Text
Renk
Birdy - People Help The People (Official Music Video) (youtube.com)
Kelimeler de biraz insanlar gibi; içlerinden kendileri çıkıyor. Dışarıda kalan yerlerim de bu yüzden üşüyor. Histen ve aidiyetten uzak kelimelerin diyarında, zamanın hiç var olmadığı bir yer burası...Yanlış anlama; yaşadığını sandığın her bir hücreden ölmeye başlamaktan bahsediyorum. Yaşamamaktan değil. Bir anlamın, bir başka kelimeden doğduğunda köklerine hissettiği aidiyeti biliyorum. Sadece doğum anlarında gözlerim harflere takılıyor, aklım eklerin tutunduğu yerleri arıyor. Anlamamaktan değil. İnsanlar gibi; kendilerini bir yere nasıl da ait kılıyorlar. Kendileri gibi; insanlara nasıl da bir anlam çıkarıyorlar. Şimdi krem rengi bir duvarda mavi bir leke gibi duruyor hissetmek, soru işaretlerinden habersiz. Peki her zaman durduğu yerde beyaz, kreme nasıl çalar?
Dizlerim durmuyor. Ellerimi nereye koysam eğreti. Göz bebeklerim kayıyor.
İnsanlar da biraz senin gibi; göründükleri kadar olmayı kabul ediyorlar. Bilindikleri ve tanındıkları kadarıyla bir masal kahramanı olabiliyorlar. Masalın orta yerinde ise uyuyorlar. Uyuyan biri olmanın verdiği bütün haklara sahip çıkıyorlar üstelik. Yanlış anlama; başını yastığa koyduğunu sandığın her bir geceden bahsediyorum. Aptallıktan değil. Kelimelerden birinin diğerini bulunca yaşamdan bahsetme isteğini biliyorum. Sadece yaşarken ellerim bir ev arıyor, kulaklarım hep tanıdık bir ses duymaya çalışıyor. Bilmemekten değil. İnsanın, kendinden kalacak bir mirasa konar gibi zengin olduğu bir dünya; ancak bilmekle olur diyorum kendi kendime. Sonra beyaz bir sayfanın siyah satır çizgilerini görüyorum. Gülümsüyorum. Çünkü kendini hak etmek; süreklilik kazanmış olanındır.
Şimdi. Hissedebiliyorum.
3 notes
·
View notes
Text
Öylece Dili
youtube
Hatırladığımdan daha da uzun bir süredir anlam vermeye çalıştığım kelimeler var. Dinlediğim, bilmediğim, anladığım, bulamadığım hatta sevdiğim her şeye gözlerimi kısarak bakıyorum. Belirsizlikten yorulduğumu söyleyerek, bunaldığım her ana şükrediyorum bunun için. Ne zaman içim taşsa, önümü göremediğim her şey çözüm buluyor zaten. Her halimden belli. Bilinmeyen, bulunmayan ya da başka birinden duyulan uzakta mıdır? Mesela zaman zaman ufuk çizgisinin ne demek olduğunu düşünürüm. Deniz kıyısından görüneni, biraz da rüzgarın yardımıyla betimlemeye çalışırım herkes gibi. Hayatın bir yerine oturmak, öyle sıcak meltemlerin de esmediği bir yer burası, yazdan kalma bir gün gibi rahat hissettirmiyor ki. Gözlerimi daha çok kıstığımda kimse daha yakınıma gelmiyor. Mesafeler anlam bulmuyor. Hiçbir şeyi olduğu gibi -öylece- kavrayamıyorum. Çünkü kendimle konuşurken sözümü hep en yakınlarım kesiyor. Yakınlarım. Bir insanın yakını neresidir?
Refleks mesela. Şimdilerde epey düşünüyorum bu kelimeyi de. İnsanlarla sohbet ederken kendimizle ilgili bir refleksi fark ettiğimiz anlar var. Kafamı sallıyorum, dudaklarımı ısırıyorum ben de. Oysa ben babamın öldüğünü üç sene sonra dün, bir başkasının ölümü nasıl kaldırdığını dinlerken anladım. Ölümü ne kadar da olağan -öylece-,sakin tepkiler vererek dinlediğime şaşırırken buldum kendimi.-Tepkisiztepkiler-. Bunca yıldır koşa koşa kaçtığım bu gerçek için kılımı kıpırdatmamıştım. Tepkisizliğimin bir refleksi olarak uzaklaşıyorum ben de insan gibi. Çünkü kendimle konuşamadığım her şeyi hep bir başkası bana anlatıyor.Başkası. Bir insan nerede başkadır?
Hatırladığımdan daha da uzun bir süredir gözümü dünyanın yeni bir gününe açıyorum. Her sabah günün ağardığını, perdenin açıklığını, insanların boğuk seslerini netleştiriyorum. Dinler, bilir, anlar ve bulur gibi. Çünkü böyle sevebiliyorum. Sözümü kesmeden, kendimi anlatarak. Yaşamın yönüne dönüp ufukta bir gün ışığı yakalıyorum. Nerede olduğumun da hiçbir önemi yok.
