ciltlidefter
ciltlidefter
7 posts
Lütfullah Onur Konyalı Tüm hakları saklıdır.
Don't wanna be here? Send us removal request.
ciltlidefter · 10 years ago
Text
Dedem, Ali Darıcı’ya
Tumblr media
Şimdi şu yağmurlu havada, dedemi hatırlıyorum. Toprak ve yağmur kokusu arasındaki bağlantıdan olduğunu düşünmüyorum, lakin ölmüşlerimizin canına değsin bu yağmur.
 Ölüm haberini ilk aldığımda binlerce kilometre uzaktaydım. Bir kısa mesaj “Onur abi başın sağ olsun.” diyordu. Telefon açıyorum babama, “Baba ne oldu,baba ne oldu?”. Babam ağlıyor, ben ağlıyorum. Biraz da isyankar bir şekilde, “Niye ben buradayım baba, ne vardı burada olmakta, dedemi son bir kez görseydim baba!!” Allah affetsin, ölümün ilk acısıyla insan düşünemiyor.
 Oda arkadaşım İspanyol Luis geliyor. “Onur, what happened?”. Anlatamıyorum durumu, beni teselli etmeye çalışıyor, daha çok ağlıyorum, şakalaşmalarımız aklıma geliyor dedemle, daha ben bir karışken eve getirdiği meyveler aklıma geliyor, pazarcı kadına acıyıp “Elinde mi kalsaydı kadının o kadar çökelek” diyip tüm çökelekleri alışı, sonra nenemle kavga edişleri aklıma geliyor. O vakit anlıyorum, acının dili,dini,ırkı yok. O vakit anlıyorum, sadece ölenin tüm hayatı gözlerinin önüne gelmiyormuş demek ki, sevenleri de bir film şeridini göz önünden geçiriyor. Türk arkadaşlar geliyor teselli etmek için, onlara da ağlıyorum. Son görüşmemizi anlatıyorum.
 Vefatından bir gün önce, son kez yüzünü Skype ile görüyorum. “Dedecim bekle, üç ayım kaldı, geliyorum yanına”. “Ben gidiyorum oğlum, hakkını helal et.” Öyle güzel bir ölüm ki, Rahman’a kavuşmadan birkaç gün önce tıraşını oluyor, bir gün önce banyo yapıp aklanıyor, paklanıyor. Son kez dışarı çıktığında, arabadan inip kıbleye dönüp uzun uzun bakıyor, o sıra kimseyi duymuyor. Rüya görüyor; neneme “Ben senden önce hacca gideceğim.” diyor uyanıp. Rabbim ölüm bile bu kadar güzel olur mu?
 Ev kalabalıkmış. Anlatıyorlar daha sonra bana. Birçok kişi hasta olduğu için yoklamaya geliyor. Ev ana baba günü; son kez gözünü aralayıp herkese birer birer bakıyor, sonrada uzaklaşan, Azrail’in elinden tutmuş ruhuna.
 Aradan iki sene geçti neredeyse. İlk günkü acıların hiç birisi yok. Herkes yeni bir ölüme kadar neşeli. Sıradakinin kim olacağı bilinmez, derin bir merak konusu. Ama artık çoğu zaman aklımıza bile gelmiyor, en acısı da bu, ölümü de öleni de unutuyoruz. Yaşamın sadece bir nüfus cüzdanından ibaret olduğunu görüyoruz. Üzülüyoruz. Ama bizde öleceğiz nasılsa, o zaman seviniyoruz. Rabbim ölüm bile bu kadar güzel olur mu?
 Yazıyı rahmetli Erdem Bayazıt ile bitireceğim;
“Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm.”
