emreerolblog
emreerolblog
Emre Erol
30 posts
https://about.me/emreerol
Don't wanna be here? Send us removal request.
emreerolblog · 2 days ago
Text
Yaşamımızda Düş Gücüne ve Yaratıcılığa Yer Açmak
Geçen gün X’te İtalya’da bir evin mutfağının ve yemek odasının fotoğraflarını gördüm. Hayalimdeki barok dış unsurlarla, tavan freskleriyle ve sade, modernist iç tasarımla çok uyumlu iki odaydı bunlar. Mimari konusunda gerçekten tüm zamanları kapsayan bir bilince ve düş gücüne ihtiyacımız var gibi hissediyorum. Tüm tarihin mimari unsurlarını izleyebileceğimiz, her dönemden çeşitli örneklerle bir arada yaşayabileceğimiz bir ülke, dünya ve varoluş için neler vermezdim. Belki de benim “şehirler ve evler açık hava müzesi ve evrensel bir bilinci hissettirecek mekanlar olmalı” düşüncemden kaynaklanan bir kaygıdır bu, ama bu işle ilgili çoğu kişi de katılabilir aslında bu görüşe.
Tumblr media
Örneğin müzik konusunu ele alalım. Bu satırları yazdığım sırada YouTube’da Bach’ın bir kilisede icra edilen Mass in B Minor eserini dinliyorum. Ve çeşitli konserlerin haftalık, aylık olarak icra edilebileceği, mabet benzeri yapıların eksikliğini hissetmeye başlıyorum aniden. Oysa bu gibi müzik mabetleri neden inşa edilmez her bir şehre ve ilçeye? Müzik insan yaşamındaki en yüce, en aşkın sanatlardan değil mi? Her ilçede bulunan müzik mabetlerinde haftalık, aylık olarak bir müzik konseri, icrası dinlesek, izlesek hayatlarımız da daha güzel olmaz mıydı?
Elbette sadece müzik konusunda böyle bir yaratıcılığın eksikliğini hissetmiyoruz bence. Örneğin içinde yaşadığımız evreni, bu engin kainatı bir düşünelim. Astronomi ve fizik neden bu işlerle ilgili entelektüellerin, meraklılarının ya da fizikçilerin tekelinde olsun? Her bir şehre, ilçemize neden planetaryumlar, fiziğin, evrenin bilgisinin kişiye huşu verici bir şekilde işlendiği kainat mabetleri, binaları inşa edilmesin? Böyle yapıların içinde neden insanlık tarihinin en etkileyici mabet örneklerinde olduğu gibi evrensel freskler, duvar resimleri, bilime dair çeşitli sözler ve örneğin teleskoplar yer almasın? Böyle bir yapının içinde vakit geçirirken neden aynı zamanda müzik tarihinden en nadide eserleri de dinlemeyelim ya da?
Müzik, mimari, fizik; aslında bu üçü de kişiye içinde yaşadığı kainata, varoluşa dair ilham veren alanlar. Ve şehirlerimiz kapitalist tüketim ve iş çılgınlığının esareti altında gittikçe düş gücünden, yaratıcılıktan uzaklaşıp sıradan mekanlar haline geliyor. Oysa bir şehir, kainatın müthiş enginliğinde belki de sadece dünyamıza özgü bir mekan, ve bu mekanları olabildiğince yaratıcı bir hisle, insana ilham verecek şekilde düzenleyemez miydik?
Tumblr media
Dini mabetler inananları için hala şehirlerimizde yer almalı elbette, fakat neden bilim, sanat ve doğa tarihi müzeleri gibi seküler fizik mabetlerimiz, müzik mabetlerimiz, doğa mabetlerimiz, sanat mabetlerimiz de olmasın? Hatta örneğin, haftada bir insanların en güzel, temiz kıyafetleriyle bir araya gelip kainattaki yerlerini anacağı, müzikler eşliğinde yaşamlarının biricikliğini kutlayacağı, çay kahve eşliğinde sohbet edebilecekleri, mimari açıdan da kişinin ufkunu açan yapılara neden sahip olmayalım?
Düş gücü ve yaratıcılık…
Umarım insanlar olarak birbirimizle didişmeyi, savaşmayı bırakıp biraz da engin kainattaki birkaç on yıllık yaşamlarımızın biricikliğini, mucizevi doğasını, yaşamı, müziği, mimariyi, sanatı, muhabbeti, hoşgörüyü ön plana çıkarıp şehirlerimizi de bu yönde tasarlayabiliriz önümüzdeki yüzyıllarda.
Tumblr media
Her şehirde ışık kirliliğinin olmadığı bazı uç alanlar da yaratıp ayda bir kere bu alanlara aynı bir hac ziyareti gibi yıldızları izlemeye gidebiliriz örneğin. Bir filmi sinemada toplu bir halde izlemenin verdiği hazzı, ya da bir dini mabette birlikte ibadet etmenin insanlara, inananlara verdiği cemaat hissini neden ayda bir kere topluca yıldızları izlerken de almayalım? Yıldızları izlemek, göğün siyah enginliğine huşu içinde bakmak neden kötü bir şey olsun halbuki? Aksine kişinin en çok ihtiyaç duyduğu şeylerden bile olabilir gecenin karanlığında huşu içinde göğü izlemek…
Bu gibi pek çok alanda insanlara ilham olabilecek her türlü uygulama için düş gücünü ve yaratıcılığı ön plana çıkarabilmeyi diliyorum dünya için.
0 notes
emreerolblog · 3 days ago
Text
0 notes
emreerolblog · 7 days ago
Text
Yazmakta olduğum "Yaşam Üzerine Notlar" adlı deneme kitabından iki kısa metin.
Padişahlar ve Kardeş Katli
İslam dininin tarihindeki belki de en etkili devlet olan Osmanlı Devleti’nin padişahlarının taht kavgalarını önlemek amacıyla kardeş katlini meşru kabul etmelerini, üç büyük tek tanrılı dinin de akidelerinde yer alan On Emir’den “öldürmeyeceksin” ile birlikte düşünürsek, herhangi bir dinin, ideolojinin ya da düşünce sisteminin, o sistemin kendisinden ve olası en iyi, en yararlı hallerindense kişilerin ve grupların çıkarları doğrultusunda, daha çok da bir kimlik olarak benimsendiğini, ve konu insani yarardan, birlikte yaşamaktan çok herhangi bir kimliğin zorla dayatılması ya da kimlikler arası siyaset olduğunda da her türlü ahlaki, etik değerin ve zeminin gevşediğini fark edebiliriz.
