Text
Devrimcileri kötü bilip aşağılayan insanlara şunu hatırlatmak istiyorum. Atatürk ilkelerinde; Cumhuriyetçilik,Halkçılık,Milliyetçilik, Laiklik,Devletçilik ve İnkılapçılık vardır. İnkılapçılığın'da eş anlamlısı Devrimcilik demektir. Bir devrimciyi bundan sonra asla yargılamayın ve hiçbir hakarette bulunmayın..! SAUDADE
0 notes
Text
Devrimci olmak için illa dünyadaki tüm kötülükleri ortadan kaldırman veya bunlara kafa tutman gerekmez inandığın şeyleri dava olarak kabul edip ve inandığın o şeyler için kavga edersen bir devrimci olabilirsin. Şunu da unutma bu kavganda bir çok kişi yanında bir o kadarı da karşında olacak. Ve bu davanın sonuçlarına katlanıp herşeyi göze almalısın.
0 notes
Text
Elimdeki kalemi öldürmek için yazıyorum bu yazıyı. Mürekkebi bitti bitecek, son demlerini yaşıyor. Yazdıklarını okuyan biri belki bunu anlayamayabilir; ama ben hissediyorum. Arabada bir terslik olduğunda bunu ilk şoförü fark eder, biraz ona benziyor işte. Önce, onu daha fazla yormaktan vazgeçip bu haliyle diğer kalemlerin arasında bıraksam mı ki diye düşündüm. Ama emekliliğe ayrılıp öteki kalemlerin yanında bir sığıntı gibi hiçbir şey yapmadan yaşamını sürdürmeyi gururuna yediremeyeceği açıktı. Henüz yazabilecek güce sahip olduğundan, onu bu haliyle çöpe atmayı da ben istemiyordum. Zaten böylesi bir davranış, kaleme hakaret etmek olurdu. Ben de çareyi bu intihar yazısını yazmakta buldum. Kalem yazdıkça tükenecek, tükenmek için yazacaktı. Hâlbuki adına tükenmez kalem diyorlar. Yalan. Benim tükenmez kalemlerimin ömrü, kurşun kalemleriminkinden bile kısa olabiliyor. Özellikle küçükken çok tükenmez kalem öldürdüm. Basmalı olanların içini açmak gibi bir zevkim var. Her kalemimin içini, bir kereliğine de olsa görmek isterim. Biraz tecrübesizlikten, biraz da umursamazlıktan, çocuk yaşta gerçekleştirdiğim kalem ameliyatları faciayla sonuçlanabiliyordu. Hastanın içini açıp tekrar kapamayı beceremeyen bir doktor gibi; ya yayını kaybeder, ya da mekanizmasını doğru şekilde yerleştiremediğim için, kalemi çalışmaz halde kapatır, aldığım yere koyar ve olay mahalinden sessizce uzaklaşırdım. Büyüdükçe ameliyatarım başarılı geçmeye başladı. Bugün, hasta için en ufak risk teşkil etmiyorlar. Bu kalemi yaklaşık bir sene önce, tren garında dergilere bakınırken buldum. Sahibi bir şey not etmek için çıkardı, sonra da koyduğu rafın üzerinde unutup gitti herhalde diye düşünmüştüm o gün. Şimdilerdeyse sahibinin, kalemin şu an yüzleşmekte olduğum trajik sonunu o günden sezerek korkmuş ve bu acı olaya göğüs geremeyeceğine inanarak, yeni sahibini bulması için kalemi oraya bırakıp kaçmış olma ihtimali üzerinde duruyorum. İyi hatırlıyorum o günü; raflardaki müzik dergilerine bakınırken gözüme takılmıştı, şöyle bir etrafı kolaçan edip kalemi cebime atmıştım. Siyah bir tükenmez kalemdi. Uzun süredir maviyle yazdığımdan, benim için önemli bir değişiklik olacaktı bu. Sevinmiştim. Evet, fark ettirmemeye çalışsan da, artık kuvvetini iyice yitirdiğin belli oluyor. O en ucunda dönüp duran, mürekkebe bulanmış küre kayganlığını yitirdi. Kağıdın canını acıtarak yazmaya başladın. Şu an yazdığım, kağıtla aranızda geçen bir aşk hikayesi olsaydı; bu noktada, kağıdın şunu demesi uygun olabilirdi: Artık birbirimize zarar vermeye başladığımıza inanıyorum, ayrılalım? Seninle neler yazdığımı düşününce aklıma çok da dikkate değer bir şey gelmiyor. Asla gözdem olmadığını sen de biliyorsun. Çok önem vermediğim şeyleri yazdım seninle: ders notları, akla gelen ufak tefek şeyler. Yanlış anlama, haksızlık etmek istemem. Sonuçta ders kalemi olmak cefakârlık