 Allah hepimize rahmet etsin. Fatiha okumayı da ihmal etmeyelim. Vesselam
1 note · View note
ciltlidefter · 11 years ago
Text
Tumblr media
AYŞEGÜL
Çam ağaçlarının sesi nasıl tarif edilmelidir? Hem buna ses demek doğru mudur? Ne fısıltıya benzer, ne de bir din nağ­mesi veya sevda sözleşmesidir. Çamların sesi değil, nefesi var­dır. Bana, kendi sıhhî râyihalarını koklayarak derin, uzun, du­manlı bir surette teneffüs ediyor gibi bir tesir yaparlar. Bakarsınız bir şey işitmezsiniz; o zaman galiba havayı içlerine çekerler. Sonra, hep birden nefes almağa başiarlar, çam kurusu­nu fıstık, reçine, sakız ve ardıç kokan bir derin teneffüs kaplar. Nefeslerinde ve vücutlarında çam râyihası sezilen mahbubeler olmadığı içindir ki zahir erkekler kadınları çamlıklara götürür­ler ve orada öperler, tâ ki aşklarına bu sıcak, sağlam ve şehvetli ıtırdan bir nebze karışsın diye... İşte Bilân sırtlarında, çamlar altındayım. Benim altımda da bin metre aşağıda İskenderun ovasıyla İskenderun kasabası soluk almağa mecalsiz, güneş al­tında dümdüz yatıyor. Serinlik, gölgelik içinden o kızgın yerle­re hayretle bakıyorum. Ben o kadar rahatım, öyle okşayıcı, hu­zur ve saadet verici tatlı rüzgâr karşısındayım ki gözle görünen bir yerde sıcaktan bunalmış, sıtmadan kavrulmuş ve güneşten usanmış adamların mevcudiyetine inanamıyorum. Aşağısı ba­na bahar içindeki bir bahçeden Afrika çöllerinde geçen bir se­yahat romanı okuyormuşum gibi çok uzak, çok korkunç, takat yarı yalan gibi görünüyor. Zavallı küçük, şirin, beyaz İskende­run sanki bornoslu bir seyyah gibi şu akçıl ve ağaçsız ovayı aç, susuz, bitkin bir hâlde zor geçmiş, nihayet denizin serinliğine kavuşmuş, fakat serinlik yerine sıcak bir su tabakası bulunca bu dümdüz ve sımsıcak ova ile sıınsıcak denizin arasında ümit­sizlikten bıkılıp yarısı suda, yarısı karada serili kalmış! Zaten bu sahillerin denizi benim deniz hakkındaki bilgimi değiştirdi.  Marmara'nın en sıcak günlerde Soğukoluk sularında yıkanma­ya alıştığım için ben denizde daima bir serinlik var zanneder­dim. Hayır burada deniz hem içinde bulunanlara, hem de ke­narında yaşayanlara sıcaklık veriyor: Yıkanmak için girenlerin terlemediğine inanmıyorum.  Bilân'ın cenup sırtları çok ağaçlıklı, çok sulak, çok mey­veli ve serin... İşte bir pınar başındayım; oluğun altına bir se­pet iri, olgun, renkli şeftali oymuşlar. Başı yemenili, saçlan iki örgü, ayağı takunyalı sarışın bir köylü kızı bana sordu :  — Yer misin amca?  Aldım. Buz gibi derisi, ısırırken dudaklarımı yaktı; ezdik­çe ağzıma serinlik, râyiha, usare doluyor; buna biraz da çamla­rın teneffüsü karışıyor. Ah ne güzel meyve... Bana şeftali ikram edene baktım: Ne güzel kız!  — Yavrum şu görünen köyün adı nedir? — Müftüler. — Daha ötede neresi vardır? — Nergislik — Ya bu suya ne derler? — Zerdali Oluk. — Şu yukardaki dağ? — Kınalı Tepe. — Şu yol nereye gider? — Dere Bahçe'ye. Ne güzei isimler! Lübnan portakal, turunç, hurma ve muz memleketiydi. Burası bana daha aşina meyveler diyarı: Şeftaliler, erikler, kızılcıklar etrafımı kaplıyor. Çiçekleri de öyle. Hep bildiğim şeyler: Nergisler, kınalar, küpeler ve yıldızlar... Sonra her evin pencerelerinde Müslüman ve fakir meskenlerin âdeta yarı mukaddes bir yeşilliği olan fesleğenler, fesleğen sak­sıları... Kızım o basma taktığın kırmızı çiçeğin adını bilir misin?  — Bilirim: Kadife. — Bu su kenarında açan yeşil şeyler? — İnci çiçeği. — Ya senin adın nedir? Utandı; kısaca, usulca: — Ayşegül, dedi. Burada meyveler, çiçekler, ağaçlar, isimler, hepsi, her şey güzel, tertemiz ve güzel. Ya Ayşegül? Hepsinden daha gü/el. Küçük Türk kızı isimlerinin üzerimde ne hoş tesiri vardır: Zeh­ra'lara, Hatice'lere, Fatma'lara, Şerife'lere karşı yakınlık duya­rım. Ayşegül takunyalarını sürterek kadife ve inci çiçekleri ara­sında kaybolurken mütehassirane arkasından baktım. Sevdiğimin ismi imiş gibi içimden şöyle söyleniyorum :  — Küçük Ayşegül, cici, şirin, şen Ayşegül, güzel Ayşegül! Milliyet muhabbetini insan sade gazete sayfalarında, meclis salonlarında, ikbal mevkilerinde veya harp meydanla­rında değil, böyle bir mini mini isimde ve bir küçük köylü kızı­nın yüzünde okuduğu zamandır ki duygusunun derinliğini gö­rüyor ve yüreğinin sızısını duyuyor. 
