#uyuyan adam
Explore tagged Tumblr posts
Text
“Bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun.”
34 notes
·
View notes
Text
artık 'çok geç kaldığını anlayanların' korkusu var içinde.
jorge louis borges - yolları çatallanan bahçe
#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#şiir#charles bukowski#jorge luis borges#yolları çatallanan bahçe#alberto manguel#georges perec#uyuyan adam#alain de botton#orhan pamuk#oğuz atay#tutunamayanlar#tehlikeli oyunlar#sabahattin ali#kürk mantolu madonna#tezer özlü#birhan keskin#lale müldür#murathan mungan#albert camus#marcel proust#selçuk baran#selim ileri#bilge karasu
17 notes
·
View notes
Text
Artık hiçbir şey istememek. Bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek. Avare dolaşmak, uyumak. Kalabalıkların, sokakların seni sürüklemesine seyirci kalmak. Tüm tasarılardan, sabırsızlıktan kurtulmak. Arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak...
16 notes
·
View notes
Text
uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın: düzen ya da eylemsizlik, başıboş sürüklenme ya da uyku, geceleyin devriye gezmeler, yansız anlar, gölgelerin ve ışıkların kaçışı. daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi, kendini sersemleştirmeyi, kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki. ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti. dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. kayıtsızlık seni farklı kılmadı.
ölmedin. delirmedin."
3 notes
·
View notes
Text
karşı kıyıya geçmek artık umrunda değil miydi
2 notes
·
View notes
Text
Güzel filmdir. Tavsiye edilir 👌🏻
sokaklarda dolaşıyor, bir sinemaya giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, bir kafeye giriyorsun; sokaklarda dolaşıyor, trenlere bakıyorsun; sokaklarda dolaşıyor, daha yeni izlediğin bir filme benzeyen başka bir filmi gördüğün bir sinemaya giriyorsun, dışarı çıkıyor; fazla ışıklandırılmış sokaklarda dolaşıyorsun. odana geri dönüyor, üzerindekileri çıkarıyorsun. çarşafların arasına giriyor, ışığı söndürüyor, gözlerini kapatıyorsun. i̇şte çabucak soyunan hayali kadınların etrafında toplanma vakti. daha önce yüz kez okuduğun kitapları tekrar okuyup bıkma vaktin. gözüne uyku girmeden bir sağa bir sola dönme vaktin geldi. gözlerini karanlıkta fal taşı gibi açıp bir küllük, bir kibrit kutusu, son bir sigara bulabilmek için döşeğinin bacağını elinle yoklayıp üzerine yapışan mutsuzluğunu sakince ölçüp biçme vaktin geldi. gece uyanıyorsun. sokaklarda geziniyorsun, gidip bar taburelerine oturuyor ve kapanana kadar, saatlerce önünde bir bardak birayla ya da koyu kahveyle ya da bir kadeh kırmızı şarapla orada duruyorsun. yalnız ve ipsiz sapsızsın. ıssız caddelerde yürüyor, bodur ağaçların, boyası dökülen duvarların, karanlık sundurmaların yanından geçiyorsun. şehrin sonsuz çirkinliğinde kayboluyorsun. tek görebildiğin yıllar önce kuruyan çeşmeler, viran olmuş kiliseler, bitap düşmüş yarım kalan inşaatlar, solgun duvarlar, parmaklıkları seni hapseden parklar, kanalizasyon ağızlarında oluşan bataklıklar, fabrikaların devasa kapıları. meydanlarda ya da bulvarlarda sabırsız kalabalıklar, gözlerini cennete doğru çeviriyor.
