Photo

Bir ağaç sürüsünün üstünden Çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden Kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş ... Benim olmayan bir sevinç duyuyorum. ... Kalbim, sersemliğim benim. #edipcansever
0 notes
Video
Nilgün Marmara'nın dediği gibi "Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzel"
0 notes
Photo

Kendine benzemeyeni dışarı atmak, bir çeşit temizliktir. Temiz-Murdar dikotomisi devreye girdiği andan itibaren, kutsala yapılan bir gönderme vardır: Kutsal olana ulaşmak için murdar olandan kurtulmak, onu dışarıya atmak gerekir. Şiddet ve hatta öldürme yolu ile kurbanlar verilerek, yeni grup, kurucu temellerini atar "şiddet, kutsalın kalbini ve gizli ruhunu oluşturur" (Girard) Toplum bu şekilde temizlenerek kutsala yaklaşır. Kıyımın kendisi başlamadan önce, katliamı hazırlayan bir sembolik yok etme , " ötekini" damgalayarak aşağılama ve yıkma süreci başlatılır. Öldürme eylemini gerçekleştirenler, kurbanları ile kendi aralarında radikal ve psişik bir mesafe koyma ihtiyacını duyarlar. #ötekileri #nefret uyandırıcı yaratıklara dönüştüren terminolojinin yanı sıra, egemen, -üstelik bu bir halk egemenliği olduğundan- vatandaşların direncini kırmak için, paranoyak bir korku söylemi genişletir. Mann'a göre öldürerek temizlemek, #modern bir olgudur. Çoğunluğun tiranlığını, azınlıklar üstünde baskısını mümkün kıldığından " modern demokrasinin de karanlık yüzüdür". Bu çoğunluk baskısı genellikle milliyetçi bir dille örtülür ve beslenir ve gene Mann'ın terimleriyle: " Milliyetçilik, siyasileşip, ulus devletin içinde demokrasinin sapkınlıklarını temsil ettiginde çok tehlikeli boyutlara ulaşır" Bu süreç içinde şiddet mantığı kıyıma doğru giderken belirli mekanizmaları harekete geçirir; günah keçileri bulunur, dost-düşman ayrımı giderek radikalleşir ve daha sonra " öldürme eylemi" bir "arındırıcı" olarak ortaya çıkar. "Barbarlar, öncelikle barbarlığın olduğuna inanan insanlardır." (Levi-Strauss) Öldürenler, öldürdükleri üzerinde, tanrısal bir güç kullanır. Karşısındaki, öldürdüğü hayvandan farklı değildir, onunla aynı yerde degildir. Oysa her kültürde asıl olan temel ahlak prensibi " #öldürmeyeceksin dir. Bireysel ahlakın da temeli budur, ancak her birey, kimi zaman öldürme eğilimi veya arzusu gösterebilir. Öldürmenin kural olduğu koşullarda ise, bireysel bilinç " öldürmeyeceksin" diyemiyorsa, "eğilim" ya tamamen yok olmuştur ya da bilinç suskundur. #saimetugrul #ideolojiler #siyasalantropoloji #kutsallık #meşruiyet #şiddet 👇👇
#modern#siyasalantropoloji#saimetugrul#ideolojiler#meşruiyet#nefret#kutsallık#ötekileri#öldürmeyeceksin#şiddet
0 notes
Photo

"Şefkat, bazen nasıl da ona en çok gereksinim duyanları paramparça ediyor." #mucizevimandarin biraz da bunu anlatıyor. Karanlık, sevgiden, adaletten uzak yaşamlar ve insanın içinde yaratığı duyguları çırılçıplak ortaya sererken, en iyimser cümleler en karamsar olanlarla çarpışıyor. #aslıerdoğan 'ı okurken düz yazı şiire dönüşüyor.
0 notes
Video
Karanlık bulutlar, yıkık bir kale. Bu bir ayrılık değil, buluşma hikayesi ... #rumelifeneri (Rumeli Feneri Kalesi)
0 notes
Photo

Onlar üç kişiydi Nazlıcan, Bedirhan ve Suphi ... #gouldmund
0 notes
Photo

#zorba #zorbas #gouldmund (Athens, Greece)
0 notes
Photo

Böyle güneşli bir günde mi gitmişlerdi Kilidi vurduklarında da sararmış mıydı yapraklar #kapı #kilit
0 notes
Photo

... Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi ...
0 notes
Audio
0 notes
Photo
Tilki, kene ve kirpinin hikayesi;
Bir gün tilki, kene ve kirpi olurlar bacı kardeş. Ortak iş yapmaya karar verirler ve ekip biçmek için bir tarla bellerler. Tarlayı sürmek için bir karasaban yaparlar ve çıkıp tarlaya giderler. Tilki kurnaz, canı çalışmak istemiyor. Tarlaya doğru giderlerken tilki tarlanın üstündeki yamaçta yer alan bir kayalığa bakar söylenir. Kene ve Kirpi şaşırırlar Tilki’nin bu haline. -Ne oldu Tilki kardeş, sen pek sakin değilsin, derler. Tilki, -Kardeşlerim, size bir şey söyleyeceğim, ama dilim varmıyor söylemeye. -Söyle Tilki kardeş, derler. Tilki, -Kardeşlerim benim içime bir korku düştü. Tepenin yamacındaki kayalığı gösterir, bu kayayı görüyor musunuz? -Görüyoruz, derler. -Bu kayalığı hiç gözüm tutmadı, biz şimdi bu tarlayı ekeceğiz, tarlamız başak verecek, olacak, biçeceğiz, ama bu kaya ya yuvarlanıp gelir bizim ekini bozarsa! Kirpi ve kene korkuyla, -Ne yapalım şimdi biz tilki kardeş, vaz mı geçsek? Tilki onları sakinleştirir, -Siz üzülmeyin, der, siz tarlayı ekin ben gidip sırtımı o kayalığa yaslayayım, yuvarlanıp gelmesin ekinimizi mahvetmesin.”… Tilki gider sırtını kayaya dayar uyur. Kene ve kirpi tarlayı eker, biçer harmana getirir, harmanı çevirirler, harmanın bir tarafında buğdayı, bir tarafında samanı ve harmanın bir kıyısında da çakıl ve toprakla karışık olan kes denen buğdayı toplarlar. Kes tavuklara atılan taşlıktır aslında, öylesine kötüdür ki, tavuk sadece kes denen bu çakıllar içinden buğday tanelerini toplayabilir. Öyle kötü. Tilki bakar ekin bitmiş, harman çıkmış. Sırtını dayadığı kayadan ayrılır, gerinir harmana gelir ve şöyle der: -Kardeşlerim, hepimiz çalıştık, yorulduk, gerek ki biz bunu hakkaniyetle bölüşelim. İyi de nasıl bölüşeceğiz? -Nasıl? diye sorar kirpi ve kene. Tilki, -Ben sizin büyük kardeşiniz olurum. Bana kulak verecekseniz bir önerim var. Kene ve kirpi, -Söyle tilki kardeş, derler. Tilki, -Ben diyorum ki, harmanın şu başına gidelim, biri işaret versin, koşalım erken gelen buğdayı, ikince gelen samanı, son gelen de kes’i alsın. Böylelikle herkes hakkını alır, gider çoluk çocuğu ile yer. Kene ve Kirpi derler, -Tilki kardeş sen bunu iyi akıl ettin. Ama biz harman dönmüşüz, yorgunuz. Bugün gidip uyuyalım, yarın gelelim. Ertesi gün olur gelirler yarış çizgisine dizilirler. Beklerlerken, kene der, -Tilki kardeş senden bir ricam var, der. Tilki, -Söyle, der. -Biliyorsun dün harman dönerken, kulağıma saman kaçmış. Bu kulağım biraz ağır işitiyor. Şimdi işaret verilecek ben duyamam. Sana zahmet işaret verilirken kuyruğunla beni bir dürt. Biliyorum ben, sen ve kirpi kardeşimle yarışamam. Sizin kadar hızlı değilim, ama en azından kesi alırım. Tilki güler, -Senin dediğin şeye bak, onda ne var, yaparım kene kardeş, der. İşaret verilir. Tilki kuyruğu ile keneyi dürter ve koşarlar. Tilki gelir buğday üzerine oturur. Ve Kene çığlık çığlığa bağırır. -Tilki kardeş boğuluyorum, üstüme oturdun! Buğday benimdir. Tilki kardeş boğuluyorum, buğday benimdir!”… Ve masal sürer gider, ancak masal burada nefes alır ve masal hayat öğüdü veren bir mesele döner. Anlatıcının sesi değişir ve şöyle derler: “Kene o aklıyla buğdayı tilkiden alır…” ve masalın insanla ilişkisini anlatır.
Zazaca sözlü çocuk edebiyatından derleyen; İsmail Mirzali, Alıntı; Haydar Karataş
2 notes
·
View notes
Photo

