla kullanmayınız. Yararı olmayacağı gibi zarar görebilirsiniz. En önemlisi, infeksiyon hastalıklarının önlenmesinin olmazsa olmazı el yıkamayı unutmamalıyız. Ellerimizi ve çocuklarımızın ellerini sık sık yıkamalıyız.
0 notes
Text
Sinüzite çare balon yöntemi
Günümüzün en yaygın hastalıklarından biri olan sinüzit, nasıl tedavi edilir, sinüzit olmaktan kendimizi nasıl koruruz, sinüzitin belirtileri neler? Okan Üniversitesi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Prof. Dr. İsmail Koçak sinüzit hakkında merak edilenleri cevapladı. Sinüzit Nedir? Nerede Oluşur? Kafa kemiklerimiz içinde burun boşluğu çevresindeki hava boşlukları ' sinüs' olarak tanımlanır. Hava sinüslere burun boşluğundan girer. Her nefes alış verişimizde, burundan geçen hava sinüslere küçük açıklıklardan ulaşır. Bu açıklıkların tıkanması sinüs enfeksiyonlarının temel kaynağıdır. 4 çift sinüs boşluğu vardır. Frontal (alın), maksiller (yanak),etmoid (göz kenarı) ve sfenoid (arka) sinüsler. Sinüzit bu hava boşluklarının iltihaplanması durumudur. Virüs, bakteri ve mantarlar bu boşluklarda iltihaplanma yapar. Sinüzite Neler Sebep Olur? En sık nedeni soğuk algınlığına neden olan virüslerdir. Bu virüsler burun içi ve sinüs içini döşeyen mukozayı etkiler. Virüs enjeksiyonundan sonra bakteriler sinüzitin devamına neden olur. Mantar sinüziti nadir görülür. Bu tarz enfeksiyonlar kısa sürer ve kolaylıkla iyileşir. Kısa süreli enfeksiyonlar 'akut sinüzit ' olarak adlandırılır. Sinüzit uzun sürerse temelde problem sinüslerin hava geçiş kapılarının yapısal veya doğuştan dar veya kapalı olmasıdır. Bu durumda enfeksiyonlar uzun sürer ve ' kronik sinüzit' olarak tanımlanır. Sinüzite Yol Açan Hastalıklar Nelerdir? Bağışıklık sisteminde düşüşler sinüzitlere zemin hazırlar. Örneğin geçirilmiş ağır bir grip, organ yetmezliği olan bireyler, şeker hastaları sık ve uzun sinüzit problemi yaşarlar. Bunun içinde oluşan başka problemler örneğin alerji, çocuklarda buruna kaçırılmış yabancı maddeler, geniz eti gibi durumlar sinüzit nedenidir. Sinüzite Yol Açan İlaçlar Var Mı? Mukoza kurucu, idrar söktürücü ve bazı tansiyon ilaçları sinüzite zemin hazırlar. Nasıl Teşhis Edilir? Hekimin klinik muayenesi tanıyı koyar. Tanıya destek testler burun içi endoskopik muayene, sinüs röntgeni, tomografi, kültür ve koku algı testleriyle konur. Nasıl Tedavi Edilir? Bakteri kökenli enfeksiyonlarda antibiyotikler, mantar kökenli olanlarda antimikotik tedavi uygulanır. Bunun enfeksiyon geçene kadar açık kalması önemlidir. Bu nedenle dekonjesten olarak tanımlanan burun hava akımın artıran ilaçlar tercih edilir. Bunlar hem burun spreyi hem de tablet olarak kullanılır. Bunun içindeki salgının alışkanlığını artıran temizleyici sprey ve damlalar önerilir. Alerjinin eşlik ettiği durumlarda antihistaminik ilaçlar da eklenir. Ameliyat Ne Zaman Gerekli? Kronik yapısal sinüzitlerde, ilaçla tedavinin faydasız olduğu durumlarda cerrahi tedavi ön plana çıkar. 'Endoskopik sinüs cerrahisi' adı verilen teknikte sinüslerin tıklanmış kanalları genişletilir veya açılır. Bu işlem lazer, balon ve standart enstrümanlarla gerçekleştirilir. İşlemler endoskop ile yapıldığı için dışardan belli olmaz ve yüzde iz veya şişlik bırakmaz. Tedavi Ne Kadar Sürer? Tıbbi tedavi 7 ile 21 gün arasında sürebilir. Süre, enfeksiyonun şiddeti ve oluşum sürecine göre değişir. Cerrahi tedavi ise 1 haftalık bakım sonrasında kendiliğinden iyileşme süreciyle tamamlanır. Cerrahi işlemlerden sonra normal yaşama geçiş çok kısadır. Özellikle lazer ve balon sinüs cerrahisinde kişi aynı gün normal yaşantısına devam edebilir. Balon Sinüs Cerrahisi Nedir? Sinüs kanallarının balonla genişletilmesi işlemidir. Şu anda tüm sinüslere yönelik müdahalelerde güvenle kullanılıyor. Endoskop ile sorunlu sinüs bir klavuz tel aracılığıyla saptanır. Ardından klavuz tel üzerindeki balon kanal içinde şişirilir. Böylece sinüs kanalı genişletilir. İşlem sırasında ve sonrasında kanama, ağrı olmaz, tampon gerekmez. Tekrarlanmaması İçin Öneriler: En doğru şey enfeksiyondan kaçınmak. Bunun için enfeksiyonun yoğun olduğu dönemlerde kapalı ortamlardan kaçının. Açık ve temiz havalı ortamlarda bulunun. Klimalı ve soğuk ortamlar sinüziti tetikler. Hafif de olsa bir üst solunum yolu enfeksiyonu yaşarsınız muhakkak dekonjesyon (burun tıkanıklığını gidermek için kullanılan ilaç) tedavisine başlayın. Uçak yolculuklarından uzak kalın. Terli terli su içmek, başı üşütmek, şapkasız çıkmak gibi durumlardın sinüzite uzak-yakın ilgisi yok. Yine de dikkatli olun. Burun tıkanıklığı Baş ağrısı Yüz ağrısı Yüzde ve kafa içinde doluluk hissi Burun akıntısı Geniz akıntısı Koku alma bozukluğu Ses kalitesinde bozulma
0 notes
Text
Mutlu Olmak İçin Neler Yapmalıyız?