Refik Halit Karay
0 notes
ciltlidefter · 11 years ago
Text
Bir Ölüm Doğdu Bir Eve
Tumblr media
Yaşam, en çok ölümü hatırladığımız zaman bunaltıcı
Ve ölüm, en çok günah işlediğimiz zaman korkutucu
 **
  Bir ölüm doğdu bir eve
Yıkıldı çocuklar
Ağladı, suratından her zaman
Düşen bin parça baba
Geçmişi karanlıklara boğmak
Bir köpek havlamasında
Hatta bir kuş cıvıltısında
Saklamak istedi
Bugün
Bir ölüm doğdu bir eve
  **
Bir kaldırım taşı soğukluğu
Yokluğunda var olduğu
Ve sabrın sonu
“Elbet selamet”
Ama bugün
Bir ölüm doğdu bir eve
  **
Kış gecesi uzunluğu kadar
Sıkıcı!
Yazın en uzun günü kadar
Sıcak!
Geceyi gündüze eşitleyerek
Kurtulmak kadar basit
Değil!
Bugün
Bir ölüm doğdu bir eve
  **
Habersizce yitip giden zaman
Dur durak bilmeyen yaratık
Dostluğun en ince perdesi
Kayboluşların önderi
Bugün
Bir ölüm doğdu bir eve
  **
Bir kamyon yırtarak
Geçti caddeyi
Bir adam bağırarak
Anlattı hikayeyi
“Gençti henüz”
Önüne eğerken bakışlarını
Aklına geldi en büyüğün
Bugün
Bir ölüm doğdu bir eve
   **
Ağıtlar
“Yakıldı”
En son
Titredi kız olan
Ağladı en delikanlısı
Sustu vakur duruşlusu
Her şeyden  habersiz olsa da
En küçük oğlan
Bugün
Bir ölüm doğdu bir eve.
  ***
L.Onur Konyalı
1 note · View note
ciltlidefter · 11 years ago
Text
Tumblr media
Ölüme Dair
    “Mahlukta devinen  Gürül gürül bir ırmaktır ölüm” Erdem Beyazıt/ Ölüm Risalesi
    **
  Şu sıralar aklımdan çıkmayan ölüm, hatta senelerdir yatağımda uyutmayan ölüm, çok geç kalma !
    **
  “Ah, sevdiklerimizin ölümünü onlar ölmeden çok önce, basbayağı düşlememiz nasıl da korkunçtur.” Milan Kundera/ Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
    **
  Bir dolmuşun en arka koltuğu. Beş kişi dört koltuk. Beş farklı insan, beş farklı düşünce, beş farklı ölüm. Hadi kader çiz bakalım ölümü!
    **
  Kolumda, bana sürekli ölümü hatırlatan bir saat. Ve su gibi akan zaman.
  “Ölüm muhakkak  Ve ölüm mutlak  Tek kapısıdır ölümsüzlüğün  Ölümle tanıştıktan sonra anladım  Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın”   Erdem Beyazıt/ Ölüm Risalesi
  **
Yaşamdan Birkaç Kesit
    Adımız gibi eminizdir, o dolmuşun nereye gittiğinden. Yine de sorarız: “Üniversite değil mi abi?”
