Text
Cumartesi Anneleri 664.Hafta
Koçeri Kurt’un hakikat ve adalet talebi bizimle sürecek.
Bir kişinin gözaltına alındığının yetkililerce kabul edilmemesi, uluslararası hukukun ağır bir ihlali olarak kabul edilir. Çünkü devletler gözaltına alınan kişilerin kaybolma riskine karşı etkin tedbirler alma ve bir kişinin gözaltına alındıktan sonra kaybolduğuna ilişkin bir şikâyet halinde de, derhal etkin bir soruşturma yapmakla yükümlüdür. Türkiye’de Devletin bu yükümlülüğünü yerine getirmemesi gözaltında kaybetme suçunun yaygın bir biçimde işlenmesine neden oldu.
Bu hafta 24 yıldır devletin hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmediği uluslararası mahkeme tarafından da tespit edilen Üzeyir Kurt dosyasını kamuoyu ile paylaşıyoruz.
7 Çocuk babası Üzeyir Kurt Bismil’in Ağıllı ( Birike) köyünde yaşıyordu.
24 Kasım günü Yüzbaşı İzzet Cural komutasındaki askerler köye baskın düzenledi. Üzeyir Kurt akrabasının evinden gözaltına alındı. Operasyon devam ettiği için iki gün boyunca askerler tarafından köydeki bir evde tutuldu.
25 Kasım 1993 tarihinde anne Koçeri Kurt oğluna çorap ve ceket götürdüğünde Üzeyir Kurt’u tutulduğu evin önünde çok sayıda asker ve korucu arasında gördü. Üzeyir’in yüzünde darp izleri vardı. Bu Koçeri Kurt’un oğlunu son görüşü oldu.
Günlerce oğlundan haber alamayan Koçeri Kurt, 30 Kasım 1993 tarihinde Bismil Cumhuriyet Başsavcısı Rıdvan Yıldırım’a başvurarak oğlunun nerede olduğunun araştırılmasını istedi.
Koçeri Kurt aynı gün Jandarma Komutanlığına da başvurdu. Jandarma Komutanlığı başvuru dilekçesine Üzeyir Kurt’un gözaltına alınmadığına ve PKK tarafından kaçırıldığına dair not düştü.
Bismil’de sonuç alamayan Koçeri Kurt 14 Aralık 1993 tarihinde Diyarbakır DGM Savcılığı'na başvurdu. Orada da kendisine Üzeyir Kurt'un gözaltına alındığına dair kayıt bulunmadığı cevabı verildi. 21 Mart 1994 tarihinde Bismil Cumhuriyet Savcısı “suçun PKK tarafından islendiği” iddiasıyla görevsizlik kararı verdi. Kurt ailesi Üzeyir Kurt’un akıbetini aydınlatacak “etkin” bir iç hukuk yolundan mahrum bırakıldı.
11 Mayıs 1994 tarihinde İHD avukatlarınca AİHM’e taşınan davada Mahkeme; yetkililer tarafından başvuranın şikayetine dair herhangi bir etkin araştırmanın yapılmadığı ve ailenin gözaltına alınan oğullarının akıbetine ilişkin resmi bir bilgiye ulaşamamanın acısı ile baş başa bırakıldığı kaydını düştü. Üzeyir Kurt’un 25 Kasım 1993 tarihinde güvenlik güçlerince gözaltına alınmış olduğunu tespit eden Mahkeme; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3-5-13 ve 25. Maddelerinin ihlal edildiğine karar vererek Türkiye’yi mahkum etti. ( Başvuru No. 24276/94)
21 Kasım 2014 tarihinde AİHM mahkûmiyetine rağmen Bismil Cumhuriyet Başsavcılığı Üzeyir Kurt’un gözaltında kaybedilmesine ilişkin yürüttüğü soruşturmada ( 2014/ 754) kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. 16 Mayıs 2015 tarihinde bu karara yapılan itiraz da, Diyarbakır 3. Sulh Ceza Hakimliği tarafından reddedildi.
İzzet Cural’ın Bismil Komando Bölük Komutanı olduğu dönemde Bismil’de Üzeyir Kurt, Arap Güven, İsmail Tunç, Musa Koluman, Şehmus Yüksel, Selahattin Akbulut, Turgut Yenisoy, Mehmet Selim Acar gözaltında kaybedildi. Üzeyir Kurt’un kardeşi Abdulkadir Kurt işkence ile öldürüldü. Çok sayıda infaz yaşandı. Ama İzzet Cural hiçbir soruşturmaya uğramadı, aksine terfi etti. Jandarma Genel Komutanlığı’nda Daire Başkanlığına kadar yükseldi.
Koçeri Kurt bir yıl önce, 15 Aralık 2017 tarihinde aramızdan ayrıldı. 89 yaşında kaybettiğimiz Koçeri Kurt son nefesine kadar işkencede öldürülen oğlu Abdulkadir ve gözaltında kaybedilen oğlu Üzeyir Kurt için adalet aradı. Biz onu direnciyle ve ağıtlarıyla hatırlayacağız. Üzeyir Kurt’un gözaltında kaybedilmesinde adli ve siyasi idare sorumluluklarını yerine getirmedi. Üzeyir Kurt’un akıbeti karanlıkta bırakılıp, kaybedenler cezasızlık zırhıyla korundu.
Bu davada hakikat açığa çıkarılıncaya kadar, yerelden ulusala bütün sorumlular yargılanıp hakkaniyete uygun bir biçimde cezalandırılıncaya kadar bu dava bizim için kapanmayacak. Koçeri Kurt’un hakikat ve adalet talebi bizimle sürecek.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
14 notes
·
View notes
Text
Cumartesi Anneleri 663.Hafta
663 haftadır “İnsanız haklarımız var!” Diyerek Galatasaray’dayız.
663 haftadır, bu topraklarda yaşanan inkâra hukuksuzluğa, cezasızlığa ve adaletsizliğe karşı “ İnsanız haklarımız var” diyerek Galatasaray’dayız.
Uluslararası hukukta gözaltında kaybetme insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak nitelendirilir. Bu suçu işleyenlerin kişisel sorumlulukları yanında, suçun gerçekleşmesine izin veren yetkililer ile devletin de sorumlu olduğunu belirtir.
Bu yüzden 663 haftadır Galatasaray’dan haykırıyoruz; devlet gözaltında kaybetme suçundaki sorumluluğunu kabul etsin. Devlet uluslararası hukuktan ve Anayasa’dan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirsin!
Bugün 24 yıldır devletin hiçbir sorumluluğunu yerine getirmediği Hüseyin Taşkaya dosyasını kamuoyu ile paylaşıyoruz.
42 yaşındaki 4 çocuk babası Hüseyin Taşkaya Siverek’te yaşıyor ve müteahhitlik yapıyordu. 90’larda Siverek, devletle ilişkisi Başbakanlık Teftiş Kurulu Raporunda da belgelenen Bucak Aşireti’nin hâkimiyetindeydi. Söz konusu raporda da belirtildiği gibi güvenlik güçleri yetkilerini adeta Bucak Aşireti’ne devretmişti.
Çevresinde sözüne itibar edilen Hüseyin Taşkaya Siverek’teki ağır hak ihlallerini eleştirdiği için güvenlik güçlerinin ve Bucak Aşireti’nin hedefindeydi. Bu nedenle evini İstanbul’a taşıdı. Ailesini yerleştirdikten sonra yarım kalan işlerini tamamlayıp İstanbul’a dönmek üzere Siverek’e geldi ve amcası Mehmet Taşkaya’nın evinde yaşamaya başladı. Kısa bir süre sonra 6 Aralık 1993 tarihinde askerler, polisler ve Bucak aşiretine mensup korucular otuz araçlık konvoyla, Siverek’in Bağlar Mahallesindeki Mehmet Taşkaya'nın evine baskın yaptı. Evde bulunan Hüseyin Taşkaya gözaltına alındı. Gözaltına direnen akrabaları ağır biçimde darp edildi.
Ailesi Hüseyin Taşkaya’yı sormak için jandarmaya, emniyete, savcılığa, valiliğe başvurdu.
Askeri yetkililer gözaltından kısa bir süre sonra Taşkaya’nın polisler tarafından götürüldüğünü söyledi. Emniyet ve valilik “ Sedat Bucak’a sorun” dedi. DYP milletvekili, aşiret reisi- korucubaşı Sedat Bucak “ Bizim ekip almış fakat devlete teslim etmiş; bundan sonra haberimiz yoktur, devlet biliyor.” dedi.
Olayı soruşturmak, suçu ve suçluyu açığa çıkarmak ve suçluların cezalandırılmasını sağlamakla görevli Siverek Cumhuriyet Başsavcılığı, akrabalarının ve bütün mahallelinin tanıklığında gerçekleşmesine rağmen Hüseyin Taşkaya’nın gözaltına alınmasını ailenin “soyut iddiası” olarak değerlendirdi ve herhangi bir delile ulaşılamadığını iddia ederek Takipsizlik Kararı verdi.
Ailenin tüm başvurular sonuçsuz kaldı. Hüseyin Taşkaya’dan bir daha haber alınamadı.
Hüseyin Taşkaya’nın gözaltına alındığı kayıtlara geçirilmedi. Bugüne kadar akıbeti ve nerede olduğu konusunda hiçbir bilgi verilmedi. Kaybedenlere suçlarını gizleme, izlerini örtme ve cezadan kurtulma imkanı verildi.
Toplumsal hafızamızda yer etsin diye bir kez daha söylüyoruz: Hüseyin Taşkaya’nın gözaltında kaybedilmesinden korucubaşı Sedat Bucak başta olmak üzere korucular Ahmet Bucak, Ahmet Ersin Bucak, Halil Beyazkaz, Kemal Üzeyroğlu, İsmet Özeyranoğlu, Mustafa Üzeyroğlu sorumludur.
Hüseyin Taşkaya’nın gözaltında kaybedilmesinden dönemin
Siverek Jandarma Karakol Komutanı Üstteğmen Ahmet Şentürk,
Siverek kaymakamı Celalettin Y��ksel,
Urfa Jandarma Alay Komutanı Seral Saral,
Jandarma Asayiş Bölge Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı,
Urfa Emniyet Müdürü Mehmet Cebe,
Urfa Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube Müdürü Mustafa Tekin,
Urfa Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Fidanboy,
Urfa Valisi Tevfik Ziyaeddin Akbulut,
OHAL Valisi Ünal Erkan,
Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar,
Genel Kurmay Başkanı Doğan Güneş,
İçişleri Bakanı Nahit Menteşe,
Başbakanı Tansu Çiller,
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel sorumludur.
Oğlundan bir haber alamadan 17 Ekim 2015 tarihinde aramızdan ayrılan Fatime Taşkaya’nın bıraktığı yerden Hüseyin Taşkaya’nın akıbetini sorma ve onun kaybedilmesinde sorumluluğu olan herkesin yargılanmasını talep etme ısrarımızdan vazgeçmeyeceğiz.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
1 note
·
View note
Text
Cumartesi Anneleri 662.Hafta
Müvekkilden vekile devrolan kanlı tarihe vicdan ve adalet adına itirazımızı yükseltmek için Galatasaray’dayız.
