İlk hangi ahmak 'futbol seven kızlar 'üzerine konuşmaya başladı bilmiyorum. Ama ben kendimi durdurmadım
Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
GELDİK YOKTUN TESLA
Her şey bir mesajla başladı. Zaten genelde her şey bir mesajla başlar.
Ben daha önce hiç yurtdışı deplasmanı yapmadım. Anadolu'da biletim olmadan çok maça girdim. Cebimde 20 lira ile bile yola çıktığım oldu ama bu sefer farklı.
Yola çıkınca bir şekilde varıyorsun.
Durak Sırbistan. Final Four sebebiyle Belgrad'a uçak bileti fiyatları almış başını gitmiş. Bu yüzden Bosna Hersek'e uçuyorum. Uçak Fenerbahçeli dolu. Hatta uçakta sadece Fenerbahçeli var. Sevinçten gözüm parlıyor tabii. Diyorum ki İdil, sen bir şekilde Belgrad'a varırsın aslanım. Senin sırtın yere gelmez.
HİCRET
Havalimanı ile otobüs terminali çok yakın. Normal şartlarda 10 lira yazacak bir mesafe. Ama Saray Bosna'da da bizdekinin bir başka versiyonu siyah öfke var. Bir müddet ısrar etsem de taksiciler inatla 15 euro diyor iki adım yere. Yer mi bunu İstanbul çocuğu? Yemez.
Araç kiralayan Fenerbahçeli arkadaşlar atıyor beni otogara. 5-6 saat süreceğini sandığım ve Belgrad'da da çalışıyor diye kandırıldığım Bosna hattımla otobüs yolculuğu başlıyor. Gece saat 10. Uyuyorum uyanıyorum otobüsteyiz. Bir vakit sonra hattım da çekmez oluyor. Benim gece 3 civarı Belgrad'da olacağımı düşünen ve beni karşılayacak olan arkadaşlarımla da irtibatım kesiliyor böylelikle.

Hah diyorum İdil. Gurbet ellerde kalacaksın yıllar sonra saçın sakalın birbirine karışmış döneceksin sınırdan koşarak. O hacca gidip kaybolan kadın gibi seni de televizyon programlarında arayacaklar. 44 yaşında döneceksin ülkene.
Yolculuğun 9. saatinde artık hava aydınlanmış, otobüs son durağa yanaşıyor. İşte o an beni orada beklemekten olan Emre ve Mahmut'u görüyorum. Bu iki adamı hayatımın birçok döneminde birçok farklı şekilde gördüm ama hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum. Gözleri yorgunluktan ve ümitsizlikten içeri kaçmış, otobüsün içine bakıyorlar.
Emre'nin aylar öncesinden tuttuğu ve bence Belgrad'ın en güzel evi olan geçici yuvamıza varıyoruz.
Buğra ve Fatih'le de kavuştuktan sonra artık Belgrad'ı gezme, bilet bakınma zamanı geliyor. Sokaklar Fenerbahçeli dolu. Tek tük CSKA Moskova taraftarı ve tabii bol neşeli yeşil beyaz Zalgirisliler.
Bu ekibe daha sonra sık sık 54 saat mi 76 saat mi tam anımsayamıyorum araba kullanıp gelmiş olduğunu dile getiren Gökhan ekleniyor. Herkes büyük çileler atlatmış, herkes kendi hicretini yaşamış.
ARAYIŞ
Belgrad günlerimize damga vuran arayış da çok geçmeden başlıyor. Nedir bu arayış? Bilet arayışı mı? Hayır... Buğra'nın kız arkadaşı ve arkadaşlarına hediye alma arayışı.
Buğra kız arkadaşına sovyetlerden kalma bir şapka almak istiyor. Ve bu tip eski şeyler bulacağımız yerler belirleniyor. Sürekli olarak toplu bir şekilde cant, elektrik süpürgesi hortumu gibi şeyler satan yerlere girip çıkıyoruz. Ben de bir ara hevesleniyorum anneme yeni bir kerata alsam mı diye. Ama grubu kaybetmemek için hızlanıyorum.

Mahmut Türkiye'deki bira fiyatlarına tepki olarak fırsatını bulduğu her an bira içiyor. Her bira alışında önce dinar'ı euro'ya sonra euro'yu türk lirasına çevirip bakın ne kadar ucuz bir bira diyor. Para bitmiyor diyor. Mahmut çok mutlu.
