fransizkafkathe3rd
fransizkafkathe3rd
Fransizkafka the Third
46 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
fransizkafkathe3rd · 6 months ago
Text
İnsan belki onlarca kisiden hoslanir, bir o kadar insani da sevebilir. En cok uc kisiye asik olabilir. Ama ruhunun ait oldugu kisi tektir, uzun surmez yollarinin birlikte surmesi. Tum hayatlari boyunca birbirlerini ararlar, bulsalar bile yine cok uzun surmez ta ki o bir hayatta sonsuza kadar birlesene kadar.
2 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 6 months ago
Text
Başak
Birazdan bahsedeceğim zırh hayatımda daha önceden var mıydı bilmiyorum. Nedense buna hayır yoktu diye cevap vermek istiyorum. Bilmiyorum belki de zırhsız bir şekilde hayatı karşılamaya ilk İrem'le cesaret ettim. O bir yıl boyunca rüzgarın tenimi çok güzel okşadığı da oldu baharın kokularının tenime sindiği de. Aynı zamanda çok çizildi oram buram, kesildim kan revan içinde kaldım. Böyle devam edersem hayatta kalamayacağımı anladım. Bilmiyorum parça parça mı giydim zırhımı yoksa tek bi anda mı ama zırh tüm vücudumu kapladığında nefes alamıyordum ve ağırlığından hareket edemiyordum. Olduğum yerde kaldım. Devinmeye çalıştığımda çok zorlandım, adım atamadım ya da attığımda da dengemi sağlamakta çok zorlandım. Belki ben yardım istemedim, belki zaten istesem de zırh benim üstümdeyken kim nasıl yardım edebilirdi?
Alıştım ama, bilirsiniz her şeye alışır insan yeterince zaman geçerse. Zırhın içindeydim, yaralarım iyileşmişti, rahat nefes alabiliyordum, yürüyüp koşabiliyordum hatta. Zırh elim kolum gibi bir uzvumdu artık. Güvendeydim -zırhla ne kadar çelişse de-, yaklaşan olursa konuşuyorduk belki vakit geçiriyorduk, yan yana oturuyorduk fakat göremiyorlardı zırh içinde kim var nasıl biri var. Bazısı zaten zırhın arkasında kim var bilmek istemiyordu da. Bazısı çok bekledi belki o zırhı sonunda çıkarabilirim diye.
Çok mu sıkılmıştım zırhın içinde bilmiyorum. Ya da bir iki söze tavra mı kandım ya da kanmaya mı ihtiyacım vardı? Kendime bunun için kızıyorum Başak, zırhımı bu kadar çabuk çıkardığım için, beni görmeni bu kadar erken istediğim için, aksini bilmeme rağmen içimde bir umut yeşerttiğim için kendime çok kızgınım.
Zırh çıktı, şimdi geri nasıl giyeceğim bu zırhı? Tekrar mı nefessiz kalacağım, tekrar mı hareket edemeyeceğim bir süre? Bunu yavaş yavaş yapmak için bir yol buldu sanırım zihnim. Olmayacağını bildiğim halde yeni insanlar denemek. Her birinde yavaş yavaş zırhın bir parçasını takmak. Kendini tekrar inandırmak kimseye güvenemeyeceğine.
Hala aklım almıyor, buna nasıl izin vermiş olabilirim? Dark passenger ne ara bıraktı direksiyonu elinden? Ne kadar kısa süre içinde oldu tüm bunlar?
2022-2023 arasında çok kişi çıktı hayatımdan, hep bu sene bu insanlarla yolumu ayırmam gerekiyormuş diye düşünüyordum. Son 2 gecesinde bile hiç beklenmedik bir şekilde 2 insan çıktı hayatımdan. Hayat bazen buna zorluyor, yeni bir şeyler için bazı şeyleri bırakmanı sağlıyor. 2024 de belki bunu yapmaya çalışmıştır. Neyi öğretmeye çalıştı onu anlayamıyorum ama. Tüm bunlar neden oluyor? 2025'te yeni neye başlamam lazım?
