egitimzade
egitimzade
EğitimZade
5 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
egitimzade · 3 years ago
Text
ANLATILMAYI BEKLEYEN HİKAYELER/Cizre Günlükleri
Bir hikayeyi anlatmaya neresinden başlarsınız?
Ben hikaye anlatmam ki diyenler olabilir aramızda, aslında bir arkadaşımızla her buluştuğumuzda, her bir yakınımızla bir araya geldiğimizde alt metnimiz şudur; hadi bana hikayeni anlat. Hepimiz, hemen her gün yapıyoruz bunu. Bu sabah ütü yaparken elimi yaktım, Kadıköy’de sarhoş biri yemek ısmarlamamı istedi hayır diyince üzerime yürüdü ve o esnada yaşlı bir adam araya girdi, yeni bir kitap okudum… hepsi bizim hikayemize her an eklenen yeni hikayeler.
Bir süredir hikaye anlatıcılığıyla ilgileniyorum. Instagram profilimde #kendihikayenisev yazıyor. Hakkını vermeye çalışıyorum kendi gerçekliğimi bilmenin. Bir süredir de hayatımı en çok etkileyen şehirlerden biri olan Cizre’yi anlatmayı düşünüyordum ama biliyorsunuz ki İstanbul’da yaşıyorum ve bu şehirde böyle şeyler için çok istemediğiniz sürece zaman ayrılmıyor.
Neyse başa dönüyorum; bir hikayeyi anlatmaya neresinden başlarsınız? Ben galiba hep son olayı söylüyorum, biliyor musun Büşra …. Oldu. Sonra nasıl olduğuna dönüyorum. Cizre’de de son yaşadığım olaylardan birini anlatacağım ki öncesini merak edip sorarsanız yazmaya devam ederim. Ayh çok uzattım, başlıyorum;
2014 Ekim 3, kurban bayramı. Doğuda ulaşımın zor olduğu zamanlar (Şimdi nasıl bilmiyorum) Hani Cizre’den Adana’ya giden otobüs 5-6 saatlik yolu neredeyse her köyde ve kafasına estiği yerde durarak 10 saatte falan tamamlıyor. Birkaç günlük bir tatil için yolu gitmeyi göze alamadım ve Cizre’de kalmaya karar verdim ki arkadaşlarım ‘biz arabayla gidiyoruz, gel ya burada yalnız kalma…’ diyince beraber koyulduk yola 4. gün tekrar dönmek üzere aynı arkadaş grubumla sabah saat 09:36’da Adana’dan Cizre yoluna düştük. Murat biraz da siyasetin içinde olduğundan haberdarmış ama ben bilmiyordum, meğer ortalık karışıkmış.
Öyle bi gidiyoruz ki Cizre’ye, hiç mola vermeden, annemin yaptığı böreğin yanına bi yerden çay alıp arabada yiyip içiyoruz ve hep hareket halindeyiz. 24 yaşındayım ve arabadaki herkesle aşağı yukarı aynı yaşlardayız. Birimiz türkü dinlemeyi seviyor bir süre türkü dinledikten sonra rock müzik sevenin gönlünü yapıyor, şarkıcılardan ve kimlerin konserine gittiğimizden konuşuyoruz. Arabadaki tek kadınım. Önde oturuyorum ve kafam arkaya dönük muhabbet ediyorum, derken Murat’tan şöyle bi cümle geldi; Kızıltepe yanıyor. Şaka mı gülümsemesiyle kafamı çevirdim ve şehir gerçekten yanıyor sayın okuyucu. Şaka değilmiş. Simsiyah bulutlar ve upuzun bir araç kuyruğunun en sonundaki arabanın içinde şaşkınlıkla bir süre şehre baktık. O sırada PKK’nın şehir yapılanmasından olan biri yanımıza geldi ve eylemde olduklarını, yolu kapattıklarını, Silopi’den başlayıp batıya doğru tüm yolların kapatıldığını, bir süre misafirleri olacağımızı söyledi. Beklemeye başladık arabanın içinde. Ee nereye kadar bekleyeceğiz? Geri dönelim, yol kapalı, bir yere girelim, yol kapalı. Çatışma çıktı, panzerler ortalığa döküldü, radyoda Mardin’de sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini, askerlerin tanklarla şehre indiğini duyuruyorlar ama biz sokaktayız?! Onlarca arabayla olan biten tüm kargaşayı kâh arabanın içinde kâh kaputun üzerinde izledik. Bir ara ergenlik döneminde MTV müzik ödüllerinde Eminemin totosunu nasıl açtığını bile konuştuk. Ya ne yapacaktık? Oturup ağlayalım mı?