Uzm. Psk. Sibel Deniz Toledo'ya özellikle son günlerde pek çok insanın ortak şikayeti olan mutsuzluk; hayattan keyif alamama hissini ve bu histen korunmanın yollarını anlattı. Depresyon ile benzer özellikler gösterebilen mutsuzluk durumu kişinin yaşam kalitesini oldukça düşürebilmekte ve sonunda depresyona varabilmektedir. Bu bakımdan üzerinde ciddiyetle durulması önemlidir. Uzm. Psk. Sibel Deniz Toledo genel tabloyu şöyle tanımlamaktadır, "Çağımız mutluluğu bir takım şeylerin elde edilmesi sonucu ulaşılan bir ödül gibi tanımlamaktadır. Pek çok ürün reklam teması olarak ürüne sahip olunursa mutlu olunacağını vaad etmektedir. Eğitim ve iş dünyası sürekli yeni hedefler koymakta ve mutluluğun daima bir sonraki hedefin arkasında olduğu mesajını vermektedir. Ulaşılanlar ancak çok kısa süreliğine doyum sağlamakta ardından yarışa kalınan yerden devam edilmektedir. Uzun vadede bu dışarıdan mutluluk arayışı kişiyi mutsuz etmektedir." Mutsuz kişinin, hayattan zevk almadığını, eskiden yapmaktan keyif aldığı şeyleri artık yapmak istemediğini, gün geçirdiğini, rutinin içinde kaybolduğunu ve genel anlamı ile iyi hissetmediğini tarif etmekte olduğunu belirten Uzm. Psk. Sibel Deniz Toledo, "Mutsuzluk, kişiyi bir girdap gibi içine çekebilmekte ve içinden çıkmaya çabalamak yerine daha da besleyecek davranışlara yönlendirebilmektedir. Örneğin sosyal olmaya çalışmak yerine daha fazla içine kapanmak ve daha az iletişim kurmak, mutsuz edici haberler okumak, kendine özen göstermeyi bırakmak, neşeli parçalar dinlemek yerine ağır damar şarkılara yönelmek gibi." şeklinde konuştu. Peki neden kişiler mutlu olmaya çabalamak yerine mutsuzluklarına tutunuyorlar? "Şöyle ki gerçek anlamda mutlu olmak içsel bir farkındalık, olanı kabul ve özsevgi gerektiyor. Kim olduğunun, güçlü ve zayıf yanlarının, kendi eşsiz ve biricik varoluşunun farkında olan, kendini ve hayatın ona sunduklarını kabul eden ve kendini gerçekten seven kişi mutlu olmayı başarıyor. Kendini hayatın kurbanı olarak görüp kendine eziyet ve sürekli şikayet etmek yerine kendi seçimlerini yapıp eyleme geçebiliyor. Ancak genel toplumsal bakış açısı bu anlamda kendini sevmeyi, seçimlerine sahip çıkmayı, zayıf yanlarını kabul etmeyi ve farklı bir eyleme geçmeyi kötü ve kabul edilemez bir şey olarak gösterdiği için bu konuda kişiler oldukça zorlanıyor ve şikayet etseler de mutsuzluğa tutunmayı tercih ediyorlar "MUTLU OLMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR? "Birincisi yapmaktan keyif aldıkları şeyleri başlarda içlerinden gelmesede yapmaya çalışın. Kendinizi daha fazla mutsuz edecek, sürekli eleştiren ve şikayet eden insanlardan uzak tutun. Bunun yerine enerjilerini yükseltecek, iyi hissettirecek kişilerle vakit geçirin. Gelecek kaygısı içinde olmamış şeyler için üzülmeyin. Kendinize daha fazla özen gösterin. Yavaşlayın. Yemek yerken de, işinizi yaparken de, her ne yapıyorsanız yavaşlayın ve yaptığınızın farkına varın. Sizin dışınızdaki hayatı içinize çekin; bir kedinin başını okşayın, bir ağaca sarılın, güzel bir çiçeği koklayın yani yaşam ile bağ kurun. Bol bol şükür edin. Başkalarına gösterdiğiniz anlayış ve toleransı kendinize de gösterin. Hayatınıza mutlaka anlam katın." Uzman psikolog Sibel Deniz Toledo sözlerini şöyle bitirdi. "Mutluluk aslında kaf dağının ardında değil. Mutluluk kendi hayatınızın sorumluluğunu elinize alma cesaretindedir."
0 notes
Text
Diyabet hastalarına beslenme önerileri

İnsülin vücutta enerji dengesini kontrol eden bir hormondur. Kandaki şekerin hücre içine girmesini sağlamaktadır. Hücre içine giren glukoz, enerji kaynağı olarak kullanılır. Böylece kanda şekerin yükselmesi de önlenmiş olur. Diyabet kandaki glukoz düzeyini dengeleyen insülin hormonunun eksikliği veya etkisizliği sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Dünyada her yıl diyabet 1 milyondan fazla kişiye amputasyon yapılmasına, 500 milyon kişide böbrek yetmezliğine, 300 milyon kişide ise körlüğe neden olmaktadır. Günümüzde artan obezite, sedanter yaşam tarzı ve kötü beslenme alışkanlıklarından dolayı diyabet görülme sıklığı gittikçe artmaktadır. Kan şekerimiz kaç olmalı? Açlık kan şekeri sağlıklı kişide 90 mg/dl altında, Tokluk kan şekeri ise sağlıklı kişide 2. saatte 140 mg/dl nin altında olmalıdır. Kan şekerinin olabildiğince normale yakın seviyelerde tutulması duyusal-sinirsel sorunlar, görme problemleri, böbrek hasarları, kalp krizi ve felç gibi ciddi sağlık sorunları ile karşılaşma riskini azalmaktadır.Bu sebeple yeterli ve dengeli beslenme diyabet tedavisinde oldukça önemli bir rol oynar. Diyabet tedavisinin amacı kan şekeri kontrolünü sağlayarak gelişebilecek komplikasyonları önlemek veya geciktirmektir. Kan şekerini oluşturan asıl kaynak besinler olduğuna göre diyabet tedavisinin temelini de sağlıklı bir diyet oluşturur. Diyabette dikkat edilmesi gereken 8 önemli detay 1-Diyabetli olmak demek hayatınız boyunca sevdiğiniz yiyecekleri yememeniz gerektiği anlamına gelmez. Sadece besin çeşitine ve miktarına dikkat etmeniz gerekmektedir. 2-Kan şekeri düzeylerini etkileyen temel besin öğesi karbonhidratlardır. Karbonhidrat ihtiyacı mümkün olduğunca glisemik indeksi düşük yiyeceklerden karşılanmalıdır. 3-Karbonhidratlar tek başlarına alınmamalı, herhangi bir protein kaynağıyla birlikte tüketilmelidir. Örneğin; muzlu süt gibi. 4-Uzun süre aç kalınmamalı, ana öğünler küçük ara öğünler ile desteklenmelidir. 5-Basit şeker içeren reçel, bal, çay şekeri, tatlı gibi besinlerden uzak durulmalıdır. Bu gıdaların diyabetik olanları tercih edilebilir. 6-Lif içeriği yüksek besinlerin tercih edilmesi rafine gıdalara oranla daha az enerji verdiği gibi doygunluğu da arttıracaktır. Günlük önerilen posa tüketimi 25-35 gr'dır.(Sebze ve meyve tüketiminizi arttırın, hazır meyve suyu yerine taze meyve yemeyi tercih edin, diyetinizde kuru baklagillere sıklıkla yer verin) 7-Günlük 2,5 lt suyunuzu içmeyi ihmal etmeyin. 8-Öğünlerinizde tükettiklerinizi not edip, yemekten 1,5 saat sonra kan şekerinizi ölçerek farklı yiyeceklerin kan şekerinizi nasıl etkilediğini saptayabilirsiniz. *DİYETİSYEN MELDA ERDEN
0 notes
Text
Diyabetle baş etmenin yolları nelerdir?

