framebuaz
framebuaz
FRAMEBUAZ DAILY NEWS
24 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
framebuaz · 5 years ago
Text
yine biri kalbimi kırdı. çok güzel kırdı. böle üstünde tepindi hatta. hayrolsun...
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
sanıyorum iç dökmeye geldim bu kez. 
çok kırıldım çok kırdım. 
bazen pişmanım, bazense değil.
kararlarımı sorgulamaya geldim bu dünyaya...
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
artık neyi nasıl anlatacağımı bilemiyorum. dengesizin teki gibi davranıyorum. istiyorum istemiyorum, seviyorum sevmiyorum. 
tek bildiğim en basit harekette paramparça olup dağıldığım. bir hareket ya. bir harekete katılarak ağlayamam. 
ilk psikolojik danışmanlığımı sayende almıştım, ikincisi de sana kısmet olacak belli ki...
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
Nasıl anlatılır ki iki kişilik karar almayı üstlenmenin ağırlığı? Bıraksam bir sürüncemede ne beraber ne ayrı geçerdi günler. Biri hem kendi hem diğeri için bu kararı almalıydı. En azından ben öyle düşündüm. 
Düşündüm
Düşündüm
Düşündüm...
Çok özledim ama diyemem ki. Bir kararla tüm haklarımı devrettim... 
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
İki insan arasındaki son sözler vasiyetler midir gerçekten? Ve o vasiyete sağdık kalan var mıdır hiç?
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
Sabahları kalp kırıklığıyla uyanıyorum. Sol kolum ağrıdığında üstüne yatmışımdır diye kendimi avutuyorum bir kaç dakika.  Sonra ovalıyorum o kolu sanki geçecekmiş gibi. Evet, geçmiyor. Sonra yastığa bakıyorum tek kişilik, yatak ona keza. “Büyük bir yalnızlık” diyorum adına beyaz yorganın içinde yeniden cenin pozisyonu almaya çalışırken. Yalnızlığımı beyaza gömmek saniyelerimi alıyor. Ardından yataktan çıkmam gerektiğini telkin ediyorum kendime. Çık hayata karış, çık etrafa bak, çık bilgisayarını aç... Kitaplığa dönüyorum, okumam gereken bir kaç kitap gözüme ilişiyor. İçimden gelmiyor ama. Bana hakkıyla yarenlik edemediklerini düşünüyorum. Etrafa bakıyorum bazı mutlu insanlar gözüme ilişiyor. Kıskançlık değil de ne bileyim nerede yanlış yaptığını düşünüp durmaya başlıyorsun. İşte burası bir kara delik. Burası dipsiz bir kuyu. Ben neyi yanlış yaptım. Neden böyle yaptım. O zaman haklı gelen nedenlerimde hala haklı mıyım? Sonra yaptıklarıma bakıyorum. Yapmaya devam ettiklerime de. Neden karışık sinyaller yolluyorum diyorum. Çünkü net olmaya izin yok. Net olursan sağı ya da solu, yukarı ya da aşağıyı seçmek durumunda bırakacağım insanları. Ya benle ya bensiz yollarına devam edecekler. Hayatımda nefret ettiğim şeyi yapıp ben de herkesin beni ortada bıraktığı gibi ortada bırakıyorum. Konuyu, cümleyi, sohbeti... Daha fazla yalnız kalmaya tahammülüm kalmadı çünkü...
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
Nasıl yardımcı olunur bilmiyorum, kendime olamazken...
Elimi uzatsam benim değilsin, uzatmasam bi garip. İçimde bir yerlerde bi ses bırakma diyor ama gitmesini de ben istedim. Çok garip. Ben anlamlandıramazken sen nabıcaksın değil mi?
Şimdi öyle bana yazdıklarına bakarım
Ben yardımcı olamam
Sen istemezken...
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
nada!
şanssızlığım “nasılsın” demekten fersah fersah uzak insanlarla bezeli olmaktan. her acıdan, her zorluktan, her muhabbetten kendim sağ çıkacaksam neden çoğul olmalıyım? herkesten kurtulmalı ve nefes alınmalı. ötesi yok. berisi yok. çünkü yok.
nada-iki örümcek
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
Gülüyormuşuz. Eğleniyormuşuz. Gözlerimizin içine bakıyormuşuz. Ellerimizi sıkıca tutuyormuşuz. Burun buruna gelince kaçınılmaz oluyormuş sevmek. 
