#tuhaf dergi
Explore tagged Tumblr posts
ata-1966 · 2 years ago
Text
Kaybedilen her şey ise aslında insana yeni bir yol açıyor. Dünya çok acayip bir yer. İdeal bir araba, yükselmek istenilen bir iş, mutsuz bir evlilik ... Toplumlar da sanki bu tuhaf üst üste yığılmalarla ayakta duruyor. Bunların hepsi birbirine çarpa çarpa gidiyor. Ve tüm bunlar doyumsuzluk ve huzursuzluğu da beraberinde getiriyor.
✒️Tuhaf Dergi
11 notes · View notes
life-kaan · 3 months ago
Text
kara mizah & absürd road movies
1. little miss sunshine(2006) – bir ailenin küçük kızlarını güzellik yarışmasına götürme çabası, hem komik hem dokunaklı.
2. the darjeeling limited (2007) – wes anderson'dan, hindistan'da geçen renkli ve stilize bir kardeşlik yolculuğu.
3. rain man (1988) – duygusal derinliği yüksek, klasik bir yol filmi.
4. natural born killers (1994) – oliver stone'un yönettiği, şiddet ve medya eleştirisiyle dolu çılgın bir yolculuk.
5. fear and loathing in las vegas (1998) – uyuşturucu, çöküş ve tuhaf karakterlerle dolu bir çöl yolculuğu.
6. midnight run (1988) – komik ve bol kovalamacalı bir suç-komedi.
7. zombieland (2009) – kıyamet sonrası amerika'da geçen mizah dolu bir zombi yolculuğu.
8. nebraska (2013) – siyah beyaz çekilmiş, melankolik bir baba-oğul hikayesi.
eğlenceli & macera harmanlı yol filmleri
1. y tu mamá también(2001) – cinsellik, sınıf farkı ve gençlik üzerine politik alt metinli, samimi bir yolculuk.
2. the dreamers (2003) – paris'te geçen, erotik alt tonlu politik gençlik filmi (bir nevi kapalı yolculuk hissi taşır).
3. the motorcycle diaries (2004) – genç che guevara'nın güney amerika yolculuğu, devrim öncesi ruh arayışı.
daha yeniler
1. nomadland (2020) – modern amerikan göçebeliği üzerine, güçlü bir iç yolculuk filmi.
2. logan (2017) – süper kahraman dünyasında geçen ama aslında baba-kız yolculuğu temalı, duygusal bir epik.
3. queen & slim (2019) – suçla başlayan bir aşk ve kaçış hikayesi.
alternatif ve kült yol filmleri
1. the straight story (1999) – david lynch'ten alışılmadık bir film: yaşlı bir adam, çim biçme makinesiyle yıllardır küs olduğu kardeşini görmeye gider. yavaş tempolu ama içten bir yolculuk.
2. paris, texas (1984) – wim wenders'in başyapıtı. hafızasını yitirmiş bir adamın, geçmişiyle yüzleşme ve oğluyla bağ kurma çabası. duygusal, sinematografik bir harika.
3. into the wild (2007) – gerçek bir hikâyeden uyarlanan filmde, genç bir adam her şeyi bırakıp alaska'ya doğru yola çıkar. doğa, özgürlük ve yalnızlık üzerine.
4. the fundamentals of caring (2016) – paul rudd'ın başrolde olduğu, genç bir engelli çocukla bakıcısının çıktığı hem komik hem duygusal bir yolculuk.
5. the way (2010) – martin sheen'in başrolde olduğu, oğlunun hac yolculuğunu tamamlamak isteyen bir babanın hikayesi. derinlikli ve dokunaklı.
6. american honey(2016) – genç bir kızın, dergi satan asi bir grupla amerika'nın içlerine yaptığı çarpıcı ve enerjik bir yolculuk.
7. captain fantastic(2016) – toplumdan izole bir şekilde büyüttüğü çocuklarıyla yola çıkan idealist bir babanın hikayesi. sistem eleştirisi ve yol hikayesi bir arada.
