Link
1 note
·
View note
Text
malt
malt kokusuyla yoğrulmuş teninin kokusu burnumdan göğsüme doğru sızıyor ve güneş ciğerlerimden vücuduma doğuyordu o sabah. mutluluğa dokunabilen tek varlık saçlarımdı, dünyada bir ilk! kollarından koltuğa akarken bıraksam dans edeceklerdi tel tel, salonun ortasında. gözlerimi çekersem kaçıp gidecekti sanki tüm anılar. uyanmasın diye dua ederken gözlerimi kırpmadan izledim kirpiklerini. öyle bir sıcaklık ki insan ne korkabilir ne kaçabilirdi. yine de bu kadar güzel olan her şey hep ürkütücü olmuştu benim için. saçlarım mutluydu, ben korkmuştum. ellerim sımsıkı tutup avuçlarını, anlatmak istiyordu burada olmasının anlamını. nafile bir çaba, nafile bir sevgi bu dalga dalga gelip dayanan şakaklarıma. ama ne bileyim bu sefer belki görünür ruhum. kırılmaz sanılan koskocaman gülüşümü barındıran yüzüm, altındaki ciğerlerim ve kalbim, nasıl hassas bir camdan yapılmış olduklarını gösterirler belki bu sefer, belki yalnızca ona. kırılmaz sanılan beton bir plaka değilim, paramparçayım hatta ayaklarının altında. küllerim olmasa da yeniden doğarım ben, yeniden. yine öyle öperse ve tutarsa ellerimden, yanında dimdik dururum. kırılmam, bükülmem. belki birkaç nota olurum, ellerinden dökülen. yalnızca onda kaybolurum.
ya da ne bileyim korkup yalnızca bir şarkıya sokulup uyurum.
4 notes
·
View notes
Text
sur
Sınırın öbür ucunda,
Kulaklarım kesik gibi, göğsüm yarık…
Bilirsin görünmez surlarla çevrilidir insanlar, Kendinde hapis sıra gelince dokunmaya. Yarık göğsünden kan damlamaz yani, başkasının omzuna. Kendi kanında boğulur, boğulur da doğarsın yeniden, Dikiş olup, çare olup yaralarına.
Duymaz kulaklarım duvarların arkasını, Seninkiler duyar mı? Solup gidiyor dinle, mevsimsiz bir çiçek daha. Dalgalar vurur, vurur da durur bazı geceler surlarına Kuşatmış şehrini içeri girmek ister ayaklarım, yalın. Hissetmek isterim çünkü yalın sevdayı -eğer varsa gerçekten- koynunda.
Ben biraz rüzgarım, biraz dalga, Sesim var, sonum; ya çarpmak dağlara, taşlara ya kıyılara. Gel-git aklım Anılarımsa yakamoz Mehtabın sen olduğu akşamlarda. E biraz da suyum ben karışmış rakıya Kanına gireyim diye Truva misali bir oyunla
Biliyorum korktuk, korktuk hepimiz İçimizi oyduk da ördük duvarları duyduğumuz her acıyla Ama korkma kendinden, ben kanındayken Daha farklı dönecek bu dünya
Uyanık ve sonsuz bir sarhoşlukla.
merve özdolap
2 notes
·
View notes
Text
kanlı küre
İşler pek yolunda gitmedi. Belki de ben yolunda gitmedim, gidemedim. İzninizle kafamın içine dönebilir miyim? Görüntüler ve sesler birbirlerine eşlik etmedi, edemedi. Saf uyumsuzluk. Başımı döndürüyor bu kaos, Midemi bulandırıyor içindeki organizmalar, Özellikle iki ayaklı olanlar. Tiksindiğin bir yere ev diyememek nereden baksan normal. Her yerine kan bulaşmış bir kürede hapsolmuşken huzur bulabilir mi insanlar? Çizildi sınırlar, örüldü duvarlar, katledildi duygular Ve teker teker kalplerinin attığını unuttular. Ruhlar açken, nelerle tatmin oldu vücutlar? Bir çocuğun gözlerini görmüşken ve en az bir kere çocuk olmuşken Nasıl tutuldu silahlar, doğrultuldu namlular? Bu kadar çabuk mu unutuldu merhametli kucaklar? Ya da hiç olmadıklarından mıdır verilen tüm zararlar? Ah, ne kadar benzer olduğumuzu anlatsalar.. Dinlesek, Biraz görsek, biraz duysak... Anlasak... Artık durdursak dönmese dünya Bu kadar kan akacaksa.