saat 15:32’de Kızıltepe’de izlemeye ve yaşamaya başladığımız film seti 6 saat kadar sürdü. İnsaflı birilerine denk geldik ki susadık diyince bize su getirdiler, 3 yaşında bi kız çocuğu korkmasın diye oyun bile oynadık. Şimdi düşününce şaka gibi geliyor… neyse 6 saatin sonunda bizi misafir eden arkadaşlar dediler ki ‘biraz ilerde dinlenme tesisi var, oraya gidebilmeniz için yolu açıyoruz, oraya gitmeyip yola devam ederseniz ilerde başka arkadaşlarımız var onlar ne der, ne yapar bilmiyoruz…’ biz Cizre’ye varabilecek olmayı çoktan çıkarmıştık zaten aklımızdan. Mardin’deki tanıdıklarımıza ulaşmaya çalışıyoruz bizi evlerine kabul edeceklerini söylediler. Kızıltepe Mardin arası 13km ilerlemeye başladık, her taraf yanıyor, lastik mi istersiniz, sökülmüş kaldırım taşları mı, devrilmiş elektrik direkleri mi… Mardin normalde Arapların, Kürtlerin, Süryanilerin ve ezidilerin beraber yaşadığı, inanılmaz hoşgörülü bi memleket. Şehrin iki girişi var; biri Kızıltepe’den diğeri de Nusaybin yolundan. Kızıltepe yolunda da çatışma olduğunu görünce ‘oha Mardin’e ne olmuş?’ sorularıyla Nusaybin yoluna yöneldik yirmi beş km sonra orada da işlerin karışık olduğunu görünce tüm ışıkların kapalı olduğu bi köyde benzinlikten bozma bi yerin mescidinde biraz uyumaya karar verdik. Tüm bu yol boyunca kaç kere durdurulduk, kaç kere kimlik gösterdik hatırlamıyorum bile. Astsubay bi arkadaşımı aradım orduevine almazlar mı ki bizi, her yerde insanların elinde silah var, ben devlet memuru kimliğimle oradayım, üst baş artık ne arayacaklarsa baksınlar da bir yere girelim istiyoruz ama nafile. Tüm çabalarımız boşunaydı ve o minik benzinlikte gece 2 oldu saat. Bu arada annemler aradılar ve ben evde olduğumu söyledim. O esnada arabanın yakınlarında dumanlar tütüyordu. İnanılmaz bir telefon konuşması, babam diyo ki ‘kuzu daktilonu burada unutmuşsun, neyse yeni evine kısmetmiş…’ aklımdan yaşayacak mıyım acaba o daktiloyu kullanacak kadar diye sorular geçiyor. Sağlık olsun baba diyip telefonu kapattım.
Gece saat 2 olunca herhalde yol açılmıştır diyip yola çıktık ve tatamm Nusaybin merkezde yeniden durdurulduk. Bu sefer şanslıyız cakası yüksek bir dinlenme tesisi. Açım, tuvalete gitmek istiyorum, su içmek istiyorum ve uykum var. Evet, onca şeyin içinde temel ihtiyaçlarımı karşılayamamak rahatsız etti beni. Off ya şimdi buranın mescidinde mis gibi uyurum diye düşünüyordum ki kapıyı açıp içeri girince televizyonlarda izlediğimiz bi sahneyle karşılaştım; sağlı sollu masalar ve duvar diplerinde ahşap köşkler var, masaların üzerinde bebekler uyuyor, her tarafta insanlar ve perişan haldeler. Yutkundum.
Kamyon arkasında taşınan ve güvenlik güçlerine yakalanan mülteciler gibi kendi ülkemizde bi yere sıkışıp kalmıştık. Polise ve askere ulaşamıyorduk bunu çok da dert etmeyip su içmenin ve uyumanın peşine düşmüştük. Kendimize bi masa bulduk; birer çorba, birer çay içtik. Cizre’de görev yapan, otobüsle yola çıkan tanıdıklara rastladık, otobüs oraya kadar gelmiş yol kapalı olunca yolcuların hepsini bırakmış ve gitmiş. Hahaha. gerçekten gülmüştüm orada da Selçuk’un bana sinirli sinirli bakışlarına rağmen.