Dolayısıyla konu çeşitli halkların ve grupların dünyada bir arada barış içinde yaşaması olduğunda kolaylıkla ölümcül hale gelebilen kimliklerin, insanın ve toplumların çok da yararına olmadığı gibi bir sonuca da varabiliriz.
Örneğin hayvanlar aleminde (insan yaşamından farklı mücadeleler söz konusu olsa da) bir sincabın ya da bir balığın bir kimlik sahibi olması, kendi türünün diğer türlerden daha üstün olduğunu iddia etmesi ya da sincap ve balık milliyetçiliği yapması bugün muhtemelen yaşayan her insan için düşünülmesi çok absürt bir şey olurdu.
Oysa insan türü de aynı diğer canlılar gibi evrim sürecinin bir ürünü ve canlılık ağacının bir dalı.
Belki de insanlar bir kimlik sahibi olmayı çok önemsemektense tüm dünyada kardeşçe, yardımlaşma içinde yaşamaya değer vermeli.
*
Ülkemiz Üzerine Kısa Bir Metin
Dücane Cündioğlu’nun bir sözü vardır. “Kendini meşgul edemeyeni başkaları işgal eder.” der kendisi. Bu sözü İlber Ortaylı’nın “hayatında herhangi bir hadise olmayan, ve bu nedenle kendi kendine herhangi bir duruma dair hadise yaratıp hır gür peşinde olan zihniyet” tespiti ile birlikte düşündüğümüzde, maaşlı trollüğün ve biricik hayatını kendi gelişiminden ziyade başkalarının hayatı üzerinden kurmaya, belirlemeye çalışan, adeta başkalarının gönüllü esaretinde kendi komplekslerini, zayıflıklarını tatmin etmeyi deneyen maaşsız trollüğün psikolojik ve sosyolojik bir çıkarımına da yaklaşmış oluruz.
Bugün ülkemizde iktidarın böyle bir trollüğü ne şekillerde kullandığını da bu çıkarıma eklersek bu ülkenin nasıl bir zihniyetle bu hale geldiği de anlaşılmış olur sanırım. Farklı düşünce, yaşam biçimleri ve görüşlerle bir arada yaşama becerisinden yoksun, demokrasinin yaşam, ifade, vicdan hürriyeti olduğu gerçeğini benimseyememiş, insanın devlet için değil devletin insan için var olduğu prensibini içselleştirememiş, adeta kendinden olmayan hiçbir şeyi meşru görmeyen, çatık kaşlı, baskıcı bir yönetim anlayışı, ve yine buna rağmen kendinden olmayanın yakasından da düşmeyen bir troll varoluşu…
Son yıllarda ve aylarda ülkemizin birinci partisi konumuna gelen Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüm kışkırtmalara rağmen bu zihniyetten kendini olabildiğince sıyırdığını, cumhuriyetin değerlerine, halkın gerçek ihtiyaçlarına, sorunlarına değer verdiğini görmek, ve özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’ın önünde yer alacağı anlaşıldığı için hakkında kaynağı belirsiz iddialarla bazı soruşturmaların açıldığını düşündüğüm Ekrem İmamoğlu’nun da yaşadığı tüm haksızlıklara rağmen büyük bir feraset, sağduyu ve cesaret göstererek kararlı bir şekilde birleştirici, tüm halka, tüm halkın sorunlarına sahip çıkan bir duruş sergilemesi ise ülkemize dair oldukça sevindirici bir gelişme.
Zira bu ülke ne sadece tek bir kişinin, ne sadece kendini ayrıcalıklı gören bir grubun ya da zümrenin, ne sadece bir şeyhin ya da tarikatın, ne de sadece herhangi bir partinin ülkesidir; tarihi geçmiş dönemlerin koşullarına göre düşünmek gerekir, evet, fakat tek bir padişahın koca bir ülkenin tüm kararlarını kendi bildiği gibi aldığı, halkın reaya olarak görüldüğü, ve dünyanın bilimsel bilgi birikiminden yararlanamadığı için de köhneyip çökmek durumunda kalan bir imparatorluğun günleri artık geride kalmıştır; halk kendi onurunu, gerçek değerini, eşitliğini ve kardeşliğini, çöken, işgal altında emperyal güçler tarafından paylaşılmak istenen bu topraklarda cumhuriyet ve demokrasi anlayışını yükselterek eline almıştır, ve cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında bizlere düşen anlayış da cumhuriyetimizi topraklarımızda yeşerteceğimiz barış, adalet ve güven ortamıyla yükseltip ona gereken değeri vermek olmalıdır.
Yani, bu ülke, bir arada barış içinde yaşaması gereken, yasalar ve hukuk önünde eşit; dili, cinsiyeti, milliyeti, cinsel yönelimi ya da inancı ne olursa olsun her bir vatandaşın ortak evi ve ülkesidir.
Destekçisi olduğum, halkın sömürülmediği, özgürlükçü, barışçıl ve halkçı bir sosyalizm ise bence insanın gerçekten değer kazandığı bu güven ortamında mümkündür.  
0 notes
emreerolblog · 12 days ago
Text
Tumblr media
"Eski Bir Bahçeden Fantaziler" adlı, piyano fantazilerinden oluşan albümden bir parça. / A piece from the album "Fantasies From An Old Garden" which contains piano fantasies.
piyano doğaçlaması / piano improvisation: Emre Erol
elektro gitar / electric guitar: Emre Erol
YouTube link: https://www.youtube.com/watch?v=HPDHCBQfFIo
0 notes
emreerolblog · 24 days ago
Text
İlham veren sohbetler. / Inspiring conversations.
0 notes
emreerolblog · 28 days ago
Text
Tumblr media
music link ("Anywhere" by me):
https://www.youtube.com/watch?v=NCQmq5oKCQ8
0 notes
emreerolblog · 2 months ago
Text
Günlük Girdisi
17.10.2024 / 01:32
“Kuğu ve Gül” adlı bir roman yazıyorum. Ve bu romanda sanatın alanı olan düşsel gerçeklikle gündelik yaşamın da vuku bulduğu doğal, gerçek hayat arasındaki ilişkiyi, sanatçının, aşkın, sanatın ve insanın bu ikilemdeki yerini ele alarak işlemeye karar verdim.