1 note
·
View note
Text
TİN
Hayal ettiğim bir mahşer yeri vardı. Olur ya, varsa diye. Klasik biraz, herkesin ilk aklına geleni söyleyeceği gibi. Çırılçıplak insanlar, korkup yalvaranlar, belki ömründen emin olmanın huzurunu yaşayanlar, o anda bile sevgiyi anımsayabilenler.. Alevler yükseliyor tonla para harcadığımız evlerimizden, iş yerlerimizden, pahalı arabalarımızdan. Suyun altında kalıyoruz. Bir ağaca tutunmak geliyor aklımıza, dua ediyoruz çaresizce.Kime, ne için belirsizliği içinde.Komik değil aslında. Ölülerimiz aklımıza geliyor birkaç saniye. Yaşadığımızı hissettiriyor bunu düşünmek sanırım. Hesaplar kitaplardan şaşıyor artık, zamanın illüzyonu sonunda bas bas bağırıyor caddelerde, zihinlerimizde. Şimdi düşününce; hayalimdeki mahşer yeri, içinde var olduğum anlarmış zaten diyorum. Zihnimin kırıldığı yeri görmenin hazzını da yaşıyorum ama. Bildiğime yine de sarılıp, bilmediğimden korkmayacak hale geldiğim günü yazmak istiyorum.
Bir yer var. İklimini, toprağını, sahillerini ya da dilini tam da burdan hissettiğim. Kalbimden, midemden, kasıklarımdan çekildiğim. Bir yer var. Ancak gidersem kalabildiğim. Bütün izinlerin ve korkuların beni beklediği. Gökyüzünden enseme inen bir ışıkla varabildiğim bir yer üstelik. Ağırlığından kamburum çıkıyor, anlıyorum ne kadar uzaktan geldiğini. Ama gözümün önündeymiş diye şaşırıyorum aynı zamanda. Baştan başlıyormuş gibi hissetmiyorum hiç. Bunu ezberlediğim ve bana ait olmayan bir bilgiyle de desteklememek yolu daha da heyecanlı kılıyor. Zaten tam şuramda, vücudumun herhangi bir parçasında, bana ait olana kavuşuyorum. Eskiye geri dönmek yolun bir parçası değil artık, hissediyorum. Elimi uzatıp, adımı söylüyorum kendime. Şimdi tanışıyorum. Uzun zamandır yoluna çıkmayışımdan, yaptığım karanlık anlaşmalardan, suç arayan ya da suça sarılan ve benim gücümle bana zarar veren yanımdan kurtuluyorum. Şimdi, kendi gücümü geri alıyorum. Ruhum, diyorum. Hoş geldin. Seni tekrar hissetmek çocuk olmakmış. Bir yer var. Sadece senin bulabildiğin. Benim aramayı seçtiğim.
2 notes
·
View notes
Text
ben’siz
bu öyle bir sabah ki; zaten bir ömür beklediğim ne varsa yatağın solunda bana bakıyor gözümü açar açmaz.seçtiğim, sevmek istediğim, kendi kendimi doğurduğum her şey boylu boyunca yanımda yatıyor. hardal rengi bir perde belki,en pahalısından bir oda parfümü, hiç de sıkılmayacağımı bilerek gittiğim iş yerleri, sonunda yazabildiğim şarkılar...yatağım denize 5 dakika, yürüyerek hem de.. büsbütün bir kadın, tamamen insan ve kesinlikle aklını tanıyan ben de açabiliyorum gözlerimi bu sabaha. sağımı solumu kendimle kuşatmışım. işgal denmez de, yapılan antlaşma barışı sağlamış, asayiş berkemal yani. tamamen insan derken de haklıyım üstelik. insan olmanın acısı hala göz kırpıyor çünkü, günaydın der gibi. insan olduğum tam da aklımdan yine çıkmışken. içim sıkılıyor veya her neyse istediği. o ne isterse oluyor işte. sonra içimi düşünüyorum. bak diyorum, en azından hala o seninle. sizi düşünüyorum, onları, seni. yalnızca bende var sandığım bir yatak dolusu şeyi. her şey nasıl da buldu yerini, herkes iyi kötü nasıl da bulduğunu zannetti içini. kalbinin ucundaymış meğer diye de sevdi kendini.
bu öyle bir ev ki; aslında doğduğumdan beri her şeyi bana ait gibi. sanki o abajurla bir ömür geçirdim de, patladıkça ampulünü değiştirmişim sadece. salondan mutfağa yürürken yaşım kaçtı hatırlayamıyorum, günlerden de pazar herhalde geç uyanmışız çünkü.kavga mı edeceksiniz kahvaltıda veyahut el ele tutuşmanızın adını ne koyacağım bilmeden geçip gitti seneler. ama bana aitti en azından.içimden çıkan öfkeydi, gözümden düşenden anlamadıklarınız, demek istiyorum. ama sevgiydi, yalan söyledim. bu paragraf ne zor diye iç geçirdim, ellerim buz gibi oldu. öyle buz gibi deyince de ; her şey nasıl da buldu yerini, herkes öyle ya da böyle nasıl da gitti. bak kelimeler yine kendini büyüttü benim gibi...doğduğum bu evde, sadece bir kişi ölmedi ki. ölmek yalnızca o anlama gelmiyor çünkü. insan kendi için de yaşamaya devam etmiyordu değil mi.her neyse.
