onemorefei
onemorefei
Sırat Törpüsü
26 posts
bayat bisküvilere insanlar veren bir spike spiegel sigarası
Don't wanna be here? Send us removal request.
onemorefei · 2 years ago
Text
Bir Yabancının Serüvenleri
“Kendime sayısız ilah uydurdum, her tarafta bir sürü sunak diktim ve bir tanrı kalabalığı önünde diz çöktüm. Şimdi, tapmaktan bezdim, payıma düşen sayıklama dozunu har vurup harman savurdum. Ancak soyumuzun mutlaklarına yetecek kaynaklarımız vardır, tıpkı bir ülke gibi bir ruh da ancak kendi sınırları içinde serpilip gelişir: O sınırları aşmanın, Sınır Belirsizliği’ni kendime bir vatan ve yabancı tanrıları tapınma nesneleri haline getirmenin , atalarımı dışlayan yüzyıllar önünde diz çökmüş olmanın bedelini ödüyorum. Nerden geldiğimi artık söyleyemem: tapınaklarda inançsızım; sitelerde coşkusuzum; hemcinslerimin yanında meraksızım; yeryüzünde keskinliğim yok. – Bana belirgin bir arzu verin ve dünyayı alt üst edeyim. Her sabah bana diriliş komedisini ve her akşam mezara giriş komedisini oynatan, ikisi arasında da can sıkıntısı kefenin azabından başka hiçbir şey yaşatmayan o fiiliyat utancından kurtarın beni.. İstemeyi düşlüyorum – ve her istediğim bana paha biçilemez geliyor. Melankoli tarafından kemirilen bir vandal gibi, bensiz ben,  hedefsiz yol alıyorum, bilmem hangi köşeye doğru… Terk edilmiş bir tanrı, kendisini de tanrıtanımaz olan bir tanrı keşfetmek ve onun son şüphelerinin ve son mucizelerinin gölgesinde uykuya dalmak için.”  
---
Çürümenin Kitabı
Emil Michel Cioran  
Tumblr media
0 notes
onemorefei · 3 years ago
Text
Tumblr media
hayatın anlamsızlığını bilahare farkettim, kozmolojik düzen bu denli tesadüfi vurmasaydı beynime her bir zerreme anlam yüklemekten solup gidecektim, çöle damlayan bir su tanesi kadar;
yitip git ömrüm, yitip gitmeden
yitip git, ömrüm yitip gitmeden
0 notes
onemorefei · 3 years ago
Text
Tumblr media
kanlı pastel resimdeyim tanrı retinamda belirmedi doğum yalan - sizin gibi ölüm kırgın - bizim gibi
0 notes
onemorefei · 3 years ago
Text
Perde: Tuluat
mikail’in zorbalığından öte bu gece, arkadaşlığımdan öte gidemeyecek -yerdeniz- doldurduğum her parmak, bastığım her toprak soluduğumuz’sa; durdurulamayacak sonsuz paradigmaların eşiğinden tüm bu kurumuş ölülere sesleneceğiz *sorun yok, bir bardak su, bir defalık sus-* elimizdeki kredileri uzayın soğuk asfaltlarına serdim, bu görev benim değilken doğruluğundan emin’se yalanlar ağzımdan çıkan her damla kanı lain kitapların altını çizmek için kullan, bir/bölü/on, son dört ve bir defaya mahsus
*sorun bu, beni bin cefaya mahkûm-*
bu kez soruların cevapları kitaplarda değil, üç kapılı bir evin hangi cephesinden girersen kuzeyin kollarını parçalar bu devrim, durumun her bir iç açıcı perdesinden ayrı tuluat, yazarın elleri kesik beşiğinden solfejler, suflöre gerek yokken yerküreye yedirilmiş methiyeler sen’ken
*yalan bu, jenositten bağımsız teyakkuz-*
**intiharın gölgesinden geri dönmüş yazar, kıyametini idam sehpasında feri sönmüş gözle izler*
yaratılışın en başı bu bin cefaya mahkûm - bir defaya mahsus- ------- bir defalık sus-
0 notes
onemorefei · 3 years ago
Text
