Quote
Bugüne kadar ne yaptığımı düşündüm. Bir sıfırdan başka netice alamadım. Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı? Son zamanlara kadar ‘Fena bir şey yapmıyorum ya!’ der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüf eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim. İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu cevher fazla miktarda mevcutmuş. Belki herkeste var… Fakat insan olan onu söküp atmasını, yahut boğmasını biliyor. Dokunmadan bırakmak, bir gün başını kaldırmasına meydan vermek olur…
Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan (s. 249)
2 notes
·
View notes
Text
KİRAYI ÖDEMEYE 45 MİLİMETRE
bir kızı vardı Duke'ün, Lala, dört yaşında. Duke'ün ilk çocuğuydu, bir gün onu bir şekilde öldürürler korkusu ile kaçınmıştı çocuk yapmaktan, ama şimdi deli oluyordu kız için, mest oluyordu. Duke'ün aklından geçen her şeyi biliyordu kız, özel bir hat vardı aralarında sanki.
Duke ile Lala süpermarketteydiler ve sürekli bir şeyler söylüyorlardı birbirlerine, her şeyden konuşuyorlardı, kız ona bildiği her şeyi söylüyordu; içgüdüsel olarak çok şey biliyordu, Duke ise fazla bir şey bilmiyordu ama bildiklerini ona söylüyordu ve işe yarıyordu, mutluydular birlikte.
"bu ne?" diye sordu Lala.
"bu bir hindistan cevizi."
"içinde ne var."
"süt ve kıtır şeyler."
"neden içinde?"
"çünkü iyi hissediyor kendini orada, o sütlü ve kıtır şey kabuğun içinde iyi hissediyor kendini, kendi kendine,'ah, ne kadar iyi hissediyorum kendimi burada!' diyor."
"neden iyi hissediyor kendini orada?"
"her şey kendini iyi hisseder orada, ben hissederdim."
"Hayır, hissetmezdin, arabanı süremezdin onun içinde… beni göremezdin, jambonlu yumurta yiyemezdin."
"jambonlu yumurta her şey değildir."
"nedir her şey?"
"bilmiyorum, güneşin içi belki, donmuş bir kütle."
"GÜNEŞİN İÇİ...? DONMUŞ?"
"tabii."
"donmuş olsa neye benzer ki güneşin içi?"
"güneş ateşten bir top. bilim adamlarının bana katılacaklarını sanmıyorum, ama bana sorarsan buna benzer."
Duke bir avokado aldı.
"hey!"
"evet, avokado budur aslında: donmuş güneş, güneşi yer ve içimiz sıcacık dolaşırız."
"o içtiğin biralarda da güneş var mı?"
"var."
"benim içimde var mı?"
"tanıdığım herkesten daha çok."
"bence senin de içinde KOCAMAN BİR GÜNEŞ var!"
"teşekkür ederim, aşkım."
markette dolanıp alışverişi tamamladılar. Duke hiçbir şey seçmedi. Lala canı ne çekerse koymuştu sepete, bir kısmını yiyemezdin: balonlar, kalemler, oyuncak bir tabanca, havaya atınca arkasından paraşütü açılan bir astronot, nasıl astronotsa!
Lala kasiyer kızdan hoşlanmadı, suratını astı zavallı kıza: kepçelenmiş, bomboş bir yüz -bir korku gösterisiydi ve bunun farkında bile değildi.
"merhaba, tatlı şey!" dedi kasiyer. Lala cevap vermedi. Duke cevap vermesi için zorlamadı kızını, ödemeyi yapıp arabaya yürüdüler.
"paramızı aldılar," dedi Lala.
"evet."
"bu gece işe gidip daha çok para kazanman gerekecek, geceleri işe gitmeni sevmiyorum, annecilik oynamak istiyorum, ben anne olurum, sen de bebek."
"peki, ben şimdi bebek oldum, tamam mı, annem?"
"tamam, bebek, arabayı kullanabilecek misin?"
"deneyebilirim."
arabaya bindiler ve yola çıktılar, sola dönerken gaz pedalını sonuna kadar köklemiş orospu çocuğunun teki az kalsın kafadan giriyordu onlara.
"bebek, neden başkaları arabaları ile bize çarpmaya çalışıyorlar?"
"çünkü mutsuzlar ve mutsuz insanlar acı vermeyi severler, annem."
"mutlu insan yok mu?"
"mutluymuş gibi yapan çok insan var."
"neden?"
"çünkü utanıyorlar, korkuyorlar, itiraf edecek cesaretleri yok."
"sen korkuyor musun?"
"ben sadece sana itiraf edebilecek kadar cesurum -o kadar korkuyorum ki, annem, her an ölebilecekmişim gibi hissediyorum kendimi."
"bebek, bira istiyor musun?"
"evet, annem, ama eve gidinceye kadar bekleyelim."
Normandie'ye vardıklarında sağa döndüler, sağa dönerken sana çarpmaları daha zordu.
"bu gece işe gidecek misin, bebek?"
