#En ilginç meslekler
Explore tagged Tumblr posts
Text
Aslında da şuan olmamam bir işte çalışıyorum . Muhtemelen hayat şartlarına bakınca hep böyle işlerde çalışacağım gibi.İnsanların emekler verip hayallerini yaşayacağı meslekler de olmaması gerçekten üzücü olabilir.Annen ile aynı ekonomik değere sahipsin mesela, bu çok ilginç, ilginç olan tarafı şu,o hayatını evde geçirirken, senin sınav sınav yuvarlanmış olman, Bakıyorsun sonuca ikiniz de asgarî düzeysiniz :) Bulunduğum işten şikayetçi değilim ama, Allah'a bu iş için teşekkür ederim.Daha yakın bir dönemde işçi çıkardı idare, biri ben olabilirdim , şimdilik olmadım.İşinden ve hayatından şikayet edenleri biraz nankör buluyorum esasen.hep en kötüsünü düşünerek yerimi sevmeyi küçük yaşta öğrendim. Aldığım en iyi eğitim bu olabilir.
1 note
·
View note
Text
En İlginç 6 Meslek
En İlginç 6 Meslek

Öyle meslekler var ki ne gören ne de duyan inanabiliyor. İşte o mesleklerden 6 tanesi.
0 notes
Text
En İlginç 6 Meslek
En İlginç 6 Meslek

Öyle meslekler var ki ne gören ne de duyan inanabiliyor. İşte o mesleklerden 6 tanesi.
0 notes
Text
Tayland Asgari Ücret - 2022 - Eşitlik Ülkesi

Merhabalar değerli Bildiğim Kadar okuyucuları bugün ki yazımızda Finans köşemizden Tayland asgari ücret 2022, Tayland nasıl bir yer, Tayland'da en çok gelir elde edilebilecek meslek gruplarına dair bilgilere yer verdik umarım sizler için yararlı bir yazı olur şimdiden keyifli okumalar dileriz.
Tayland 2022 güncel asgari ücret ve Tayland hakkında genel bilgiler
Her ne kadar fakir bir ülke olarak bilinse de orta gelişmişlik düzeyine sahip bir ülkedir. Tayland para birimi baht veya Tayland bahtı olarak geçer. Tayland 2022 güncel net asgari ücret miktarı, 10.620 THB’dir. TL bazından hesaplandığında 5.307 TL’ye, dolar bazından ise toplamda 290 dolara denk gelir. Bu kur farkının döviz kuruna göre değişkenlik gösterebileceği unutulmamalıdır. Asya’nın kalbi olan Tayland hakkında, ilginizi çekebilecek genel bilgileri bu yazımızda sizler için derledik.
Tayland nasıl bir yer?
Tayland 513.120 metre kare yüz ölçümüyle zengin kaynaklara sahip, geleneklerine bağlı saygı temelli bir ülkedir. Resmi dilleri Tayca’dır. 69,8 milyon nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkelerinden biridir. Başkenti melekler şehri olarak da anılan, Bangkok’tur. Ülkenin resmi dini Budizm olsa da İslam ve Animizm dinleri de yaygındır. Ülkede 3 mevsim yaşanır. Soğuk ve yağışlı geçen yaz mevsimi, Mart’ta başlayıp mayısta son bulur. Haziran ve Ekim arası yağışlı geçer. Kasımda başlayan soğuk, Şubat’ta son bulur. Ortalama sıcaklık 28 derece nem oranı ise -85 aralığındadır. Tayland kültürü, tamamen saygıya dayanır demek mümkün. Krala çok büyük bir saygı vardır. Kimsenin kral ve ailesi hakkında kötü konuşmasına izin verilmez. Yetkililer tarafından duyulduğu takdirde, hapis cezası uygulanır. Aynı şekilde ailede anne babalara da saygının büyük önemi vardır. LGBT bireyleri Tayland’da saygı ve hoşgörüyle karşılanır. Trans bireyler dışlanamaya maruz kalmadan, istedikleri işte rahatça çalışabilirler. Hoşgörü ve tolerans olmazsa olmazdır. Kavga etmek, insanları eleştirmek, azarlamak ve aşağılamak ayıp olarak karşılanır. Çok ilginç geleneklere ve katı kurallara sahip olmasına rağmen, ülkede hemen herkes bu kurallara uyum sağlar. Bu yazı ilginizi çekebilir: Japonya Asgari Ücret – 2022 Tropikal iklimin hâkim olduğu Tayland, büyük ormanlık alanlara ve hayvan çeşitliliğine sahip bir yerdir. Ayrıca ülkede bulunan yatan Buda heykeli en çok dikkat çeken yapılardandır. Gelişmiş ülkelere göre daha çok turist çeker. Tayland’ın yemek kültürü de oldukça zengindir.
Tayland’da en çok gelir elde edilen meslekler
İngilizce öğretmenliği

İngilizce Öğretmenliği Turizm Tayland ekonomisinin bel kemiğidir denilebilir. Ülkeye çok fazla turist geldiği için İngilizce öğretmenliğiyle, turistlere rehberlik yaparak yüksek miktarlarda gelir elde edilebilir. Dalış eğitmenliği

Dalış Eğitmenliği Tayland dünya da en popüler dalış noktalarına sahip ülkelerden biri. Dalış eğitmenliği popüler olmakla birlikte, Tayland’da en çok gelir elde edilen meslekler arasında. Yazılım mühendisliği

Yazılım Mühendisliği Diğer dünya ülkelerinde olduğu gibi gelişen teknolojiyle birlikte Tayland’da yazılım konusunda kendi geliştiriyor. Bir şirkete bağlı veya bireysel olarak yazılım işiyle yüksek meblağlar kazanılabilir. Horoz dövüşü

Kulağa garip hatta komik gelse de Tayland’da horoz dövüşü çok popüler. Tay kültüründe horoz dövüşünün çok büyük bir yeri vardır. Yapılan dövüşlerden çok yüksek gelirler elde edilebilir. Tabi bunun yasal yollardan yapılması gerektiği unutulmamalıdır. Read the full article
0 notes
Text
ParaBura Finans, Bankacılık ve Kredi, Kripto Para, Ek Gelir Blogu
ParaBura, 2022 yılının Haziran ayında faaliyetine başlamış ve herkesin ücretsiz bir şekilde bilgiye erişebilmesini amaç edinmiştir. Türkiye'de özellikle mecburiyet haline gelmiş "Ek gelir kazanma" yöntemleri konusunda yol gösterici ve aydınlatıcı bilgiler sunan ParaBura genel blog'da, kamu ve özel mesleklere dair bilgilerden, kamu ve özel kurum maaş bilgilerinden, Ethereum'un kurucusuna dek her türlü bilgiye ulaşmanız mümkün hale gelmektedir. ParaBura'da aşağıdaki ana kategorilerde içerikler bulabilirsiniz; - Finans, - Kripto Para Birimleri, - Kredi ve Bankacılık, - Evde Ek İşler, - Ek Gelir Yolları, - Kamu ve Özel Meslekler, - Kamu ve Özel meslek Maaşları,
ParaBura Blog, sadece 2 ayda bu ana başlıklarda ziyaretçilerinin en çok ihtiyaç duyduğu içerikleri üreterek, şu ana dek bu alanda hizmet veren internet sitelerinin önüne geçmeyi başarmıştır. ParaBura üzerinde gelirinizi arttırmak için seçebileceğiniz meslekleri ve bu meslek gruplarına ait maaşları görüntüleyebilir, takipçisi olduğunuz kripto paralar hakkında bilgi edinebilirsiniz. İnternetten para kazanma veya evde yapılabilecek ek işler konusunda en mantıklı tavsiyeleri alabilirsiniz.
ParaBura Haftanın Popüler Başlıkları
1. Bitcoin (BTC) Hakkında Bilinmeyenler
Bitcoin (BTC), kripto para dünyasına öncülük eden en popüler kripto para birimidir. Kripto para sektörüne ilgi duyanlar, sektörün sıkı takipçileri Bitcoin hakkında sık sık araştırmalar yapar, analiz ve istatistikler aracılığıyla yatırım stratejileri oluştururlar. Bitcoin'in, günümüzde hala bilinmeyen bazı özellikleri ve geçmişten günümüze gelen ilginç hatıraları var. Örneğin, 2012 yılında Florida'dan bir adamın tarihteki ilk Bitcoin ödemesini gerçekleştirerek tam 2 BTC ile büyük boy pizza satın aldığını biliyor muydunuz? 2 Bitcoin, şu an 850 bin 450 TL'ye denk geliyor! Bitcoin (BTC) Hakkında Bilinmeyenler yazısını oku > --- 2. Ethereum (ETH) Kurucusu Kimdir?
Ethereum (ETH) kripto para birimi, gerek bilinirliğiyle gerek piyasa değeriyle Bitcoin (BTC)'den sonra en çok kullanılan kripto paralar listesinde muhtemelen 2. sırada geliyor. Her kripto parada olduğu gibi, sektörün ilgilileri Ethereum için de "Ethereum kurucusu kimdir?" merakıyla araştırmalar yapıyorlar. Peki Ethereum'un kurucusu kimdir? Ethereum ne zaman kuruldu, ETH güncel değeri ne kadar? Ethereum (ETH) Kurucusu Kimdir? Yazısını oku > ---
3. ATT Maaşları Ne Kadar? Acil Tıp Teknisyeni Maaşları Acil Tıp Teknisyeni maaşları, özellikle sektörü tercih edecek olanlar başta olmak üzere sektörde olup "Att maaşlarına zam" haberlerini bekleyenler için de oldukça merak konusu. Att maaşları 2022 her ne kadar yüksek görünse de Acil tıp teknisyenlerinin çok önemli görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Bu önemli sorumluluk yükü sebebiyle acil tıp teknisyenleri detaylı bir eğitim görmektedir. Peki, ATT Maaşları ne kadar? ATT Maaşları Ne Kadar? Yazısını Oku > --- 4. Kimya Mühendisliği Maaşı Ne Kadar? 2022 Kimya mühendisliği maaşı, 2022 yılında özellikle üniversite seçimlerinin olduğu dönemler içinde bolca araştırıldı. Kimya Mühendisliği Maaş konusuna girmeden önce Kimya Mühendisliği nedir bu konuya bir açıklık getirmekte fayda var. Kimya bilimlerinin en temel kavramları arasında yer alan ünite operasyonlarının gelişmesi ile birlikte, kimya mühendisliği meslek unvanını kazanır hale gelmiştir. Kimya Mühendisliği 2022 yılında ne kadar maaş alıyor? 2022 Kimya Mühendisi Maaşı ne kadar oldu? Kimya Mühendisliği Maaşı Ne Kadar? 2022 yazısını oku >
0 notes
Text
En İlginç Meslekler
Dünyada her biri birbirinden ilginç sayısız farklı meslek var ve zamanla yeni meslekler ekleniyor. Sonuçta, çoğu insanın işi kapı komşularına ve içinde yaşadıkları topluluklara tanıdık gelse de para kazanmanın yeni yollarını yaratan bazı cesur insanlar var. Gelin, en ilginç meslekler nelermiş beraber bakalım. Okülarist İnsanlar yaralanma, hastalık veya başka bir travma nedeniyle bir veya iki…