2 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 10 months ago
Text
Nasıl olurdu diye düşünüyorum. Beni öptüğünde bir şeyler hissedebilseydin nasıl olurdu? Sürdürmek isteseydin nasıl olurdu? Çok geçmeden dönseydin nasıl olurdu? Bunca yıl birlikte olabilir miydik, sen hep ilk günkü gibi sevebilir miydim bilmiyorum. Aile olabilir miydik?
Bilmiyorum gerçekten bu ihtimal hiç var mıydı. Beni olduğum gibi sevebilme ihtimalin hiç var mıydı? Cevapların evet veya hayır olması eşit derecede kötü.
Hayırsa, bunca yıl bu kadar kalp ağrısını neden çektim neden ağladım ve bekledim seni bu kadar?
Evetse, neden ayrıyız? Neden o huzurun kıyısından döndük?
O günleri çok özlüyorum, dönebilmek için çok şey verirdim sanırım. Aynı zamanda seninle hiç tanışmamış olmayı da istiyorum. Bu terazinin iki ucunda gidip geliyorum. Keşke dengeyi getirmek için terazinin diğer kefesine geçsen. Keşke özür dilesen, düşüncelerini gerçekten bilebilsem. Keşke dinlenebilsem. Keşke dünyanın en güzel uykularını uyuyabilsem.
6 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 11 months ago
Text
Hopefully reincarnation will bring us back to the place we belong
Bir süredir kendimi "belki başka bir hayatta" diye avutuyorum. Çok uzun süre öfkeliydim, bana verilmeyecek olanlara. İstesem bile evlenemeyecek olmaya, çocuk sahibi olamayacak olmama, ailemle bunu hiç paylaşamayacak olmama... Çok uzun süre. Sonra bıraktım. Zaten istemiyorum ki dedim. Gere var mı ki bunlar işin formalitesi dedim. Gerçekten sevince ne fark eder ki dedim. Bunlar bitti, zaman geçti ve bir şekilde unuttum. İnsanın başına gelen en güzel şeydir unutabilme yetisi. Bir bakarsın çok alakasız bi anda, bunu uzun süre düşünmemişsin. İçin soğumuş. Ne güzel histir canına okuyan acıya içinin soğumuş olması. Bu hep gelir, insan illa ki unutur. İnsanın için illa ki soğur.
Kendimi avutmak bir şekilde bir umut yaratıyor. Umut hayalin kardeşidir, devam etmemizi sağlar. O şeyin gerçekleşme ihtimali yaşamaya değer kılar hayatı.
Rüyalarımdan seni özleyerek uyanıyorum kirpi. Bir başka hayatta belki bir yolu olur bunun. Her soluma bakışımda o güzel burnunu altın saçlarını içimi dolduran duygularla izleyebilirim. Gitmek istediğimiz her yere gidebiliriz. Dünya başka döner, rüzgarlar tersinden eser, a kişisi o köşeyi dönmek yerine yolun karşısına geçer, b kişisi içinde tutmak yerine kalbini dolduran duyguları açıkça söyler ve böylece yeni ihtimaller doğar o başka hayatta. Olur ya her geçen gün geri sayım gibi bizi birbirimizin yörüngesine sokar.
Çok özlüyorum o canlandırıcı serinliği, o kalp çarpıntısını, o hayatın sırrını aralıyormuşsun hissini. Özlüyorum sanki bunu bulmak için doğmuşum gibi hissetmeyi. Özlüyorum o kafamın içindeki sessizliği. O ayakkabı yine ayağımda, aynı hisleri hissedebilmek ihtimaliyle İngiltere'den getirttim. Bırak o hissi, o hissin şehrine bile uğrayamadım. Bazı şeyler bir kere.
"Hiçbir şey seninle aynı tutmak olur mu? Aşk bir keredir, bir sonraki aynı yeri bulur mu?"