"evet."
"neden gece çalışıyorsun?"
"karanlık olduğu için. insanlar beni göremez."
"insanların seni görmesini neden istemiyorsun?"
"çünkü görürlerse beni yakalayıp hapse atarlar."
"hapis nedir?"
“her şey hapistir."
"ben hapis DEĞİLİM!"
park edip poşetleri eve taşıdılar.
"anne," dedi Lala, "çok şeyler satın aldık! donmuş güneşler, astronot, her şey!"
anne (Mag'di adı), "iyi," dedi.
sonra Duke'e döndü: "lanet olsun, bu gece işe çıkma, kötü bir his var içimde, çıkma, Duke."
"içinde kötü bir his var, öyle mi? ben her işe çıktığımda içimde kötü bir his var. işin bir parçası, çıkmak zorundayım, meteliksiziz, kız eline her geçeni sepete doldurdu, konserve jambondan havyara kadar."
"Tanrı aşkına, engelleyemiyor musun çocuğu?"
"mutlu olmasını istiyorum."
"sen demir parmaklıkların ardındayken mutlu olmayacak."
"bak, Mag, bu meslekte arada sırada içeri girmek kaçınılmazdır, bunu kabullenmek zorundasın, ki ben diğerlerinden şanslıyım, çok yatmadım."
"namusunla çalışmaya ne dersin?"
"yavrucuğum, pres makinesinde çalışmaktansa bu işi yaparım, namuslu iş yok zaten, bir şekilde ölüyorsun,ben kendi yoluma girmişim bir kere -bir tür dişçi olduğumu farz et, toplumun dişlerini çekiyorum, yapmayı bildiğim tek şey. artık çok geç. hem sabıkalılara nasıl muamele ettiklerini bilmiyor musun? ne yaptıklarını bilmiyor musun, söyledim sana…"
"biliyorum söylediğini, ama…"
"ama ama ama!" dedi Duke, "lanet olsun, bırak da sözümü bitireyim.!"
"bitir o zaman."
"Beverly Hills ve Malibu'da oturan o sanayici orospu çocukları, sabıkalıları ıslah etmekte uzmanlaşmış orospu çocukları, köle tacirleri hepsi, şartlı tahliye kurulu bunu bal gibi biliyor, başkalarını zengin etmek için köpek gibi çalıştırırlar insanı, seni normal insanın çalıştığının üç katı daha fazla çalıştırırlar, ürünleri maliyetin on katına satarlar ve her şey yasal, kendi yasalarına uygun..."
"yüzlerce kere dinledim bunları senden…"
"ve şimdi bir kere daha dinleyeceksin! hiçbir şey görmediğimi, hiçbir şey hissetmediğimi mi sanıyorsun? susmamı mı istiyorsun? kendi karıma bile yakınamayacak mıyım? karım değil misin? düzüşmüyor muyuz? birlikte yaşamıyor muyuz? yaşamıyor muyuz?"
"bu işe giren SENSİN, şimdi de ağlıyorsun."
"bir hata ettim, teknik bir hata! gençtim; onların .iktirici kurallarını anlayamadım…"
"şimdi de kendini haklı çıkarmaya çalışıyorsun!"
"hey, bunu sevdim! SEVDİM bunu. küçük karıcığım benim, kancık, kancık! beyaz sarayın basamaklarında bir kancıktan başka bir şey değilsin, sonuna kadar açılmış ve zihinsel olarak donmuş bir kancık…"
"çocuk dinliyor, Duke."
"iyi. sözümü bitireceğim, kancık. REHABİLİTASYON, sözcük bu. o Beverly Hills .mcık ağızlıları o kadar ahlaklı ve İNSANCIL'dırlar ki. karıları Müzik Merkezi'nde Mahler dinleyip bağış yaparlar, vergiden muaf. ve L.A. Times tarafından yılın kadını seçilirler, ve KOCALARININ sana ne yaptıklarını biliyor musun? lanet fabrikalarında köpek muamelesi yaparlar, maaşını kesip farkı ceplerine atarlar, kimse onlardan hesap sormaz, her şey o kadar acımasız ki. kimse bunun farkında değil mi? kimse olanları GÖRMÜYOR MU?"
"ben..."
"KES SESİNİ! Mahler, Beethoven, STRAVINSKY! mesaide adamın posasını çıkarıp parasını vermezler, ve götün yiyorsa hakkını ara, hemen şartlı tahliye memurunu ararlar: 'üzgünüm, Jensen, ama sana söylemek zorundayım, senin adamın kasadan yirmi beş dolar çaldı, yazık, bayağı sevmiştik de onu.'"
"nasıl bir adalet istiyorsun, Duke? ne yapacağımı bilemiyorum artık, sürekli şikayet ediyorsun, sarhoş olup bana Dillinger'in gelmiş geçmiş en büyük adam olduğunu söylüyorsun, salıncaklı koltuğunda salınıp, Dilingerdiye bağırıyorsun, ben de insanım, beni de dinle…"
"Dilinger'ı sikiyim! o öldü. adalet mi? adalet diye bir şey yok Amerika'da, sadece bir tür adalet var. Kennedy'lere sor, ölmüşlere sor, kime sorarsan sor!"