mutsuzluk, üzerine çökmedi. neredeyse usulca sokuldu sana. titizlikle girdi hayatına, hareketlerine, saatlerine, odana. tavanındaki çatlakları, kırık aynanda gördüğün yüzündeki çizgileri, iskambil desteni eline geçirdi. bir hırsız gibi musluğundan damlayan suya sızdı. tuzak, bazen neredeyse seni neşelendiren, kibirlendiren, coşturan o duyguydu; tek ihtiyacının şehir, taşları ve sokakları, seni sürükleyen kalabalıklar olduğunu zannediyordun. tek ihtiyacının mahalle sinemanızda önden bir koltuk olduğunu, sadece odana, o barınağa, o kafese ihtiyacın olduğunu sanıyordun. elli iki kağıdı bir kez daha dağıtıyorsun döşeğinin üzerinde. güçlerin terk etti seni. tuzak: anlaşılmaz olmanın, dış dünyaya bir şey sunmamanın, her şeyi algılayan ama hafızasında tutmayan, yalnızca önüne bakan iki gözle erişilemez şekilde sürüklenmenin tehlikeli illüzyonu. bir şey hatırlamayan, bir şeyden korkmayan. ama çıkış yok, mucize yok, gerçekler yok. ayırıyorsun asları elli iki kağıdın içinden. aynı hareketleri, hiçbir yere varmayan aynı yolculukları kaç kere tekrarladın? fakirhanenden, budala sabrından, yanlışa mahal vermeden seni her seferinde en başa döndüren binbir dolambaçlı yoldan başka sığınacak yerin kalmadı. parktan müzeye, kafeden sinemaya, denizin doldurulan kısmından bahçeye; istasyonların bekleme salonları, büyük otellerin lobileri, süpermarketler, kitapçılar, metronun koridorları, ağaçlar, taşlar, su, bulutlar, kum, kiremit, ışık, rüzgar, yağmur: aslolan yalnızlık: ne yaparsan yap, nereye gidersen git, gördüğün hiçbir şeyin önemi yok. yaptığın her şey boşu boşuna. aradığın hiçbir şey gerçek değil. tek var olan yalnızlık, her karşına çıkışında kendinle yüzleşiyorsun. konuşmayı kestin ve sadece sessizlik cevap verdi sana. ama o kelimeleri, boğazına dizilen o binlerce, o milyonlarca kelimeyi, boş lafları, sevinç göz yaşlarını, aşk fısıltılarını, aptalca gülüşmeleri bir daha nereden bulacaksın? artık sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. ama en sessiz sen değil miydin zaten?
canavarlar girdi hayatına. fareler, türdeşlerin, biraderlerin. onlarca, yüzlerce, binlerce canavar. bilinçaltından gelen işaretlerle, şüphe çeken gidişlerinden, sessizliklerinden, seninkiyle karşılaşınca başka yere çevrilen kurnaz, çekingen, korkak gözlerinden tanıyorsun onları. iğrenç odalarının tavan arası pencerelerinde gece yarısı olmasına rağmen ışık yanıyor. ayak sesleri yankılanıyor. ama yaşı olmayan bu yüzlerin, bu kırılgan ve çelimsiz çehrelerin, bu kambur, gri sırtlıların sana ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyor, gölgelerini takip ediyor, gölgeleri oluyor, saklandıkları o küçük deliklere gidiyorsun; sığınakların, mabetlerin onlarınkilerle aynı: dezenfektan kokulu mahalle sinemaları, meydanlar, müzeler, kafeler, istasyonlar, metro, sebze-meyve halleri, senin gibi parkların banklarında oturup kumun üzerine aynı bozuk çemberi bir çizip bir silen umutsuz yığınlar, çöp kutularındaki gazetelerin okurları. çemberleri aynı seninki gibi beyhude, aynı seninki gibi ağır. metrodaki haritaların önünde senin gibi duraklıyorlar. senin gibi çöreklerini yiyorlar nehrin kenarındaki banklarda. yerinden edilenler, dışlananlar, sürgün yiyenler, yürürken duvarlara sürtünüyor, gözleri önlerine bakıyor ve omuzları düşüyor. savaşta kaybedenlerin, topu dikenlerin, bezgin hareketleriyle duvar cephelerine tutunuyorlar. onları takip ediyor, izliyor, onlardan nefret ediyorsun.