Dünyada yaklaşık 347 milyon kişide diyabet olduğu tahmin ediliyor ve önümüzdeki 10 yıl içinde diyabet nedeni ile ölüm oranının yüzde 50 artacağı tahmin ediliyor. Ülkemizde ise 20 yaş üzerindeki her 20 kişiden 3'ü diyabet hastalığı ile karşı karşıya. Ancak birçok kişi diyabetinden haberdar değil, ya da yeterince tedavi olmuyor. Diyabetin her zaman kontrol altında tutulması gereken bir hastalık olduğunu söyleyen Liv Hospital Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Serpil Salman diyabetle baş etme yolları hakkında bilgi veriyor. Şeker metabolizmayı nasıl etkiliyor? Aslında aşırı şeker tüketiminin metabolizma üzerine olumsuz etkileri genel olarak insülin direnci ve kilo artışı üzerinden gelişmekte. Kilo artışı aşırı olmasa bile insülin direnci olan, bel ve karın bölgesi yağlanan kişilerde karbonhidrat ağırlıklı yemeklerden birkaç saat sonra reaktif hipoglisemi nöbetleri oluşuyor. Ayrıca, kolesterol yüksekliği, kadınlarda kıllanma, adet düzensizlikleri gibi sorunlar gelişebiliyor. Tüm bu sorunlardan korunmak için düzenli beslenme ve egzersiz çok önemli. Kimler şeker hastalığı riski altında? Şişman veya kilo fazlalığı olan, bel çevresi kalın kişilerde 40-45 yaşından sonra daha belirgin olmak üzere diyabet riski artar. Aşağıdakilerden bir veya daha fazlası eşlik ediyorsa bu risk artışı daha da fazladır. Birinci derece yakın akrabasında (anne, baba, kardeş) diyabet bulunanlar, iri bebek doğuran veya daha önce gebelik şekeri tanısı almış kadınlar, yüksek tansiyonu olanlar, kan yağları yüksek olanlar, daha önce açlık şekeri sınırda yüksek (100-125 mg/dl) bulunanlar, gizli şeker tespit edilenler, polikistik over sendromu (PKOS) olan kadınlar, atar damar hastalığı bulunanlar, düşük doğum tartılı doğan kişiler, fizik aktivitesi düşük olan kişiler, doymuş yağlardan zengin ve posa miktarı düşük beslenme alışkanlığı olanlar, şizofreni hastaları ve atipik antipsikotik ilaç kullanan kişiler, organ (özellikle böbrek) nakli yapılmış hastalar. Şeker hastalığı tedavisi nasıl yapılıyor? Diyabet tedavisinin temelini doğru beslenme ve düzenli egzersiz oluşturur. Bu tedavilerle yeterli kan şekeri kontrolü sağlanamıyorsa ilaç tedavisi eklenir. Diyabet tedavisinde kullanılan ilaçlar haplar (oral antidiyabetikler) ve insülin olmak üzere iki gruptur. Erişkin yaşta diyabet olan kişilerin çoğunluğu uzun yıllar, sadece oral antidiyabetiklerle başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Ancak vücudunda tam veya tama yakın insülin eksikliği olan, oral antidiyabetik tedaviye yanıt alınamayan veya bu ilaçları kullanması sakıncalı olan kişilerde tedavi insülinle yapılır. Bu tedavilerin doğru uygulanması için hastanın eğitimi şarttır ve bu nedenle eğitim tedavinin bir parçası olarak görülmelidir. Diyabet önlenebilir mi? Çocukluk çağının diyabeti olarak bilinen tip 1 diyabeti önlemek bugünkü bilgilerimize göre mümkün değil. Erişkin tip (tip 2) diyabet toplumda çok daha yaygın olarak görülüyor. Bu hastalığın önlenmesine yönelik olarak çocukluk çağından itibaren tedbirler almak mümkün. Yaş, bel çevresi, vücut ağırlığı, ailede diyabet hikayesi, gebelikte diyabet geçirmiş olmak, kalp damar hastalıkları, polikistik over sendromu, uyku apne sendromu varlığı vb durumlar dikate alınarak bir kişinin diyabet yönünden riskli olup olmadığı belirlenebilir. Riskli kişiler açlık ve gereğinde şeker yükleme testi (OGTT) yapılarak araştırılmalıdır. Açlık kan şekeri hafif yüksek veya gizli şekeri olan bir kişi fazla kilolarını vererek ve egzersiz yaparak diyabet gelişme riskini yüzde 58 oranında azaltabilir. DİYABETLİLER İÇİN PÜF NOKTALARI Bol bol su için: Yeterli sıvı alamamak kan şekerinin yükselmesine, böbrek sorunlarına yol açabilir. Yaz aylarında su tüketimini artırmak, diyabetliler için çok önemlidir. Egzersiz yapın: Yaz ayları açık mekanlarda yapılan egzersiz için iyi bir fırsattır. Sabah veya akşam, aşırı sıcak olmayan saatlerde, yemekten bir saat sonra yürüyüş, yüzme gibi egzersizlerin yapılması bir yandan iyi vakit geçirmenizi sağlar, öte yandan kan şekeri kontrolü, kilo verme, kalp damar hastalıklarından korunma gibi faydalar getirir. Ayaklarınıza iyi bakın: Yazın terlik, açık ayakkabı kullanımı artar. Parmak arası terlikler diyabetlilerde ayak yaralarına neden olabilir. Ayaklarında duyu kaybı gelişmiş olan diyabetlilerin ayakkabı seçimine dikkat etmeleri, çıplak ayakla dolaşmamaları gerekir. Cildinizi nemlendirin: Cilt yazın da kışın da kurumaya meyillidir. Nemlendirici kullanılarak cildinizin kurumasını önleyin. İlaçlarınızı sıcaktan koruyun: Haplar, insülinler, kan şekeri ölçüm cihazları ve çubukları aşırı sıcaktan korunmalıdır, çünkü bozulurlar. Unutmayın! İnsülin bozulduğu halde normal görünebilir. Hipoglisemiden korunun: Egzersiz sıklık ve miktarının artışı, insülinin sıcak havada ciltten daha hızlı emilmesi gibi nedenlerle yazın hipoglisemi (kan şekerinin aşırı düşmesi) riski fazladır. Hipoglisemi belirtilerine karşı uyanık olun.
0 notes
Text
Migreni olanlar için ağrısız oruç tutmanın 8 yolu

Yaz mevsimi ve Ramazan ayı migren hastaları için zor geçen dönemlerin başında geliyor. Ramazan ayının yaz mevsimine denk gelmesi ise migren hastaları için riskin 2 kat artmasına zemin hazırlıyor. Ramazanda değişen beslenme alışkanlıkları, uzun süre aç, susuz kalmak, parlak güneş ışınları migren ataklarını tetikleyebiliyor. Nöroloji Uzmanı Uzm. Dr. Sevda Dağcıoğlu, oruç tutacak kronik migren hastaları için çok önemli uyarılarda bulundu "Türkiye Baş Ağrısı ve Migren Epidemiyolojisi Çalışması" verilerine göre kadınlarda migren oranı %24,6 erkeklerde %8,5. Buna göre ülkemizde her 4 kadından ve her 12 erkekten birinde migren görülüyor. Yine bu araştırmaya göre Türkiye'de 18-65 yaş arası erişkinlerde migren sıklığı %16,4. Yani Türkiye'de her 7 kişiden biri migrenli. Bu oranlara göre ülkemizde yaklaşık 12 milyon migren hastası bulunuyor. Migrenin birçok tetikleyicisinin olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Sevda Dağcıoğlu; "açlık, susuzluk, lodos, uykusuzluk veya her zamankinden fazla uyumak, bazı yiyecekler ve kadınların yaşadığı hormonal değişiklikler atakların gelmesine sebep olabiliyor" dedi. Kronik migren atağı; zonklayıcı, yaşam kalitesini düşüren, çoğu zaman bulantı, kusma, ışığa veya sese karşı aşırı hassasiyetle birlikte geliyor. Oruç tutan kronik migren hastalarında bu ataklar daha fazla soruna neden olabiliyor. Özellikle uzun süren açlık ve susuzluk migreni tetikleyebiliyor. Hava sıcaklığındaki artış, uyku düzenindeki değişiklikler ve oruç, pek çok kişide baş ağrısı şikâyetlerini artırsa da uygun tedavi yöntemleriyle kronik migren ağrıları ile başa çıkılabiliyor. Dağcıoğlu, "Kronik migren hastaları da iftar ve sahurda bazı yiyecek ve içeceklerden uzak durarak, koruyucu tedavi yöntemlerini tercih ederek migren ataklarını kontrol altına alabilir ve ağrısız bir ay