isteyen bir iş. Sen tüm o stresli, sıkıcı dakikalara hiç sesini çıkarmadan katlandın. Gerçi sanırım kimi sınavlarda senin yerine güzel kalemi mi kullanmam gücüne gitti, afedersin. Gel gör ki, insan biraz değişiklik istiyor. Ayrıca, özellikle son dönemlerinde, pes edeceğin zamanı kestiremediğim için kendimi riske atamıyordum. Yazının ortasında tükeniverirsen kalem değiştirmem gerekecekti, ben de bir yazıyı iki farklı kalemle yazmasını sevmem, yazıyı karaktersizleştirdiğini düşünürüm nedense. Sınavda yazdıklarının neresi karakterli ki, diyorsundur; haklısın tabiî. O ?güzel kalem?ime her zaman düşman gözüyle baktın. Seni anlıyorum. Tüm ağır işleri sana yaptırıyor; ne zaman zevk alarak, önem verdiğim bir şey yazacak olsam onu tercih ediyordum. Çalışmadığı zamanlar, burnu bir karış havada, alaycı bir ifadeyle köşesinden seni izlediğini de biliyorum; fakat söz konusu güzel kalem olunca, bu tür şeyleri göz ardı ediyor insan. Aslında o güzel kalemlere de bu kadar yüklenmemek gerek. Onların da kendilerine has, mühim sorunları var. Mesela birçoğu daha doğar doğmaz yalnız kalmaya mahkûm ediliyor. Sünnet olan bir çocuğa ya da pek yazı yazma alışkanlığı olmayan bir adama hediye edildiklerinde; bir kere bile kutularından dışarı çıkamadan, içlerinrindeki mürekkep olduğu yerde kuruyana dek ölümü bekliyorlar. Anlayacağın; senin son nefesini çalışırken bir nevî sahnede vermen, oldukça şerefli bir ölüm. Üstüne üstlük, vefat ettiğinde arkanda bırakacağın tonlarca harf olacak. Bir şeyler yapmış olarak ayrılacaksın bu dünyadan. Sanırım, yavaş yavaş o sözüne ettiğim şeref verici ana yaklaşıyoruz. Her kalemin bir hayali vardır. Seninkisi neydi, merak ediyorum. Bir memurun sabahtan akşama kadar çalışan, kısa sürede miyadını tamamlayan masabaşı kalemi mi olmak isterdin, yoksa astronotların yerçekimsiz ortamda ters şekilde yazabildiği kalemlerden mi? Proustun kalemi olmak nasıl bir duygudur acaba? Bir ilkokul öğrencisinin kullandığı, ona yazmayı öğreten ilk kalem olmak gerçi o işe kurşun kalemler bakıyor. Bilmiyorum, belki de reenkarnasyona inanıyorsundur. Bakarsın, 3. Dünya Savaşını bitiren imzayı atan kalem sen olursun. Naaşın müzelerde sergilenir.İşte imzayı atarken kullandığı kalem diye. Senin için gurur verici olur bu. Gerçi öldükten sonra, adına bir mozole inşâ edilmesinden nasıl gurur duyacaksın, o da ayrı bir konu. Görüyorum ki ayrılma vakti geldi çattı. Ben kalıcıyım, sen gidicisin. Açık konuşayım: Sen gidince hemen yerine bir başkası gelecek. Ama sanma ki seni özlemeyeceğim. En azından bir iki gün, elim yeni tükenmez kalemimi yadırgar, alışmam biraz vakit alır. Taş kalpli biri sanma sakın beni. Bu dünyadan göçüp gitmene elbette üzülüyorum. Birlikte geçirdiğimiz onca zamanı bir çırpıda unutmam mümkün değil. Aslına bakarsan; vedalaşmadan önce sana söylemek istediğim son bir şey var. Hiçbir zaman itiraf edecek gücü kendimde bulamasam da bunu şimdi söylemek istiyorum: Seni her zaman o güzel kalemimden daha çok sevdim...
0 notes
Text
Elimde enjektörle öylece kalakaldım.Çok klasikti ama ben de arkamda bişeyler bırakmalıydım.En azından ölümü tercih ettiğimi bilmeliler diye düşündüm.Aslında kimseye bişey borçlu değildim,alışverişi keseli çok oldu.
Nasıl başlayacağımı bilmiyorum,şöyle mi başlasam ; Hey millet ben ölmeye karar verdim.Niye biliyor musunuz çünkü yaşım 17 ye dayandı. Ölmeye değil de üremeye karar verseydim,neyse ki aklım başımda Neyse,kötü alışkanlıklara bulaşmayın kendinize iyi bakın…
Kimsenin öldüğümü bilmesi gerekmiyor ama en azından aileme benden nefret etsinler diye bişeyler açıklamak istiyorum.
