umutlim-blog
umutlim-blog
KIR KEDİSİ
31 posts
Tırmanış . Gezi . Birşeyler.
Don't wanna be here? Send us removal request.
umutlim-blog · 8 years ago
Video
tumblr
Cerra Quemado
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Cerro Quemado'daki duvarın tepesinde bu kilometrelerce uzanan volkanik kaya labirenti başlıyor. Volkanik kraterin olduğu bir vadi gözüküyor. Oraya giden bir patika veya yol yok. Joshua'yla ulaşmaya çalıştık ama biryerden sonra bitki örtüsü izin vermedi.
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Duvar. Rahipin üzerinde vaaz verdiği büyük kaya. Ortamı daha Diablo vari yapmak için konulmuş dekorativ şeyler. Dua eden insanlar.
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Text
Cerro Quemado
Joshua'nın motoruna atlayıp Cerro Quemado köyüne doğru yola çıktık.  Etraftan burada tırmanış olduğunu duymuştuk. Nasıl? Ne derece? Kaya tipi ne? Kaç rota var? Bilmiyorduk. Köy Xela'ya yakın. Üç bin metre civarında bulutların ve Xela'nın üstünde. Köyde sorduk "Tırmanış şu tepenin üstündeki kayada mı? Oraya nasıl varabiliriz?" Köyden rahatça gözüken, dik, çatlaklarla dolu hiç görmediğim gibi tipte bir duvar. Üzerinde yırtık pırtık enteresan bayraklar dalgalanıyordu. Ana duvara çıkan yamaç boyunca siyah volkanik kayalardan bir labirent ve üzerlerinde birçok insan seçebiliyordum. İnsanlar tırmanıyor herhalde diye düşündüm.  Yürümeye başladık. Labirentte ilerledikçe bağırış çağırış arttı. Kayaların arasında mayalardan oluşmuş 5, 10, 15, 20 kişilik gruplar ilginç seremoniler sergiliyor. Bazıları birlikte şarkı söylüyor, büyük bir kısmı çığlıklar içinde öfkeyle ağlayarak kayaların üstünde yerlere kapanıyor. Adamın biri kayanın üzerinde oturmuş dileniyor. Bandajlı sağ kolunda anormal bir büküklük var. Sessizce yürüyüp, insanları gringoluğumuzla rahatsız etmemeye çalışıyoruz. Uzun uzun bakmıyoruz kimseye. Başka biri 15 metrelik dik bir kayanın üstünde elinde İncil’le vaaz veriyor aşağıdaki kalabalığa. Demet, demet çiçekler, karanlık kayalar ve etraftaki çöp yığınlarıyla zıt bir etki yaratıyor. Anlaşılan oldukça kutsal işler dönüyor burada ama fantastik dünyalarla ilgili bildiğim her şey bana insanlar burada şeytan çağırıyor diyor. Ambiyans Diablo'nun yapımcılarına ilham verebilecek durumda. Ana duvarın dibinde kalabalıktan uzakta fısıldayarak konuşuyoruz. "Tam bir Resident Evil senaryosu abi! Birazdan hastalıklı çıldırmış köylüler meşaleler ve tırmıklarla bizi öldürmeye gelecekler". Duvardaki harika gözüken devasa çatlağa bakıyoruz bir süre. Maalesef boltlu değil. Etrafta dolaşıp birkaç boltlu rota bulduk. Bir kısmının ilk boltu sökülmüş.  O gün gözümüze kestirdiğimiz birkaç rotayı denedik. Volkanik kaya farklı ama güzeldi. Arada geçen yerel halk durup bizi izledi. Taşlamadılar, gülümseyip geçtiler.  Bir ay boyunca haftada birkaç kere gittik Cerro Quemado'ya, Evanjelik Hristiyanların kutsal saydığı yere. Yalnızca bir kere tırmanışçı gördük. İnsanların bağırış, çığırış, zılgıtları ve hiç eksik etmedikleri çiçekleri içinde biz de çok önemli sporumuzu yaptık. Kayalara tırmanıp tırmanıp aşağı indik. Bazen korkup bunu neden yaptığımızı merak ettik, daha aşağı varmadan unuttuk ve aynı şeyi tekrar ettik. Yerel halkla birbirimize bakıp anlam vermeye çalıştık, veremedik. Evimize dönüp arkadaşlarımıza bahsettik. Cerro Quemado enteresan bir yer. Garip insanlarla dolu. Tırmanışçı olmayan iki gringonun yolunun düşmesi bayağı zor. Tırmanışın iyi yanlarından biri de gitmeyeceğin yerlere götürüyor seni.
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Xela'nın hemen yanındaki Santa Maria ve yanındaki aktif yanardağın uzaktan görünüşü. Yandaki küçük aktif olan ben o manzaraya bakarken patladı azıcık ama fotoğrafta düzgün çıkmadı. Santa Maria'dan Xela manzaraları. Ve Acatenango yanardağından etraftaki öbür yanardağların manzaraları ve Fuego fotoğrafları. Patlamalar telefon kameramın yakalayabildiğinden daha görkemliydi.
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Maya kışlık ve yazlık kıyafetleri. Yerli ulaşım. Bir yanardağ krater gölü ve Santa Maria yanardağının tepesindeki çiçekler.