Galiba sevmeden bir gün bile geçmediği için gözlerim doluyor. Diğerlerinde olmayıp sende olan ne! 
Geçmiş geçmiştir değil mi... 
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
boşluk hissini nasıl anlatabilirim ki?
hissetmediğin bir sıcaklığı nasıl kelimelere dökersin?
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
20′lerim
Festival günlerimiz muhteşem. Paramız yok bilet için para denkleştirdik. 2004 Rockİstanbul. Abuk sabuk gruplar var şimdi Allah için ama genciz, kanımız kaynıyor, bir de çadırda kalacağız. İstemediğimiz kadar özgürlük yani. İyi de gelecek çünkü aileden yana pek bunalıyoruz. Babalarımız efenim, babalarımız biraz tırt. Kötü değiller haşa. Dünya tatlıları ikisi de ama Aslı da ben de biliyoruz ki olamamışlar yani. Bir şey eksik. Arkadaşımız olmuşlar daha çok. Halbuki bizim babaya ihtiyacımız var. Böle hötleyecek, hötleyip söz dinletecek. O yüzden bizim borumuz ötüyor. Özgürüz ya, ona bozuluyoruz. Bir yaz önce halbuki 17 yaşında tatlı tatlı tatil yapmışız, bence çadırda da kalırız diyoruz. O sene festival öncesi festivalin forumları var. Nasıl yazıyoruz belli değil. MIRC dönemi yeni bitmiş forumlar akıyor. 80630 patlıyor tabi. Ondan bahsetmiyorum bile. Kimsenin evinde internet yok hepimiz teknik olarak internet kafelerde yaşıyoruz. Forumlardan bir ton arkadaş edinmişiz. İstanbul’da festival öncesi buluşulmuş. Obalarımız oba başkanımız bile var. Sonradan bu adamlarla can ciğer kuzu sarması olacağız ama henüz bilmiyoruz. Hepsi adamın dipleri. Kızlar ise harbi. Ne güzel bir ekiptik düşündükçe şimdi, ah gençliğim deme yaşına gelmedim ama patlatacağım burada “ah gençliğim” Kayıp tabi gençliğim!2004’ten tek hatırladığım o sene festivalde Faithless konseri vardı ve biz yoktuk. Vardık da yoktuk. Alkolden kafamız da yoktu. Liselim vardı ya o liselim tadındayız. O sene çok arkadaşımız oldu. Sayamadığımız kadar çok. Onlar zaman içinde yok olacaklardı. Bir çoğu yani. Geriye kalanlar ile kuzu sarması olacaktık. O yaz anlamıştık. Olay yeri Solar Beach’ten evimize döndük bitmedi, bir sene boyunca neredeyse her yerde görüştük ekiple. Başı Saltra çekiyordu. Cengizhan hele. Ev sahibimiz. Organizasyon sahibi olmak yeterli değil abilik de yapıyor. Jabagi, Bebeqboqu. Birçok kişiyi hala nickname’lerinden hatırlarız. Bugün tanıdığınız birçok oyuncu o günlerden çadır komşumuzdur. O zaman Kadıköy vapur iskelesi önünde Beşiktaş’ta çaycı vardı. Az çayını içmedi bu ekip sabahlara karşı. Ortabahçe’de az kokoreç gömmedi. İçip içip dolmuşlarda ay benim midem bulanıyor diyeni mi istersin, bizim evde kedileri sırtından düşüreni mi… Ne manyak zamanlardı Allah aşkına. Bittiğine sevindiğimizi ise hiç sanmıyorum…Sevinemiyorum desem daha doğru çünkü umutluyduk, önümüzde bir gelecek vardı ve herkes çok zeki olduğundan bu geleceğin parıl parıl olduğuna inanıyordu. Parasızlık bir şey ifade etmiyordu. Aslı ile ben çalışıyorduk. Bazıları bardaydı bazıları tezgahtar ama mutluyduk valla. Baba parası yiyenler idolümüzdü ama kıskanmıyorduk, mutluyduk. Cebimizde