Tanrının Kayıp Yıllığı
ters akan kronolojik örgülere çanak tutan bozuk algoritmaların esiriyiz, parmaklarımızdan sayamadığımız düzeyde daha az rastlantısallıkları, çentiklere geçirdiğimizden beri kitaplara konu olan yüzyıllar, milenyumlar; olağanın ötesinde lahzalara dahi konu olamayacak düzeyde kısaydı
'antik yıllar hep antik izler taşırdı'
var olmanın doyumsuzluğu bilinç kelimesi adı altında saklanıyordu, bu kainat; -//// izleri bozuk bir cızırtı gibi ruhuma işlemeseydi, hayatta kalma pahasına habitata ayak uydurma çabasında kaybolup gidebilirdim
'doğruluğun ötesinde sıkıntısı çekilemeyecek gerçekler yatardı'
kabullenmek, bu iştirakın bir parçası olmak demek değil - halihazırda bunun kendisiydik, kendi kendimizi kandırmasaydık yalanın pembe perdesi ardında, her şey olacaktık, hiçbir şey sanarken -
'zihinlerimiz evrenleri dolaşırken, evren bizdik'
-şimdi'
-tanrının kayıp yıllığından artakalanları süpürmekle meşgulüz
-ve bu
-avcumda yitip giden bi' gündelik romandı
0 notes
onemorefei · 4 years ago
Text
Yaratılış ve Yolculuk
• anlatılanların ve anlatılacak olanların keşmekeşliğine düşmüş yolculuklar, yolları yalarcasına geçmiş bu ayak tabanlarımın altında ezilmekteydi. bu teranenin molası yok, kanatlarım gün geçtikçe büyümekte ve dünya algısı Van Gogh'un lain gözlerinden daha karmaşık bir hal almaktaydı.
:Yaratılışın birinci dakikasında nefret etmeyi öğrenmiştik:
ellerimin akarsuları tokatlamasına gerek yoktu bu yolculukta, sevginin gücünü nefret etmekte bulmasaydım... Ya bulamasaydık? Beyaz elbiseler insanlığa ışık tutmaya ant içmişlerdi dikilirken. Derilerimizin üzerinde rengarenk lekeler ile fişlenmiştik. Yok olmaya proglanmış makinelerden farkımız yaşamdan almak yerine vermeye endekslenmiş oluşumuz muydu?
:Yaratılışın ikinci dakikasında sövmeyi öğretmişlerdi:
Uzuvlarımıza çentikler atıyor olmamız, yolculuğun sonunda kadim bir parşömene çevrileceğimizden ötürüydü. Dilimiz kesik, gözlerimiz kör, kulaklarımız sağır olmasaydı, yaratılışın altındaki sırrı anlayamayacaktık. biz-Azınlık, gelip geçen beşerin üzerine yıldız tozlarını üfleme görevini üstlendiğinden bu yana, içimizdeki depremlerin şiddettinden tüm bu kainatın dengesini kurma kolu gibi korumasını anlayamayacaklardı. Gözlerine mil çekilen-ler-bizler. Göremeyenler-siz-ler.
:Yaratılışın son dakikasında yaratmayı öğretmiştik:
Bu karanlık ve sonsuz okyanusta çırılçıplak kalmanın verdiği özgürlük hissi, korkularınızla başa çıkmayı öğretsin.
Toplu mezarların birer hissesiyiz.
Bunu kabullenmemizin büyüklüğü, yaratılıştan bu yana kendimiz için yaptığımız ilk hareket olmasıydı.
Bunun huzurunu büyük toplantı gününe erteledik.
-bırak yarım kalsın-
Not: Suflörünüz tatile çıktı.
0 notes
onemorefei · 5 years ago
Text
Boğumlu Hançer
Gökyüzüne, rüyalarıma giren hırçın, aynı zamanda zarif bir kadının kaburgalarından yapılma bir hançerle on iki boğumlu halatlar asmaktayım. tarifi zor geçirdiğim zamanların katili ben'ken. derinlik, derime nüfus etmişken; kaldıramadığım tüm ağırlıklar, nesli tükenmiş bir kanatsız albatrostan miras kalan son tüy tanesi kadar hafiflemişti. Bil istedim! Ciğerlerime yıldız tozları yapışmışken.