662. haftamızda İbrahim Demir ve Agit Akipa’nın gözaltında kaybedilişinin 26. yılı ve onların avukatı Tahir Elçi’nin katledilişinin 2. yılı vesilesiyle buluştuk. 26 yıldır cezasız bırakılmış, failleri korunmuş ve avukatı katledilmiş bir gözaltında kayıp dosyası ile kamuoyunun karşısındayız. Müvekkilden vekile devrolan bu kanlı tarihe insanlık adına, vicdan ve adalet adına itirazımızı yükseltmek için Galatasaray’dayız.
28 Kasım 2015 tarihinde gerçekleşen Tahir Elçi suikastının üzerinden iki yıl geçti. Dönemin Başbakanı ve Adalet Bakanının, ‘failleri bulunacak” taahhüdüne rağmen bugüne kadar yürütülen adli ve idari soruşturmalarda somut hiçbir bir ilerleme kaydedilmedi. Yaşanan süreç, ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adamış avukatımızın infazının da cezasız bırakılmak istendiğine dair kuşkularımızı destekler nitelikte.
Gözaltında kaybedilen sevdiklerimizin ve katledilen avukatlarımızın hukuktan ve adaletten uzak görülen hukuk davalarındaki hüküm, aslında Galatasaray’da kuruluyor. Ve hiç şüphe yok ki bu hükümler insanlığın vicdanında ve tarihte hak ettikleri yeri alacak.
36 yaşındaki İbrahim Demir ve 39 yaşındaki Agit Akipa, Şırnak’ın İdil ilçesine bağlı Çukurlu (Xenduk) Köyü’nde yaşıyordu. Agit Akipa aynı zamanda köyün muhtarıydı.
Köylüler üzerinde ağır bir koruculaştırma baskısı vardı. Köye giriş ve çıkışlar asker kontrolü altındaydı. Köy okulu karakol haline getirilmiş, bazı köylülerin evlerine el konmuş ve askerler yerleştirilmişti. Bu ortamda İbrahim Demir ve Agit Akipa defalarca gözaltına alındı, ağır işkence gördü.
Agit Akipa ve İbrahim Demir, okulu ve evleri işgal eden askerin köyü boşaltması için Kaymakamlığa ve İçişleri Bakanlığı’na başvurdu. Başvurudan sonra üzerlerindeki baskı daha da arttı ve Karakol Komutanı tarafından “sizi yaşatmayacağız” diye tehdit edildiler.
12 Aralık 1991 tarihinde İbrahim Demir ve Agit Akipa İdil’den köye dönmek için diğer köylülerle birlikte traktöre bindiler. Traktör yolda askerler tarafından durduruldu. İbrahim Demir ve Agit Akipa traktörden indirildi. Dargeçit Anıtlı Tabur Komutanlığına bağlı Ağaçlı mezrasında bulunan Piyade Bölük Komutanı ve askerleri tarafından gözaltına alındılar.
Traktördeki diğer kişiler köye ulaşınca durumu ailelere anlattılar. Jandarma karakoluna giden ailelere, Karakol Komutanı “Onları hiç görmedik” dedi. Bir asker gizlice aileleri “mağaralara gidin” diye yönlendirdi. Bölgeyi köylülerle birlikte karış karış arayan aileler, 13 Aralık 1991 günü girişi taşla örülerek kapatılmış bir mağarada kayıpların cansız bedenlerine ulaştı. Gözleri ve elleri bağlanmış halde bulunan İbrahim Demir işkence edilerek, Agit Akipa da başından silahla vurularak öldürülmüştü.
Olay hakkında başlatılan soruşturmada İdil Cumhuriyet Başsavcılığı Ağaçlı mezrasında bulunan Piyade Bölük Komutanı Üsteğmen ve ilgili er ve erbaşların “adam öldürme” suçundan şüpheli olduğuna kanaat getirdi ve 18 Aralık 1991 tarihinde soruşturma açma izni almak için dosyayı Dargeçit Kaymakamlığı İlçe İdare Kurulu’na gönderdi. Dargeçit Kaymakamlığı İlçe İdare Kurulu 20.05.1992 tarihinde “men’i muhakeme” kararı verdi. Ve dosya Kaymakamlıkta kaybedildi.
2011 yılında aileler avukatları Tahir Elçi aracılığıyla İdil Cumhuriyet Başsavcılığına tekrar başvuruda bulundu. Savcılık dosyaya ulaşmak için Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığına, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığına, Dargeçit Kaymakamlığına, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına, Midyat Cumhuriyet Başsavcılığına, Mardin Valiliğine, Genel Kurmay Başkanlığına başvurdu. Ancak bütün kurumlar arşivlerinde herhangi bir dosya, bilgi veya belgeye rastlamadıklarını bildirdi.
Bunun üzerine İdil Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Agit Akipa ve İbrahim Demir’in zorla kaybedilmesi ve dosyayı kaybeden Dargeçit Kaymakamlığı görevlileri hakkında “görevi kötüye kullanmak”tan yeniden soruşturma başlatıldı. (2011/646) 26 yıldır yürütülen soruşturmalardan bugüne kadar bir sonuç alınmadı. Dava ailelerin avukatı Tahir Elçi tarafından 2012 yılında AİHM’e taşındı. (Başvuru no: 56291/12)
İbrahim Demir ve Agit Akipa’nın kaybedilmesinden,
Anıtlı Tabur Komutanlığına bağlı Ağaçlı mezrasında bulunan Piyade Bölük Komutanı Üsteğmen ve ilgili er ve erbaşlar, Çukurlu Karakol Komutanı Üsteğmen Yüksel Güven, İdil Jandarma Komutanı Binbaşı Mustafa Karatan, İdil Kaymakamı Kasım Esen, İdil Cumhuriyet Savcısı Bekir Rayif Aldemir, Şırnak Jandarma Tugay Komutanı Osman Kurt, Şırnak Valisi Aydın Arslan, Dönemin OHAL Valisi, Mehmet Necati Çetinkaya sorumludur.
İbrahim Demir ve Agit Akipa’nın kaybedilmesinden Süleyman Demirel’in Başbakan, İsmet Sezgin’in İçişleri Bakanı olduğu 49. hükümet ve dönemin Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş sorumludur.
Yaşanan bu hukuksuzluğa hakikat adına, adalet adına, vicdan adına itiraz ediyoruz. Kayıplarımızın ve katledilen avukatlarımızın bıraktığı yerden hakikat ve adalet bayrağını taşımaktan vazgeçmeyeceğiz
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
2 notes
·
View notes
Text
Cumartesi Anneleri 661.Hafta
Hakikat ve adalette ısrarımız bu topraklarda yaşayan herkes içindir.
661 haftadır hakikat ve adalet talebiyle Galatasaray’dayız.
Devletin, bu topraklarda sistematik ve yaygın bir biçimde işlenen gözaltında kaybetme suçundaki sorumluluğunu üstlenmesi ve özür dilemesi talebiyle Galatasaray’dayız.
Devletin bugüne kadar ısrarla sürdürdüğü inkara son verip hakikati kabul etmesi ve başta gözaltında kaybetme olmak üzere insanlığa karşı işlenmiş bütün suçların “bir daha asla!” yaşanmaması için gerekli adli ve siyasi iradeyi göstermesi talebiyle Galatasaray’dayız.
Hakikat ve adalette ısrarımız yalnızca gözaltında kaybedilen sevdiklerimiz için değil, bu topraklarda yaşayan herkes içindir. İnsan haklarına saygılı, demokratik bir siyasal kültürün oluşması için, hak ve özgürlüklerimizi etkili bir biçimde kullanabileceğimiz aydınlık bir gelecek için hakikate ve adalete ihtiyacımız var.
661. haftamızda 23 yıldır akıbeti gizlenen, failleri cezasızlıkla korunan Nihat Aydoğan dosyasında hakikatin açıklanması ve adaletin sağlanması talebiyle buluştuk.
39 yaşındaki Nihat Aydoğan, 4 çocuk babasıydı. Midyat/ Doğançay (Mizizah)
Köyü’nde yaşıyor, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyordu.
Korucu olmak istemeyen Doğançaylılar üzerinde yoğun bir baskı vardı. Güvenlik güçleri tarafından yapılan sistematik baskınlarda köylüler dövülüyor, tehdit ediliyorlardı. Nihat Aydoğan’ın oğlu Fevzi’nin bu ortamında dağa gitmesi, babası üzerindeki baskıyı daha da artırdı. Sık sık evi basılan Nihat Aydoğan gözaltına alınıyor ve günlerce işkence görüyordu.
30 Kasım 1994 sabahı, saat 05.00 sularında, çok sayıda özel tim, asker ve korucu tarafından Aydoğan Ailesi’nin evine baskın düzenledi. Kapıyı kırarak içeri girdiler ve Nihat Aydoğan’ı dipçikle döverek yatağından çıkarttılar. Ellerini ve gözlerini bağlayıp kanlar içinde önce Midyat Jandarma Karakolu’na, daha sonra da Mardin Jandarma Merkez Komutanlığı’na götürdüler.
Resmi makamlar Nihat Aydoğan'ın gözaltına alındıktan 20 gün kadar sonra nöbetçi savcılığa sevk edildiğini, ifadesi alındıktan sonra da serbest bırakıldığını iddia etti. Ancak Nihat Aydoğan’dan bir daha haber alınamadı.
Uzun yıllar sonra Halime Aydoğan eşinin akıbetinin araştırılması talebiyle tekrar savcılığa başvuruda bulunmak için Midyat’a gitti. Bu sırada vukuatlı nüfus kayıt örneği alınca Nihat Aydoğan için nüfus kütüğüne ölüm kaydı düşüldüğü açığa çıktı. Nüfus İdaresine ölüm bildiriminde bulunan köy muhtarı, jandarma komutanının baskısı sonucunda gerçek olmayan bu bildirimi düzenlemek zorunda kaldığın�� itiraf etti.
Aydoğan Ailesinin resmi kurumlara yaptığı tüm başvuruları sonuçsuz kaldı. Nihat Aydoğan’ı gözaltında kaybedenler biliniyor olmasına rağmen hukuk işletilmedi. Siyasal iktidarların tercihlerinden bağımsız davranmayan hukuk mekanizmaları diğer gözaltında kayıp iddialarında olduğu gibi Nihat Aydoğan’ın gözaltında kaybedilmesi suçunu da cezasız bıraktı.
Toplumsal hafızamızda yer etsin diye yıllardır bu meydandan açıklıyoruz:
Nihat Aydoğan'ın gözaltına alınarak kaybedilmesinden,
Baskına katılan Faik, Sabri ve Kemal isimli korucular,
Midyat Jandarma Komutanı Hilmi Kahraman,
Midyat Kaymakamı Mehmet Okur, Mardin Valisi Ahmet Kayhan,
OHAL Valisi Ünal Erkan, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, Jandarma Genel Komutanı Aydın İlter, Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Başbakan Tansu Çiller, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel sorumludur.
Nihat Aydoğan'ın gözaltında kaybedilmesinden;
Gerçek ortadayken ceza adaletini sağlamayan adli makamlar sorumludur. 23 yıldır Nihat Aydoğan’ın akıbetini karanlıkta bırakan, unutulmaya terk eden tüm iktidarlar sorumludur.