geçirebilirler" dedi. Oruç tutmak isteyenlere toksinli çözüm Oruç tutmak isteyen ancak atak geçirir miyim korkusu yaşayan kronik migren hastalarına 'Botulinum Toksin A' uygulaması yaptırmalarını öneren Uzm. Dr. Sevda Dağcıoğlu, "Araştırmalar 3 aydan fazla süre boyunca, ayda 15 ya da daha fazla gün, migren karakterinde baş ağrısı olarak tanımlanan kronik migren tedavisinde botulinum toksin uygulamasının etkili olduğunu gösterdi. Kozmetik amaçla sadece yüz bölgesinde uygulanan Botulinum Toksin A, migren tedavisinde alın, şakaklar, ense ve boyun bölgelerinde belirli noktalara uygulanıyor. Uygulamanın etkisi yaklaşık 6 ay sürüyor" şeklinde konuştu. Bol sıvı tüketin, uykusuz kalmayın Oruç öncesi bol sıvı tüketilmeli, uykusuz kalmamalıdır. Kafein kesilmesine bağlı başağrısı tetiklenmesine karşı sahurda güçlü kafein etkisi olan bir bardak kahve ile kesilme sıkıntısını yok edebilirler. Başağrısından koruyan gıdalar tüketin Glisemik indeksi düşük gıdalar tüketerek başağrısından korunulabileceğini söyleyen Dağcıoğlu, kronik migreni olanlar "az yağlı yoğurt, az yağlı süt, çavdar, buğday, bezelye, havuç, patlıcan, brokoli, karnabahar, lahana, mantar, domates, biber, marul, yeşil fasulye, kiraz, erik, greyfurt, şeftali, elma, armut, kuru kayısı yiyebilir" dedi. Kronik migreni olanlar sabıkalı gıdalardan uzak dursun Kronik migreni olanların bazı sabıkalı gıdalardan uzak durması gerektiğini anlatan Uzm. Dr. Sevda Dağcıoğlu; "Eğer oruç tuttuğunuzda baş ağrısı yaşamak istemiyorsanız sosis, salam, sucuk, janbon gibi şarküteri ürünleri, cips, ısıtmaya hazır yiyecekler, alkol, sigara pasta, kurabiye, hamur işleri, beyaz pirinç, beyaz ekmek, kavun, patates, dondurmadan uzak durun. Muz, peynir, çikolata, soğan, fıstık ezmesi, sirke gibi besinleri tüketmeyin" hatırlatması yaptı. Kronik migrenlilerin oruç tutarken dikkat etmesi gerekenler 1-İyi dengeli beslenin- her öğüne protein içeren besinler (balık, kefir, az yağlı yoğurt, yumurta, brokoli, havuç, bezelye, elma) ekleyin, dondurma, buzlu yiyecekler, tuz tüketmeyin 2-Fenilalanin (aspartam içeren tatlandırıcılar) veya tiramin içeren (alkol, muz, peynir, çikolata, soğan, fıstık ezmesi, sirke) besinleri tüketmeyin. 3-Her gün iftar ve sahurda lifli gıdalar tüketmeye özen gösterin (Yulaf ezmesi, yulaf gevreği, mercimek, elma, badem, portakal, armut, fındık, keten tohumu, fasulye, bezelye, nohut, yaban mersini, salatalık, kereviz, havuç, badem, ceviz, fındık, arpa, kuskus, kahverengi pirinç, bulgur, kabak, elma, kereviz, brokoli, lahana, enginar, domates, havuç, salatalık, yeşil fasulye, koyu yeşil yapraklı sebzeler, kuru üzüm, üzüm) 4- İftar sahur arasında en az 2 litre sıvı tüketin. En çok su tüketmeye özen gösterin. Su içmek istemediğinizde soda, limonata veya ayran da iyi bir seçenektir. 5- Sık aralıklarla az az beslenin. İftar ve sahur arasında 4 öğün yapın. 6- Sıcak havalarda dışarıda dolaşmayın. Klimalı (ancak direk klima altında bulunmadan) ortamlarda bulunmayı tercih edin. 7- Başağrıları için gerektiğinde hekim tavsiyesi ile uzun etkili ağrı kesicileri kullanın. 8- Eğer ataklar sık ve şiddetli ise ve kullanılan tedavilere rağmen oruç başağrılarının geçmiş deneyimlerinden tetiklendiği biliniyorsa, Ramazan ayında girişimsel yöntemler dediğimiz (Botulinum Toksin A gibi) uygulamaları hekimlerinden talep edebilirler.
0 notes
Text
Kenenin yapışık kalma süresiyle birlikte risk artıyor

Lyme hastalığı keneler tarafından bulaştırılan Borrelia cinsi bakterilerin neden olan bir hastalık olduğu belirtiliyor. Medicana International İstanbul Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Cengiz Uzun " Türkiye'de de hastalığın bulaşmasına neden olan Ixodes cinsi kenelerin bulunması, ülkemizde de Lyme hastalığının yaygın olabileceğini düşündürmektedir. Türkiye'de bu hastalığa yakalanma riski yüksek, tarımla uğraşan kişilerde, Lyme hastalığı geçirip geçirmediklerinin araştırıldığı çalışmalarda %6 ile %36 arasında değişen oranlarda hastalığın geçirilmiş olduğu saptanmıştır. Bu da hastalığın Türkiye'de sanılandan daha yaygın olabileceğini düşündürmektedir." dedi LYME NASIL BULAŞIR? Hastalık esas olarak Ixodes cinsi (sert keneler) kenelerin ısırması ile Borrelia cinsi bakterileri bulaştırması sonrası ortaya çıkmaktadır. Düşük bir olasılık olmakla beraber kan nakliyle de bulaşabildiği bildirilmiştir. Cinsel yolla bulaşıp bulaşmadığı konusu açıklığa kavuşturulamamıştır, ancak bu şekilde bulaştığına dair somut bir kanıt yoktur. Temas veya öpüşme ile bulaşmamaktadır. Kenenin hastalığı bulaştırabilmesi için yaklaşık 48 saat yapışık kalması gerekse de, kene cilde yapıştığı andan itibaren hastalığı bulaştırabilir. Kenenin yapışık kalma süresiyle birlikte risk de artar. BU BELİRTİLERE DİKKAT Hastalık belirtileri kene ısırmasından 3-30 gün sonra ortaya çıkar. Hastalığın klinik bulguları erken hastalık bulguları ve geç hastalık bulguları olmak üzere iki ayrı grupta değerlendirilir. Erken dönem de, lokal erken dönem ve yaygın erken dönem olarak iki alt gruba ayrılır. Erken lokal dönemde vakaların %70'inde kene ısırığının olduğu yerde eritema migrans diye adlandırılan " boğa gözü" görünümünde, genişleyen bir halka şeklinde kırmızı bir döküntü görülür. Bu ilk lezyondan sonra benzer başka cilt döküntüleri de çıkabilir. Tedavi edilmeyen olgularda eritema migrans 3-4 haftada kaybolur. Bazı kişilerde kene ısırığının olduğu yerde, 1-2 gün içerisinde kaybolan küçük şişlik veya kızarıklık olabilir, ancak bu Lyme hastalığının belirtisi değildir. Bu döküntüden sonra halsizlik, yorgunluk, üşüme, titreme, ateş, baş ağrısı, kas ve eklem ağrıları ve lenf bezlerinde şişme görülebilir. Bu dönem erken yaygın dönem olarak adlandırılır. ZAMANINDA TEDAVİ EDİLMEZSE KALP RAHATSIZLIKLARI GÖRÜLEBİLİR Hasta bu aşamada tedavi edilmezse haftalar içerisinde enfeksiyon vücudun diğer bölgelerine yayılabilir. Geç hastalık bulgularında, sinir sistemi, eklem ve kardiyak tutulum gelişir. Nörolojik bulgular, vakaların %10-15'inde gelişir. Yüz felci, kas güçsüzlüğü gibi bulgular ile ortaya çıkabilir. Bazen tedaviye rağmen nörolojik bulgular kaybolmayabilir. Kardiyak tutulumda ise kalp ritim bozuklukları görülebilir. Lyme hastalığına bağlı eklem tutulumu vakaların yaklaşık %80'inde gelişir. Eklemlerde ağrı, şişlik, kızarıklıklar ile kendini gösterir. Hastaların yaklaşık % 10-20'sinde antibiyotik ile tedaviye rağmen,kas ve eklem ağrıları, uyku bozuklukları, yorgunluk gibi aylar ve yıllarca süren ve tekrarlayan belirtiler görülebilir. TANI VE TEDAVİ Tanı, kan testi ile konur. Tedavide çeşitli antibiyotikler kullanılmaktadır. Kenelerin bulunduğu kırsal alanlardan uzak durma, gerektiğinde kene kovucular kullanma, kene tutmasını takip eden ilk 72 saat içinde koruyucu antibiyotik kullanılması kontrol önlemleri arasındadır. Hastalıktan korunmada henüz etkinliği kanıtlanmış bir aşı mevcut değildir.