O gün öyle bi gündü ki arkadaşlar Kürt Türk sevgililer ayrıldı, evlenmeyi planlayanlar nişan attı. Biraz siyaset (ne işe yarayacaksa) biraz da eve varabilecek miyiz diye konuştuktan sonra hepimiz o masada sızmışız. Sabaha karşı saat 6 gibi güneş vurdu gözüme. Kalktım, ağzım yüzüm yamulmuş. Tesisin önüne çıktım, Peşmergelerden biri elinde keleş bekliyor. ‘Ne zaman açacaksınız yolu’ diye sordum. ‘Bilmiyorum belki 1 hafta belki 10 gün sonra’ dedi. ‘Ya bu insanlar ne yapacak o kadar zaman burada’ dedim. ‘Bize verilen talimat bu’ dedi. (Korkmadın mı sorusuna peşin yanıt; o evreyi geçmiştim) o sıra hızır mı olduğundan hala şüphelendiğim yaşlı bi amca yanıma yanaştı; kızım nereye gitmeye çalışıyorsun, ne iş yaparsın, araban var mı… gibi sorular sordu. Dedim içerde arkadaşlarım var; gelin ben size yolu tarif ederim dedi. Koştura koştura içerdekileri uyandırdım. Amca bize mahalle aralarındaki yolu tarif etti; buradan sola dönün, ikinci sokaktan sağa, sonra tekrar sola, arka yoldan Midyat’a çıkın o yol açık. Allah razı olsun amca. Bin kere razı olsun. Arabayı haşat ede ede, yollardaki taşları ve barikatları çeke çeke midyat yoluna çıktık. Saat 08:43’te Cizre’ye varmıştık.
Annemlere evdeyim diyince o dönem ev arkadaşım Dilşat’a da haber verdim, ararlarsa uyuyor de diye, sabaha kadar uyumamış. Cizre’de de olaylar varmış koridora çekmiş yatağını öylece beklemiş. Karşı komşumuz ve yakın arkadaşımız Celil bütün gece kapıyı tıklatmış geldiler mi diye. Evin kapısını çalınca Dilşat kocaman sarıldı, apartmanın koridorunda ağlarken kapı sesini duyan Celil de geldi, kocaman olmuş 3 kişi sarıldık, kocaman sarıldık. Yaşlarımız kadar… O sıra şöyle dedim; ‘öleceğiz sandım’ gülmeye başladım. Hep beraber gülerken ‘Gerizekalı biz de öyle sandık!’ Dediler.
Ölmemiştim. Ama çok düşündüm ölüm hakkında; ne kadar kolaydı. Hemen dibimdeydi hem de. 24 yaşıma rağmen, bu kız çok genç, daha yeteri kadar kahkaha atmadı, anne olmadı, yurt dışına çıkmadı, dünyayı adımlamadı demeyecekti o gün ölseydim.
O gün ölseydim ertesi gün gazete manşetlerinde olacaktım; PKK 24 yaşında 3 yıllık öğretmeni katletti, unutmayacağız! Yazacaklardı. Ama unutacaklardı. En çok annemi babamı düşündüm; çok üzülürlerdi.
O gün kendime bir söz vermişim fark etmeden; ölene kadar gülecek, ölene kadar yaşayacağım.
Tumblr media
📸: İsviçre Tarih Müzesi
Not; ben sonra yurt dışında birkaç ülke gördüm, çok güldüm ve ellerimle serçeleri besledim.
Not2; Anlatılmayı Bekleyen Hikayeler Seiba Anlatı Merkezinde Roza Erdem’in eğitiminin adı. Bana ilham oldu. Hikayesini sevmek isteyenlere de tavsiye olsun.
0 notes
egitimzade · 4 years ago
Text
DUYULMAYAN ANLAM ÇIĞLIĞI
Victor E. Frankl’in okuduğum ikinci kitabı. Yazarla yeni tanışacaklar için tavsiye; insanın anlam arayışı.
Saat gece 02:15, uzun zamandır yazmayı düşündüğüm bu metni “Duyulmayan Anlam Çığlığı”nı okurken dışarıdan gelen yağmur sesiyle pencereyi açtığımda hadi şimdi zamanı diyip yazmaya başladım.
Önceki yazılarıma göz atanlar bir şeyler öğretme (haddime mi?) çabasıyla yazdığımı fark ederler. Küsmüştüm bloğa... üzerinden uzun zaman geçti. Değişmem gereken şeyler varmış, getirdi koydu önüme tabağı hayat ve tabi biraz da benim tercihlerim. Mecbur tadına baktım, baktıkça yedim yedikçe gülümsedim. Şimdi kendi kendime misyonumun asla ama asla öğretmek olmadığını tekrarlayıp duruyorum. Buralarda bir yerlerde kelimelerimle ben de varım, hayatın şu ucundan tuttum diyorum sadece.