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Text
Guatemala
Meksika'da otobüslerle gezip 3 hafta boyunca güneye inerek 2 Mayıs’ta Guatemala'ya geçtim. 1 ay Xela şehrinde yaşayıp İspanyolca dersi aldım. Kursun ayarladığı iki çocuklu bir aileyle yaşadım.  Guatemala bayağı dağlık bir ülke. 30 tane falan volkan var sanırım, bunların içinde hala aktif olanlar hiçte az değil. Yerli maya popülasyonunu Meksika'nın güneyinde ve burada gördüm en fazla. Guatemala'da daha çoktu. Mayalar; kısa boylu, esmer, koyu düz siyah saçlı, kare yüzlü insanlar. Kadınları genelde geleneksel kıyafetleriyle dolaşıyorlar, yöreden yöreye değişiyor. Kıyafetlerini beğendim ben. Soğuk iklimde çok kalın ve dayanıklı gözüken elbiseler giyiyorlar. Ve kalın kuşaklar kullanıyorlar. Elbiseler genelde koyu kumaş üstüne rengarenk alacalı işlemelerle dolu. Sıcak iklimde ince, tülsü uzun elbiseler giyiyorlar. Sessiz, sakin, utangaç gözüken insanlar. Guatemala’da, çiftçiler veya eliyle çalışan insanların çoğu Maya. İspanyolca biliyorlar ama kendi bambaşka yerli dilleri de oluyor genelde. Şehirden şehire değişiyor dilleri tamamen. Birlikte kaldığım aile Maya değildi. Beyaz tenli Guatemalılardandılar. Orta sınıf, öyle geçinen bir aileydi. Çok enteresan bir yanları yoktu. Biraz yerli yemekleri yemiş oldum. Ama Guatemalalı bir aileyle yaşamak Türk bir aileyle yaşamaktan çok farklı çıkmadı. Garip garip huyları falan yok. Normal insanlar.  Maya popülasyonunun çoğu Evanjelik Hristiyan sanırım. Evanjelikler ilginç. Bayağı ilkel görünüşlü ve duygu yüklü bir tapınma biçimleri var. Ve kutsal mekanlarında her yere demet demet çiçek bırakıyorlar. Olur olmaz yerlerden çiçek çıkıyor Guatemala'da. Bir volkanın tepesine tırmanıyorsunuz 4000 metreye, bir bakıyorsunuz çiçek getirmiş birileri, bırakmış, bir sürü. Kim uğraşmış da getirmiş? Bu kadar çiçeğe, bu fakir gözüken köylüler nasıl para veriyor? Anlamak zor.  Bir de tabii deli gibi çöp bırakıyorlar. Bu sadece Evanjelikler için geçerli değil ama. Guatemala'da büyük sorun. Toplumun çoğu için çöp bir şey ifade etmiyor sanırım. Ha çöp, ha ot, ha ağaç hepsi aynı şey. Türkiye'yle falan kıyaslanamayacak seviyede durum. Bayağı kötü. Xela'daki İspanyolca olayı bitince biraz gezindim Guatemala'da. Bir rehber ve grupla Acatenango yanardağına tırmanıp gece kamp kurup, 5 kilometre uzaklıktaki Fuego yanardağının aralıksız patlayışını izledik sabaha kadar. Hayatımda yaptığım en ilginç şeydi kesinlikle. Patlayan bir yanardağı bu kadar net ve yakından göreceğim aklıma gelmezdi asla. Oldukça şanslıydık, Fuego patlamayı tüm gece sürdürdü. Araba, otobüs büyüklüğünde kayaları 250 metre yüksekliğe ve kilometrelerce öteye ağırlıksız gibi fırlatıp duruyordu. Gecenin ilerleyen vakitlerinde yanardağın güney kısmında lavdan bir nehir ve lav havuzları oluşmuştu. Patlamaların sesini uzakta sallanan metal plaka sesine benzettim. Efsane bir deneyimdi. Ha bir de volkanı izlerken aynı zamanda çadırımıza sürekli girmeye çalışan sinsi fareleri uzak tutmaya çalıştık tüm gece. Guatemala güzel ülke. Orta Amerika'da favorim (Meksika, Kuzey Amerika’da bence). Yerel yaşam deneyimi edinebileceğiniz bir ülke, Nikaragua, Costa Rica veya Panama gibi turist kaynamıyor ve her şey turistleri çekmek için bir fırsat olarak kullanılmıyor. Honduras ve El Salto kadar belalı ve turizmden uzakta değil. Bitki örtüsü ve yeryüzü daha enteresan bence geri kalan Orta Amerika'dan. Daha dağlık. Para vermeden rehbere ihtiyaç duymadan çıkabileceğiniz bir sürü volkan var. Diğer ülkelerde ya rehber zorunlu ya da girişte bir ücret var. Denizi nasıl bilmiyorum, kıyıya gitmedim. Siyah volkanik kumlu plajları varmış diye duydum.
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Text
Yürüyüş
Nisan ortası yine El Salto'da bir dinlenme günü. Peter harika bir dinlenme günü aktivitesi fikri ile ortaya çıktı. Dedi ki "aşağıdaki köyün karşısındaki ormanda yerde bir mağara, delik gibi doğal bir oluşum varmış. Gidip onu görelim." Ben hemen olur dedim. Emma ile Eva pek hevesli olmayan bir şekilde kabul etti. Peter'ın arabasına atladık. Bir saatlik yolculuktan sonra patikanın başlangıcını bulduk. Yürümeye başlayacaktık ki kızlar gelmeyeceklerini söyledi. "Pek ilginç gözükmüyor ve çok sıcak" dediler. Peter ve ben duruma anlam veremedik. Müthiş bir macera yaşamak varken neden köye gidip oturmak istediklerini anlayamadık ama ikna da edemedik. Ne kadar büyük bir hata yaptıklarını, döndüğümüzde anlatacağımız hikayeleri kıskanacaklarını söyleyip ayrıldık. Yolda gördüğümüz bir Meksikalı amcadan yol tarifini alıp patikaya koyulduk. Başta biraz yokuş yukarı, sonra tepede sık ormanın içinde dize kadar çalılara sürünerek ilerledik. Orman güzeldi ama patikada birçok ısırgan otlu bölüm bacaklarımızı kaşındırıyordu. Ormanın içinde 1 saat kadar ilerledik, bir yere varıyormuşuz gibi gelmiyordu. Peter bir an durdu. Bacaklarına eğildi ve bir dehşet ve şaşkınlık nidasıyla "ahh keneler!" dedi. Ben de bacaklarıma baktım ve bacaklarımın her yerinde dolanan keneleri gördüm. Hemen ayıklama işine koyuldum ve yaklaşık 40 kadar kene ayıkladım. Herhalde bir kene kolonisinden geçtik yolda diye düşündük ve yola devam ettik. Üç dakika sonra bir daha baktık bacaklarımıza ve 5'er tane daha kene ayıkladık. Patika biraz tatsızlaşmıştı. Muhtemelen yanlış yolda olduğumuzu ve bu kenelerin bitmeyeceğini kabul edip geri dönmeye karar verdik. 1 saatlik geri dönüş yolunda her 5 dakikada bir durup bacaklarımızdan 5 6 kene temizledik. İnanılmaz bir şeydi cidden. Resmen bacağımıza sürünen her otun üzerinde hazır bekliyorlardı. Patikadayken bu durumu çok olumsuz algılamadım. Daha önce hiç kene ısırmamıştı yeni bir deneyim olarak düşündüm. Gün sonunda da üstümü başımı detaylı bir şekilde gözden geçirip temizledim tüm keneleri. Bundan bir hafta sonra bir köpeğin üzerinde bir süre durup iyice yerleşip, şişip büyümüş birkaç kenenin çıkarılışını gördüğümde kusasım geldi, of iyi atlatmışım dedim. Köpekten büyük bir deri parçasıyla çıkan keneler baya iğrençti hakikaten. Birde keneler baya hastalık taşıyan böceklermiş o var. Şu an deniz anaları ile birlikte en nefret ettiğim canlılar kategorisindeler kesinlikle. Neyse sonuç olarak baya enteresan bir gündü. Ama kızlar hikayemizi kıskanmadı kesinlikle. Ayrıca bu olayı öngörüp nasıl patikanın başında gelmekten vazgeçtiler anlamadım. Ama iyi gündü yine de.