Gözaltında kaybedilişinin 23. yılında bir kez daha altını çiziyoruz; Nihat Aydoğan’ı unutmayacağız! Bu insanlığa karşı işlenmiş suçun sorumlularını unutmayacağız! Adalet ve hakikate ulaşma ısrarımızdan vazgeçmeyeceğiz!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
1 note
·
View note
Text
Cumartesi Anneleri 660.Hafta
660. Kez Galatasaray’dayız.
660 haftadır Galatasaray’dayız çünkü; bu topraklarda gözaltında kaybedilen insanlarımızın akıbetlerini açığa çıkartacak, faillerini yargılayarak ceza adaletini sağlayacak bağımsız ve tarafsız bir yargı yok.
660 haftadır Galatasaray’dayız çünkü; yargının bağımsızlığını sağlama görevini yerine getirecek siyasal bir iktidar yok. Aksine yargı üzerinde baskı kurarak yargıya hakim olmak isteyen, adaletin tecellisini imkansızlaştıran bir iktidar var.
660 haftadır ısrarla yargı bağımsızlığı ile demokrasi arasındaki ayrılmaz bağa dikkat çekiyor; “Yargının bir görevi adaleti sağlamak ise, diğer görevi de demokrasinin değerlerini korumaktır.” diyoruz.
660 haftadır ısrarla “Demokratik bir toplum, yargısal kararların objektifliğine ve tarafsızlığına güven duyan toplumdur. Yargısal kararların hukuktan ve vicdandan uzak olduğu yerde adaletten ve demokrasiden söz edilemez.” diyoruz.
660. haftamızda hukuktan ve vicdandan uzak bir biçimde; tanıklara rağmen, somut delillere rağmen, tüm hukuk yolları denenmesine rağmen, 37 yıldır sonuç alınamayan Hayrettin Eren dosyasını bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyoruz.
26 yaşındaki Hayrettin Eren 70’li yıllardaki gençlik hareketinin içinde yer aldı.12 Eylül askeri darbesinin ardından hakkında yakalama kararı çıkartılarak aranmaya başlandı.
Hayrettin Eren 21 Kasım 1980 tarihinde Saraçhane Haşim İşcan Geçidi’nde arkadaşı ile birlikte gözaltına alındı. Önce Karagümrük Karakolu’na oradan da aynı operasyonda gözaltına alınan 8 kişi ile birlikte Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube’ye götürüldü.
Karagümrük Karakolu'na giden ailesi gözaltı kayıt defterinde Hayrettin’in adını gördü. Karakoldakiler, Hayrettin’i Gayrettepe’deki Siyasi Şube'ye gönderdiklerini söyledi.
Bunun üzerine Gayrettepe’ye giden anne Elmas Eren, Hayrettin’in gözaltına alınırken kullandığı babasına ait 34 F 6798 plakalı otomobili Siyasi Şube’nin bahçesinde gördü. Ama oğlunu soran Elmas Eren’e "gözaltında böyle biri yok" cevabı verildi.
Oysa Hayrettin Eren, Siyasi Şube’nin alt katındaki hücredeydi. Başında Fikret Işınkaralar'ın olduğu işkence timine ifade vermeyi reddediyor, sorulan soruları cevaplamıyordu.
Onunla aynı operasyonda yakalanan 8 kişi mahkemeye çıkarıldıklarında, “Hayrettin Eren de bizimle birlikte gözaltındaydı.” diyerek suç duyurusunda bulundu. "Hayrettin Eren'in gözaltına alındığının tanığıyım. Onu hem karakolda, hem de siyasi şubede gördüm." diye savcıya ifade verdi. Savcı aileye, “ Size inanıyorum ama bu davayı açarsam meslek hayatım biter” dedi.
Eren Ailesi Milli Güvenlik Konseyi başta olmak üzere tüm resmi makamlara başvurdu. "Hayrettin Eren isimli şahıs gözaltına alınmamıştır, hâlâ aranıyor." cevabı hiç değişmedi
37 yıldır devleti yönetenler Hayrettin Eren’in akıbetini gizleyerek, onu kaybedenleri cezasız bırakarak 12Eylül zihniyetini devam ettirdi.
Eren Ailesi'nin ve İHD'nin sürdürdüğü hukuk mücadelesine rağmen, devlet etkin soruşturma yükümlülüğünü yerine getirmedi. Dosya takipsizlik, zaman aşımı kararlarıyla hukuka aykırı bir şekilde kapatılmak istendi. Tüm hukuki yollar tükenince dosya 2014 yılında Anayasa Mahkemesi'ne taşındı.
37 yıldır söylüyoruz, söylemekten vazgeçmeyeceğiz:
Hayrettin Eren 12 Eylül’ün işkence merkezi İstanbul Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube’de kaybedildi.
İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı, Siyasi Şube Müdürü Tayyar Sever, Siyasi Şube Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar, Hayrettin'e işkence yapan timin şefi Fikret Işınkaralar, Hayrettin Eren’in kaybedilmesi suçunun failleridir.
Başta Kenan Evren olmak üzere 12 Eylül cuntacıları ve destekçileri Hayrettin Eren’in kaybedilmesinin sorumlularıdır.
Gözaltında kaybetme zamanla sınırlı olmayan insanlığa karşı suçtur. 37 yıldır gerçeği açığa çıkarmayan, Hayrettin Eren’i kaybedenleri koruyan tüm iktidarlar bu suçun ortaklarıdır.
12 Eylül darbecilerini koruyanlara karşı, 12 Eylül’ü güncelleyenlere karşı, bize unutmayı dayatanlara karşı “12 Eylül’ü unutmadık! Hayrettin Eren’i unutmadık” diyoruz.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
2 notes
·
View notes
Text
Cumartesi Anneleri 659.Hafta
Gözaltında kayıp davalarında adli makamları ve AİHM’i hukukun üstünlüğüne bağlı kalmaya çağırıyoruz.
Gözaltında kaybetme gerçeğini bilinir kılmak için, bu ağır suçun sorumlularının hesap vermesi için yani hakikatin ve adaletin tesisi için 659 haftadır Galatasaray’dayız.
Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere; yargının adeta kendini işlevsiz hale getirmesi sonucunda yaşanan, hukuksuzluğu ve adaletsizliği görünür kılmak için 659 haftadır Galatasaray’dayız.
Siyasallaşan yargının yalnız kayıp yakınlarının değil, tüm yurttaşların hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesine neden olduğu gerçeğinin altını çizmek için, 659 haftadır Galatasaray’dayız.
Yurttaşların hak ve özgürlüklerinin güvence altına alındığı bir hukuk devleti talebiyle 659 haftadır Galatasaray’dayız.
Devleti yönetenler, 659 haftadır Galatasaray’dan yükselttiğimiz hakikat ve adalet çağrımızı karşılıksız bırakmaya devam ediyor.
Bu hafta 24 yıldır akıbetinin açıklanmayan ve dosyasında hukukun işletilmediği Abduselam Şahin’i unutmadık demek için buluştuk.
43 yaşındaki 6 çocuk babası Abduselam Şahin Yüksekova / Çukurca’da 9 yıl kamu personeli kadrosunda imam olarak görev yaptı. Bu sırada askerler tarafından gözaltına alınarak Yüksekova Jandarma Taburuna götürüldü ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.
Daha sonra ailesi ile birlikte Yüksekova/ Mune (Yılmazlar) köyüne taşındı ve burada imamlık yapmaya başladı.
27 Kasım 1993 tarihinde Yüksekova’dan birkaç ay önce taşındığı köyüne gitmek üzere A.Ö.’ye ait Toyota marka araca bindi. Araçta Şahin ve sürücü dışında 3 kişi daha vardı. Köye doğru yol alan araç arama noktasında özel harekât timleri tarafından durduruldu.
Yapılan kimlik kontrolü sonrasında, Abduselam Çelik gözaltına alındı. Araçta bulunan diğer kişiler Şahin Ailesi’ni durumdan haberdar etti.
Abduselam Şahin’in nerede olduğunu öğrenmeye çalışan ailesi onun F.D.’ye ait kırmızı renkli Toros marka arca bindirilerek Yüksekova Komando Taburuna götürüldüğüne dair bilgiye ulaştı. Ancak kendisinden haber alamadı.
Saadet Şahin, Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak bu bilgileri verdi ve eşinin akıbetinin araştırılmasını talep etti. Abduselam Şahin’in yolda gözaltına alındığına tanık olan dört kişi de savcılığa giderek ifade verdi.
Ancak bugüne kadar etkin bir soruşturma yapılmadı. Abduselam Şahin’in akıbeti açıklanmadı, onu kaybedenler yargı önüne çıkartılmadı.
İç hukuktan sonuç alamayan aile 2012 yılında davayı AİHM’e taşıdı (9.04.2012-33180/12). AHİM, 14 Eylül 2017 tarihli tek yargıçlı oturumda “şikayette bulunulan olayların gerçekleştiği 1993 yılıyla, mahkemeye başvurunun sunulduğu 2012 yılı arasındaki ciddi zaman farkı dikkate alınarak” gerekçesi ile başvuruyu kaybetme suçunun süreğenliğine aykırı biçimde kabul etmedi.
Abduselam Şahin’in akıbetinin açıklanması ve faillerinin yargılanması talebimizin karşılanması hukukun gereğidir.
Şahin Ailesi’nin 24 yıldır yaşadığı belirsizlik işkencesinin sonlandırılması adaletin gereğidir.
Artık yeter! Gözaltında kayıp davalarında adli makamları ve AİHM’i hukukun üstünlüğüne bağlı kalmaya çağırıyoruz.
Artık yeter adalet istiyoruz!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 658.Hafta
Dargeçit Jitem davasında hukuk işletilsin, sorumlular cezalandırılsın!
Zorla kaybetme, insanlığın tüm değerlerine saldıran uluslararası bir suçtur. Bu ağır saldırı, yalnız yöneldiği bireyler ve onların ailelerini etkilemekle kalmaz, bütün toplum için ciddi ve uzun süreli sonuçlar doğurur.
Zorla kaybetme suçu cezasızlık sisteminin varlığında gerçekleşir ve devam edecek iklimi bulur. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda hukuk yolunun açılmaması insan haklarının sistematik ve yaygın olarak ihlal edilmesine neden olur. Cezasızlık sistemi, toplumu hukuktan ve adaletten uzaklaştırarak huzur ve güven içinde bir toplumsal yaşamı imkânsızlaştırır.
Bu nedenle 658 haftadır gözaltında kaybetme suçunun cezasız bırakılmasına itiraz ediyoruz.
658 haftadır iktidarlara ve adli makamlara bu suçun soruşturulmasına ve yargılanmasına ilişkin ulusal ve uluslararası yasal yükümlülüklerini yerine getirme çağrısında bulunuyoruz.
658. buluşmamızda bir kez daha hükümeti ve adli makamları kaybedilenlerin varlığının inkârı ve kaybedenlerin cezasız bırakılmalarından ibaret olan gözaltında kayıplar politikasından vazgeçmeye çağırıyoruz.