Yıllarca yaptığım şeyi seviyorum ama eksik sanki, bir şeyler eklemeliyim diyip durdum. Bir sürü de şey denedim. Aldığım eğitimlerin, eğitimlere verdiğim paraların haddi hesabı olmadı. Pişman mıyım, asla. Bugün hepsi beni ben yaptı. Yine de şunu demeden edemiyorum en çok sevdiğim şey burnumun ucundaymış, gözlüğüm gözümdeyken gözlüğüm nerede diye aramaktan farksızmış yaptığım çünkü okumayı öğrendiğimden günden beri maymun iştahımla elime ne geçse okudum. Onca şey deneyimledim bende değişmeyen tek şey kitaplar oldu. Her hücreme dokunmuştur her biri. Şimdilerde hem çocuklara hem yetişkinlere kitap önerilerinde bulunuyor bir taraftan da kendimi çoğaltmak adına okumaya devam ediyorum.
Sözü çok da uzatmak istemiyorum açıkçası. Bu bir açıklama yazısı. Hem instagram sayfamın hem de bu bloğun öyküsü neden değişti ve ne yapmak istiyorum sorusunun cevabını iliştirip gideceğim.
Ben zaten üniversitede çocuk eğitimi üzerine eğitim aldım ve inanın on yıllık meslek hayatımda yaşadığım sorun (sorunun esas kaynağı) çocuk olmadı. Muhakkak aile içinde olan biten olaylar, çocuğa yaklaşımlar çocuğun eğitim hayatını ve pek tabiki ruhsal durumunu etkiliyor yansıması okula oluyordu. Bu yüzden çoğunlukla yetişkinlere yönelik olacak hitaplarım. Çünkü anne/baba iyileşmezse (buradaki iyileşme davranış, fiziksel ve ruhsal) istediğim kadar çocuk için bir şeyler yapayım çocuğu esas gelebileceği noktaya taşıyamıyorum.
Peki bunu nasıl yapacağım? Kitaplar hayatının dümenini tutan biri olarak yetişkinlere kitap önerileri, çocuklara kitap önerileri ve zaman zaman da naçizane birkaç yorumla, masalla ❤️
Hadi kitap okuyalım her şey çözülsün demek değil elbette bu 🙃 öyle olsaydı zaten dünya daha güzel bir yer olurdu diye düşünüyorum. Tavsiye edeceğim kitapları okuyacak olanlar şu bakış açısıyla okumalı;
🎈Bu kitap bana kendimde olan neyi hatırlattı?
🎈Hatırladığım bu şeyde beni rahatsız/mutlu eden ne var?
🎈Bunu değiştirmek istiyor muyum, nasıl değiştirebilirim?
🎈Bunu hayatıma nasıl taşıyabilirim...
Bir defter edinin ve tüm bunları yazın, isterseniz resmini çizin karar sizin. Bu aşamadan sonra yavaş yavaş kendimize doğru bir yolculuk yapmaya başlayacak, duygularımızı tanıyacak, kendimizi yok saymamayı öğreneceğiz. Bunu ben yıllarca yapmışım kendime, yok saymayı yani. Hep başkalarının duygularına odaklanmışım, o esnada kendim ne hissediyorum ne istiyorum duymamışım bile kendi sesimi. Sonra geldiğim noktada kendini sevmeye korkan, huzursuz, zaman zaman öfkeli biri olmuşum. Eğer bir çocuk sahibi olsaydım o da öyle olacaktı. Tanıdık geliyor mu bu hikaye kalbinize bilmiyorum. Eğer tanıdık geliyorsa çok şanslısınız ki bana bunları söyleyen, gel bak bir de buranın manzarası var diyen biri hiç olmadı.
(Son paragraf söz veriyorum:) Yağmur da mis gibi yağıyor bu arada...