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Mağara ve heyelan
2 notes · View notes
umutlim-blog · 8 years ago
Text
Cumbia Mağarası
El Salto'da günlerden bir gün sabah yatağımdan kalktım ve başımın acayip döndüğünü fark ettim. Kahvaltımı ettim, kalkalı 1 saat kadar olmuştu ama hâlâ biraz garip hissediyordum. Daha önce hiç böyle uyanmamıştım, anlam veremedim. Normal bi günde neyse dinlenirim geçer deyip önemsemezdim, ama bugün farklıydı. Bugün Mike'ın karavanıyla 1 saat uzaktaki Cumbia mağarasına gitmeyi planlıyorduk. Ve mağaranın muhteşem olduğunu duymuştuk. Bugün gidemezsem bir daha gidecek fırsat bulmam zor olurdu çünkü mağaraya ulaşım oldukça zordu.
Millet hazırlanırken düşündüm. İyice medeniyetten uzak, tenha bir mağaraya gideceğiz zor yollardan. Bugün bir garip hissediyorum. Acaba… yok ya geçer ne olacak dedim ve evde kalma fikrini unuttum. 
Sabahın erken saatlerinde 7 kişi karavanla yola çıktık. Dağdan aşağı 30 dakika kadar inip bir toprak yola saptık. Yol acayip kötü durumdaydı. Normal bir araba asla gidemezdi o yolda. Mike'ın Ford minibüsü çukurlara girip çıkarken adeta bizim canımız acıdı. Hoplaya zıplaya yarım saat daha aşağı indikten sonra bir nehre ve birkaç eve ulaştık. Nehre yakın bir yerde arabayı park etti Mike. 
El Salto'nun Akdeniz’den çıkma gibi görünen bitki örtüsü burada farklıydı. Daha çok, hiç görmediğim İrlanda'nın dağlık arazilerini andırıyordu. Anlatması zor ama kafanızda doğru manzara canlanmıştır kesin. Farklı tonlarda yeşil, uzun çam ağaçları, taze çimen ve sis. 
Köprüden nehri geçip mağaraya doğru ormanda yürüdük. Aramızdan sadece Mike burayı daha önce görmüştü ve o bize liderlik ediyordu. Yarım saatlik kolay ama oldukça nemli ve terletici bir yürüyüş ardından mağaraya ulaştık. Bitki örtüsü nedeniyle, neredeyse mağaraya girene kadar onu görmek mümkün değildi. Ve gördüğümüzde hepimizin aklı gitti. Hiçbirimiz bu kadar sarkıtı bir arada görmemiştik. Ve sadece birkaçımız bu açıda bir duvara tırmanmıştı. Duvarın açısı metrelerce yere paralel gidiyor, sonra otuz derece kadar eğimleniyordu.
Millet yürüyüşün yorgunluğunu atarken Wade ve ben daha fazla bekleyemedik ve oradaki en etkileyici görünen rotaya tırmanmaya karar verdik. Kocaman bir sarkıtın yanından geçen bir 7a+. Başlamadan önce Mike bizi bulunma ihtimali olan eşek arısı kovanları konusunda uyardı. 
Wade tırmanmaya başladı. Garip açılı duvarda sarkıtlarla güreşerek oldukça yavaş boltdan bolta ilerledi. Tamamen yabancı olduğu bu yorucu stilde bol bol dinlenerek tırmanıyordu. Ben de aşağıda onun emniyetini alıyordum. 40 dakika sonra 20 metre kadar tırmanmıştı, büyük bir sarkıtın arkasına geçti. Bir süre göremedim, düştü, yakaladım. Sonra bağırmaya başladı “İndir! İndir! İndir!”. “He, ha, ne” derken algıladım ve hızla indirdim. İndirirken arkasından takip eden siyah arıları gördüm. Yanına gittim, 8 yerinden sokulmuş olduğunu saydık. Ama iğne yoktu hiç. Eşek arıları iğne bırakmıyor herhalde, bilmiyorum. Canı acıdı ama anormal şişme ya da kızarma gibi bir şey olmadı. Hoş değildi tabii. Bir ipe bağlı ve duvarda asılıyken arı saldırısına uğramak rahatsız edici olsa gerek. Gerçi ipe bağlı olmasan daha fena. Arı olayı böyleydi. 