Duke salıncaklı koltuğundan kalktı, dolaba gitti, elini Noel süslemeleri ile dolu kutunun altına soktu ve silahı çıkardı. 45 milimetre.
"işte bu. bu. Amerika'nın bildiği tek adalet bu. sadece bundan anlıyor insanlar."
salladı lanet şeyi havada.
Lala astronotla oynuyordu, paraşütü açılması gerektiği gibi açılmıyordu, buyrun işte: bir sahtekarlık daha. ölü-gözlü martı gibi. yazmayan tükenmez gibi. kesik hatta Baba diye haykıran İsa gibi.
"şu silahı yerine koy," dedi Mag. "ben çalışırım, izin ver de bir iş bulayım."
"SEN! kaç kere duydum ben bunu? senin yapmayı bildiğin tek şey düzüşmek, ve yatağa uzanıp çikolata atıştırarak dergi okumak."
"böyle konuşma, Duke, yalvarırım -SEVİYORUM seni. gerçekten seviyorum."
birden kendini yorgun hissetti Duke. "tamam, tamam, şu poşetleri boşalt bari. işe çıkmadan yiyecek bir şey hazırla bana."
Duke silahı dolaba koydu, oturdu ve bir sigara yaktı.
"Duke," dedi Lala, "sana Duke dememi mi istersin, yoksa Baba mı?"
"nasıl istersen, tatlım, içinden nasıl gelirse."
"hindistan cevizinin üstünde neden kıllar var?"
"Tanrım, bilmiyorum, hayalarımda neden kıllar var?"
elinde bir kutu bezelye konservesi ile Mag çıktı mutfaktan,"çocuğumla bu şekilde konuşmana izin vermem."
"çocuğun mu? ağzına bak şunun, tıpkı benim ağzım, gözlerine bak. benim gözlerim, ruhu benim ruhum, çocuğummuş -senin yarığından çıktığı, senin memelerini emdiği için mi senin oluyor? kimsenin çocuğu değil o. kendinin çocuğu."
"çocuğun yanında bu şekilde konuşmamanda ısrarlıyım!" dedi Mag.
"ısrarlısın… ısrarlısın…"
"evet, öyle!" dedi Mag konserve kutusunu avucunun ortasına koyup havaya kaldırarak. "Israrlıyım!"
"yemin ediyorum, şu konserve kutusunu gözümün önünden yok etmezsen o bezelyeleri tek tek G.TÜNESOKACAĞIM!"
Mag bezelyelerle mutfağa döndü, mutfakta kaldı.
Duke ceketini almak için dolaba gitti, küçük kızının yanağına bir veda öpücüğü kondurdu, ekim güneşinden, yemyeşil bir vadide koşan 6 attan daha sıcaktı, öyle geçirdi içinden, karnı düğümlendi, kendini dışarı attı, ama kapıyı usulca kapattı.
Mag mutfaktan çıktı.
"Duke gitti," dedi kız.
"evet, biliyorum."
"uykum geldi anne. bana kitap oku."
kanepeye oturdular.
"Duke geri gelecek mi, anne?"
"evet. gelecek orospu çocuğu."
"orospu çocuğu nedir?"
"Duke'dur. seviyorum onu."
"orospu çocuğunu mu seviyorsun?"
"evet," diye güldü Mag. "gel bi tanem, kucağıma gel."
sarıldı kıza, "sımsıcaksın, sıcak çörek gibi!"
"ÇÖREK DEĞİLİM BEN! sensin ÇÖREK!"
"dolunay bu gece. fazla aydınlık, fazla aydınlık, korkuyorum, tanrım, seviyorum adamı, seviyorum."
Mag kolinin içinde duran çocuk kitaplarından birini aldı.
"anne, hindistan cevizinin üstünde neden kıllar var?"
"hindistan cevizinin üstündeki kılları mı soruyorsun?"
"evet."
"dur kendime bir kahve koyayım, su kaynadı, duyuyorum."
"tamam."
Mag mutfağa gitti, Lala kanepede bekledi.
Duke o esnada Hollywood-Normandie kavşağında bir içki dükkanının kapısında durmuş, içinden, lanet olsun, lanet olsun, lanet olsun... diye geçiriyordu.
kötü bir duygu vardı içinde, pis bir koku alıyordu, arka tarafta bir delikten içerisini gözetleyen silahlı biri olabilirdi. Louie'yi öyle haklamışlardı. lunaparktaki alçıdan kazlar gibi paramparça etmişlerdi, yasal cinayet, dünyanın tamamı yasal cinayet bokunun içinde yüzüyordu.
tuhaf bir şey vardı o dükkanda, bu gece küçük bir bar belki, ibnelerin takıldığı barlardan biri. kolay, kira parası çıksın yeter.
cesaretimi yitiriyorum, diye geçirdi içinden, bir sonraki adım evde oturup Shostakovitch dinlemek.