0 notes
Text
Kalp hastalığı olanların spor yapması
Spor yapmak sağlıklı bir yaşamın vazgeçilmezleri arasında… Ancak kalp hastaları için durum biraz farklı. Kalp hastalığı olanların spor yaparken çok daha dikkatli olması, hatta bazı kalp hastalarının kesinlikle spor yapmaması gerekiyor. Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Doç. Dr. Osman Sönmez yanıtladı. -Kalp hastaları spor yapabilir mi? Kalp hastaları spor yapabilir, ancak bazı kalp hastalıklarında spor yapılması kesinlikle önerilmez. Bu hastalar, eforla göğüs ağrısı olanlar, ciddi kalp yetmezliği olanlar, kontrolsüz hipertansiyonu olanlar, diyabete bağlı hedef organ hastalığı olanlar, fonksiyonel kapasitesi sınırlanmış kapak hastaları ve Pulmoner hipertansiyonu olan hastalardır. -Kalp hastaları, hangi sporlardan uzak durmalı? Bazı kalp hastaları ile kalp kası kalınlaşması olanlar yarışmalı sporlardan uzak durmalı. Yine aynı hastalar ağır kaldırma, vücut geliştirme için yapılan sporları yapmamalıdır. Kalpte delik nedeniyle takipte olanlar dalgıçlık veya yüksek irtifa sporları yapmamalı.Kapak hastaları veya Pulmoner hipertansiyonu olanlar için ise karın basıncını artıran egzersizler son derece tehlikelidir. - Kalp hastaları hangi sporlara ağırlık vermeli? Genel olarak yukarıdaki bahsettiğimiz hastalıklara sahip olmayan hastalar mutlaka doktorlarına danışarak ve kontrollü olarak, extrem sporlar hariç diğer sporları yapabilir. -Kalp hastaları spor yaparken nelere dikkat etmeli? "Warm up" denilen ısınma fazı tüm sporları yaparken olmalıdır. 15 dakikalık ısınma egzersizinden sonra 30 dakikanın üstünde terleyici ve "hedef kalp hızına" ulaşmayı sağlayan t spor aktivitesi önerilir. Hedef kalp hızı 220- yaş şeklinde kabaca hesaplanır. Bu değerin %80'nine ulaşma hedeflenmelidir. -Spor salonlarına kayıt olurken yapılması gereken olmazsa olmaz testler neler? Yukarıda bahsedildiği gibi düzenli spor yapacaklar kişilerin mutlaka aile hekimi muayenesi, gerekli görülen hastalarda ise EKG ve efor testi istenmelidir. 35 yaş üzerinde düzenli spor yapacak hastalara fizik muayene sonrası mutlaka efor testi yapılmalıdır -Bir kalp hastası haftada kaç kere spor yapmalı? İdeal olarak haftanın her günü 30 dakikanın üzerinde egzersiz önermekteyiz. Ancak haftada 5 gün kesinlikle spor veya egzersiz yapılmalıdır. Haftalık harcayacağımız kalori yaklaşık 1600 kalori civarında olmalıdır.
0 notes
Text
D vitamini eksikliği kısırlık sebebi

Kış günlerinde güneş ışınlarından yeterince faydalanamıyor, D vitamini alamıyoruz. Vücudumuzun D vitamini ihtiyacını, besinlerden veya vitaminlerden sağlamaya çalışıyoruz. Özellikle kış aylarında hamilelik dönemlerini geçiren kadınların bu konuda iki kat daha dikkatli olmaları gerekiyor. 'Ülkemizde güneşli geçen gün sayısı fazla olmasına rağmen D vitamini eksikliği yaygın olarak görülüyor' diyen Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, 'D vitamini eksikliği üreme sağlığını olumsuz etkiler' diyerek uyarıyor. Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü Op. Dr. Seval Taşdemir, D vitamini ve kısırlık hakkında bilgiler verdi… "D vitamini eksikliğinin, son yıllarda infertilite (kısırlık) ve düşük problemi olan hastalarda daha sık oranda görüldüğü saptandı. D vitamini eksikliği; üreme sağlığını, yumurta rezervini, yumurtanın kalitesini ve döllenme oranlarını olumsuz olarak etkiler. Ayrıca döllenmiş yumurtanın anne rahmine tutunma oranını da düşürür." YUMURTA SARISI VE SÜT TÜKETİN "Kanda 25 hidroksi vitamin D düzeyini ölçerek vitamin D depolarını değerlendiririz. 30 ng/ml'nin altındaki değerler düşük olarak kabul edilir" diyen Op. Dr. Seval Taşdemir, "D vitaminini güneşten alabileceğimiz gibi ton balığı, uskumru, yumurta sarısı, karaciğer, süt ve süt ürünleri, tahıl gibi ürünlerde de bulabiliriz" diyerek D vitamini eksikliği olanların bu gıdalardan tüketmesi gerektiğini özellikle belirtiyor. "Eksiklik tespit edilirse günde 600-800 IU arası D vitamini alınabilir. 1000 IU'dan fazla alınmaz, yan etkileri ortaya çıkabilir" diyen Op. Dr. Seval Taşdemir uyarıyor: TEDAVİDEN ÖNCE D VİTAMİNİ DÜZEYİNE BAKILMALI "Özellikle kısırlık ve tüp bebek tedavisi görecek olan hastalarda mutlaka D vitamini düzeyine bakılmalı. Özellikle yaşı 35'in üzerinde olan ve güneşten daha az faydalanan grupta, D vitamini eksikliği daha sık görülür. Eksik olan vitaminin tedavisinden sonra yapılan infertilite (kısırlık) tedavisinden, çok daha başarılı sonuçlar elde ediliyor. Son yıllarda bunu destekleyen birçok çalışma yapıldı. Kısacası D vitamini, vücudumuzda sadece kanda kalsiyum oranlarını belirleyen, bağırsaktan kalsiyum emilimine yardımı olan vitamin değil; tüm vücut bağışıklık sistemini düzenleyerek gribal enfeksiyonlara direncimizi artıran bir vitamindir. Önemli kanser vakalarında, meme, pankreas, kolon, rektum kanserlerinin seyrini etkiler, kalp ve damar hastalıklarını önler. İnfertiliteyi (kısırlığı) önemli şekilde etkileyen çok önemli vitamindir."
0 notes
Text
Parfüm sıkarken bir kez daha düşünün!