-Tanrının kırbacı sırtımda taht kurmuşsa, erimemeye yüz tutardı kutuplarım.-
Karaya hasret bir gemici, yanaşmışken ıssız limana; limanı terk etmeyen bir kadının üzerine çöker miydi kapkaranlık sabıkalı bir tün. Bir insan hayal et tanrıyla sonsuz bir duruşması olan. Bu salon benim evim, bu gezegen azmanı dünya; boğamazdı beni sorgusuz, atomlarıma değin sokulmuşsa anakronik iblis dürtüleri.
-Ağırlıkların anlamını yitirdiği bir vakitte, tüm terminaller buruşmuş sigara paketlerine boyun eğmekteydi.-
Beni beklemen susmuş günahların katran rengi boşluğa süzülmesi gibiydi. Beni bekleyen tüm beşer, soluğu tükenmiş metruk bir katedralin orta yerine çarmıha gerilmiş bedenimin altına gölge bağı olmaktan ve gökyüzüne asmakta olduğum on iki boğum halatlardan dökülen ağaç kabuklarını yiyen damaklarım, çelikten dişlerime vahiyler indirmekten öteye geçememişti.
-Yönünü şaşırmış taşları üzerime fırlatan çocuklar yetiştirmekteydim, kuruyan bedenlere su serperken.-
Şimdilerde buruk bir şarkı mırıldanılmakta.
Bu sesi tanıyorum;
Tanrıyla sonsuz bir duruşması olan, tinlerle dövülmüş varlığın resitali.
Kuzey ışıklarını dağıtan cinsten.
-Benim sesim.
Ama ben'se hatırlamıyorum;
-Kimin ne'si?
0 notes
onemorefei · 5 years ago
Text
Soğuk Mavera
bu, saçlarımdan yolunmuş cenazeyi kaldırmaya lüzum yok dedi, sorunlar bir karıncanın ömür boyu yürüyeceği şu dağ kadar büyük iken. kelimeleri rastgele bir şekilde sıralamam mıydı hatalı olduğum duruşma? kitapların ciltlerine bakacak bir ruj lekesi kadar ahmakça davranış, soğuk mavera ve göğüslerine iliştirilmiş tutuk bir yıldız.
>Durmaksızın çekilen sancılar büyük bir ölümün, doğum habercisi ilan edilecekti<
Görünenin ötesinde saçlarından yakaladığım dertleri toplama niyetindeydim, bırak beni! Tozlanmış yıllar ve ağzından dökülecek bir kaç damla suyun, zerrelerimde yatan-yanan grejuva ateşini söndürmeye yetecekmiş gibi bir his varken içimde iki dudağın müebbet yemiş gibi aralanmayacaktı sonsuza değin. bunu biliyordum.
>Bir kum tanesi kadar kimsesizken, şu kaçıklar tımarhanesinde<
beni şu kentin en kötü evsizi ilan et, ben bu kentin efsunuyken. kralı öldürmek imkansızdı bıçak ben'iken, iki ucu sen'iken. şimdi asfalttan geçen arabaların sesleri gökyüzünü kamçılarken uyan ey en kötü evsiz. dualarınla efsunla tüm durdurulamaz-mış gibi gözüken günahları, hediye ölümler sunarken.
>Toparlan, gökyüzüne bak ve haykır evsiz efsuncu, bildiğin her şey yalan!<
Durmaksızın yürü,
İnsan kırıntılarını süpür.
Bırak da nefretimi görsün,
kapımı çalanlar.
Durmaksızın küfür,
İnsan artıklarını tükür.
Bırak da sevgiyi görsün
kalbime kaçanlar.
1 note · View note
onemorefei · 5 years ago
Text
Kralın Kanlı Bandosu
-ayakları olmayan bir at üstündeyim, Kanatları evreni arşınlamış. Sırtımda karanlığın tanrı tarafından kafese atılmış yokluğundaki kadar bembeyaz bir pelerin; aydınlığı tüm bu kainatın üzerinde gezinmiş bir alev parçası. Derim soyulmuş, tırnaklarım doluya tutulmuş, gözlerim yangın yeri ve düşüncelerim çakmak cebimden çıkmamış bir alevin değmediği yer kadar karanlık.