Duyulmayan Anlam Çığlığı’nın yorumlamasını başka bir yazıda yazacağım ama buraya eklemem gereken bir not var;
“Havacılıkta ‘yengeçleme’ diye bir terim vardır. Diyelim ki inmek istediğim havaalanına doğudan ve kuzeyden rüzgar esiyor. Bu durumda eğer doğuya doğru uçarsam hedefimden saparım, çünkü rüzgar beni Güneydoğuya sürükler. Havaalanına ulaşmak için yengeçleyerek bu sürüklenmeli dengeleyemem, yani uçağımın burnunu inmek istediğim havaalanının kuzeyine çevirmem gerekir. İnsan da böyledir: O da özlemlerini daha yüksek bir düzeye çıkarmadığı sürece, ulaşabileceğinden daha aşağı bir noktaya varır.”
İyi geceler, yüksekleri gözü kesenler 💫
Tumblr media
2 notes · View notes
egitimzade · 5 years ago
Text
SORULARIN GÜCÜ
Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba...
Bugün biraz yetişkinlerden, biraz çocuklardan, çokça çocukluğumuzdan bahsedeceğiz.
“Gül; güzel kokusunu kökünden, insanoğlu ise erdemini çocukluktan alır.” demiş, Austin O’Malley
Hayatımız boyunca öğrendiklerimizin yüzde seksenini 0-6 yaş döneminde öğreniyoruz. Bu veri çocuklarımıza ve çocukluğumuza yapacağımız yatırımın önem derecesini anlatıyor. Temel olan yürüme, yemek yeme gibi ihtiyaçların yanında, çocukları yarına taşıyan yegane şey sordukları sorular ve onlara aldıkları cevaplar. Yetişkinler onların sorularına her ne kadar cevap verip, zihinsel anlamda doyurmak isteseler de zaman zaman yetersiz kalma korkusuyla, bazen çocuk yaşta “o konuyu” bilmesine gerek olmaması düşüncesiyle çocuğu beslemekte yetersiz kalabiliyor.
Peki zihni nasıl besleriz?
🧠 Çocuk merkezli bir yaklaşım sergilemelisiniz; çocuğun yaşam alanı oluşturulurken çocuk merkeze alınarak bir tasarım yapılmalı, çocuğun nelere ilgi duyabileceği gözlemlenerek buna bağlı kalınmalıdır.
🧠 Çocuklar için bağımsız alanlar oluşturmalısınız; Çocukların gelişiminde önemli ölçütlerden biri onlara kendi ayakları üstünde durmayı öğretmektir. Bu bağlamda onlara kendi öğrenme süreçlerinde aktif ve özgür alanlar oluşturmak yaratıcılıklarını destekleyecektir.
🧠 Çocuklara karar verme becerisi kazandırmak için fırsat verin; onlara tek tip ve öğreten merkezli bir yaklaşım yerine, kendi problemlerini çözmelerine olanak vermeli, strateji geliştirmelerine rehberlik etmelisiniz.
🧠 Problem çözme becerisi geliştirilmelidir; özellikle toplumumuzda çokça görülen, çocuğun her ihtiyacını karşılayan ebeveyn, çocukta problem çözme becerisinin en büyük engelidir. Herhangi bir sorun anında, çözüm için birkaç deneme çocuğun özgüvenini geliştirecek, farklı çözüm yolları için araştırmacı kişilik geliştirecektir.
🧠 Çocukların duygusal zeka gelişimleri desteklenmelidir; unutmamalıyız ki çevreyle olan etkileşim, onlarda hayatları boyunca taşıyacakları izler bırakacaktır. Bu yüzden duygularını tanımaları, empati kurmaları, özgüven geliştirmeleri, onların gelecekte problem çözme becerileri yüksek, kendi öğrenme sorumluluğunu alan ve duygusal zekaları gelişmiş bireyler olarak hayatlarına devam etmeleri açısından önemlidir.
🌸 Ebeveyn olarak bunu nasıl yapabilirsiniz?
Jana Mohr Lone, çocukların duygusal olarak olgunlaşmaları için soyut düşünme becerilerini geliştirmeleri gerektiğini savunuyor. “Filozof Çocuk” isimli kitap çocuklarla felsefe yapmanın mümkün olduğunu ve bunun ne kadar eğlenceli ve bilgi açısından doyurucu olduğunu anlatıyor.
Eğer çocuğunuzun zihnini beslemek istiyorsanız; onlara düşünmeyi, kendi sorularını üretmeyi, kendi cevaplarını bulmayı ve her buldukları cevabın mutlak sonuç olmadığını; kitaplarla, gündelik hayattaki tecrübelerle beraber keşfe çıkartarak öğretebilirsiniz. Çünkü hepimiz düşünebildiğimiz kadar varız.