paramız yoktu, bezelye makarna yiyorduk ama yine mutluyduk. Sebepsiz mutluluk bu olsa gerek. Ne olursa olsun gıybetten delirmiyorduk. Yapmıyorduk demiyorum, ne gıybet yapıyorduk ama yaparken kendimizden geçmiyorduk. “Ha canım öyle mi olmuş” diyorduk,  sonra devam. Sonra muhabbet yine müzik, yine ortamda kim kimi düdüklemiş. Olay oydu yani. Dinlemesi de keyifliydi, tartışması da hatta susturması da. 2005 bizim için üniversite demekti. Ben İstanbul Üniversitesi Aslı Bahçeşehir Üniversitesi’ne girdi. Beşiktaş’ta oturuyor iyi mi? Ben Bahçelievler’deki evimde kalmak yerine Beşiktaş’ta kalıyordum çünkü böylesi iyiydi. Eve giderken yol parası mı verecektim bi de o parasız halimle?O yıl Aslı ile çalıştığımız paralarla kendimize Rockİstanbul 2005 bileti aldık. Güç bela manyak müdürlerimizden izin bile almayı başarmıştık. Aynı kadroyla yine çadıra girecektik işte. Organize olduk, toparlandık. Gittik festival başlamadan bir gün önce hepimiz Cuma’dan kurulduk. Yeşilli sarılı çadırımızın içinde bikiniler etekler şortlar kol geze dursun, grupları dinliyoruz hepsini ama. Taluer, ki kendisi bunu okuduğunda kesin çok ünlü bir zat olacaktır (geç oku ulan) sahne önünde pogouculardan. Bora da öyle. Backstagebug, yılların eskitemediği Kıbrıs lezzeti. Saltra bir yanımızda Aslı diğer yanımızda. Hiç unutmam ilk kez Gripin dinliyoruz Bronx grubu, ne sevdik çocukları. Sonra bi grup çıktı. Sahildeydik o esnada. Solistin bağıran sesine geldik. Sonra tanıştık zaten, Emrah’mış o. Daha Gaffur diye bir karakter yoktu, Emrah’ın götünde çubuklu pijama vardı nasıl unuturuz. Sese geldik. Ekip bizimle birlikte amatör sahneye yanaştı. Biz emrah’Tan gözümüzü alamıyoruz tabi. Şarkılar da iyi. Sonradan öğrendik ki grubun adı Kırkaltı. Zaten biz ekiple arkadaş olacak adeta groupie gibi takılacaktık. Kötü groupieler değil ama. Klip çekmek, tanıtmak istiyoruz. Diğerleri teferruhat yani. Ekipten herkesi tanıyoruz, geçtik kuzenlere kadar tanıyoruz. Yakın arkadaşları da öyle. Ekibin basçısı kayıp iyi mi? Yok çocuk. Sonradan öğreniyorum adı Eddie. Adam okuyor, bunlarla takılmıyor. Cool mudur manyak mıdır bilmiyoruz. İlerleyen günlerde grubun davulcusu Onur bir site açıyor, adı Elektrik İdaresi. Biz bu ekiple danaya giriyoruz. Hepimiz üye olduk saniyesinde. Komik tabi. Makarasına Aslı’ya “kayıp basçıyı bulalım” diyorum. Sen misin makara yapan, kim kimi buluyorsa tam tersi ağa ben düşüyorum. Ava giderken avlanmak bu olsa gerek. Tatlı çocuk, ağzı iyi laf yapıyor, zeki. Oldum olası zeki erkeklerden korkarım. Planlarım hep geri teper. Plansızlık iyidir bu durumlarda. İşler ilerliyor. Çocuk çalışıyor. Tam buluşacağımız hafta bunu Çorum’a şantiyeye gönderiyorlar. Tahmin edersiniz ki adam mühendis. Hemi de inşaat mühendisi. Bölümlerindeki kızlar bile bıyıklı. Zor tabi hayat. Döner dönmez buluşalım diyoruz. A büyük bombayı söylemeyi unuttum, benim bi sevgilim var o esnada. Festival tayfasından. Adam askerdeymiş meğersem bana söylemiyor. Ben de buluşuyoruz ya bilmiyorum takılıyorum. Adam