Sigaraya 13 içkiyi 14 yaşında başladım. Kendimden nefret ediyor. Yaptıklarımdan iğreniyorum. Kahrolsun böyle insan,böyle hayat. İnsanların gerçekçilik adına söyledikleri şeylere gülüyorum.Çünkü söylediklerine kendileri de inanmıyor.
Gün geçtikçe daha çekilmez bir hayat. Artık dayanamıyorum her yerim sızlıyor.Herşeyden,herkesten nefret ediyorum.O kadar yanlış yaptım ki
yaşam artık iyice çığırından çıkmıştı.
Ne yapmam gerektiğini biliyorum.
Evde kimse yok yazacak birşey de kalmadığına göre artık bitti…PERDE… Evet Umut Erdoğan intihar etti. Herkes bundan ders çıkarmalı.Özellikle anne ve babalar,çocuklarınıza tanrıyı anlatın ki onlarda bu duruma düşmesinler.
Umarım günahlarım affolur..
0 notes
Text
Hiç tak ettiği oldu mu canınıza birşeylerin? Kendinizi şu şehirden ya da dünyadan hatta evrenden dışarı atmak istediğiniz yapayalnız hissettiğiniz benliğinizi kimsesiz bir sokak kedisi gibi ya da izbe bir parkın bankında çiseleyen bir yağmurun altında geceyi geçirmek istediniz mi? Hayatı hergün değişen ve karmaşıklaşan dertler yumağı olarak gördüğünüz sabahlara kadar gözünüzü hiç kırpmadan efkarlı ve çaresiz bir vefasızı düşündüğünüz? Ahh keşke diye umutsuzca iç çektiğiniz. Sonra ağladığınız yorulana kadar bitiverir diye… Kahrolası aşk masalını bir kalemde silmek istediğiniz oldu mu? Her geçen gün biraz daha umudunuz kırıldı mı yarınları düşünürken bir başınıza? Sonra bir dost aradınız mı hep sadık güvenilir ve samimi? Uzaklara bakıp derin derin daldınız mı mutsuz ve umutsuzca? Uçan kuşlara imrendiniz mi ne kadar özgür temiz ve saflar diye. Geçmiş günler canlandığında gözünüzde neden diye sordunuz mu hiç kendinize? Şimdi için kaygılandınız mı? Ve gelecek içinse satmışım anasını diyip boşverdiniz mi herşeye? Sizi bilmem ama ben bunların hepsini yaptım. Anlayacağınız HAYATI DENEDİM…Ama olmadı olamadı. Gönlümdeki öksüz çiçeği büyütemedim soldu gitti ruhumdaki mistik melodi sustu gitti. Açıkçası ben beceremedim galiba umarsızca yaşamayı. Mutluluğu bir çocuğun gözlerinde aramayı bilemedim kuşların cıvıltısındaki o dinmez coşkuyu duyamadım. Korkarım ben hiç kimseyi ölümüne sevmedim sevemedim. O yüreği görmedim kendimde kahretsin göremedim. Önemli değil nasılsa artık bunların hiçbiri.
0 notes
Text
Tanrım neler oluyor? Biz kaybediyoruz, o kazanıyor. Krallığından kovduğun evladın dünyayı yönetiyor. Her yerde onun izleri var. Dışarıya bak, dünyaya bak. Senin evlerinde sana sığınanlar kör kurşunlarla öldürülüyor. Kusuyorum.Manevi kusmuğumun içinde yüzüyorum. Nasıl bu hale geldim. Aynaya bakıyorum, kusuyorum. Bu kadar önemsediğim için üzgünüm. Öyle öğrendim. Bazen farkındaydım, bazen değil. Ruhumu ona satarken farkında değildim. Sana inandığımı sanıyordum. Geceleri sana dualar ediyordum. Sonra sana kızdım. Neden engel olmuyordun ki? Sen değil miydin hepimizi seven. Hepimizi evladın gören. Beni neden sevmiyordun? Ya da neden doyurmuyordun açları, neden susturamıyordun silahları. Ama sonra anladım. Onlar için hiç dua etmiyordum ki ben. Tüm dualarımda ya terfilerim, ya başarılarım, ya sevdiklerim vardı. Hiçbir akşam aç çocukları doyurmanı, evsizleri soğuktan korumanı istemedim ki senden. İstediklerim hep benim içindi. Sana kızmaya ne hakkım vardı ki? Evine geliyordum. Ama hep ona hizmet ediyordum. Ruhum onundu. Bir bedenden bir bedene uzanıyor, alkolün uyuşukluğunda çılgınca dans ediyordum. Yanı başımda insanlar açtı, bilmiyordum. Dört bir yandan çaresiz