4 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 1 year ago
Text
Nedir bilirim insanın eviyle sınanması, en sınanmaması gereken şeyle sınanması. Bilirim nasıl kar yağar insanın üstüne o evde. Nasıl yakar, nasıl dondurur, nasıl boğar bilirim.
Her şeye dik durabilir de insan o evin içindeki boşalmışlığa, o yalnızlığa nasıl dayanılır bilmem. O evin diğer sakininin yabancılığını, narsistliğini gördükten sonra ev nasıl ev olur? Ev olmaktan çıkınca içinde nasıl yaşanır?
Mağaramızı kurtlar basmış olsa, biz onlara karşı yine kazanırız. Biz birbirimize karşıyız. Silahlarımızın ucu diğerinin kalbinin üstünde. Adım attıkça kanıyor ve ölüyoruz. Hele ki birimiz durursa. Ki durur biliyorsun. Birisi dayanamaz durur ve ilk o ölür.
Evimiz ruhlarımızın mezarına döner. İlk ruhumuzun mezarımı olur sonra her güzel anı birlikte gömülür o eve. Ev uzay boşluğunda ağırlaşır, ağırlaşır.
Ruhlarımızı oradan kim kurtaracak? Evin diğer sakini nerede? Nasıl başlayabildik tekrar nefes almaya?
3 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 1 year ago
Text
Hala oturmuş geçmişe yazılar yazıyorum. Neden hala önüme bakmayı öğrenemedim bilmiyorum. Neden gelecek günlere sözler bırakamıyorum?
Yıllardır hep aynı notalara aynı sırada aynı sıklıkla basıyorum. Hikayelerimi oluşturan kelimeler ve insanlar aynı, yerler de. Neden bitmiyor bu aynı şeyi anlatmak? Bitmiyor neden hala aynı şeyleri hissetmek? Neden büyüyemiyorum tüm bunlardan? O kadar isterdim ki geçmişin geçmişte kalmasını. Biten bişeyin gerçekten bitmiş olmasını öyle isterdim ki. Dönüp dönüp aynı şeyleri düşünmemek, aynı şeylere öfkelenip aynı şeylere üzülmemek ne kadar yük kaldırıyordur insanın omuzlarından...
Bazı sosyal kaslarım gelişmedi hiç, suşi söylerken hangisi ne hiç bilmiyorum mesela. Bırakılması gerekilen şeyleri bırakılması gereken zamanda bırakmayı da beceremiyorum.
One Tree Hill'de Lucas'ı anlıyorum mesela. Peyton'a aşıkken neden Brooke'a gittiğini, neden kendini Brooke'a aşık etmeye uğraştığını da anlıyorum. O suçluluk duygusunu, o kaçma isteğini. Biliyorum kalbinden Peyton'ı hiç atamadığını, sadece üstüne toprak attığını. Peyton hep o ilk aşk, Peyton hep o altın sarısı saçlar ve yeşil gözler. Peyton o kuyruklu yıldız gökyüzümüzden kayıp geçen... Yıllar ve yollar sonra dönecek olan o yıldız Peyton. Dünyadan bağımsız o yıldızın dönmesi, kader bu. "yıldızlara yazılmış" dönüşü. Belki bir kaç ömür sonra, belki de beklediğimizden bile kısa zaman sonra.
Son zamanlarda aklımı meşgul eden şey şu, Gönül beni düşünmediği tek gününün olmadığını söylemişti. Biliyorum doğru söylediğini. Aynı şeyi yaşıyorsan bilirsin. Sürekli aklımdasın Kirpi. Olay bu da değil, hiç aklına geliyor muyum bunu merak ediyorum mesela. Hiç özlüyor musun? Nasıl hatırlıyorsun, ne diye düşünüyorsun? Eşin beni biliyor mu mesela? Hiç anlattın mı mektuplarımızı?