işim var gidiyorum diyor hop İskenderun’dan çıkıyor. Telefon sürekli kapalı. Çok da zeki olmadığımı o hikayeden anlıyorum. Ayrılacağım anladım da olayı ama ayrılamıyorum eleman asker çünkü. Empati kuran yerlerimi aldırmaya karar verdiğim zaman, o dönemdir. Biz elemanla buluştuk. Taksim’de. Nereye gidelim derken Joker’e gittik. Orada anladık, Volkan onun taa dersane zamanından arkadaşı. Eskiden de bir grupta çalarmış bu Guitar’da. Ronin’in altında Pause, bilir misiniz? O grup da ne grup çıktı sonra nerdeyse tüm elemanlarıyla arkadaş olduk. Adamı ilk gördüğüm an dediğim söz şuydu “bu adamla olmaz. Ama bi muhabbet edelim bir şey olmaz ya”. Oldu işte. O gece ağzımla içmemenin bedelini ödedim. O kadar tatlıydı ki, ben o kadar sarhoştum ki “eve gidemem, gitsem tarif edemem” dedim. Ne yazık ki bugün bile üzerindeki siyah tişörtle Levi’s kotunu, uzun saçlarındaki siyah tokayı anımsarım. 10 küsür sene öncesi yani…Dolmuşa binecekken beni öptü. Orası işte sonun başlangıcıdır. Kayıp bir 10 yılın başlangıcı. Kayıp demem negatif anlamda kat’a değil. Çünkü hayatıma birçok şeyi katan da kendisidir. Kayıp çünkü kendimden çok ödün verdiğim zamanlardı. İdare et sinem, huyuna git sinem. Kıskanma sinem, darlama sinem. Benim karakterim olmuş onun karakterinin aynısı. Kayıp dediysem, o yani. En başlarda nasıl bir heyecan, yediğim tüm naneler ortaya çıkacak diye ödüm kopuyor. Kendimi aklamak gibi olmasın ama yaptıklarımı anlatamayacağım. Öle şeyler işte. Olmadık kesişim kümeleri var. Telefon sürekli çalıyor, askerdeki sevgilim arıyor açmıyorum. Çocuk farkında. Ha bu arada o alkollü gecenin sonunda onlarda uyandığımı ve sabah ilk gördüğüm yüzün annesi olduğunu söylesem yanlış olmaz sanırım. Çünkü o kadar düzgün bir adamdır ki (hala da öyledir nazarımda) eve geldiğim için yatağında ben yatmışım o salonda yatmış. Öle bi adam düşünün. Kim olsa ilk görüşte aşık olurdu. Manzarayı yani…Bi süre mevzuyu Aslı bildi sadece. Stüdyoya da gitmiyorduk. Onlarla da buluşmuyorduk. Biz bize yetiyorduk. Telefonlar açıldı, askerdeki sevgiliden ayrılındı. Sonra o bilmez, onunda çok iyi arkadaş bile oldu. Çünkü ikisi de biraz kafadan çatlaktır. Ben ölüyorum ama aşktan. Yüzüm gülüyor. Dişlerim kamaşıyor adamı görünce. Bu işin ilk yılı dolmadan aşırı kıskançlığım yüzünden benden 6 yaş büyük sevgilim beni o zaman durakların yanındaki Tansaş’ın önünde zırlarken bırakıp gitti. Kitlenmişim. Aslı ile sevgilisi almaya geldi beni. Nasıl ağlıyorum. Hıçkıra hıçkıra. Orada anla dimi, beni orada o halde bırakıp gidebildi. Artık nasıl kıskançsam…Bi süre sonra aradım ve dedim ki” ben yapamıyorum. Arkadaş gibi görüşeyim ben duruma alışıp giderim” hakkaten gidemiyorum çünkü. İçimde ayarsız bi aşk var. Görmem lazım. Dokunmasam da görmem lazım. Kabul etti sağ olsun. İki ay sonunda tam bende her şey geçer gibi olmuş hop yeniden başladık. 