tavan arasındaki canavarlar, kokuşmuş pazar yerlerinde terlikleriyle sürtüne sürtüne yürüyen canavarlar, ölü balık gözlü canavarlar, robot gibi yürüyen canavarlar, boş boş konuşan canavarlar, onlarla omuz omuzasın, birlikte yürüyorsun, aralarından kendine bir yol buluyorsun: uyurgezerler, yaşlılar, berelerini kulaklarına kadar indiren sağır ve dilsizler, ayyaşlar, boğazlarını temizleyip kasılmalarını kontrol etmeye çalışan bunaklar, büyük şehirde kaybolan köylüler, dullar, sinsiler, eski topraklar sana geldiler. kolundan tuttular seni. kendi şehrinde kaybolmuş bir yabancı olduğun için sadece diğer yabancılarla görüşebilirmişsin gibi. yalnız olduğun için, üzerine gelen diğer yalnızları takip etmeliymişsin gibi. o hiç konuşmayanlar, kendi kendine konuşanlar, yaşlı kaçıklar, ayyaşlar, sürgün yiyenler. ceketinin etekleri yapışıyor, nefeslerini yüzüne veriyorlar. o güzel gülümsemeleriyle, ellerindeki kitapçıklarıyla, bayraklarıyla sana yanaşıyorlar.
büyük davaların zavallı savaşçıları, arkadaşları için para toplayan hüzünlü şarkıcılar, tabak altlığı satan sömürülmüş yetimler, hayvanları koruyan sıska dullar, sana yaklaşanlar, seni alıkoyanlar, sana pençesini geçirenler, o iyi niyetli gerçeklerini gözüne sokanlar, ebedi sorularını, hayır işlerini, kendi bildiklerini yüzüne tüküren herkes, taşıdıkları pankartlarla dünyayı kurtaracak olan imanlı insanlar, soluk benizliler, yakası yıpranmışlar, sana hayatını anlatan, hapishanede, tımarhanede, hastanede geçen günlerini anlatan kekemeler, hecelemeyi bir düzene oturtmaya çalışan eski öğretmenler, stratejistler, su falcıları, üfürükçüler, aydınlananlar, takıntılarıyla yaşayan herkes, kaybedenler, yorgun düşenler, barmenlerin dalga geçmek için sonuna kadar doldurduğu kadehlerini dudaklarına götüremeyen zararsız canavarlar, ve onlardan da beter olanlar, kendini beğenmişler, çok bilmişler, benciller, bildiğini sananlar, şişmanlar ve hep genç kalanlar, sütçüler ve süslü püslüler, sefahat düşkünü alemciler, kokuşmuş zenginler, aptal piç kuruları.
haklılıklarından aldıkları güçle senden açıklama bekleyen, tanıklık etmeni isteyenler, geniş aileli, çocukları ve köpekleri de canavar olan canavar aileleri, trafik ışıklarında sıkışan binlerce canavar, bıyıklı, yelekli, askılı canavarlar, berbat anıtların önünde dağılan bir otobüs dolusu canavar, pazar kıyafetlerini giyen canavarlar, canavar kalabalık. başıboş dolaşıyorsun ama kalabalık sürüklemiyor. gece korumuyor artık seni. hâlâ ileri doğru, yorulmadan, ölümsüz olarak yürüyorsun. arıyor, bekliyorsun. fosilleşmiş şehirde dolaşıyor, yenilenmiş bina cephelerinin el değmemiş beyaz taşları, put gibi duran çöp tenekeleri, bir zamanlar kapıcıların oturduğu boş koltuklar: hayalet şehirde dolaşıyorsun, bitap düşmüş apartmanların terk edilmiş iskeleleri, sis ve yağmurda sürüklenen köprüler, kokuşmuş, çirkin, itici şehir, mutsuz şehir, mutsuz sokaklardaki mutsuz ışıklar, mutsuz müzikhollerdeki mutsuz palyaçolar, mutsuz sinemaların önündeki mutsuz kuyruklar, mutsuz mağazalardaki mutsuz mobilyalar, karanlık istasyonlar, kışlalar, ambarlar, sahil boyunca sıralanan kasvetli barlar, gürültülü ya da terk edilmiş şehir, solgun ya da isterik şehir, virane, harap, kirli şehir, engellerle, demir parmaklıklarla, çitlerle çevrili şehir, toplu mezarların şehri, kokuşmuş sebze halleri, şehrin göbeğindeki varoş mahallesi, polisler ortaya çıktığında bulvarların dayanılmazlaşan korkunçluğu.