TESLA
Ekip herkesin dilediği gibi takılabilmesi ve kimsenin birbirine bağlı kalmaması için ara ara ayrılıyor. Ancak Türkiye'nin aydınlık yüzleri ve bilim aşıklarını Fenerbahçe'den sonra tek bir isim birleştiriyor: Tesla.
Herkes Tesla müzesini görmek istiyor. Ben de istiyorum. Hep beraber yürümeye başlıyoruz. Uzun bir yolculuk bu. Yürü yürü bitmiyor ama işin sonunda Tesla var. Nihayet vardığımızda müzenin kapalı olduğunu öğreniyoruz. Ne yani Tesla'yı göremeyecek miyiz? İçeride ne var tam olarak? Elektrik akımı mı var? Yakın zamanda Tesla ile ilgili bir kitap okumuştum.

Daha sonra yeniden geliriz diyerek Mahmut'un civarda bulduğu bir Irish pub'a yöneliyoruz. Mahmut içinden paracıklarını saymaya başlıyor. Ellerini sıvazlayıp kıh kıh gülüyor. 5 tane bira içsem bile topu topu 5 euro yani 25 lira öderim diyor belki.
Bu esnada 90 saati aşkın araba sürerek Belgrad'a gelen Gökhan yanıma yaklaşıp Tesla müzesini ne kadar görmek istediğini, ve şu an ne kadar üzgün olduğunu söylüyor.
Sonra ikna olmadığımı düşünmüş olacak ki durup 'Ben elektrik okudum. Mühendisim. Benim için Tesla'nın yeri ayrı' diyor. Kısa bir sessizlik oluyor. Sonra 'Ben Elektrik-Elektronik Mühendisliği okudum' diyor. Bir şey demiyorum.
Oysa ki Fatih de çok üzgün gözüküyor. Fatih neden bu kadar düşkün Tesla'ya diye düşünüyorum. Acaba o da elektrik mühendisliği mi okudu. Ben pek üzgün değilim. Bira içeceğimiz için üzgünlüğüm pek kalmadı.

Şakalarıyla beni sık sık güldüren ve grup tarafından dışlanmama neden olan Emre, yine çok neşeli. Onun Tesla'ya dair ne hissetiğini çözemiyorum. Bir ara kulağıma eğilip 'Benim iş yerinde de her dediğime gülen senin gibi bir yancım var' diyor. Yancı olmak hoşuma gitmiyor. İçimden nah gülerim bir daha şakana diyorum. Ona öyle demiyorum.
Buğra hala bir yerlerde bir sovyet şapkasının onu beklediğini düşünüyor bence. O da Tesla'yı dert etmiş gibi durmuyor.
FİNAL
Final günü gelip çatıyor. Hem final hem de Belgrad'daki son günümüz. Grupta sadece benim biletim yok ama kimse ucuza bilet bulacağıma dair inancını yitirmedi. Stark Arena'ya varıyoruz.
Mahmut bu sıralarda Galatasaray forması giymiş bir taraftar görüyor. Çılgına dönüyor. Gidip ona asıl patronun kim olduğunu göstermek istiyor. Grubun geri kalanı olarak biz bu davranışı yakışıksız buluyoruz. Fatih muhtemelen bulmuyor ama sivrilmek istemiyor.

Maça çok az bir zaman kala Mahmut kendisine Türkçe olarak 'Bilet lazım mı' diyen karaborsacıya 'How much' cevabını veriyor. Bu iki kelimeyi içinde uzun süre tutmuş olacak ki bir patlama bir gümbürtü olarak çıkıyor how much ağzından. Mahmut adeta karaborsacının karşısında bu iki sözcükle devleşiyor.
Sonuç olarak 40 euro'ya final biletini alıyoruz ve gerisi zaten malum. Herkesin ayaklarındaki derman bir anda çekiliyor. Yürümek zorlaşıyor.
Gecenin karanlığında Buğra'nın ağzından o cümleler dökülüyor: Geldik deplasmanın en sikko kısmına...
3 notes
·
View notes
Photo

Lefter ölmüştü. Güneşli bir pazar sabahı ada vapuru sirenlerini çala çala adaya yanaşmıştı. Aradan zaman geçti. Adalar Lefter'i unutmadı. Eski tüfekler tozu dumana katıp ‘futbol’ oynadılar. Biz de izledik. Lefter de oradaydı.