View On WordPress
0 notes
Text
MOŞE ANLATIYOR
Moşe Anlatıyor: “Senin kendini nasıl gördüğün önemli değil, toplumun seni nasıl gördüğü çok önemli.”
“Liseyi bitirdiğim 2003 senesinde patlamalar oldu. Ondan sonra ‘İsrail’in veya Amerika’nın politikalarını beğenmeyen insanlar gelip burada seni öldürebiliyor’ kavramına bir anda aşina oluyorsun. Tabii ki illa duyuyorsun sağdan soldan, 1986’da da 1992’de de böyle saldırılar oldu diye. Ama 2003’te bunu bizzat yaşayınca diyorsun ki, ‘Demek ki senin kendini nasıl gördüğün önemli değil, toplumun seni nasıl gördüğü çok önemli.’”
Geçen yıl tanıştığım Moşe ile ilk olarak arkadaş ortamında bir araya gelmiştik. Bu yıl çeşitli etkinliklerde buluştuğumuz Moşe ile bu sefer Genç Yahudiler Anlatıyor köşesi için buluştuk. Taksim’de bir kafede gerçekleşecek görüşmemize başlamadan önce, sevdiği isimlerden “Moşe” ismini kullanmaya karar verdik.
33 yaşında bir Sefarad Yahudi’si olan Moşe, emekli bir baba ile ev kadını bir annenin tek oğlu. Eğitim hayatına Musevi okulunda başlamış ancak ortaokula geldiğinde ekonomik sebeplerden ötürü devlet okuluna geçiş yapmış. Ortaokulu ve liseyi karışık bir devlet okulunda okuyan Moşe, liseyi bitirince Açık Öğretim Fakültesini iş hayatıyla eş zamanlı bir şekilde sürdürmüş. 4 yılın ardından özel bir üniversitede siyasal bilimler dalında yüksek lisansına başlayarak iş hayatına yurt dışı menşeli bir şirkette devam etmiş. Şirketin 2012’de değişen kanun sebebiyle Türkiye pazarından çekilme kararıyla birlikte, yüksek lisansını bitirmiş ve sonra askerliğini yapmış. Moşe şu anda Şişli’de yaşıyor, özel bir üniversitede doktorasını yapıyor ve iş hayatına serbest meslekle devam ediyor.
Musevi okulunun ardından geçiş yaptığı devlet okulu, Moşe için çoğunluk toplumuyla ilk karşılaştığı ve kendi ifadesiyle “kültür farkını çok net bir şekilde gördüğü” bir deneyim olmuş. Kendini bildi bileli tarihe ve kültüre özel bir merakının olduğunu söyleyen Moşe, çoğunluk toplumunun her zaman farkında olduğunu ancak ilk olarak ortaokul zamanlarında araştırma yapıp bilmediği detaylar öğrendiğini benimle paylaştı. Kendisine kimliğiyle ilgili soruların ilk defa yöneltilmeye başlamasıyla kendisine ve kimliğine dair erken yaşta bilinçlendiğini ve bunun yüksek lisansını ve askerliğini yaparken ona birtakım faydalar sağladığını anlattı. İnsanın kendisini nasıl gördüğünün değil çoğunluk toplumunun onu nasıl gördüğünün önemli olduğunu vurgulayan Moşe İstanbul’dan gitmek zorunda kalacağı günlerin gelmesini istemediğini söyledi. Şimdi sözü ona bırakıyorum…
Kendinden bahseder misin biraz Moşe?
1985 doğumluyum. İlkokula Musevi okulunda başladım, daha sonra karışık bir devlet okulunda okudum ortaokulu ve liseyi. Ardından Açık Öğretim Fakültesi bitirdim. Üzerine yüksek lisans olarak özel bir üniversitede siyaset bilimi okudum. Arada askere gittim. Askerden dönüşte de aynı üniversitenin doktora bölümüne kaydoldum. Ailem bildim bileli hep İstanbullu. Sefarad kökenliyiz. Tarihi kurcalamayı çok seven bir insanım, doğal olarak ailemi kurcaladım. Mesela babaannemin dış görünüşü Sefarad dediğimiz İspanyol kökenli insanların karakteristik özelliklerinden farklıdır. Bu bağlamda acaba Aşkenaz kökenimiz var mı diye çok zorlamama rağmen çok bir şey yakalayamadım. Bunun dışında ailemin İstanbul’a ne zaman geldiğiyle ilgili de çok bir veri yok, bildik bileli Hasköy ve çevresinde yaşadığımız söyleniyor. Bu bağlamda acaba Romaniotlarla bir bağlantımız var mı diye burayı da zorladım ama buradan da bir şey çıkartamadım. Elimden geldiği kadar geriye gitmeye çalışsam da tarihin el verdiği kadar bildiğim kadarıyla Sefarad olarak niteliyorum kendimi.
Ailenin tarihçesini nasıl araştırdın? Nerelere başvurdun?
Şöyle, ailenin yaşlı bireylerini sözlü olarak sürekli sıkıştırırım. “Annen neredeymiş?”, “baban nereden gelmiş?”, “senin dedenin ismi neymiş veya nerede gömülmüş” gibi sorduğum sorular ailenin bildiği bir şeydir ve çoğu zaman aile içinde kavga çıkartan sorulardır bunlar. Çünkü ailenin iki yaşlı bireyi konu hakkında farklı hikayeler hatırlıyordur “yok yok öyle değildi, biz aslında şöyleydik” gibilerinden kendi aralarında tartışırlar. Bu çok bilgi katıyor insana çünkü aslında yanlış şeyler hatırlamıyorlar farklı dönemleri hatırlıyorlar; biri 10 yıl önceyi biri 10 yıl sonrayı hatırlıyor. Dolayısıyla o süreçten ailen hakkında daha fazla bilgi ediniyorsun. Bu aldığım bilgiler ışığında da elimden geldiği kadar kendi cemaatimde girebildiğim arşivlerde bunun kurcalamalarını yaptım.
Evde Ladino konuşulur muydu?
Sadece benim anlamamı istemedikleri şeylerde konuşurlardı. Babaannemin Ladino dil haznesi Türkçesine göre çok daha iyiydi tabii ki. Doğal olarak konuşması sırasında ağırlıklı olarak Ladino konuşurdu. Ben de bir babaannenin torununa Ladino olarak dediği her kelimeyi biliyorum. Mesela şeker, yemek, su, gelmek, gitmek, oynamak… Veya yemek isimleri. Ama kendimi ifade etme yöntemleri veya sohbet açma noktasında tabii ki Ladino kullanabileceğim bir dil değil.
Kaybolmakta olan bir dil oluşu hakkında ne hissediyorsun?
Çok içimi acıtıyor diyemem açıkçası. Vay arkadaş dilimizi kaybediyoruz benliğimiz yok oluyor şeklinde düşünmüyorum. Olsaydı güzel olurdu, değerli bir bilgi ve kültürel bir zenginlik neticede. Ama diğer yandan hayatın gerçekleri de var. Onu şöyle değerlendiriyorum, zaten İspanya için bile eski bir dilden bahsediyoruz. İspanya’da İspanyol dili ve edebiyatı okuyan öğrencilerin dilin tarihçesini ve gelişimini öğrenmek için Türkiye’ye gelip burada Ladino konuşan Yahudilerle sohbet ettiğini biliyorum. Çünkü bizim buraya geldiğimiz dönem İspanya’da Cervantes’in İspanyolca konuştuğu dönem, doğal olarak bugünün Türkiye’sine geldiği zaman adam zaman makinesine binip İspanya’nın eski İspanyolcasını öğrenmiş oluyor teknik olarak. Bu çok etkileyici bir şey ve değerli bir hazine. Bir de şu var, bu toplumun bir parçası olma noktasında bu toplumun hakim dilini de akıcı bir şekilde konuşabilmek, kendini bu dilde ifade edebiliyor olmak bence yanlış bir kavram değil. Bulunduğun ülkenin kelimelerini düzgün konuşabiliyor ve o dilde romanlar yazabiliyor olmak değerli geliyor. Evet, 1930’larda “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları yüzünden baskı altına girmiş insanlar var, ki ailemin içinde de olduğunu tahmin ediyorum, ama diğer yandan şu beni daha çok rahatsız ediyor, eski Türk filmlerinde Yahudi, Rum, Ermeni karakterleri canlandırırken şivelerinin ya da aksanlarının bozuk şekilde nitelendirilmesi beni çok rahatsız ediyor. Benim çevremde ya da ailemde kimsenin şivesi bozuk değil.
Aile büyüklerinde şive kayması oluyor mu?
Güzel soru, babaannemin mesela Türkçe konuştuğunu çok hatırlamıyorum. Evet, konuşmaya çalışsaydı bozuk konuşurdu büyük ihtimalle ama çok konuşmazdı. Ağırlıklı olarak Ladino konuşurdu. Bak mesela babamlar halamlar anneleriyle Ladino konuşup bizle Türkçe konuşmalarına rağmen onlarda bir şive kayması yok.
İsmine gelelim. İsmin nasıl konmuş?
Geleneğe uyularak. Dedemin isminin kısaltılmışı.
Ailen Şabat’a bakar mı?
Şimdi, Şabat’a bakmak çok derin bir kavram. Kuralları olan ve aslında Yahudi dinî öğretisinin en zor emri diyebileceğim kavram. Doğal olarak Türk Yahudi toplumu içerisinde ortalama bir aile olarak değerlendirirsem kendi ailemi, bakılmazdı. Zaten kimin baktığını da şu ana kadar hiç bilemedim. Ancak çok dindar ailelerin baktığını duydum, benim çevremde neredeyse hiç yok ama. Şabat’ın bir farklılığı vardı benim için; hayatım boyunca hiçbir zaman Cuma akşamları saat akşam 10’dan 10 buçuktan evvel evden çıkamadım. Mutlaka akşam saat 7’de evde olunur, Şabat masası kurulur, ailecek hep beraber yemek yenir sohbet edilir ve geçe kadar oturulurdu. Ancak ondan sonra çıkılacaksa çıkılırdı. Babaanneye gidilir bizde, halada devam eder bu. Şimdi benden şey bekleniyor, “artık sen de evlen de biz de sana gelelim”. (gülüşmeler)
Bayramlar nasıl geçer peki?
Bizim aile dindar olmasa da çok gelenekçi bir aile. Mesela çevremdeki çoğu arkadaşımın pek bilmediği Tu-Bişvat diye bir bayramımız vardır. Bahar bayramı diye adlandırabileceğimiz bu bayram ağaçların çiçek açmasını anlatır, belki biraz Nevruzla benzeştirebileceğimiz bir bayram. O bayramda her zaman masada kuruyemişler olur. Veya Şavuot bayramında, evdekilere sorsan belki bayramın hikayesini bilmezler ama mutlaka beyaz renkli masa örtüsü, süsler ve beyaz renkli tatlılar masada olur. Hikayeyi bilmese bile geleneği biliyor. Pesah, Purim gibi büyük diyebileceğim bayramların doğal olarak daha fazla hikayesi, uygulanması gereken kuralları biliniyor. Mesela Kaşerut, Yahudi dini için çok önemli ve büyük bir yer tutan yeme kuralları, bizim evde asla uygulanmaz. Ama Pesah’da sekiz gün boyunca ev Kaşerut kurallarına uygun bir şekilde yer.
Peki, Şabatlarda aile büyükleri Kaşeruta bakıyor mu?
Sanırım onlar bakıyor. Kaşerut çok geniş bir kurallar dizisi. Eve tabii ki kaşer et giriyor ama mesela masada etli yemek var biz yoğurt çıkarmayalım demiyorlar. Böyle biraz daha hafif, üstten üstten bakılıyor.
Kipur tutar mısınız?
Evet, herkes tutar. Kipur’la ilgili şöyle ilginç bir şey var, insanların oruç tutmama ihtimali olduğunu belki 20 yaşında falan öğrendim. “Nasıl? Kipur’da oruç tutmuyor musun?” tepkilerini veriyordum, benim bildiğim en alakasız insan bile senede nasıl olsa bir gün diye oruç tutardı.
Ada hayatın var mıydı peki?
Ada hayatım vardı ama yazlığımız yoktu. Ben 5-6 yaşından beri adada bir Yahudi yaz kampına gidiyordum ve bu yaz kampı güzeldi benim için. Çok fazla arkadaş edinebiliyorsun, küçük yaştan çevren oluşuyor ve adada olmanın avantajıyla denize girebiliyorsun havuza girebiliyorsun. Sosyalleşebileceğim ve yazın İstanbul’da boş boş oturacağıma eğlenceli, güzel vakit geçirebileceğim bir yerdi benim için. 5 yaşından 14 yaşına kadar oraya her yaz çocuk olarak gittim. 14’ten sonra da abi olarak, çocuklara bakıcı olarak katıldım oraya. Yaklaşık bir beş sene falan sürdü bu. Çocukken farklı çocuklarla beraber zaman geçirmek çok eğlenceliydi, büyükken de şey gibi hissediyordum, “bu benim yapmam gereken bir iş, benim yaşım geldi artık ben de bunu yapmalıyım”. Vicdanî bir sorumluluktu belki de… Doğal olarak her yazım adada geçti ama hiç yazlığımız olmadı. Bu beraberinde iki şeyi getiriyor; ada kültürünü biliyorsun, çevresini biliyorsun bu hoş bir şey, ama diğer yandan Yahudi toplumu içerisinde çok avantajlı bir durum değil. Özellikle adada yazlığın yoksa ve böyle bir kampa katılıyorsan demek ki sosyo-ekonomik düzeyin çok da iyi değil ve bu da görece dışlanmana sebep olabilecek bir konu. Ben de insanlara şeyi anlatmaya çalışıyordum, “Tamam ben oraya gidiyorum da sen ne yapıyorsun? Sen yazın Çeşme’ye Bodrum’a gidiyorsun ailenle 1-2 hafta, e sonra? 3 aylık tatilde evde oturuyorsun sonra. Onun yerine burada hem sosyalleşebileceğin, kendini eğitebileceğin, ödevlerini yapabileceğin bir yer var. Buna niye aşağılayarak bakıyorsun?”. Bu her yerde oluyordur elbette ama biz nüfus olarak daha küçük olduğumuz için dedikodu daha hızlı geliyor bize. Geniş toplumda da illa oluyordur, Türkiye’de yazlığa gidenlerle gidemeyenler, yazlığı Çeşme’de olanlarla Avrupa’da olanlar arasında seviyeye dair bakış farklılıkları oluyordur. Ama sen yazlığı Avrupa’da olanın bakışını bilemezsin çünkü senle asla aynı ortama gelip sohbet etmez. Bizde bu çok net olabilecek bir şey; herkes birbirini tanıyor.
Eğitim hayatına neden bir Yahudi okulunda başlayıp sonra bir devlet okulunda devam ettin?
İlköğrenimime neden bir Yahudi okulunda başladığıma dair bir fikrim yok açıkçası. Ama ortaokulda niye devlet okulunda olduğumu biliyorum çünkü Yahudi okulu ekonomik olarak çok pahalıydı, bizim de ücreti ödeyecek gücümüz yoktu. Devlet okuluna girdiğim zaman da evime yakın olana girmek durumundaydım. Ortaokulu orada okumamın ardından Nişantaşı’nda bir devlet okulunda devam ettim liseye. İyi bir okuldu ama içine girince o kadar da parlak olmadığını görüyorsun. İşin aslı şu, günün sonunda Şişli’deki devlet okulunda Şişli’deki, Nişantaşı’ndakinde ise Nişantaşı’ndaki kapıcı çocuklarıyla okuyorsun. Çünkü o mahallenin zenginleri zaten çocuklarını oraya göndermez. Nişantaşı’nda okudum diyorsun ama Nişantaşı tebaasıyla okumuyorsun aslında, Nişantaşı’nın esnaf çocuklarıyla okuyorsun.
Yahudi okulundan sonra karışık bir devlet okulunda okumak nasıl bir deneyimdi hatırlıyor musun?
Hatırlıyorum, çocuksun hatırlamayabilirsin diye düşünme, çok akılda kalıcı şeyler yaşıyorsun. Mesela ortaokula ilk başladığım zaman Yahudi okulundan sonra inanılmaz bir kültür farkı gözüne çarpıyor. Hayatımda ilk defa öğretmenimden dayak yedim, tokat attı, elime cetvelle vurdu. Ağlayarak sınıftan dışarı çıktım, dışarıda müdür yardımcısı gördü beni ve sordu ne olduğunu. “Hoca herkese vuruyordu, bana da vurdu ve ben de ağladım” dedim, “Niye vuruyordu?” diye sordu “Ödevimizi düzgün yapmadık” dedim. “Vay siz ödevinizi niye düzgün yapmadınız!” diye bir de o vurdu. Ben hayatım boyunca ailemden herhangi bir dayak görmemişken ya da Yahudi okulunda bunu hiç yaşamamışken bir anda o ortama girince doğal olarak ağladım. Sonra o sınıfa geri döndüğündeyse daha komik başka bir tepkiyle karşılaşıyorsun; sınıftaki diğer erkek çocukları ilkokuldan beri dayak yiyerek büyüdüğü için “Sen erkek mi değilsin de çıktın sınıftan” tepkisini görüyorsun. “Ay kız gibi her şeye ağlıyor…” Dolayısıyla inanılmaz bir sosyal baskı içerisindesin. Bunun bir diğer örneği de Bar-Mitzva dönemimdi. Ortaokul zamanıma denk gelmişti Bar-Mitzva’m dolayısıyla okuldan çıkışta derse gitmem gerekiyordu. Çantamda İbranice kitaplarla gidiyordum okula ve bir şekilde bu kitaplar gözüktüğünde “Bu ne?”, “Niye?” gibi sorularla karşılaşıyordum ve Yahudilik anlatmaya çalışıyordum. Şişli görece daha kozmopolit bir yerleşim birimi, dolayısıyla orada yaşayan insanların az çok bir Yahudi veya Hristiyan tanıdığı var. Onun için çok ağır antisemitizmle karşılaştığımı söyleyemem ama sürekli bir kendini izah etme durumuyla karşı karşıyaydım. Her şeyi tek tek anlatmak zorunda kalıyorsun; çevrendekiler zaten seni anlamıyor ama kendini acayip bilinçlendiriyorsun bu konuda. Birine bir şey anlatmak istiyorsan bunu biliyor olman lazım çünkü. Ortaokulda işte bunu çok yaşadım. Bir de şey çok oluyordu, din öğretmeni anlatıyor birini Müslüman yapınca cennete gidiyorsun diye. Sonrasında tabii “Haydi kelime-i şehadet getir” laflarıyla geçti bütün ortaokul hayatım.
İlk o zaman mı çoğunluk toplumuyla karşılaştın?
Evet, hayatımda ilk kez Müslüman birileriyle tanıştım o dönemde diyebilirim. Biliyorsun zaten aslında, her zaman komşun, arkadaşın, veya bir yerde gördüğün insanlar. Ama “Nasıl yani, siz Hz. Muhammed’e inanmıyor musunuz?” sorusuyla karşılaşınca düşünüyorsun, “He demek ki sen Hz. Muhammed’e inanıyorsun”, peki “Hz. Muhammed ile Musa arasındaki fark ne?”. Ondan sonra eve gidip baktıktan sonra diyorsun ki, “He demek ki arada 1000 yıl 1500 yıl var ve başka bir insan var; ve bu insana inanan insanlar var…” ve doğal olarak başka hikayeler öğrenmeye başlıyorsun. Her zaman Müslüman olarak biliyorsun evet, ama ayrıntılı öğrenmeye sonra başlıyorsun.
Kimliğimle alakalı sorular Bar-Mitzva döneminde başladı dedin. Peki öncesinde ismin dikkat çekiyor muydu?
Tabi tabi. Aynı döneme denk geliyor ismimle İbranice kitaplarını görmeleri. Ortaokulda Moşe olmak avantajlı olabiliyordu, çünkü daha karizmatik bir isim. Hani Mahmut değil de Moşe. Ama lisede o kadar avantajlı değildi ismim. Çünkü lisede politize olmuş, bazı konularda daha fazla bilgi sahibi olmuş insanlar Moşe’yi avantajdan dezavantaja çok kolay çevirebiliyorlar. Lisede ülkücü olmak güç gösterisidir. Arkanda abilerin vardır ve seni korurlar kollarlar. Bununla ilgili de çok hikayeler var başımdan geçen çünkü çok fazla farklı dönemlerin içinde bulundum lisedeyken. İsrail’in Gazze savaşı, İntifada süreci falan derken o sırada ben okuldaydım. Bir şekilde konu “Zaten bu Yahudiler…” şeklinde sana bağlanıyor ve sen de anlatmaya çalışıyorsun “Hayır bu Yahudiler değil, orada bir devlet var, bu devletin politikaları var, bunun dışişleri var… Ben nasıl hiç yaşamadığım bilmediğim bir ülkeyle bir tutulabilirim?” gibilerinden dil döküyordum. O noktada da bireysel olarak alaka kurmaya başlıyorsun İsrail’le; o güne kadar kendimi sadece Yahudilikle alakalı bir birey olarak görürken o günden sonra toplum “Hayır senin onunla alakan var” dediği için acaba ben İsrail’le bağlantılı mıyım diye sorgulamaya başlıyorsun ve ister istemez bir bağlantı da kuruyorsun. Liseyi bitirdiğim 2003 senesinde patlamalar oldu. Ondan sonra “İsrail’in veya Amerika’nın politikalarını beğenmeyen insanlar gelip burada seni öldürebiliyor” kavramına bir anda daha aşina oluyorsun. Tabii ki illa duyuyorsun sağdan soldan, 1986’da da 1992’de de böyle saldırılar oldu diye. Ama 2003’te bunu bizzat yaşayınca diyorsun ki “Demek ki senin kendini nasıl gördüğün önemli değil, toplumun seni nasıl gördüğü çok önemli”.
“1986 olsun 1992 olsun, sağdan soldan duyuyorsun bu saldırıları” dedin. Nereden duyuyordun? Ev içerisinde konuşuluyor muydu mesela bunlar?
Ev içinde konu açılırsa konuşulur, konu açılmazsa konuşulmaz bunlar. Konu nasıl açılır? Konuyu ben açarım genelde. Evde herkes o konuları bilir, bilmiyorum diyen biriyle karşılaştığımı hiç hatırlamıyorum ama asla konuyu açtıklarına da denk gelmedim. Ancak benim bir şekilde konuyu açmam gerekir. Bunun dışında sosyal ortamlardan duymuş olabilirim bu saldırıları. İlk nerede ya da ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum doğrusu. Bir yerde okumuş da olabilirim ya da arkadaşlarımdan duymuş olabilirim. Belli bir zamandan sonra, özellikle 15-16 yaşlarında falan, hafta sonu beraber dolaştığın arkadaş grubundan çok farklı konularda çok farklı şeyler öğrenebiliyorsun. Ergen genç sohbeti içerisinde daha önce bilmediğin şeyler duyabiliyorsun, kafanda soru işareti kalan şeyleri de evde “Ya böyle bir şey varmış, bu ne demek?” diye soruyorsun. Mesela ilk İspanyolca küfürleri arkadaşlarımdan öğrendim doğal olarak eve gidip sorunca bu ne demek diye “A-aa ne kadar ayıp! Sen bunu nereden öğrendin?” şeklinde tepkiler almıştım.
Bu arkadaşlar peki ilkokuldan mıydı yoksa başka cemaat ortamlarından mıydı?
İlkokuldan beri tanıdığım arkadaşlarım da var, ailemin arkadaş gruplarının çocukları var, farklı cemaat ortamlarından tanıştığım insanlar var. Ama ağırlıklı olan kuzenim diye hitap ettiğim aile yakınlarım.
Cemaat faaliyetlerine katılımın nasıldı?
Çok küçük yaşımdan beri içindeyim aslında. 10-11 yaşından itibaren elimden geldiğince cemaatin düzenlediği faaliyetlere katıldım, belli bir yaşa geldikten sonra da sadece katılım değil sorumluluk da almaya başladım. Bu faaliyetlerde yapılacak bir şey oldu mu örneğin, elimi taşın altına koymayı seven bir insanım. Hala da elimden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışıyorum.
Arkadaş ortamlarından bahsedelim o zaman biraz. Üniversiteye kadar kimler oluşturuyordu arkadaş grubunu?
Farklı gruplar oluşturuyordu. Ortaokula kadar Yahudilerdi. Ortaokulda, yeni bir okula yazıldığın zaman doğal olarak arkadaş edinme ihtiyacındasın. Hele bir de bahsettiğim dayak olayı ve “Kız gibi çocuk” laflarından sonra daha fazla ihtiyacın oluyor arkadaşa. Birileriyle beraber dolaşmalısın, tek başına dolaşırsan hedef olabilirsin. Çok emin değilim şimdi söyleyeceklerimden, %100 eminim diyemem yani. Bir tanesi şu; bazı insanlar benimle arkadaş olmak istemediler, bazı insanlar da Yahudi olduğumu öğrendikten sonra arkadaş olmak istemediler. Mesela bir örnek vereyim, Osmanlı tarihiyle ilgili bir dönem ödevi almıştım ve o dönem haliyle Google olmadığı için kitap nereden bulabilirim diye düşünüyordum. Bir arkadaşım “Bizim evde ansiklopediler var gel bize” dedi. Gittim, evde anneannesi vardı, başı kapalı dindar biriydi. Oturdum, evdeki İslami ansiklopedi dizisi içerisinde Osmanlı tarihi anlatılan kitaplardan çalışmaya başladım. Kadın gayet iyi bir şekilde geldi ve “Evladım adın ne senin?” diye sordu. Söyledim, “Ne?” diye anlayamadı. Bir daha söylediğimde “He peki” dedi ve o çocuk bir daha benimle hiç konuşmadı. Bilmiyorum tabi, belki ailesiyle bu konu hakkında hiç diyaloğa girmemiştir belki tamamen tesadüftür. Çocuk bir daha benimle konuşmak istemedi, bunu biliyorum sadece. O dönem kimler benimle arkadaş oldu? En yakın arkadaşlarımdan birisi Alevi, biri bir asker çocuğu, bir tanesi laik bakış açısı olan bir çocuk ve bir tane de Hristiyan bir çocuktu. Biz böyle bir gruptuk. O zamanlar fark etmiyorsun tabi ama büyüyüp geriye dönüp baktığın zaman “Beyaz Türklerle dolaşıyormuşum aslında o dönemde” diyorum; okumuş laik bakış açısına sahip çocuklar, bir asker çocuğu, bir Alevi… Standart Sünni Müslüman’la çok arkadaş olamamışım. Liseye geldiğimdeyse durum daha feciydi; hiç yakın arkadaşım yoktu. Şanslıydım ki kuzenimle aynı okuldaydım. Dışladılar beni evet ama belki ben de onları dışlamıştım. Tek başıma kalmak istemezdim kesinlikle, zor bir durumdu ama çok cahilsiniz dediğimi de hatırlıyorum. Sadece tarihe meraklı değil, genel kültüre de meraklıydım, güncel politikaya da… Biri sana çıkıp ülkü ocakları, MHP deyince “Bak aslında şöyle bir şey de var” diyorsun cevap olarak. Che’nin Motosiklet Güncesini yeni okuduğum dönemler, adamlar dinlemiyor bile. Sonra sen de çok cahilsin diyorsun tabii. Sen mi beni dışlıyorsun ben mi seni çok emin değilim.
Üniversiteye gelelim. Açık Öğretim Fakültesi bitirdiğini söyledin. Neden Anadolu’da bir üniversite tercih etmedin?
Ben 2003’te liseden mezun olduğum zaman İstanbul’da çok az özel üniversite vardı ve bunlar inanılmaz pahalıydı. Ailemin de bunu karşılayabilecek gücü yoktu. Diğer yandan Anadolu’da bir üniversiteye evet gidebilirdim ama Türkiye’de Anadolu’da okuyan bir genç Yahudi hiç yok. Bunun hem güvenlik algısı sebebi var hem toplumsal sebebi var hem hayatını idame ettirebilmekle alakalı sebepleri var… Ama yok neticede orada okuyan bir Yahudi. Dolayısıyla Açık Öğretime karar verdim ve 4 yılda bitirdim. Bu değerli bir şey bence, zor dersleri biri sana anlatmadan verip zamanında bitirmen ama günümüz bakışıyla Açık Öğretim bitirmek aşağılanan bir şey ne yazık ki. Biraz da bunun yüküyle özel bir okula yüksek lisansa başvurdum. Özel bir okulda okumanın avantajını çok gördüm çünkü görece parasını vererek gelen adam belli konularda daha iyi yerlerde oluyor. Dolayısıyla alakasız iyi yerlerde tanıdığım insanlar var şu an mesela. Siyasal okumanın şu getirisi var, görüşlerini çok açık bir şekilde dile getirebiliyorsun ve her konuda herkesle tartışabiliyorsun. Bu, sınıfta görece dışlanmanı hızlandırabiliyor ama bunu dışlanma olarak değerlendirmemek lazım. Herkes kendi görüşüne yakın olan adamlarla takılmak istiyor zaten. Ama Yahudi olmanın orada ekstra bir zorluğu şu olabiliyor; bu diyeceklerim benim şahsi görüşüm tabii, 1930’ların Türkiye’sini tartışıyorsan anti-CHP, 1950’lerde anti-Demokrat Parti, güncel konuşuyorsan anti-AKP konuşmak durumundasın. Doğal olarak her noktada birilerine hep “anti” kaldığın için tek kalıyorsun. Ama bunu anlayabilecek insanlarla dolaşıyorsun tabii neticede.
Yüksek lisansını yaparken antisemit söylemlere ve hareketlere maruz kalıyor muydun peki siyaset konuşurken?
Bol miktarda şununla karşılaştım, İsrail politikaları eleştirilirken “Siz zaten böyle yapıyorsunuz” şeklinde yorumlar geliyordu. “Siz falan yok, ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım” dediğinde de “Tamam öylesin ama…”. Kesinlikle anlamak istemiyorlar ve inatla seni o politikanın bir parçası olarak görüyor. Ama ben bunları lisede aştığım için yeterli cevabı verebildiğime her zaman inanmışımdır. Ben yüksek lisanstayken Mavi Marmara olayı oldu. Ne olduğun çok belliyken hoca çıkıp şey diyor “Moşe, bir de sen anlat Mavi Marmara’yı haydi”. Niye ben? Tamam anlatırım ama niye ben? Sonunda sesler yükselse de çıkıp anlattım hatta sunum bile yaptım neticede ama “Niye ben?”
Anlıyorum… Çalışma hayatına ne zaman atıldın peki?
Lise bittikten sonra 18’imde çalışmaya başladım. Bugüne kadar hala çalışmaya devam ediyorum, sürekli ve düzenli bir iş hayatım oldu yani. Eminönü’ydü ilk işe başladığım yer. Eminönü Türkiye’deki çeşitli dinî duyguları ağırlıklı olan grupların yoğun yaşadığı bir bölge diyebilirim. Travmatik olarak şeyi çok net hatırlıyorum, Beyazıt Cami’nde Cuma namazı çıkışında toplanan ve İsrail bayrağı yakan grupların dükkanımızın önünden geçtiğini. İnsan ister istemez korkuyor, manyağın bir tanesi burası Yahudi dükkanı diye taş atsa o yığından kurtulamazsın. Öyle bir kalabalık. Hiç elinde İsrail bayrağı taşıyan o kadar fazla sayıda Müslüman görmemiştim mesela. Yakmak için taşıyorlar o ayrı tabii. Orada çalışırken çok farklı insanlarla tanışıp sohbet etme imkanım oldu. Bizim dükkanla iş yapan insanlar aşağı yukarı daha modern yapıda olan insanlardı, çok hacı hoca tayfası yoktu. Ben bu işe tanıdık vasıtasıyla girdim bu arada. Çalışırken okuyordum aynı zamanda. Yüksek lisans yaparken tam zamanlı çalışamıyordum o yüzden kendime başka bir iş bulmak istedim. O çalıştığım yerle iş yapan başka bir yerle tanıştım yüksek lisans yaptığım dönemde. Patronum çok anlayışlı ve düşünceli bir insandı, o ayarladı. Maslak’taydı şirket. Yurtdışı tabanlı bir şirketti ve iyi bir pozisyondu. 2012’de değişen yasa tasarısı yüzünden Türkiye pazarından çekilme kararı aldı. Dolayısıyla 2012 itibariyle ben işsiz kaldım. Ondan sonra şahsi bir girişim işine giriştim ve hala da o işi yapıyorum “freelance” olarak. Bu işin güzelliği ayın 4-5 günü çalışıp geri kalan günlerde dinlenmemdi. Ancak orada da bir baskı söz konusuydu; yaşlar 25’li yaşlar olunca ve bir kızla tanıştığında ilk sohbette konu “Ne iş yapıyorsun?”a geliyor. Doğal olarak orada ayın 26 günü yatan ve freelance iş yapan biri çekici gelmiyor. Zamanla bu işin getirisi çok parlak olmamaya başladı ve askere gitmeme çok az süre kaldığı için iş arayışına giriştim, bulamadım. Askere gittim. Geldiğimde de aynı üniversitede doktoraya başladım.
Askerliği nerede yaptın? Nasıl bir deneyimdi?
İki farklı yerde yaptım. İlki kısa dönemdi, aslında güzel geçti. Genel olarak çok kötü deneyimlemedim askerliği ama çok gereksiz olduğunu düşünüyorum. “Adam” etme merkezi askerlik. Birileri oraya gidiyor ve adam oluyor, gitmeden adam değilsin. “Ben zaten adamım” dediğin zaman olmuyor ve onu anlatamıyorsun insanlara. Diyorlar ki her insana bir şey katar, zengine fakiri anlamayı sağlar fakire düzgün davranmayı katar falan filan… Tamam olabilir, belki gerçekten bazılarına bir şeyler katıyordur ama ben kalem alacak parası olmayan insan da gördüm, Yahudi çevresinde Avrupa’da yazlığı olan insan da gördüm. Şimdi bana ne katacak burası? Ben zaten ailemin dediklerini yapan, kötü alışkanlığı olmayan bir insanım neyimle adam olmalıyım? Hiç anlayamadığım ve fuzuli gördüğüm bir yer askeriye. Mecburdum, gittim. O sistemin düzgün işlemediğini de gördüm mesela çok donanımlı Türkiye’de uzun yol kaptanı bir çocuk vardı, onu topçu olarak göndermişlerdi. Denizci olarak değil… “Çok büyük bir akıl var arkasında” efsaneleri yalan… İkincisinde usta birliğindeydim, yaz ayıydı rahattı. Bu deneyim hem iyi hem kötüydü. Başlangıcı kötüydü, tek kısa dönem ve sabıkası olmayan kişi bendim. Sonrasında bölük komutanı görece iyi bir şey yaptı; “Ne kadar az muhatap olursan o kadar az sorun yaşarsın” diye kimsenin uğramadığı bir odanın görevlisi olarak atadı beni. Nispeten rahattım.
Askerdeyken ismin dikkat çeker miydi?
Çekerdi tabii. Ben geç bir yaşta askere gittim. Gitmeden aldığım bir tavsiye üzerine yüzük götürdüm yanımda. Askerde nişanlı ya da evli olanlara biraz daha saygı gösteriyorlar çünkü. Diğerleri hep 20’lerinde ve gençse, sen de onlardan 10 yaş büyüksen ve evliysen sana abi gibi bakıyorlar. İlk dönemlerde bu beni biraz korudu. Ama mesela normal şartlarda kısa dönem olduğum için çok hızlı bir şekilde çavuş olmam gerekirdi, benim çavuşluğum gelmedi. Askerliği bitirene kadar neredeyse çavuş olamadım. Bu da düzenli olarak nöbet tutmama, ağırlıklı olarak gece nöbetleri tutmama sebebiyet veriyordu. Bu tamamen yazıcının inisiyatifinde olan bir şey bu arada ve bunu keyfine göre yazıyor. Seninle onun arasındaki ilişkiyle alakalı biraz. Benim pek umurumda değildi bu durum, idare ediyordum bir şekilde. Bir gün hazırolda dururken bir şey geldi başıma; tam arkamdaki adamdan “Bu Yahudilerin hepsi böyle zaten” gibi bir itham duydum. Ben de sonrasında “Senin benimle bir sorunun mu var? Ben sana kötü bir şey mi yaptım? Niye benim hakkımda böyle diyorsun?” diye sorduğumda “Yok abi ben sana demedim” demeye başladı. Hiçbir şeyin farkında değildi o yüzden çok da önemsemedim açıkçası. Bu biraz şans meselesi. Askerliği benden daha iyi geçen arkadaşım da vardı daha kötü geçen de.
Askerlik dedik, peki oy kullanıyor musun?
Evet, hep kullandım. Bence en önemli vatandaşlık görevlerinden biri. Bir şeylerin değişeceğine dair umudum olmasa dahi aksatmadan kullanıyorum. Oy kullanmayanların olduğunu, aynı Kipur örneğindeki gibi çok geç bir yaşta fark ettim. Benim için oy kullanmamak diye bir şey söz konusu değil çünkü.
Gezi Direnişine katıldın mı?
Evet, oradaydım. Hem de ilk günlerden oradaydım. Bir grup toplanmıştı ağaçlar kesilmesin diye çadır kurmuşlardı. Ertesi sabah da zabıta bu insanların çadırlarını basmıştı. Zabıtanın baskınından sonraki öğleden sonra oradaydım. İkinci gün diyebiliriz yani. Ve aşağı yukarı son güne kadar da oradaydım.
Oraya gitmende seni tetikleyen neydi?
İnsanlara yapılan haksızlık aslında tetikledi. Parkta eylem yapıyorlar çok masumane bir sebeple, ağaçlar kesilmesin diye ve çadırları basılıyor… İlk o tetikledi. Oraya gittikten sonra ortam çok hoşuma gitti. Gerçekten belli bir entelektüel seviye vardı, insanlar çok düzgündü. Evet bira içilmiyor muydu içiliyordu, ama akşamleyin biri megafonu eline alıp “Arkadaşlar geçen sabaha karşı zabıta çadırlarımızı bastı, bu sabaha karşı da gelebilir lütfen çok içmeyin de engel olalım” gibilerinden “Sabah erken kalkacağız” anonsunun yapılması, bu birlik beraberlik ve bilinç çok hoşuma gitmişti. Çok hoş ve doğru geliyor bu bana; isteyen içer istemeyen içmez ama sabah da zabıta için erken kalkacağız. Daha sonra akabinde parkın içinde beraberliği temsilen Ermeni, Rum, Müslüman, Kürt, Laz, Alevi hep beraber buradayız dendi, orada ilk seferde Yahudi yoktu mesela. Güzeldi beraberlik mesajı, unutmuşlar insanlık hali ama biz de buradayız demiştim mesela kendi kendime. Devam eden süreçte anti-kapitalist Müslüman bireyler, LGBTİ bireyler gibi birçok farklı bireyle birlikte ve muhaliflerin bir araya gelebildiği ortak bir platformun içinde olmak da hoşuma gitti. Bizim çadır kurduğumuz yerin hemen karşısında İTÜ öğrencilerinin “Orantısız Zeka Kulübü” vardı mesela. Bu gibi ince mizah anlayışlarını da bulabildiğim bir yerdi Gezi. Ve ben kendimi güzel hissediyordum. Mutluydum. Herkesle birlikte ve beraberdik. Siyasal okuyunca bir şeylerin değişmeyeceğine inanıyorsun ya, orada sanki değişecek gibiydi. Diğer yandan da çok emindim bir şey olmayacağına.
“Bir şey değişmeyecek” düşüncesinin siyasal okumanın bir getirisi olduğundan bahsettin. Bu düşünce Gezi’de etkilendi mi? Herhangi bir değişim oldu mu?
Olmadı. Belki kafalarda bir değişim olmuştur olduysa ama ondan da çok emin değilim. Bugün Gezi benzeri bir olay ortaya çıkar mı? Çıkmaz bence. Neden çıkmayacağına inanıyorum? Mesela bir örnek, İran’da 2009’da yeşil devrim hikayesiyle ayaklanan halk birkaç gün önce yeniden ayaklandı ve 3-4 gün sürmedi. Çünkü hikaye şu, 2009’da İran Devleti de konudan çok haberdar değildi ve işler bir anda büyüdü, nasıl durduracaklarını da bilmiyorlardı. Ama bugün nasıl durduracaklarını biliyorlar. Aynı şeyin Türkiye’de de olabileceğine inanıyorum; Gezi gibi “anti-government” bir hareket yeniden ortaya çıkarsa devlet buna karşı nasıl davranacağını artık biliyor. Hamleyi daha önce görebiliyor. Bir de Gezi’de Haziran hareketi gibi bir şey ortaya çıktı belki ama iyi bir lider yoktu. Bir lider çıksaydı da bütün gruplar o lideri benimsemeyecekti… Doğal olarak benim umudum yok bu konuda.
Gezi’de olduğun süre içinde Yahudi kimliğinle güvende hissettin mi kendini?
Şimdi aslında Yahudi olduğumu ifade etmedim, ifade edebilecek bir ortam hiç olmadı. Oraya Moşe olduğumu bilen kendi arkadaşlarımla gittim. Çevredekilerle ettiğim sohbetler sırasında adımı söylediğimi hatırlamıyorum. Söyleseydim bir şey olmazdı kesinlikle başlarda. Gezi’nin son zamanlarına doğru çok karmaşaya dönüştü işler o yüzden bir şey diyemeyeceğim. Mesela aklıma bir şey geldi, ben askerde kısa dönemimi yaparken 200 kişilik yatakhanelerde yatıyorduk ve muhabbet oluyordu. Ben Gezi’ye katıldığımı ve hareketi çok değerli bulduğumu söylediğim anda çevremdekilerin %90’ını kaybetmiştim. Hepsi “Nasıl yahu onlar bölücü onlar terörist” demeye başladı ki bu insanlar üniversite mezunuydu. Benim olduğum ortamda konu politikaya dönüyor bir şekilde. Tarih, politika benim özel ilgi alanlarım. Ben taksiye bindiğimde de politika konuşuyorum. Mesela antisemitizm üzerine enteresan bir hikaye; taksiciyle politika konuşuyoruz “O yanlış… Bu böyle olmaz… Bunlar eksik…” şeklinde. Adam katılıyor veya katılmıyor ama konuştuktan sonra “Kardeş iyi sohbetti” deyip ismini soruyor. Moşe deyince “He ondan sen böyle düşünüyorsun” diyor. Yahudi olduğunda sadece böyle düşünülüyor sanki…