658'nci haftamızda “ 22 yıl önce Dargeçit'te kaybedilen insanlarımız için adalet istiyoruz!” diyerek buluştuk.
29 Ekim 1995 tarihinde Mardin/Dargeçit’te ağır silahlı askerler yaptıkları ev baskınlarında üçü çocuk, ikisi lise öğrencisi 7 kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınan 12 yaşındaki Davut Altunkaynak, 13 yaşındaki Seyhan Doğan, 16 yaşındaki Nedim Akyön, 19 yaşındaki Mehmet Emin Aslan, 20 yaşındaki Abdurrahman Olcay, 21 yaşındaki Abdurrahman Coşkun, 57 yaşındaki Süleyman Seyhan Dargeçit Jandarma Taburuna götürüldü.
Aynı operasyon kapsamında gözaltına alınan Davut’un annesi Hayat Altunkaynak, Süleyman Seyhan’ın kızı Fehime ve Seyhan’ın 11 yaşındaki kardeşi Hazni, 3 gün boyunca ağır işkence gördükten sonra serbest bırakıldı. Serbest bırakılanlar gözaltında tutulan yakınlarının ağır işkence gördüklerini açıkladı.
Gözaltında tutulanları arayan ailelerinin yaptıkları tüm başvurular sonuçsuz kaldı. Başvurularına; “Sorgu sonrası serbest bırakıldılar, dağa gitmişler” cevabı verildi. Aileler kayıplarını aramaktan vazgeçsin diye tehdit edildi, gözaltına alındı, işkence gördü. Yapılan suç duyuruları soruşturulmadan takipsizlikle sonuçlandı.
6 Mart 1996 tarihinde, Süleyman Seyhan’ın kafası olmayan yakılmış bedeni bir kuyuda bulundu. Süleyman Seyhan'ın atıldığı kuyuyu gösteren uzman çavuş Bilal Batırır'da Dargeçit Jandarma Taburunda kaybedildi.
İnsan Hakları Derneği’nin 29 Mayıs 2009 tarihli başvurusu ve İHD Mardin Şubesi’nin çabası sonucunda Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı dosyayı yeniden açtı ve soruşturma başlattı.
Savcılığın yürüttüğü soruşturma kapsamında Dargeçit kayıplarının gözaltında öldürülerek kuyulara gömüldüğü gerçeği ortaya çıktı. 2012 – 2013 ve 2015 tarihleri arasında yapılan kazılar sonucunda, gözaltına alınan kişilerin ağır işkence izleri taşıyan kemiklerine ulaşıldı.
Mardin Jandarma Komutanı Hurşit İmren ve Dargeçit Jandarma Komutanı Mehmet Tire'nin de içinde olduğu 18 kişi hakkında, "birden fazla kişiyi taammüden öldürme" suçlamasıyla dava açıldı.
Dava dosyası açıldığı Midyat'tan "güvenlik" gerekçesiyle Adıyaman'a sevk edildi. Kayıp ailelerinin uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan hakları ihlal edildi.
13 Mart 2017'de Adıyaman'da görülen yedinci duruşmada karar aşamasına gelen dava bu kez Ankara'ya nakledilerek, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Kızıltepe JİTEM davasıyla birleştirildi.
“Davaya bakma yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir" ilkesinin ihlaliyle başlayan Dargeçit JİTEM davasında ceza vermekten çekinen mahkeme heyeti çareyi davayı şehirden şehire dolaştırmakta buldu. Dargeçit davasının uzaması ve davanın cezasızlıkla sonuçlanması riskini de beraberinde getiren bu birleştirme kararı mahkemenin insanlığa karşı işlenmiş bu ağır suçun faillerini hakkaniyete uygun bicimde cezalandıracak istek ve iradede olmadığı yönündeki kaygılarımızı güçlendirdi.
Dargeçit davasının takipçisi olmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Kayıp davalarındaki cezasızlık politikasının derhal son bulmasını istiyoruz!
Dargeçit’te kaybedilen insanlarımız için adalet istiyoruz!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 657.Hafta
Düzgün Tekin dosyasında cezasızlığa son, adalet istiyoruz!
657. Kez Galatasaraydayız. 657 haftadır Galatasaray’dan hakikat ve adalet çağrısı yapıyoruz. 657 haftadır. Zorla kaybetmenin hukukun üstünlüğü, insan hakları ve temel özgürlüklere yapılmış en ağır saldırı olduğunu söylüyoruz. 657 haftadır hükümetleri gözaltında kaybetme fiillerinde sorumluluğu bulunan kişilerin yargılanarak cezalandırılması yükümlülüğünü yerine getirmeye çağırıyoruz. 657 haftadır bu çağrımız karşılık bulmuyor. Gözaltında kaybetme suç sayılmazken gözaltında kaybedilenleri anmak ve Cumartesi Anneleri’nin haberini yapmak mahkeme kayıtlarına bir suçlama olarak giriyor.
Hukuk yok sayılarak hak savunucuları ve gazeteciler için verilen tutukluluk kararları; Hak aramanın, adalet istemenin ve hak ihlallerinin kamuoyunca görünür olmasının engellenmesidir.
Bugün gözaltında kaybetmenin 22 yıldır suç sayılmadığı Düzgün Tekin dosyasını kamuoyu ile paylaşıyoruz.
Sosyalist kimliğiyle bilinen 21 yaşındaki Düzgün Tekin, sendikal mücadelenin içerisindeydi; DİSK Tekstil –İş Sendikası 2 No’lu Şube delegesiydi.
Ailesine bir haftadır polis tarafından takip edildiğini söyleyerek, kendisini takip eden araçlardan birinin plakasının 34 F 6676 olduğunu kağıda yazarak eve bıraktı. Evdekiler de içinde sivil giyimli şahısların bulunduğu bir otomobilin günlerdir evlerinin önünde beklediğini gördü.
Düzgün Tekin 21 Ekim 1995 tarihinde, İstanbul Güneşli Evren Mahallesi’ndeki akrabasının evinden Bayrampaşa’daki işyerine gitmek için çıktı. Bir daha kendisinden haber alınamadı.O günden sonra evin önünde bekleyen otomobil de bir daha gelmedi.
Düzgün Tekin'in Ailesi avukatlarıyla birlikte tüm resmi kurumlara başvurdu. İnsan Hakları Derneği yasal girişimlerde bulundu, Af Örgütü devreye girdi. Ancak Düzgün Tekin'i günlerce takip eden güvenlik birimleri onun nerede olduğunu bilmediğini söyledi.
Olaydan 18 ay kadar sonra, JİTEM’le bağlantılı itirafçı Kasım Açık, Düzgün Tekin ile ilgili açıklamalarda bulundu. Basına da yansıyan itiraflarda Açık, Düzgün Tekin’in kendisinin de içinde bulunduğu itirafçılar, polis memurları ve askerlerden oluşan JİTEM birimi tarafından sorgulanarak öldürüldüğünü söyledi. Düzgün Tekin’in bedeninin de Edirne yakınlarındaki askeri alan içinde bulunan Çadırkent çöplüğüne gömdüklerini anlattı. Düzgün’ün eşkal bilgilerini ve üzerindeki giysilerini tarif eden Kasım Açık, olay yeri ile ilgili bir kroki de çizdi.
Bu gelişme üzerine 27 Mayıs 1997 tarihinde arama faaliyetinde bulunmak için Düzgün’ün ailesi, arkadaşları ve insan hakları savunucuları Çadırkent’e gitti. Ailenin ve avukatların tüm ısrarlı taleplerine rağmen yetkililer göstermelik bir arama çalışması yaptı ve sonuç alınamadı.
Kasım Açık’ın itirafları kendi el yazısı ve imzası ile savcılığa verilse de etkin bir soruşturma yürütülmedi. Bugüne kadar yetkili makamlardan Düzgün Tekin’in akıbetine yönelik hiçbir açıklama yapılmadı, hukuk işletilmedi ve dosya cezasızlık zincirinin bir halkasına dönüştürüldü.
Çadırkent’teki çöplükte elleriyle oğlunun kemiklerini bulmaya çalışan baba Veli Tekin, oğluna kavuşamadan aramızdan ayrıldı. Annesi Elif Tekin hala oğluna kavuşmayı bekliyor. Onun “dağlar, taşlar, kuşlar bana yön verin, ben oğluma kavuşayım” haykırışını unutmayacağız.
Gözaltında kaybedilişinin 22. Yılında Düzgün Tekin dosyasında cezasızlığa son verilene kadar davanın takipçisi olmaya devam edeceğiz.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 656.Hafta
Hakikat, adalet ve etik kurallarla örtüşmeyen hukuk yok hükmündedir.
656 haftadır “Kayıplarımızı İstiyoruz! Adalet istiyoruz!” Diyerek Galatasaray’da buluşuyoruz.
Her hafta burada gözaltında kaybedilen insanlarımızı ararken nasıl bir inkar ve hukuksuzlukla karşı karşıya kaldığımızı, bütün hukuk yollarına başvurmamıza rağmen nasıl adalete ulaşamadığımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz.
656 haftadır Galatasaray’dan kamuoyuna ve devleti yönetenlere sesleniyoruz:
Türkiye’de bizim için hukuk yok!
Hukukun nihai amacı adaletin tesisi, hukuk uygulamalarının amacı adil sonuçlara ulaşmak ise Türkiye’de bizim için hukuk yok!
Biz adalet ve hukuk devleti talep etmekteki ısrarımızı sürdürürken, bu taleplerimizin muhatabı olan hükümet mensuplarından AB Bakanı Ömer Çelik “Türk Yargısının dünyada bulunan en hassas yargı olduğunu” söylüyor. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül de “Türkiye bir adalet ülkesidir” diyor. ( 14.10.2017 Adalet Bakanlığı Adana Göltepe Eğitim Tesisi’nin açılış konuşmaları)
O zaman sormak hakkımız: Türkiye bir adalet ülkesiyse, Türk yargısı dünyanın en hassas yargısıysa biz neden 656 haftadır Galatasaray’dayız?
Bugün 22 yıl önce gözaltında kaybedilen Abdulkerim ( Şemsettin) Yurtseven, Miktad Özeken ve Münir Sarıtaş davasındaki hukuksuzluk unutulmasın diye buluştuk. Ailelerin “22 yıldır hukuki yollara başvuruyoruz ama her seferinde sanki dilekçelerimizi yazıp çöpe atmış gibiyiz, hiçbir sonuç alamıyoruz” diyen sesini bir kez daha yükseltmek için buluştuk.
27 Ekim 1995 günü Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki Yüksekova Komando Taburuna bağlı askerler Yüksekova’nın Ağaçlı Köyü'ne baskın yaptı. Baskın sırasında köylülere ağır şiddet uygulandı. Askerler köyden ayrılırken işkenceden ayakta duramayan 73 yaşındaki Abdulkerim Yurtseven ile köye odun toplamak için gelen 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş’ı da gözaltına alarak askeri araçla Yüksekova İlçe Jandarma Taburuna götürdü.