1 note
·
View note
Text
Algıyı kadınlar yıkacak
Kadın futbolu dünya genelinde hızla gelişmeye ve eskiye nazaran çok daha fazla ilgi görmeye başladı. Belki de bunun en yüzeysel ve somut örneği, FIFA 2016 oyununda artık kadın takımlarının da bulunması…
Önceleri kadınların tribünlerde yer alması hatta futbola ilgi duyması, geniş bir kitle tarafından ‘uygunsuz ya da sevimsiz’ bulunuyordu. TFF'nin 2011-2012 sezonunda 'seyirci yasağı konulan maçlar kadın ve çocuklara ücretsiz’ uygulamasının getirdikleri, bu algıyı adeta tepetaklak etti. 21 Eylül 2011 tarihinde oynanan Fenerbahçe - Manisaspor maçına tam 50 bin 537 kişi geldi. Bu sayının büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturuyordu ve bu dünya çapında bir rekordu. Sonraları yürürlükten kalkan bu 'tuhaf’ uygulamanın ülke futboluna tek getirisi bu algı oldu: Kadınlar da en az erkekler kadar futbola ilgi duyuyor.
İşin tribün kısmının bir adım ilerisinde ise kadın futbolu bulunuyor. TFF kadın liglerinde 33 takım mücadele ediyor. Bu takımlardan bazıları sezon ortasında sponsorsuz ve oyuncusuz kalarak ligden çekiliyor. Sponsor bulan şanslı birkaç takım ise rakiplerine fark atıyor. İzmir ekiplerinden Konak Belediyespor, 2012-2013 sezonunda UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi'nde son 32'ye kalarak Türkiye'de bir ilke imza atmıştı. O tarihlerde takımın teknik direktörü Hüseyin Tavur'la kısa bir röportaj gerçekleştirmiştim. Tavur; “Ligde rakibimiz yok. Oynayacak profesyonel takım yok. Yurt dışına gitmek için gerekli bütçe yok. Kendi kendimize çabalıyoruz” demişti. O gün de dinlediklerime çok üzülmüştüm. Kadın taraftarlara 'seyircisiz maçlarda’ seyirci olma lütfu, kadın takımlarına 'boşa yatırım’ gözüyle bakılıp sırt çevrilmesi, hemcinslerim adına benim de kanıma dokunmuştu. O günden bugüne aradan iki sene geçti. Değişen ya da gelişen hiçbir şey olmadı.
Atom fiziği, kimya, biyoloji, edebiyat ve sayısız dalda ilkere imza atan kadınların futbolla ilişkisi 'Ofsaytı anlat bakalım’ minvalinden öteye gidemedi. Amerika Birleşik Devletleri Milli Takımı futbolcusu Carli Lloyd, Messi ile beraber Altın Top ödülünü kaldırırken, Türkiye'de bir yerlerde futbolun kadınlara göre bir spor olmadığı konuşuluyordu belki de.
Elbette bu algıları yıkacak, değiştirecek olanlar; 'Kadın gibi yaşamayacağız’ diye açıklama yapıp sonra özür dileyen 'yöneticiler’ değil, Tokat Toki formasıyla 15 maça çıkıp 43 gole imza atan Büşra Yılmazlar, 50 bin kişiyle stadyumu tıka basa dolduran kadın taraftarlar. Evde aşçı, okulda öğrenci, hastanede hekim, fabrikada işçi olan; birçok spor branşında tarihi zaferlere imza atan, fakat bir türlü futbola yakıştırılmayan kadınların, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.
2 notes
·
View notes
Text
seskontrol
Rivayet odur ki; Beckett'in en çok bilinen eseri ‘Godot'u Beklerken’, isminde bir bisikletçiyi yaşatır. Hem de bir türlü gelemeyen, oldukça kötü bir bisikletçiyi.
Beckett, Fransa'nın içinden tur geçen kasabalarından birinde, bisikletçilerin çoğu önlerinden geçmişken hala beklemeye devam eden kalabalığa yaklaşıp bu bekleyişin ne için olduğunu sorar ve 'Godeau!’ cevabını alır. Roger Godeau'nun yarışı gerilerden takip edişi, kendisine ilham, kitabına da isim olur.