    **
  Açtı ağzını, yumdu gözünü. Sanki söylediklerinden dolayı yaşayacağı pişmanlığı görmek istemiyor gibiydi.
  **
  Mutluluk neydi? Mutlu insan nasıl olurdu? Peki insan nasıl mutsuz bir varlığa dönüşürdü. Bin bir türlü cevabı var. Ama hepsinin toplandığı tek bir dal var: “Şükürsüzlük”
  **
  Ne yapmak istiyoruz, neler yaşamak istiyoruz? Hiçbirimiz mutlu değiliz. Ama neden mutsuz olduğumuzu da bilmiyoruz. Çok memnuniyetsiz varlıklara dönüştük. Asıl soru burada! Kendimizi gerçekten tanıyor muyuz?
  **
  Sen benim neşe kaynağımsın dedi adam. Sen benim mutluluğumsun dedi kadın.
Evlendiler… Nikah memuru bir ömür boyu mutluluklar diledi. Beş sene geçti aradan. Kadın bağırdı “Hayatımı zindana çevirdin.”. Adam karşılık verdi “Zaten sen beni mutlu edecek biri değildin. Seni hiç sevmemiştim.” Son söz yine bir devlet memuruna kaldı: “ Şiddetli geçimsizlikten dolayı…”
  **
  Son olarak iki konuyu toplayalım. Ölüm ve mutluluk. Eskiden yazdığım, ama bende eskimemiş birkaç cümle: Sevdiklerimin ölümünü düşününce(onlar daha ölmeden) çok üzülüyorum. Sonra nasılsa bende öleceğim diye düşününce mutlu oluyorum. Sahi ölüm bir insanı nasıl mutlu edebilir? Vesselam.
0 notes
ciltlidefter · 11 years ago
Text
Zamana Dair
Tumblr media
Dedesinden hatıra saati eline aldı. Yanlış gösteriyordu zamanı. Hani şu üzerine meşhur sözler yazılan melun kavramı. “Aman be!” dedi genç: İpi kopmuş zaten zamanın. Saat doğruyu söylemese ne olacak? Hatırası var ya; o yeter.
  **
  Geceler pek bir bereketsizleşti. Çok da önemli değil bence. Gece kirlidir, sıkıntılıdır, cefalıdır. Gündüz güzelliktir, aydınlıktır, ferahlıktır.
              “Gündüzler yelken açtı umuda
           Gece, geç kalmıştı
           Kaçırdı gemiyi
           Ve hüzünler kaldı ona”
  **
  “Mushaf’ın sayfalarını çevirmeye devam ediyor yaşlı adam. Zaman sayfaların arasında akıyor. Sayfayı çevirmezse tarih orada kalıverecek. Her şey susacak, her şey duracak, herkes zifiri bir suskuda yolunu kaybedecek…” Tarık Tufan/ Bir Adam Girdi Şehre Koşarak
  **
  Tazeydi acısı ve yarası kabuk bağlamamıştı henüz. “Zamansız ayrıldı aramızdan” dedi uzaktan akrabası.” Hayat,doğumla ölüm arasındadır” diye bir şeyler geveledi gene bir arkadaşı. Doğru söylüyorlardı, eksiksiz konuşuyorlardı. Ama zamansız konuşuyorlardı. Sustu… Zamana bıraktı.
  **
  İlkokulda koşu yarışmaları yaparlardı. Koşmak istemezdim. Sanki ben hızlanınca vakitte hızlanacaktı. Sonra zaman su gibi geçti. Üniversite öğrencisi oldum. Her yere koşar adım gitmeye başladım. Değerlenen neydi? Zaman mı? Hayat mı? Yoksa ölüm mü?