Takside ismini söylediğini söyledin. Kamusal alanda ismini gizleme alışkanlığın var mı?
Genelde yok. Bu topraklarda benim de yaşadığımı bilsinler istiyorum. Bu benim için çok değerli geliyor. Ama çok uç durumlar oluşabiliyor, o zamanlar evet saklıyorum ismimi. Mesela sağda solda açılan Filistin’e destek sergileri oluyor ve ben de gidiyorum. Broşürlerini alıyorum, sergileri geziyorum ve bazen de varsa eğer bilgi hatalarını düzeltiyorum. Küratörleri buluyorum soruyorum resim kime ait, bilgi kime ait diye ve onlarla konuşuyorum. Genellikle tarih bilgisi hataları oluyor. Bu durumlarda sorduklarında kim olduğumu, ilk aşamada ismimi söylemeyebiliyorum. Tartıştığım insanın kim olduğu çok önemli burada. Hoş sohbet ve saygılı olanlara söylüyorum ismimi çoğunlukla ve sorun da yaşamadım. Anlayabiliyorum bütün yaşadıklarımdan sonra kime ismimi söyleyip kime söylemeyeceğimi. Bunun dışında mesela yeni nesil kameralı taksilerde politika konuşuyorsam ismimi söylemeyi tercih etmiyorum.
Peki, konuyu politikadan Yahudiliğe getirelim. Yahudilik sana ne ifade ediyor? Hayatında nasıl bir yeri var?
Hayatımda çok önemli ve temel bir yeri var. Kendimi tanımlarken “Yahudi’yim” demek önemli. Bir de tabi Yahudilik nedir? Birçok Yahudi’ye göre belki ben Yahudi bile değilim. Çünkü Şabat’a bakmıyorum, Kaşeruta bakmıyorum, dinî yükümlülüklerimin hiçbirini yerine getirmiyorum belki de… Ama bana göre Yahudilik dinî bir bakış değil daha çok tarihsel, geleneksel ve aktarımsal bir şey. Kültürel bir bakış ve bir yaşam tarzı. 3500 yıldır dedelerimiz bir şekilde bu aktarımı birbirlerine sağlamışlar ve ben de bu halkanın son parçasıyım. Ben de bir sonraki nesle gelenek, görenek ve bilgi dağarcığını aktarabiliyorsam bunu sürdürebiliyorum demektir ve bunu da aktarmak istiyorum.
Hazır konu geleneklerin aktarımına geldi, ileride bir gün çocuğun olduğu zaman ev içerisinde dini yaşatır mısın?
Bunu arzuluyorum, evet. Türkiye’de karma evlilik oranı çok yüksek bu noktada farklı kültürden biriyle evlenirsem bile aktarmayı arzu ediyorum. Beni anlayabilecek biriyle evlenmeyi hedefliyorum karma evlilik yapacaksam. Burada hikaye şu, ben evet evlenebilirim çünkü realist bakıyorum. Evlenen her insana da suçlu gözüyle bakmıyorum, herkesin kendi yaşam düşünceleri var. Ama ben bu evliliği yaparsam kendi kültürümü aktarırım kesinlikle. Bazı insanlarla karşılaşıyorum kültürünü aktarmayı tercih etmeyen. Bence insan kültürünü çocuğuna aktarmak zorunda çünkü günün sonunda senin kendini nasıl tanımladığın önemli değil, toplum sana zaten bir kılıf biçiyor ve sen toplumun sana o kılıfı biçeceğini biliyorsan o halde buna uygun bir şekilde o çocuğu donat ki yarın öbür gün kimlik karmaşası içinde kalmasın. Bunu yaşayan çok arkadaşım var benim bu arada. Benim yaşımda, annesi babası karma evlilik yapmış ve çocuk kendini Yahudi olarak tanımlayamıyor. Ama Müslüman olarak da tanımlayamıyor. Acayip bir durum bu arada kalma durumu. Mesela isim konusunda konuşacak olursam, eğer karma evlilik yaparsam karşımdaki insanın isteği de çok önemli. Ama eğer iş tamamen benim kontrolümde kalacaksa tercihim Yahudi soylu bir isim olmasıdır. Kültür aktarılmak zorunda, başkaları seni zorlayacağına sen bu bilincin farkında ol.
Yahudilik ile bağını konuştuk. Peki, Türkiye’yle nasıl bir bağın var?
İstanbul’u bütün coğrafyanın dışında tutmak gerekir diye düşünüyorum benim gözümde. Dünyanın en önemli üç şehrinden biri benim için. Bunlar Roma, Kudüs ve İstanbul. 2000 yıldır çeşitli kökleri olan şehirler. Kudüs’te gezerken Roma İmparatorluğu’ndan kalan çarşı alanları ya da sütunlar gördüğüm zaman, İstanbul’da Ayasofya’yı gördüğümde veya Roma’da Kolezyum’u gördüğümde inanılmaz bir etki bırakıyor bu şehirler bende. Bugün İstanbul’daki en eski yapılardan biri olan Ayasofya, yapılırken bile aslında tarihi eser çünkü oraya getirilen dikili taşlar Mısır’dan getirilmiş 1000 yıllık taş. Dolayısıyla İstanbul tarihi benim için çok değerli ve her şeyi çok muhteşem gözüküyor gözüme. Bunun dışında Türkiye coğrafyası noktasında pek bir bağlılık hissetmiyorum. Ama mesela Atatürk benim için çok değerli bir lider. Atatürk’ün birçok tanımlamasına katılırım, mesela “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan her insan Türktür” bağlamında kendimi Türk olarak adlandırmaktan gocunmam. Bunun dışında ailemin köklerinin tamamının İstanbul kökenli olması ekstra bir bağlantı veriyor tabii. 500 yıl önce buraya gelen İspanyol kökenli Yahudilerin yaptığı sinagoga girdiğin zaman bir anda kendini 500 yıl öncesi insanlarının bakış açısından bakarken buluyorsun. Yakın zamanda açılmış modern bir sinagoga gidip baktığın zaman aslında çok bir fark yok ama küçük detaylar çok büyük farklar doğuruyor. Mesela Balat’taki sinagogun dua okuma kürsüsü gemi şeklindedir. Niye gemi şeklinde? Bir bakış açısı diyor ki İspanya’dan buraya gemiyle gelmişler ve onu anlatmak istemişler. O benim için hoş ve ilginç bir bakış açısı, bir farklılık. Doğal olarak bu topraklar bana değerli geliyor. Ancak bu git gide azalıyor tabii ki. Çünkü Türkiye’deki Yahudi popülasyonu git gide düşüyor, antisemitizm artıyor, çevredeki yapılanma değişiyor ve 1950’lerden sonra gelen yoğun göçle İstanbul’un vizyonu da değişiyor. Doğal olarak bugün İstanbul’da İstanbulluyum diyen adamı bulmak zaten imkansıza yakın, bulduğun zaman da konuştuğunda söylediği standart şey “Hey gidi bizim zamanımızda bu böyleydi, artık öyle değil” oluyor. Artık sinagogdan çıktığın zaman evine başında kipanla gitmen risk oluşturuyor. O sinagoglar 500 yıl önce oraya yapıldığında oralar zaten Yahudi semti olduğu için oradan oraya giderken bir sorun yaşamıyorken bugün Hasköy’de kafanda kipayla gezemezsin. İstanbul’u çok seviyorum, sevdiğim çok yanı var ama “Artık demir alma günü gelmişse bu limandan” çok da takılmamak lazım.
Geldi mi peki?
Geldi geldi. Kuzenim hayatını başka bir ülkede sürdürmek durumunda şu anda ve onunla ne zaman buluşsak deniz kenarında rakı içmeye gidiyoruz. İstanbul’u özlüyor ve eskisi gibi görmek istiyor. Rakı ona Türkiye’yi anımsatıyor. Eminim ki ben de günün birinde gidersem buradan, hayatımın sonuna kadar İstanbul’u hatırlayacağım ve İstanbul’u özleyeceğim diye düşünüyorum. Sadece İstanbul’u değil Türk kavramlarını da özleyeceğim. Atıyorum kuru fasulye-pilav yemeyi de İbrahim Tatlıses duymayı da birine nazar boncuğu hediye etmeyi de… Bu arada yurt dışında hiç yaşamadım. Giden arkadaşlarımı görüyorum neler yaşadıklarını biliyorum. Onların İstanbul’a ilişkin bilgi dağarcıklarını, sevdalarını ve hasretlerini bildiğim gibi kendiminkileri de biliyorum ve kıyasladığım zaman diyorum ki evet gerçekten özleyeceğim galiba. Gitmeyi hep düşünüyorum ama çok zor bir şey bu. Belki bugün değil de çocuğum olduğu zaman, üniversiteye başka bir ülkeye giderse onun peşinden ben de giderim diye düşünüyorum.
Yeri gelmişken sorayım, İspanyol veya Portekiz vatandaşlığına başvurdun mu?
Tabii, Portekiz’e başvurdum. O pasaportun çok değerli olduğunu düşünüyorum. İki temel sebebi var başvurmamın, biri vize sıkıntısı çekmemek bir diğeriyse güvence. Çünkü başka bir ülkenin vatandaşıysan başına kolay kolay bir şey gelmiyor.
İsrail’in varlığı ne hissettiriyor sana?
Güven. Orası inanılmaz bir güven veriyor ve çok değerli bir kavram benim için. İsrail’e aslında bir ülke oluşundan ziyade tarih olarak bakıyorum ben. Yahudilerin anavatanı olan topraklara geri dönmüş olmaları ve orada bir devlet kurmaları tarihsel olarak zaten görece bir mucize. 2000 yıl boyunca hiç konuşulmamış bir dilin tekrar hayata dönmesi, İbranice anlamında acayip bir mucize. Birbiriyle çok alakası olmayan Almanya’nın kuzeyinden gelen adamla Etiyopya’nın güneyinden gelen adamın eşit hak ve hürriyetlere sahip olarak yaşayabiliyor olması ayrı bir şey. Her ne kadar Türkiye’deki basında insan hakları ihlali gibi kavramlarla gündeme gelse de aslında oraya bir kere gidip gören insan, İsrail’deki Yüksek Mahkeme’de Müslüman Arap birinin bulunduğunu ya da orduda iyi yerlerde Arap insanların bulunduğunu görünce diyor ki ne kadar farklı bir ülke. Çünkü düşünüyorum bu ülkede çöpçü olan bir Yahudi ya da Hristiyan bile yok. Bana çöpçülüğü layık görmeyen devlete karşın bir buçuk milyon Arap Filistinli Müslüman vatandaşı olan İsrail’de istediğin her şeyi olabiliyorsun. Aynı şekilde Hristiyanlar, Dürzîler, Bedevîler, Ahmedîler, Çerkezler gibi birbirinden çok farklı insandan her birine kendi özgürlüklerini veriyor. Türk basınında İsrail çoğu zaman din devleti olarak değerlendirilirken İsrail aslında seküler bir devlet.
Gittin mi İsrail’e peki?
Gittim. 2003’te sinagog saldırılarında kuzenim yaralandı. Sonrasında İsrail’e gitti, şimdiki eşiyle tanıştı ve evlendi. Şimdi orada yaşıyor ben de onu ziyarete gidiyorum sık sık. Çok farklı yerlerini gezdim. Standart bir turist gibi değil de bir araştırmacı gibi gezdim. Mesela gidiyorum kontrol noktalarına hem geçen insanlarla konuşuyorum hem askerlerle. Türkiye’de nasıl yansıtıldığını bildiğim için hiç öyle değilmiş diyorsun. Aşağı yukarı 3.000.000 kişi var Batı Şeria bölgesinden İsrail’e girip, gün içinde çalışıp akşamları geri dönen. Mesela düşün Türkiye’de yaşıyorsun Yunanistan’a günlük çalışmak için gidip geldiğini düşün. Nasıl bir trafik olurdu hayal edebiliyor musun? Yüksek Mahkeme’nin bununla ilgili kararı var İsrail’de, bir kişi en fazla 12 dakika bekletilebilir ve sen 15 dakika bekletirsen bir kişiyi bu bir hak ihlali. Hakikaten de ben kimseyi beklettiklerini görmedim. Bunun gibi örnekler gördüm oradayken. Hiç anlatıldığı gösterildiği gibi değil. Ben yaşayacak olsam orada yaşamak isterim. Dünyanın başka bir yerinde yaşayacaksam, ilk tercihim İsrail olurdu. Ama Türkiye’den gitmeyi de çok istemem. İstanbul dışında başka bir yerde yaşamam gerekmesin istiyorum. Neticede bugün burada ne özgürüz ne güvendeyiz. Çoğu zaman kimliğini ifade ederken çeşitli korkular içerisinde ifade edebiliyor bazen de tamamen gizleyebiliyorsun. Kimliğini asla rahatça yaşayamıyorsun. Kimliğini yaşamanın temel kavramlarından biri dinî görevlerini yerine getirmekse eğer bunu da yapamıyorsun; bir sinagoga girerken dört tane demir kapıdan güvenlik kameralarıyla geçiyor veya güvenlik görevlilerine bu sinagoga girebilecek doğru insan olduğunu ifade etmek durumunda kalıyorsun. Bunun gibi onlarca şey var. Cemaat binaları, okullar sürekli korunmak durumunda. Korkutucu bu. Bu boyutta bir riskin içinde yaşama düşüncesi de korkutucu. Bundan 5-6 sene önce Hürriyet gazetesinin yaptığı bir anket vardı, “Türk toplumunun %78’i Yahudi bir komşu istemiyor”. Düşün, sadece komşu yani. Ben yan dairemde oturanların ismini bilmiyorum, benim için ne dine inandığı umurumda bile değil. Ama onlar senin Yahudi olduğunu öğrenince seni istemiyorlar ve %78 hiç az bir oran değil. Bir kısmı da hayatında Yahudi görmemiş zaten, buna rağmen istemiyorlar. Düşün artık nasıl kulaktan dolma yanlış bilgilere sahipler…
Çok geçmiş olsun kuzenine, sana, ailene… Son olarak şunu sorayım, İstanbul’daki cemaat hayatı içerisinde kendini nasıl hissediyorsun?
Teşekkürler. Cemaat hayatı hakkında şöyle bir benzetme yapabilirim; küçük bir mahallede yaşıyormuşsun gibi hissediyorsun sürekli. Damdaki Kemancı’yı izledin mi bilmiyorum aynı o; küçük bir köyde yaşıyorlardır, köyde herkes birbirini tanır ve bilir. Dünyanın en kalabalık şehirlerinden olan İstanbul’da kendimi o filmdeki küçük köyde gibi hissediyorum. Zengini, fakiri, yakışıklısı, güzel kızı bellidir ve bunların sayıları, evleri bellidir, arada bir dedikodu olduğunda çok alakasız insanların kulağına gider… Çok kötü değil bu arada. Komiktir. Alışkın olduğum için de acayip rahatsız oluyorum diyemeyeceğim. Bunun içinde büyüdüğüm için çok da anormal gelmiyor artık.
OCAK 15, 2018 | AVLAREMOZ*
TOMRİS DERYA KERESTECİ | MOŞE ANLATIYOR
#Tomris Derya Keresteci#Avlaremoz#Mülakat#Türkiye Musevileri#Azınlıklar#Eşit Yurttaşlık#İstanbul Kültürü#Medeniyet#Yeni Fikirler#Yaşam Hikayeleri#Türkiye Yahudi Cemaati#Şalom#Sinagog#Neve Şalom
0 notes
Text
Dünyada hiç duymadığınız ilginç meslekler!!
İnsanların zaman içinde farklı ihtiyaçların oluşması, ilginç mesleklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Her mesleğin kendine göre uzmanlığı var, bazı meslekler var ki, haklarında hiçbir bilgimiz yok. İşte dünyanın en ilginç meslekleri:
İnci Avcıları: Bir inci kolyenin İnci Avcıları’nın üstlendiği riskli bir görevin meyvası olduğunu fark ettiğinizde çok daha değerli görünüyor. İnci Avcı’ları inci aramak için okyanuslara dalış yapan kişilerdir. Şüphesiz Okyanuslarda çok fazla köpek balığı olduğu için yaptıkları iş çok risklidir. Ancak yapılan işin suyun altında olması ve bir inci bulma ihtimali düşünülünce gayet güzel gözüküyor. :)
Kedi köpek Mama Tadıcıları: Evcil hayvanınız varsa onların mamasının tatlarının nasıl olduğunu merak etmişsinizdir. Evcil hayvanların mamalarını test eden kişiler, bu işten yılda yaklaşık 30.000 dolar para kazanıyor. Hayvan mamalarını test eden kişilerin tadları hakkında ayrıntılı raporlar hazırlayabilecek bilgiye sahip olması gerekiyor. Dünyanın bir çok yerinde bu işi yapan milyonlarca insan var ve bu iş ek iş sektörü içerisinde yüksek bir orana sahip.
Evcil Hayvan Psikoloğu: Evcil hayvan psikologları telepati yöntemleri kullanarak hayvanların söyleyemedikleri duygularını anlamlandırmaya çalışan iletişimcilerdir. Bu ilginç iş genellikle evcil hayvanlarla birlikte vakit geçirmekten hoşlanan hayvan severler tarafından tercih edilir. Bu ilginç meslek için ihtiyacınız olan tek şey hayvanların beden dilini anlamak, onları sevmek ve onlara önem vermektir.
Profesyonel Uykucular: Uyku üzerine araştırmalar yapan bilim insanlarının çalışmalarına yardımcı olmak için uyuyorlar. Uyuyarak yılda ortalama 15,000 $ civarında para kazanıyorlar.
Yiyecek Stilisti: Yiyecekleri reklam ve fotoğraf çekimleri için çekici hale getiren meslek dalıdır. Yediğiniz Hamburgerin, dondurmanın ve diğer yiyeceklerin kendi reklamlarındaki hallerine benzememesinin sebebidir Yiyecek stilistlerinin dünya genelinde ortalama yıllık kazancı 77,000$.
Profesyonel Zombi: Walking Dead’de oynayanları saymazsak, ayrıca İngiltere’nin başkenti Londra’da insanları korkutmak amacıyla 50 kişi Zombi olarak istihdam edildi.
Panda Araştırmacıları: Panda kıyafeti giyip Pandalar ile ilgili bilgi toplamak için onların yaşam alanlarına giren kişilerdir. Ayrıca Panda’ların Vahşi Doğa’da hayatta kalmalarına, yaşam alanlarının korunmasına ve üremelerine yardımcı da oluyorlar.
İnci Avcıları: Bir inci kolyenin İnci Avcıları’nın üstlendiği riskli bir görevin meyvası olduğunu fark ettiğinizde çok daha değerli görünüyor. İnci Avcı’ları inci aramak için okyanuslara dalış yapan kişilerdir. Şüphesiz Okyanuslarda çok fazla köpek balığı olduğu için yaptıkları iş çok risklidir. Ancak yapılan işin suyun altında olması ve bir inci bulma ihtimali düşünülünce gayet güzel gözüküyor. :)
Dert Dinleyici Günümüz insanlarının en büyük problemlerinden biri gerçekten ne hissettiğini bilmemesi ve gerçekten tam anlamıyla tarafsızca sorunlarını yakın çevresine aktaramamasından kaynaklanıyor. İnsanlar artık yabancılarla daha özgürce, daha rahat konuşup sorunlarını anlatabiliyor. Dert dinleyiciler de problemleri gerçekten iyi dinleyip doğru çözüm önerileri getirdiği için son dönemlerde sıkça tercih ediliyor.
2 notes
·
View notes
Text
Deli Gibi Para Kazandıran Birbirinden İlginç 10 Meslek
Deli Gibi Para Kazandıran Birbirinden İlginç 10 Meslek
Deli Gibi Para Kazandıran Birbirinden İlginç 10 Meslek
Çoğu insan sabah 8 akşam 6 arası çalışıyor. Bazıları içinse hem çalışma saatleri hem de yaptıkları iş birbirinden oldukça farklı. Farklı olduğu kadar aldığı maaşlarla da dudak uçuklatıyor. İşte duyunca şaşıracağınız o meslekler.
1) Su altı bomba imha ustaları
su altı bomba imha ustası
Bombalar karada olduğu kadar su altlarında da tehlike…
View On WordPress
0 notes
Text
“Lojistik Bölümünü” Seçmenin 10 Faydası http://ift.tt/2xQWazI
Gençlerin en çok karşılaştıkları sorulardan bir tanesi….Hangi mesleği tercih edeceksin? Hangi mesleği okuyacaksın?
Hangi mesleğin seçeceğini bilmiyor musun? Neden lojistik düşünmüyorsun? ”
“Işınlanma bulunana kadar geçerli olacak meslek..Lojistik “
Ödüllendirici bir meslek, bu kesin.
Ama lojistik nedir gerçekten? Senin için uygun mudur?
Bir lojistikçi olarak, bir işletmenin tedarik zincirinden sorumlu olacaktınız. Birçok kişi, malzeme, organizasyon ve / veya tesis içeren karmaşık operasyonları koordine edeceksiniz. İşletmedeki malzeme, bilgi, hizmet ve sermaye akışını planlar ve yönetirsiniz.
Lojistik çok yönlü bir meslektir. Kasırgalara ya da diğer doğal felaketlere verilen tepkileri koordine ediyor olabilirsiniz. Belirli bir proje için ekipman ve teknisyenler tedarik planlamış olabilir. Herhangi bir iş için çalışabilir ve maliyetleri en aza indirgemek ve verimliliği en üst düzeye çıkarmak için stratejiler geliştirebilirsiniz.
Lojistik mesleğini seçmenin 10 avantajını listeleyeceğiz, sizin için doğru olup olmadığına karar vereceksiniz.
1. Sektörde İstihdam Sorunu Var
Lojistik sektöründe iş arayanlar için belirsizler var ve yanlış anlaşılıyorlar. İnsan kaynakları doğru insanı bulmakta zorlanıyor.
Aslında lojistik sektöründe açık pozisyon çok ve bunları dolduracak kadar vasıflı aday az. Beş yıl sonra daha da zor olacak vasıflı veya uzman bir lojistik personeli bulmak.
O yüzden belli şartları karşılayan adaylar için görev almak diğer sektörlere göre kolay.
2. Herhangi bir Sektörde Çalışabilirsiniz
Lojistik sektörü her türlü endüstri ile iç içe olduğu için farklı bir sektöre geçiş kolaydır. Her endüstrinin lojistiğe ihtiyacı vardır.
Eğer bu derecede özelliğe sahip olursanız, çalışmak istediğiniz endüstriyi pratik olarak seçebilirsiniz.
3. Uluslararası bir İştir.
Birçok kişi, sınırlarını genişlettiği için lojistik alanında kariyer tercih ediyor. İkinci bir dil öğrenmek zorundalar, ancak bu işi daha da heyecanlı kılıyor. Uluslararası firmalarda uluslararası şartlarla çalışabilirsiniz.
4. Bu önemli bir rol
Bu meslek ekonomide büyük rol oynamaktadır. 2015 yılında, ABD iş lojistiği maliyetleri 1,48 trilyon dolara ulaştı . Türkiye’de de gelişen bir sektör.
5. Sahip Olunabilecek En İyi İşlerden Biri
Yurt dışında lojistik mesleği , sahip olabilecek en iyi meslekler listelerinde yer alır. Bu listeler oluşturulurken maaş, 10 yıllık büyüme hacmi, istihdam oranı, gelecekteki iş beklentileri, 10 yıllık büyüme yüzdesi, iş-yaşam dengesi ve stres seviyesi olmak üzere belli başlı bileşene göre hesaplanmaktadır.
6. Aktarılabilir Becerileri Geliştirirsiniz.
Lojistik eğitimini seçerseniz, tedarik zincirini derinlemesine anlarsınız. Bu bilgiyi birçok yönden kullanabilirsiniz, çünkü maliyet, kalite ve teslimat süreleri konularında her şeyi bilirsiniz.
Artı, çalışmalar sırasında yaptığınız araştırmalar becerilerinizi geliştirir. Bu becerileri, seçeceğiniz hemen hemen tüm mesleklere çevirebilirler.
7. Yöneticilik Rolü
Lojistikçi neredeyse bir yöneticidir. Mezuniyet sonrası düzgün bir yönetim pozisyonuyla başlamayabilir siniz. Bununla birlikte, kariyer yolu dinamik olacak ve yaptığınız işi iyi yapıyorsanız, yönetim basamaklarını hızlı bir şekilde tırmanacaksınız.
8. Uzman olursunuz
Lojistik çok yönlü bir sektördür. İçeriğinde çok özel alanlar vardır. Belirli bir konuda sizi uzmanlaştıracak bilgi ve beceri kazanırsanız yani o konuda uzmanlaşırsanız iş hayatı sizin için daha pürüzsüz hale gelecektir. Hedeflerinizi iyi belirleyeceksiniz ve onlar için nitelikli olacaksınız.
9. Sıkıcı Bir İş Değildir
Kariyer olarak lojistik sektörünü seçerseniz can sıkıntısı kavramını unutun. Tonlarca insanla günlük olarak iletişim kuracaksınız. İlginç ve önemli süreçleri yönetirsiniz. Bu süreçlerin sonucunda büyük sorumluluk sahibi olacaksınız. Çok çeşitli mallarla olduğu kadar çok miktarda bilgi de ele alacaksınız. Bu iş sıkıcı olmaz.
10. Lojistik İyi Öder
Sonunda en önemli noktaya geldik. Lojistik mali açıdan ödüllendirici bir kariyerdir. Lojistik sektörü ortalamanın üzerinde kazanır.
Lojistik size büyüme fırsatları sunan ilginç bir kariyer. Lojistik mücadele ister. Lojistik fark yaratma ister. Lojistik çözüm ister, çözümün bir parçası olmayı ister.
Hazırsanız o da size karşılığını verir.
Severseniz Kazanırsınız
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri http://ift.tt/2iWjd8M via IFTTT
0 notes
Text
Virtüöz Ne Demek, Kimlere Denilir?
Virtüöz herhangi bir müzik aletini büyük bir ustalıkla çalan kişiye verilen isimdir. Virtüöz kelimesi dilimize İtalyanca virtuoso kelimesinden geçmiştir. Virtöz kelimesi müzik sektöründe kullanılsada aslında kelime becerikli, yetenekli anlamlarına gelir. Genel anlamda bir işi iyi yapan insanlar için kullanılan bir kelimedir. Önceden bu kelime futbolcu, mimar, ressam, yazar vb. gibi farklı meslekler için de kullanılıyordu. Ancak şu an yalnızca müzik sektöründe kullanılmaktadır. Her enstrümanı iyi çalan kişiye virtüöz demek doğru olmaz. Mutlaka bir ayrım olması gerekir. Hızlı çalmak bu ayrımlardan bir tanesidir.
Hızlı çalan kişiler bol miktarda pratik yapmalıdır. Pratik yapıldıkça kişinin parmak kasları gelişir ve hızlanır. Koşu yapan bir atlet düşünüldüğü zaman 100 metreyi daha hızlı koşması için düzenli olarak antrenman yapması ve bacak kaslarını güçlendirmesi gerekir. Virtüöz Ne Demek konusuna kısaca değindik. Şimdi detaylara geçiyoruz.
Virtüözler Duygulu Çalar
Virtüöz çalması duygulu olur. Duygulu çalmak için de etüt yapılması şarttır. Müziğe duygunun katılması için mutlaka kişinin kendinden bir şeyler vermesi gerekir. Düzenli pratik yapan kişiler için bunu yapmak zor olmayacaktır. Elbette bu işin içinde pratik yapmanın dışında yetenek de vardır. Virtüözler çaldıkları enstrümanla bütünleştikleri için usta olurlar. Geri kalan kısmını pratikle halledebilirler. Virtüözlerin eserlerine his katması için eserleri iyi bilmesi gerekir. Arif Sağ’ı ele alacak olursak, Sağ bir bağlama virtiözüdür. Bir eseri 100 kere bile çalsın dinleyenler her seferinde aynı eserde farklı bir yorum bulabilirler.
Virtüöz Ne Demek konusunu detaylıca anlatmaya devam ediyoruz.
Kimlere Virtüöz Denir?
Virtüöz denilen kişiler müzikle uğraşan insanlardır. Üstün yetenekli müzisyenler bu unvan ile anılırlar. Virtüöz kelimesi kişiler için bir iltifat olarak da kullanılabilir. Bu iltifatı almak için bir işin sadece iyi yapılması elbette yeterli olmaz. Virtüöz olarak anılan kişilerin belli kıstasları yerine getirmesi gerekir. Bir işi birden fazla insan yapabilir. Ancak bazı insanlar diğerlerinden bir adım öne çıkar. Yeteneklerini diğerlerinden bir adım öne çıkarak sergileyebilen bu insanlar virtüöz olarak adlandırılmaktadır. Dünya ��apında virtüöz örnekleri bulunur. Dünya virtüözleri arasında akla ilk gele isimlerden bir tanesi, kemanı ağlatan adam olarak bilinen Farid Farjad’dır. Farjad klasik Batı müziğiyle kemanı birleştirmeyi başararak Fas müziğinin ilerlemesini sağlamıştır.
Piyano Virtüözleri Kimlerdir?
Piyano virtüözleri denildiği zaman dünya çapında akla ilk gelen isim Sviatoslav Richter’dir. Richer daha 18 yaşındayken Odessa Opera binası gibi önemli bir yerde eşlikçi ve şef yardımcısı olarak çalışmıştır. Türkiye’de de önemli piyano virtüözleri bulunur. İdil Biret ve Fazıl Say bu isimler arasında yer alır. Fazıl Say, 21. Yüzyılın en önemli sanatçılarından bir tanesi olarak görülür. 1970 senesinde dünyaya gelen Say, aynı zamanda besteci ve müzisyendir. 2015 senesinde beri aktiftir. İlk defa 8 yaşında kendi bestesini çıkarmıştır. Yarışmalarda çeşitli birincilikler elde ederek Türkiye’de tanınmaya başlamıştır. 4 piyano konçertosu, Patara adlı bale müziği, Albert Einstein anısına orkestra eseri bestelemiştir. Say, kariyeri boyunca çok önemli orkestralar eşliğinde konserler vermiştir. Bu konserler arasında şunlar yer alıyor:
Çek Filarmoni,
İsrail Filarmoni,
Viyana Filarmoni,
Amsterdam Concertgebouw,
New York Filarmonu,
Tokyo Filarmoni’de yüz binlerce insan Say’ı izlemiştir.
Türk Virtüözler Kimlerdir?
Türk virtüözler bizleri gururlandırmaya devam etmektedir. Bağlama virtüözü olarak Neşet Ertaş örnek verilebilir. 2012 senesinde vefat eden Türk ozanı, Bozkırın Tezenesi olarak da adlandırılmıştır. Babası da kendisi gibi bağlama ustasıydı. İstanbul’a gelerek 1957 yılının sonunda ilk plağını çıkarmıştır. Babası Muharrem Ertaş’a ait olan bir türküyle ilk plağını çıkardıktan sonra plak büyük beğeni toplar. Süleyman Demirel döneminde Neşet Ertaş’a devlet sanatçısı ünvanı verilmiştir. Ertaş, herkesin devletin sanatçısı olduğunu söyleyerek bu ünvanı kabul etmemiştir.
Gitar virtüözü olarak Asım Can Gündüz yaptığı işleriyle büyük beğeni toplar. 2016 senesinde hayatını kayıp eden usta isim, kendine has tarzıyla dikkat çekiyordu. 11 yaşından beri müzikle ilgilenen Gündüz, ABD’ye gidip Türkiye’ye döndükten sonra İngilizce sözlü şarkılar çalmaya başlamıştır. Çok sayıda radyo ve TV programları yapmıştır. Zuhal Müzik’in ortaklarındandır. Gitar dersleri vermiştir.
Klarnet virtüözü olarak Mustafa Kandıralı ile Hüsnü Şenlendirici örnek verilebilir. 1976 yılında dünyaya gelen Şenlendirici, müzikle iç içe bir aileden gelmektedir. Küçük yaşlarda müzik eğitimi almıştır. Önemli müzik festivallerine katılarak profesyonel müzik yaşamını küçük yaşlarda başlatır. Önemli sanatçılara eşlik ederek albüm kayıtlarına çıkar. Bu sanatçılar arasında şunlar yer alır:
Bülent Ersoy,
Adnan Şenses,
Muazzez Abacı,
Özdemir Erdoğan,
Fatih Kısaparmak,
Kibariye,
Hande Yener,
Hasan Cihat Örter,
Mercan Dede ve daha niceleri bulunur.
Türkiye’nin Önemli Davul Virtüözü: Volkan Öktem
Volkan Öktem davulla tanıştığında henüz 7 yaşındaydı. 12 yaşına geldiğinde çeşitli orkestralarda davul çalmaya başlamıştır. 1970 doğumlu ola sanatçı, 1985 yılında Ankara’ya gelerek müzik hayatına başlamıştır. Fusion, Funk, Latin, Rock, Pop, Halk müziği gibi çok çeşitli türlerde müzikle uğraşmıştır. Bu türlerin yanı sıra Caz müziğiyle de ilgilenmiştir. Athena, Tarkan, Ajda Pekkan, Kenan Doğulu gibi pek çok Türk sanatçının albüm çalışmalarına katılmıştır. Türkiye’de davul dendiği zaman akla ilk gelen isimler arasında yer alır. Katıldığı festivallerden önemli başarılar elde ederek Türk halkını gururlandırmayı başarmıştır.
Keman Virtüözü “Harika Çocuk” Suna Kan
Suna Kan yeteneği çok küçük yaşlarda tespit edildiği için ona “harika çocuk” da denmiştir. Türkiye’nin en iyi keman virtüözlerinden bir tanesidir. Uzun seneler boyunca Kan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda görev yapmıştır. 1971 senesinden beri devlet sanatçısı ünvanını taşır. Adana’da dünyaya gelen Kan, beş yaşında keman öğrenmeye başlamıştır. Hulusi Karsel’den keman dersleri alarak yeteneklerini geliştirmiştir. Ankara Devlet Konservaturaı sınavlarını kazanarak önemli işler yaptı. Liko Amar ile çağdaş müzik eserleri çalışmıştır. Uluslar arası katıldığı yarışmalarda birincilik madalyonu almaya hak kazanmıştır. Katıldığı yarışmalardan kazandığı ödüllerden bazıları şu şekilde sıralanabilir:
Vitring yarışması ödülleri,
Temtobant yarışması ödülleri,
Müih yarışması ödülleri,
Cenevre yarışması ödülleri,
Viotti yarışması ödülleri,
Paris kenti ödülü.
Akordeon Virtüözü Ciguli
Ciguli asıl ismi Ahmet’tir. Hasköy’de dünyaya gelmiştir. 1998 yılından itibaren öldüğü sene olan 2014’e kadar müzik sektöründe aktiftir. Akordeonu çok hızlı ve kıvrak şekilde çalmaktadır. İsmini Bulgaristan’da çok popüler olan Ciguli isimli arabadan almaktadır. Ciguli müzik hayatına babasının vefat etmesinden dolayı düğünlerde çalgı çalarak başlamıştır. İstanbul’a geldiğinde küçük çapta tanınmaya başlanmıştır. Özellikle Binnaz isimli şarkısının çıkmasıyla beraber, Türkiye çapında tanınmaya başlar. Dizilerde, filmler ve reklamlarda rol almıştır. En iyi çıkış yapan erkek sanatçı ödülünün sahibidir. Oynadığı yapımlar arasında şunlar yer alır:
2015’te Limonata,
2014’te Olur Olur,
2012’de Bu Son Olsun,
2004’te Biz Boşanıyoruz,
2003’te Neredesin Firuze,
1998’de Bizim Sokak yapımları ile Ciguli farklı karakterlerde oynamıştır.
Virtüöz Ciguli’nin diskografisi arasında şunlar sıralanabilir:
Sensiz kaldım şimdi,
Ben akordiyonum,
Sabır yaaa sabır,
Horozum,
Binnaz eserleriyle Ciguli ününe ün katmayı başarmıştır.
Daha fazla ilginç bilgi için Kültür kategorimizi takip edin!
Virtüöz Ne Demek konusuyla ilgili yorumlarınızı ve sorularınızı bekliyoruz.
Kaynak: https://www.zovovo.com/virtuoz-ne-demek/
0 notes
Text
2019 En Trend Blog Konuları
Ssosyofikir'den yeni içerik: https://www.sosyofikir.com/internet/2019-en-trend-blog-konulari/
2019 En Trend Blog Konuları
2019 Yılının en Trend Blog Konuları’nı sizin için bir yazıda topladık desek inanır mısınız ? Bence gerçek anlamda güzel bir yazı oldu sizlerinde bu yazıdan yararlanmanız en büyük isteğimdir. Beğenirseniz bir yorumu çok görmeyin lütfen 🙂
Blogları açıyoruz daha sonrasında ya kendimize olan güvensizliğimizden ya da bir yere gelemedik diye düşünmekten ya kapanıyor bloglar ya da yazı yazılmıyor. Birde blog açmak isteyenler hep ne tarz blog açacağım ? Konusu ne olsun şeklinde sorular soruyor. Ben de internetten derlediğim topladığım bir liste sunuyorum sizlere aşağıdaki listede birsürü farklı blog konusu var. En azından blog konusu arayışınıza destek olabilir.
Kitaplara göz atın
Yeni bir yazı yazıyorsunuz ama aklınıza istenen fikir gelmedi. O zaman kitaplara başvurun.
Eski yazıları inceleyin
Eğer sık yazı paylaşan bir yazarsanız eski yazılarınıza göz atın. İçerisinde günümüze uyarlanabilecek ve popüler olabilecek ilave konular olabilir.Hiç bir şey aklınıza gelmiyorsa eski yazınız için hedeflediğiniz anahtar kelimeyi Google a yazmaya başlayın.Google size yeni yazınız için fikirler sunacaktır.
Forumlara göz atın
Forumlara bakmak çok işinize yarar. Bir sürü konu farklı konular bir sürü yorum ve değerlendirilecek potansiyel blog konuları da bu forumların içerisinde yer alıyor. Forum sitelerinde vakit geçirmeniz hem blogunuz için konu arama sıkıntısından sizi kuratabilir hem de blogunuza hit çekebilirsiniz.
Sosyal medya araştırması
Sosyal medya araştırması yaparak insanların hangi konuda konuştuğunu öğrenin. Sosyal medya çalışması ile sizde konu çalışması yapabilirsiniz.
Rekabet site analizi
Rakip olmadan blog olur mu ? Olmaz tabii rakiplerinizi takip edin yazılarını okuyun daha fazla okumak daha fazla yazmak demektir. Ben de çok okuyamıyorum ama okuyacağım. Daha çok blog okursak daha çok fikir sahibi oluruz ve tanınırız değil mi ?
İşinize yarayacak bazı blog fikirleri bu konuda bloglar trend olabilir.
Kişisel gelişim blogu
Organik beslenme
Ukulele / Gitar / Piyano / Keman Öğrenmek
Extreme sporlar
Dünyada yaşanabilecek en iyi yerler
Araba tamiri
Ekoturizm
Psikoloji – Sinir kontrolü, stres yönetimi, depresyon, zaman yönetimi, mutluluk
Pazarlama
Kitap, sinema, tiyatro eleştirileri
Motivasyon
güzellik
Moda
Yiyecek ve İçecek
Gezi & Seyahat
Politika, özelliklede Türkiye gibi bir ülkede
İş yerinde Etik ( Etkili iletişim, iş yerinde ki politikalar, dedikoduyla başa çıkma, başarı )
Uzmanı olduğunuz bir spor dalı
Kişisel blog
Cinslerine göre köpek eğitimi
Doğada Yaşam & Survive etme ipuçları
Hayalet avcılığı
Bilgisayar oyunları taktikleri & İpuçları
Başarı
Yelkenli tekneler & Denizcilik & Denizde yaşam
Hukuk
Basit & Minimal yaşam ipuçları
Rüzgar Sörfü & Kiteboarding & Dalgıçlık
Balık tutma ipuçları
Yelken kanat & Yamaç paraşütü
Kariyerinize nasıl başladınız ve bugun ki pozisyonunuza nasıl geldiniz
Nasıl yapılır tarzı
Bir konu hakkında yararlı bulduğunuz tüm içerikleri listeleme tarzı
Iphone
Mobil Uygulamalar
Word & Excel & Powerpoint Kullanımı
Samsung
Alternatif enerji kaynakları
Kendinize bir hedef belirleyin ve o hedefe ulaşmak için ne yaptığınız hakkında yazın
Hayat ile ilgili ipuçları & hackler
Meslekler & Belirli meslekleri yapmak ve başarılı olmak için yapılması gerekenler
Ünlüler hakkında & Yaşamları – doğum günleri – maddi durumları – başarıları – rol aldıkları yapımlar vs.
Ülkeler & Yaşam koşulları & Vatandaşlık & İlginç Bilgiler
Sadece koşu / bisiklet ya da spesifik bir spor dalında niş bir blog
Alışveriş Rehberi & Yabancı sitelerden nasıl alışveriş yapılır
Glutensiz ürünler & yemek tarifleri
Şeker hastalarına & kalp hastalarına vs. özel yemek tarifleri
Aşağıdaki konumuzda size yardımcı olabilir.
Kaliteli Backlink Almak Ve Google’da Yükselmek-2019 Tüm Liste
#2019 en iyi konular#2019 yılı en çok aranan kelimeler#en çok aranan kelimeler 2019#en iyi blog konuları#en iyi blogger kim#en iyi trendler#en trend kelimeler 2019#en trend konular
0 notes
Text
Bölüm Bir - Doğru Meslek Seçimi