size ihtiyacım olmasın diye edindiğim her şey her gece benimle başını yastığa koyuyor. bana ait olmayan bir cümleyle uyumaya çalışıyorum. çok şükür. evet, sonunda bunu da öğrendim anne. başka neler öğrendim bir bilsen... bilmeyişine kızmıyorum da işin garibi. burda olsan, hala içim dışıma karışmamıştı belki de. ben yatağın hep sağında, deli gibi, sabaha kadar bunları sana anlatmak istiyorum üstelik. öyle bir cesaret benimki de. özlemeyi yokluğunla öğrenmedim mesela, ne tuhaf. sevmeyi, kabul etmeyi, kimsesizliği... hepsi var olurken, bu evin içindeydin. kahvaltı yine hazırdı. denize yürüyerek yine 5 dakikada gidiyorduk. şimdi benim o kadar çok sorum var ki. öğrendiğimi iddia ettiğim cevapların adını bile koyamıyorum. tam birinizin karşısına geçiyorum, çok basit bir soruyla hem de. o, orda karşımda duruyor. buz gibi bir mermer. adı yazıyor, sorumun cevabı bu sanıyorum.ya da bir duayla onu anlamaya çalışıyorum.sonra sana gelmek istiyorum. cevabını duymak istemediğim halde, her soru içimde başka bir yeri kazıyacak olsa bile... doğrular, yanlışlar, hak etmeler birbirini kovalıyor. içimde hiç bitmeyen bir oyun var anne.bir çocuğa ait olamayacak kadar tehlikeli, büyüdüğümü de kabul ettirmiyor üstelik. bak yine çıkmıyor işte kelimeler. kusamıyorum. bağıramıyorum. soramıyorum. sanki ilk ve son kez senin içinden çıktığım gün anlatabildim sana her şeyi. artık; hiç kimsenin, hiçbir şeyin, hiçbir yerin içinden çıkamıyorum sayende. olsun, diyorum.
o güne dönmek istiyorum ben, biraz film gibi ama olsun. saçım örülmüş, o 10 sayfalık kitabı yine okumuşum, sen salonda ütü yapıyorsun, oradasın duyuyorum.bu yüzden de huzur içindeyim. ben uyuduktan sonra beni odama götüreceksin, sabah bunun için kızacağım sana hatta. ama yatağın soluna, yastığına burnumu dayayıp uyuyakalmışım yine diye de sana ait hissediyorum.. ben sadece bunları konuşmak istiyorum. o evi, ordaki ve o zamanki seni. o odada öğrendiklerimi.
doya doya.
belki de hiçbir zaman okuyamacaksınız bunları. ama ben hissedebiliyorum. sizi çok özlemek de bu sabahın ve evin içinde...
3 notes
·
View notes
Text
Yaz’a
Nasıl anlatsam. Bizim tek bir adıma, bir kelimeye veya en sonunda çıkardığın gaza sevinmemizi… nasıl anlatsam Yaz, gördüğün, duyduğun her şeyin aynısını yaptığında ne hissettiğimizi. Daha şimdiden, rujumu, çantamı alıp kendi dünyanda gezmeye çıktığını,nasıl. Sana her bakışım hemen bir sonrakini planlıyor. Uzun ve evvel bir zaman içinde, senin dilinde konuşabilmek, öğrendiğim en zor ama en güzel dil. “Nasıl anlatsam” diye sormadığım, öğütlerin, güdülerin ve boşluğun olmadığı bir yerde doğmak gibisin çünkü. Sanki ne desem, aslında ben öğrenecekmişim gibi. Şu iki gözünle bize verdiğin dünyalarda kalsam diyorum hep. Orada mevsim hep Yaz zaten, orada güneş kendini nasıl izletiyor.İçimizde hep kelebekler var, klişesiyle.
Ben biraz böyleyim bak. Böyle de kalacak gibiyim Yaz. Kitabına yazdığım gibi işte. “ masal gibi bir günden “ fırlamış diyebilirsin. Ucum bucağım var ama korkma. ucumdan tutarsan tabii… sen daha doğmadan söz verdim ben annene. Sana, yanında, sevdiklerine hiçbir zararım dokunmayacak, diye. İlk 14 ayını göremediğim ve o güzel suratını öpemediğim için özür dilerim. Yani fotoğraflara bakıp da “Nenne neden yok?” Diye sorarsan, bil. İyileştim, iyiyi senin yanına koymak içindi yokluğum.
Sonra sen Baba’ya o kadar iyi geldin ki Yaz, bana da ailemi geri verdin. Benim babam gitti sen geldikten bir gün sonra. Olsun. Sana bıraktı sanki bizi. Ama sen, birini Baba, birilerini de tekrar aile yaptın. Küçücük ellerinle üstelik… Beni Nenne ilan ettin, mutluluktan ağlattın, tekrar inanacak bir şeyler verdin. Bak ben biraz böyleyim Yaz. Zaten güneşin hiç batmadığı bir yerlerde çoktan tanışmıştık. Sen beni bildikçe seveceksin. Ben seni sevmeyi öğreneceğim.