Tırmanmaya devam ettik. Bende aynı rotayı denedim. Arılara çok yaklaşmadan indim. Bir ara, sarkıtlara bağlanmış bir hamakta yatarken sarkıt kırıldı, yere düştüm. Günün başında çıkmaya başladığımızda temiz olan bir rotanın son bölümü günün ilerleyen saatlerinde arılarla kaplıydı. Kapüşonlumu kuşanıp ona çıktım, ekspresleri temizledim. Gün gayet eğlenceli bir şekilde geçiyordu yani.
Akşam üstüne yaklaşırken bir baktık bulutlar çökmüş. Acaba yağacak mı derken, şimşek ve gök gürültüsu eşliğinde bayağı kuvvetli bir sağanak başladı. Tabii mağarada ıslanmıyorduk. Ben hala tırmanışıma devam ederken milletin biraz huzursuzlandığını fark ettim. Sabah kuruyken bile dandik olan dönüş yolunu düşünüyorlardı. Yol daha da fenalaşmadan dönme kararı aldık ve yağmur biraz yavaşladığı anda yola koyulduk. 
Yarım saatlik ıslak orman yürüyüşü sonrası nehre ulaştık ve nehrin  sabahkinden bir hayli yüksek ve geniş olduğunu gördük. Köprüyle de aramızda yeni bir nehir oluşmuştu. Karavana ulaşmak için paçaları sıvayıp nehri yürüyerek geçtik. Gruptan bir arkadaş dedi ki “Kot pantolonum ıslansın istemiyorum o yüzden çıkartıp geçeceğim” bunun üzerine soyundu. Bu arada don kullanmaya yıllar önce son verdiğini öğrendik. Nehre attığı ilk adım ile kayıp düştü, boylu boyuna yattı suya, elindeki pantolonda suya gömüldü tabi hahaha. Of süperdi cidden.
Neyse. Hepimiz geçtik nehri. Yolun karşısında ufak bir büfe vardı oradan birer bira aldık. Sanki bitmiş gibi kadeh kaldırdık bu harika günün şerefine. 
Biralarımızı yudumlarken bütün gün bizimle gezip takılmış olan köyün köpeklerinden biri; yanı başımızda büfenin oradaki genç köpeği öldürmeye karar verdi. Bir anda büyük bir gürültüyle boğazına atladı. Sandalyeleri, masaları yıkarak boğuşmaya başladılar. Bayağı yüksek ve korkunç hırlama sesleriyle köpeğin boğazını kapmış bırakmıyordu bizimki. Mike ve gruptan Kanadalı bir kız, Joe plastik sandalye ve masaları kaptılar ve vura vura ayırdılar köpekleri, sonrada saldıranı duvara sıkıştırdılar. Bağırıp kınadılar biraz köpeği. Köpekte yaptığı şeyin hiç hoş olmadığını anlayıp utandı ve gitti, bir köşede sessizce oturdu. Bu arada Mike'ın köpeği Lola'da olanları bir köşeden endişe dolu bakışlarla izledi ve resmen psikolojisi bozuldu hayvanın, travma geçirdi. Saldırıya uğrayan o öbür köpek ise direk yok oldu
Bu olayda son bulduktan sonra karanlık çöktü. Biz de karavana doluştuk. Herkes merakla yolun durumunu görmeyi bekliyordu. Mike sular altındaki köprüden kolayca geçti, yeni oluşan nehri umursamadı bile. 50 metre daha ilerleyip köşeyi döndü ve herkes hayretle haykırdı “woooaaa” diye, araba durdu ve fenerler yolun nehre dönüşmüş 70 metrelik bölümünü aydınlattı. Mike hızla sürmeye başladı ve yolun sular altındaki kısmından paldır küldür geçti. Büyük bir konsantrasyonla tereddütsüz bir şekilde sürmeye devam etti, biz yolcularda hipnotize olmuş gibi sessizce yolu izledik. Sular altındaki bölümlerden geçerken tezahürat yaptık Mike'ı kutladık. Harika kullanıyordu arabayı, her şey mükemmel gidiyordu. Yarım saat boyunca, durmadan nehirlere ve bataklıklara aldırış etmeden ilerledik. Dandik yolun bitmesine çok az kaldı derken yolun ortasında park etmiş duran bir kamyonet gördük ve ilerisindeki başka kamyonetleri de seçebiliyorduk. Durduk bir iki dakika bekledik. Sonra ben ve birkaç kişi indik, bakalım ne olmuş diye. Yağmur sadece çiseliyordu artık. 100 metre kadar yürüyüp, duran 4 kamyoneti geçtik ve tüm yolu kapayan heyelanı gördük. Bazısı küçük, bazısı 10 metre uzunluğunda bir sürü kaya yolun 15 metrelik bir bölümünü kapıyordu. Ve biz orada etrafa bakarken iki kere daha kaydılar. 
Şimdi. Acaba Monterrey Belediyesi bu tarz olayları ne kadar umursuyor? Bu tenha yolu ne zaman açmak ister canı? Meksika’da bu işler nasıl işliyor? En ufak fikrimiz yok. Aramızda Meksikalı da yok. İspanyolca bilenler oradaki kamyonet sahiplerine sorup karmaşık bilgiler aldılar. Bazısı bu akşam imkansız demekle yetindi, bazısı haftaya anca açarlar dedi, bazısı köyden bir makina (iş makinası) bulup kendimiz açacağız arkadaş ayarlamaya çalışıyor dedi.
Böyle, durumu anlamaya çalışmakla geçen bir saat sonunda gruptan biri dedi ki “hepimizin burada durmasının bir anlamı yok. Ana yol yakın yürüyüp otostopla dönelim kamp alanına”. Mike karavanı bırakıp gidemez, Joe ve ben de onu yalnız bırakmayalım diye kalalım dedik. Öteki 4 kişi ayrıldı.