Hangi Mesleği Seçmeliyim? Hangi üniversite ve bölümü tercih etmeliyim? Herkesin sınavdan önce mutlaka aklına gelmiştir, hangi mesleği seçmeliyim, hangi meslek bana daha uygun ve doğru tercih nasıl yapılır diye. En büyük problem aslına bakarsanız bu bence. Hatta bireysel olarak degil toplumsal olarak baktıgımızda da birçok problemin sebebi insanların mesleki tercihlerini dogru bir şekilde yapmamaları ve yaptıklari işi sevmemeleri. Örnegin aile içi sorunlar, kadına şiddet, üretim toplumu olamama, sanatın değerinin bilinmemesi gibi sorunları bu baglamda düşünebiliriz. Temel olarak ezberlemeye dayalı eğitim sistemimiz yüzünden maalesef dersleri anlamadan, neyin ne oldugunu bilmeden okullardan mezun oluyoruz. Ayrıca orta okul ve lise yıllarında sizlere bu konuda yardımcı olan, yol gösteren kişiler ve mekanizmalar da yok. Sonuç olarak üniversite sınavına giriyoruz ve puan almaya bakıyoruz ve gelen puana göre bir tercih yapıyoruz. Veya sınavdan önce ailemizden, akrabalarımızdan, tanıdıklardan ve arkadaşlardan duydugumuz kadarıyla bir bolum belirleyip ona yetecek puan almak için ugraşıyoruz. Yani kısacası puanları tutturmayı hedefliyoruz. Ben bu yöntemlerin çok dogru olmadıgını düşünüyorum çünkü puanlar hedef degil sizleri hedefe götüren araçlar olmalı. Sınavdan önce kafanızda aşagı yukarı birkaç bölüm ve üniversite hedefinizi belirlemiş olmanız faydalı olacaktır. Yani hedefiniz olmalı, ancak bu hedef belirlediginiz bölüme ve üniversiteye girip hayalinizdeki meslege ulaşmak olmalı. Bu hedefe ulaşmak için de atılacak adımlar sınavdan önce belirlenmeli ve ona göre bir yol haritası çıkarılmalı.