*Gecenin, gündüze olan tutkusunu puslu ufuk çizgilerine asmakla mükellefim* Tarih: bilinmiyor
Saraysız ve kutsalsız bir kral tarafından didaktik şiirlere anlam yüklemek için görevlendirilmemeliydim. Prensin yorgunluğu aynı zamanda insanlardan yorulmayı tetikleyecek, geleceği görme algısını puslu gözlerime bahşedecekti. Bu yorgunluk benimdi, prens denir mi? Oysa ben hiçbir şeydim; hiçbir zaman, hiçbir yere gitmeyen.
*Aynı şarabı tek ağızdan içenleri yıkanmaları için bu cam göbeği nehre ben bırakacaktım* Tarih: bilinmiyor
Hikayenin anlamını irdeleyen nephilimleri susturmak için yıldız tozları üfleyeceğim üzerlerine. Bir prense göre fazla afaki bir momentum çıkmazındaydım. Bu çıktığım uzun seyahatlerde tuttuğum güncemden kopardığım sayfaları içlerine galaksiler doldurup, tek tek sarıp içiyorum. Toparlan!
*Bir plan ve amaç uğruna görevlendirilmiş bir prens için, doğaçlama yaşama gafleti içerisindeydim* Tarih: bilinmiyor
Son görevimse; bir kimsenin hayatına dokunmanız için, önce kendi hayatınıza dokunmanız gerektiğini haykırmak olacaktı;
kralın tek kişilik kanlı bandosu olarak..
0 notes
onemorefei · 5 years ago
Text
Geri Gelmeyelim
geç kalmak için günlerden gün beğen. biraz olsun dolmaz mıydı odama kokusu şu fesleğenin. geri gelmeyelim, kafiyeler kutupların tortusundan hoşnut değil, beğenmeyelim. son akşam yemeğinde saklı kalmamalıydı kargışlanmış zerafetin. Yine de olsun, biz; Salai'nin bağlılığı gibi bu tanışlığı tuvalden duvarlara resmedelim.
'''geri gelmeyelim, heyhat; gidilen yerden geri gelmeyelim'''
toprak kaysa altımdan, bu düşüşü gece zannederim. omuzlarım delinmiş güya, oysa evrenin derinliğini taşımış apoletlerim. bu dağın tepesinden duyulur mu tanrıların sesleri, soruyorum. yaşamaya biraz es verip. geri gelmeyelim.
'''zannetmeyelim, bağır çağır; gökyüzü çatlasa da bu düşüşü gece zannetmeyelim'''
ezilmelisin, her bir kelimenin altında ezilmelisin. ağırlığın suçunu teraziye bindirip, bindirip delirmelisin ve bilirsin olmayacak olanın olurundan bir'an sıyrılıp bitirmelisin. gerilmeyesin. gel, biz geri gelmeyelim.
'''bilmelisin, ayakların terraya sürtünüyorsa; her bir kelimenin ağırlığı altında ezilmeyi öğrenmelisin'''
-ama biz geri gelmeyelim
/ve ne yazıktır ki kaçıyor olman, kaçtıklarından uzaklaşıyor olduğun anlamına gelmiyor
-ama ben geri gelmeliyim
0 notes
onemorefei · 5 years ago
Text
Kozmik Mühendis
bu gecelerin üstüme çökmesi gerekirdi ve bu şehir beni yutmalıydı ben onu yutmadan önce. küfürlerimin rüzgarı yalarcasına ahenkle dans edişini izlemek demek bu kentin dehlizlerini 50 kez arşınlamak demekti, toprağın üzerine buruşmuş ellerimizle beşerin tohumunu serpiştiriyor oluşumuz, yaratıcının izni üzerineydi, evrildik
<kırılma noktasını hesaplayan kozmik bir mühendise dönüşüyordum, git gide>
bahsettikçe bahsettik bu beyoğlu kahvehanesinde her bir iskemleye. bacaklarımız ters, borazanlarımız kızıla çalmış, zümrüt yeşili pelerinlerimiz omuzlarımızda, siyah çuvallara doldurduğumuz günahlarımız yanımızda. obsidyenden yapılma tabutlara enochian alfabesinden methiyeler düzüyorduk
<doğrusunu söylemek gerekirse, üzerlerine meteor yağmurları indiren bizlerdik>
tek bir kanat mesafesinde bu evren, gözlerimizden okyanuslar boşalıyordu gezegenlere, acımız birilerinin yaşamına sebep lakin bu tacı düşürmemeliydim yukarıya, akislerinde en sıcak çöllerde erimiş buz dağı edasıyla katmanlara ayırdık yaşamı. kurumuş insan taneleri, biraz kaburgalardan, kan kırmızı şarap ve çektiğimiz yıldız tozları savaş veriyordu bedenlerde