61 model siyah Ford'a döndü.
ve kuzeye sürdü. 3 blok. 4 blok. 6 blok. 12 blok sürdü lanet dünyanın kuzeyine, Mag çocuğu kucağına alıp kitaptan okumaya başlarken. ORMANDA HAYAT...
sansar ve kuzenleri, vizon ile zerdeva esnek, hızlı ve vahşi yaratıklardır, etoburdurlar ve birbirleri ile sürekli ve kanlı bir rekabet…"
sonra güzel çocuk uyudu ve dolunaydı.
3 notes
·
View notes
Text
Simyacı
Sf30: Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir ve yalnızca bilginler anlayabilirler bunları. Sf55: ...mutluluğumu çevremde bulunanlarla paylaşıyordum. Geldiğimi gören insanlar beni iyi karşılıyorlardı. Şimdi kederli ve mutsuzum. Ne yapacağım? Daha katı olacağım ve bir insan bana ihanet ettiği için de artık kimseye güvenmeyeceğim. Kendi hazinemi bulamadığım için gizli hazine bulan herkesten nefret edeceğim. Ve bütün dünyayı kucaklayamayacak kadar küçük biri olduğum için, sahip olduğum az bir şeyi her zaman korumaya çalışacağım. Sf56: "Ben de herkes gibiyim. Dünya gerçeklerine oldukları gibi değil de olmalarını istediğim gibi bakıyorum." Sf90: "Artık benim koyunlarım değiller," diye düşündü, gerçek bir özlem duymaksızın. "Başka bir çobana alıştılar ve kuşkusuz unuttular beni. Böylesi çok iyi. Koyunlar gibi dolaşmaya alışmış kimse, ayrılık vaktinin geleceğini her zaman bilir." Sf99: "Herkesin kendine göre bir öğrenme tarzı var," diye tekrarlıyordu kendi kendine. "Onun öğrenme tarzı, benim öğrenme tarzım değil; benim öğrenme tarzım, onun tarzı değil. Ama o da, ben de kendi Kişisel Menkıbe'mizi arıyoruz; bu yüzden ona saygı duyuyorum. Sf101: Çünkü ben ne geçmişte, ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun. Sf101: ...çünkü hayat, yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur. Sf114: "Ben, senin Menkıbe'nin bir parçasıysam bir gün geri döneceksin." Sf114: Aşk,sevilen nesnenin yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu. Sf115: Ben bir çöl kadınıyım ve bundan gurur duyuyorum. İstiyorum ki benim erkeğim de kumulların yerlerini değiştiren rüzgar gibi özgürce dolaşsın. İstiyorum ki onu bulutlarda, hayvanlarda ve suda görebileyim." Sf118: "Her gün kendisiyle birlikte ebediyeti getirir." Sf121: "Çünkü benim gözlerim henüz çöle alışmadı, bu nedenle alışmış gözlerin göremeyeceği şeyleri ben görebilirim." Sf130: Simyacı bir şişe şarap açıp konuğunun bardağına kırmızı renkli bir sıvı koydu. Şaraptı ve ömrü boyunca hiç içmediği en güzel şaraplardan biri. Ama şarabı Şeriat yasaklamıştı. "Kötülük," dedi Simyacı, "insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır." Sf146: İnsanların çoğu dünyayı korkutucu bir şey olarak görüyorlar ve yalnızca bu nedenden dolayı da dünya gerçekten korkutucu bir şey oluyor. Sf155: Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: başarısızlığa uğrama korkusu.
3 notes
·
View notes
Quote
Geçmişe müdahale edilemeyeceğini kavramak, affetmeye giden yolu açardı.
Stephen King (Mahşer)
1 note
·
View note
Text
Gitar
Sf7: İnsan her şeyden önce bir çatışmadır. Sf13: İtiraz merakım yüzünden herkese karşıyımdır. Düşüncem paylaşılıyorsa, onu hemen değiştiririm. Hiç kimseyle aynı düşüncede olmak istemem. Çünkü hiç kimseyi onunla aynı düşünceyi paylaşacak kadar sevmiyorum. Sf15: Yalnızca iki seçeneğim vardı: Ya kendimi dine verecektim ya da yalnız başıma günah işleyecektim. Ben ikincisini yeğledim. Sf16: İnsan yalnızca çocukla açıklanabilir. Sf16: Kendimi anlatmak için, elimde sözcüklerden başka bir şey yok. Oysa bana müzik, dans, kokular ve resimler gerekliydi; ama hiç önemli değil. Sanatın dili birdir. Sf31: Gerçek yalnızlık karşındaki insanın bakışlarında kendini gösteren yalnızlıktır. Sf40: Sevgiyi arayıp da kötülüğü bulmaktan daha acı bir şey olamaz. Sf42: Hepimiz bir oyun oynuyorduk ve bu oyunu sonuna kadar oynamamız gerektiğini anlamaya başlamıştım. Sf86: Her isteyen mutsuz olamaz, mutsuzluk kendiliğinden gelir. Sf94: İnsanoğlu mutsuzluğunu, onu kutlayarak ve taçlandırarak gideriyordu.