Ayrıldılar. Joe size bir sürprizim var deyip tüm gün gizlice yanında taşıdığı tekila şişesini çıkardı. Onu biraz yudumladık karavanda. Sonra heyelana bakalım biraz diye dışarı çıktık ve bir polis aracının gelmiş olduğunu gördük. Joe harika İspanyolcası ile polisle konuştu. Polis “makina lazım bunun için yarın sabah gelir en erken” dedi. “Aç mısınız? Size yemek getirtelim mi?” diye sordu bizde olur dedik. Bu arada kamyonetlerdeki Meksikalılarda ayrılıyorlardı yürüyerek. Neyse, karavana döndük. Bekliyoruz öyle. 
Bu arada ruh halimiz nasıl? Herkes sessiz düşünceli gözüküyor bir şey söylemek zor. Ama şikayet ve isyan yok. Ben şahsen, bu oldukça enteresan macerayı içim kıpır kıpır eğlenerek fakat dışarı pek yansıtmayarak yaşıyordum. Asıl Mike'ın ne düşündüğünü merak ediyordum çünkü arabası kısılıp kalan o, ayrıca iki gün sonra kesinlikle Amerika'ya dönmesi gerekiyor. İşe başlayacak falan, filan. Bayağı sessizdi bütün gece. Sonunda sordum, nasıl hissediyorsun diye. Sakin bir şekilde içten içe bayağı eğleniyorum dedi. Hehehe. 
Polisle konuştuktan sonra 1 saat kadar yattık arabada. Bir hareketlenme gördük, heyelana döndük baktık 5 6 tane işçi gelmiş ama makina yok. Joe konuştu ustalarıyla. Adam ‘’makina lazım taşlar çok büyük, makina 3 saate gelir temizlemesi ne kadar sürer bilmiyorum’’ dedi. Sevindik. Arabaya döndük. Yatıyoruz. Uyuyor gibiyiz. Kapı çalındı, polis geldi yemeklerimizle. Bu gringolar ne sever diye düşünüp birer hamburger ve kola getirmiş. Onları yedik. Tam hamburgerimi bitirmiştim ki işçilerden biri geldi yol açıldı dedi. Beynimiz yandı. Adamlar makina lazım deyip 40 dakikada elleriyle açtılar yolu. Nasıl yaptılar anlamadık cidden. Tam karavanın geçebileceği kadar açmışlar oradan heyecanlı bir geçiş yaptık ve 5 dakika sonra ana yola vardık.
Ana yolda yarım saat sürdük, yolun tırmanış kısmı bitti ve yolda yürüyen 4 genç gördük. Otostop çektiler durduk ve tabii ki bizim gruptan ayrılan 4 arkadaştı. Bayağı sevindiler bizi gördüklerine, 4 saattir çantaları ve ıslak kıyafetleriyle durmadan yürümüşler. Yalnızca üç araba geçmiş ve hiçbiri durmamış. Hâlâ 1 saat kadar yolları vardı yürüyerek.
Kısa süre sonra, nihayet eve vardık hep birlikte. İşte böyle harika bir gündü. Arılar tarafından sokulan da, tüm yorgunluğun ardından gece gece 4 saat yürüyenler de, çırılçıplak nehre düşen de bugünü gayet epik bir gün olarak değerlendirdi. Ben de sabah gelmekten vazgeçmediğim için mutluydum. Gün boyunca da aklıma bile gelmedi baş dönmem.
2 notes · View notes
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
El Salto'dan tırmanış ve kulübe fotoğrafları. Bu kaldığım 3. kulübeydi.
1 note · View note
umutlim-blog · 8 years ago
Text
El Salto'da Hayat
Şubat ortası takıldığım grup ile Monterrey'deki başka bir tırmanış bölgesi olan El Salto'ya gittik.  El Salto 2400 metre rakımda dağlık, bir sürü vadinin olduğu bir bölge. Yalnızca iki saat mesafedeki Portrero çöl olmasına rağmen burası gayet çamlık bana Akdenizi andıran bir görünüşe sahip idi. Ama yine de çöl ikliminde olduğunuzu sabah ve akşamki sıcaklık farkından anlayabiliyordunuz. El Salto daha küçük bir tırmanış alanı. Yine kireç taşı. Ama turuncu, negatif açılı, sarkıtlı bir yapıya sahip. Portrero gibi pozitif, sivri ve gri değil. Rotalar genelde 7a'dan başlıyor. Benim üst sınırım buranın alt sınırıydı başta. O yüzden bayağı bir proje yapmam gerekti rotaları, 1.5 ay sonunda üç 7a, beş 7a+, iki 7b çıkmış oldum.  Köy bayağı küçük. Düzgün alışveriş için arabayla dağdan aşağı inmek gerekiyor 30 40 dakika. Köyde 2 küçük bakkal var. Bakkallar kafalarına göre kapatıp açıyorlar dükkânları. Arada bir beliren bir meyve sebze arabası var. Sessizce gelip park ediyor yolun kenarına, birkaç saat takılıp ayrılıyor. "Zerzevatcıııaaa!" diye bağırmıyor, etraftaki ipuçlarını tüm duyularınızla analiz edip anlıyorsunuz geldiğini. Rüzgârı dinleyip, ağaç dallarının sallanışını izliyorsunuz sonra "bir saniye sokaktan 3 dakika içinde 2 yaşlı teyze geçti bu bir tesadüf olamaz" deyip yola koşuyorsunuz. Meksika'daki en sessiz araç zerzevat aracı. Diğer tüm araçlar müthiş ses sistemleriyle tüm mahalleleri inletirken zerzevatçı bir sır gibi sessizce ilerliyor Monterrey sokaklarında. 