8. wristcutters: a love story (2006) – intihar edenlerin yaşadığı paralel bir dünyada geçen kara komedi. orada bile road trip var! absurditesiyle ilginç.
9. locke (2013) – sadece bir adam ve arabası. tüm film boyunca arabada geçen ama bir iç yolculuk olarak çok etkileyici bir deneyim.
10. the trip(2010 – devam serisi var) – steve coogan ve rob brydon, ingiltere kırsalında yemek tadımı yaparken bol espri, bol doğa, bol sohbet.
sıra dışı & etkileyici
1. detour (2016)
psikolojik gerilimle yol filmi birleşiyor. genç bir adam, annesinin ölümünden sorumlu olduğunu düşündüğü üvey babasını öldürtmek için bir katille yola çıkar. sürprizli, şık ve sert.
2. wild at heart (1990) – david lynch
elvis havası taşıyan sailor ve sevgilisi lula'nın çılgın, erotik ve şiddet dolu kaçış hikayesi. lynch klasiği, manyak karakterlerle dolu.
3. kalifornia (1993)
bir gazeteci, seri katiller üzerine yazı yazmak için amerika'yı dolaşır ama yanına aldığı adamın gerçekten bir katil olduğunu fark eder. brad pitt burada karanlık bir rolde parlıyor.
4. a perfect world (1993)
kaçak bir mahkum ile rehine aldığı küçük çocuğun yolları, bir baba-oğul ilişkisine dönüşür. kevin costner ve clint eastwood'dan hüzünlü bir yol filmi.
5. thelma (2017) – norveç
üniversiteye giden genç bir kızın kendini keşfetmesi ve doğaüstü güçlerini fark etmesi üzerine bir iç yolculuk. görsel, yoğun ve erotik alt metinli.
6. bellflower (2011)
kıyamet sonrası fanteziler kuran iki arkadaşın ilişkiler, arabalar ve şiddetle dolu yolculuğu. düşük bütçeli ama çok “kült”.
7. queen of earth (2015)
iki kadın, göl kenarında kafa dinlemeye gider ama ruhsal çöküş sınırında psikolojik bir gerilim başlar. yol değil ama kafa yolculuğu garantili.
çıplaklık ve yol filmleri
sleeping beauty(2011)
– genç bir kadının para karşılığı uykuda çıplak kaldığı bir iş ve iç dünyasına yaptığı sarsıcı yolculuk.
bound (1996)
– kaçış ve tutku iç içe. lezbiyen ilişki, suç ve stilize aksiyonla birleşiyor. yol kısmı kısa ama kaçış havası baskın.
the dreamers (2003)
– paris'te geçen, sinema ve devrimle iç içe geçmiş, üç gencin erotik keşifleri.
love (2015, gaspar noé)
– yol değil belki ama tüm film bir zihinsel yolculuk: aşk, cinsellik ve pişmanlık üzerine stilize bir patlama.
güçlü – çatışmalı – derin
1. thelma & louise (1991)
– kadınların özgürlük için çıktığı efsane yolculuk. suç, isyan ve dayanışma.
2. queen & slim (2019)
– polisle yaşadıkları olaydan sonra kaçan bir çiftin, aşk ve sistemle mücadelesi.
3. the hitch-hiker (1953)
– klasik bir yol gerilimi. erkek merkezli olsa da dönemine göre feminist alt metinli.
4. jeune femme (2017)
– paris'te başıboş gezen bir kadının kendini bulmaya çalıştığı bağımsız film.