Bugün aylar önce yazdığım bir şiiri temize çektikten, Karşıyaka’da bir tiyatro oyunu izledikten ve evde birkaç saat geçirdikten sonra ise kendi durduğum yer konusunda daha da net bir fikir edindim sonunda. Yaşamın vuku bulduğu gündelik, doğal hayata değer veriyorum ve insanın bu düzlemdeki vaktini iyi kullanması gerektiğini düşünüyorum, fakat belki de bir sanatçı olduğum için sanatsal gerçeklik, yazılarımın, kitaplarımın, şiirlerimin, hatta fotoğraflarımın yer bulduğu düşsel düzlem benim için çok daha arzulanası bir yerde. Özellikle arzulanası dedim çünkü gerçek hayatı bir kenara bırakmış değilim, aksine gerçek hayatın problemleri üzerine de çokça kafa yoruyor ve bu konuları da işlemeye çalışıyorum, ve hayatın daha adil, yaşanılır olması hala yaşamda çokça önemli, çabalanması gereken bir konu bence. Fakat bu hayat sanırım bana hiçbir zaman tam olarak tatmin edici gelmedi. Belki de bu nedenle sanata yöneldim. Yani aslında sanatçı olduğum için düşsel dünyayı daha arzulanası bulmamdan çok gerçek hayatı yeterli bulmamam ve düşsel dünyayı, sanatın alanını daha tatmin edici bulmamdan dolayı sanatçı oldum diyebilirim. Ki örneğin gerçek hayatı belki de en çekici bulabilmemi sağlayacak bir tür aşk yaşıyor olsaydım bile sanatsal alana duyduğum bu çekim ve arzu sanırım benliğimden ayrılmazdı. Bunun zaten farkındaydım gerçi, ama bugün bu duruma dair tekrar düşünmemle bunun bir tür tasdikini yapmış oldum. Gerçek hayatın yanında, belki de hayatla birlikte o hayatın sanattaki ifadesi birbirini tamamlıyor benim için. Bir manzarayla birlikte, hatta belki o manzaradan daha da çok manzaranın sanattaki ifadesini seviyorum. Bir mekandan çok o mekanın fotoğrafını sevmek gibi bu biraz. Fotoğraf o mekana anlam katıyor ve o anlamla mekana daha çok nüfuz ediyor sanki insan. Ya da yaşamın geçiciliğindeki melankoliye daha çok tutuluyor ve bu da yaşamın kıymetini düşsel, tinsel düzlemde hissetmesini sağlayarak ona çok daha derin bir haz veriyor.
Tumblr media
İlk gençliğimdeki favori filmim olan Inception’ı neden çok sevdiğimi hatırlatıyor bunlar bana. Ki o zamanlar bile filme dair en sevdiğim sekanslar, ifadeler ve şeyler aksiyon sahnelerinden çok (ki artık aksiyonun filmde gereğinden çok baskın olduğunu ve diğer alanların daha yoğun işlenmesi gerektiğini düşünüyorum) düşsel dünyanın filmdeki anlamı, aşk özelinde düşsel bir gerçeklik yaratılması ve bu sınırsız dünyanın, düş gücünün müthiş bir şekilde sinemasallaştırılmasıydı.
Tumblr media
Filmde düşlerin bazı karakterler için asıl gerçeklik haline gelmesi gibi sanatsal ifade de bana bazen gerçekten daha gerçek geliyor. Bunu özellikle son zamanlarda daha da yoğun hissediyorum. Diyelim ki beni gerçekten tatmin eden ve nesnel olarak da gerçekten değerli bir şiir yazdım ya da bir eser ortaya koydum; bu durum benim için asla yeterli olmuyor, sanki sürekli daha da kaliteli ya da içinde vakit geçirmeyi çok sevdiğim işlerle hemhal olmak zorundaymışım gibi hissediyorum, yani aslında bu düşsel gerçeklik, sanatsal dünya içinde var olarak yaşamımda ihtiyaç duyduğum gündelik anlama biraz da olsa ulaşabiliyorum. Bu anlamın bir benzerini çok iyi aşk ve arkadaşlık ilişkileri de sağlayabilirdi elbette, ama belki de bu ilişkilerin hayatımdaki nadirliği ya da sanat ve maneviyat gibi istediğim zaman, kolaylık, istikrar ve sürdürülebilirlikte ulaşılabilir olmamaları sanatı hayatımda daha da önemli hale getiriyor. Yaşamda varlığımızı sürdürmek, hayatı çekilebilir kılmak ve ona değer katmak için kendi anlam araçlarımızı bulmak herkes için gerekli şeylerden, benim için bu anlamı en yoğun sağlayan araçlardan biri de bu sanırım.
Tumblr media
Yani benim için kuğu gerçek hayatın ya da o hayatın değerinin, hislerinin, hazlarının, doğallığının, hatta duruluğunun bir ifadesi, gül de sanatsal ifadenin ya da duygusal, düşsel hazzın bir tür ekstatik gerçekliğiyken (bugün keşfettiğim ve şiirimi temize çekerken son dizeye yazdığım gibi) benim durduğum, hatta olmak istediğim yer kuğulu bir gül yarası oluyor.
Özellikle yara dedim, çünkü insan ekstatik bir son gerçekliği, bir tür nirvanayı, duru ya da yoğun bir şekilde yaşasa bile onu değerli kılan şeylerden biri de bu durumun her zaman ulaşılabilir olmaması belki de; ona ulaşmaya çalışmak, yolda olmak yani. Belki de bunun benim için en çok hissedilebilir yanı bir tür hiçlik arzusu, hatta düşsel ifadeyle, biraz da abartarak, ama gerçeğe çok da uzak olmayan bir şekilde söyleyecek olursam bir süpernova gibi patlayıp hiçliğe karışmak. Bu hiçliğin kendisinden çok bilincinin daha değerli olduğunu ise yeni yeni anlıyorum sanırım. Yani bu duyguyu yaşamdayken tatmak sanırım hiçliğin kendisinden daha güzel. Ki insanın bu engin evrende bir zerre oluşu da bu bilinçle örtüşüyor, ona elindekiyle yetinme, gerçek bir tevazu imkanı tanıyor.
Ama sanırım kişisel olarak, yaşam ne kadar sıkıntılı olsa ya da olabilse de, çok sevdiğim Only Lovers Left Alive filminde olduğu gibi yüzlerce yıl yaşayıp hayata dair bilgi, anlam, sanat, kültür, yaşanmışlık biriktirmek, bu uzunlukta bir zaman dilimine bile derin, gerçek bir aşk sığdırmak benim için daha tercih edilesi olurdu.