— Emre Gürkaynak / Sokrates
2 notes
·
View notes
Text
"İnsanlardaki delice davranışların nedeni sıklıkla, gerçekliği doğru bir şekilde algılayamamaktır. Ve ne zaman bir duyguyu ya da bir durumu doğru bir şekilde tanımlayacak sözcüklerin yerine, genel geçer, özensiz seçilmiş argo sözcükler kullansalar, gerçekliğe yönelimleri azalır, kıyıdan uzaklaşıp, yabancılaşma ve kafa karışıklığından oluşan sisli denizlerin açıklarına sürüklenirler" Sıska Bacaklar - Tom Robbins
6 notes
·
View notes
Quote
Sıska Bacaklar - Tom Robbins
Bir samuray savaşa gitmeden önce miğferinin içimde tütsü yakar ki, eğer düşmanı kellesini alırsa kokusu burnuna hoş gelsin. Öte yandan, kovboyların yıkandığı ya da kabuk gibi giysilerini değiştirdikleri pek vaki değildir. Eğer bir samurayın düşmanı kılıcını yitirirse samuray ona yeni bir kılıç verir ki, savaş onurlu ve adil bir şekilde devam edebilsin. Kovboyların uzmanlığıysa, bir çalının ardına saklanıp düşmanlarını sırtından vurmaktı. Farkı görmeye başladınız mı
39 notes
·
View notes
Text
Maymun Zita'nın en belirgin özelliklerinden biri derin ve içten gelen bir korkaklıktı. Daha sonraları, korkaklığı biraz aşan her eylemi kahramanlık diye niteleyecek olan insanlarda da görecektim bunu. Zaten korkaklardan başka kim takar kahramanlara? Gerçekten cesaret sahibi bir adam kahramanlık efsanelerine neden ilgi duysun? Korkaklığın zekanın ilk çocuğu olduğunu anlamam biraz zaman aldı. Tanrının ağzından evrenin hikayesi - Franco Ferrrucci
5 notes
·
View notes
Text
Bir yolculuk hikâyesi
Uçaklarda kalkış esnasında hostesler bir anons yapıyor; ‘Lütfen iniş ve kalkış esnasında pencelerin perdeliklerini açık konumda bulundurunuz’ diye… Ben de çatlayacağım meraktan nedenini öğrenmezsem. Hostes yanımdan geçerken tuttum kolundan, niye lan dedim? Niye açık tutacakmışız? İkna et beni. Hostes de durur mu? Yapıştırdı cevabı: Dışarıda istenmeyen bir durum gördüğünüzde bize bildirin diye… Bak bak bak dedim gözlerimi hostesin gözbebeklerine dikerek. Ee siz o sırada ne yapıyor olacaksınız? Hostes gerilmişti ama ok yaydan çıkmıştı bir kere. Bakın hostes hanım anlamıyorsunuz sanırım dedim. Ben ve diğer yolcu arkadaşlar, siz ve uçuş ekibinizin güvenliğini sağlamak için burada değiliz. Şimdi hepimiz perdeliklerimizi kapatıyor ve bu rezilliğe son veriyoruz. Hostes huzursuzlanmıştı, beni perdeliği açık tutmayan iknâ etmeye çalışıyordu. Girişte güvenlikler tarafından silah sanılan saç maşam, el çantamdaydı. Hızlı düşünmek ve hızlı hareket etmek zorundaydım. ‘Özür dilerim hostes hanım, çok üzerinize geldim’ diyerek ağlamaya başladım. Mendil arıyor gibi çantama yöneldim ve saç maşasını kavradım. Yardım bekleyen gözlerle kabindeki diğer arkadaşlarına bakınan hostesin kafasına okkalı bir darbe indirdim ve uçuş kabinine doğru hızla ilerlemeye başladım. Kapıyı açtığımda pilot korku dolu gözlerle bana bakıyordu. ‘Ne bakıyorsun lan it oğlu it, baban geldi’ dedim. Bakmaya devam etti. Uçağı derhal en yakın hava alanına indireceksin diye bağırdım. Sesim emredici ve kararlıydı. Pilot ‘Atatürk Havalimanı en yakını, zaten inişimiz oraya olacaktı’ dedi. Biliyoruz lan dedim. ‘Maşa mı o?’ Dedi, evet dedim. Havalimanına indiğimizde yolcular hayatlarını kurtardığım için beni sarıp sarmalıyor, el çantalarından çıkardıkları kişisel eşyalarını bana hediye etmeye çalışıyorlardı. Oysa benim tek yaptığım yapılması gerekendi…
8 notes
·
View notes
Text
Malum'da buluşalım, bebeğim, Malum'da saklayacak şeyimiz kalmayacak. Hadi meçhulleşelim, şekerim, Öldüğümüze inansın dünya bırak.