5. the loveless(1981)
– willem dafoe'nun erken dönem filmi. rocker tarzı karakterler, kadınlar, motosiklet ve çıkışsızlık hissi.
post-apokaliptik / distopik yol filmleri
turbo kid(2015)
– 80'ler ruhunda, retro-fütüristik ve absürt şiddetli bir distopik yol hikayesi.
the road (2009)
– kıyamet sonrası baba-oğul hayatta kalma mücadelesi. çıplaklık değil ama ruh soyulması garanti.
the bad batch (2016)
– çölde geçen, insan eti yiyen bir toplulukla karşılaşan bir kadının kanlı kaçışı.
love and monsters (2020)
– canavarlarla dolu bir dünyada aşkı uğruna yola çıkan naif bir kahraman. eğlenceli, aksiyonlu ve stilize.
0 notes
edebiyatsoylesileri · 5 months ago
Text
Burhan Arpad / Bizim 1940 Kuşağı, yeri yurdu, dergisi olmayan bir kuşaktı
Tumblr media
Yazar, yayıncı, çevirmen ve gazeteci Burhan Arpad edebiyatın çeşitli dallarında ürünler verdi, dünya yazınının önemli eserlerini dilimize kazandırdı, tiyatro eleştirilerine imza attı. Arpad, “Osmanlı’nın talan düzeni bugün de yürürlükte” diyor.
“Kafka, Türkiye’ye Fransa üzerinden geldi. İkinci Dünya Savaşı sonlarında Fransa’da ün kazanmaya, etkin olmaya başlayınca Fransızca bilen arkadaşlarca Türkçeye çevrildi.”
Karşılıklı oturalı beş dakika bile olmamış. Ben ilk sorumu yöneltmeye hazırlanırken Burhan Arpad, Kafka’ya kadar uzanmış. Teybin düğmesine bastım. O, konuşmasını sürdürdü.
“Kafka’nın kitaplarının bugün övüle övüle bitirilemeyen tekdüze dünyası, bir toplumsal gerçekten yola çıkıyor; ilerlemiş bir kapitalizm içinde daraşmalık bir bürokrat havası veriyordu. Var olan ir toplumu, kafasında hayaller kurarak yeniden yaratır Kafka; sağlıksız bir dünyası vardır. Türkiye’de hemen kabul edildi… Ionesco da öyle oldu, o da Fransa’dan geldi… Böyle bir eğilim var. Batı ülkeleri herhangi bir yazarı benimseyince, o yazar bizde de tutuluyor.
Bu yazarların İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’sında geçerlik bulmasını, Fransa’nın o dönemdeki ikilemiyle açıklıyor Burhan Arpad:
“Burjuvazisi parlak zamanlar yaşamış, burjuva kültürünü doruğuna ulaştırmış ‘Büyük Fransa’ geride kalmıştı. Bu kadar kültürlü bir toplum, kendi burjuva düzeninin ortadan kalktığını, yeni bir dünyanın silah ya da ordu gücüyle Budapeşte’ye kadar dayandığını görüyor. İşte o koşullar, ‘anti-tiyatro’, ‘absurde’ (uyumsuz) tiyatro gibi arayışları, gerçeküstücülüğü öne çıkarıyor. Bunlar Fransa için benzeri toplum ve kültür düzeninde ülkeler için olağan. Tam ‘tahlil’ini sosyologlar yapsın…”
1940'larda yoksunluklara rağmen
toplum yapımız sağlıklıydı
Gelelim 1940’lar Türkiye’sine. Burhan Arpad’a göre o yıllarda, bütün ekonomik yoksunluklara karşın, sağlıklı bir toplum yapımız vardı. Edebiyat alanına girenler bir ‘ara nesil’dendi; Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e geçiş çağını yaşamıştı bu kuşak… Sonra, “Cumhuriyet’in onuncu yıl şenliklerinin coşkusu… Orkestralar, operalar… Havai fişekler, fener alayları… Şarkılar sokaklarda… Yepyeni bir toplum… Ben de bu kutlama törenlerini görmüş, o heyecanı duymuşumdur.”