  **
  “Zaman, esrarlı rakkas; Bir  (var) da ve bir (yok) ta;  Başsız, sonsuz helezon...”  Necip Fazıl Kısakürek
  **
  “Göz açıp kapayıncaya kadar bitecek, sabret. “ dedi annesi. Açıp kapadı gözlerini. Annesinin sureti gene karşısındaydı. “Bitmesin bu güzellik, karşımdaki cennet hiçbir yere ayrılmasın” dedi. Sonra gene yollara düştü…
  **
  “Ben zamanı gördüm, İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu, Bir mezar böyle kazılırdı ancak, Yıldırımsız ve baltasız, Bir orman böyle devrildi! Ben zamanı gördüm, Kaç bakışta bozdu hayalimi, Ve kaç düşüncede! Ben zamanı gördüm, Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.” Ahmet Hamdi Tanpınar/ Zaman Kırıntıları
**
  Kendine ayıracak hiç zamanının olmadığını söylüyordu. Halbuki başkalarına da zaman ayırmıyordu. Sahi, siz kendinize ayıracak zaman bulabiliyor musunuz?
  **
  Siz bunları okurken aşağı yukarı 530 kişi dünyadan göç etti. Zaman en büyük katil sanırım. Yada biz insanlar zamanın en büyük katili. Neşeniz bol olsun. Vesselam.
0 notes
ciltlidefter · 11 years ago
Text
Altı Çizili Cümleler
Tumblr media
Milena'ya Mektuplar
Kitapları altını çizerek mi okursunuz? Ya da not defterinize küçük notlar alarak mı? Eğer öyleyse bu başyapıtta altını çizmedik cümle bırakmazsınız ve o not defteri size yetmeyebilir. Kitapta her mektuptan sonra yüzünüzde bir gülümseme belirecek ve kitap bitene kadar Milena sizin de hayatınızın aşkı olacak. Dahası da var; kitap bittikten sonra da hep Milena’yı yaşayacaksınız. Sözü çok uzatmadan Milena'ya Mektuplar'da altını çizdiğim 17 cümleyi paylaşayım. İyi okumalar...
**
Öncelikle, ne olursa olsun bir bahçede uzanın ve hastalığın- hele ki öyle esaslı bir şey değilse- mümkün olduğunca tadını çıkarın. Gerçekten pek tatlı yanları vardır.
  **
  Hakiki Milena’ya yazmak için neredeyse hiç vakit yok, ama daha hakiki olanı tüm gün buradaydı, odada, balkonda, bulutlarda
  **
  Yarın sizden haber alırsam çok ama çok mutlu olacağım, kapının kapanmasından önce sizden duyduğum son sözler – üzerinize kapanan tüm kapılar nefret edilesidir – korkunçtu
  **
  Kesinlikle gelemeyeceğim,ama olur da Viyana’da size korkunç bir sürpriz yaparsam- bu olmayacak- ne kahvaltı ne de akşam yemeği isterim, üzerinde bir süre uzanabileceğim bir sedye yeter.
  **
  Yarın yine yazarım. Ama ertesi güne kalırsa benden ‘’nefret’’ etmeyin, lütfen bunu yapmayın.
  **
  Milena asıl mesele bu değil, sen benim için bir kadın değilsin, bir kız çocuğusun, daha önce görmediğim kadar saf bir kız çocuğu, sana elimi uzatmaya cesaret edemem; kirli, titrek, pençeyi andıran, terleyip soğuyan bu eli…
  **
  Adını da kaybediyorum;her geçen gün daha da kısaldı ve artık şu halde: Senin.
  **
  … ve eğer burada olsaydın (bununla sadece fiziksel yakınlığı kastetmiyorum) yüzünü derin bir nefes alarak kucağına gömebilirdim.
  **
  Bugün bir Viyana haritası gördüm, senin sadece bir odaya ihtiyacın olduğu halde böylesine büyük bir şehrin inşa edilmiş olmasını bir anlığına aklım almadı.
  **
  Görüşmek üzer (illa Viyana’da görüşeceğiz diye bir şey yok, mektuplarda da görüşebiliriz)
  **
  Ya dünya çok küçük, ya da biz çok büyüğüz, her durumda tümüyle dolduruyoruz dünyayı. Kimi kıskanacağım ki?
  **
  Aslında seviyor olduğum sen değilsin, daha fazlası, senin aracılığınla bana hediye edilen varlığım.