7 notes
·
View notes
Text
372
'' - Karenin hiçbir kuvveti yoktur dedi Kara Geyik. '' Bir Kızılderili'nin yaptığı her şeyin yuvarlak olduğunu görebilirsiniz; çünkü Yeryüzünün Kuvveti daima yuvarlak çizerek işler ve her şey yuvarlak olmaya çabalar. Doğada hiç bir kare bulunmadığını biliyor olmalısınız; ne mikrokozmosta ne makrokozmosta. Doğa yuvarlaklar yaratır ve yuvarlaklar çizerek hareket eder. Atomlar, galaksiler ve aralarındaki organik şeylerin çoğu yuvarlaktır. Dünya yuvarlaktır. Rüzgar dönerek eser. Rahmin ayakkabı kutusuna benzer bir hali yoktur. Peki ya yumurtanın ve gökyüzünün köşeleri nerede? Kare, mantığın ve akılcılığın ürünüdür. Medeni insan tarafından icat edilmiştir. Erkek bilincinin marifetidir. İlkel kabileler ve anerkil kültürler her zaman yuvarlağa kıymet vermiştir. Mantığın bütün amacı yuvarlağı kareleştirmektir. Kareleşmiş bir yuvarlaktır medeniyet. ''
2 notes
·
View notes
Text

Taviz vermesi, yaşam biçimini bizimkine uydurması imkansız bir kuştur bu. Doğası gereği yapamaz bunu, fırsat versek bile yapamazdı ki vermedik de zaten. O uçsuz bucaksız bozkırlardan başka bir özgürlük, kendininkinden başka bir yaşam yoktur turnalar için. Dünyanın nasıl olması gerektiğine dair inancımızı hiç tevazu göstermeden, asla boyun eğmeden reddetmiştir. Eğer hala hayattaki bu vahşi kuştan geriye kalanları korumayı başarabilirsek, bizim sayemizde değil, gitgide artan ve ümitsiz görünen ihtimaller karşısında yaşama azmiyle hayatta kalan o kuşun zaferidir. Robert Porter Allen
1 note
·
View note
Text
Pollyanna’ya Son Mektup
“Aşk mektupları elbette yakılmalı, geçmiş en soylu yakacaktır.” (Nabokov) Muhabbet kuşumuz öldü Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna Uyuyamadığım gecelerin sabahında Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi Duaya açılan avuçlarım Avuçlarıma kar yağardı Kimi zaman tipi... Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım. Birkaç kış geçti Pollyanna Ben hep mahzun kaldım. Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben Bir kenar süsünün gülü olsam ben Sarı deftere tuttuğum bir günlük Aşk olsam ben... Sonra yazları Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu Balkon yaseminlerle sevişirdi Rüya hülyayla sevişirdi. Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında Geceyle sevişirdim. Bir davet gibi otururdum balkonda Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel... Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi. Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inca Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna. Secde eden alnımı, Şarap içen dudağımla öpmek istedim. Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı Beyaz bir merhemle ovmak istedim. Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna... İtiraf etmek gerekirse Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan Kalp şeklinde kültablaları Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül Yetmezdi yeniden doğmaya. Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse Bedelini ödedim ama Pollyanna İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para. Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna Çimento, demir, çamur... Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım. En üst kattan düşerdim her gün Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma Cevap beklediğim zamanlarda. Benim bir köyüm olmadı. Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı. İstanbul’u evlat edinsem Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak. Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna Bir kitaba bir cüz olamadım. Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim. Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım. Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı Biri okşasam bir yumuşardı. Bire “BİR” olamadım. Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı uyanmalıydım. Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım. Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim. Sana bu son mektubu, Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için yazıyorum Pollyanna son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak. DİDEM MADAK
3 notes
·
View notes