İşte o ortam içerisinde, sonradan “1940 Kuşağı” olarak adlandırılacak edebiyatçılar yetişiyor: “Bizim 1940 neslinin bir özelliği vardır. Çoğu ya küçük memur, ya taşralarda öğretmen, ya Sait (Faik) gibi işsiz güçsüzdü. Bir bağlantıları yoktu. Yedi Meşaleciler gibi birlikte davranma filan da söz konusu değildi. Orada burada, dürtüyle, istekle yazmaya başlamışlardır. Mektuplaşarak, tanışarak birlikteliği sürdürmüşlerdir. Tuhaf bir nesildir bu. Mesajla, bildiriyle, inkârla, kavgayla, gürültüyle ilişkisi yoktur. Teker teker adları duyulmuştur. Bir Sabahattin Ali çıkmıştır, bir Samim Kocagöz, bir Sait Faik, bir Orhan Kemal… Günün birinde birisi kalktı, ’40 Kuşağı’ dedi. Yeri yurdu, dergisi olmayan bir kuşak… Yalnız okurun desteği vardı.
Dergi sözü edilince, Ocak 1940 – Nisan 1940 arasında dört sayı çıkan İnanç’ı soruyorum. Derginin “müessisi” (kurucusu) Burhan Arpad’dır, sayısı 15 kuruştur. İnanç ayda bir çıkar, “sanat-fikir-aktüalite”ye yer verir…
“Hümanist fikirleri vermek amacıyla çıkarıyorduk. Aynı zamanda biçimine de özen gösterirdik. Kuşe kapaklıydı, dizgi baskısı o zamanki tekniğe göre çok temizdi. İlk sayısını 3 bin bastık. Bu, büyük bir tirajdı. Dergi tutuldu, dördüncü sayı 4 bin basıldı… Ancak, beşinci sayı matbaada kaldı. ‘Beyaz Zambaklar ülkesinde’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Stalin’in Finlandiya’yı işgalini hafifçe eleştiren imzasız bir yazı. Bu yazı yüzünden, dergiyi birlikte çıkardığımız arkadaşla kavga ettik. İmtiyaz onun üzerinde olduğundan, bir daha çıkmadı. Çıksaydı, daha da yararlı olabilirdi.”
Kitaplarını tercüme ettiğim yazarların
ortak niteliği hümanistlikleri
Burhan Arpad’ın yayıncılığı da var. Salâh Birsel’le birlikte kurdukları ABC Kitabevi’nin “20. Yüzyıl Dünya Edebiyatı” serisinde Istrati, Sillanpää, Joseph Roth¸ Duhamel, Jaroslav Haşek’ten çeviriler yayımlanır. Türk Yazarları dizisinde ise Ziya Osman Saba’nın ve Necati Cumalı’nın şiirleri, İhsan Devrim’in öyküleri, Nurullah Berk’in Sanat Konuşmaları, Aşot Madat’ın Sahnemizin Değerleri, Faris Erkman’ın büyük gürültüler koparan En Büyük Tehlike’si çıkar. Birkaç yıl sonra Arpad Yayınevi’ni kurar. Onu da kapatıp gazeteciliğe başlar. Ama çeviri çalışmalarını uzun yıllar sürdürür, yirminin üzerinde kitap çevirir:
“Okuyup sevdiğim, topluma yararlı olacağına inandığım kitapları çevirdim. Dört yazar alalım. Bir Thomas Mann, liberal ekonominin, sosyal demokrat kafanın doruktaki yazarlarından. Bir Anna Seghers var; o, inançlı bir sosyalist. Ama edebiyatçı prizmasından geçirerek anlatıyor. Bir Remarque var, sonuna kadar antifaşist, antimilitarist. Bir Stefan Zweig, bambaşka bir açıda. Bunların ortak nitelikleri, hümanist olmaları.”
