Bir grup oklu kirpi, soğuk kış gününde donmamak için birbirlerine iyice yanaşıp bedenlerinin sıcaklıklarından faydalanarak karşılıklı ısınmaya ve böylece soğuktan korunmaya çalışıyordu. Fakat çok geçmeden her biri, yanındakinin dikenlerinden canı yandığı için, ayrılmak zorunda kalıyordu. Isınma ihtiyacı onları tekrar bir araya getirdiğinde, dikenleri onları bir kez daha ayrılmaya zorluyordu. Böylece bir müşkil durumdan diğerine savrulup duruyorlardı; ta ki birbirlerine katlanabilecekleri mutedil bir mesafeyi tutturabilene dek. Nitekim hayatlarının boşluğu ve tekdüzeliğinden kaynaklanan bir araya gelme ihtiyacı insanları birbirine yaklaştırır. Fakat birçok nahoş ve itici özellikleri ile tahammül edilmez eksiklikleri yüzünden tekrar birbirlerinden koparlar. işte nihai çare olarak buldukları ve ancak sayesinde bir araya gelebildikleri bu orta yol nezaket ve muaşeret kaideleridir. Dolayısıyla karşılıklı ısınma ihtiyacı her ne kadar tam olarak karşılanamasa da, dikenlerin acısı da hissedilmeyecektir. Kendi içini ısıtacak kadar sıcaklığa sahip olanlar ise, böyle bir zahmet ve meşakkate katlanmamak veya kimseyi buna maruz bırakmamak için toplumdan uzak durmayı tercih edeceklerdir.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Note
Uzun süredir bir şey paylaşmıyorsunuz, sebebi nedir? Güzel paylaşımlarınızı özledik.
İlginiz için teşekkür ederim. Yakın zamanda tekrar paylaşımlarda bulunmayı planlıyorum.
5 notes
·
View notes
Photo

Freedom from want by Norman Rockwell
8 notes
·
View notes
Photo

Sandro Botticelli | Venus and Mars (Detail)
2 notes
·
View notes
Video
youtube
Andrea Bocelli - Melodramma
2 notes
·
View notes
Quote
6 Haziran 1973 Pırıl pırıl bir yaz günüydü Aydınlıktı, güzeldi dünya Bir adam düştü o gün Galata Kulesi’nden Kendini bir anda bıraktı boşluğa Ömrünün baharında Bütün umutlarıyla birlikte Paramparça oldu Bir adam benim oğlumdu... Gencecikti Vedat Işıl ışıldı gözleri İçi Bütün insanlar için sevgiyle doluydu Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa Kendini bir anda bıraktı boşluğa Söndü güneş, karardı yeryüzü bütün Zaman durdu Bir adam düştü Galata Kulesi’nden Bu adam benim oğlumdu “Açarken ufkunda güller alevden” Çıktı, her günkü gibi gülerek evden Kimseye belli etmedi içindeki yangını Yürüdü, kendinden emin Sonsuzluğa doğru Galata Kulesi’nde bekliyordu ecel Bir fincan kahve, bir kadeh konyak Ölüm yolcusunun son arzusu buydu Bir adam düştü Galata Kulesi’nden Bu adam benim oğlumdu Küçüktü bir zaman Kucağıma alır ninniler söylerdim ona “Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni” Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat 6 Haziran 1973 Galata Kulesi’nden bir adam attı kendini Bu nankör insanlara Bu kalleş dünyaya inat Şimdi yine bir ninni söylüyorum ona “Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat”...