Nasıl anlatsam ki. Sana büyümenin tarihçesini ben anlatamayacağım küçük, ben hiç küçük olmadım çünkü. Benim de ömründeki yerim biraz bu sanırım. Zıttımla var ol sen diye. Seni koruyamacağım mesela. Senin sırrını tutamayacağım. Sana kızıp, öğütler veremeyeceğim. Kurallarla yönetemeyeceğim seni ben. Bilmiyorum hiçbirini. Hatta bazen gideceğim, dönmek üzere. Bazen kendime o kadar kapılacağım ki, varlığını sorgulayacaksın. Ama sana inanacağım. Ne olursa olsun, ne yaparsan yap, seni hep tarifi mümkün olmayan bir şekilde seveceğim. Sevginin tariflerini vereceğim sana, evet. Şeklini göstereceğim, hacmini bile. Yalnız kalabilmenin hazzını bileceksin. Kimsesiz olmayı da bileceksin elbette. Ama kimsesiz kalmayacaksın benimle. Sana ne anlatacaklar bilmiyorum ama; biz olmayı çok seveceksin. Söz. Sağlam bir kaynaktan öğrendim ben de.
Şimdi şakalar yapıyoruz seninle ilgili. 2 yaşındasın. Babana göre önümüzdeki ay üniversiteye gidebilecek durumdasın mesela. Komik tabii bunlar. Her kelimeni yazıyorum bir deftere, kırmızı olan hani.Her şeyi anlıyor, asla bizimle aynı dilde konuşmuyorsun ya… Nennesinin Yaz’ı işte diyorum. Bırak dünyevi her şey hep orda kalsın. Bir süre sonra canın yanmaya başlayacak zaten, boktan bir yer burası. Ama sen şimdilik bunları boşver..Zaten ben de her şeyi anladım da hiç dünyayla konuşmadım. Ne bileyim, hiç canım çekmedi. Bir gün senin de canın öyle isterse, konuşuruz. Nasıl anlatacağımı en iyi bildiğim şey bu çünkü.
Nasıl anlatsam. Heyecanla bekliyorum işte. Büyüyüp de hissedeceğin şeyleri. Hissetme şeklini. Ne kadar haklı olduğunu anlatışını… İnandığını görebilmeyi.. çünkü bizde mevsim hep sonbahardı. Yapraklar dökülürdü, sapsarı. Artık ne tuhaf her yer yemyeşil, rengarenk. Bir yaz mevsimi bizi bize getirdi ve benim de tekrar inanabilmemi istedi. Bana her şeye rağmen bir neden verdiğin için teşekkür ederim Yaz.Seni daha da çok seveceğim.
Nenne’n.
3 notes
·
View notes
Text
Kovan 1*
-Hoşgeldin. Tekrar. Seni en son gördüğümde de bu kadar emindin son kez gidiyor olduğuna. Şimdi de öyle mi? Sen de haklısın aslında. Bu bir oyun olmaktan çıkalı çok oldu.Belki de zaten en başından beri ortada bir oyun yoktu. Ki bu da işini daha da zorlaştırıyor olmalı. Bir arının birini soktuğunda öleceğini bildiği halde buna engel olamayışından bahsedebiliriz. Ki bir arı bunu biliyor mu, bilmiyorum. Bile bile yapıyorsa da dünyanın, varlığına muhtaç olması da baya trajikomik bir durum.Sen şimdi geldin ya mesela, yine gideceğini, hatta sonra tekrar-tekrar-tekrar-tekrar-tekrar bunu yaşamak zorunda olduğunu bir yere not et istedim. Deliliğinin dünya dilinde bir kanıta ihtiyacı olacak. Burada kalabil diye, dünyanın senin varlığına ihtiyacı da yokken. Yani derdimiz biraz baldan daha önemli değil yine.
-Hoşgeldin. İlk kez görüyorum seni. Yüzünden düşen kaç parçaya bölünüyor sayamam veya seni hiç tanımıyormuş gibi de yapamam. Hissettiğin her şeyi bilmek zorunda bırakıldım sonuçta. Kimden kaçıyorsun öyleyse? Baş başayız, bazen sırt sırta. Aynı oksijene zaman ayırıyorsak, neyi susuyorsun hala. Benim içimden, benim ismimden gelenin benden ne kadar uzağa kaçabildiğini daha önce gördük. Hepimiz. O halde sana bir merhaba diyeceğim şimdilik. Merhaba, ben sendenim. Önce; inan bana.
-Hoşgeldin. Sen aslında hiç gitmeyensin değil mi. Şu başımızın hiç de tatlı olmayan belası. Ama en güçlü olanı. Ne yaptın bu sefer her şey daha da normal oldu mu. Ya da sağlıklı. Ya da doğru. Ne komik ve eğreti kelimeler seçiyorsun. Bazen haksızlık olduğunu düşünüyorum. Yani sen öleceğini bilip de kimseyi sokmayan bir arısın. Yani... Öleceğini bilebilmene hayranım. Ama nasıl hayatta kalacağını bilmediğini düşünmenden de nefret ediyorum. Ya da bunu yapma şeklini bize hiç yakıştıramıyorum. Sahi hiç mi gitmeyeceksin?