hücresindeki bir mahkum, bir deli gibi, labirentinden çıkış yolu arayan bir fare gibi şehir boyunca yürüyorsun. açlıktan kırılan bir adam gibi, adresi olmayan bir mektubu ileten bir postacı gibi artık kaçacak yerin kalmadı. korkuyorsun. her şeyin durmasını bekliyorsun; yağmurun, zamanın, trafiğin, hayatın, insanların, dünyanın, her şeyin çökmesini bekliyorsun; duvarların, kulelerin, zeminin ve tavanın, erkekler ve kadınların, yaşlılar ve çocukların, köpeklerin, atların, kuşların, felç geçirip, vebaya yakalanıp yıkılmalarını; mermerin param parça olmasını, odunun toz haline gelmesini, evlerin çıt çıkarmadan yıkılmasını, tufan gibi yağmurların, tabloların boyasını dökmesini, yüz yıllık gardıropların ahşap bölmelerinden ayrılmasını, kumaşların paramparça olmasını, gazetelerin mürekkebinin akmasını, alev alev yanan ateşin merdivenleri kül etmesini, sokakların ortadan ikiye ayrılarak kanalizasyonlardan oluşan labirenti ortaya çıkarmasını, sis ve pusun şehri ele geçirmesini bekliyorsun.
ölmedin, daha bilgili birisi de olmadın. gözlerin, güneşin yakıcı ışınlarına maruz kalmadı. yeteneksiz, iki yaşlı aktör, seni almaya gelmediler. sana sıkı sıkı sarılıp diğer hepsine diz çöktürmeden birisini yıkamayacakları bir üçlü oluşturmadılar seninle. merhametli yanardağlar sana dikkat etmedi. annen yeni elbiselerini katlamadı. deneyimin gerçekliğiyle milyonuncu kez karşılaşıp ırkının yaratılmamış bilincini dövmeyeceksin ruhunun örsünde. ne büyüklerinin, ne de eski ustaların bir faydası dokunmayacak sana. yalnızlığın sana bir şey öğretmediğinden, kayıtsızlığın sana bir şey öğretmediğinden başka hiçbir şey öğrenmedin: yalnızdın ve dünyayla arandaki tüm köprüleri yıkmak istiyordun. ama sen öyle önemsiz bir noktayken dünya o kadar uzun bir sözcük ki: binaların, vitrinlerin, parkların ve rıhtımların önünde kilometrelerce yürümekten başka bir şey yapmadın. kayıtsızlık beyhude. i̇nkarın beyhude. tarafsızlığının bir anlamı yok. sadece oradan geçtiğini, caddede yürüdüğünü, şehirde turladığını, kalabalıkları takip ettiğini, gölgelerin ve çatlakların oyunlarına daldığını sanıyorsun. ama hiçbir şey olmadı: ne bir mucize ne de bir patlama.
her geçen gün, sabrın giderek tükendi. zamanın durması gerekiyordu ancak kimse zamanla mücadele edecek cesareti bulamadı. hile yapmış, birkaç zerre, birkaç saniye kazanmış olabilirsin: ama musluktan tahmin edilebilir şekilde damlayan su, saatleri, dakikaları, günleri ve mevsimleri hesaplamayı asla bırakmadılar. uzun süre kendine mabetler kurup, yıktın: düzen ya da eylemsizlik, sürüklenme ya da uyuma, gece devriyeleri, tarafsız anlar, gölge ve ışığın kaçışı. kendini kandırmayı, kendini uyuşturmayı bir süre daha devam ettirebilirdin. ama oyun bitti. dünya yerinden oynamadı ve sen de değişmedin. kayıtsızlık, kayda değer bir değişiklik yaratmadı sende. ölü değilsin. deli değilsin. üzerinde dolaşan bir musibet yok. seni bekleyen hiçbir bela yok. tepende uçan, kem gözlü bir karga yok. sabah, öğlen ve akşam karaciğerine yumulmak gibi hazmı güç bir görev, hiçbir akbabaya verilmedi. kimse suçlamıyor seni, bir suç da işlemedin zaten. her şeyi izleyen zaman, sana rağmen çözümünü sundu. cevapları bilen zaman, akmaya devam etti. yine böyle bir gün, biraz daha geç, biraz daha erken, her şey en baştan başlıyor, her şey en baştan başlıyor ve devam ediyor.
hayal gören bir adam gibi konuşmayı kes. bak! onlara bak. nehir kenarındaki, rıhtım boyundaki, yağmurda ıslanan kaldırımlardaki binlerce ve binlerce sessiz nöbetçi, okyanus hayallerine dalarak deniz serpintisini, setleri aşan dalgaları, deniz kuşlarının tiz çığlıklarını bekliyor fani insanlar. dünyanın isimsiz kahramanı değilsin sen, tarihin, üzerinde hükmünü yitirdiği kişi, yağmurun yağışını artık hissetmeyen, gecenin gelişini göremeyen adam değilsin. ulaşılmaz, saydam, şeffaf değilsin artık. korkuyorsun. bekliyorsun. yağmurun dinmesini bekliyorsun.