1 note
·
View note
Quote
And that’s when I know it’s over. As soon as you start thinking about the beginning, it’s the end.
Juno Diaz, This is How You Lose Her
1 note
·
View note
Text
Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra
Sf39: Ahmet uzanıp Başak'ın masanın üzerinde hareketsiz duran ellerini tutuyor. Kızın elleri sonbahar yaprakları gibi hışırdıyor. Sf44: Bir akşamüstü, yine böyle bir eylül ayında... Aslında tam beş yıl önce bir akşamüstü, Umut şimdi Selma'nın tek başına oturduğu bankın iki yanındaki bankta, yanağını Selma'nın yanağına dayamış, "Beş yıl sonra bu gün ve bu saatte tam bu bankta buluşalım," demişti. "Söz verelim birbirimize, ne olursa olsun, nerede, nasıl olursak olalım, birlikte ya da ayrı, buraya geleceğiz. Beş yıl sonra bu gün, bu saatte." O an öyle güzeldi ki, o anla yetinmek insanoğlunun başarabileceği bir şey değildi. Umut heyecanla, gözleri parlayarak konuşuyordu: "Belediye burayı yıkıp, dümdüz edip otopark bile yapmış olsa, şu bakkaliyesi şans oyunları oynanan bir tekel bayiine, şu berber bir erkek kuaförüne, hatta kuaförü geçtim, bir saç tasarım merkezine, kuru temizlemeci kuru temizleme dünyasına ya da kirli çamaşır hastanesine de dönüşse, beş yıl sonra tam burada buluşalım." Güzel bir anı gelecekte yeniden yaşamayı güvence altına alarak elde edilen mütevazı bir sonsuzluk duygusu... Sf45: Ah Umut! Güldüren, heyecanlandıran, kucaklayan. Ama kapalı biri. Ne yapsan açılmayacak biri. Kız kardeşi ve annesiyle kurduğu dünyaya kimse giremez. Umut da oradan çıkmaz zaten. Evlenmeyi, ayrı bir eve çıkmayı düşünmedi. Bunun için parmağını bile kıpırdatmadı. Çocuk istemedi. Hiçbir şey değişmesin, her şey aynı kalsın istedi. Çünkü onun için yalnızca şimdi vardı, içinde yaşanan an vardı. Bir de geçmiş. Gelecek diye bir şey yoktu, geleceği düşünemiyordu. İşte en fazla böyle coşkulu bir anında aklına gelen bir fikirle geleceği düşünmüş oluyordu. O da güzel bir anı yeniden yaşamak için. Ama gelmemişti. Sf55: Hayat devam eder. Bazı çiçekler susuzluğa ve unutulmaya dayanır. Hayat her zaman devam eder, bunu herkes bilir. Sf61: Bir duygunun itiraf edilmesiyle, adının konulmasıyla kınından çıkan bıçak gibi bir keder... Sf92: Böyle şeyler çocukken olur ve bir daha da silinmez. Terk edilmekten korkmak... Korktuğun şey başına gelince de kendini cezalandırmak... Böyle şeyler çocukken olur bir daha da silinmez. Sf98: Gerçeği ararken bir yandan da bulduğumuz anda değiştirmeyi düşleriz. Çünkü aynı zamanda gerçek daima biraz utanç vericidir. Sf98: Kendi kendime, sanatçı tecrübe edinemeyen insandır, diyorum, bu dünyada hiçbir tecrübesi olmayan insandır, ama şimdi sen karala bunun üstünü, yırt sen bunu, olmadı çünkü, olmadı işte. Nafile.
2 notes
·
View notes
Text
Domuzları Tekmeleyen Çocuk
Sf11: Kibarlık genç bir insana çok büyük kazanç sağlayan bir dil biçimi ve tavırdır. Sf41: Her ne kadar insanlar Robert'ın küçük tuhaflıklarını unutsalar da, Robert insanlara olan nefretini hiç unutmadı. Gülümsemelerinin ardında minyatür Üçüncü Richard'ın korkunç düşünceleri hüküm sürüyordu. "Gülümseyebilirim ve gülümserken cinayet işleyebilirim." Bu, tüm Shakespeare alıntıları içinde Robert'in favorisiydi.