Yüksekova Komando Taburuna başvuran aileler yakınlarının durumu hakkında bilgi istedi. Binbaşı Yurdakul yakınlarının gözaltına alındığını inkâr etti. ”Onları siz aldınız” diye itiraz eden aileler Binbaşı Yurdakul tarafından tehdit edildi.
Gözaltı işlemini gerçekleştirenler arasında bulunan itirafçı Kahraman Bilgiç, anılarını yazdığı kitapta ve savcıya verdiği ifadede olayı şöyle anlattı: “Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul talimatıyla, askerler üç köylüyü döverek arabalardan birine bindirdi. Dayak o kadar şiddetliydi ki.
Yüksekova’daki tabura ulaşmadan yolda köylülerden yaşlı olanı ölmüştü. Tabura gelince Uzman Çavuş'un biri telaşla koşarak yanımıza geldi. Binbaşıya ‘Komutanım köylülerden biri öldü’ dedi.
Binbaşı Uzman Çavuş'a, ‘Peki diğer iki köylü onun geberdiğini gördü mü’ dedi. Uzman Çavuş gördüğünü söyleyince, Binbaşı tereddütsüz bir yüz ifadesiyle, ‘Diğer ikisini de gebertin’ dedi. Askerler Binbaşının talimatıyla diğer iki köylüyü Yüksekova Tabur Komutanlığı atış poligonunun olduğu bir yere götürüp, ellerine kazma kürek vererek kendileri için mezar kazdırdı. Binbaşının talimatıyla kurşuna dizilen köylüler kendi kazdıkları mezara gömüldü.”
Yüksekova Komanda Taburunda görevli bir asker de terhis olduktan sonra, Abdülkerim Yurtseven'in dövülerek, Mikdat Özeken ve Münir Sarıtaş’ın ise Binbaşı Yurdakul'un talimatıyla itirafçı Kahraman Bilgiç ve Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından kurşuna dizilerek öldürüldüğünü açıkladı.
Bütün bunlara rağmen sorumlular hakkında açılan dava 12 Kasım 1999 tarihinde delil yetersizliği gerekçesiyle kesin beraat hükmü ile sonuçlandı. Ailelerin yaptığı temyiz başvurusu Yargıtayca reddedildi ve 2 Nisan 2001 tarihinde beraat kararı onaylandı. AİHM‘e taşınan dava (Başvuru no: 31730/96) 2003 yılında sonuçlandı. AKP hükümeti AİHM’e yaptığı savunmada suçu kabul ederek, tazminat ödeme yoluna gitti.
20 yıldır söylüyoruz: Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş’ın kaybedilmesinden Yüksekova Komando Taburunda görevli Piyade Yüzbaşı Nihat Yiğiter, Yüksekova Komando Taburunda görevli itirafçı Kahraman Bilgiç, Yüksekova Komando Tabur Komutanı Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul sorumludur.
Dönemin: Yüksekova Tugay Komutanlığı'nda görev yapan kurmay başkanı Albay Hamdi Poyraz, İl Jandarma Alay Komutanı Albay Necati Kılıçkaya, Hakkâri İl Jandarma İstihbarat Şube Başkanı Binbaşı Abdullah Kaya, Hakkâri Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Tuncay Koyuncu, Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman, Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı sorumludur.
Bugüne kadar, kayıpların akıbetlerini açıklamaya yönelik mekanizmaları oluşturmayan, failleri korumaya devam eden bütün hükümetler sorumludur.
Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş'ın akıbeti açıklanmadan, failleri ve sorumluları yeniden yargılanarak cezalandırılmadan bu dava bizim için kapanmayacak.
Lafta değil, gerçekte “Türkiye bir adalet ülkesidir.” diyebilmek istiyoruz!
Gerçek adalet ve gerçek hukuk devleti talebimizden vazgeçmeyeceğiz.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 665.Hafta
Gözaltına alındıktan sonra varlığı inkar edilen insanlarımızın hakikatini yaşatmak için Galatasaray’dayız.
Galatasaray’dayız çünkü; Türkiye’de kamu otoritelerinin eylem ve işlemleri, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygıya dayanmıyor. Devlet, geçmişte yaşanmış ağır insan hakları ihlallerinin yarattığı travmaları, adaletsizlikleri gidermek için Anayasa’dan ve uluslararası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmiyor.
665 haftadır Galatasaray’dan kamuoyuna sesleniyoruz;
İnsan haklarınına dayanan demokratik bir rejim ancak geçmişin suçları ve hakikatleri ile yüzleşip hesaplaşmaktan geçer. Geçmişin hakikatini reddetmek, geçmişin suçlarını cezasız bırakmak bugün de aynı suçları işleme niyetinin ifadesidir.
665 haftadır Galatasaray’da oluşumuz; insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti değerlerine dayanan bir siyasal kültür ve sistem talebidir. İnkara ve cezasızlığa karşı hakikat ve ceza adaleti talebidir.
665. haftamızda 23 yıldır varlığı inkar edilen, failleri ve sorumluları cezasızlıkla korunan İsmail Bahçeci’yi unutmadık diyerek buluştuk.
İsmail Bahçeci, Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda öğrenciydi. Türkiye Öğrenci Dernekleri Federasyonu başkanıydı. Politik kimliği nedeniyle defalarca gözaltına alındı, ağır işkenceler gördü. 1993 yılından itibaren polis tarafından aranmaya başladı. Bahçeci Ailesinin Avcılar’daki evine polis baskınlar düzenledi. Bu nedenle İsmail evden ayrıldı. Kardeşi İsmail’e acil durumlarda kendisine haber ulaştırması için bir arkadaşının işyeri telefonunu verdi.
24 Aralık 1994 tarihinde Bahçeci Ailesi’ni telefonla arayan ve kendisini İsmail’in arkadaşı olarak tanıtan bir kişi, İsmail’in siyasi şube polisleri tarafından gözaltına alındığı haberini verdi. Baba Şehmus Bahçeci hemen Gayrettepe Emniyet Müdürlüğüne ve DGM İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu. Ancak İsmail’in gözaltına alındığı inkar edildi.
24 Aralık’tan sonra Bahçeci Ailesinin evine bir daha polis baskını yapılmadı. Kardeşinin İsmail’e telefonunu verdiği arkadaşının işyeri polis tarafından basıldı. “Yakalanan bir örgüt mensubunun üzerinde telefon numaranız çıktı” denilerek işyeri sahibi gözaltına alındı. Gözaltına alınan M. Y.’nin de içinde olduğu bazı kişiler emniyette sorgudayken “Seni de İsmail Bahçeci gibi kaybederiz”diye tehdit edildiklerini açıkladı.
Fatma ve Şehmus Bahçeci, devletin her kademesinde oğullarını aradı. Başbakan Çiller ve Cumhurbaşkanı Demirel onların randevu talebini kabul etmedi. Görüştükleri İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu, İsmail’in işkence ile öldürülüp bir çukura atılmış olabileceğini söyledi. İçişleri Bakanı Nahit Menteşe de, “Dua edin de oğlunuz polislerin elinde olsun. Araştırıp size haber vereceğim." dedi ama aileyi hiç aramadı.
Milletvekili Mahmut Alınak 24 Ocak 1995 tarihli oturumda yaptığı konuşmada, “İsmail Bahçeci’nin annesi ‘Çocuğumu istiyorum!’ diye feryat ediyor. Bu feryadı ben buraya taşıyorum. Bu insan gözaltında kaybolmuştur, bu insan bulunmalıdır.” diyerek İsmail’in gözaltında kaybedilişini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine getirdi.
İsmail’in arkadaşları, İnsan Hakları Derneği ve Af Örgütü düzenledikleri kampanyalarla konuyu ülke ve dünya kamuoyuna taşıdılar. Ancak İsmail Bahçeci’nin gözaltına alındığı kayıtlara geçirilmedi. Bugüne kadar akıbeti ve nerede olduğu konusunda hiçbir bilgi verilmedi. Onu kaybedenlere suçlarını gizleme ve sorumluluktan kaçma imkanı sağlandı.
23 yıldır söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz:
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Reşat Altay, DGM İstanbul Başsavcısı Ahmet Köksal ve İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu İsmail Bahçeci’nin kaybedilmesinden sorumludur.
Başbakanl��ğını Tansu Çiller, İçişleri Bakanlığını Nahit Menteşe’nin yaptığı 50. DYP - SHP Hükümeti ve dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel İsmail Bahçeci’nin gözaltında kaybedilmesinden sorumludur.
İsmail Bahçeci’nin akıbeti açıklanıncaya kadar, bu dosyada ceza adaleti sağlanıncaya kadar hakikat ve adalet talebimizden vazgeçmeyeceğiz. Kaç yıl geçerse geçsin İsmail Bahçeci’yi unutmayacağız!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 654.Hafta
Kerevan İrmez için Adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz!
654 haftadır Galatasaray’da gözaltına alınarak kaybedilen insanlarımızın akıbetlerinin açığa çıkartılması, onları gözaltında kaybedenlerin yargılanarak hakkaniyete uygun cezalandırılması talebiyle buluşuyoruz.
Her cumartesi Galatasaray’dan hakikati açığa çıkartacak, kaybedenlerin yargılanarak cezalandırılmalarını sağlayacak bilgileri kamuoyu ile paylaşıyoruz.
Her cumartesi Galatasaray’dan;
Devlete, iç hukukunda etkin soruşturma için gerekli olan şartları oluşturma yükümlülüğünü yerine getirmesi çağrısında bulunuyoruz.
Her cumartesi Galatasaray’dan;
Yargıya, devletin keyfi müdahalelerine karşı bireyi koruma görevini yerine getirme, gözaltında kayıp fiillerinde adaletin sağlanmasına yönelik hukuki adımları derhal atma çağrısında bulunuyoruz.
Her cumartesi Galatasaray’dan;
Topluma, yaşam hakkımızın korunduğu etkili bir hukuk düzeninde ve demokratik bir toplumda yaşama talebimizi sahiplenme çağrısında bulunuyoruz.
654. haftamızda yine inkara karşı hakikati, hukuksuzluğa karşı adaleti savunmak için buluştuk. Bugün 22 yıldır varlığı inkar edilen, hukukun korumasının dışında tutulan Kerevan İrmez’in ve onun ailesinin Galatasaray’daki sesiyiz.
35 yaşındaki Kerevan İrmez ailesi ile birlikte Şırnak’ta yaşıyordu. Sahibi olduğu kamyonlarla nakliye işi yapıyordu.Şırnak’ta defalarca gözaltına alındı, ağır işkence gördü. Ailesine son gözaltına alındığında kendisine “ Bir daha gözaltına alınırsan bu senin sonun olacak” denildiğini söyledi.Bir arkadaşına da gözaltındayken Şırnak Emniyet Müdürü’nün kendisini Şırnak’ı terketmesi aksi halde sonunun iyi olmayacağı yönünde tehdit ettiğini söyledi.Bunun üzerine Kerevan İrmez ailesi ile birlikte Silopi’ye taşındı.
19 Ekim 1995 tarihinde, gece saat 23 :00 civarında İrmez Ailesi’nin Silopi’deki evine askeri kamuflaj giysili, çoğu kar maskeli, silahlı kişilerce baskın yapıldı. Yatak kıyafeti ile gözaltına alınan Kerevan İrmez panzere bindirilerek götürüldü. Panzerin yanında zırhlı bir askeri araç ve bir Beyaz Toros da bulunuyordu.