286 notes
·
View notes
Text
"İnsanlardan nefret ettiğin anlamına gelmez bu, ne diye onlardan nefret edesin ki? Ne diye kendinden nefret edesin ki? Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan yaratma makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet."
0 notes
Text
Çirkin kraliçe
Merhaba arkadaşlar merhaba Hasan bey ben Gizem . 40 yaşında hiç evlenmemiş seksin doruklarına çıkmak nasip olmamış yüz güzelliği bakımından biraz kaybeden fakat vücut olarak müthiş bir vücuda sahip bir kadınım. İstanbul Pendik te babamdan kalan bir lokanta işletiyorum . Sizlere aktarmak istediğim gerçekten başımdan geçen bir hikayemi anlatacağım. Benimde dönem dönem erkek arkadaşım oldu . Seviştik anal ve oral yaptım ama asla bekaretime zarar vermedim verdirtmedim. Babamın ölümünden sonra dükkana bakmak bana kalmıştı. Lokanta kafeterya tarzı bir restorandı . Sabah erkenden kalkıp dükkanı açmam gerekiyor akşamda geç saatlere kadar durmak zorunda kalıyordum. Başta söylemiştim yüz güzelliği olarak pek güzel değilim 170 boyunda 105 numarama südyen kullanan büyük memeli büyük kalçalı şu porno videolarda ki zenci kadınlar gibi ince bel büyük kalça 170 boyuma göre 65 kiloyum . 2 Aralık ta dükkanı kapatıp aracıma doğru giderken bir adam ve 3 4 yaşlarında bir kız çocuğu tir tir titrenken gördüm yanlarına gittim durumları iyi değildi yardımcı olmak amacıyla dükkana götürdüm anlattılar başlarına gelenleri durumları çok iyiymişti karısı ne istediyse yapmış ev araba mal mülk herşeyi karısının üzerine o gün erkenden evine gitmiş karısını ortağının oğlu ile yakalamış kadını evden atacağına kadın adamla kızı ev benim siz defolun gidin diye adamla çocuğu dışarıya atmış üstüne üstlük adamın kredi kartını bile iptal ettirmiş kim olsa acır ofis olarak kullandığım yerde 2 kanepe vardı onlara yatırdım sonuçta lokanta olduğu için sıcaktı içerisi yinede UFO yu yaktım biraz yanlarında kaldım kız uyumuştu adam da uyumak üzereydi kapıyı kilitleyip evime gittim sabah erkenden kalkıp normal bir gün gibi dükkanı açtım benim yapmam gereken herşeyi adam ben gelmeden hazırlamış çayı bile demlemişti evden gelirken battaniye yorgan getirmiştim , bu baba başka bir babaydı ben annemin de babamı aldattığını biliyordum birçok kez yakalamıştım babam annemden 15 yaş büyük olduğu için anneminde ihtiyacı olacağını bildiğimden ses çıkartmamıştım . 3 5 gün geçmişti biz birbirimize iyice alışmıştık şaka bile yapıyorduk annem Ankara ya gidecekti annemi Ankara ya gönderdikten sonra dükkana gittim ertesi gün 31 aralık tı dükkanlar kapalı olacaktı tabi ki bizde kızı ve babayı aldım eve götürdüm . Giderken bira aldık kız uyumuştu babası uyuyan kızı alıp benim yatağa yatırdı bizde salona geçtik biraları açıp TV izlemeye başladık uzun zamandır bir erkek ile sevişmemiştim yakışıklı bir adamdı film de ara sıra öpüşme sahnesi olmuştu bende yanaştım dudağı dudağıma gelecek şekilde