1 note
·
View note
Text
Müptezeller
Sf26: Şimdi düşünüyorum, kaç yıl sonra, alkol, sigaralık, kubar, extacy, eroin, kokain, amfetamin, roj, taş, çakmak gazı, bonzai ya da edebiyat fark etmez, hayatınızın hangi döneminde olduğunuz da fark etmez, hepsi geçer, hepsi biter, hepsinin kafası siktirip gider, karanlığın kalbiyse her zaman orada kalır, atmaya devam eder, duyması gerekenler için. İçimden öyle geldi o gece, falezlerin ucunda, ulur gibi, acıyla havladım birkaç sefer, sonra baktım birileri yaklaşıyor, hemen sustum. Sf28: Varsa verirdim, dilenciye değil de deliye, cebimde varsa veriyordum o yıllarda. Nedenini bilmiyorum. Derinlerde bir yerde, bir delirme korkusu belki, ta o zamanlardan vardı. Sf29: Bir hayal, gerçekleşmesi gereken zamanda gerçekleşmelidir... Sf32: Başkalarının senin yanında babana gülmesi çok kötü bir şey. Sf38: Bu ülkede ölmek sıradan bir şakadır. Sf60: Babanızı çoluğun çocuğun önünde ağlarken görmek çok acı bir şey. Sf65: Yokluk yılları; para yok, aşk yok, kahkaha yok, adalet yok, hiçbir bok yok, hangi tercihin nedeni sorgulanabilir, hangi tercihin manası kavranabilir. Sf69: Geçmişe özlem duymak için hali vakti yerinde olmalı insanın ya da en azından bir zamanlar hali vakti yerinde olmuş olmalı. Benim hiçbir zaman halim vaktim yerinde olmadı ki. Hayatta hiçbir bok olamamışken kendi canıma da kıyamam. Bunun da manası yok. Sf73: Yalan mı? Yalan mı sahiden bu anlattıklarım da? Değil, değil ama yetmiyor, yeterince doğru da değil. Sf113: Hayatımın o günden sonra artık iki evreye ayrıldığını biliyordum, sevinç, neşe, dans ve coşku yoktu artık. Acı bile yoktu, acıdan fazla bir şeydi bu, kocaman bir çöldü, sadece çöl. Düş kırıklığından da öte kalıcı bir hissizliğe giden yolun başındaydım. Sf130: Surların oradan geçerken elimi camdan çıkardım, berduşlara ve şarapçılara el salladım, şu dünyada hala biraz ruh ve ateş kaldıysa onların yüzü suyu hürmetinedir çünkü, onlardan alınır ruh ve ateş, gelip geçen arabaların içindeki sik sok dertlere dalmış insanlardan değil, kardeşlerimdi onlar benim, manevi kardeşlerim. Kardeşliği aynı anneden doğmak zannediyorsanız anasını sikeyim öyle kardeşliğin, dünyanın bütün kötülükleri aynı kazanda kaynarken sen ateşini kimden aldın, ruhunu kimle bölüştün, eksiksiz ve sadeleştirilemez olanın peşine kimle düştün, yıldırımlar düşerken kimdi elini tutan, kim açtı yüreğini sana karşılıksız, kim savundu seni herkese ve her şeye karşı tek başına, odur senin kardeşin, gerisi kan soyudur,... Sf158: "Koi balıkları da öpüşür mü?" diye sordu. "Bırak şimdi balıkları," deyip ayağa kalktım. Bileklerinden tutup salladım, "Seni seviyorum kızım, anlıyor musun?" dedim. "Ben bu kanaate çektiğim acılarla vardım. Senin çektiğin acılara da ortak olmak için buradayım. Seninle her gecenin korkusunu çekerim. Seninle her gecenin derinliğine batarım. Senin için canımı bile veririm. Senin için ölürüm be! Senin için ölürüm lan!" "Koi balıkları da birbirleri için ölürler." "Sikeyim balıklarını!" Yüzünü kapatıp ağlamaya başladı, "Çok kötüsün," dedi. "Özür dilerim," dedim, "öyle demek istemedim.
1 note
·
View note
Text
Sokak Kızı
Sf7: İnsanları da birlikte sevmeden ışığı sevemez kişi. Bütün insanları değil. Kimse onların hepsini birden sevmez. İsa bile onları bu kadar ahmakça sevmiş değildir. Biz, türlü şekillerde bize benzeyeni severiz; arzularımızı severiz.
Sf8: İnsan kendini sakınmadan verdiği zaman bir şey kaybetmez.
Sf21: Bir başkasını daha sevdiğini bana neden söylemişti? Bu "başka"sına dayanamıyordum. Ah cinsel bencillik! Lanet mi etmek gerek sana, yoksa şükretmek mi? Bugün, dağımın tepesinden hayatın bütün iyi ve kötü yanlarını gözden geçirirken, acaba hayat sensiz olabilir mi, diye düşünüyorum, ey öldürücü cinsel bencillik!
Sf99: ...kibir ve gurur cezasız kalmıyor ve insanın verecek bir şeyi kalmadığı zaman artık kimseyi mutlu edemiyor. Ağacın tepesinde hiçbir elin koparmak için erişemeyeceği, hiçbir ağzın olgunlaştığı zaman yiyemeyeceği bir yükseklikte gururla duran incir kurur, taşlaşır ve gökleri seyrederken ölür gider.