Düşünme becerisi geliştirmek için ben kitaplardan faydalanıyorum. Kitapların içinde kahramanlarla seyahat edebilir, hiç görmediğimiz yerleri hayal edip “acaba nasıl bir yerdir?” resmini çizdirmek çocukların hayal güçlerini geliştirecektir. Aynı kitabı yarım bırakmak, devamında ne olabilir? diye sormak olay örgüsü tamamlamasıyla zihinsel gelişimine katkı sağlayacaktır. Kitapta yer alan iki karakterin kavgasına çözüm üretmek, problem çözme becerisi geliştirecektir. Kitapta çok uyuyan kahramanın rüyalarına dalmak, kendi rüyalarını anlattırmak, ‘acaba neden rüya görüyoruz, rüya görmek için mi uyuyoruz?’ sorusuna götürecek bizi, bambaşka bir dünyaya girecek, kendimizi tanıyacak, herkesin bizim gibi olmadığını tecrübe edecek, farklılıkları keşfedeceğiz.
Çocuğun ihtiyaçlarını nasıl bilebiliriz, sorularını nasıl keşfedebiliriz, diye soruyorsanız sizi kendi çocukluğunuzu hatırlamaya davet ediyorum. Neyi merak ediyordunuz? Annenizin yaptığı ve size izin vermediği neyi denemek istiyordunuz? Dedenizden neler öğrenmiş ya da neler öğrenmek isteyip öğrenememiştiniz?
Ben çocukluğumu düşününce çok meraklı bir çocuk olduğumu anlıyorum. Kaçıp kaçıp marangoz bir yakınımızın dükkanında onları izlemeye gider, her seferinde “burası çocuklara uygun bir yer değil!” söylemiyle kovulurdum. Keşke biri kucağına alıp tehlikeli olduğunu ama kendilerinin nasıl yaptığını anlatmayı düşünseydi.
Ruhu şad olsun, dedem; marangoz amcalar gibi değildi. Elime verirdi çekici, çiviyi “hadi dene kızım” derdi. Uçan balonların beni de götüremeyişine uzun uzun üzüldüğümü bile hatırlıyorum(!) :) biri de çıkıp bu işin öyle olmadığını anlatamadı maalesef. Şimdi geri dönsem biri benimle uzun uzun konuşsun, bana sorsun, cevaplar buldursun isterdim. Güzel bir çocukluğum oldu. Bunu yakalayamayanlara güzel bir haberim var; ÇOCUĞUNUZUN, GÜZEL BİR ÇOCUKLUĞUM OLDU demesi için hala vakti var!
Bol kitaplı, sorulu/cevaplı, sorgulamalı günler dilerim. 🌿 sevgiyle....
0 notes
egitimzade · 5 years ago
Text
DÜNYASAL EZBERLERE SIRT ÇEVİRMEK
   Tüm dünya olarak covid-19 ile evlerimize kapandığımız, bundan sonraki süreçte bizi çok daha farklı bir hayatın beklediğini söyleyen haberlerle geçirdiğimiz günler yaşıyoruz. 
   Büyüklerimiz şaşkınlık içindeler daha önce buna ufacık benzerliği olan şeylerin kıyısından bile geçmemişler. Bayramlarda yollar gözlendi ama ne yazık ki yolların sonu sevdiklerimize çıkamadı. Ahh o bayramlar, eski tadı yok dediğimiz günleri bile aradık bundan birkaç gün önce. Ne diyorduk; yeniden görüşebilmek için uzak kalmalıyız. 
   Gerçekten ne öğrendik biz bu süreçte? Kendi adımıza ulaştığımız farkındalığımız ne oldu? İnsanlık için, dünya için ne düşündük? 
   Öncelikle “İnsan sosyal bir varlıktır” sözünün doğruluğunda hemfikir olduk. Bana bir dağ evi verin kimse olmadan yaşarım diyenlerin birçoğu hayallerini yeniden gözden geçirdi. Dışarıda sevdiğimiz bir insanla bir kahve içmenin, yaşamın kutlaması olduğunu anladık. 
   Tüm bunların yanında ezbere yaşadığımız şeylerin de değişebileceğini gördük. Toplantılar; trafiğe girmeden, zaman kaybetmeden internet üzerinden yapılabildi, matematik öğretmenimiz kameranın öbür ucundan sorularımızı çözdü, coğrafya öğretmenlerimiz iklimleri anlatırken kılıktan kılığa büründü...