öpüşmeye başladık öpüşürken okşamaya başladı bende karşılık verdim o beni bende onun soyunmasına yardımcı olduk ikimizde çırılçıplak olmuştuk bakireyim demedim o benim amımı yalamaya başladı bende karşılık olarak onun 18 19 santimlik sikini ağzıma aldım, dilimle yalamaya başladım kazık gibi olmuştu o da benim göt deliğimi ve amımı yalamaya devam etti . Göt deliğim ilk kez yalanıyordu gerçekten çok iyi biliyordu seks yapmasını . Ben ilk orgazmı tadıyordum gerçek seksi şimdi daha iyi anlıyordum 40 yaşında olmama rağmen ilk defa bu şekilde boşalıyordum, artık bu iş olmalıydı iyi ki bakire olduğumu söylememiştim. Ama bu kanepede olmazdı elbiseleri toplayıp annemin yatak odasına götürdüm tekrar sevişmeye başladık çok güzel öpüşüyorduk ellerimiz vücudumuzun her yerinde dolaşıyordu yatağa uzandı bende üzerine oturdum sikini tutup amıma dayadım yavaşça oturmaya başladım bir taraftan zorlanıyordum bir taraftan da zevk alıyordum artık dönüş yoktu birden alttan sikini bastırdı o sırada bende hamle yapıyordum ki o 18 lik kazık komple girmişti içime çıkarken aynadan kanımı görüyordum o da görmüştü bakiremiydin diye sordu evet ne önemi var ki dedim. Bu sefer ben yattım o içime girdi pompalamaya başladım yaklaşık 25 30 dakika misyoner pozisyonunda sikti beni boşalacağı zaman içimden çıktı ben daha önce seviştiğim erkeklerin döllerini yuttum çok seviyordum ağzımı açıp sikini ağzıma aldım dilimle dans ettiriyordum ki birden boşalmaya başladı bütün döllerini yuttum . O gece sabaha kadar seks yaptık.
Şimdi eski karısından boşanmaya çalışıyor boşanır boşanmaz nikah masasına oturacağız . Biraz uzun oldu umarım beğenirsiniz ve paylaşırsınız .
101 notes
·
View notes
Text
Konuşmaktan vazgeçtin ve sana cevap veren tek şey sessizlik oldu. Ama bu sözcükler, boğazında takılıp kalan bu binlerce, milyonlarca sözcük, arkası gelmeyen sözcükler, sevinç çığlıkları, aşk sözcükleri, budalaca gülüşler, peki onları ne zaman bulacaksın yeniden?
Şimdi sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. Ama sen herkesten daha sessiz değil misin?
Georges Perec, Uyuyan Adam
28 notes
·
View notes
Text
“her şeyin kıyısında yaşıyorum ve hiçbir şeye ait olmak istemiyorum. gerçeği söylemek gerekirse yoğun yaşadım ama varoluşla bütünleşemedim.”
(uyuyan adam) un homme qui dort, 1974
24 notes
·
View notes
Text
“Sürprizsiz yaşam. Güvenliktesin. Uyuyor, yiyor, yürüyor, yaşamayı sürdürüyorsun, tıpkı gamsız bir araştırmacının labirentinde unuttuğu bir laboratuvar faresi gibi; sabah akşam, hiç yanılmadan, hiç duraksamadan yemliğin yolunu tutan, önce sola,sonra sağa dönen, bulamaç halindeki günlük yem miktarını almak için kırmızı kenarlı bir pedala iki defa basan bir laboratuvar faresi gibi."
-Georges Perec, Uyuyan Adam
11 notes
·
View notes
Text
böyle bir yaşamı düşündükçe boğulur gibi oluyordu. kişinin kendini evden sokağa atması gibi o da yaşamından atlayıp çıkmak istiyordu.