-Hoşgeldin. Bir beden ne kadar zorlanabilirse, o kadar zorluyorsun gerçekten. Takdir edilmesi gereken bir çaba ile yaşatmıyorsun tek bir günü. Şimdi neye tutuluyoruz.Şimdi kime. Şimdi niye. Ne yapmışlar bu sefer. Hangisinin gerçeğiymiş bu. Ne demişler sana. Nasıl inandırmışlar. Yapma diyeceğim ve güleceğim hemen. Arıya sokma der gibi. Ama sen bal da yapabilirdin tabii. Sana sarılmak istiyorum bazen sımsıkı. Sevmek için mi bilmiyorum. Çünkü çok sıkı sarılmak istiyorum, durdurmak içinmiş gibi. Geleceğinden de hiç haberimiz olmuyor zaten. Canımıza okuyacaksan da bir şey söylesen keşke, diyorum. Sonra gel, ne yapıyorsan yap, burası senin de içinmiş gibi.
-Hoşgeldin. Nereden öğrendin ve bunca nefretin buraya sığabileceğine seni kim, nasıl inandırdı. Veya sevginin. Veya korkunun. En doğrusu şu olacak sanırım; Böyle hissetmeyi nereden öğrendin. Aslına bakarsan hiç merak etmediğim sorular bunlar. Sadece bu kadar yoğun, bu kadar katı ve bu kadar kimsesiz olabilmeyi başardığın için üzgünüm. Tüm kelimelerinin sadece sana ait olmasına, sadece senin anlamlarını biliyor olmana ve sırf bu yüzden kötüyü seçtiğini düşündürmene de. Onların dünyasında adın bu, evet. Kötü. Hadi gel de, anlat onlara. Bilmedikleri harflerin, bilmedikleri anlamlara geldiğini. Şu halini gördüğünü söyleyene anlat en çok da. Seni görmenin ne demek olduğunu bilene; sadece kendine bir şey bulmak için sana baktığını bildiğini söyle.Sonra kocaman bir kovan olduğunu da ekle. Hadsizliklerini de sev üstelik.Çünkü hissetmek onların dünyasında da var.
-Hoşgeldin. Seninle şuan konuşmak istemiyorum.
-Hoşgeldin. Korkunun ecele faydası varsa, eminim ki bunu sen yaratmışsındır. Sayende mi yoksa senin yüzünden mi bilmiyorum ama, hala hayattayız işte. Onlar korkacak bir şeyler buluyorlar bak. Kimisi arıdan korkuyor mesela. Korktuğu şeyi görüyor, duyuyor. Kaçıyor hatta, en kolayı. Üstüne gidenler var,seni yenmekten falan bahsediyorlar..Sana öğütler verecek, saatlerce sakin sakin konuşacak halimiz de kalmadı. O yüzden; Korkunun kendisi olmayı başaramazsın. Korkunun kendisi olmayı sevemezsin. İçimden çıkıp gitmekle beni korkutamazsın. İçimde kalarak beni böyle korkutmaya devam edemezsin. Bildiğim tek şey sana rağmen, seni seviyor olduğum. Beni sevmenin ne kadar korkunç olduğunu da kimseden saklayamazsın.
2 notes
·
View notes
Text
Bonobo
‘‘Herkesin kör olduğu bir odada, isimlerin hiçbir önemi yoktur.’‘
Bulunduğu her yere haklılık taşıyan hislerin verdiği kararlar, bilmekten mi gelir? Bilmenin kılavuz olmadığı yerde hakkından mı olursun? Ya da kararsız mı. Kabul ettiğin her şeyde başka bir anlamdan kaçmaya çalıştığını görüyor musun?
Bilmediğini söylerken, bilinçli eylemlerini var edersin aslında. Çünkü güdü; bir bilgidir. Bembeyaz bir körlüğün içinde herkes, ortaklık bulmaya çalıştığı her anlamı, bilerek hissediyor, doğru. Bu da herkesi her zaman haklı kılıyor. Hissettiği için kendini haksız gören var mı. Fikirden, ekipten ayrı düşene karar verme hakkı vermek ise; seçim yapmanın tanımına yüklenen bir ortak karardır. O halde, bilmediğimiz hiçbir şey yokken, karar vermenin gizeminden haz almak niye?
İnsan kendine emanet edilen, yapabildiğini bildiği her şeye sığınıyor, haklısın.Yapabildiğini görerek öğrendiği açıklarıyla da yeni korkular yaratıyor kendine.Yeni derken, bilmediğinden değil. Devamlılığı korumanın bir başka adı haline gelmekten. Tecrübenin kılavuz olduğu yerde hissiz mi olursun? Ya da bilge mi. Haz ise; işte tam şuanda kendine ait bir başka tanım düşünmek gibi.
Her bir halkanın zincirdeki yeri bir bütünü var ediyor. Ortak bir çapta milyonlarca halkadan, tek bir sıralamanın var olduğunu düşünmek de seni haksız yapıyor. Yer yüzündeki tüm renkler karıştığında beyazı oluşturuyor, ama beyazı kimse renkten saymıyor. Körlüğün tanımını, beyaz bir boşlukla yapıyor. Kimse kimseyi, onun koyduğu isimle tanımıyor.
Peki bunca ismin içinde hepimiz, her anlamda ortak mıyız? Cevap basit değil, sadece çok kolay. Çünkü; her şey senin için, sen gibi ve sana kadar.