5 notes
·
View notes
Text
sen rengi
kefeni bile siyah çünkü çünkü görünmese renkler daha iyi. içim, dışım öyle sevilecek renk değil, değil mi? ölse de renkler, atıyor içimde kırmızı gün doğumu - batımı ayrımını yapamıyor gibi. buralar sadece senin gezdiğin kıyılar şimdi, senli yollar, siyahtan sen rengine dönüyor, bütün renkler ölüyor koynunda bir ben, bir sen rengi kalıyoruz, Gezintiye çıktığında kıyılara vuran dalga; sen sesi ben ortasında oturmuş ada'mın ıssız, gözümden akan sen seli her zerresi sana ait; -bir kısmı içimde duruyor- tam da ordasın, damlalardan yansımış sen kuşağında, aynaya bakmadan kendini görememek gibi. bana bak ordasın tam kırmızı; gün doğumu - batımı ayrımını yapamıyor gibi
merve özdolap
2 notes
·
View notes
Text
halüsinasyon
Yine iki kelime arasından sarkarken bir satır aşağıya, uyumak değil sızmak huzursuzluğun sunduğu.
Kara ellerim, kara kalemim, kara bir girdaba sürükleyip çekmek istiyor beni suyun altına.
Kapılan ellerim, ayaklarım, bedenim…
“Kaybolmak güzel mi?” dedi.
Kaybolmak hep güzeldi.
-Yağmurun sesi suda…-
Tanımadığından değil, her yer aynı olduğundan da kaybolabiliyorsun ya…
“Ne diliyorsun?” dedi bana.
Ben bazı günler soruları sevmiyorum, bazı günler konuşmayı ve bazı günler hiç birinizi sevmiyorum.
“Tahammül ne çirkin bir kelime değil mi?” diyor…
Sen gölgesi olmayan, hayali olmayan bir ses, hiç durmayan ve hiç susmayan
Kafamın içinde ağlayan ve sürekli dağlayan bir hiç, biliyormuşsun gibi sorma.
Ben gerçekten en çok iki kelime arasında kayboluyorum.
Bir birine temas ettiklerinde oluşan dalgaların girdabında…
O zamanlarda biraz inanıyorum, neye olduğu önemli değil.
Biraz umut ederken buluyorum kendimi
Kafam düşmüş kağıdın üzerine, yüzüm gülerken nefes alabiliyorum.
Çünkü raflara dizemediğim pek çok kelime var, uçuşuyorlar dudaklarımın etrafında
Ben istediğimde onlarla seni yaralıyorum.
Seni yaraladığımda en çok kendimi acıtıyorum ve nefes alamıyorum.
Bu ikisi arasında koşarken zaman tutamıyorum.
Orada bir yere ait olamıyorum.
merve özdolap
fotoğraf: mymoodypictures
66 notes
·
View notes
Text
istisnalar kaideyi bozar
Şanslı bir çocuksanız masallarla büyütülürsünüz. Şanslısınızdır çünkü bu dünyadan uzak, kendinize ait bir alana sahip olma ihtimaliniz çok yüksektir artık. Masallar, her “ilk” gibi şekillendirmeye başlar sizi. İlk dinlediğiniz hayat öyküleridir onlar, yalnızca birazcık sihre bulanmışından. Baktığınız manzaraya yeni renkler eklerken, bir yandan da koyu perdeler çekebilir görüş açınızı kısıtlayan. Yani anne sütü kadar önemlidir masallar ve belirleyicidirler. Tıpkı annenin yediklerinin sütün verimini belirlemesi gibi masalların içerikleri de zihinlerin niteliklerini şekillendirip, kodlarını belirler.
Ortak noktalar vardır masallarda; kötüler ve iyiler savaşında kazanan hep iyiler olur, işler yolunda gitmezken sonunda her şey yolunu bulur, umut doludurlar, örnek olmak isterler çocukların hayatlarına ve büyük bir dünya yaratmak isterler onların akıllarında. Benimse yıllar sonra dönüp baktığımda görebildiğim ilk ortak nokta mağdur, kurban kadın rolleri oluyor. Pamuk Prenses, Rapunzel, Uyuyan Güzel, Külkedisi ve nicesi, prenslerinin gelip onları kurtarmasını beklerler. Prensi onu öpmeden hayata dönemeyecektir Pamuk Prenses, ya da uyanamayacaktır Uyuyan Güzel. Üvey annelerinin elinden kurtuluşları ancak prenslerinin hayatlarına girmesiyle gerçekleşecektir Külkedisi ve Rapunzel’in. Mağduriyetlerinden kurtulmak için savaşacak güçleri, fikirleri ya da planları yoktur; tek çareleri prensleridir. Bir erkekten bağımsız kazanan hikayeleri yoktur hiç birisinin.
Heyecanla dinler küçük kızlar bu masalları, dinlerken hepsi birer prenses olur. Onların hikayesidir artık duydukları. Ve bundan sonra yaşayacakları da, benimsedikleri bu hikayelerden çok uzak olmayacaktır.