milan kundera - varolmanın dayanılmaz hafifliği
#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#charles bukowski#milan kundera#albert camus#jean paul sartre#simone veil#bulantı#yabancı#düşüş#existential#existentialism#orhan pamuk#emil cioran#chuck palahniuk#ulus baker#georges perec#varolmanın dayanılmaz hafifliği#oğuz atay#tutunamayanlar#tehlikeli oyunlar#faust#uyuyan adam#ahmet hamdi tanpınar#huzur
15 notes
·
View notes
Text
Devr-i Dâim
Bu soğuk tırmalıyor uyuyan duyguları Sigaramın dumanı kardan adam çekici Geçit resminde biri çarçabuk deldi zarı Demir atmış gemiden firâr eden o genci Yükünden tanıyorum sırtındaydı mezârı Belli ayak izinden benim garîb gemici Daldım siyâh geceye gezdim suda âvâre Buz kesen derinlerde terledim devir devir Hırsızca süzülürken deliklerde bir fâre Fasıla nişânları ben talimde çilingir Ayazda ıslık oldum ufuktaydı hep çâre Fikir kesildi kadın gizli gizli misafir O öyle bir mevsim ki zehir zıkkımdı pekmez Ağlamak şimdi müşkül unutmak henüz erken Üstüm başım kan revân ne yan ne yön ne merkez Sen dön artık gemici düşmeyeyim titrerken Malûm şifâlar ağır oysa belâlar tez tez Derdim başımdan aşkın kapıyı çek giderken
1988

11 notes
·
View notes
Text

HARCADINIZ...
İki yumurta kıramayan kadınlar için, size yaprak sarıp mantı açan kadınları harcadınız...
Okuma alışkanlığı Zara ya da Mango'daki etiketlerden ibaret olan kadınlar için Marx'ı, Engels'i tez konusu yapmış kadınları harcadınız...
3 bin dolarlık Tom Ford Black kullanan kadınlar için, mum kokulu kadınları harcadınız...
Göbeginizi iğrenç bulan kadınlar için, o göbeğe sarılıp uyuyan kadınları harcadınız...
Yemeğe çıktığınızda sürekli hesabı size kitleyen kadınlar yüzünden, "Bu sefer de benden olsun" diyen kadınları harcadınız.
"Manikürüm bozulur" diyerek ütü bile yapmayan kadınlar için, kirli donunuzu elinde yıkayan kadınları harcadınız...
Adnan Hoca'nın "kedicikleri"ni andıran kadınlar için, "Selvi boylum al yazmalım"ın Asya'sına benzeyen kadınları harcadınız...
Yağmur yağınca saçları bozulmasın diye en lüks cafe'ye dalan kadınlar yüzünden, kolunuza girip "Beraber ıslanalım" diyen kadınları harcadınız...
Cebinizde para yokken telefonunuza dahi bakmayan kadınlar için, "Canım sen çaldır, ben sana dönerim" diyen kadınları harcadınız...
Kuaförden çıkmayan kadınlar yüzünden, saçını süpürge eden kadınları harcadınız...
Model arabadan aşağısına binmeyen kadınlar için, halk otobüsündeki tek koltuğu sizinle paylaşan kadınları harcadınız...
Müzik zevki Aleyna Tilki'den ibaret olan kadınlar yüzünden, size çilingir sofrası kurup ud çalan kadınları harcadınız...
Televizyonda magazin programları dışında başka bir şey izlemeyen kadınlar yüzünden, sizinle üstüne formasını çekip maç izleyen kadınları harcadınız...
Lavinya şiirini vanilyalı dondurma zanneden kadınlar yüzünden, o mahûr beste çaldığında gözyaşları müjgan'la buluşan kadınları harcadınız...
"Parasız adam gereksiz adam" diyen kadınlar için, "İki gönül bir olunca, samanlık seyran olur" diyen kadınları harcadınız...
Burnu aktığında Amerikan Hospital'a koşan kadınlar yüzünden, kırk derece ateşle yanarken alnına sirkeli bez koyan kadınları harcadınız...
Kredi kartlarınızın limitlerini patlatan kadınlar için, yarım kilo kıymayla beş çeşit yemek yapan kadınları harcadınız...
Saçlarınız döküldüğünde sizi beğenmeyen kadınlar için, kel kafanızı öpen kadınları harcadınız...
Zamanı gelince sizi bir kağıt parçası gibi buruşturup atan kadınlar yüzünden, aşkı için her türlü ihanetinize ve zorbalığınıza katlanan kadınları harcadınız...
~
Özlü Mithat
15 notes
·
View notes
Text
şu an yine uyuyan adam filminde gibiyim yağmur yağıyo koca caddelerde bi ben varım
72 notes
·
View notes