3 notes
·
View notes
Text
Speculo
‘’Contraria contraiis curantur. ‘‘ ‘’Zıtlar, zıtlara iyi gelir.’’
İyiyi, iyiliği hedefleyerek elde etmek.Hedef, amaç değil yanlış anlama. Yanlış, anlamından doğa doğa sana kadar iyi mi geldi? Sahi sana ne iyi gelirdi? Gelince kötüne rastlayanlara ne olmuştu. Karanlık ilk akla gelense, olmayanını seçtirmeyen düğümün her bir ilmeğini tek başına atmış olamazsın. Yok öyle,tuz, asit ile de sıyrılamazsın.Beyaz bir melek inse, selamlayamazsın.
Sözcükler var, özlerine inip de sökmeye çalıştığın. Gördüm. Sevdiğini gördüğün, sevmediğinin aynasından değil. Karşısında durmakla ilgili hepsinin. Durmanın özü peki. Kökünü unut. Duran ol, durmamanın hakkına sırtını dayamak böyle bir şeydir çünkü.Bu ayna, ya yanındaysa.
Düştün. Düşen değil, kalkmayan oldun şimdi. Kalkmayı düşlediğinde ise, gerçeği uyandırıp da kovaladın uykunu. İbadet etmek bu, inan.Çünkü sadece böyle sözcüklerle satın alınır koca gükkubedeki şeytan. Şimdi otur.
Bilgi olsun diye; su da yanar. Yangına gidenin körüğünden su akar. Ve su da yanar. Sırf bu yüzden yan yana olmayanlar var, yazık. Su olmanın harareti, yanabilenin de bir küçük kıvılcımdan doğmayı unutuşu. Kimsenin bilgiyi hesaba katmayışı.
Karanlık, suyla. Hâkk, gerçekle. Yangın, sevgiyle. İyi gelir.
2 notes
·
View notes
Text
Kirpi: Bir borderline
Öylece bekledim.Senelerce dokunulmayı bekledim.Aitlikten ne kadar kaçtıysam, dünyevi her varsayıma nasıl tutunamadıysam, bekledim. Elimi yüzümü kire pasa buladım.Bu benim ‘’siz’’ olma şeklimdi. Etrafımda bir kıyamet kopsa yine de yalnızlıktan şikayet edecek kadar bencildim.Sizin gibi. Aklımdan bir saniye çıkmadı terk edilmenin beni nasıl yeneceği. Bu yüzden korktum. Bu hikayede hep ben gitmeli, ben kötü bilinmeliydim.Benim insanlarım kötülüğe yakışmadı.Bir gün yağmura karıştım, sonra bir gün aydı siz benim toprağınıza düşmemi beklemediniz.
Her şey için çok geçmedi de sanki hiçbir şey gerçekten var olmadı. Bu zihinle yaşamak, ki bu benim ‘’ben’’ olma şeklimdi, sadece yaşamın içinde bulunmak gibiydi.Yaptım.Bu dünyadaki herkesi yendim.Sizden daha fazla düşündüm.Daha fazla ağladım ve yenildim. Bu rezil, küçük kusurla, kanlar içinde geldim buraya.Sizin gibi.Bir kez olsun hiçbir şeye ihtiyaç duymadan tek bir kişiye ait, hiçbir şeyden korkmadan ve rahatsızlık duymadan ben, size benzeyebilecek miyim?
Yorgunluğum yavru bir kuşun kanat çırpışlarında saklı.Kendimden mi yoksa normalliğe erişme arzumdan mı, bilmiyorum. Sahi siz ne kadar normaldiniz, siz nasıl bu kadar kusursuz doğduğunuz? Bunun adına ister kıskançlık deyin, ister imrenmek, bir dakika boyunca bu hasta ruhu terk etmek için ömrümü verebilirim.Belki o zaman bu yılgınlığa karışır ve anlarsınız.
Evet, hayatıma giren herkese ve her şeye zarar verdim. -Sesli okudum, güldüm.- Evet, kendimi en sınırsız, en çıkmaz sokaklara soktum ki içimdeki karanlığa alışabileyim. Beni çok sevdiniz, belki nefret ettiniz fakat hiçbiriniz bana inanmadığınızı söyleyemezsiniz.Bu da benim ‘’onlar’’ olma şeklimdi.Bir gün bir buluta adandım, sonra bir deniz kabardı siz benim kıyıya vurmamı istemediniz.
2 notes
·
View notes
Text
Koza: ilk gün
Bu herhangi bir şarkıda duyabileceğin, ve sen seversin, kutsalın olabilecek bir kelime değil.Bunu, vücuduna kazıyabileceğin bir filmde de izleyemezdin.Sen de anne olsan, sana bunu öğretmezdin. Bir kedinin yeni bir eve alışma sürecinden bile çıkaramazdın, ki defalarca gördün, sığınmanın hızını.
Çok hızlı, kalbin çok hızlı, göz bebeklerin hızla büyüyor, cümleyi 3.1 saniyede kurman gibi.