2005’te başlayan aşk 2006’da bitmişti. Yıl 2007’i gösterdiğinde ben bir gazetede çalışıyordum. Onlar beni ilk kez yurt dışına gönderecekti hem de Amerika’ya. O zaman yine bir şeyler yolunda gitmiyor. En azından benim için. Daralıyorum. Giderken her şey sallantıdaydı. Yurt dışına çıktım. Tennessee’ye Jack Daniels işine gidiyoruz. Adamların lokasyonunda alkole doymuşuz. Otelde 550 basın mensubu var, tüm dünyadan. Jetlag yaşayanlar sabah 4’te dışarıda sigara içenler. Maillerimize bakıyoruz sırayla, muhabbet falan. Benim İngilizce de ne fena. İki kelime zor yan yana geliyor. Bilmediğimden değil konuşmaya korkuyorum. Mail baktığımız gecelerin birinde Christian’la tanıştık. Konuşsam tanışabilecektik ama bizimki öyle beden dili ile anlaşma oldu. Üç gün boyunca Almanlarla kıç kıçaydık. Ama konuşamıyorum tabi kaçıyorum sürekli. Sonradan öğrendim ki beni İtalyan sanmış garibim. Son gece Black Rebel Motorcycle Club konserinde kartını verdi ve beni ara dedi. Gencim, ilişkim sarsıntıda. Boşluktan mıdır nedir baya vuruldum sandım bu adama. Benden 23 yaş büyüktü. Dünyayı gözüm görmüyordu, dönünce ayrılacaktım. Ama daha adamla da aramda bir şey yoktu. Hislerime her zaman güvenmişimdir. Olacağı varmış. Tennessee’den New York’a geçtik. İki gün de orada geçirdik. Onlar Münih’e geri döndüler. Mailleştik. Bi sıkıntımız var tabi. Ben tam konuşamıyorumJ o dil bilmeyen halimle adam bana aşık oldu. Ben de ona aşık olduğumu sanıyordum. Olmadığımı sonra anlayacaktım çünkü aşk olsa duramazdım!Ben kimseye terbiyesizlik yapmayı sevmem. Hiçbir temasım olmadı adamla. Başka bir histi bendeki. Aşık olduğumu düşünüyordum işte. Aklımda biri varken başka biriyle olamazdım. Bana yapılsın istemediğimden yapamazdım. Dediğim empati sorunu! İstanbul’a döndüm, sevgilimi evden çıkardım. Çıkarken anladı zaten. Konuştuk. Çirkinleşti. Meğer bildiği her şeyi saklıyormuş içinde. Yine de çirkinleşmesine değil en çok “kal” dememesine kızmıştım. Demezmiş meğer. 7 ay Almanya-Türkiye arasında yaşanan abuk bi ilişkimiz oldu. Hala çok severim Fischi’yi. Ama o esnada kıskançlıktan ölüyordu. Evlenelim diyordu ve ben istemiyordum. Evlenip başka ülkeye yerleşip onun karısı ama kimsenin hiçbir şeyi olmayı kaldıramazdım. Ona bunu böyle söylemedim, yıllar sonra öğrendi ama bi süre sonra bitti. Ben ne mi yaptım? Elimde kendi doğum günü pastamla eski sevgilimin kapısına dayandım. Onunla geçirmek istiyordum o günü. O da benimle geçirmek istemiş olacaktı ki kapıyı yüzüme kapatmadı. Ailesiyle oturduğu evde biz barışmıştık yeniden. Sonrası mutlu mesut geçen 7 seneydi. Tabi ki kavga ettik ama kimse bir daha ayrılmaya cesaret edemedi. Açık söyleyeyim adam gülünce benim içim eriyordu çünkü. Onun aklına kesin gelmiştir dışarıda ne kızlar var diye benim aklıma başka bir erkek bile gelmiyordu. O arada askere gidip geldi. Onda bile adam beni ararsa diye evde olmaya özen gösteriyordum. Dışarıda olsam yanlış anlar toplayamayız diye çıkmıyordum. Yeter ki onun içi rahat olsundu. Bugün bile arkadaşlarım o günleri anlatarak “yok olmuştun” der. Bana göre yaptığım fedakarlık değildi tabi, ama öyle görünüyormuş dışarıdan. Seve seve yapmıştım halbuki. Sırf o da seviyor diye. Eddie ile