Anlaşılacağı gibi, Burhan Arpad, Batı’dan etkilenmeye karşı değil: “Çeviri edebiyat olmadan dünya edebiyatından söz edilemeyeceğine göre, dünya edebiyatının sağlam örneklerinin çevrilip yayımlanması, sağlıklı bir Türk edebiyatı için gerekli. Bütün sorun, seçmek. Toplumumuzun koşullarıyla o toplumun koşullarını karşılaştırarak doğruyu bulmaya çalışmak.”
Genç kuşak güzel yazıyor ama hiçbir şey söylemiyor
Buna karşılık, günümüzde kimi genç yazarların yanlış etkiler altında olduğuna inanıyor: “Ad vermeyeyim” diyor, “Birkaç yazarı okudum. Üslupları, anlatımları ilginç. Belki çok güzel yazıyorlar. Ama, işte o kadar… Bence resim de edebiyat da bir şeyler söyler. Oysa bunlar hiçbir şey söylemiyorlar. Yabancı dil bildikleri için kendi dillerinden ya da çevirisinden okudukları ürünlerin etkisi altında kalmışlar, onlara benziyorlar. Biz, o toplumlar değiliz. 1950’lerin, 60’ların toplumu da değiliz… Birtakım hastalıklar yaşandı. Hasta toplumun özürleri edebiyata da yansıyor. O bakımdan, fazla bir şey söyleyemiyorlar. Dünya görüşleri de biçimden öteye geçmiyor.”
Uzun yıllar gazetecilik yapan, muhabirlikten köşe yazarlığına kadar basının çeşitli kademelerinde çalışan Burhan Arpad, gazetecilerin sosyal güvenlikten yoksun, kötü koşullar altında yaşadığı yılları uzun uzun anlatıyor. “Ama, gazeteciliğin heyecanı da vardı o yıllarda… Bazı mesleklerde durmadan vermek gerekir, vermek kazandırır. Gazetecilik de bunlardandır.”
Arpad’ın eylemli gazetecilik dönemine ilişin en ilginç anısı, İkinci Dünya Savaşı’nın ünlü casusu Çiçero’yu ilk kez keşfedip Vatan’da açıklaması olayı. Bir Alman gazetecisinden aldığı bilgi kırıntılarından yola çıkarak İstanbul adliyesinde “sahte sterlin” davasından yargılanan İlyaza Bazna’nın gerçek kimliğini, yani ünlü casus Çiçero olduğunu ortaya koyuyor.
Namuslu olmaya çalışan bir yazarım
Cumhuriyet okurları, Arpad’ın, haftada bir yayımlanan “Hesaplaşma” köşesinde en çok “yok edilen İstanbul” üzerinde durduğunu bilirler. Konuşmamızda da söz, dönüp dolaşıp bu konuya geliyor. Arpad, duyarlılıkla ele aldığı “İstanbul yağması”nı şöyle temellendiriyor.
“Osmanlılar, yerleşik ve üretken yaşamamış. Ganimetler almış, baç almış, bunlarla geçinmiş… Bir talan düzeni bu. Bugün de aynı anlayış yürürlükte. Herkes ‘avanta’ peşinde. Hayali ihracat bunun bir versiyonu. Ne burjuva, ne üretici olabilmişiz. Bunun sonu nereye varır, bilemiyorum. Sosyologlarımız ‘Asya tipi üretim biçimi’ diye kafa yoracaklarına, Türkiye’nin şu gerçeğini görseler de bunun üzerine tartışılsa!”
Bugün İstanbul’un yok olmaktan kurtarılması söz konusu olunca, iki kişinin, Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan ile Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Başkanı Çelik Gülersoy’un adları anılıyor. Burhan Arpad’ın bu iki ad üzerindeki görüşleri: “Çelik Bey için iki görüş öne sürülüyor. Yaptıklarına ‘fantezi’ diyenler var Geniş bir kesim ise yaptıkarını olumlu buluyor. Ben de bunlardanım. Çelik Bey şehirci değil, mimar değil. İstanbul’da büyümüş ve kimi görüşleri benimsemiş olmasıyla iyi niyeti birleşiyor. Birçok şeyi kurtarıyor. Öteki ise yıkıyor, İstanbul’u yok ediyor!”