Üniversite için şehirden ayrılırken ve üniversite boyunca ben bırakmadığım sürece beni bırakmayacağını ve kopmayacağımızı biliyordum. Yollar, konuşulmadan geçen süre, yüzünü görmeden geçen aylar hiç önemli olmuyor gerçekten sevince. Başta ben de biliyordum bunu ve bırakmayacağımı. Hatta sonsuza kadar sürdürebileceğim bi şey olduğunu da biliyorum. Ama bir yerde bunu yapmamam gerektiğini ve neden yapmamam gerektiğini anladım. Bazen sadece vazgeçmek gerekiyor. Bunu her ne kadar başarıyla yapsam da, hep dönüp dönüp arkama bakıyorum. Gökyüzünü izliyorum o kuyruklu yıldızı bir daha görür müyüm diye.
“It was a comet. The boy saw the comet and he felt as though his life had meaning. And when it went away, he waited his entire life for it to come back to him. It was more than just a comet because of what it brought to his life: direction, beauty, meaning. There are many who couldn't understand, and sometimes he walked among them. But even in his darkest hours, he knew in his heart that someday it would return to him, and his world would be whole again... And his belief in God and love and art would be re-awakened in his heart. The boy saw the comet and suddenly his life had meaning.”
3 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 1 year ago
Text
Shane to Carmen, alternative ending...
I am in love with you. I really do. All those years you are the only one I loved. I still do. You are the first and only person that believed in me. No one, not even one of my friends not even my own father believed in me, no one believed me that I can be faithful, that I deserve a real connection, that I can make it work. No one believed me that I can really love and care someone. But you did. I don't know how but you looked at me, looked through me, and somehow saw my soul. You managed to hold its hand, and brought it to surface. You never gave up on me, ever. Even I tested and made it hard for you. You made me believe that I can have this, this real relationship for a long long time. You made me believed that I can do the work of self healing. You helped me, encouraged me to be best version of myself. You were always patient with me. You have waited for me, you have waited for me to realize that my soul belongs to you.
I still don't understand how and why you sticked by my side all those days. I still don't understand how and why you loved me. How did you do when no one even dared?
I miss you, I miss the way you smell. I miss those nights I fell asleep with you. I miss those mornings I woke up to your beautiful smile. I miss your hands and how they embraced me.
When I lost you, you took my soul with you.
I know you don't believe me. It took me 22 years to find the words that can describe my feelings for you. I feel in my bones if I could go back in time, I'd married you in a heartbeat. I would even have children with you. I would spend and learn and love the rest of my life with you.
After a really long time, I feel light. I can breathe. I love you Carmen, I always have.
9 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 2 years ago
Text
Bu da o anlık farkındalıklardan. Vücudu hareket ettirmenin getirdiği duygusal hareketlenmelerden. Meditopia'da "mutluluk nedir?" tarzı bir meditasyon denk geldi. Aklım direkt o "mutluluğa inanmıyorum" erama kaydı.
Kirpi seninle en çok sanırım burada çatıştık. Mutlu olduğumu iyi hissettiğimi duymayı çok bekledin istedin. Bunun farkına yıllar sonra sen söyleyince vardım. Çok uzun süre mutluluk fikrine direnç gösterdim, inanmadım, yok saydım. Bakınca ne kadar çocukça geliyor.
Epifani diyodum. Aslında mutluluğum ya da mutluluğa inancım hep senin avuçlarının içindeydi yani içindeymiş. Ben her zaman o kadar yakınmışım ki mutluluğa. Sen o mutluluğu uzatsan ellerinle, tek an tereddüt etmeden uzanıp tutardım, kucaklardım mutluluğu. Yıllarca o mutluluğu bana vermeni bekledim, bana bir kapı açmanı, duygularıma karşılık vermeni. Yıllarca. Bu kadar basitti yani aslında mutluluk, ve sen bana vermediğin sürece bu mutluluğa inanmayı reddettim. Bilinçli bir şekilde değil belki de bilinçdışında bilinçaltında ya da her neyse bir yerde benden mutlu olduğumu duymayı beklemen de aynı noktadan filizleniyormuş. O yer her neresiyse sen de orada biliyordun benim mutluluğumun ellerinde olduğunu ve bunu bana veremeyeceğini. O yüzden dış etmenlerle bir şekilde mutlu olabilmemi istiyordun, sana bağlı kalmamamı. Çıkamadık hiç bu döngüden, becerebilseydim bir şekilde senden bağımsız mutlu olabilmeyi belki hala birbirimizin hayatında olurduk bir şekilde.