Sabah olunca Emine İrmez savcılığa, emniyet müdürlüğüne ve tümen komutanlığına giderek eşini evden götürenler hakkında şikayet dilekçesi verdi ve eşinin akıbetinin araştırılmasını talep etti. Yetkililer Emine İrmez’e eşinin güvenlik güçlerince gözaltına alınmadığını, onu götürenlerin örgüt üyeleri olabileceğini söyledi. Emine İrmez “ Eşimi götürenler askeri araçla geldiler ve onu askeri araçla götürdüler. Eşimi götürenlerden yüzleri maskeli olmayanları teşhis edebilirim” diye itiraz etti ama sonuç değişmedi.
Kerevan İrmez’in Silopi’ye bağlı Görümlü ( Bespin ) köyünde bulunan Jandarma Karakol’unda görüldüğüne dair aileye bilgi veren kişiler, resmi olarak tanıklık yapmaya korktular.
Ailenin ısrarla aramayı sürdürmesi üzerine tümen konutanlığındaki bir yetkili “Onun adını bir daha ağzınıza almayın, yoksa siz de zarar görürsünüz” diye tehdit etti. Kerevan İrmez’den bir daha haber alınamadı.
Olaydan haberdar olan resmi makamlar ailenin herhangi bir şikayetini veya soruşturmaya dahil olmalarını beklemeksizin derhal harekete geçme görevini yerine getirmedi.
22 yıl boyunca devletin yetkili makamları tarafından Kerevan İrmez’in akıbetini açığa çıkartacak inceleme ve araştırmalar yapılmadı.
Kerevan İrmez’in gözaltında kaybedilmesi ile ilgili tüm sorumluların tespit edilip, cezalandırılmalarını sağlayacak etkin bir soruşturma yürütülmedi.
Kerevan İrmez için Adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz!
Kerevan İrmez dosyasındaki cezasızlık son bulsun!
Hakikat açıklansın, failler yargılansın!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 653.Hafta
Mahmut Doğan için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz!
Bütün hakların ve özgürlüklerin varlığı için ön koşul olan yaşam hakkı Türkiye’de öncelikle taraf olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Yaşam hakkına yönelik ihlalleri durdurup cezalandırılmasını sağlayacak etkili tedbirleri almak devletin anayasal görevidir.
Türkiye’de yaşam hakkı bizzat devlet ve devlet tarafından desteklenen, göz yumulan gruplar tarafından yaygın olarak ihlal edildi. 90’lı yıllarda Türkiye gözaltında kayıplar, infazlar, katliamlar cehennemine dönüştü. Diyarbakır bu cehennemin en ağır yaşandığı yerlerden biri oldu. JİTEM ve devletle bağlantısı TBMM raporlarında da gözler önüne serilen Hizbullah, Diyarbakır’da yaşam hakkına ağır darbeler vurdu. Yaşam hakkını korumakla yükümlü olan devlet bu yükümlülüğünü yerine getirmedi. Ve Türkiye bu cehennemle yüzleşmediği için bugün de yaşam hakkı tehdit altında olmaya devam ediyor.
653. haftamızda Diyarbakır’da yaşanan bir cezasızlık dosyası ile Galatasaray’dayız.
37 yaşındaki 4 çocuk babası Mahmut Doğan Diyarbakır’da yaşıyor ve taksi işletiyordu. Çalıştığı taksi durağı Bağlar Karakolu’nun yanındaydı.
27 Kasım 1993 tarihinde öğlen yemeği için evine geldi. Yemekten sonra aracıyla durağa gitmek üzere evden ayrıldı. Mahmut Doğan akşam eve dönmeyince ailesi telaşlandı önce Bağlar Karakolu’na başvuran aile ardından Emniyet Müdürlüğü’ne gitti. Emniyetteki görevliler Mahmut Doğan’ın arabasında silah yakalandığı için gözaltında olduğunu, isterlerse kendisine yemek getirebileceklerini söyledi. Kısa bir süre sonra yemekle gelen aileye bu sefer “Burada o isimde biri yok” denildi. “Yarım saat önce eşimin burada olduğunu söylediniz” diye itiraz eden Zümrete Doğan hakaret ve küfürlere maruz kaldı.
Aile tekrar Bağlar Karakoluna geldi. Dönemin karakol amiri Başkomiseri Coşar Coşkun, Emniyeti arayıp bilgi istedi. Emniyettekiler isim benzerliği olduğunu söylediler.
Üç gün sonra Karakola çağrılan aileye aracın bulunduğu ve Çınar Ovabağ Karakolu’nda olduğu söylendi. Araba bulunsa da tüm resmi kurumlara başvuran aile Mahmut Doğan’ın akıbeti ile ilgili bir sonuç alamadı. Zümrete Doğan kendi imkânlarıyla eşini aramayı sürdürdü.
28 Ocak 1994 tarihinde Mahmut Doğan ile uzun zamandır kayıp olan Abdülselam Kızmaz’ın cansız bedenleri Karacadağ, Çınar Bellitaş Köyündeki Reçellik mağaralarında bulundu. Çınar’a getirilen cenazelere otopsi yapıldı. Ardından aile suç duyurusunda bulundu ama hukuki bir süreç işletilmedi.
2000 yılında Hizbullah’a yapılan operasyonlar sonucunda Hizbullah’ın ‘Karacadağ grubu’ olarak bilinen 10 kişi, Diyarbakır 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başlandı. Yargılananlardan Tahsin Kara mahkemede 1992- 94 yılları arasında isimlerini verdiği 11 kişinin örgüt tarafından öldürülmesi eylemine bizzat katıldığını söyledi. Bu kişiler arasında taksi şoförü Mahmut dediği kişi ve Mahmut Doğan ile birlikte mağarada bulunan Abdülselam Kızmaz da vardı. Mahmut Doğan mahkeme kayıtlarında soyadı belirlenemeyen kişi olarak geçti.
2007 yılında sonuçlanan davada mahkeme ağırlaştırılmış müebbetle yargılanan Tahsin Kara’nın suçlandığı delil dosyasının esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolduğunu, bu nedenle yeterli ve kesin delil mevcut olmadığını belirterek Tahsin Kara’nın 12 yıl 6 ay hapisle cezalandırılmasına karar verdi. Sanıklar aldıkları ceza yattıkları 7 yılı karşıladığı için tahliye oldular.
Mahmut Doğan’ın zorla kaybedilmesi nedeniyle bugüne kadar etkin bir soruşturma yürütülmedi. Aile’nin başvuruları davaya dönüşmedi. 24 yıldır Mahmut Doğan’ı kaybedenler cezasızlıkla korundu. 24 yıldır Devlet, bu suçun açığa çıkartılması ve faillerinin hakkaniyete uygun cezalandırılması görevini yerine getirmedi.
Kayıp yakınları ve hak savunucuları olarak zorla kaybedilme ve cezasızlığa karşı, yaşam hakkının ve insan onurunun korunması için, mücadelemizi sürdüreceğiz.
Mahmut Doğan ve tüm gözaltında kaybedilenler için adalet talebimizden vazgeçmeyeceğiz.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 652.Hafta
Kenan Bilgin için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz!
Demokratik devletlerin öncelikli görevi, hukukun üstünlüğünü güvence altına alacak ve hukukun tarafsız, doğru, adil ve etkin bir şekilde uygulanmasını temin edecek bir yasal sistem kurmaktır.
Bu yasal sistemde yargı mensuplarının soruşturmalarını yürütürken, kararlarını verirken bağımsız ve tarafsız olmaları ve baskı, tehdit veya müdahalelerden uzak bir şekilde hareket etmeleri esastır.
Çünkü herkes, davasının sadece hukuki esaslar gözetilerek ve hiçbir etki altında kalınmaksızın karara bağlanması temel hakkına sahiptir. Herkesin; davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil bir şekilde ve makul bir süre içinde görülmesini istemeye hakkı vardır. Vatandaşların bu haklarını kullanabilmeleri için de bağımsız, tarafsız ve hesap verebilir bir yargı mekanizmasına ihtiyaç vardır. Adaletin sağlanmasında görev üstlenen hakim ve savcıların evrensel yargı etiğini içselleştirmelerine ihtiyaç vardır.
Bugün Türkiye’de hukukun üstünlüğüne uygun olarak hareket eden bir iktidar yok.
Vatandaşların yasalarla eşit şekilde korunduğu ve haklarının güvence altına alındığı bir yasal sistem yok.
Bu nedenle biz 652 haftadır Galatasaray’dayız. Bu nedenle biz 652 haftadır “Türkiye’de hukuk yok, yargı yok, adalet yok!”diyoruz.
Bugün Türkiye’de adil bir yasal sistem olmadığının, yargı mensuplarının evrensel mesleki ilkeler doğrultusunda ve hukuki temellere dayanarak görev yapmadıklarının bir örneği olan Kenan Bilgin dosyasını kamuoyu ile bir kez daha paylaşıyoruz.
35 yaşındaki Kenan Bilgin, 12 Eylül 1994 tarihinde Ankara Dikmen'deki bir otobüs durağından gözaltına alındı. Aynı operasyon kapsamında 10 kişi daha gözaltına alınmıştı.
Toplamda 11 kişi gözaltında olmasına rağmen Ankara Emniyeti Kenan Bilgin'in gözaltına alınanlar arasında olduğunu inkâr etti. Mahkemeye çıkarılan 10 kişinin “Kenan Bilgin de bizimleydi, Kenan Bilgin’e ne yaptınız?’’ sorusuna Savcı “o sizi ilgilendirmez” cevabını verdi.
Kenan Bilgin’le birlikte gözaltına alınan kişiler yazılı bir açıklama yaparak, Kenan’ı Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nde gördüklerini söyledi. Aynı dönem Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında tutulan Avukat Murat Demir’de Kenan Bilgin’i emniyette gördüğünü kamuoyuna açıkladı.
Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuran Bilgin Ailesi, Kenan’ın bulunmasını istedi. Kenan’ı bulmak, faillere ulaşmak için girişimlerde bulunan Ankara Cumhuriyet Savcısı Selahattin Kemaloğlu’nun görevini yapması engellendi ve Ankara’dan sürüldü.
Dosyayı devralan savcı Özden Tönük, Kenan Bilgin'e işkence yapan polisleri teşhis edebileceklerini söyleyen tanıkların ifadelerinin, "polisi ve devleti küçük düşürmeye yönelik gerçek dışı iddialar olduğunu" içeren 3 sayfalık bir rapor yazarak dosyayı kapattı.
İç hukukta sonuç alınamayınca dava AİHM'e taşındı. AİHM yargıçları Ankara’ya gelerek araştırma ve incelemelerde bulundu. Bilgin soruşturmasında polisin sahte tutanak, savcının ise gerçek dışı rapor düzenlediği açığa çıktı. Türkiye AİHM’de oy birliğiyle Kenan Bilgin’i kaybetmekten mahkum oldu. ( 17.07.2001/ BN:25659/94)
Buna rağmen etkin bir soruşturma yürütmeyen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 31 Mart 2017 tarihinde Kenan Bilgin’in “Ankara Emniyeti’ne bağlı nezarethanelerden birine alındığına dair hiçbir veriye ulaşılamamıştır” diyerek zamanaşımı gerekçesiyle “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” verdi.