Ümit Yaşar Oğuzcan
11 notes
·
View notes
Quote
biraz değiştim, her şey kadar, herkes kadar, sen kadar… değiştim… unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum, bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni ben benimle savaşıyorum, seninle değil… sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın, ne kazanabileni ne de kaybedeniyim… sorun değil… elbet alışırım… biraz alıştım. her şey kadar, herkes kadar, sen kadar… alıştım! varlığını istemediğim tüm eksik yanları ve çokluğunu da, yokluğunu da istemediğim iki arada bir derede duyguya alışıyorum… bir yanım bırak diyor bir yanıma kesin değil! henüz tanıştık… her şey kadar, herkes kadar, sen kadar… tanıdığımı sandığım bana daha yakınım artık duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda ve aynalarda ağlarken gördüklerim kendi tarafımda bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha samimi değil… bir hayli kırıldım… her şey kadar, herkes kadar, sen kadar… canıma batan her halin felç gibi indi bedenime gözlerimden tut da ciğerlerime kadar kırgınım… aslında ne sana, ne olanlara… kendime kırgınım!.. maziye hiç değil, âna kırgınım anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına dinlediğim şarkılarda bana seni anımsatan şarkıcılara beni anladığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşuna bir hayli kırgınım… beni ben kırdım oysa… iyi değilim. galiba yoruldum… her şey kadar, herkes kadar, sen kadar… kalbime, kalbimi kanıtlamaktan ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum!.. sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum. şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim?!.. toprağa bakan yanım senden zaten ayrı sana bakan yanımsa toprakla aynı hıh! ne yaparsan yap, gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin! gözlerim yorgun… dudaklarım, dudaklarım hissiz… dokunulmadan geçen yıllar bana ağır… sarılmadan geçip giden uğurlamaların, kavuşmaları hep beklentisiz söyleyemediklerini söylesen de şimdi sesine aşina yanım, onca sessizlikten sonra artık sağır! isteyerek değil… çok çalıştım paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkiye ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen daha önce de gitmiştim… çok çalıştım… paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı git izine beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine ve bende bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için çok çalıştım… daha önce de gitmiştim… kendi isteğimle… anladım ki daha önce sevmemiştim! çok çalıştım inan değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye her defasında daha da tozlanan canımı kırmadan korumaya ve alışmaya kendime… bu göz gözü görmez dumanlı halime çok alışmaya çalıştım hem de… tanıştım seninle doğan yanımla da, ölen yanımla da birini yaşattım! yaşatıyorum da hala ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da yorulmak, dinlenmekten geçmiyor an be an çöküyor, insanın içindeki güç işığı sönüyor… beyaza dönüyor rengi git gide hissizleşiyor… ne yormak istedim seni, ne de yormak kendimi çok çalıştım gitmeye de kalmaya da… ikisi de aynı acı, ikisi de rezil daha önce de gitmiştim ama böyle kalarak değil böyle kalarak değil
Can Yücel
12 notes
·
View notes
Quote
şöyle bir içten öpmeni senin, bin tane cennete değişmem... varsın yatağımız ipek olmasın, güzel vücudun danteller içinde değilmiş, ne çıkar... o bütün tatlı saatlerinde gecenin güneş perdelere gelene kadar, kollarında bulutlarda gibiyim, mehtap saçağımızdaki buzlarda odamıza bir soğuk aydınlık dolmuş. gözlerin gözlerimde, boynumda sımsıcak kolların, gündüzki yorgunluğum kaybolmuş. seni her an minnetle yad ederim sen şimdi şarkılarla evimizdesin, sahibem, efendim, elagözlüm gözlerinden öperim.. boydan boya bekçi düdükleri sokaklarda gecemiz huzur içinde ela gözlüm. öpüşlerin öpüşlerin ardarda... hem sevgi hem şefkat dolu ellerin ne olur yine böyle yarında binlerce şükrediyorum hayata geldiğime kollarında.. bir başka lezzet var hayatta ela gözlüm, öteki alemleri bilmek istemem. şöyle bir içten öpmeni senin, binlerce cennete değişmem...