Burhan Arpad’ın evinden ayrılırken kulağımda şu cümleleri yankılanıyor: “Ben namuslu olmaya çalışan bir yazarım. Hikâye de yazarım, roman da, köşe yazısı da… Röportaj da yaparım… Yeter ki yazarlığımı sürdürürken kafamdaki doğrulara dayanayım.”
(Alpay Kabacalı / Cumhuriyet / 12 Aralık 1988)
Burhan Arpad’ın tercümei hali
1910’da Mudanya’da doğdu. Orta ticaret mektebindeki öğreniminin (1927) ardından, uzun süre memurlukla yazarlığı bir arada yürüttü. Edebiyatın çeşitli dallarında ürünler verdi, tiyatro eleştirileri yazdı. Birkaç yıl da yayıncılıkla uğraştı. 1947’de gazeteciliğe başladı; Memleket, Hürriyet, Vatan gazetelerinde muhabir ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Köşe yazarlığına Vatan Gazetesi’nde başladı. Uzun yıllar serbest yazar olarak çalıştı; 1978’den itibaren Cumhuriyet’te haftalık köşe yazıları yayımlandı.
Öykü, gezi (Gezi Günlüğü adlı kitabıyla 1963’te Türk Dil Kurumu Ödülü’nü kazandı), tiyatro yaşamı ve eleştirisi, roman alanlarında birçok yapıtı, anıları (Hesaplaşma, 1976), makalelerini derleyen kitapları yayımlandı. Ayrıca pek çok yabancı yazarın ürünlerini Türkçe’ye çevirdi.
0 notes
hetesiya · 6 months ago
Text
NASA teleskobu, tuhaf cisme ışık tuttu: "Hiçbir şeye benzemiyor" - M5 Dergi
0 notes
koynumdaumutlar · 2 years ago
Text
Tumblr media
masa dergi.
nur neşe şahin- bir tuhaf seremoni.
0 notes
gunseli · 6 years ago
Photo
Tumblr media
583 notes · View notes
hazanhanfendisi · 5 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
103 notes · View notes
keepthechange-v · 5 years ago
Text
Geceyarısı, karanlık bir bozkırda
Işıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
Soluk soluğa,
demirden bir ırmağa mahkum
Ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
Haklı olan kim bu kargaşada?
Ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir..
Ucu bucağı olmayan bu çığlığın
Ortasında nasıl barışılabilir?
Anlamak isterim, hangi yasa
Bir beşikle bir darağacını
Aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?
Sorular sormak için geldim şu dünyaya
Yasım acıların yasıdır
Boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
Yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
Ya da sabah yellerinden bir taçla
Yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
Geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
Bu söylencenin bir yerinde durakladım
Ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.
Acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
Damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
Yitirdim çünkü onları da..
İlenmiyorum, el çırpmıyorum artık
Ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
Ne de geleceğime dair bir tasa.
Gelirken çan çalmıyor yalnızlık
Bir adam, bir sokak, bir ev
Yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca
#Ahmet Erhan
13 notes · View notes
otuhafkafa · 4 years ago
Text
Tumblr media
1 note · View note
saireyn · 6 years ago
Quote
Söylediklerinin doğru olmasına değil, konuştuğun kimsenin bu doğruya katlanabilecek olmasına da dikkat et.
Michel Foucault
152 notes · View notes
life-kaan · 3 months ago
Text
kara mizah & absürd road movies
1. little miss sunshine(2006) – bir ailenin küçük kızlarını güzellik yarışmasına götürme çabası, hem komik hem dokunaklı.
2. the darjeeling limited (2007) – wes anderson'dan, hindistan'da geçen renkli ve stilize bir kardeşlik yolculuğu.
3. rain man (1988) – duygusal derinliği yüksek, klasik bir yol filmi.