  **
  Devlerin de zayıflıkları var, Herkül bile bayılmıştı bir defasında. Ben yine de dişlerim sıkılı, her zaman gördüğüm gözlerin önümde, her şeye dayanabilirim: Uzaklığa, korkuya, kaygıya, mektupsuzluğa.
  **
  Kocanı asla gözümde büyütmüyorum, hatta küçümsüyor olma ihtimalim daha yüksek, ama şundan eminim: Eğer beni seviyorsa, bu zengin bir adamın yoksulluğu sevmesi gibi olur ( bir açıdan senin benimle olan ilişkinde de var bu ) . Sizin hayatınızın ortamında ben, ‘’büyük evinizin’’ faresiyim, halının ortasından özgürce geçmesine yılda en fazla bir kez izin verilen bir fare.
  **
  Önümüzdeki ay Prag’a gelebileceğini söylüyorsun. Sana şöyle söylemek istiyorum: Gelme. Bir gün gerçekten ihtiyacım olduğunda ve senden gelmeni istediğimde,hemen geleceğin umudu kalsın bende, ama şimdi gelmesen daha iyi, çünkü yine gitmek zorunda kalacaksın.
  **
  …olasılıklar sonsuzdu ve insan hayattayken de ‘’ölebilirdi’’ .
  **
  Havva elmayı (bazen ilk günahı hiç kimsenin anlamadığı kadar iyi anladığımı düşünüyorum) sadece hoşuna gittiğinden Adem’e göstermek için koparsaydı, böyle olurdu. Burada belirleyici olan ısırma eylemi, gerçi elmayla oynamak serbest değildi belki, ama yasaklanmamıştı da.
0 notes
ciltlidefter · 11 years ago
Text
Yazmaya Dair
Tumblr media
    Günlerdir içimden bir şeyler yapmak gelmiyor. Okuduğum kitabı bitirmeme 4 gündür 100 sayfa var. Erken uyuyorum ve geç kalkıyorum. Bunalım dedikleri olay bu oluyor sanırım. Sonra birden yazmaya karar veriyorum. Yazıyorum, yazıyorum … Tıkanıyorum. Alışamadım gitti şu düz yazılara. Geri sil … Sonra bu yazıyı yazmaya karar veriyorum. Güzel gittiğini düşünüyorum .Aklımda birden bir söz ışıldıyor. ‘Yazmak özgürleştirir.’
 **
‘’Emeksiz yazılan yazı, keyifsiz okunur’’ diyor Samuel Johnson. Şiire daha çok yatkın olan ben için doğru geliyor bu söz. En dertli günlerimde yazdığım şiirleri tekrar tekrar okuyunca doğru olduğuna kanaat getiriyorum. Yanılıyor muyum?
**
Yarın babam yanıma gelecek. Onu görmek beni mutlu eder. Ama içimde bir yerlerde gelmesini istemiyorum. ‘’Her kavuşmanın bir vedası vardır’’ sözü aklıma geliyor. (20 saniye önce ben uydurdum). Yahu sevemedim gitti şu vedaları.
**
Konu dışına çıktım biraz. Gerçi başlık ‘Yazmaya Dair’ o zaman yazılacak her konu da yazmaya dairdir. İlla ‘yazı yazmak’ hakkında olacak değil ya. Neyse kafamızı karıştırmayalım.
**
‘’Dr.House’’ bitirip, tekrar tekrar izlenilesi bir dizi. ‘Karışık düşünmek işleri daha komplike yapar’ diyor House. Düz yazı yazmakta o kadar zor bir şey değil diyerek başlamıştım. Bayağı da yazmışım sanki.
**
“Yarın yine yazarım. Ama ertesi güne kalırsa benden ‘’nefret’’ etmeyin, lütfen bunu yapmayın.” Franz Kafka/ Milena’ya Mektuplar
**
Hani düz yazı yazamıyordun? Yazabiliyormuşum demek ki. Gerçi bu sizin takdirinize kalmış. Ama kesinlikle imkânsız diye bir şey yok. Umutsuzluk yok. Sezai Karakoç’un da dediği gibi
                   ‘’Umutsuzluk yok
                 Gün gelir gül de açar,
                 Bülbül de öter.
  Vesselam.
1 note · View note