Tumblr media
Gerçek hayat ve sanat arasındaki ilişkiye dair birkaç satır yazmak üzere başlamıştım yazıya ama yazının doğası beni buraya getirdi. Bu yazıyı da burada bırakmak kıymetli olacak sanırım. Kuğulu bir gül yarası şiiri yazıyı tamamlayacak belki de:
şiir:
Bu hissin içinde sımsıkı bir benlik,
Zaman dışıydı bir an için, ve yine ezberlik.
Donuk ama ne iyi ne kötü…
Mekanın hep farkında,
Şehir mi aynılık mı?
Neye niyet, sonuç ne?
Çık dışarı!
Bir şeyin kendisi olmak.
Anlam(sız)lı olur herhalde,
Kendiliğinden akan bir nehirde;
Hala farkında,
Yok (mu) bir ötesi?
Eh işte…
Bazı şeyler daraltır:
-Yazmak
-Aşk
-Varoluş
Ve genişletir:
-Yazmak
-Aşk
-Varoluş
Dapdar bir gepgenişliğin ortası,
Kuğulu bir gül yarası.          
0 notes
emreerolblog · 4 months ago
Text
Tumblr media
Fringe (2008-2013).
My all time favourite.
0 notes
emreerolblog · 5 months ago
Text
youtube
0 notes
emreerolblog · 6 months ago
Text
Gaye Su Akyol ve Ali Güçlü özelinde, ve muhtemelen onların adi kışkırtmalarıyla yaşamak zorunda kaldığım işkence ortamına dair suç duyurusunda bulunduğum dilekçe.
T.C.
KARŞIYAKA
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA
ŞİKAYET EDEN: Emre Erol
ŞÜPHELİ: Gaye Su Akyol ve Ali Güçlü Şimşek 
SUÇ TARİHİ: 09.01.2021
SUÇ KONUSU: Şahsıma yapılan hakaret, baskı, taciz ve psikolojik şiddet sebebiyle suç duyurusu dilekçesi
(Bu açıklamaları yapmak zorunda kalmamayı, durumun hukuken ya da sağlıklı iletişimle düzelmesini tercih ederdim.)
AÇIKLAMALARIM
Ben 2014 yılında ODTÜ Mimarlık bölümünde okurken yaz aylarında Gaye Su Akyol adlı şarkıcıyı keşfetmiştim. Kendisinin şarkılarını dinlemeye, röportajlarını okumaya başladım ve hatta bazı şarkılarını sosyal medyada da paylaştım. Öyle ki kendisi en sevdiğim üç beş sanatçıdan biri haline gelmişti. Kendisini instagram’dan da takip ettim ve eski paylaşımlarına bakarken hoşuma giden bazı paylaşımlarını da beğendim. Kendisini, şarkıları ve hayata bakışı nedeniyle o zamanki ruh halime çok yakın bulmuştum ve bazı arkadaşlarımla otururken şarkılarını dinlemeye bile başlamıştık. Hatta kendisinin bir röportajını okuduktan, yani kendisini ilk kez tanıdığım günden sonra twitter’da ilk okuyuşta aşık oldum gibi bir paylaşım yaptığımı bile hatırlıyorum.
21 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak bu elbette gerçek bir aşk değil, bir hayranlıktan ibaretti. Bazı gençlerin sevdikleri sanatçılara ve müzisyenlere duyduğu büyük hayranlık gibi yani. Ve bunun özellikle bu gibi bir hayranlık olduğunu, herhangi bir obsesif takıntı hayranlığı olmadığını belirtmeliyim. Örneğin kendisinin instagram hesabını bile doğru düzgün, yani ekstra bir ilgiyle takip etmiyor, bazı arkadaşlarımınki kadar takip ediyor, yani çoğunlukla attığı gönderi karşıma çıkarsa bundan haberdar oluyordum. Kendisinin şarkılarını sevdiğim diğer müzisyenler gibi dinlemeye devam ettim ve hatta Ankara’daki bazı konserlerine severek gitmeye, gittiğim konserlerden de bazen şarkılar paylaşmaya başladım.
Çoğu üniversite öğrencisi gibi ben de sevdiğim sanatçıların konserlerine gidiyordum ve kendisi de konserlerine gittiğim diğer müzisyenler gibi sevdiğim bir sanatçıydı yalnızca. O yıllarda, yani kabaca 2014, 2015 ve 2016 yıllarında kendisiyle gerçekten bir ilişkim olabileceğini düşünmek ve bunu istemek bir yana, kendisinin benim varlığımdan haberdar olabileceğini bile hayal etmek benim için imkansız gibi bir şeydi. Hatta imkansız bile az kalıyor, çünkü böyle bir şey aklıma bile gelmezdi hiç. Kendisi benim için örnek olarak ingilizce müzik yapan sevdiğim bazı yabancı sanatçılar kadar uzak biriydi ve zaten ben de onu sadece sevdiğim sanatçılardan biri olarak görüyor, tüm bu yıllarda hayatımdaki başka kadınlardan hoşlanıyordum.