Peki sınavdan önce daha bilinçli bir tercih yapmak için neler yapabiliriz? Sevdiğiniz ve Sevmediğiniz Şeyleri Belirleyin Öncelikle belirtmek isterim ki benim inandıgım şey şu, kesinlikle hiç sevmediginiz ve sevmeyeceginizi düşündügünüz bir meslegi ve bölümü seçmeyin. Düşündüğünüz diyorum çünkü sizin yaşınızdayken, lise döneminde, verdiginiz kararlar kesin ve değişmez değil, yani fikriniz elbette ki değişebilir. Herkesin fikri değişebilir bu çok normal. Ama bu yaşa kadar en azından neyi sevmediginizi ve asla yapmayacagınızı tahmin edebilirsiniz. Bir de şöyle düşünün seçtiginiz meslegi yaklaşık 40-50 sene yapacaksınız ve ömrünüzün 3 te 1 ini işinizde geçireceksiniz. Yani insan sevmedigi bir işe bu kadar süre dayanabilir mi bilmiyorum. Ayrıca sevmediginiz işte çok basarılı olacagınızı da düşünmüyorum. Özetle sevdiginiz ve sevmediginiz şeyleri bir yere not alın. Yeteneklerinizi Belirleyin İkinci faktör olarak yeteneklerinize bakmalısınız. Yani hangi alanlarda doguştan diger insanlara göre daha yeteneklisiniz? Kimileri daha analitik zekaya sahip olur kimileri de daha çok konusma ve yazma konusunda yetenekli olabilir, veya muzik, spor gibi alanlarda. Belki siz de fark etmişsinizdir yapabildiginiz dersleri çalışırken veya soru çözerken o derslerden daha keyif alıyoruz. Bu bakımdan seçtiginiz meslegin yeteneklerinize uygun olması gerektigine inanıyorum. Ayrıca ailenize ve arkadaşlarınıza da hangi konularda yetenekli oldugunuzu sorun çünkü bazen etrafımızdaki kişiler bizleri daha objektif bir şekilde degerlendirebilir.