Her vazo, kırıldığı yerden yapıştırılıyor.Gülme, çok da basit değil.Tek tek baktığında, her kelimeyi bir yere saklamak isteyeceksin. Bu adına yazılmış bir kitapla baban arasında kurabileceğin bir bağ değildi.Her taşındığın evin anahtarını saklasan da, hiçbir evin kapısına tekrar gidebilecek cesaretin olmadı.Sen de kadın olsan, sana bu sırrı vermezdin. Bir karganın iki yüz elli sene boyunca aynı kanada aşık olmasından bile çıkaramazdın, ki en sevdiğindir, aitliğin seçilemezliğini.
Seçmek, tam olarak bunu isterim diyebilmek, şimdi olsa yine yaparımlar, bu cümleyi silip silmemek arasında kaldığın gibi.
Her çekmecen dağıldı. Birkaç metrekareye sığmış olabilirsin fakat bu doğru ve düzgünün arasında bir güzergahın olduğu anlamına gelmiyor.Ellerin en altta.Nereye koyduğunu bana soracaksın, biliyorum. İşte tam da nerede çıkardıysan oradalar. Saçların ile bileklerini aynı kata koydun.Sonra bozuk para koktu boynun. Bunu yeni öğrendiğin bir alfabeyle bile dile getiremezdin.Bu, on üç sene boyunca her pazar kahvaltısında yediğin ıspanaklı böreğin tadında yoktu.Bir kitaplığın rafı tozlanmışsa; senin onu temizleme isteğinle aynı değil bu.Bu, o kadar temiz değil. Bir mezo sopranonun, si’ye bağlanmasından bile anlayamazdın, ki sen bunu hiçbir şekilde anlayamazsın, bahşedilene zorunlu olmayı.
Bir bir yaz, bir bir bil, malum noktalama işaretini unutma, ne kadar zor olursa olsun, bir. Bu yazının, bu paragrafında, seninle olmak var ya, ne zor.Ne güzel.
Sen de sen olsaydın, yine, bunları sana söylemezdin.Çünkü; değdi.
Neden.
1 note
·
View note
Text
Yıldız toz’u’m
Televizyondaki iyigiyimli ve düzgünkonuşan kadın bildirdi:
‘’Bir yıldız daha öldü.Geride bıraktığı gazlardan yeni bir insan DNA’sı oluşturuldu.Yetkililere göre, yarından tezi yok zulme başlanacak.’’
Sigara içemezdim.Duyduklarımdan kamburum 3 cm daha yere çekilmişti.Yarından tezi hiç olmamıştı.Bir yıldızın geride bıraktıklarını düşüneceğim diye yemin ettim. Bir insanın dna’sını oluşturmanın ne demek olduğunu çözeceğime söz verdim. Bu benim evrim teorimdi.
Televizyondaki hissiz ve boşbakan kadın devam etti:
‘’Bugün 17 Sonbahar,2017.Dünden bugüne bir asır daha geçti.Yetkililere göre, sabaha kadar herkes çığlık atmaya devam edecek.’’
Ciğerlerim inanamadı.Boşlukta savrulduğumuzu düşünmüyorum.Boşluğun bir kokusu vardı.Toz halinde size işlenirdi.Artık o da yok.Belki sadece, küçük bir geziye çıkmıştı.Fakat bu; tozu dumana katabileceğimiz anlamına gelmiyor.Bir asırda 1 gün var.Dünle bugünü hiçbir takvim yaprağına sığdıramıyorsunuz.Surların altına gömdükleri yıldızları unutmak için,biz, her yüz yıl, çığlıklarımızı birleştiriyoruz.Tek işimiz, işe yaramamak.
Televizyondaki donuk ve heyecanınıbelliedemeyen kadın şöyle buyurdu:
‘’Bir sondakika haberi ile devam ediyoruz.Bir yıldız daha öldü. Olay yerinden bildiren yetkililer, geride sadece sonsuzluk bıraktığını söyledi.’’
Başımıza daha ne gelebilirdi ki.Hacminde sadece bir gram sonsuzluk barındırabiliyorsun. Göç edeceksen, çiçeklerini sulaması için anahtar bırakabileceğin bir komşun bile kalmıyor.Bu bir ironi bile değil.Bırakırken, kalmak.Bu benim zıtlık teorimdir.Evler inşa ettik.Odalar, hücreler, metreye düşen kareler, mobilyalar..Boyadık ve yonttuk her birini.Hiçbirinin içi dolmadı.Madde asla sıkışmadı, birbirine sığışmadı.
Ve:
‘’Sabahın ilk saatlerinde toplanan kurulun yeni yasa tasarısı şöyle: Artık bir yıldız, neslinin devamı için başka bir yıldız doğuramayacak.Kimsesiz olduğu bilinen bu türün kayboluşunu meydanlarda kutlayacağız.’’
Artık çok ileri gidiyorlar.-Sigara içemezdim.-İçinizde taraf olabilen var mı? Neye, kime gönlünü teslim edeceğinden şüphe duymayan kaldı mı? Tutunmak, birleşmek, karışmak gibi kelimeleri 3 gün, yani, 3 asır önce yasakladılar. Şimdi de zavallıların aile olmasını mı istemiyoruz? Bu benim aitlik teorim değil.Aslında biz, yıldızın doğmuşdoğacak ve doğan dölleriyiz.
:
‘’Bültenimizi haftanın en çok nefret edilenleriyle bitiriyoruz.’’