Fakat kendisi muhtemelen benim onu ilk tanıdığım dönem olan 2014 yılının Ağustos ayından beri beni takip ediyor ve benimle bir şeyler yaşamak istiyormuş. Bu isteği “Biliyorum” adlı şarkısına çektiği klip paylaşımında görebilirsiniz. Ekran görüntüsü ektedir. Bense bu paylaşımdan yıllar sonra ikinci albümü olan “Hologram İmparatorluğu”ndaki aşk şarkılarının benim için yazıldığını fark ettiğimde ve kendisinin bana olan ilgisini anladığımda onunla konuşabilmek için 2017 yılında birkaç kez konserine gittim fakat kendisi benimle doğru düzgün konuşmadı, sevgilisi olduğunu sonradan fark ettiğim ve anladığım Ali Güçlü Şimşek ile ilişkisini sürdürüp toksik bir şekilde bana aşk şarkıları yazmaya devam etti. Bense Ali Güçlü Şimşek’in Gaye Su’nun sevgilisi olduğunu bilmek bir yana Gaye Su’nun bir sevgilisi olduğundan bile bihaberdim. Anlaşılan kendisi sevgilisi olmasına rağmen benden hoşlanıp bana aşk şarkıları yazıyormuş. Kendisi üçüncü albümü olan “İstikrarlı Hayal Hakikattir”de de bana aşk şarkıları yazdıktan sonra ben 2019 yılında son kez konserine gittiğimdeyse bana aramızdakilerin bittiğini söyledi. Ben de bu dönemler kendisinden çok soğudum ve kendisiyle bir ilişkim olmasını istemiyordum. Kendisi buna rağmen, yani bana aramızdakilerin bittiğini söylemesine rağmen nasıl yaptığını bilmediğim bir şekilde hayatıma dair her şeyi izlemeyi, stalklamayı sürdürdü, buna dair çeşitli paylaşımlar yaparak beni psikolojik baskı altında yaşamak zorunda bıraktı ve özel hayatımın sınırlarını neredeyse her gün ihlal etti. Bir şekilde whatsapp mesajlarımı okuduğunu, maillerimi takip ettiğini, yaşamımı izlediğini, çevremdeki insanları bana karşı kışkırtma girişimleri olduğunu, hatta düşüncelerimi okuyup rüyalarımı bile taciz ettiğini düşünüyorum. Kendisinin “big sister is watching you” paylaşımı bu psikolojik şiddete, tacize ve zorbalığa bir kanıt teşkil eder umarım. Bu iki şahsı bu konuda sorgularsanız ve kendilerinde gerçeği söyleyecek şahsiyeti bulabilirlerse bu konudaki doğruları da açıklayacaklardır. Bense tüm bu psikolojik baskı, şiddet ve takip altında yıllarımı geçirmek zorunda kaldım, stockholm sendromuna benzer bir durumda kendilerini anlamaya ve bu konuda sesimi çıkarmamaya çalıştım. Bu durum hayatımda telafisi olmayan zihinsel ve psikolojik zararlara neden oldu ve belki de hayatım boyunca bunun yarattığı takip ediliyor olma hissiyle yaşamak durumundayım. Ve bu duruma dayanamadığım bir dönemde twitter’dan yardım istemek için birilerine yazdığımdaysa Gaye Su Akyol anında, neredeyse dakikalar içinde bu paylaşımı görüp twitter’dan bir açıklama yaptı. Bu da sürekli beni takip ediyor olduğunun bir kanıtıdır. Bu açıklamada ise şahsıma “şizofren” gibi ithamlarda bulundu ve yıllardır onun psikolojik tacizi altında yaşayan kişi ben olduğum halde beni onu taciz etmekle suçlayıp dava açacağını söyledi. Ben de kendisi kadar popüler olmasam da bir sanatçıyım ve bu paylaşımının benim itibarımı zedelemeye yönelik olduğunu düşünüyorum. Bu psikolojik şiddetin farkında olan Yasemin Mori ve Mor ve Ötesi gibi müzisyenler buna dair paylaşımlar yapsa da ben hala bu durumda yaşamak zorundayım. Ve olur da Gaye Su’yla Ali Güçlü Şimşek bu yasadışı stalk ve tacizleri hakkında gerçeği açıklamazlarsa Mor ve Ötesi grubuyla ve Yasemin Mori’yle bu konuda bilgi almak için konuşabilirsiniz, onlar gerçeği söyleyeceklerdir.
Bu yıllarda Gaye Su Akyol ve Ali Güçlü Şimşek’in yapmış veya yaptırmış olabileceği şeyler de yaşadım. Örneğin yaşadığım çevrede silah sesleri duyduğum da oldu arabayla üzerime süren insanlar da. Hatta araba ile beni korkutmak ya da rahatsız etmek isteyen kişileri plakalarıyla birlikte emniyete ve polise şikayet etmiştim. Şikayet geçmişimden kendilerinin kimliklerini bulabiliyorsanız onların da sorgulanmasını istiyorum. Zira tek bir “big sister”ın ve “big brother”ın baskısı, tacizi altında yaşamak bir şey, onlarca, belki de yüzlerce, binlerce zorbanın iktidarı, takibi, baskısı altında yaşamak zorunda bırakılmak başka bir şey…
Sonuç olarak, Gaye Su Akyol’un, Ali Güçlü Şimşek’in ve ilgili birkaç kişinin de bu konuda sorgulanmasını ve gerçeklerin, yaşadığım psikolojik ve zihinsel baskıların ve tacizin ortaya konmasını, yıllardır bu toksik iki insan sebebiyle uğradığım tarifsiz manevi ve psikolojik zararların karşılığını hukuki olarak talep ediyorum.                      
Açıklamış olduğum tüm sebeplerle Gaye Su Akyol’un, Ali Güçlü Şimşek’in ve şüpheli diğer birkaç kişinin de sorgulanıp ilgili suç maddelerinden cezalandırılması için işbu suç duyurusu dilekçemi saygılarımla arz ediyorum.
Tumblr media
Görüntü 1: 2014 yılından beri benimle bir şeyler yaşamak istediğini gösteren paylaşımı. O yıllarda ben kendisini sevdiğim sanatçılardan biri olarak görürken kendisi benimle bir şeyler yaşamayı kafasına koymuş.
Görüntü 2: Kendisinin 1984 adlı romana gönderme yapan “big sister is watching you” adlı paylaşımı. (Türkçesi: büyük abla seni izliyor) Tanıdıkları güçlü birinin, bir polisin ya da çetevari bir lobinin yardımıyla üzerimde böyle bir teknolojik tahakküm kuruyor ya da aklıma gelmeyen bir teknoloji kullanıyor olabilirler. 
Görüntü 3: Son olarak da ben twitter’dan yardım istemeye çalışırken bunu fark ettiklerinde kendisinin yaptığı itibar zedeleyici ve açık açık yalan söylediği paylaşım.
Ve ben bu dilekçeden ve suç duyurusundan hiçbir hukuki sonuç, hatta bir işlem başlangıcı bile alamadığım için, yıllardır hayatımın, evimin, arkadaşlarımın, çevremin, hatta beynimin içi, yani düşüncelerimin bile taciz altında olması nedeniyle uğradığım ve ömür boyu sürecek zihinsel, psikolojik zararlar adalette yerini bulmamıştır. Kendileri ise bu durumun lay lay lom, öylesine bir şey olduğunu zannedecek kadar odun ve insanlıktan, gerçekten kopuk bir gevşeklikteler hala.