Op. Dr. Seval Taşdemir: "Tıp dilinde 'endokrin bozucular' olarak adlandırılan, daha çok plastik maddeler, gazlı içecek kutuları ve parfümlerde kullanılan fitalat maddesi kısırlığı tetikliyor, doğurganlığı olumsuz etkiliyor." Ferti-Jin Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, fitalatların kısırlığa neden yol açtığı hakkında bilgi verdi: "Fitalatlar, polivinil klorür (PVC) yapımında plastiklerin esnekleştirilmesinde kullanılmaktadır. Dünyada 75 yıldır kullanılıyor olmasına rağmen, son yıllarda insan sağlığına olan olumsuz etkileri tartışılmaktadır. Sanayide birçok alanda kullanılan fitalat maddesi oyuncaklarda, kozmetik ürünlerinde, tıbbi cihazlarda, alışveriş torbalarında, eldivenlerde, ayakkabı malzemesinde, inşaat malzemelerinde, kablo ve çatı izolasyonunda, alüminyum folyolarda, deterjanlarda ve kırtasiye ürünlerinde yaygınca kullanılmaktadır. Bu sebeple insanlara bulaşması solunum, ağız yolu ya da cilt teması ile olabilir. Fitalatlar; endokrin sistemi bozarak, kısırlığın artmasına ve doğurganlığın azalmasına sebep oluyor." GELİŞEN BLASTOSİSTLERİN KALİTESİNİ BOZUYOR Ferti-Jin Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, yurt dışında bu konuda yapılmış bir çalışmayı da paylaştı: "Amerika'daki Massachusetts Üniversitesi'nde yapılan bir çalışmada gıdalarda ve hijyen ürünlerinde bulunan kimyasal maddelerden fitalatın gelecekte baba olacak kişiler üzerindeki etkisi değerlendirilmek üzere 50 çift takip edilmiş. Tüp bebek tedavisi altındaki 50 çiftin sperm ve yumurtalarında ve aynı gün idrarlarında bu maddelerin varlığı tespit edilmiş. Toplanan 761 yumurtadan 5. veya 6. günde gelişen blastosistlerin kalitesinde de belirgin bir azalma olduğu gözlenmiştir." ERKEKLERDE ÜREME YETENEĞİ AZALIYOR Ferti-Jin Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, "Bu çalışmada çevresel faktörlerin üreme sisteminin sağlıklı çalışmasını nasıl olumsuz etkileyebileceği ortaya konmuştur. Yapılabilecek farklı analizler ile normal hayatta maruz kaldığımız birçok masum gibi görünen kimyasalın, aslında insan üreme sağlığını nasıl olumsuz etkileyebileceği de böylelikle ortaya konulabilecektir. Endokrin bozucular, vücuda alındıklarında hormonları taklit ederek veya engelleyerek vücudun normal işleyişini bozan sentetik veya doğal kimyasal maddelerdir. Üreme ve gelişimsel süreçlerin dengesi için gerekli hormonların sentez, salgı, taşınma ve atılımını etkileyen ajanlardır. Bu ajanlar küçük, genellikle fenol yapısında dokulardaki estrojen reseptörlerine bağlanan, immünojenik olmayan maddelerdir. Fitalatlar vücutta estrojen reseptörlerine bağlandığı için erkeklerde üreme yeteneğinin azalmasına, meme bezinin büyümesi nedeniyle fiziksel açıdan karşı cinse benzeme gibi birtakım etkilere neden olabilen bir maddedir. Ayrıca dikkat eksikliği, astım ve kanserlere yol açabilir" diyerek durumun önemini bir kez daha vurguladı.
0 notes
Text
Kaplıca suyu kalp krizini engelliyor

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nergis Erdoğan, kaplıca sularının hiç bilinmeyen bir özelliğini açıkladı. Erdoğan, yılda 15-20 gün kaplıcaya gitmenin kalbi koruduğunu ve kalp krizi riskini azalttığını söyledi. Suyun insanlık açısından çok önemli olduğunu belirten Nergis Erdoğan, ilk çağ filozofu Thales’in ‘Her şeyin kaynağı sudur’ sözünün hatırlattı. İnsanın bir damla sudan meydana geldiğini vurgulayan Erdoğan, ilk insanların yaraların tedavisinde su ve çamuru kullandığını söyledi. Erdoğan, “Toprakta ve kaplıca sularında insan vücudunda bulunan minerallerin birçoğu bulunur. Hayvanlarda da suya girme, çamura bulanma gibi olaylar sıkça görülür. Suya girme insanoğlu için anne karnına dönüş anlamına geldiği için bir nevi kutsal bir olaydır” diye konuştu. “KAPLICA SUYUNUN KALBİ KORUMADA ÇOK BÜYÜK ETKİSİ VAR” Fareler üzerinde yapılan birçok deneyde sıcak suyun hücreleri koruyucu proteinleri harekete geçirerek, hücrelerin daha sağlıklı olmasını ve hastalıklardan korunmasını sağladığını söyleyen Nergis Erdoğan, bu durumun en çok kalp üzerinde etki gösterdiğini söyledi. Ülkemiz insanının sıcak suya girmekten büyük bir zevk aldığını söyleyen Erdoğan, “Ben testinin kırılmadan önce harekete geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kaplıca suyunun yapılmış birçok bilimsel deneyde hücreleri koruduğu ispat edildi. Ben sıcak suyun kalp üzerinde çok önemli olumlu etkilerinin olduğuna inanıyorum. 42 derece sıcaklıktaki bir suda 10 dakika kalmak vücut sıcaklığını 39 dereye yükseltir ve bu da koruyucu proteinlere harekete geçirerek kişinin uzun süre daha sağlıklı kalmasına neden olur” ifadelerini kullandı. “AİLESİNDE KALP RAHATSIZLIĞI OLANLAR MUHAKKAK KAPLICAYA GİTMELİ” Kaplıca suyunun tüm insanları kalp rahatsızlıklarından koruduğunu söyleyen Erdoğan, özellikle ailesinde kalp rahatsızlığı olan kişilerin sık sık kaplıcalara giderek sıcak suya girmeleri gerektiğini söyledi. Bu tip riskli grupta olan bireylerin bu yolla kalp hastalıklarına yakalanma riskini düşürebileceklerini söyleyen Prof. Dr. Nergis Erdoğan, “Bunlar benim 20 yıldır okuyup üzerinde çalıştığım konular ve kaplıca suyunun kalbi koruduğuna dair çok ciddi kanıtlar var. Ben insanların bu bilince ulaşması için bu tip konuların daha çok konuşulması gerektiğine inanıyorum” dedi. ROMATİZMAL HASTALIKLARI DA ÖNLÜYOR Kaplıca suyunun yaygın olarak romatizmal hastalıkların tedavisinde kullanıldığını belirten Nergis Erdoğan, hastalıklara yakalanmadan önce suya girmenin hastalıkları önlemeye katkı sağladığını söyledi. Erdoğan, “Halkımıza yılda 15-20 gün kaplıcaya gidip, suya girmelerini şiddetle tavsiye ediyorum. Bu suların yararları bilimsel olarak defalarca kanıtlanmıştır” ifadelerini kullandı. Erdoğan ayrıca kişilerin sıcak suda çok fazla kalmamaları gerektiğini, bu durumun özellikle tansiyon hastalarında sorunlara yol açabileceğini söyledi.