1.5 ayda yalnızca 3 kere yakalayabildim aracı fakat gelip gittiği söylentilerini çok duydum... Köyde bir tane kamp alanı var ama kiralanacak kulübe bulmak kolay ve birkaç kişi olunca ucuz. Üç arkadaşla kişi başı günlük 2 dolar civarına kulübe kiraladık orada kaldım hep. Bahçeli mahçeli gayet güzel kulübeler. Şimdi El Salto'daki günlük hayatımı anlatacağım. Her sabah klasik domates, soğan, sarımsaklı 4 yumurtamı yiyip saat 7'de tırmanış partnerim ile evden ayrılıyoruz. 7 30 gibi duvarda olmalıyız çünkü 9 civarı güneş vuruyor duvara. O zamana kadar en azından birer ısınma rotası çıkıp birer de proje denemek istiyoruz. 9'da yakıcı güneş altında tırmanmak işkence oluyor. Güneş duvarın arkasına geçene kadar bekliyoruz. Beklerken kitap oku, tenis topuyla oyna, uyu, satranç oyna, getirdiğin öğle yemeğini ye, müzik dinle. Güneş ne zaman gidiyor peki? Saat 2 ile 3 arasında haha. Yani 5 saat kadar oturuyoruz duvarın dibinde, gölgelerin duvarda hareket etmesini izliyoruz. Bu arada El Salto bayağı tenha bir yer çok fazla tırmanışçı da bulunmuyor genelde. Yani muhabbet edecek başka kimsede olmayabilir. Güneş gittikten sonra, saat 7'ye hava kararana kadar projeni dene. Tabii projeni de art arda hayvan gibi deneyemiyorsun. Gücünü sabırsızca çok harcarsan o gün bir daha tırmanamayacak kadar yorabilirsin kollarını. El Salto bayağı kollara oynuyor. Bir kere ben çıkıyorum projeyi 15, 20 dakika. Bir problem varsa çözmeye çalışıyorsam bu süre 30 dakikada olabiliyor. Sonra partnerim çıkıyor. Genelde saatte 1 kere çıkıyorum yani, gerisi dinlenme ve partnerin emniyetini alma. Projeyi temiz çıkabileceğimi hissettiğimde Snickersımı yiyip herşeyimi veriyorum rotaya. 7 gibi hava kararırken toplanıp dönüyoruz. Evde duş yap, sonra akşam yemeği hazırla artanı yarınki öğle yemeği için ayır. O ara Narcos izliyorduk. Bir bölüm onu izle. 10'a doğru uyu.  Genel rutin buydu. Bayağı hareketli anlayacağınız haha. Güzeldi ama, tırmanış harikaydı. Başka bir şeye de gerek yoktu zaten. Ortalama üç günde bir tırmanmayıp dinleniyordum. O günlerde de köye inen birini bulup alışveriş yapıp dondurma yiyordum. Bu kadar.
2 notes · View notes
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kampın banyosunda bulduğumuz baygın akrep. Meksikalıların modifiye araçları. Haftasonları bunlarla gelip vadide gezmeyi, devasa hoparlörlerden son ses müzik açmaya bayılıyorlar. Teyzeler pazarda tombala oynuyor. Portrero'nun yakınlarında çölde terkedilmiş bir köy.
3 notes · View notes
umutlim-blog · 8 years ago
Text
Meksika 3. Portrero ve Tırmanışsız Yazı
Portrero'yla ilgili tırmanış dışında bir şeylerden bahsedeyim. Zaten şu ana kadar yazdıklarımı iki kişi falan anlayacak, çünkü okuyucu kitlemin (12 kişi) %96'sı akrabalarım ve arkadaşları. Hehehe olsun. Merhaba Ayşe Teyze merak etme üşümedim Time Wave'de, karnımda toktu, terli terli simul tırmandım ama.
Portrero Hidalgo köyüne bağlı. Meksika'da Hidalgo adında 55 milyon tane yer var. Türkiye'de Cumhuriyet Caddesi hesabı. Tarihten ünlü bir figürmüş kim bakmadım. Hidalgo küçük bir köy, Ford kamyonetlerle dolu. Haftada iki kere pazar kuruluyor. Salı pazarında ful ikinci el kıyafet satılıyor neredeyse ve 1 dolara acayip retro fantastik ceketler, güzel elbiseler, montlar vs. bulabiliyorsunuz. Ben bu Paris'i kıskandıracak moda cennetinden bir çift parmak arası terlik aldım (2 dolar). Çok mutluyum. 
Meksika'yla ucuzlukta yarışmak pek kolay değil. Dolar karşısında Türk Lirasından daha fazla değer kaybeden tek para birimi Peso ile marketlerdeki fiyatlar Türk halkını selamlıyor! Bir yıl önceki alım gücünüzle alışveriş yapabiliyorsunuz! Üstüne üstlük et ürünleri, çoğu meyve sebze (özellikle egzotik olanlar), çikolata, tatlı, alkol! Bunlar daha da ucuz. Pahalı olan şeyler yoğurt ve elma. Fahiş fiyatının farkına varmayıp arada teker teker aldığım elmalarla keseme büyük darbeler vurdum. Ay sonunda çıkan açıkların hesabını kendime veremeyip uykusuz geçirdiğim bir gece sırasında fark ettim bunun sebebini. Aklınızda bulunsun. Meksika'ya giderken yanınızda bu iki şeyi götürün hesaplı bir tatil için. 
Şekersiz yoğurt bulmak ayrı zor zaten, 3 ay kaldım gözlerim her markette şekersiz yoğurt aradı bir kere bulabildim. Meyveli yoğurt litreyle satılıyor. “Sade!” “Natural!” “Şeker eklemedik bu sefer!” yazanlarda bile yanda küçücük, “sıfır değil canım ehehe” yazıyor. Meksikalıların şeker bağımlısı olduğunu anlamak için Tinder'da 10 dakika boyunca sola swipe etmeniz yeterli zaten. Belki de bu yüzden bu kadar tatlı ve iyi insanlardır. 
Market ürünleriyle ilgili son hayat kurtaracak öneri; burada Pantene saç bakım ürünleri nedense acayip kalitesiz! Saç kremlerinin yoğunluğu hiç yerinde değil! 