Geçen sene bulunduğum suç duyurusundan bir sonuç alamadığım için çektiğim video: https://www.youtube.com/watch?v=rB2qDQQeWDg
0 notes
emreerolblog · 6 months ago
Text
Kitap Önerisi. / Book Suggestion.
Sosyalizmin Alfabesi. / The ABC of Socialism.
Tumblr media Tumblr media
link:
Ve bu kitaba yine evrensel, fakat Türkiye odaklı bir okuma eki olarak görülebilecek; "Aybar ile Söyleşi, Sosyalizm ve Bağımsızlık", Uğur Mumcu.
Henüz sadece önsöz kısmını okudum fakat Mumcu'nun kendisinin yazdığı deneme kıvamındaki önsözde bile aklının yetkinliği ön plana çıkıyor.
Tumblr media
link:
0 notes
emreerolblog · 6 months ago
Text
youtube
The video clip of "Erato Prentice (Epilogue)", from the album "Erato Prentice".
[“Erato Prentice (Epilogue)”, rock müziğin deneysel olarak ele alındığı ve klasik müziğe yakınlaştırıldığı; klasik gitar, piyano ve sözsüz, uçucu bir vokalin hem eşlikçi hem de zaman zaman deneysel bir elektro gitarla beraber yürüdüğü, post rock türünde bir eser.]
0 notes
emreerolblog · 6 months ago
Text
"Kapalı Hava, Bir Kafe ve Fotoğraf" - Emre Erol
Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde hemen başına oturup yazıyı tamamlasam nasıl bir şey ortaya çıkardı emin değilim, fakat emin olduğum şey, yazının bu kitabın bir şiir güncesi başlığı altında yer alacağıydı. Şiir yazmayı bırakmıştım ve yazılarda şiiri aradığım bir dönemdeydim sanırım. Fakat bugün bir çeşit iç görü sonucunda şiir yazmaya tekrar başladım ve bu durum toplu şiirler başlığıyla yayımladığım kitaptan sonra yazmaya çalıştığım diğer şiirler gibi bir nevi yersiz ya da tam olarak dürüstlükten uzak hissettirmedi bana. Sanırım ikinci bir toplu şiirler kitabı yazacağım. Yine de bu kitapta yer alan bir şiir güncesi başlığını kaldırmamaya karar verdim. Bu yazı ise bu güncenin ilk yazısı olacağından belli bir fikir verecektir okuyanlara.
Özel hayatımda yaşama dair zaman zaman içinde bulunduğum karamsar yere rağmen bu kitabın bu karamsarlığı içinde taşımaması gerektiğini, hatta umudu, güzelliği, sanatı ve geleceği taze tutması gerektiğini düşündüm. Yine de kapalı havalardan bahsedeceğim tabii sanırım. 15 Nisan 2024’ün açık, ılık rüzgarlı taze bahar havasına rağmen içimde bir yerlerde kasvet hala çok çekici geliyor. Neyse yazıya geçelim.
Bir kış günüydü sanırım. Özellikle son birkaç yılda kışa düşkün bir insana dönüşmemin de verdiği heyecanla kapalı, serin havayı görür görmez sıkıca giyinip dışarı çıkmaya karar vermiştim. Çantama gerekli kitapları, bilgisayarımı koyup dışarı çıktım ve Konak’a geçtim. Biraz dolaştım ve bir oyun izlemek üzere ilk kez içinde bulunacağım tiyatroya geçtim. Oyun Amerika’da geçse ve moderniteyi yaşayan bir aile özelinde toplumun bu yaşama dair aksaklıklarını işlese de günümüze dair de ilişki kurulabilecek bir konuya, temaya sahipti. Yani aslında yirminci yüzyıl insanının sürekli bir meşgaleyle dolu oluşunu ve apartman-şehir hayatının, teknolojinin, faydaları yanında getirdiği sıkıntıları da kendine mesele ediniyordu. Bu manada günümüz yaşamını da tiye alan bir yapıya sahipti.
Yirmi birinci yüzyıla dair böyle bir bakış elbette yaşadığımız dünyayı da düşündüğümüzde pek çoğumuz için bağ kurulabilir görülebilir. Bu manada oyunu değerli bulduğumu söyleyebilirim. Fakat bu yazıda yapmak istediğim şey, belki de hayatın her dönemde ve çağda birebir benzer olmasa da aynı tonda sorunlara sahip olmasının verdiği bilinçle, günümüz yaşamına dair güzel şeyleri yorumlamak ve insanların, özellikle günümüz dünyasının sorunlarına dair bir bilince sahip ve bundan rahatsızlık duyan insanların her koşulda ve sıkıntıda bile yaşama, tüm sorunlarına rağmen dünya uygarlığına dair güzel şeylerin de farkına varabileceklerini ortaya koyabilmek olacak. Bunu yapabilmemin temel nedenlerinden biri, benim de çeşitli sıkıntılar altında, her insan gibi belli oranda zorluklarla dolu olan kişisel yaşamıma rağmen yaşama dair güzellikleri görebildiğim bir bilince erişmem ve insan olmanın, diğer insanlarla bir arada yaşamanın ortaya çıkarabileceği tüm problemlere rağmen insanın bir çeşit düzen oluşturma gücüne, çabasına ve belki yaşamın mucizevi doğasına olan inancımın da etkisiyle dünyanın, alemin güzelliğine duyduğum hayranlıktır.
Bu arada oyunu izledikten sonra Alsancak’a geçtim ve sokaklarda yürüyüp yazabileceğim bir kafe aramaya koyuldum. Yağmur çiselemeye başlamıştı ve kapalı havanın da verdiği hafif melankolik haz ve huşuyla şehrin güzelliği daha da ortaya çıkmıştı. Bu manada kendimi, insan bilincinin toplumları bir arada tutabilecek şehir benzeri yapılar ortaya koyma gücü ve kabiliyetini daha da takdir ettiğim bir halde buldum. Kapalı havanın buna olan etkisi ise sanırım daha çok insanı düşünmeye, durgunluğa, çevresine dair belli bir farkındalığa iten doğasıydı. Sanırım insan, ya da en azından ben, açık, güneşli yaz havalarında kendimi daha çok yaşamın içinde, bu anlamda onunla bir bulurken kapalı, soğuk havalarda ise kendimi daha çok benliğimle, dünyayla, fikirlerle ya da soyut kavramlarla uğraşırken buluyorum. Bu bağlamda kapalı havaların da ayrı, kendine has bir güzelliği olduğunu düşünüyorum.