Turgut Uyar
10 notes
·
View notes
Quote
bir adın kalmalı geriye bütün kırılmış şeylerin nihayetinde aynaların ardında sır yalnızlığın peşinde kuvvet evet nihayet bir adın kalmalı geriye bir de o kahreden gurbet sen say ki ben hiç ağlamadım hiç ateşe tutmadım yüreğimi geceleri, koynuma almadım ihaneti ve say ki bütün şiirler gözlerini bütün şarkılar saçlarını söylemedi hele nihavent hele buselik hiç geçmedi fikrimden ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın içimin nehirlerinden evet yangın evet salaş yalvarmanın korkusunda talan evet kaybetmenin o zehirli buğusu evet nisyan evet kahrolmuş sayfaların arasında adın sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı bu sevda biraz nadan biraz da hıçkırık tadı pencere önü menekşelerinde her akşam dağlar sonra oynadı yerinden ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı yani ben seni sevdiğim zaman ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın yine de bir adın kalmalı geriye bütün kırılmış şeylerin nihayetinde aynaların ardında sır yalnızlığın peşinde kuvvet evet nihayet bir adın kalmalı geriye bir de o kahreden gurbet beni affet kaybetmek için erken, sevmek için çok geç
Ahmet Hamdi Tanpınar
6 notes
·
View notes
Quote
bir zamanlar sizi de sevmiştik hatırlar mısınız güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz her gece ayla beraber çıkardınız gökyüzüne gün olur güneşler doğardı aydınlığınızdan gözlerinizin şavkı vururdu duvarlara gün olur dağ rüzgarıyla gelirdiniz insanı büyüleyen bir havanız vardı güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz tutunca avuçlarımızda eriyecek sanırdık elleriniz öyle beyazdılar, inceydiler anlatılmaz ya dudaklarınız yaban eriği kokulu insanı deli divane eden dudaklarınız hiç öpmemiştik ama bilirdik tadını öpmüşçesine zekiydiniz aklımızdan geçenleri bilirdiniz bir tanrı yüreğiyle severdik sizi güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz nereye gitsek sizi bulurduk karşımızda yürüsek gölgemizdiniz uyusak düşümüzdünüz kır çiçekleri açardı bastığınız yerde iyot kokuları gelirdi uzak denizlerden gözlerinize gemilerin biri gelir biri giderdi yosun yeşili elbiseler giyerdiniz bilseniz nasıl da yaraşırdı size şimdi ne desek faydasız yoksunuz bir karanlıktır bıraktınız arkanızda yüzünüzü görmek mümkün değil artık kulaklarımızda yalnız aksi kaldı gülüşlerinizin hani yokluğunuz bu kadar uzun sürmeyecekti hani giderken gelirim demiştiniz vefasızlık bile yakıştı size güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz
Ümit Yaşar Oğuzcan
4 notes
·
View notes
Quote
sen benim hiçbirşeyimsin yazdıklarımdan çok daha az hiç kimse misin bilmemki nesin lüzumundan fazla beyaz sen benim hiçbirşeyimsin varlığın yokluğun anlaşılmaz galiba eski liman üzerindesin nasıl karanlığıma bir yıldız olmak dudaklarınla cama çizdiğin en fazla sonbahar otellerinde üniversiteli bir kız uykusu bulmak yalnızlığı öldüresiye çirkin sabaha karşı öldüresiye korkak kulağı çabucak telefon zillerinde sen benim hiçbirşeyimsin hiçbir sevişmek yaşamışlığım henüz boş bir roman sahifesinde hiç kimse misin bilmemki nesin ne çok çığlıkların silemediği zaten yok bir tren penceresinde sen benim hiçbirşeyimsin yabancı bir şarkı gibi yarım yağmurlu bir ağaç gibi ıslak hiç kimse misin bilmemki nesin uykumun arasında çağırdığım çocukluk sesimle ağlayarak sen benim hiçbirşeyimsin...
Attila İlhan
3 notes
·
View notes
Quote
kirpi gibisin çocuk; her tarafın diken, kim elini uzatsa delik deşik. üstelik sen de kan içindesin.
Attila İlhan
17 notes
·
View notes
Quote
artık beni sevmediğini biliyorum. ya da böyle dememek lazım. sevmemek değil de, seviyorsun işte. sabah kalkınca kahvaltı etmen gerektiği gibi seviyorsun. ölmeye yakın çiçeklere su verir gibi seviyorsun. en sevdiğin yemeğe acıkmak gibi değil..
Nilüfer Taktak
82 notes
·
View notes
Video
youtube
Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da. Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı! Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.
Küçük İskender
33 notes
·
View notes