ilişkimizde evlenme teklifi alıp, kendi parasıyla ev döşemesini izleyip sona geldiğimi görmüştüm. Nedeni ben de olabilirim tabi. “tabi ki sana sormayacağım bu bursu alırken ne kadar çok istediğimi biliyorsun. Yıllar sonra başına kakmak istemem”. Ben bu sözü kurdum yüzüne, onu biliyorum. Artık çok geçti. Bana göre ona sormadan başvurmam normaldi çünkü hayatımın bir bölümünde aşkından öldüğüm tek yer olan Berlin’de yaşamam gerekiyordu. Bunu yapmadan evlenemezdim zaten. Ama onda işler karışıyordu. En yakın arkadaşına ayarlamaya calıştığı kızla sonra biz kalalım diye döşemeye başladığı evine taşınacaktı. Haberi bile yoktu. Benim de öyle. Bu esnada soğukluk diz boyuydu. Belki ettiği tekliften pişmandı, belki benden emin değildi, belki evlenmek istemiyordu, belki de benden evinin kadını olmayacağını biliyordu. Hangisiydi bilmiyorum ama ben onun standartlarını yakalayamıyordum. Bana dokunmuyordu, beni sevmiyordu. Ama çabalıyordu Allah var. Yanımda kalmak için çabalıyordu ama bende ona batan şeyleri görerek kalması da zordu. Sorun ne, başka biri mi diye sordukça “seninle olmaya çalışıyorum” diyordu. Hakkaten çalışıyormuş. Sonradan öğrendik. Bunlar olurken, yıllardır peşinde olduğum, uğruna gemileri yaktığım bursu magazin muhabiri olarak kazandım. Yere göğe sığamıyorum. İki ay Berlin’de kalacağım. Tabi ki uzun zaman sonra başardığım en güzel şeydi havalara uçtum. Ayarlamaları yaptım, sürekli sen de gelirsin lobisi yapıyorum. Bana mısın demiyor, işim var diyor. Gideceğim gün geldi çattı. Tabi ki hala sorunlar var. Öperek uğurladı, uçak kalkacak telefonu kapatacağım “biraz ayrı kalsak iyi olacak” mesajı geldi. Ama ters yerime geldi “senin yüzünü bile görmek istemiyorum” dedim. O 2.5 saattlik uçuş boyunca ağladım. Bussiness’taydım, kendime kıyak geçmiştim hostes korktu. Alkol veriyorlar iyi olamıyorum. Titreyerek ağladım. Mutluluktan uçarak gitmem gereken yere helak olarak gitmiştim. Sadece bunun için onu affetmeyeceğim, diğer her şey helali hoş olsun.  Eve geldim, iki ay yaşadığım eve. Muhteşem dostlarım oldu. İki ay kafa dinledim. Stajımı Bild kadar barda da yaptım. Sinan sağ olsun, Berlin’de 160 yıllık eczanede cin tonikçi oldum. Alkolü dikkatle tüketen ben içmeden eve gidemiyordum. İki ay sonunda döndüm. Dönerken ben ben değildim zaten. Orda da yakaladığım kanıtlar var. Aldatılıyorum bariz. O arada konuştuk elemanla ama buz gibi soğuk. Döndüm, havalimanından aldı, eve bıraktı. Özlemişim sabah kahvaltıyı beraber yapalım dedim. Hiç unutmam 6 Aralık’ta döndüm 7 Aralık’ta kendi evinde yani deplasmanda yenik düştüm. Adam benden çatır çatır ayrıldı. “İki ayrı insan olduk” dedi, “değiştik” dedi. Bana göre değişim iyiydi çünkü birlikte değişmiştik, yanılmışım. Herkes ağladı, herkes zırladı. Herkesin içi buruldu. Üzülmedi diyemem o da üzüldü. Bana en çok bu konuşmayı hazırlaması koydu. Hıçkırarak ağlamaktan hiç susmadım. Yanında hem de. Hiç sevmem erkek yanında zırlayan kızı. Hepsini görmüştü. Daha önce de yaptım yanında ama böylesi ilkti. Resmen hazmedememiştim. Bari bir hafta geçseydi. Takip eden iki hafta boyunca kimi bulursam ağladım. İçmeye de alışmışım kimse tutamıyor, her gece içiyorum. Çünkü suçu kendimde buluyordum. Bir şeyleri kesin yapamadım, olmadı.  