Belki bu yüzden çaresiz kalacaktır bir kadın. Gördüğü zulümlerin pençesinde, kanıksanmış bir çaresizlikle saçını süpürge ettiği (?) ellerden gördüğü şiddeti anlatacaktır. Hatta anlatamayacaktır çoğu zaman ama her gece belki buna ağlayacaktır. Ve öylece hareketsiz kalacak, saçlarını şatosundan uzatıp şarkısını söylemeye devam edecektir yalnızca. Değiştirme gücü ve özgürlüğü elinde değilmiş gibi yaşayacaktır. “Saçını süpürge etmek” cümlesine sığınacaktır, sanki kendi anlamını öyle bulacak, öyle değerli olacakmış gibi. Bencildir bu fedakarlık, karşılığında güvenli alanlar oluşturmayı bekleyerek kendini tüketmektir. Çocukların zihninde, kadınların saygı duyulan bireyler olarak şekillenmesinin de önüne geçmektir. Kadınların aciz olduğuna inanan erkeklerin ve hep mağdur, hep kurban kadınların doğmasına sebep olacaktır. Bir kısır döngü… Erkek çocuklarını özgülükler içinde başıboş bırakırken, kız çocuğuna nasıl mağdur, çaresiz olunuru öğretecektir ve isteyerek ya da istemeden her ikisine de zarar verecektir. Çünkü annesinin kendini yok edişini izlemeye değil, var oluşunu görmeye ihtiyacı vardır her çocuğun.
Zaten bu dünyaya yeni canlar getirme gücü olan bir varlık, nasıl bu kadar çaresiz ve güçsüz olabilir? Yeni bir insan var edebilirken, yeni bir yol çizmek neden bu kadar imkansız gibidir?
Elbette bu masalları dinlememiş ya da dinleyememiş pek çok kadın da vardır- ki onlar da örf-adet, din-ahlak kuralları ile örülmüş bir ağın içine doğarlar. Gidemeyecekleri yerler, söyleyemeyecekleri kelimeler, giyemeyecekleri elbiseler, sevemeyecekleri erkekler ve kuramayacakları hayaller vardır. Masallardan uzakken hikaye daha da serttir yani; kaçacak, sıvışacak, kendini arayacak ve koruyacak alanlar, delikler, tek göz de olsa odalar bulmaları daha da zordur. Ama bir şeyin zor olması, imkansız olması ile eş değer değildir.
Anne olmanın kutsallığı, naifliği, anne şefkati, sevgisi, kırılganlığı anlatılır ve anlatılır… Peki ya annenin gücü? Var etme, sürdürme, yaşatma gücü? Anne doğurduğu çocuğu, kendisini kısıtlayan, kendi gücüne at gözlükleriyle bakmasına sebep olan tüm bu inanışlarla yetiştirmeye devam etmemeyi tercih edebilir mi?
Bunu sorgulamayı tüm din-ahlak kurallarını, örf-adetleri yok etmek gibi gerçekçi olmayan bir beklenti ile yapmıyorum. İnançlarına bağlı kalarak da kadınların bir şeyleri değiştirebileceğine inanıyorum. Söylenen birkaç söz bile hikayeleri değiştirebilir, şimdi olmasa da bir zaman, bir yerlerde. Bu ihtimalin üzerine oynamamak niye? Ufak dokunuşlarla, sabırla bekleyerek ve zamanla birikerek anlamlı olacaktır kısa cümleler, küçük öğretiler. Ve hiçbir değişim kökten ve çabuk olmayacaktır. Ama filiz vermesi için tohumları atmak gerekir. Korkmadan, ümitle o tohumları atmalıdır kadın erişebildiği herkese. Özellikle bir anneyse en güçlü toprağa, çocuğuna atmalıdır onları, inanarak ve sevgiyle. Kendine acımayı bırakmalıdır artık kadın. Dayak yemiş yüzlere, işkence görmüş vücutlara ve öldürülmüş cesetlere bakmayı bırakmalıdır. Hepsini zihninde ve acılarını gönlünde saklarken bir şeyler yapabileceğine inanmalıdır. İçindeki ses tek başına bir şeyleri değiştiremeyeceğini söyler bazen; çünkü bilir istisnalar kaideyi bozmayacaktır. Ne kadar da yanlış! Tam olarak istisnalar kaideyi bozar oysa, yalnızca istisnalar kaideleri bozabilir. Tüm renkler aynıyken, parlayarak sıyrılırlar içlerinden ve başka bir şey anlatırlar. Başka bir şey anlatmalıdır artık kadın, istisna olmalıdır.
merve özdolap
6 notes
·
View notes