4. natural born killers (1994) – oliver stone'un yönettiği, şiddet ve medya eleştirisiyle dolu çılgın bir yolculuk.
5. fear and loathing in las vegas (1998) – uyuşturucu, çöküş ve tuhaf karakterlerle dolu bir çöl yolculuğu.
6. midnight run (1988) – komik ve bol kovalamacalı bir suç-komedi.
7. zombieland (2009) – kıyamet sonrası amerika'da geçen mizah dolu bir zombi yolculuğu.
8. nebraska (2013) – siyah beyaz çekilmiş, melankolik bir baba-oğul hikayesi.
eğlenceli & macera harmanlı yol filmleri
1. y tu mamá también(2001) – cinsellik, sınıf farkı ve gençlik üzerine politik alt metinli, samimi bir yolculuk.
2. the dreamers (2003) – paris'te geçen, erotik alt tonlu politik gençlik filmi (bir nevi kapalı yolculuk hissi taşır).
3. the motorcycle diaries (2004) – genç che guevara'nın güney amerika yolculuğu, devrim öncesi ruh arayışı.
daha yeniler
1. nomadland (2020) – modern amerikan göçebeliği üzerine, güçlü bir iç yolculuk filmi.
2. logan (2017) – süper kahraman dünyasında geçen ama aslında baba-kız yolculuğu temalı, duygusal bir epik.
3. queen & slim (2019) – suçla başlayan bir aşk ve kaçış hikayesi.
alternatif ve kült yol filmleri
1. the straight story (1999) – david lynch'ten alışılmadık bir film: yaşlı bir adam, çim biçme makinesiyle yıllardır küs olduğu kardeşini görmeye gider. yavaş tempolu ama içten bir yolculuk.
2. paris, texas (1984) – wim wenders'in başyapıtı. hafızasını yitirmiş bir adamın, geçmişiyle yüzleşme ve oğluyla bağ kurma çabası. duygusal, sinematografik bir harika.
3. into the wild (2007) – gerçek bir hikâyeden uyarlanan filmde, genç bir adam her şeyi bırakıp alaska'ya doğru yola çıkar. doğa, özgürlük ve yalnızlık üzerine.
4. the fundamentals of caring (2016) – paul rudd'ın başrolde olduğu, genç bir engelli çocukla bakıcısının çıktığı hem komik hem duygusal bir yolculuk.
5. the way (2010) – martin sheen'in başrolde olduğu, oğlunun hac yolculuğunu tamamlamak isteyen bir babanın hikayesi. derinlikli ve dokunaklı.
6. american honey(2016) – genç bir kızın, dergi satan asi bir grupla amerika'nın içlerine yaptığı çarpıcı ve enerjik bir yolculuk.
7. captain fantastic(2016) – toplumdan izole bir şekilde büyüttüğü çocuklarıyla yola çıkan idealist bir babanın hikayesi. sistem eleştirisi ve yol hikayesi bir arada.
8. wristcutters: a love story (2006) – intihar edenlerin yaşadığı paralel bir dünyada geçen kara komedi. orada bile road trip var! absurditesiyle ilginç.
9. locke (2013) – sadece bir adam ve arabası. tüm film boyunca arabada geçen ama bir iç yolculuk olarak çok etkileyici bir deneyim.
10. the trip(2010 – devam serisi var) – steve coogan ve rob brydon, ingiltere kırsalında yemek tadımı yaparken bol espri, bol doğa, bol sohbet.
sıra dışı & etkileyici
1. detour (2016)
psikolojik gerilimle yol filmi birleşiyor. genç bir adam, annesinin ölümünden sorumlu olduğunu düşündüğü üvey babasını öldürtmek için bir katille yola çıkar. sürprizli, şık ve sert.
2. wild at heart (1990) – david lynch
elvis havası taşıyan sailor ve sevgilisi lula'nın çılgın, erotik ve şiddet dolu kaçış hikayesi. lynch klasiği, manyak karakterlerle dolu.