SEP 29 İçimde Bir Sevinç …
Kimler gelip geçmemiş bu kayalardan, bilmediğimiz ne çok yaşam ne çok hikâye var. M.Ö 5000-4000 arası Güzel Atlar Ülkesi’nin, yani Kapadokya’nın tarihi başlıyor. Bol miktarda şapel ve kilisenin var olduğu Kapadokya’nın tarihi, Hititler’e kadar dayanmakta. Bu efsunlu memlekete akşam üzeri varıyor, Ürgüp’teki otellerden birindeki odamıza yerleşiyoruz. Aydınlatması çok güzel
olan otelin, duvar diplerinden vuran loş ışık ve kayalar, hayal gücünüzü tetikliyor. Bir masalın içinde uykuya dalıyoruz. Sabahın aydınlığı ile odamızın önündeki bahçenin güzelliği kendini iyiden iyiye gösteriyor. Hemen dış kapının yanında, bize ait ahşap bir masa ve iki sandalye var; odanın taş duvarında derin bir niş oyuğu gibi duran camın önünde.
Oturuyorum, elimde bir bardak su. Gökyüzüne ve gökyüzü ile sınır kayalara, oyuklara bakıp ‘kim bilir, ilk sahibi kimdi’ diye düşünürken, odamızın önündeki bahçede, köklü bir asma ağacı dikkatimi çekiyor. Kökleri o kadar kalın ki …! İster istemez ağacın yaşına, görüp geçirdiklerine takılıyor aklım; yöresel kıyafetleri, başında yazması, incecik bir kadın düşüncelerimin arasından geçiyor. Yaşlı diyorum içimden, nurlu …, yüzündeki çizgiler, debisi küvetli akan derelerin oyduğu yataklar kadar derin. Peki ya yaşı, asma ağacı kadar eski miydi acaba …?
Dayanamadım…! Elinde kirli çuvalı ile odaları temizleyen kat görevlisine sordum asma ağacını. Büyük bir içtenlikle anlatırken, asma ağacına can suyunu veren elin sahibinin, yani annesi Hatun teyzenin de hikayesini dinlemiş oldum. Bu eve gelin gelmiş Hatun teyze. Küçücük bir kız çocuğuyken, daha oyun cağında ..! Gelir gelmez de bu asmayı dikmiş bahçesine, odaları temizleyen kat görevlisi de kızıymış. Bu oteli de kızı işletirmiş. Buralarda kadınlara mirastan pay verilmezmiş. Eşi öldüğünde, oğluna kalan birçok mal/ mülk arasından, bu evi zor bela kızının almasını sağlamış Hatun teyze. Çok çalışkan, hala kızına yardım ediyor. Gözü tok! Kendi evlerinde misafir olmuş, misafirleri baş tacı yapmışlar. “Ya! sen ne kadar tatlı dillisin teyzeciğim” diyorum. Gülüyor… Bizim Bey de öyle derdi “Bu tatlı dilin olmasa seni öldürürdüm Hatun” dermiş. Çok dövmüş Hatun teyzeyi, kızını da … Komşuları da her toplaşmalarında, kitaptan değil ama topraktan öğrenen bu bilge kadın aralarında olsun isterlermiş; tatlı dili, hoş sohbeti ile. O da istermiş de ah şu dayak olmasa…
Elinin birini göğsünün altına götürüyor, dirseği ile desteklediği bir diğerini yanağına. İç çeker gibi derin bir nefes alıyor. Damadından dert yanıyor; burayı açarken ne zorluklar çıkardığından, tembelliğinden, içkiye düşkünlüğünden bahsediyor. “Satıp parasını içkiye yatıracaktı. Hiç istemedim ya evlensin. Babası dirlik vermedi ki” diyor. Yardım etmedi kızıma “yapamazsın, edemezsin ne halin varsa gör” dedi. “Devlet hibe verdi de öyle açtı burayı” diyor. Elinde çarşaflarla odaya giren kızına bakıyor derin derin .., kendi geçmişine, sömürülmüş emeklerine, yalnız kalmış kadınlığına bakıyor. Ben ise odayı boşaltırken asma ağacına, köklerine, dallarına, meyvelerine bakıyorum. Tıpkı Hatun teyze ve kızı gibi çok güçlü. Kolay kolay sökülüp atılamayacak kadar kök salmış toprağına. Etrafta dostça uzanan ne varsa dallarını sarmaya, meyvesini vermeye hazır.
Bu hakikatli, güleç insanların yanından ayrılırken içimde bir sevinç …
Teşekkür ediyorum; yılmadıkları, umut oldukları için.
Eylül 2017
0 notes
Photo

Tanrılar Sisifus'u bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkûm etmişlerdi; Sisifus kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlığıyla yeniden aşağı düşecekti hep…
Tanrılar, yararsız ve umutsuz çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi…
1 note
·
View note