Eğitim adına uzaktan yapabileceklerimizi keşfettik, keyif aldık bu kolaylıktan. Kimimiz eskiyi özlediğini söylese de, kolaylaşan şeylerden büyük kazanımlarla çıktı. Bana göre; bu süreçte, en büyük kazancı kendini tanıyanlar yaşadı.
   Eğitimi başlı başına eksiklikleri tamamlama süreci olarak görüyorum. Toplumsal işleyişi öğrendiğimiz, hayatımızı devam ettirmek/kendi varoluşumuzu tamamlamak için bir dizi süreçten geçiyor ve yeteneklerimize göre, yaşamımıza yön veriyoruz. Hepimiz başka başka şekillerde öğreniyor, başka şeylere ilgi duyuyoruz. Burada kendini tanıma sisteminde, kendini tanıyanlar daha mutlu tamamlıyor yaşantısını.
Nedir kendini tanıma sistemi? Kendimize şu soruları soracağız;
*Ben neyi güzel yapıyorum?
*Neyi seviyorum?
*Ne yapmak hoşuma gidiyor?
   Kendine yabancılaşmış insan tarumar ederken, kendini tanıyan insan güzel şeyler inşa ediyor. Kendimizi yeniden dizayn edeceğimiz, bu sorulara vereceğimiz içsel cevaplarımızla hem eğitimimizi hem de hayatımızı daha anlamlı hale getireceğimize inanıyorum. Dünyasal ezberlere sırt çevirmemiz de tam olarak burada başlayacak. Doğru yaşamakla ilgili herkesin bir fikri var ancak kendisi için doğru yaşamanın ne olduğuna cevap verecek çok az insan var. Anlam aramaktan kaçtığımız sürece manevi ayarlarımıza doğru yön veremeyeceğiz.
Odak noktamız ne? Bir ömür alacağımız eğitimlerle profesör olmak mı? Yoksa alacağımız eğitimin süreci mi? Sonuca değil de sürece odaklanan, sürecin tadını çıkaran, yaptığı şeyden keyif alan insanın ruhu da profesör oluyor. Aksini yapan kişinin fiziki bedeni profesör olsa da üstünde eğreti duran bir elbise giymiş gibi yaşıyor. 
   Prof.Dr. Sinan CANAN ‘ın insanın fabrika ayarlarına nasıl ulaşılır’ı yorumlamasına dikkat çekmek istiyorum:
1) Hareket; bizler hareket halinde olması gereken varlıklarız. Durmak, bütün günü oturur pozisyonda geçirmek bizi mutsuz ediyor. 
2) Beslenme düzenimiz; hazır gıdalar bizi öl-dü-rü-yor! Anneannelerimizin yaptığı tarhana şu an çocuklarımıza yedirdiğimiz hamburgerden çok daha faydalı gelişim göstermemizi sağlıyor. Çocuklarımıza yedirdiğimiz ve kendimizin de tıka basa yediği yiyeceklerden uzak durmak için hala neyi bekliyoruz? 
3) Düşük stres; kısa süreli, bizi amaca götürmek adına yaşadığımız stres vücudumuz için faydalıyken, uzun süreli, geçim sıkıntısı, borçlar, yaşam kaygısı bizi hasta ediyor. Burada devreye yukarıda sıraladığımız maddeler giriyor; kendini tanıma sistemiyle kendini ve hayatını yeniden dizayn et. 
4) Sosyal ilişkiler; bu bizim içim yaşamsal gereklilik. Ancak buradaki sosyallik binlerce takipçilerden oluşan sosyal medya hesaplarımız değil, kalpten sarıldığımız insanların hayatımızdaki yeterliliği. Sıfırı tükettiğinizde kimin kapısını çalacaksınız? O kapıyı size kim açacak? İyi dostlar biriktirin :) 
5) Sınırlarını bil ve yaşa; kendini tanıdın mı? Neyi sevdiğini, ne ile mutlu olduğunu gördün mü? Peki bundan biraz daha iyisini yapabilir misin? Bence yapabilirsin. Kendini, sınırlarını zorla. Ne kadar ileri gidebileceğini görmekten korkma. 
  🍀 Unutmayasın ki; kendini iyi tanımadan koyduğun, yaşama dair yanlış gelecek hedefleri, ruhuna yaptığın bir ihanet ve bu ihanetten kendini kurtarabilecek olan tek kişi yine sensin 🍀
Sevgiyle...
0 notes
egitimzade · 5 years ago
Text
İNSANIN GERÇEKLİĞİNİ BİLMEK
Toplumun içinde, toplum için uğraş verirken en önemli öğemiz insan bize ne ifade ediyor?