İşe ölü gibi gidiyorum kimse üstüme gelemiyor. Net olarak öldüm o iki hafta. Yoktum. Sorulara yanıt vermiyordum. Duvar olmuştum. İçimdeki şeytanı dinliyor, kendimde hata aramaya devam ediyordum. İki hafta sonunda silkelendim “her şey olur” dedim. İlişkimiz 10 yılda değil, 9 artı 1 de bitmişti. Oluyordu. İlk gördüğüm ayrılık değildi. Hem de onunla değildi. Bu kaçıncıydı. Bunun dönüşü yoktu. Onu bir belledim. Onu bulduğum tüm platformlardan sildim. Ama bu yeterli değildi. Onu gören beni, beni gören onu soruyordu. Bazı çiftler öyledir, ikisini tek görürsünüz, hemen yanında diğerini ararsınız. Her soruda üzülüyor çaktırmıyordum. Çünkü bazen gideni de hoş görmen gerekir. Kendine göre şüphesiz haklı nedenleri vardı diyorum. Hem kim, düzenini bozup yeni düzen kuracak kadar cesaretli olabilir ki. Ya sıtkı sıyrılmıştı ya da yeni düzeni vardı. İkincisi çıktı. Uzun süre empatiden beynim çatladı çaktırmadım. İçmeye devam ettim. İyi içtim. O dönem iyi alkol vardı. Hep içtim. Alkolik olmamam şansımdır. Bazen mental durumunu kabullenmen gerekir. Ben de o kabullenişle koşmaya başladım. Yalnız kalmaktan korkuyordum çünkü. Ortam bi enteresan olmuştu 10 yıllık dönemde. Şükür ki ben 10 sene bu abuklukların hiçbirine bulaşmamıştım, düzgün bir adamla beraberdim. Öyle değilse de öyle hatırlamak isterim. Çünkü en yakın arkadaşımdı giden. Kendisi de bilir, en çok ona üzülmüştür şüphesiz. Koşarken çok kişinin elinden tuttum. Anlatmama gerek yok, abuk sabuk eller. İnanıp tuttuğum ama tırt çıkan eller. Çok erkek ve hiç erkeklik. Mutlu değildim.
Gelelim bu yazıyı neden yazdım? Hem hatırlayalım hem de gülelim diye. Komik bence. Yani aslında okurken acı çektiriyormuş gibi ama bakarsan dolu dolu yaşanmış bir 10 yıl. 20’li yaşlarımın başları ve 30’un bitimine kadar olan süre. Bu süre zarfında yediğimiz naneleri saymıyoruz. Siz de saymayın. Kırılan kalpleri ise ona keza. Hepiniz bir bölümünü kesin dinlemiştiniz. Şimdi konuya hakimsiniz. Öperim! 
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
Seni beklemekten yorulan kalp  çalışmayı bırakıyormuş bir zaman sonra ve toprak olmuş tüm seni seviyorumlar 
(net 17 yaşında falanmışım ne okuyorsam)
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
Sana çıkmıyor bu yolun sonu
Saçlarımı dağıtmış poyrazın
Titremen ayazdan değil
İçimde esen rüzgarından...
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
İnsanlar neden benden hep kolayca vazgeçiyor? Ulaşılmaz mıyım uğraşılmaz mı?
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
Son bir kaç yıldır hep dövmesini yaptırmak istemişimdir “yarı iletkenim, biraz içim dışımda” diye. Çocukça geldi sonra, vazgeçtim. 
Bu karantina günleri beni biraz sarsmaya başladı. Evde oturmaktan değil kendimle konuşmaktan. Malum, ben kendime döndükçe kararıyorum. Kapkara oldum sonunda. 