Mesleğin Geleceğini ve Maddi Olanaklarını Düşünün Bana sunu sorabilirsiniz, peki sevdigim ve yetenekli oldugum şeyi seçtigimde yeterli miktarda para kazanamazsam? Haklısınız o yüzden son faktör olarak maddi olanakları düşünün. Para kazanmak hayatın kaçınılmaz bir gerçegi sonuçta. Bu meslek ülkemizde, toplumda, geçerli, aranan bir meslek mi? (yurt dısı hariç tabi, onun için ayrı bir yazı yazacağım) Para kazanma açısından mezun oldugunuzda sizi sıkıntıya sokmayacak bir bölüm mü? Elbette ki her kisinin maddi beklentileri, durumu farklıdır o yüzden ne kadar para size yeterli olur onu bilemem. Demek istedigim talep görmeyen ve ileride de talep görmeyecek bölümleri üniversite okumak için okumayın. Bunun için gelecekte popüler olması beklenen mesleklerle ilgili internette araştırma yapın. O meslegi yapan kisilerin en az, en fazla ve ortalama ne kadar kazandıklarını öğrenin. Bu belirttigim 3 faktör yani sevebilme, yetenek ve maddi olanaklar her kişide farklı ölçüde önemli olabilir. Kimine göre maddi olanaklar çok önemlidir kimiyse maddi açıdan rahat olup sevdigi şeyin pesinden gitmek isteyebilir. Fakat benim tavsiyem bölüm seçerken 3 faktörü de mutlaka hesaba katmanız. Örneğin şöyle bir şey yapabilirsiniz: Bir kağıda düşündüğünüz meslekleri yazın. Her mesleğe bu bahsettiğim üç faktör üzerinden puan verin, mesela 1-5 arası bir puan verin. Daha sonra, örneğin her faktörü eşit olarak önemli düşünürsek, her meslek için verdiğiniz puanları toplayın. Elde ettiğiniz puanlara göre meslekleri karşılaştırabilirsiniz. Seçeneklerinizi Arttırın Bu faktörler haricinde, tecrübelerime dayanarak, dikkat etmenizi istediğim diğer husus da mezun olduğunuzda size çok seçenek sunacak bölümleri tercih edin. Aynı şeyi ben kendi kardeşime de öneriyorum. Demek istediğim o mesleğin farklı sektörlerde aranan bir şey olması veya bitirdikten sonra farklı dallara yönelebiliyor olabilmeniz. Yani seçeneğiniz olabildiğince çok olsun ki fikirleriniz değiştiğinde kolaylıkla başka dallara kayabilesiniz. Örneğin, ekonomi veya işletme alanından mezun birisi hem sayısal hem de sözel alanlarda iş bulabilir veya eğitimine devam edebilir. Meslekleri, Bölümleri ve Üniversiteleri Araştırın Meslekleri ve bölümleri kesinlikle daha yakından tanıyın. Meslekler hakkında daha fazla bilgi edinmeniz için size son olarak birkaç öneride bulunacağım:

Bu meslekleri yapan kişilerle görüşün, onların fikirlerini alın. İmkanınız varsa calıstıkları ortamları görün, onlarla vakit geçirin. Çünkü o meslegin iyi ve kötü yanlarını en iyi o meslegi yapanlar anlatabilir. Ayrıca bildiginizi sandıgınız meslekler sizin umdugunuz veya hayal ettiginiz gibi olmayabilir. Bu bölümleri okuyan kişilerle görüşün. Hem üniversite hem de bölümler hakkında onların fikirlerini ögrenin. Böylece ileride yapacaginiz işle ilgili de bir çevre edinmiş olursunuz. Ayrıca okurken danışabileceginiz ve yardım alacagınız insanlar bulmanız faydalı olacaktır.

Okullardaki rehber öğretmenlerinizden destek alin. Tercih yapmak konusunda bilgileri ve tecrübeleri ile mutlaka sizlere yardımcı olacaklardır. Kendiniz araştırma yapın. İnternet çagında yaşadıgımıza göre o meslekle ilgili bilgiye anında ulaşabilirsiniz. Özellikle mesleklerle ilgili yazılar okuyun, Youtube videolari izleyin, meslek tanıtım sitelerine göz atın. Örnegin benim buldugum ve bana ilginç gelen Sokanu sitesine bakabilirsiniz. Sitede yaptiginiz teste gore mesleklere uygunlugunuzu gorebilir, meslek tanıtım videolarına bakabilir ve daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Ayrıca kendinizi daha iyi tanımanız adina kanıtlanmış kişilik testlerine de göz atabilirsiniz. Ancak bu testlerin de yüzde yüz doğru olmadığını unutmayın. Sonucta tercihinizi sadece test sonucuna göre yapmak mantıklı olmayabilir.