Sanırım bu beni bir şekilde büyüttü. Ya da sonradan karşıma çıkan kişi bu kısmımı büyüttü. Sirius'a karşı hiç o korkak tavrı sergilemedim sanırım, mutlu olmak için çabalamaktan korkmadım. Mutluluğa inanıyordum, o buna destek verse de vermese de. Bu işin sonu bir yere çıkmayacaksa da çıkmayacaktı ama onunla geçirdiğim her an mutluydum. Birlikteliğimizin bu mutluluğa büyüteceğine de inandım ve hayalkırıklığı yaşamaktan korkmadım bunları umut ederken. Başıma güzel şeylerin gelebileceği, sevilebileceğim umudunu hiç bastırmadım. Kartlarımı hep açık oynadım, bir şeylerin arkasına saklanmadım. Ne istediğimi biliyordum ve istediğim olmayacaksa da ilişkiyi sürdürmeyeceğimi biliyordum. O da bir şekilde karşılık verdi bu umutlarıma, hayallerime. Sanırım bu yüzden çok sert çakıldım her şey ters gitmeye başladığında. İlk kez kendimi bir şeye tam anlamıyla açabildim, ve o şey beni defalarca öldürdü. Yeni biri doğana kadar defalarca defalarca kez öldürdü.
Tekrar bununla mı sınanıyorum emin değilim. Her iki süreci de yaklaşık bir aydır tekrar tekrar kafamdan geçiriyorum. Farkında değilim sanki ama bir şey bulmaya çalışıyorum. Sürekli seni görüyorum kirpi rüyalarımda, anneni. Sen hep pişmansın, evlenmekten pişmansın evlendiğin kişiden pişmansın. Annen artık arkadaş olmadığımıza üzgün. Rüyalarda kendimi ne yaptığımı ne dediğimi hiç hatırlamıyorum.
Lake diye bi oyuna denk geldim ps5'te. İlgimi çekti indirdim, çok basit ama iyi anlamda hani keep it simple'daki basitlik. 1986'da yazılımcı bir kadının memleketine dönüp bir süreliğine babasının postacı işini devralmasını konu alıyor. Kasaba göl kenarında, sevimli insanlar var. Blueberry pie geçiyor sürekli. Her gün posta teslim ederken insanlarla da etkileşimde bulunuyor yardım ediyor falan. Çok huzur buldum oyunda. Erkek bi love interest var çok bariz belli oluyor, diğer insanlar da bunu konuşuyor falan. Erkek yani napim hep ignoreluyorum karşılıklı konuşmalarda. Bir de film vhs kaseti satan bir dükkan var, flick shack. İşleten kişi yaklaşık aynı yaşlarda, sarışın, kahküllü, gözlüklü biri. Görür görmez anlıyorum ki bu kişiyle aramızda bişey olacak. Ha unutmadan adı da "Angie" ironik değil mi? :D Utanmaz bir flörtleşme içine giriyorum konuşmalarda, venüs ikizler huyu maalesef. Sonunda bir karavanla ucu açık bir yolculuğa çıkıyoruz birlikte. İşimi bırakıyorum, kasabayı bırakıyorum her şeyi. En büyük hayalimiz değil miydi dünyayı gezmek birlikte? Oyun o kadar hayatıma paralel ilerledi ki. Bilmiyorum bazı şeyler öylesine denk gelemeyecek kadar precise. Ne düşünüyorum bilmiyorum, bildiğim tek şey tüm bunlar beni bir şeyi anlamaya, bulmaya itiyor. Neyi bulacaksam hayatımın akışını değiştirecek bir şey olacak.