Bu minvalde düşüncelerle daha önce bulunmadığım bir sokağa geçtiğimdeyse karşıma çıkan küçük, boş bir kafeye oturdum ve bilgisayarımın başına geçtiğimde bu yazıyı yazma fikri zihnimde iyice belirdi. İçinde bulunduğum kafenin daha büyük bir yapı olan şehir, ülke ve dünyayla olan bağını düşündüğümdeyse kendimi uygarlığımızın insanların bir araya gelebileceği, oturup sohbet edebileceği ya da kendini dinlerken kendi işleriyle meşgul olabileceği, durup düşünebileceği ya da soluklanabileceği alanlar yaratmadaki kabiliyetini takdir ederken buldum. Bu noktada bu ve benzeri yerlerin kapitalizmin insanların bir araya gelme ve para harcama, içinde bulundukları düzen üzerine düşünmelerini engelleyip onları hayatın ve oluşum süreçlerini görüp hissedemedikleri yapıların içinde tutma gücünün de farkında olduğumu belirtmeliyim. Fakat bu durum elbette bu ve benzeri butik kafelerin, yerlerin ya da bu mekanları açan insanların temel amacı ya da düşüncesi değil. Bu manada insanlar için bir geçim kapısı hatta bu ve benzeri yerler ve bir anlamda da ekonomiyi ayakta tutan yapılar bunlar. Fakat sosyalist bir düzende de bu ve benzeri yerler, insanların soluk alıp bir araya gelebilecekleri, sosyalleşebilecekleri yerler elbette olacaktır. Hatta düşünceme göre sosyalizm iyi uygulanabilir ve totaliter bir rejime dönüşmezse bu gibi etkinlikler ve mekanlar sosyalist bir düzende daha insanca, sömürüsüz ve insanların doğasını, iyiliğini gözeten bir yapıda olacaklardır.
Yine de sanırım uygarlığımızın tüm sorunlarına rağmen birkaç saniye durup bir kafenin insanı diğer hayvanlardan ayıran bir şeylerin göstergesi olduğunun bilincine varabilir ve herkes için daha insani bir yaşam, düzen için birlikte çalışma potansiyelimizin farkına daha da derin bir manayla varabiliriz.
Bu gibi durumlar üzerinde de bir hissiyata sahip olduğum sıralarda oturduğum kafenin bir fotoğrafını çekmeye karar verdim. Fotoğrafı çektikten sonraysa fotoğraf sanatıyla kafelerin insana dair benzer güçlerin bir göstergesi olduğunun daha da iyi farkına vardım ve bu güçlerin sömürü ya da sürekli büyüme odaklı değil de yaşamın insanlaştırılması, estetikleştirilmesi yönünde kullanılırsa çok daha güzel bir dünyada yaşayabileceğimize olan inancım arttı.
Kafenin fotoğrafı:
Tumblr media
Fotoğraf CanonAE-1 ile çekilmiştir.
Bu manada insanlık önemli bir dönemde gibi görünüyor. Teknolojik gelişmelerin artışı ve temel ihtiyaçların karşılanmasında insan gücüne gittikçe daha az ihtiyaç duyulacak olması doğru kullanılırsa bu durum insanın sömürülmesindense onu insan yapan şeylere, yani sevgiye, barışa, bilime, sanata, yaşamın güzelliklerine ve elbette yine de toplumsal yaşam için çalışmaya, özellikle de bireylik bilinci artsa bile birlikte çalışmaya, yaşamaya yönlendirmeli gibi hissediyorum.
Bence yaşam, her türlü anlamdan yoksun, tesadüfi ya da insani bakış açısından kötücül görüşlere rağmen estetik bir şeydir. İnsan ise diğer hayvanlardan ayrı olarak ve en azından geniş uzaydaki bu dünyada, bu estetiğin bilincine gerçekten varabilme, onu yüceltme kapasitesi en yüksek olan canlıdır. Bunu doğadaki bir çiçeğin kendine has yapısında ve doğanın diğer unsurlarıyla olan ilişkisinde görebildiğimiz gibi insan üretimi bir bahçenin güzelliğinde de fark edebiliriz. Doğa elbette ilk aklımıza gelen manasıyla içinde bir iyilik taşımak zorunda değil ve ona böyle bir anlam yükleme saflığı ya da naifliğinde bulunmuyorum, fakat insan, hem doğadan hem de doğaya rağmen yaşayan bir canlı olmasıyla hem diğer hayvanlara benzer hem de kendi aklı ve zekası sayesinde onlardan ayrı bir varoluşa sahip. Bu manada hem doğal dengeyi bozduğumuz hem de insanı bir sömürü aracı olarak kullandığımız yüzyıllar artık geride kalmalı diye düşünüyorum. İnsan içinde yaşadığı dünyada barış içinde, sömürüsüz, doğal dengeyi gözeterek ve onunla belli bir uyum içinde kalmaya çalışarak, ve yine tüm bunlara nazaran güzel, estetik, insana yaraşır bir yaşam, düzen yaratma kapasitesine sahiptir ve bu güç insanın, dünyanın yararına kullanılmalıdır.
18.04.2024
0 notes
emreerolblog · 6 months ago
Text
My Spotify Artist Page. (Spotify sanatçı sayfam.)
0 notes
emreerolblog · 6 months ago
Text
Bireyi etkileyen her şey toplumu da etkiler çünkü toplum da bireylerden oluşuyor. İnsanların kamplaştırıldığı ve sen şu’cusun sen bu’cusun diye kategorize edildiği düşünce pratikleri hiçbir zaman bana çekici gelmedi. Hangi siyasi görüşte, hangi inançta ya da inançsızlıkta olursa olsun herkes öncelikle bir birey, yani insandır bence. Ve insanları kamplara ayırıp onları hep o kampın içinde düşünmenin hayal gücünün bir başarısızlığı olduğuna inanıyorum. Bu durumun da aslında oturup sohbet etseler ya da iki çay içseler bazı konulardaki farklı görüşlerine rağmen gayet de iyi anlaşabilecek insanları ya da halkları bölüp kamplar halinde yönetme amacında olan güçlerin işine geldiğini düşünüyorum. Dolayısıyla sanat da farklı görüşlerdeki insanların bir arada, barış ve hoşgörü içinde yaşamaları için önemli bir sağaltıcı unsur olabilir.