<cildi kurumuş kitaplara kanlarımızla yazdık bu sırrı, tut sıkı>
---bizler bu evrenin dehlizlerini tek kanat mesafesinde 50 kez arşınlardık
----dönüp dolaşılan yer bir iskemle üzerinde ölülerinize methiyeler savurmaktan öteye gidemeyecekti/r
-yani anlayacağımız şu ki, korkular toprakları paylaşmakta zorlanacaksa bu vakitte
--derinlik anlayışınız aşağıya bakmaktan öteye gidemeyecektir
0 notes
onemorefei · 5 years ago
Text
Tanrıtanımaz Tanrı-Misafiri
yerküre dağılmasaydı ayaklarının altına tüm bu beşerin, ağaçların azalıyor oluşunu anlamlandırabilir miydik? kalderonda, okyanuslarını içmiştik Poseidon'un. bu ikramı tatlı kılan senin arzuların değil miydi? 7 kat altındaki antik kalıntıların tozlu raflarından cilt cilt yazıtlar sökemez miydik uzuvlarımıza sanki?
-( Yeryüzüne karadelikler seriyor olmam ne denli yaralardı bunca mahluku )-
tanrıtanımazların kol gezdiği bir handa, ansızın içeriye dalmış bir tanrı misafiriydim. Faust'un yol arkadaşı Mephistopheles görseydi hayranlıkla izlerdi bu dipsiz okyanusa dalışı. sanki antik çağlarda bir oyun sergilermiş gibi, şaraplar akıveriyordu boğazlardan iki yakayı bir araya getirerek, ------gelmesin---
-( İçime çektiğim her zerreden sorumlu bir karabasanla karşılaşacaktın, ne yazık ki; )-
son seferlik bir hikaye yok olacak, üzerine romanlar yazılmayacak kağıt üzerine düşen her mürekkep damlasının cehennemin kapısını tıklatırmışçasına ansızın buharlaşmasından, ki 'bu kalemi kaldıracak güçte parmakların hiç olmadı senin' diye haykıracağım. doğruların söylenmemesinden zevk alan bir tarantulanın beyninde kol gezmesi gibi izleyeceğiz bu son perde tragedyayı. piramitlere olan hayranlığımızı develerin sırtlarına evrimleştirerek dövdüğümüz gibi...
-( Bu cehennemin ortasında üşümek gibi, ki buna üşenmedim asla )-
. . .
Bilirsin,
yoldan sapmış olduğumu,
ki yolda olduğumu da düşünmedim asla
. . .
0 notes
onemorefei · 5 years ago
Text
Tumblr media
hiçbir şey dilemiyorum
0 notes
onemorefei · 5 years ago
Text
Yamalanmış Günahlar
dağların ardına sığındım, bu sefer kolay olmayacak demiştim, sırtında derin bir dekolte puslu gözlerimden; tanrının mırıldandığı nakarat eşliğinde çam ağaçları arasına kozmik kubbeli beyaz köşkler inşa ediyorum, volkanların derinliklerinden aşırdıklarımla. ellerim bu ağırlığı uyuşturuyor “bu rüyayı görmeyi ben seçmedim”
kıtaları dikmeye başladım ertesi sabah, yamalanmış günahlarım gün geçtikçe açılıyor. avuç içlerimde okyanuslar, papatya ikliminden çıkagelmiş taze bir koku ve saçlarımdan gölgeler saçılıyor her bir galaksi üzerine
“kelimeler anlamını çoktan yitirmişti bu evrende”
tanrının dili hariç hiçbir antik dil sapmıyordu bu sokağa, her bir foton kuşağını mora çaldık alacakaranlıklara, gökkuşakları simsiyah, gömlek cebimde sarı filtreli sigara paketi, develer kervanları sürüyor buzul çağında. kelimeler anlamını çoktan yitirdi, haplar hiç olmadığı kadar etkiliydi
“ucuz bir senaryo kadar tinsel, bu perde kapanmalı”
~
ve tıpkı rüyalarımda gördüğüm formda;
çıplak ayaklarla yürüdüğüm yollar altımda kayboluyor, her bir mevsim bizim için yazılmış ibranice bir şiir
burada katafalklar yok, tanrının mırıldandığı nakarat eşliğinde evrenler yaratıyormuşum gibi
..