Meyvelerden bahsetmem lazım ama onu El Salto yazısına bırakmak daha doğru olur, burada tacolardan ve soslardan bahsedeyim. İlk taco mu Hidalgo'nun meydanındaki Taco Loco yemek arabasından yedim. Beni tanıyanlar bilir. Dışarıda, ne idüğü belirsiz yerlerde pişen yağlı yemeklerin hayranı değilimdir. Mike Taco Loco'yu öve öve bitiremiyordu, kadının tortillaları (lavaş) orada elleriyle açıyor oluşuna hayran olmuştu. Evet inanması güç bir meziyet! Bunu gözlerimle görmem gerekiyordu. Nick, Mike ve ben Taco Loco'nun yolunu tuttuk. Bir İngiliz'in fikrini almak için Nick'e şüpheli sokak et yemekleri hakkında ne düşündüğünü sordum. “Deli gibi kızarttıkları sürece umrumda değil” dedi. Mantıklı buldum ve denemeye karar verdim. Gerçekten güzeldi. Ama yediğim öbür Meksika yemekleri gibi güzelliği çoğunlukla soslarından geliyordu. Sonuçta taco dediğin dürümün küçüğü. Fakat Meksika'lıların sosları onu cidden özel bir şey yapıyor. 
Meksika'ya gelmeden önce acı sevmezdim. Cipsde nadiren yerdim. Burada normalde 5 yılda yiyeceğim cipsi yemişimdir sadece o sosları kaşıklamak için.
Bu arada sokak tacosundan da çok kaçınmadım ve herhangi bir yan etki yaratmadı. Baya şaşırtıcı benim için.
Portrero ile ilgili son ilginç şey. El Buho kafesi. Köyde Narnia hayranı Amerikalı misyoner tırmanışçılar tarafından kurulmuş bir kafe. İlk duyduğumda “of bu yobazlardan Küba'da da vardı burada da mı var ya!” gibi bir tepki vermiştim. Ama en ateisti bile" evet adamlar misyoner ama bayağı havalı insanlar" dedi. Bu iki kelimeyi bir arada duymak beni oldukça şaşırttı. Yani kendimi “imam arkadaşım Mahmut ile takılmaya gidiyoruz, çok havalı çocuk bayağıda eğlenceli” derken göremiyorum. Hiper dindar olup havalı nasıl olunur bilmiyordum. El Buho'nun çalışanlarıyla tanışınca öğrendim. Ve hemen Hristiyan oldum, çok da başarılı misyonerler. Yok ya hehe. Adamlar Portrero'da boltlama yapıyor, kaliteli kahve satıyor, tırmanıyor, okul falan inşa ediyorlar bir de Narnia seyrediyorlar. Normal insanlar, din fışkırmıyor adamlardan, entelektüeller, modernler, anlayışlı ve iyiler, konuşurken LOTR referansları falan veriyorlar vs. Bir insanı havalı yapabilecek ne özellik varsa sahip olabilirler. Bu kombinasyonu görmek şaşırttı beni cidden. Hristiyan Dünyasının başka ülkelerinden arkadaşlar da şaşırıyor ve sadece Amerika'dan çıktıklarını söylüyorlardı. Antalya Geyikbayırına bir kahveci gider mi diye sordular. Ben de gider dedim. Bakalım ne olacak.
Böyle işte. Sanırım Portrero'dan bu kadar.
3 notes · View notes
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Satori ve Off the Couch rotaları. Biz birindeyken öbürüne tırmanan iki Rus. Satori'nin zirvesindeki zirve kutusundan Clif Bar çıktı. Çıplak ayak inişe geçip ayaklarımı aşındırmaya başlamadan hemen önceki foto.
3 notes · View notes
umutlim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Time Wave'in zirvesinden panoromik. Spiresın (kulelerin) yerden ve Time Wave'in yarısından görünüşü. Ve iki başka foto.
4 notes · View notes
umutlim-blog · 8 years ago
Text
Meksika 2. Portrero ve Tırmanış (Devam)
Bir gün kamp alanında hamakta yatarken önümüzdeki ayı birlikte geçireceğim Lola ile tanıştım dünyanın en güzel, en akıllı, en nazik, en uslu kızı. Sahibi Mike ile Arizona'dan gelmişler. Bir ay içinde bir kere havladığını duydum Lola'nın. Harika bir köpek. Mike şanslı bir adam…
Mike geldikten birkaç gün sonra dolunay vardı. Dolunay tırmanışı yapacak partner arıyordu gece. Herkes üşendi, birlikte gittik. İki tane bayağı kolay tek ibo rota çıktık ışık almayan bir duvarda.
Kafa feneri olmadan karanlıkta tırmanmak oldukça enteresan. Elinle yoklaya yoklaya çıkıyorsun ve neyin üzerine bastığın hakkında hiçbir fikrin yok.
İlk iki rotanın ardından 4 iboluk bir çibr çıktık dolunay ışığı altında. Onda biyerden sonra kafa fenerimi açtım, dolunay ışığından oluşan gölgem ayaklarımı görmemi engelliyordu, uğraşamayacağım deyip açtım feneri.
Gece tırmanmak bayağı farklı, kafa fenerinin ışığında birkaç metrelik bir alanı görüyorsun sadece ve tamamen yalnız hissediyorsun. Ne kadar yüksekte olduğunun farkında değilsin, etraftaki çalı çırpı gelip geçiyor. Bir rüyada gibi tırmanıyorsun. Güzel. Tavsiye ediyorum (kime?). Tek kötü yanı geceyle birlikte kayada parti yapmaya çıkan böcekler. Onları görmemek için kafa fenerini düşük parlaklıkta açıyordum. 
Mike ile ilk tırmanışımız buydu. 34 yaşında, itfaiyeci / korucu. 24 yıldır tırmanıyor, bayağı iyi ve hızlı. Komik, iyi biri.