Zamanında Naziler tarafından yok edilmek istenmiş Yahudi toplumunun üyeleri olan İsrail hükümetinin bugün Gazze’de uyguladığı şiddeti, bu durumun kendi içinde barındırdığı ironiyi ve bu gibi daha pek çok olayda insan haklarını savunan kişilerin ya da devletlerin yanlı politikalarını ya da psikolojik ve fiziksel şiddete göz yumduğunu düşünürsek, sanatın insanın karmaşasını daha iyi ele alarak onu şiddete yönelten unsurlardan alıp güzelin ve güzelliğin yurduna götürme konusunda hala önemli bir görevi olduğunu söyleyebiliriz.        
0 notes
emreerolblog · 9 months ago
Text
youtube
Bugüne kadar yayımladığım müziğin başlıca kompozisyonlarından oluşan bir albüm. / An album which is composed of the essential pieces of music that I have released so far.
0 notes
emreerolblog · 9 months ago
Text
What is your idea of perfect happiness?
Sitting at a table at home in the very early hours of morning, with a lover or a couple of very close friends, drinking coffee, enjoying the mundane hours with simple or engaging conversations. 
Tumblr media
2. What is your greatest fear?
I don’t have any great fears, but one normal fear would be getting or deducing something fundemantally wrong about the existence and realizing that it had cost me something considerably tangible in my life, palpable or emotional.
3. What is the trait you most deplore in yourself?
Being too tolerant about a hostile behaviour or feeling too much emphaty for a sinister person; not in an intellectual way but rather practically.
4. What is the trait you most deplore in others?
Wasting their potential brain power of beauty and kindness, and instead using this marvellous, sophisticated organ for lax and cosmically vain / futile manners.
5. What is your greatest extravagance?
Not having a normal sleeping pattern.
6. What is your current state of mind?
Contemplative.
7. What do you consider the most overrated virtue?
Having a coherence of thoughts and opinions throughout one’s life.
8. What do you most dislike about your appearance?
I am at peace with my bodily appearance.
9. Which living person do you most despise?
I generally don’t despise anyone in my heart or in my intellectual ways, because I believe even the most hostile people have a spectrum of humane qualities about them. I see that even normal people so easily hate one another even though they all have a rich spectrum of good in their hearts and in their outside relationships with the world and other people. And I also intellectually believe that strong, consistent hatred is closely related to intelligence deficiency in some form. But on the other hand, from time to time, I find myself in a position of despise towards a couple of specific toxic people who are obsessed with my every move, who are unable to have healthy communication with me, who don’t possess any humane will or talent about bettering a situation and instead violate my life boundaries impudently.    
10. What is the quality you most like in a man?
Having a strong self and cosmic awareness, having a sincere sense of kindship and humour, and a strong will to better the world. 
11. What is the quality you most like in a woman?
Having a strong self and cosmic awareness, honesty, courage to be herself, artistic interests and a strong will to better the world.
12. Which words or phrases do you most overuse?
I don’t know.
13. What or who is the greatest love of your life?
Coffee. And as a person, I loved everyone I loved with a distinct care.
14. When and where were you happiest?
I feel in almost every way superior to my past selves, that’s why I wouldn’t trade today’s certain kinds of happiness for a return to a past phase or time, but I probably felt happiest when I was with a close group of friends in the flow of life or in a close love relationship.
15. Which talent would you most like to have?
Playing a couple of musical instruments very well, especially lute, and of course the ability to understand notation and compose music accordingly.
16. If you could change one thing about yourself, what would it be?
People should be able to change the things that they don’t like about themselves. If they can’t, then they should try harder or it should be accepted and lived with. But the most immediate change about my own life would probably be being less on the spot in the eyes of hostile people and be able to perform my art in the way that I want without the superficial values and shallow perceptions.   
17. What do you consider your greatest achievement?
Attaining the power of feeling at ease by myself, and with myself.
18. If you were to die and come back as a person or a thing, what would it be?
I would probably like to come back as a woman version of myself in order to experience the more feminine side of nature, or I would like to come back as a musical instrument and I would like every heartfelt composition to move me accordingly.   
19. Where would you most like to live?
In a world where there is peace and a minimum level of humane living conditions for everybody, probably in somewhere like London, because it rains all the time and it is a cultural hub. 
20. What is your most treasured possession?
My books and music collection.
21. What do you regard as the lowest depth of misery?
Wasting one’s only life messing around obsessively with other people and being a bully leader or manager who works solely for his or her own interests and doesn’t have an agenda to better the world.
22. What is your favorite occupation?
Being an archeologist, a paleontologist, a working member of a Natural History Museum, a theoretical physicist, a mathematician, a philosopher, an artist, a philologist, a psychiatrist and a guest academician at a university which has a distinct architecture. I guess I settled for an artist who has an appetite for all these and life in general.   
23. What is your most marked characteristic?
I am not aware of any.
24. What do you most value in your friends?
Sincerity, sincerity, sincerity.
25. Who are your favorite writers?
Lale Müldür, Jorge Luis Borges, Peyami Safa, Stephen King, Bulgakov, Patti Smith, Enis Batur are the first ones to come to my mind.
26. Who is your hero of fiction?
Adam from “Only Lovers Left Alive”, Sirius from “Harry Potter”, Isabel from “The Fountain”, Ted Mosby from "HIMYM" and Jesse from “The Before Trilogy”.
27. Which historical figure do you most identify with?
I don’t know, but I’d like to think that every real personality has unique characteristics that are their own.
28. Who are your heroes in real life?
I passed the ages in which I give too much importance to someone in the sense that I see someone flawless or as my hero, and it’s okay, because it makes you forget that they are human.
29. What are your favorite names?
Lara, Alya, Marin
30. What is it that you most dislike?
Being exposed to laxity.
31. What is your greatest regret?
I have three greatest regrets:
That I didn’t give the proper response to a reckless person or two at the time when it mattered because I was too young; that I ended my love relationship too early with a young woman who I loved deeply because I thought she didn’t quite loved me with an equal care and passion; and an adolescence mistake that I had forgotten but remembered probably around three or four years ago.
32. How would you like to die?
The first thing that comes to my mind is, while sailing in the vast waters, at an elderly age, drunk with a cosmic, existential feeling, landing on a small, empty piece of land, listening to my favourite songs and compositions for a couple of hours on the sands, and then finally dying. Of course avoiding death for a long time would be better.    
33. What is your motto?
Life is life.
These are my answers to the Proust Questionnaire. (04.11.2024)
0 notes