0 notes
Text
Başım dönüyor ama neden
Denge bozukluğu ile kendini gösteren vertigo, her yaşta görülebilen, tedavi edilmediğinde hastayı yataktan kalkamaz hale düşüren bir rahatsızlık. Günde birkaç kez baş dönmesi yaşıyor ve günlük ritminiz bozuluyorsa, siz de vertigo olabilirsiniz. Vertigo, ciddiye alınıp tedavi edilmediği takdirde, iş ve sosyal yaşamı durma noktasına getirebilir. Vertigoya neden olan hastalıkların cinsine göre vertigoya eşlik eden bazı belirtiler vardır. Bunlar kulak çınlaması, bulantı, kusma, terleme, görme bozukluğu, işitme kaybı, vertigo bir enfeksiyon hastalığa bağlı ise ateş, halsizlik gibi enfeksiyonlar olabilir. Vertigonun bir hastalık değil, altta yatan bir hastalığın belirtisi olduğunu vurgulayan Medical Park Bahçelievler Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Kenan Bıkıcı, toplumda çok sık görülen bu rahatsızlık hakkında bilgiler verdi: NASIL BİR TESTLE ANLAŞILIR? Vertigonun hafif baş dönmesi ve dengesizlik hissinden başlayıp, çok şiddetli ve hastayı yataktan kalkamaz hale getirecek hale varana kadar çok geniş bir yelpazede klinik görüntüsü olabilir. Kendinizde vertigo olup olmadığını basit bir test yaparak anlayabilirsiniz. Ayakta kendi etrafınızda 2-3 dakika dönün ya da öne doğru eğilerek kafanızla yuvarlak çizin. Kısa bir süre sonra etrafınızdaki her şey dönmeye başlıyorsa, kendinizi berbat hissediyorsanız, sizde vertigo var demektir. VERTİGO NEDENLERİ NELERDİR? Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo (BPPV): Baş dönmesinin en sık sebeplerindendir. İç kulağın içinde yer alan yarım daire kanallarında yerleşik böbrek taşı benzeri kristallerle açıklanır. Sıklıkla aniden ortaya çıkar. Baş pozisyonundan olumsuz etkilenir ve özgün manevralarla kısa sürede düzeltilebilir. Meniere Hastalığı: İç kulakta yer alan yarım daire kanallarındaki sıvıda istenmeyen bir atışa bağlı olarak görülen baş dönmesi, kulak çınlaması ve giderek belirginleşen işitme azlığı ile seyreder. Bu durum Kulak Burun Boğaz uzmanları tarafından takip edilir. Vestibüler Nörit (Denge sinirinin mikrobik olmayan iltihabı): Genellikle mevsim geçişlerinde görülen, bazı virüslerle ilişkisi olduğu düşünülen, düşük şiddetli, ancak uzamış vertigo atağı ile seyreder. Nöroloji uzmanları tarafından takip edilir. Beyincik etkilenmesine bağlı baş dönmesi (Serebellar Vertigo): Beyinciği besleyen damarlarda aniden ortaya çıkan tıkanıklık veya beyincikte aniden ortaya çıkan kanamayla seyreden bir tablodur. Sıklıkla damar sertliği veya hipertansiyonu olan yaşlı hastalarda görülür. Hastalarda ani başlayan baş dönmesinin yanı sıra yürüme bozukluğu, mesafe algısında bozukluk, baş ağrısı, bulantı ve kusma görülür. Acilen nöroşirürji uzmanına başvurmayı gerektiren ve hayati tehlikesi olan bir durumdur. Vertiginöz migren: Orta yaş ve öncesinde baş ağrısı ve baş dönmesi olan olgularda öncelikle akla gelmelidir. Baş dönmesini takiben oluşan migren benzeri baş ağrısı atakları ile tanınır. Tedavi migrene yönelik planlandığında her iki sorun da giderilebilir. Vertebrobaziller yetmezlik: Orta yaş ve üzeri grupta sık rastlanan bir baş dönmesi nedenidir. Baş dönmesi sıklıkla herhangi bir tetikleyici etken olmadan aniden başlar, birkaç dakika sürer ve yine aniden sona erer. Görme kaybı, çift görme, konuşma bozukluğu, güçsüzlük veya hissizlik gibi eşlik eden başkaca bulgular da vardır. Nöroloji uzmanı tarafından takip edilmelidir. MS (Multipl Skleroz): Özellikle orta yaş ve öncesinde başlayan baş dönmesi ataklarında akla gelmelidir. Beyin hastalıkları uzmanları tarafından kolaylıkla teşhis ve tedavi edilebilir. Denge sinir tümörleri (Serebellopontin Köşe Tümörleri): Son yıllarda artan cep telefonu kullanım sıklığı ile birlikte sıklığı artan bir tümör çeşididir. Sıklıkla işitme ve denge sinirinin kılıfından kaynaklanan tümörlerdir. Teşhis edildiğinde uzman bir ekip tarafından ameliyat edilmelidir. Yaralanma: Kafatasında meydana gelen, iç kulağı da zedeleyen bir kırık sonrasında aşırı kısıtlayıcı bir vertigoyla birlikte bulantı ve işitme kaybı gelişir. Baş dönmesi birkaç hafta sürer Alerji: Bazı insanlar alerjik oldukları besinleri aldıklarında veya havadaki parçacıklarla karşılaştıklarında baş dönmesi veya vertigo oluşabilir. Yaşlılık Migren Boyun kireçlenmeleri ve boyun fıtığı Depresyon gibi psikiyatrik nedenler Diğer nedenler: Başta B12 vitamini olmak üzere çeşitli vitamin eksikliklerinde, uzun süreli alkol kullanımı sonrasında hasarlar sonucunda, beyin zarına ait iltihaplarda, başta kanser ilaçları ve tüberküloz ilaçları olmak üzere ilaç yan etkilerinde, bazı epilepsi nöbetlerinde ve bunun benzeri pek çok nedenle de baş dönmesi görülebilir. NE ZAMAN DOKTORA GİDİLMELİ? Günde bir kaç kez baş dönmesi oluşuyor ve günlük ritminizi bozuyor ise, bu durumda ihmal etmeden hemen doktora başvurmalısınız. TEŞHİS İÇİN NELER YAPILIYOR? Baş dönmesi şikayeti ile hekime başvuran hastaya kulak muayenesi ve nörolojik muayene yapılarak sorunun kulakta mı yoksa beyinde mi olduğu ile ilgili fikir edinmeye çalışılır. İşitme testi, iç kulakla ilgili denge testi, Beyin elektrosu (EEG), Tomografi veya MR incelemeleri yapılabilir. VERTİGO TEDAVİSİ NASIL YAPILIR? Tedavide asıl önemli olan nedenin bulunmasıdır. Vertigoya neden olan hastalık meniere hastalığı ise ilaç tedavisi, ilaç tedavisi yeterli olmadığı durumlarda özel ameliyatlar yapılabilir, vertigonun nedeni tümör ise ameliyat gereklidir. Herhangi bir enfeksiyon sonucu veya psikojenik nedenlerden dolayı ortaya çıkan vertigolar istirahat ve basit ilaç tedavileri ile tamamen düzelir. Vertigo tedavisi 4 aşamada yapılır: 1.Tetikleyici faktörlerin ortadan kaldırılması (stres, alkol, sigara, kafein, tuz v.b.) 2.Tetikleyici pozisyondan kaçınma 3.