0 notes
onemorefei · 5 years ago
Text
Kayıp Rüya
boş mezarlardan içeriye girdik... bir rüyanın bu denli soğuk olmasını tahmin edemezdim; ismim atomlarıma değin yakıyorken
:Sıralanmalarını istedim bir komutan edasıyla:
bir seferinde ya da her seferinde, bu hayat ağacı denilen körkütük bir makine. her bir dişlisi efsunlu, sanki kabala burada basılmış, cam bir fanusun içinden bana hatıralarımdaki gibi gülümsüyor
:Kızgın demirleri üzerlerinde sakinleştir’miş’tim:
dedim ya duvarlarından rengarenk pullar döküldü, delirmiş ayak tabanları, imrenmiş bir çift kulak, gözlerinde kara’delikler ve göz alıcı bir çıplaklık
:Bu olması gereken şey diyorum ayin/toplantı sonu ağlayarak:
demeliyim ki;
sıra da bizdik
sıraya sokan da
kızgın demirleri sakinleştiren de
başlangıçta ve sonda ağlayacak olan da
demiştim;
bu kiri
temizleyemezsin (ki zaten)
bu kiri
temizleyemez-din
0 notes
onemorefei · 6 years ago
Text
-/0000001: Bozuk Boyut
kefaretimmiş ebedi yalnızlık böyle söylediler; yer çekimi beni tutamazmış, ruhu sökülmüşse eğer bir insanın. /// peki bir insan olmaktan evrilir miydi yolsuz kaldırımlara?
-/0001.defalarca kez korkma, yamacım ateşlere tutunmuş, köklerim kentsiz sabahlara.-/0001
ya unutmuşsam gökyüzüne bakmayı? hayallerini nadasa bıraktığın zamanlardaki gibi kaybolmuşsa ayaklarımın altından yürüdüğüm yollar
-/0001.ya da istersen darıl, bu boşluk içime işledi bir kere saçlarım gövdene yolunmuş, gözlerim yorgun akşamlara.-/0001
buralar sizin için hazırlandıysa, bir daha uğramayacak demek midir kırılmaya
bu basitlik karanlık başlangıcımızı kahrediyor
kefaretimmiş edebi yalnızlık
dert etme
~/00003”
0 notes
onemorefei · 6 years ago
Text
Boğuk Çentik
küllerle kaplı cinayet marşları çalıyor-söyleniyor, her nasılsa bir araya gelmeyen kabuslar akıyor saçaklardan düşlerime; düşlerim bile küsmüş bize, dostlar düşman/düşmanlar dost her şey terse bürünmüştü ve bir gece
~ağlama, mor kumların altında sizleri bekliyorlar-onlar~
‘bozrak altı hüküm yemiş serin bi’ f tipi, dün gece mayın tarlasının orta yerinde doğmuştu saat 3 gibi, alıntıla dünya yaratılmadan önce kazınmıştı ciğerlere, ki ciğerler de mühürlenmişti bi’ yerlere’
~üzülme, kara suların derinliklerinde, abyyslerde bekliyorlar-onlar~
buranın efendisi kim, nerede değildim/nerede dağıldım ama bilirsin bilinmezliklerimizle bilinirdik’ kainatın en ücra köşelerinde, içinizdeydik
~sevin, kainatın en ücra köşelerinde bekliyor’duk-bizler~
gün
yüzüne
çık
şimdilerde boğuk’?’çentik atmakla meşguller soğuk boşluklara :beşer kere:
düş
yüzüme
0 notes