15 Mayıs 2017 tarihinde, Bilgin Ailesi Ankara Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurarak bu karara itirazda bulundu. Geçtiğimiz ay Ankara Sulh Ceza Hakimliği bu itirazı reddetti ve dava Anayasa Mahkemesi’ne taşındı.
Bugüne kadar iç hukukta Kenan Bilgin Dosyası’nda maddi gerçeği açığa çıkartacak ve faillerin yargılanmasını sağlayacak etkinlikte bir soruşturma yürütülmedi. AHİM kararında da isimleri geçen sorumlular cezasız bırakıldı ve bu insanlığa karşı işlenmiş suç unutturulmak istendi.
Bu davanın takipçisi olmaktan ve Kenan Bilgin için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 651.Hafta
12 Eylül’ün sıkıyönetimi bugünün OHAL’i ile sürüyor.
Hakikat ve adalet talebiyle 651. Kez Galatasaray’dayız.
Geçmişinde ağır insan hakları ihlalleri olan toplumlar; barış, demokrasi ve insan haklarına saygılı bir siyasal kültüre doğru yol alabilmeleri için geçmişle yüzleşme ve hesaplaşmasını gerçekleştirmelidir.
Geçmişinde ağır insan hakları ihlalleri bulunan Türkiye; geçmişiyle yüzleşmesini ve hesaplaşmasını gerçekleştirmediği için demokratik bir toplum ve demokratik bir devlet olmayı da gerçekleştiremiyor.
12 Eylül ile yüzleşme ve hesaplaşma; Türkiye’nin genel yüzleşme sorununun önemli bir parçasıdır. Türkiye’nin darbelerden ve darbeci zihniyetten kurtulabilmesi için 12 Eylül ile hesaplaması gerekir.
12 Eylül darbecilerini cezasızlıkla ödüllendiren, onların her türlü devlet olanağından faydalanmalarını sağlayan ve öldüklerinde devlet töreni düzenleyenler; darbelerle ve darbecilerle hesaplaşamazlar.
Türkiye’deki cezasızlık ve unutturma kültürü yurttaşa karşı işlenen ağır suçların kesintisiz devamına olanak sağlıyor. Devleti yönetenler şiddeti, baskıyı ve inkârı bir yönetim tekniği olarak kullanabilmek için ceza yargısını baskı ve sindirme aygıtı olarak kullanıyor. Bu nedenle hak ve özgürlük, hakikat ve adalet, barış ve demokrasi talebi suç sayılıyor.
Hak ve özgürlüklerimizi iktidardakilerin uygun göreceği kadar kullanma dayatmasını kabul etmeyeceğiz. Gözaltında kaybedilenler için adalet sağlanıncaya kadar, devleti yönetenler hakikat ve adalet talebimizin gerçekleşmesi için yüksek politik iradeye gösterinceye kadar mücadelemizde ısrar edeceğiz.
Bugün 12 Eylül işkencehanelerinde sistematik olarak işlenen insanlığa karşı suçlardan birini hatırlatmak için buluştuk.
Kırbayır ailesi Ardahan’ın Göle ilçesindeki Okçu köyünde yaşıyordu.12 Eylül askeri darbesinin ertesi günü 13 Eylül 1980 tarihinde askerler, Kırbayır Ailesinin evine baskın düzenledi. Kars Eğitim Enstitüsü’nde öğrenci olan oğulları Cemil Kırbayır’ı gözaltına aldı.
Cemil, önce Göle’ye, oradan da Kars Askeri Gözetimevi’ne getirildi. İşkencehaneye dönüştürülen Eğitim Enstitüsü’nde sorgulandı. Onu işkencede koma halinde gören çok sayıda tanık vardı ama ailesine “Firar etti, bir daha bize sormayın” denildi ve Cemil’den bir daha haber alınamadı.
Ailenin ve İnsan Hakları Derneği’nin ısrarlı takibi ile 2011 yılında hazırlanan TBMM İnsan Hakları Komisyonu raporunda; Cemil Kırbayır’ın gözaltında öldürüldüğü ve bedenin bilinmeyen bir şekilde yok edildiği kararına varıldı. Raporda kaybetme suçuna karışan asker, polis ve Mit mensuplarının açık kimlikleri yer aldı. Komisyon tüm belge, bilgi ve beyanları göndererek Kars Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu. Kars Cumhuriyet Başsavcılığı 6 yıldır sorumlular hakkında dava açmadı.
İç hukuktan sonuç alamayan İHD avukatı Eren Keskin davayı AHİM’e taşıdı. Hükümet bu yıl AHİM’e gönderdiği savunmada, Anne Berfo Kırbayır’ın 26 Ekim 2011 tarihli başvuruyu yaptıktan sonra öldüğünü, varislerinin de davayı onun ölümünden sonra sürdürme niyeti olduğunu gösteren bir bilgi ya da belge yoktur diyerek, AİHM’in yargılamayı dava listesinden çıkarmasını istedi. Ayrıca savunmada Cemil Kırbayır’ın gözaltında kaybedilmesiyle ilgili; “Bu tekil olayın darbe rejiminin toplumun bir kesimine karşı devlet politikası çerçevesinde olduğuna dair bir bulgu yoktur” denilerek 12 Eylül savunuldu. Hükümetin bu hukuk dışı savunması evrensel hukukla arasına koyduğu mesafenin ifadesidir. Devletin öldürmeme ve işkence yapmama yükümlülüğünün inkarıdır. İnsanlığa karşı işlenen suçlardaki cezasızlık geleneğini sürdürmedeki kararlılığın ifadesidir. 105 yıllık ömrü oğlunu bulmaya yetmeyen Berfo Kırbayır’ın, Cemil’e ulaşma mücadelesi şüphe yok ki çocukları, torunları ile sürecek. Ayrıca Cemil Kırbayır’ın akıbetini öğrenmek toplumsal bir haktır ve biz de bu hakkımızın takipçisi olacağız. Berfo annenin bıraktığı yerden Cemil Kırbayır’ı aramaya faillerinden yargı yoluyla hesap sormaya devam edeceğiz.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
3 notes
·
View notes
Text
Cumartesi Anneleri 650.Hafta
Fatma Morsümbül’ün Hüseyin’e ulaşma düşünün takipçisi olmaya devam edeceğiz!
Devletin güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınarak kaybedilen insanlarımız için hakikat ve adalet talebiyle 650. kez Galatasaray’dayız.
Bu güne kadar hakikat ve adalet arayışımızda başvurabileceğimiz bütün hukuksal yolları kullandık ama sonuç alamadık. Bize yaşatılanların hesabını hukuk yoluyla sormamız adli ve siyasi irade tarafından engellendi.
Bu yüzden 650 haftadır “Türkiye’de hukuk, yurttaşın haklarını korumadaki güvence olmaktan tamamen uzak!” diyoruz.
Bugün Türkiye hukukla değil, hukuk dışı bir keyfilikle yönetiliyor. Ve bu nedenle Türkiye, tüm toplumu etkileyen derin bir “hukuk krizi” yaşıyor. Bu hukuk krizini aşmadan gözaltında kaybedilen insanlarımıza ulaşma ve onları kaybedenlerden hukuk yoluyla hesap sorma talebimizin gerçekleşmesi mümkün olmayacak. Bu nedenle kayıplarımız için, hukuk ve adalet için mevcut tahakküm düzenini reddediyor; hukuk, insan hakları, barış ve demokrasi talebimizde ısrar ediyoruz.
Bugün 37 yıllık bir hukuksuzluk unutulmasın diye buluştuk.
Bugün 26 Aralık 2016 tarihinde aramızdan ayrılan mücadele arkadaşımız Fatma Morsümbül’ün; “Kemiklerini bulsam gömmeyip sırtımda taşıyacağım” dediği oğlu Hüseyin’in akıbetini sormak için buradayız.
12 Eylül askeri darbesinin ardından 18 Eylül 1980 akşamı Morsümbül ailesinin Bingöl’deki evi asker ve polisler tarafından basıldı. Bingöl Lisesi’nde öğrenci olan çocukları Hüseyin gözaltına alınarak Bingöl Askeri Tugay Komutanlığı’na götürüldü.
Onu soran ailesine Hüseyin’in yüksek güvenlik önlemleri ile korunan taburdan kaçtığı söylendi. Oğullarını arayan anne ve baba gözaltına alındı. Baba Hanefi Morsümbül ağır işkence gördü.
Anne Fatma ve baba Hanefi Morsümbül askeri savcılığa giderek ifade verdi. Olup bitenleri savcıya anlattı ve sorumlular hakkında şikâyetçi oldu. Ama Hüseyin’in kaybedilmesiyle ilgili hiçbir işlem yapılmadı.
Olaydan 4 yıl kadar sonra o dönem Bingöl Askeri Tugay’da asker olduğunu, vicdan azabı çektiğini söyleyen bir kişi Morsümbül ailesine telefonla ulaştı. Hüseyin'in işkencede öldürüldüğünü ve battaniyeye sarılarak taburdan götürüldüğünü söyledi.
İHD avukatlarının 2011 yılında yaptığı suç duyurusu ile Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı yeni bir soruşturma başlattı. Hüseyin Morsümbül’ün gözaltında kaybedildiği dönemde görevli dokuz personelin listesi, adresleri ve irtibat bilgileri savcılığa ulaştı.
Soruşturma kapsamında savcıya ifade veren dönemin Bingöl İl Merkez Jandarma Bölük Komutanı Durmuş Kıvrak; “18-23 Eylül tarihlerinde mazeret izni kullandığını, izin dönüşü masasında isimsiz bir ihbar mektubu bulduğunu, mektupta Hüseyin Morsümbül isimli şahsın gözaltına alındığı, gözaltında astsubaylar tarafından dövülerek öldürüldüğü, alay komutanı ve astsubaylar tarafından arabaya konularak götürüldüğü yazılıydı” dedi.
Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmayı derinleştirmek yerine, yaşam hakkına yönelik olan suçun zaman aşımına tabi olmadığını ama olayın üzerinden 35 yıl geçmesi nedeniyle delil toplanmasının hukuken ve fiilen çok güç olduğu ve dava açmayı gerektirecek yeterli delil elde edilemediği gerekçesi ile 20 Ekim 2015 tarihinde ‘ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar’ verdi. Bu Karar için Bingöl Sulh Ceza Hakimliği’ne itiraz edildi. Yapılan itiraz henüz sonuçlanmadı.
Yıllardır söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz: Hüseyin Morsümbül'ün kaybedilmesinden başta dönemin Bingöl İl Merkez Jandarma Bölük Komutanı Durmuş Kıvrak ve Bingöl İl Alay Komutanı Beşir Akın sorumludur. Hüseyin Morsümbül'ün kaybedilmesinden 12 Eylül cuntasının tüm aktörleri sorumludur.
37 yıldır devam eden 12 Eylül zihniyetine son verilmesini istiyoruz!