İlaç tedavisi ve denge egzersizleri 4.Orta kulağa ya da beyinde saptanan lezyona yönelik cerrahi tedavi. VERTİGO'DAN NASIL KORUNULUR? Stresten uzak durun Bağışıklık sisteminizi kuvvetlendirin: Sağlıklı beslenin ve doğal ve organik ürünler tüketin. Güne yumurtayla başlayın ve sabah kahvaltısında her sabah 1 ya da 2 köy yumurtası yiyin. Günde toplam bir avuç ceviz, badem, fındık ve fıstık yiyin. Günlük süt tüketin. Protein içerikli gıdalar tüketin. D vitamini takviyesi: Mümkün olduğu kadar güneşlenin. Sağlıklı bir vücut için D vitamini çok önemlidir. Tuzu azaltın: Tuz iç kulaktaki sıvı artışına neden olup vertigoyu tetikleyebiliyor. Bu nedenle tuzu azaltın. Bol su için: Vücuttaki su tuz dengesini korumak içim bol bol su için. Ama çay ve kahve gibi içeceklerden uzak durun. Çünkü bu tarz içecekler de iç kulakta sıvı artışına neden olabiliyor. Spor yapın: Sporun her alanda olduğu gibi vertigoda da önemi büyüktür. Sağlıklı yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan spora hayatınızda mutlaka yer verin. Ancak ani hareketler barındıran ağır sporlardan uzak durun. Başınızı hızlı sağa sola çevirmeyin Lunaparklardaki oyuncaklardan uzak durun Hızlı araba kullanmayın
0 notes
Text
6 adımda hafızanızı güçlendirin
Bir şeyi hatırlayamadığınızda yaşadığınız 'Acaba yaşlanıyor muyum?', 'Yoksa alzheimer mi oldum?' endişelerini artık bir kenara bırakın. Aslında unutkan değilsiniz. Sadece hafızanız zayıflamıştır. Uzmanlar, günlük hayattaki stres, depresyon ve endişe gibi nedenlerin hafızamızı zayıflattığını söylüyor. Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak, hafızası yerinde olan birçok sağlıklı insanın neden unutkanlık sorunu yaşadığını, hatırlama güçlüğü çektiğini bilimsel açıdan şöyle açıklıyor: ARADIĞINIZ BİLGİYE ŞU ANDA ULAŞILAMIYOR "Bir bilgi/tecrübe edinildikten sonra, zihninizin bir yerinde depo edilir. Bilgi/tecrübe depolamak için üç yöntemin varlığı kabul edilir: Birincisi, duyusal aşama, ikincisi kısa süreli hafıza, üçüncüsü de uzun süreli hafızadır. Yeni edindiğiniz bir bilginin kısa süreli hafızada tutulma süresi en fazla 30 saniyedir, ancak bu 30 saniye içinde sürekli o bilgiyi tekrar ederseniz bu süre uzayabilir. Arkadaşınızdan aldığınız telefon numarasını bir yere not etmeden hafızanızda tutup arama yaparken kullanmak kısa süreli hafızaya örnek olarak verilebilir. Uzun süreli hafızaysa iki aşamalı olarak çalışır: Edindiğiniz bilgi ya da tecrübeyi zihninizin bir yerine "depolarsınız." Bu bilgi ya da tecrübeyi ihtiyaç duyduğunuzda depoladığınız şekilde hatırlarsınız. Zihninizde "depolanmış bilgiye" erişemiyor ve onu olduğu yerden çıkaramıyorsanız, yani hatırlayamıyorsanız, işte bu durumda zayıf bir hafızadan söz edilebilir." HAFIZAYI GÜÇLENDİRMEK İÇİN ADIM ADIM HİPNOZ Peki hafızamızı nasıl güçlendirebiliriz? Uzman Klinik Psikolog ve aynı zamanda hipnoz uzmanı Mehmet Başkak, birçok vakada, zihninizdeki o "engellenmiş/bloke olmuş bilgiye" başarılı bir şekilde erişmenin hipnozla mümkün olduğu söylüyor. Bunu deneyimli bir hipnoz uzmanıyla ya da evde, işyerinde kendi kendinize de yapabilirsiniz. Başkak, altı adımda hipnozla hafızanızı güçlendirme yöntemleri hakkında şu bilgileri verdi: BİRİNCİ AŞAMA "-Oturun/arkanıza yaslanın ve rahatlayın. -Gözlerinizi kapatın ve rahatlamak için derin derin nefes alın. -Bütün konsantrasyonunuzu ayak parmak uçlarınızda toplayın, bir süre orada tutun ve sonra yavaşça yukarı doğru çıkın, bacaklarınız, baldırlarınız, karnınız, göğsünüz, boynunuz ve başınızı hissedin -Yukarda söyleneni yaparken, vücudunuzdaki her kas grubunun rahatladığını hayal edin (kendinize parmak uçlarım şimdi rahatladı, bacak kaslarım da rahatladı, kol kaslarım da şimdi rahatladı gibi cümleler fısıldayın) bunu vücudunuzun her bölümü için yaparak yukarı kadar çıkın. -Yavaşça 10'dan 0'a kadar geri geri saymaya başlayın. Sayarken de kendinizi bir merdivenden aşağıya iniyorken hayal edin. -Sıfıra geldiğinizde, kendinizi hafiften bir transa geçmiş bulacaksınız. İKİNCİ AŞAMA - Büyük bir kütüphaneye girmek üzere olduğunuzu hayal edin. -Bir kütüphanenin dışında ayakta bekliyorsunuz. Etraftaki detayları inceleyin. Sonra yavaşça kütüphaneden içeri girin ve etrafınıza bakının. -Hayalinizde canlandırdığınız o kütüphane, zihninizin kendi kütüphanesi. -O ana kadar öğrendiğiniz ya da tecrübe ettiğiniz her şeyi o kütüphanede bulmanız mümkün. ÜÇÜNCÜ AŞAMA -Kütüphanedeki kitaplara göz gezdirin. -Özel bir ilgi alanınız varsa eğer, o özel alanla ilgili bütün bilgileri içeren bir kitap bulun. -Zihninizdeki o özel ilgi alanınızla ilgili tüm bilgileri hatırlayın. -Kitaba göz gezdirdikten sonra, onu bulduğunuz yere geri koyun. DÖRDÜNCÜ AŞAMA -Eski anıları hatırlamaya başlayın. -Bunu yaparken kendinizi daha sakin ve rahatlamış hissedeceksiniz. -Bunu yapmak ayrıca sizi daha mutlu hissettirecek. BEŞİNCİ AŞAMA -Kendinize telkin verin. Transa benzer hal içindeyken, kendinize belli bazı telkinleri tekrar tekrar söyleyin. Örneğin, "istediğim her şeyi hatırlayabilirim…" diyebilirsiniz. Böylelikle, zihninizin hep olumlu düşüncelerle dolmasını sağlayın. ALTINCI AŞAMA -Transa benzer durumdan çıkmak için 1'den 5'e doğru yavaş yavaş sayın. -Bilinç düzeyindeki düşüncelerinizin yenilendiğini ve olumlu şekilde değiştiğini düşünün. Transa benzer bu halden çıktıktan sonra da olumlu düşünmeye devam edin. Unutmayın ki, zayıf bir hafızaya sahip olduğunuza inanırsanız, zihniniz sizi haklı çıkarmak ne gerekiyorsa yapacaktır." HAFIZANIZI GÜÇLENDİRMEK İÇİN BAŞKA NELER YAPABİLİRSİNİZ? Başkak, hafızamızı güçlendirmek için hipnozun yanı sıra şu önerilerde de bulunuyor: "Basit dikkat toplama becerilerini öğrenmeye çalışın. Bazen, dikkat eksikliği de hafızanızın zayıflamasına sebep olabilir. Hafıza oyunları oynayın, bulmaca çözün ya da yapboz oynayın. Zihin egzersizleri yapmak daha keskin bir hafıza için olmazsa olmaz. Endişe ve depresyon yaşıyorsanız, bunları kontrol altına almaya çalışın, çünkü bunlar konsantre olma gücünüzü azaltarak, hafızanızın zayıflamasına sebep olur." Başkak, hafızayı zayıflatan sebeplerin ortadan kaldırmasına rağmen aynı sorunu yaşamaya devam edenlerin vakit kaybetmeden doktoruna başvurarak ciddi bir tetkikten geçmesi gerektiğini sözlerine ekledi.
0 notes