3. kalifornia (1993)
bir gazeteci, seri katiller üzerine yazı yazmak için amerika'yı dolaşır ama yanına aldığı adamın gerçekten bir katil olduğunu fark eder. brad pitt burada karanlık bir rolde parlıyor.
4. a perfect world (1993)
kaçak bir mahkum ile rehine aldığı küçük çocuğun yolları, bir baba-oğul ilişkisine dönüşür. kevin costner ve clint eastwood'dan hüzünlü bir yol filmi.
5. thelma (2017) – norveç
üniversiteye giden genç bir kızın kendini keşfetmesi ve doğaüstü güçlerini fark etmesi üzerine bir iç yolculuk. görsel, yoğun ve erotik alt metinli.
6. bellflower (2011)
kıyamet sonrası fanteziler kuran iki arkadaşın ilişkiler, arabalar ve şiddetle dolu yolculuğu. düşük bütçeli ama çok “kült”.
7. queen of earth (2015)
iki kadın, göl kenarında kafa dinlemeye gider ama ruhsal çöküş sınırında psikolojik bir gerilim başlar. yol değil ama kafa yolculuğu garantili.
çıplaklık ve yol filmleri
sleeping beauty(2011)
– genç bir kadının para karşılığı uykuda çıplak kaldığı bir iş ve iç dünyasına yaptığı sarsıcı yolculuk.
bound (1996)
– kaçış ve tutku iç içe. lezbiyen ilişki, suç ve stilize aksiyonla birleşiyor. yol kısmı kısa ama kaçış havası baskın.
the dreamers (2003)
– paris'te geçen, sinema ve devrimle iç içe geçmiş, üç gencin erotik keşifleri.
love (2015, gaspar noé)
– yol değil belki ama tüm film bir zihinsel yolculuk: aşk, cinsellik ve pişmanlık üzerine stilize bir patlama.
güçlü – çatışmalı – derin
1. thelma & louise (1991)
– kadınların özgürlük için çıktığı efsane yolculuk. suç, isyan ve dayanışma.
2. queen & slim (2019)
– polisle yaşadıkları olaydan sonra kaçan bir çiftin, aşk ve sistemle mücadelesi.
3. the hitch-hiker (1953)
– klasik bir yol gerilimi. erkek merkezli olsa da dönemine göre feminist alt metinli.
4. jeune femme (2017)
– paris'te başıboş gezen bir kadının kendini bulmaya çalıştığı bağımsız film.
5. the loveless(1981)
– willem dafoe'nun erken dönem filmi. rocker tarzı karakterler, kadınlar, motosiklet ve çıkışsızlık hissi.
post-apokaliptik / distopik yol filmleri
turbo kid(2015)
– 80'ler ruhunda, retro-fütüristik ve absürt şiddetli bir distopik yol hikayesi.
the road (2009)
– kıyamet sonrası baba-oğul hayatta kalma mücadelesi. çıplaklık değil ama ruh soyulması garanti.
the bad batch (2016)
– çölde geçen, insan eti yiyen bir toplulukla karşılaşan bir kadının kanlı kaçışı.
love and monsters (2020)
– canavarlarla dolu bir dünyada aşkı uğruna yola çıkan naif bir kahraman. eğlenceli, aksiyonlu ve stilize.
0 notes
go-muzikderinbirdenizdir · 6 years ago
Text
Tumblr media
13 notes · View notes
birkahveicimikadar · 5 years ago
Text
"Insanı ağır yaralayan her ne varsa yaşanıp bittiği andaki acısıyla kalabilseydi tahammül gücümüz ayakta durmamıza yetebilirdi. Öyle kalmadığını öğreneli çok zaman oldu."
2 notes · View notes
koynumdaumutlar · 4 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
32 notes · View notes
gunseli · 5 years ago
Photo
Tumblr media
147 notes · View notes
ellerimdellerin · 6 years ago
Text
Tumblr media
42 notes · View notes