7 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 2 years ago
Text
Hangi yıldı hatırlamıyorum, liseyi geride bıraktığım üniversitenin bilmem kaçıncı yılı. Instagram'da gönülün bir fotoğrafı düştü önüme. Bir zamanlar bana kendimden yakın olan bu insan o kadar yabancı o kadar tanıdık olmayan biriydi ki. Kimdi, napıyordu, nelerle boğuşup neleri seviyordu bilmediğim biri. Elinden gelenden de fazla süre sevdin beni,, demişti. Belki de bu yüzdendir. Bir şeyler yitene, yittikten sonra da benden bir şeyler götürüne kadar devam etmek yüzündendir. Duracağım noktayı bilmeyişimdendir insanların artık tanımadığım ve bir şeyler hissetmediğim insanlara dönüşmesi. Ya da tüm bunları doğru yapsaydım da o fotoğrafa baktığımda hissettiğim/hissetmediğim şey aynı olurdu.
Son zamanlarda içimden şunu tekrarlıyorum "unutmak değil hatırlamamak hevesi" hatıra kutularımı atmak istemiyorum, derenin mektuplarını atmak istemiyorum, gittiğim tüm sinema biletlerini atmak istemiyorum. Kalmalarını istemek onlara sürekli dönüp bakacağım anlamına da gelmiyor. Orada dursunlar, onlar yaşandı. O hisler hissedildi. O gözyaşları döküldü, o yolculuklara çıkıldı. Onların hepsinin geçmişte kalmasını istiyorum ama yaşandıklarına dair de kanıta ihtiyacım var sanırım.
Hatırlamak istememe kısmının şöyle bir şeyi var, iyileştiğimi hissettiriyor bana. Sabah uyandığımda, gece yatarken, günün herhangi bir alakasız yerinde bir hatırlatıcı yüzünden aklıma düşmemesi, farkında bile değildim. Artık acıtmıyor oluşunun farkında değildim. Bazen acıya benzer bir şey geliyor, hissedecek miyim diye bekliyorum ama hissetmiyorum. Kutuya mı kaldırıldı? Kutudan çıkmak isteseydi nasıl olurdu düşünemiyorum. Takıntılarım, totemlerim, o uçurumun bitişinin vereceği ferahlığın hayali, hepsi dağılmış.
Yine bir boşlukta süzülüyorum hissi, bu sefer yere sağ salim ineceğimi biliyorum ya da buna gerçekten inanıyorum sanırım. Aşka acelem yok, 13 14 yıldır ilk defa bu endişem yok. Sevilmemek, yalnız olmak/ölmek korkum yok. Bunu da ilk defa fark ediyorum. Benim çevremde zaten birini daha barındıracak bir alanım yok. Kendim çok zor sığıyorum oraya. Birinin o alana girmesi ya onun ya benim bazı parçalarımızı dışarda bırakmamız anlamına geliyor. Önceden bunu melankolik bir notadan söylüyordum ama bazı insanların ebeveyn olmaması gerek, bazı insanların hayvan sahiplenmemesi gerek, bazı insanların yalnız olması gerek.
Bu hissizlik bu döngünün bir parçası biliyorum, hep oluyor bu. Sanırım hep de olacak. Sadece daha bilinçli hissediyorum, bir şeyler koruyor gibi hissediyorum. Bu hissizlik ilk defa boğazımı bu kadar serbest bırakıyor, bu hissizlik ilk defa bu kadar hafif.
8 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 2 years ago
Text
Tumblr media
Geceyi seyrede seyrede öğrendim ki ışık insanın içinde yanmıyorsa yüzüne vurmuyor..." Şükrü Erbaş
102 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 3 years ago
Text
“The most painful thing is losing yourself in the process of loving someone too much and forgetting that you are special too.”