Sf99: "Vermek, vermek, işte hayatta en büyük mutluluk! Özellikle zamanında, her şeyi zamanında vermek. Kahkaha vermek, gözyaşı vermek... Heyecanları yaşamak, acıları yaşamak... Uçup giden mutluluk ışınını geçerken yakalamak, nemli gözler gülmenizi yalvarırken candan gülmek, sonra mutluluğa doymuş, kalbinizin bütün coşkunluğuyla ağlamak, ağlamak! Bir süre ağlamak... sonra gülmek."
Sf110: Yok; biz hepimiz, az çok mağrur, çaresiz insanlarız.
Sf111: Sanat, bizim kusurlarımıza karşı açılmış bir savaştır.
1 note
·
View note
Text
Cesur Yeni Dünya
Sf15: Her şeyin ulaşılabilir olduğu bir dünyada hiçbir şeyin anlamı yoktur.
Sf42: "Bu da," diye veciz bir ifadeyle ekledi Müdür, "mutluluk ve erdemin sırrıdır; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur: İnsanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek."
Sf88" İnsanlar senden şüphelenince sen de onlardan şüphe duymaya başlıyorsun.
Sf155: Birçok insan yoldan çıkacağına, bir tek insan acı çeksin, daha iyi.
Sf183: "Mutsuzluğu, burada yaşadığın sahte, yalancı mutluluğa yeğlerim."
Sf220: Istırap karşılığında kazanılan şeylerle kıyaslandığında, şu andaki mutluluk çok sefil kalır. Ve tabii ki istikrar, istikrarsızlık kadar gösterişli değildir. Mutlulukta, şanssızlığa karşı verilen mücadelenin ihtişamlarından hiçbiri yoktur. Günahla mücadelenin veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne altüst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta. Mutluluğun yüce bir yanı yoktur.
Sf226: "Mutluluk zor zanaat, özellikle de konu başkalarının mutluluğu olunca. İnsan eğer sorgulamaksızın kabullenmeye şartlandırılmamışsa, mutluluk, gerçekten çok daha zor bir uğraş."
Sf227: Evrensel mutluluk, çarkları sabit bir şekilde döndürür; gerçek ve güzellik bunu yapamaz.
Sf233: İnsan bir şeylere inanır, çünkü onlara inandırılmaya şartlandırılmıştır. İnsanın kötü nedenlerle inandığı şeyler için başka kötü nedenler bulmak, işte felsefe budur. İnsanlar Tanrı'ya inanırlar çünkü öyle şartlandırılmışlardır.
Sf234: "Fakat değer, özel talepte yatmaz. Bir değerin saygınlığı ve kıymeti, ona ulaşmaya çalışan kadar, o değerin kendisinde de yatar."
Sf235: "Fakat namus demek tutku demektir, namusluluk demek sinirsel gerginlik demektir. Tutku ve sinirsel gerginlik ise istikrarsızlık demektir. İstikrarsızlık ise medeniyetin sonu demektir. Bolca tensel günah olmadan kalıcı bir uygarlık kuramazsınız."
Sf237: "Gözyaşları içeren bir şeye ihtiyacınız var sizin," dedi Vahşi, "değişmek için. Burada hiçbir şeyin bedeli yeterince ödenmiyor."
Sf238: "Biz sevmeyiz," dedi Denetçi. "Biz her şeyi keyifli yapmayı yeğleriz."
"Ben keyif aramıyorum. Tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum."
"Aslında," dedi Mustafa Mond, "siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz."
"Öyle olsun," dedi Vahşi meydan okurcasına, "mutsuz olma hakkını istiyorum."
"Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme ve iktidarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını, sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz."
Uzun bir sessizlik oldu. Sonunda Vahşi, "Hepsini istiyorum," dedi. Mustafa Mond omuzlarını silkti. "Hepsi sizin olsun," dedi.
Sf259: "Amerika'nın geleceği dünyanın geleceğidir."
3 notes
·
View notes
Quote
Yaşlandıkça nefret ettiğim insanlara daha çok benzedim.
Yalçın Tosun (Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler)
4 notes
·
View notes
Quote
Birkaç gün sonra, bir Pazar sabahı, karakaşlı bir çocuk uyandı. Canı yumurta çekmişti. Bağırdı yatağından: "Anne! Bugün yumurta yapar mısın?" Cevapladı anne: "Yaparım canım, ama evde ekmek kalmadı." "Olsun!" dedi oğlan, "Ben alırım!" Ayakkabıların, evler küçük olduğu için kapı önlerinde bırakıldığı mahallelerden biriydi. Çocuk, kapıdaki bozuklukları cebine doldurdu ve dışarı çıktı. -Acaba kendine de bir çikolata alır mıydı? Önce bir gürültü koptu, kulakları çınladı. Sonra bir sıcaklık hissetti başında, gözleri karardı. Yeniden ANNE! diye haykırdı ve düştü. Yere düştü çocuk. Küçücük bir çocuğun ufacık bedeninin düşüşü... Öyle bir düşüş ki, bundan sonra tüm canı yananlar onun ismini haykıracaktı. Onun aklında ise okuldan hoşlandığı, ama açılamadığı kız vardı. Hiç sarhoş olmamış ve daha önce hiçbir kızın elini tutmamış karakaşlı bir çocuk, uyandı ve vuruldu o sabah, bir gaz fişeğiyle...