Hüseyin Morsümbül’ün akıbetinin açıklanmasını istiyoruz!
Hüseyin Morsümbül’ü kaybeden, akıbetini soruşturmayarak karanlıkta bırakan tüm asker ve sivil görevlilerin, evrensel hukuka uygun olarak yargılanıp cezalandırılmasını istiyoruz!
Hüseyin Morsümbül için adalet istiyoruz!
Fatma Morsümbül’ün Hüseyin’e ulaşma düşünün takipçisi olmaya devam edeceğiz!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 649.Hafta
Bu bayramda da hakikat ve adalet talebiyle Galatasaray’dayız!
Birleşmiş Milletler 21 Aralık 2010 gün ve 65/209 sayılı kararıyla 2011’den sonra 30 Ağustos’u Uluslararası Zorla Kaybedilenler Günü ilan etti. 649. haftamızda bir kez daha hükümete sesleniyoruz:
İnsanlığa karşı işlenen bu suçu ortadan kaldırmak için Birleşmiş Milletler’e imzalanacağı taahhüdü verilmesine rağmen bu güne kadar adım atılmayan “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Sözleşme” derhal imzalansın!
Zorla kaybedilme pratiği tek bir bölge ile sınırlı olmayan bir insan hakkı ihlalidir. Savaşların, silahlı çatışmaların ve ihtilafların giderek arttığı bir dünyada yaşıyoruz. İşte bu yüzden 1 Eylül Dünya Barış Günü ertesinde tekrar ediyoruz: barış insan onuruna yaraşır bir yaşamın temel unsurudur. Barış hakkı, bireyler açısından da bir insan hakkıdır. Barış, bu meydanda fotoğraflarını taşıdığımız mezarsız bırakılanlarımız için bir armağan olacaktır.
Bugün bayram ve bu bayrama da “çiçek bırakacağımız bir mezar” düşümüzü gerçekleştiremeden girdik. Bu bayramda da hakikat ve adalet talebiyle Galatasaray’dayız.
Çünkü her sevincin eksik ve buruk yaşandığı mezarsız ölüler coğrafyasında bizi mezarsız lığa değil; bayramsızlığa mahkûm ettiler. Bayramları, huzur ve sevinç günleri olmaktan çıkartıp; bize yaşatılan haksızlığa, hukuksuzluğa ve bize yaşatılan derin acılara isyan günlerine çevirdiler.
Bayram vesilesiyle bir kez daha hatırlatıyoruz: Bizi mezarsız bırakan, evlatlarımızı kaybedenleri cezasızlıkla koruyan politikalar yalnız bizi etkilemekle kalmıyor; Türkiye’nin demokratikleşmesini de engelliyor.
Bayram vesilesiyle devleti yönetenlere sesleniyoruz: Adaletin gerçekleştirilmesi; her insana istisnasız ve eşit olarak insan haklarının sağlanması ile mümkündür. Herkes için huzur ve barış, herkes için bayram sevinci yaşanabilmesi için Türkiye’nin önce insan haklarına ve adalete ihtiyacı var. Yurttaşların hak ve özgürlüklerini esas alan adil bir yönetime ihtiyacı var. Bunu gerçekleştirmeden, bunun için çaba harcamadan bayramdan, huzur ve barıştan söz etmek hakikati öldürmektir. Ülkeyi hakikatten koparmaktır. Toplumu yalanlarla yaşatmaktır.
Biz topluma dayatılan yalana karşı hakikati savunmak için, toplumsal hafızayı bu yalanlara karşı korumak için Galatasaray’dayız. Bu bayramda da dileğimiz toplumsal barışın sağlanması, bu topraklarda yaşayan herkesin hak ve özgürlükleriyle onurlu bir hayat sürmesidir. Bu dileğimizin gerçekleşmesinin tek koşulu insanlık onurumuza saygı gösteren bir yönetim anlayışının egemen olmasıdır. Hak ve özgürlükleri saldırı altında olan bir toplumun bayramı olmaz.
Yönetenlerin toplumun taleplerine karşılık vermediği koşullarda huzur ve güvenden söz edilemez. Gerçek sevinçlere ve gerçek bayramlara ulaşabilmemiz için toplumu hak ve özgürlüklerini sahip çıkmaya çağırıyoruz. Devleti yönetenleri baskı ve şiddet uygulamalarına son vererek demokrasinin ve hukukun sınırlarına çekilmeye çağırıyoruz. Kayıplarımızı istiyoruz! Faillerin cezalandırılmasını istiyoruz! Barış istiyoruz!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
0 notes
Text
Cumartesi Anneleri 648.Hafta
Ferhat Tepe’yi katledip kaybedenlerin cezalandırılmasını istiyoruz!
648 haftadır devletin vatandaşına işkence yapmama ve öldürmeme yükümlülüğünün olduğunu söylüyoruz.
648 haftadır yönetenlerin bu yükümlülüklerini yerine getirmediğinin bir gerçeği olarak Galatasaray'dayız.
İnsan Hakları Derneği verilerine göre 12 Eylül askeri darbesi döneminde 15 kişi gözaltında kaybedildi. Bunlardan biri de Kars'ta gözaltında işkenceyle öldürüldüğü meclis araştırma komisyonu tarafından belgelenen Cemil Kırbayır'dır.
Programında “İşkence, gözaltında ölüm, kayıp, faili meçhul cinayetler gibi demokratik hukuk devletinde kabul edilemez uygulamaların üstüne ciddiyetle gidilecek ve şeffaflık sağlanacaktır.” yazan iktidar partisinin Adalet Bakanlığı Cemil Kırbayır'ın AİHM'deki davasına hükümet adına savunma yaptı.
“Bu tekil olayın darbe rejiminin toplumun bir kesimine karşı devlet politikası çerçevesinde olduğuna dair bir bulgu yoktur" savunmasını yapanlar, Cemil Kırbayır'da dahil bugüne kadar yapılmış başvuruları cezasız bırakma geleneğini sürdürme çabasındadır. Tüm gözaltında kaybetmeler gibi Cemil Kırbayır'ın gözaltında kaybedilmesi de insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. AKP hükümetinin de bu suçun açığa çıkarılması ve faillerinin yargılanması yükümlülüğü evrensel hukuka göre devam etmektedir.
“Varislerinin davayı onun ölümünden sonra sürdürme niyeti olduğunu gösteren bir bilgi ya da belge yoktur" diyen AKP hükümetinin gözaltında kayıplar sorununu annelerin ölümüyle kapatma isteği evrensel hukuka ve vicdana aykırıdır.
Adalet Bakanlığı'nın yaptığı savunmanın hiçbir hukuki tutarlılığı bulunmamaktadır. AİHM, Evrensel hukuka uygun bir cevap verecekse bu savunmanın hiçbir hükmü yoktur.
Berfo Anne yaşamıyor olsa da her Cumartesi bu meydanda birlikte olduğumuz çocukları, torunları ve mücadele arkadaşları olan biz Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları bu davanın takipçileriyiz.
İnkar ve suçu örtme kaygısıyla yapılan Bu savunma her dönem iktidarın hukuksuz uygulamalarına tanık olan bizler için şaşırtıcı değildir. Bundan 24 yıl önce gazeteci Ferhat Tepe'nin gözaltında kaybedilmesiyle ilgili AİHM'de tanıklık yapacak 2 kişiyi dönemin hükümeti baskı ve menfaat sağlama taahhüdüyle yalan beyana sevketmişti.
İşte 22 yıldır iktidarlar değişse de zihniyet değişmiyor dememiz bundandır.
1974 doğumlu Ferhat Tepe, Özgür Gündem gazetesi Bitlis muhabiriydi. 90’lı yılların
karanlığında bölgede işlenen ağır insanlık suçlarını haberleriyle kamuoyuna taşıyordu.
28 Temmuz 1993 tarihinde Bitlis şehir merkezinde sivil polis olarak bilinen, silahlı telsizli 3 kişi tarafından kaçırıldı. Ferhat'ı kaçıran otomobillerden biri, daha sonra bölgedeki karakolun önünde görüldü. Ferhat'ın kaçırılmasının ardından DEP Bitlis Şube Başkanı olan babası İshak Tepe'yi telefonla arayan bir kişi, oğlunun hayatına karşılık DEP il örgütünü kapatmasını ve fidye vermesini istedi. İshak Tepe, telefondaki sesin daha önce kendisini tehdit eden Tatvan 6. Zırhlı Tugay komutanı General Korkmaz Tağma'ya ait olduğunu kamuoyuna açıkladı. Baba İshak Tepe Bitlis Asayiş Şube Başkanlığı’na, Emniyet Müdürlüğü’ne, Valiliğe, Savcılığa, Başbakan’a, İçişleri Bakanı’na ve OHAL Valisi’ne başvurarak oğlunun bulunmasını istedi. Ailenin ve Gündem Gazetesi’nin ısrarlı arayışıyla 9 Ağustos 1993 tarihinde, gözaltına alındığı inkar edilen Ferhat'ın ağır işkence görmüş bedenine, "meçhul kişi" olarak gömüldüğü Elazığ Kimsesizler Mezarlığı’nda ulaşıldı. Ailenin avukatlığını üstlenen İHD temsilcisi Şevket Epözdemir tüm tehditlere rağmen davadan vazgeçmeyince kaçırılarak katledildi. Ferhat Tepe’yi Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığında işkenceli sorguda gördüğünü açıklayan 14 tanık vardı ama iç hukukta yürütülen soruşturmadan hiç bir sonuç elde edilemedi. Dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşındı. Kamu görevlileri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde tanıklık yapacak iki kişinin baskı ve menfaat sağlama taahhüdüyle yalan beyanda bulunmalarını sağladı. Tüm engellemelere rağmen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ferhat Tepe soruşturmasında “şaşırtıcı eksiklikler” olduğu tespitini yaptı. Olayın aydınlanması için Hükümetin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’yle işbirliği yapmadığı; gerekli bilgi, belge ve tanıklara ulaşımı sağlamadığı ve etkin bir cezai soruşturma yapmadığı için Türkiye’yi mahkûm etti. Ailenin son olarak başvurduğu Anayasa Mahkemesi 16 Haziran 2016 tarihli kararında, Ferhat Tepe dosyasında savcılığın soruşturmayı genişletmek için somut hiçbir talimat vermediğini, olayı aydınlatacak işlem yapmadığını, delillerin toplanması konusunda gerekli özenin gösterilmediğini, rutin yazışmalar dışında hareketsiz kaldığını, soruşturmanın sürüncemede bırakıldığını kaydederek “etkili soruşturma yapılmadığı” gerekçesiyle hak ihlali kararı verdi. Ancak dosyayı zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yeniden açmadı. Ferhat’ın kaybedilişinin 24. yılında bir kez daha hükümeti ve idari makamları, soruşturma ve kovuşturma makamlarını, uluslararası insan hakları hukukuna uygun davranmaya çağırıyoruz. Ferhat Tepe’yi katledip kaybedenlerin cezalandırılmasını istiyoruz. Kayıplarımızın faillerinin yargılanmasını istiyoruz! Basın özgürlüğü istiyoruz!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon
1 note
·
View note