Text
elleri hep boyalıydı onun. bütün parmak uçları sanki ayrı bir renk seçmişti kendine. sol başparmak mor: öfke. işaret parmağı sarı: dünyaya olan sevgisi. orta parmak, o hep biraz eksik anlatılır. elinde fırça değil, sanki birilerinin yarım kalan cümleleri vardı. tuvale değil de, hayata resim yapıyordu. hayatı da bazen fırçasını çalıyordu elinden. olsun, o yine de devam ediyordu. çünkü o çocukken en çok silgilerini kaybederdi. ama hiçbir çizimini yarım bırakmazdı. onu anlatmak biraz limonlu kek tarifi gibi, ölçüsüz, ama içi sıcak. biraz keçeli kalem kokusu, biraz eski bir masal kitabının kapağında unutulmuş gözyaşı. ondan nefret eder, ama gökkuşağının altına yine de dua yazardı. içinde hem soba başında kuruyan çoraplar vardı, hem de hiç yazılmamış mektuplar. ben onun sustuğu anlarda kalbinden bir sandal geçtiğini duydum. küçük, mavi bir sandal. sadece iyi insanları alıyor içine. ve o hep geldi. bir kar tanesi gibi bazen, bazen bir limon şekeri gibi. çantasından yıldız tozları döküldü çoğu zaman. ve kalbinden tamirat bekleyen yerler. sen hep hoş geldin kız kardeşim. biz seni karanlık günlerde de, uykusuz pazartesilerde de, dövülmüş kadın haberlerinin tam ortasında da hep aynı yerden sevdik. bir fırçan, bir çay bardağın, bir de susunca hıçkırık gibi yükselen varlığın eksik olmasın bu evrende.
sen hep hoş geldin.
v.
11 notes
·
View notes
Text
ne bileyim füsun. bir şiir sustu içimde, bir bakış yarım kaldı dudağımda.
212 notes
·
View notes
Text
babam intihar etmeyi severdi.
bunu bir çeşit alışkanlığa çevirmişti. bir keresinde çocuk bayramında intihara teşebbüs etmişti. nasıl da üzülmüştüm bir ay boyunca çalıştığım gösteriye annem katılamadı diye. çocuksun işte, nerden bilesin. bir baba çocuğunun bayramında intihar eder miydi, benim babam etmişti. bazenleri herkesin karnı tokken, sesi çıkmazken ‘bakkala gidiyorum.’ derdi. cüzdanı, ilaç kutusu ve telefonunu alırdı. biz başta cidden çikolata alacağını sanırdık. ama iki gün, bazen iki hafta dönmezdi. denize giderdi. ilk iş olarak telefonunu suya fırlatır, ardından ceplerini boşaltır, sonra da ne varsa yutardı. o zamanlar gerçekten korkardık. kayıplar, gazetelerde yazan ölümler gibi değildi bu. evimizin içindeydi, kendi babamızdı. ama annem alışkındı. olan biteni yok sayar gibi davranır, sohbete kaldığı yerden devam ederdi. masaya su doldurur, bize okulda neler olduğunu sorardı. babamı hep aynı yerde bulurduk. sahilin kenarında, sanki uyuyormuş gibi yatarken. bir ambulans, birkaç gün hastane. bazen beş gün, bazen bir ay.. derken bir sabah aniden kapı açılırdı. ‘babanız geldi.’ derdi annem, çamaşır asarken. bir anda odanın içinde belirirdi. yüzünde yorgun ama tanıdık bir bakış. ‘neler yaptınız bakalım.’ diye sorardı. anlatırdık. ne kadarını duydu, bilmiyorum. onunla ilgilenmemizi beklerdi. sessizliğimiz uzadığında huzursuzlanır, bir şeyleri yanlış yaptığını fark eder gibi olurdu. ama zamanla alıştık. ne zaman gideceğini, ne zaman döneceğini az çok bilir olduk. endişemiz kalmadı. artık bu, evin döngülerinden biriydi.
33 notes
·
View notes
Text
o kadar içten gülüyordun ki içini kıskandım. için olmak istedim. gülüşünden öpüyorum.
25 notes
·
View notes
Text
alışkın değildim mutluluğa. korktum ve kaçtım işte.
127 notes
·
View notes
Text
sen sarı gülleri seversin. sarı karanfilleri seversin, sarı kasımpatlarını, sarı bir dünyayı seversin. ben sende olan bütün renkleri seviyorum. işte tek farkımız bu. yoksa, hiçbir şey önemli değil dünyada. senden başka. ne zulümler, ne kavgalar, ne günler, ne geceler hiçbiri önemli değil. sen yaşadıkça, ve yaşamak hiçbir zaman bunca güzel olmayacak. sen yaşadıkça.
27 notes
·
View notes
Text
şu hayatta benim de bir yerim olduğuna inanmaya çalışmak, sağlak doğduğum halde sol elle yazmaya kalkışmak gibi. yitip gitme fikri doğuştan bizde.
31 notes
·
View notes