Aytuğ Akdoğan (Duvar)
11 notes
·
View notes
Text
Genç Werther’in Acıları
Sf5: Şu sıralar resim yapmam mümkün değil, bir çizgi bile çizemiyorum, oysa ben hiç şu ankinden daha büyük bir ressam olmadım.
Sf7: Eşit olmadığımızı, olamayacağımızı çok iyi biliyorum, ancak saygı görmek adına alt tabaka insanlarından kendini uzak tutmak gerektiğine inanan kişi, yenilgiden korktuğu için düşmandan saklanan bir korkak kadar eleştiriyi hak eder.
Sf7: İnsan aslında karmaşık bir varlık değil. Çoğunluğu zamanın büyük bir bölümünü yaşamak için kullanıyor, geriye kalanı ise, özgür oldukları küçük zaman diliminden öyle korkuyor ki, ondan kurtulmanın her türlü yolunu deniyor. İşte insanın değişmez yazgısı.
Sf45: ...ben çok içten duygularla konuşurken, başkasının konuya anlamsız beylik sözlerle yaklaşması kadar beni çileden çıkaran bir şey yoktur.
Sf45: Zira yalnız empati kurduğumuzda bir konuyla ilgili olarak konuşabilme onuruna sahibiz.
Sf51: ...komşunu ve kendisini yok etmeyen hiçbir şeyi var etmez doğa.
Sf77: Bir başkasının onu nasıl sevebildiğini, sevmeye nasıl hakkı olduğunu bazen anlamıyorum, çünkü onu yalnızca ben o kadar yürekten ve o kadar fazla seviyorum ki, ondan başka ne bir şey tanıyor, ne bir şey biliyorum; ondan başka da bir şeyim yok zaten!
Sf85: Kısaca, nasıl ki eskiden tüm mutlulukların kaynağı bendeyse, şimdi de tüm üzüntülerin kaynağı içimde saklı.
Sf89: Katlanmak zorunda olduğum çok şey var! Ah! Benden önxe yaşayan insanlar benim kadar üzüntü yaşadılar mı acaba?
Sf91: Ya akılları başlarında değilken ya da akıllarını kaybettikten sonra mı mutlu olmaktır insanların yazgısı!
Sf93: İnsan övgüler düzülen yarı tanrıdan başka nedir ki!
Sf103: Korkarım, korkarım, bu arzuyu sizin için bu kadar cazip kılan şey, bana sahip olmanızın olanaksızlığıdır.
2 notes
·
View notes
Quote
Kafamın arkasında bizim oturmuş, korkunç bir olayı beklediğimiz sezgisi vardı ve sonra bunun zaten olduğunu hatırlıyordum.
Ian McEwan (Beton Bahçe)
2 notes
·
View notes
Quote
Ahmet uzanıp Başak'ın masanın üzerinde hareketsiz duran ellerini tutuyor. Kızın elleri sonbahar yaprakları gibi hışırdıyor.
Barış Bıçakçı (Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra)
2 notes
·
View notes
Text
Good Night Jerzi
Sf21: İntikam için umut oldukça, dayanmak mümkün olur.
Sf22: Siyah, uzun bir limuzin Hilton Oteli'ne yaklaştı. Arabadan, kaşmir paltoları içinden Armani takım elbiseleri ve kar beyazı gömlekleri görünen, gülümseyen adamlar ve mis gibi kokan çinçila kürklü kadınlar indi. Afrika'daki açlıkla savaş konferansının katılımcılarıydı bunlar. Annemin yazmayı bırakıp doğru dürüst bir meslek seçmem için yalvarışlarına bir kez daha hak verdim.
Sf58: “Oğlum, unutma, en önemlisi göze batmadan yaşamaktır. Öyle önemsiz olacaksın ki, senin için kurşun harcamaya acıyacaklar. O zaman kurtulup görünmez olabilirsin.”
Sf204: “Ödleklik seni yer bitirir, her ahmak senin o utandığın derine tutku hissedebilir, ama sen kendine güvenmiyorsun ve tasmandan bir kez kurtulursan, kaptırıp gideceğini biliyorsun, ama kurtulacaksın, kurtulacaksın, gerçeğe ulaşacağız, kesin ulaşacağız, fakat şimdilik bayraklar aşağıya yani her şeyi çıkarman lazım, hadi.”
Sf208: Ölümün gözlerine yeteri kadar baktım, artık sıkılmadığım sürece, yaşamın gözlerine bakacağım.
Sf236: “Kendimle birlikte olduğum için yoruldum. Çok yorgunum.”
Sf265: “Bir şeyler oldu ve hiçbir şey olması gerektiği gibi değildir, aç karnına tüttür dumanı.”
1 note
·
View note