Portrero'da bir tane çibr var Time Wave Zero diye, Amerika kıtalarının en uzun spor rotası sanırım. Şu 23 ibo 700 metre falan olan. Orada geçirdiğim ilk hafta kamptan bir parti çıkacaktı bayağı konuşuluyordu. Vay ona mı çıkacaksınız ov ye işkence çok uzun, gece yarısı başlayın öğlen bitsin sıcaktan ölmeyin, kaç litre su, kaç snickers, simul tırmanacak mısınız, kim hangi ip boyunu lider çıkacak, planlar falan. Ben de burada bir iki ay geçirip çibr olayında iyice iyileşip uygun partner bulduktan sonra çıkarım diyordum kendi kendime. Sonra bir gece kamp alanında otururken Mike'la aramızda şu muhabbet geçti; 
 - Hey dostum lanet olası Time Wave'i çıkmak ilgini çekiyor mu ha? - Evet ama çibr deneyimim az, inişlerde yavaşım.  - Önemli değil ahbap ben seni hızlandırırım, simul tırmanmak hakkında ne düşünüyorsun?  - Bayağı güzel olur ama daha önce hiç yapmadım. Sen biliyor musun? - Ah tabi ki birkaç kere yaptım. 
Böyle güven verici konuşan birine hayır diyemedim. Hava durumuna baktık. Yarın çok güneşli, bir de kasları ve cildimizi dinlendirmek lazım. Yarından sonraki gün bulutlu biraz rüzgarlı, bir ihtimal yağmurlu gösteriyordu. Yağmur yağmayacağına kanaat getirip o gün tırmanmaya karar verdik.
Simul tırmanış aslında çoğu kişinin, tırmanışta emniyet almayı duyunca aklında oluşan ilk şey. İki tırmanışçı aynı anda tırmanıyor aralarında 30 metre kadar ip onları birbirine bağlıyor biri düşerse öbürünün ağırlığı taşıyor onu. Biraz daha fazlası var da özü bu. Tabi düşersen aktif alınan bir emniyetteki kadar yumuşak yakalanmayacaksın ve alttaki kişi hiç düşmese iyi olur. Yoksa üsttekini aşağı çeker ve üstteki kayaya sürtünerek çirkin bi düşüş yaşar. O yüzden sağlam tırmanışçı altta zayıf olan üstte tırmanıyor. İyi yanı oldukça hızlı yol kat etmen. Biz limitimizin rahatlatıcı derecede altında olan ortadaki 5 kolay ip boyunu (5a civarı) simul tırmanmayı planladık.
Tırmanış sabahı Lola'yı kampın gönüllülerinden sevgili İspanyol Eva'nın çadırına koyup, 4 haşlanmış yumurta, 2 çikolata, 2 litre su ve 1 Mike ile saat 6'da yola çıktım. Gün doğarken rotanın dibinde olmak istiyorduk. Önceki çibrlerde yeterince giysi ve ayakkabı hatası yapmıştım neyse ki. Bu sefer tam ihtiyacım olan kıyafetleri kuşandım. İniş sırasında kullanmak için sandaletlerim bile vardı. İyi ki de vardı, Mike birkaç hafta sonra Time Wave'de tırmanış ayakkabısında çok kalmaktan düşen ayak tırnağını gösterecekti. Gerçi 3 ay sonra bu yazıyı yazarken üç ayak tırnağım eksik ama neyse.
Saat 6:50'de başladık. Ortada 10 ile 16. kolay iboların arasını planladığımız gibi simul tırmandık hızlıca ve önümüzdeki grubu solladık. Geri kalan tüm iboları linkledik. Mike 20. ibo olan 7a+ yı onsightladı ben frenchledim (ekspresleri tutmak = hile) umurumda bile olmadı. 5 saat dinlenmeden tırmandık ama hiç yorgun değilim ne ilginç diye düşünürken 5a'lık bebek işi olması gereken son iki ibonun neden bu kadar zor geldiğini anlamadım. Ve 12:20'de ulaştık zirveye. Yarım saat dinlendik, yedik içtik ve iple inişe geçtik. Üç buçuk saatlik simul iniş ardından 15:50'de yere dokunduk. Ve dokunur dokunmaz, cidden dokunduğumuz anda ilk yağmur damlasını hissettim. Aşağı yürüyüp Edgardo'nun çekme karavan barına sığındığımızda sağanağa çevirdi. Bir yandan hala yukarda olan gruba üzülürken, Edgardo'nun pul biberli margaritalarıyla kutlama yapmak zorunda kaldık. Bir süre sonra kesildi. Bir sonraki gün öğrendik ki tüm olay 18 saat sürmüş öbür grup için. Islanıp kurumuşlar. Timewave için 12 saat civarı normal, rekorda 6 saat gibi bir şey.
Hayatımda, simultane tırmanış yapacağım hiç aklıma gelmezdi. Hem gerek duyma ihtimalim az, hem de fazla komplike olduğunu zannediyordum. Lâkin yaptık işte. Hayat bazen karşına 23 iboluk bir çibr çıkartıyor ve onu simulluyorsun. Bundan birçok hayat dersi çıkartılabilir gerçekten de. Evet…
Timewave'den beri her çibr gördüğümde yüzüm ekşidi, kusmamak için kendimi zor tuttum. Yok yok, ama hevesim azaldı kesinlikle ve daha enteresan spor rotalara yöneldim. Aklımda kalan birkaç tane çibr var, onları denemeye fırsat bulamadım. Normalde 2 ay kalmayı planladığım Portrero'da 3 hafta kaldım zaten. Portero için yeterli değil kesinlikle. 
Üç hafta kalmamın nedeni de, Mike ve kamp yerinden takıldığım çoğu kişi, 2 saat uzaklıkta olan El Salto'ya gitmeyi planlıyorlardı Mike'ın karavanıyla. El Salto Monterrey'de başka bir tırmanış yeri. Ben de gideyim biraz takılıp dönerim dedim. Sonra çok beğenip dönmedim. Chewie'nin çadırını da götürdüm, el koydum resmen iki buçuk ay. Adam Türk’e güvendi çadır verdi bela aldı başına resmen hehe. Yok ya hiç umursamadı Chewie, çünkü harika bir Meksikalı.
4 notes · View notes