Seçeceginiz bölümlerle ilgili stajlar yapin ve onu hobi olarak yapmaya çalısın. Bence bir şeyi gercekten sevip sevmediginizi veya o konuda yetenekli olup olmadıgınızı anlamanın en iyi yolu onu denemek. Aklınızdaki bölümleri deneme şansınız varsa mutlaka deneyin. Örnegin, bilgisayar mühendisligi düşünüyorsanız kod yazmayı, programlamayı; mimarlik düşünüyorsanız çizim yapmayı deneyin. Ayrıca deneyerek farkında olmadıgınız yeteneklerinizi de kesfedebilirsiniz. Benim hala kullandığım ve çok yararlı bulduğum ücretsiz eğitim siteleri coursera, lynda, edx gibi sitelere bakabilirsiniz. Bölümleri seçtikten sonra o bölümlerle ilgili üniversiteleri araştırın. O üniversitelere giden kişilerle görüşün ve mutlaka üniversiteleri gidip yakından görün. Bu yerlerden mezun kişilerin nerelerde ise başladıklarını ve şu an nerelerde çalıştıklarını öğrenin. Üniversitelerin uluslararası alanda ne kadar tanındığına, sosyal aktivitelerine, fakülte ve öğrenci kalitelerine bakin. Ayrıca kesinlikle hedefinizi yüksek tutun, araştırmanıza iyi üniversitelerden başlayın. Umarım yazdıklarım hoşunuza gitmiştir ve tercih yapmak konusunda sizlere yardımcı olur. İkinci bölüm olarak derse çalışma ve sınava hazırlanma konusunda yazı yazacağım. Sevgiyle kalın… Read the full article
#armanozdemir#doğrukariyerplanlama#doğrukariyerseçimi#doğrumeslekseçimi#eğitimkoçluğu#hangibölümüseçmeliyim#hangimesleğiseçmeliyim#hangimeslekbanauygun#lysbirincisi#nasıltercihyapmalıyım#sınavahazırlıksüreci#tercihnasılyapılır#üniversitesınavıbirincisi#üniversitesınavıtercih#üniversitetercihiyapacaklaratavsiyeler#üniversitetercihiyaparken#üniversitetercihleri
0 notes
Text
Çok Az Kişinin Yaptığı, Dünyanın En Tuhaf 20 Mesleği
Çok Az Kişinin Yaptığı, Dünyanın En Tuhaf 20 Mesleği
Mezun olmasına sayılı günler kalan birçok öğrenci, ileride ne yapacağım diye düşünür durur.
Böyle durumlarda akla her zaman doktorluk, mühendislik, avukatlık, öğretmenlik gibi bilindik meslekler gelse de, esasında dünya üzerinde pek çok farklı ve ilginç meslek var. İşte onlardan bazıları…
Koku uzmanı
Koku uzmanları koltuk altındaki kötü kokuları engelleyen deodorantların ve ter önleyicilerin…
View On WordPress
0 notes
Link
Bildiğin Bilmediğin, haber, makale, ilginç bilgiler, teknoloji, sağlık, kariyer, aile, ilişkiler, gündem, ilgili bir blog
#gündem#güncel#trend#trending#haber#aile#ilginç#bilgi#kariyer#sağlık#teknoloji#reklam#meslek#hayat#ya
0 notes
Text
“Hakim” ve “Hekim” Tek Bir Kişinin Özelliği miydi? İki Meslek Olması Modernizm Hatası mı?
Bazılarımız “Hakim” ve “Hekim” kelimelerinin aynı kökten olduğunu farketmiştir. Peki bu iki meslek orjinalinde (ve tarihte) tek bir meslek/kişi özelliği miydi? Hatta bu iki mesleğin sunduğu önemli çözümlerin kelimelerine bakın; “Ceza” ve “Ecza” da aynı kökten... Kelimeler adeta bir anahtar oldu çünkü temelde bir arada yürüyen bir kavramın; tıp ve hukuk dallarına ayrıştığına (lokalleştiğine) işaret etmekte (yani tek bir ilim, iki meslek haline gelmiş olabilir). Bu öyle bişeyki; iyileşecek veya adaleti yaşayacak bir insanı kolaylıktan çok geçiştirilen bir tür zorluğa sürüklüyor olabilir. Tabiki sadece kelimelere bakıp bu sonuca varmayacağım başka bir şey daha sezdim ve bu hususta insanlar içerisinde sorun çıkaran tıbbi ve hukuki durumu ve tahmini çözümünü anlatmak isterim.
Bu arada böyle bi kelime veya meslek benzerliği duyan kişi muhtemelen “Olur mu öyle şey!” diyip yerinden zıplayacak ve tek mesleğin bile (örneğin sadece hukuk kavramının) teori ve metodolojilerindeki zorluğundan dolayı ayrı meslekler olmasının daha uygun olacağını düşünecektir. Lakin meseleye şu açıdan baktığınızda aslında kolay bir ilmi aslında gereği yokken nasıl zor hale getirdiğimiz olası;
Şimdi dikkat edin; hayat bütünüyle ilahi bir denge üzerine kurulu (“Denge” aynı zamanda “Adalet” kelimesinin de kökenidir) Bu İlahi denge öyle bişeyki; eğer bir şeye zarar verirseniz, yerini değiştirir veya tabiatıyla oynarsanız yekvücud olan hayatın herhangi bir yerinden dengeli bir karşılığını görmeniz olası. Kısacası herşey bir bütün içerisinde birbirini etkiliyor. Buradan anlaşılıyorki biyoloji, kimya, sosyoloji vb. hukuk ve tıp içerikleri ayrı ayrı işlemiyor. Hepsi etkileşimli bir bütün.
Bu denge ilahi olduğu için ceza veya şifa veren sistem insan elinde olan bişey değil. Sadece dengeye hakim olmak gerekiyor. Yani yapılan bir hata sonucu bozulan ama insanın gözetleyip hakim olabileceği bir denge sözkonusu. İşte burası ilginç yani insanın insana direkt bir faydası olmuyor sadece meseleye hakim olmak gerekiyor. O zaman akla şu soru geliyor; “Madem insanın insana direkt bir faydası olmuyor, cerrahın müdahalesi sonucunda insan nasıl düzeliyor?” Cevap şu; Cerrah (yani günümüz modern cerrahı) gördüğünüz zarara dair fiziksel bir durumu veya bir zarar anını geçiştiriyor. Buna şöyle bir örnek vereyim; yerdeki yaprakları siliyor ama ağaçlarda yeniden düşecek yapraklar hali hazırda duruyor ve uzun sürecek bir sonbahar mevsimi sözkonusu, yani o yaprağın geldiği bir ağaç ve o ağacı etkileyen bir sonbahar var. Örnekten anlamıştırsınızki sadece yaprak temizlemek daha geniş bir durumu ortadan kaldırmıyor. Sadece orada o esnada görünen yaprağı siliyorsunuz. İklim, Bitki , Rüzgar vb. şöyle bir bütüne baktığınızda insan kontrolünü aşan tabii bir durum (denge unsuru) sözkonusu. O zaman burada başka bir dikkat gerekiyor.

Bir Denge Varsa ve Tek bir Meslek ise Bu Meslek Nasıl İşliyor?
Yanlış sezmediysem; Bu “meslek” dediğimiz şey gerçekte; dengeye hakim (dikkatli) olma kabiliyetinden ibaret. İşte bu kabiliyet insanı hakim(hekim) yapmakta yani; dengeye hakim. Yani hasta olmayana hakim/hekim denmekte hastaya bakana değil. Tecrübesine danışılan kişi haliyle dengeye hakim olan kişi.
Bugün “hakim”, “doktor” diye adlandırılan modern olarak icra edilen meslekler muhtemelen sadece biyoloji ve sosyoloji olarak lokalleşmiş meslekler (Arabanın sadece lastiğiyle ilgilenene “lastikçi” , benziniyle ilgilenene “benzinci” denmesi gibi). Bu da muhtemelen kapitalizm ve modernizm sonucu. Yani kapitalizm içerisinde mod değiştire değiştire en sonunda kavram lokalleşmiş vaziyette.
Teşhis (tanı),tedavi, yargılama ve cezalandırma da ise muhtemelen şöyle bir süreç var; hasta olduğunu veya haksızlığa uğradığını düşünen bir kişi dengeye (adalete) hakim olamadığında dengeye hakim kişiye danışıyor. Hakim/Hekim ise dengenin bozulduğu yeri görüyor ve söylüyor. Dikkat edin ceza veya şifa ile sonuçlandırmıyor insan için dengeyi bozanı unsuru gösterip oraya yönlendiriyor. İşte muhtemelen bu duruma ameliyat denmekte (ki kelimenin kökünde “amel” olması dikkate değer). Bugünkü cerrahi ameliyat ise fiziksel (biyo-kimya) müdahaleden ibaret biliyoruz fakat bunun temel manası “yaralama” veya “görgü tanıklı bir suç işlenmiş olması” anlamında. Zaten insan dengenin bozulduğu yeri görse ve düzeltse kendiliğinden şifasını bulacakken olayı öyle düğüm ediyorki ancak kendisine cüzi (ecza veya ceza ile) veya daha da ileri giderek cerrahi (cürm ile) bir müdahale ile çözüm bulabiliyor.
Ameliyat için hikayeleştirerek bir örnek vereyim;
Şifayı kapan biri “nerede hata yaptım” sorusuyla hakim olan birinin yanına gider
Hasta olan diyorduki; Hakim ben şifayı kaptım
Hakim olanda diyorduki; Geçen gün ne yaptın?
Hasta; Her zamankini yaptım (olağan rutin hayat)
Hakim; ondan önceki gün Hasta; her zamankini
Hakim ; ondan önceki gün ?
Hasta; arkadaş çağırdı…
Hakim; tamam. orada dur! Arkadaşla ne yaptınız?
Hasta; bir ağaçtan meyva yedik
Hakim; ağaç neredeydi?
Hasta; ağaç 2 ev ilerideydi
Hakim; o evde kimler yaşar
Hasta; evde fakir bildiğimiz bir halk yaşıyor
Hakim; pekala sen o fakir evin ağıcına çıkmışsın şimdi git onların borcunu öde
denildikten sonra hasta hakimin yanından ayrılıyor, fakir olan aileye borcunu ödüyor ve tahmin ediyorum hastalığı da hem biyolojik hem de sosyolojik olarak düzeliyor. Eğer borcunu ödeyemeyeceği kadar düğüm bir meseleyse işte orada CZ kelime kökeninden gelen bişey (ecza veya ceza) yapılıyor. Buna işaret olarak bilinen en eski cerrahi yöntemlerden ateşle dağlama yöntemini Sabuncuoğlu Şeraffettin’de aşağıdaki linkte görebilirsiniz.
https://yerlidusunce.tumblr.com/post/155848472353/sabuncuo%C4%9Flu-%C5%9Ferafettin-ve-eserinden-baz%C4%B1-%C3%A7eviriler
İşte konuya hakim olan, hasta olana böyle şifa veriyordu bence hakim olan hem hekim hem hakim yani hem adaleti hem şifaya yol gösteren kişi aynı kişi

Peki bugün ne oluyor? adaleti hakimde şifayı hekimde yönetimi hükümette arıyorlar. Sosyolojik olana hakim, biyolojik olanı ise hekim diye ikiye ayırıyorlar. Yani bütüne hakim olunması gereken bir konuyu 2 ye bölüp kendi içlerinde lokalleştirilip ardından kendi hallerine terkediliyor. İşte hal böyle olunca hekim ve hakim olayları sürekli yırtılacak bir pantolonu yamamaktan öteye gidemiyor.
Hastalığı maddesel sanıyorlar “soğuktandır” falan diye “mikrop bulaşmıştır” falan diyerek hep materyalist bakıyorlar. Ya belkide uzak mahalleden birine bir zarar vermiştir? yani belkide karşılığında böyle bir hastalık geçirmiştir adalet bu ya; “hakim” kelimesiyle “hekim” kelimesi aynı çünkü. Mesleğin içerdiği kilit kelimelerde bu durumu aydınlatan cinsten;
“Ceza” ve “Ecza” nedir? Kelimeye dikkat edince göreceksinizki “Ceza” ve “Ecza” aynı kökten. “Cüz” dediğimiz şeyde muhtemelen bunla ilgili. ilginç bir şekilde tek bişeyden bahsedildiği görülüyor. Burada aslolanın ney olduğunu net bilmiyorum ama adaletsiz bir durumda verilen hafif bir karşılık veya zarar verme gibi bişey olduğunu düşünüyorum yani dengesi bozulan bir terazide hafif kalan yere elle bastırıp dengeyi yerine getirme gibi. İşte bu hafif karşılığı tahminimce Sabuncuoğlu Şeraffettin yapmaktaydı o ise muhtemelen deri üzerine kızgın demirle dağlamaydı. Şurada detayları görebilirsiniz; https://yerlidusunce.tumblr.com/post/155848472353/sabuncuo%C4%9Flu-%C5%9Ferafettin-ve-eserinden-baz%C4%B1-%C3%A7eviriler
Şifa Nedir? Şifa kötüye giden bir durumu geri çevirmek anlamında ama kötüye giden şey sadece fiziksel bir rahatsızlık değil hayatta gerçekleşen bütünen bir sorunun düzeltilmesi, geri çevrilmesi anlamında. Çünkü bir kötülüğün yansıması kişiye fiziksel bir rahatsızlıkta sunabilir. Sadece fiziksel bir duruma şifa bulmak haliyle sadece fiziksel duruma etki eder halbuki süre gelen bir sorun sözkonusu yani başka birşeyi düzeltmek gerekebilir. Meseleyi teşhis önemli.
Ameliyat Nedir? Ameliyat adı üzerinde “amel” ile ilgili yani bir iş yapmaktır. Bu sadece ve direkt olarak birine cerrahi müdahale anlamında değil. Çünkü cerrah kelimesi bile ilk anlamıyla bu değil. Harf kökenlerine göre gidildiğinde “yaralama” ve “suç işleme” gibi manaları da görülüyor
Hapis Nedir? Hapis kısıtlama demek. Yani bu sadece bir yere kapatma anlamı yok. Kelime kökeninde “kısıtlama” anlamı da var.
0 notes