— Ernest Hemingway; Men Without Women
1K notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 3 years ago
Text
"Her şeyi al bana beni geri ver" dizelerini GERÇEKTEN anlamıyor olmayı dilerdim.
18 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 4 years ago
Text
Make me Asami again
9 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 4 years ago
Text
Mother Mary comes to me
The biıls açtım.. Ufak ufak heyecanlarla dolu, her şeyin mümkün olabileceği o milyonlarca yola ayrılan ayrımdaki hissi özlemişim. Evet YGS senesine girilen o yaz. Dersane başlamış, yığın yığın test kitapları eve taşınmış. Günde 6 saat çalışılmış. Gece uyumadan önce bölüm, üniversite araştırması yapılıp ekşi yorumları okunuyor... İTÜ Mimarlık ilk hayalimdi, taşkışla’yla ilgili yorumlar o kadar heyecanlandırmıştı ki beni. Sonra İTÜ Uçak mühendisliği, endüstri mühendisliği, bilgisayar mühendisliği... ahh be ne güzel heyecanlarmış, ne güzel gerçekleşmeyecek hayaller kurulmuş. O bir ömür sürecek bir aşkın kıyısında duruyormuşsun hissi... 
Biıls’ın böyle bi etkisi var işte. Diyeceklerimi unuttum, acılarımı bugünün mutsuzluğunu unuttum. The Beatles’ı da The Beatles yapan bu değil midir? Senin hatrına bu gece bir süredir yaşadığım mutsuzluğu/umutsuzluğu durduruyorum. 
6 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 4 years ago
Text
to vodka vişne: you look like coming home
7 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 4 years ago
Text
Doğum günlerim güzel geçmez genelde. Güzel hatırladığım tek doğum günü senin karşımda oturduğun, mavi beyaz çizgili uzun kollu tişörtü giydiğim gün. Sabahında elinde mark & spencer poşedi vardı. Hediyem. Dolmuşta o oturuşunu çok iyi hatırlıyorum. Elin yeşil poşede yapışıyor parmaklarını tek tek kaldırıyordun. O güne dair başka bir şey hatırlamıyorum. Bunun dışında da iyi diye aklımda kalan hiçbir doğum günüm olmamış. Düşünsene kar yağmış nisanın ortasında, 18inde. Kar aşkım muhtemelen bu yüzden. Sen hiç ateş böceği gördün mü gibi. Kendimi sevmeyi hala öğrenemedim ama en azından nefretimi susturabildim sanırım. Durdurabildim demiyorum bu arada, susturabildim sadece. Sakinliğim, sabrım bu yüzden gibi geliyor düşününce. Belli bi eşiğin üstündeki hisleri duymuyorum görmüyorum hissetmiyorum. Hayatta kalmanın yollarından bu da benim için. Yarın nasıl olacak bilmiyorum ya da tam bir sene sonrası. Ama ikisinde de steakhouse yiycem, bir 18 nisan klasiği. Başka da bir şey yok. İçim gibi hayatım da boş. 
13 notes · View notes
fransizkafkathe3rd · 4 years ago
Text
Divine Interventions
Olmayacak diyorum, kafana girsin artık bu diyorum, buna göre davranmaya çalışıyorum. Biliyorum aklımdan çıkmıyor bazen, bütün gün düşünüyorum. Tam vazgeçmeye başlıyorum, çok ufacık bir şey oluyor. Neden hep böyle? Beni etkiliyor ama ben bilmiyorum. Sonrası “acaba olabilir mi?”ler, hızlanan kalp atışları falan. Ertesi gün her şeyin sıfırlanıp en başa dönmesi. 
Dün beni ikinci kez öptün. Dudaklarını hala hissedebiliyorum. Senin için bunlar alelade ve sıradan.
6 notes · View notes