*Bir yıldızın doğum videosunu izliyoruz şuan.Göbek bağını değil, kafasını kesiyorlar.**
Haykırmamak için damağımı sıktım.-Sigara içmeliyim-. Organlarımızın olduğunu düşünmüyorum.Kalbin bir mevsimi vardı.Artık o da yok.Belki aşık olmak istemiştik.Fakat bu; tozu nefrete bulayabileceğimiz anlamına gelmiyor.
*************
Toz, beni bana katmadı Toz, beni iyiye bulamadı Toz, bizi kavurdu Toz, seni savurdu.
Toz,senin rüzgarın bana çok fazla ölüm taşıdı.
1 note
·
View note
Text
Uyuz: Mastürbasyon
Düşünmek istemediğinde ne yaparsın.Düşündüğünde ellerin ne yapar.Kaç yaşındasın.Neden orada yaşıyorsun.Anneni seviyor musun.Sevgilin. Çekiniyor musun. Soru işareti kullanmadığımda cevap almayacağımı düşünüyor, bundan rahat hissediyor, bütün şuursuzluğumu açık edebiliyorum.Aptal, değil mi.Ama kutsallarına dokunmadan bile anlamsızlığını bulabilirim. Bu beni hırsız veya yalancı da yapmıyor. Annemin bir alıntısı vardı: Doğmak zamandan çalınmış bir küçük parça. -Baş parmağım, ortancayı ezdi.Bu düşündüğümde elimin yaptığıdır.-Sonra, benim alıntım: Var ol. ''Size hücremi anlayatım: Sekiz metrekare.'' Saymadan geçirebileceğin tek bir saniye.Ne çıkmaz ama! Herhangi birini saymadan neler yapabildiğini görebileceğini biliyorum.Yüklemlerle taştın, sızacak sızacak ve sızacaksın.Aklıma sadece bunlar geliyor. -Gülüyoruz- ''Mülkiyet, kadınların pezevengidir.'' Böyle anlamsız, böyle sarmaşık cümlelere daha ne kadar tahammül edeceksin.Sattığın bir eşya gibi düşün.Aitliğini kaybedeceğin bir koordinata ihtiyacın olmamalı.Bakir kalabilir, azizliğinle övünebilirsin.Merak etmeden yaşayabilecek miydin. ''Kimse bana örtüden söz etmemişti.'' Nereden bakarsan bak, sıkışmış. İstersen adına zincir, döngü ya da kısır diyelim. Silmen de bir işe yaramayacak.Üstünü örtecek, kapatacak, sıkacak sıkacak ve sıkacak. Allahım, tek bir kuruş bile ödemedim bu çoraklığa.Hangi tekil şahısa yükleneceğimi bulamıyorum. ''Ben senin sokağına ulaşamam.''
1 note
·
View note
Text
Fenafillah
Savaşım yayıldı. Kazandım mı? Ne gördüğünü biliyorum. 37 milimetre seni saniyede otuz yedi parçaya bölebilir. Barut seni simsiyah edebilir.Ama yetmeyecek. Bölünerek arttığını gördüğünde gerçekleştiğini de anlayacaksın.Çünkü Bofors 37 mm senin vicdanın yeni adı. Yok'u yaşatmanın en sevdiğim yanı da bu. Ezdiğin her kafadan tekrar doğuyor. Yenileniyor, güçleniyor ve kulağında bir silah sesi. Bom. Kılık değiştirdi.Geldi. Doğdu. Burada 960 kilometrelik bir yığın gibiyiz. Kümülativizmi yeşil, kudretli, iyi, dünyamıza nasıl tanıtacağımız konusunda tartışıyoruz. Dertlerimiz biraz böyle; enkazdan gelen sesler... Duyduklarına emin misin? Pisuardaki aminoasitle karışmış bir sürü döle ne yazık, değil mi.Acıyamıyorlar. Hangi ağıt sığar doğmamışlıklarına. Umurumda değil. Kaç kişi olduklarını çözebilmek için kilometreyi Adem'e dönüştürmelisiniz. Bir Adem gidilmemiş yüz kilometre ediyor .9,6 insan, 19,2 kol, hiç yol yokuşu. Alemin en tenha yerinde bağırmak istediğim bir şey; DOĞAMADINIZ. DOĞURMADI. Aynada ne gördüğünü biliyorum.Kimin gülümsediğini, neye benzediğini biliyorum.Sağır sağır hisler doldurmuşsun, yazık. Küllerinden yeniden doğan olmak nasıl bir şey düşünmeni istiyorum.Güneşin hiç batmadığı zamanın birinde, uzak bir ülkedeki arınmış kişi olmanın rahatlığını anla istiyorum.Aracıdan uzaklaş. UZAK. ''Hüdhüdü neden göremiyorum? Yoksa kayıplardan mı oldu? Onu gerçekten şiddetli azapla cezalandıracağım, ya da onu boğazlayacağım veya o, bana apaçık olan ispatlayıcı bir delil getirmelidir." Senin o ağzına giren memenin, sütün midendeki hacmi affetmenin yeni adı. Nefsine dolan hakaretlerini beslediğin süt hala ak mı? Sakin ol. Boşluğu ittir.
2 notes
·
View notes