İlk yazımız önyargılarımız üzerine...
Önyargı toplum bilimi tanımıyla; bireyde öteki bireylere, toplumsal kümelere karşı sevgi ya da düşmanlık duygusu uyanmasına yol açan koşullanmış bir duygusal tutumu yansıtan sığ inanç(,) demek. Sözlük anlamıyla ise kısaca bireyi aşağılayıcı ifadelerle açıklamak diyebiliriz. Önyargı beraberinde bize ruhsal bozukluklar, kincil duygularda hak görme ve etiketlemeyi beraberinde getiriyor ki bu getirilerin bize hayatı daha da zorlaştırdığını söylememize gerek var mı bilmiyorum.
Burada karşımıza bir kavram daha çıkıyor; boş koltuk. Diyelim ki bir yolculuğa çıkacaksınız ve yolculuk öncesinde yanınızda oturacak olan kişi için size olumsuz söylemlerde bulunuluyor ve “lütfen kusura bakmayın, yolculuğunuzun bu kısmı sizin için belki olumsuz geçecek ama elimizden geleni yapacağız” deniyor. Beyninizde oluşan önyargıyla belki de sizin için hiçbir zaman kötü, sığ, rahatsız edici olmayacak birini direkt o konuma koydunuz. Karşınızdaki kişi olaydan habersiz birileri tarafından manipüle edildi. Aynı şey sevdiklerimiz için de geçerli, her zaman onların söylemlerine inanmaya daha yakınızdır. Bu durumda bireysel olarak kendi bakış açımızı yönetebildiğimizi söylememiz ne kadar gerçekçi olur?
İNSANLAR NEDEN ÖNYARGILI DAVRANIYOR?
Sorusunun cevabını 4 ana başlık altında toplayabiliriz.
🌸 Toplum kaynaklı nedenler; tercihlerimiz, yaptıklarımız toplumun geneli tarafından kabul görmüyorsa, toplumun tercihleri önyargılı olmamıza yol açıyor.
🌸 Aile kaynaklı nedenler; bizi büyüten insanlardan öğrendiklerimiz kendi sınırımızı çizdiriyor.
🌸 Kendimizden kaynaklı nedenler; yaşanmışlıklarımız, olaylara bakış açımız ve yaşadıklarımızı değerlendirme şeklimiz önyargılarımızı etkileyen en önemli sebeplerden bir tanesi.
🌸 Son olarak ve bana göre son yıllarda önyargıların oluşmasındaki en önemli neden; hayatımızda başrol oynayan medya kaynaklı nedenler. Sosyal medyada yazan ve çizen fenomenlerin, mevcut habere kendi duygu ve düşüncelerini katarak paylaşmaları sonucunda, bu fenomenleri takip eden insanların büyük çoğunluğunun paylaşılanların sebep/sonuç ilişkisini incelemeden ve gerçekliğini öğrenmeden doğru kabul etmesi ile, kendimizi hiç hak etmeyen birini bir anda linç ederken buluyoruz.
PEKİ BU SÜRECİ NASIL SAĞLIKLI YÖNETEBİLİRİZ?
Yine kendimizi referans alarak! Burada kendimize şu soruları sormamız çok önemli:
İnsanları etiketliyor muyum?
Önyargıya maruz kalıyor muyum?
İnsanları dış görünüşlerine göre değerlendiriyor muyum? Beni en çok rahatsız eden şey ne?
Bir ismim var, peki bir etiketim var mı?
Bizler eğitimci ve ebeveyn olarak elbette insani duygularla hareket edeceğiz lakin en önemlisi bunun yaşadığımız anın önüne geçmemesi.
Öğretmenin ses tonu, velinin sorduğu soru, çocuğun size evi için ya da ebeveyn iseniz okul için söylediği herhangi bir şey esas sorgulamanız gereken durumdan çok daha önemli bir noktaya geçiyorsa önyargılarınız hayatınızı yönetiyor diyebiliriz.
Eğitimciler olarak bir çocuğu kazanmak, bir ailenin kalbine dokunmak sanıyorum ki ben öğretmenim diyen herkes için mutluluk sebebidir. İnsanın gerçeğini bilmek; iyi bir öğretmen, iyi bir danışman, iyi bir yöneticiden önce bizi iyi bir insan yapacaktır.
Önyargılarımızın yaşadıklarımızın önüne geçmeyeceği günler dilerim 🌸🌿
1 note · View note