çocukların ağlamaları geliyordu, duymuyordum. Ben daha fazlasını istiyordum. Onun bana sunduklarına ulaşmak istiyordum. Daha çok kazanmalı, daha lüks yaşamalı, daha çok tüketmeli, daha çok sevişmeli, daha akıllı gözükmeli, önemli olmalı ve bedellerini ödemekten çekinmemeliydim. Mutluluk budur sanıyordum. Ben böyleyken, sana kızmaya ne hakkım vardı ki? Evrende bir nokta kadar bile yer tutamazken her şeyin benim etrafımda d��ndüğünü sandım. En büyük, en güzel, en zeki bendim. En zengin, en başarılı, en çok alkışlanan olmayı hak ediyordum ama herkes kötü, her şey haksız sanıp kadere ve sana kızıyordum. Oysa her şey bir balondu. Ya da şeytanın elma şekeri? Dostlarımı aradım. Dostlarım olsun istedim. Dostlar nerede? Dost nerede? Dostluk acı istiyor. Dostluk dayanışma istiyor. Kaç yıldır dostlar yok. Meyhanede içki içtiğim, gezip güldüğüm eğlendiğim insanlara nasıl dost diyebilirim ki? Onlar dost değil. O kadar yalnız ve o kadar koruma altındayız ki, dostumuz bile yok. Savaşta değilim ki beni cepheden çıkartan adamı bileyim. Dostlarımı sınayamıyorum ki. Ödün vermediğin, kendinden vermediğin, fedakarlık yapmadığın birini nasıl dost tanımlarsın ki. Benim hiç dostum olmadı dost gibi diye tam kızacakken, gördüm ki ben dost gibi dost olamamışım ki... Vermek için almayı beklerken nasıl dost bulabilirdim ki? Ve nasıl sana kızabilirdim ki, yalnız olduğum için?Ya milyonlarcasından biri, bir ben daha yaratırsa. Bir bencil asker daha. Şeytanın askeri. Uzaktan kumandam elimde. O kadar kolay zaplıyorum ki. Spiker kıza bakıyorum. Ekranda savaş alanından cesetler var. 30 saniye sonra rengarenk bir fuar görüntüsü. Bu ne hız. Yetişemiyorum. Midem bulanıyor kusuyorum. Hamsterlar gibi yaşıyorum. Bütün hayatım. Koşturmacalarım, hedeflerim, üzüntülerim, nefretim, aşklarım... Kafesin içinde dönen tekerde aptal aptal koşan hamster gibi. Yarın sabah öldüğümde çevremde ki kişiler doldurmak için eski özgeçmişleri dolaptan çıkartacaklar. Sevgilim çok ağlayacak. Ama nereye kadar? Hangi acı, hangi ölü unutulmadı ki? Hele ben. Ben kimim ki? Sıradan vatandaş. En fazla bir nesil sonra tamamen unutulmuş olacağım. Ben yitirilmiş dünyanın zavallısıyım. Dönüşüm yok. Pisliğin içinde batıyorum. Dibe doğru iniyorum. Yanılsamaların içinde her gün biraz daha dibe? Çıkış kapım çok geride kaldı. Eşyalar, odam bulanıklaşıyor. Terliyorum. Sırılsıklam debeleniyorum. Yatağımın üzerinde annemin karnındaymış gibi cenin pozisyonunda yatıyorum. Savunmasızım. Tüm kalkanlarım yerde. Tek istediğim bana dokunman. Beni sevdiğini, beni unutmadığını ve en önemlisi beni affettiğini bilmek istiyorum. Kapını çaldığımda beni cennetine almanı istiyorum. Ben kötü değildim. İnan bana kötü değildim. Göz kapaklarım ağırlaşıyor. Derin, derin nefes alıyorum. Siyah beyaz film karelerinde, başkalarına küfür etmeden lanetler okumadan dolaşıyorum. Korkmuyorum. Yıllardır ilk kez huzurla gülümsüyorum. Çocukluğumdan kopamıyorum. Annem, babam, bakkal İsmail, şekerlerim, patlak topum? Nasıl da gülüyorum. Bu çocuğu ben nasıl harcadım? O, ben olamaz. Çok geç biliyorum ama sana karşı en büyük ve son günahımı işlerken, sevginin, vermenin, paylaşmanın, başkalarının ne demek olduğunu anlıyorum. Son günahımda temizleniyorum. Beni affeder misin? Beni affetmesen de kardeşlerimi affeder misin? İnan bana onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Ve hiçbiri kötü değil. Kurtar onları. Affet onları. Lütfen Tanrım..!
0 notes