Gündüz saatlerinde Onur arada canlı yayın yapıyor. Sakin eski şarkılarını, ilk albüm, yayınlanmayan ikinci albümden falan şarkılar çalıyor. Sağa sola verdiklerini de çalıyor tabi. Neyse konu bu değil. 
Konu “eksik şarkı”. mor ve ötesi’nin “Son Sabah”ına ve “23″üne delicesine bir alternatif.  Ona ağlamasam, buna ağlayabilirim. Hem de saatlerce... Tüm sözler bir yerime dokunuyor, o söylüyor benim ağrıma gidiyor. Zamanında yaşadığım tüm çaresizlik anlarım gözümün önünden şerit gibi geçiyor. Her şeyi yaptığınızı düşünüp hiçbir şey elde edemezsiniz ya. Sonuç alamamışsınızdır, yanıt bulamamışsınızdır. İşte o çaresizlik! O çaresizlik anlarını hatırlatıyor bana hep “eksik şarkı”.  Bir de hala ayakta durmaya çalıştığımı anımsıyorum. Sendeleyerek yürüyüp yola devam ettiğimi. Bilmiyorum nereme değiyor ama acıtıyor yani...
0 notes
framebuaz · 5 years ago
Text
Kendimi bildim bileli bir düzenim olsun istiyorum. Adı “düzen” olsun da nasıl olursa olsun. Evlenmek olur, kendime ait bir ev olur, küçük bir bahçeye sahip olmak olur… Kendi içinde tatlı bir rutin yani. Belirli dinamikleri, belirli çerçeveleri hatta kalın sınırları olan bir düzen. Merakım buydu.
Sonra birden kendi içinde düzensizliğe sahip düzenlerim de değişti. Sevgiliden ayrılmak, göreceli gençliğinin bitişini izlemek, kendini temizlik ve yemekten sorumlu kişi olarak bulmak, aciz ve çaresiz olmak.
Çaresizlikten kastım yapılacak şeyi bilip bunu yapamamak. Yani yapmamak. Hatta yapmamayı tercih etmek. Hayatım bir tercihler silsilesi madem, gerekli durumda camı kırılan benim gözlüğümdü, yangın alarmı değil.
Geliyordu, görüyordum. Kökten bir değişim. Bir sıkışmışlık hatta kapana kısılmışlık hissinin sonundaki kökten değişim. Bu zamana kadar istediklerimi alma yöntemlerimdeki değişim. Konuşmamdaki değişim. Hislerimdeki değişim.
Önce hormonlarım beni terk etti. Hayır, menopoza girmedim ama anne olmak, çocuk sahibi olmak gibi fikirler bana gittikçe uzaklaşmaya başladı. Ne bileyim olmasa da olurdu. Köpek alırdım, chow chow. Bilen bilir en çok onu severim. Tam bir kırlent. Yeterdik birbirimize diye düşünmeye başladım. Fikirlerim başkalaşıyor derken şaka yapmıyordum.
Sonra düzen fikirlerim değişti. Biriyle evlenmekten ziyade onunla bir hayat geçirme fikrinin sıkıcılığı baskın geldi. Onun yerine tek başıma bir evde yaşamak fikri daha ağır basmaya başladı. Tek başınalık, bağsızlık, umarsızlık ve hatta bunun getirdiği bağımsızlık hissi. Daha özgürleştirici bulmaya başladım. Bunları düşünürken hayatıma giren tüm erkeklere de anneleri gibi davrandığımı fark ettim. Arkadaşlarıma da öyle. Halbuki kimsenin annesi değildim, hele şimdi annelik yapmak gibi bir hayalim de yok. Kısacası annelik modundan tamamen çıktım.
Hasta olan kendini kurtarsın, temizlik yapmak isteyen buyursun kendi yapsın, ailesiyle sorunu olan bir zahmet az ötede oyalansın. Ben birinin sadece sevgilisi olmak istiyorum. Annesi, halası, dayısı değil. Kız kardeşi de değil. Emin olun onu da olmak istemiyorum. En yakını olmaya varım ama yakın akrabası olmaya yokum.
Etrafımdaki stabil olmayan hayat beni buna daha fazla kafa yormaya da itmedi değil. Ayna olmak ya da jenga parçası olmak.
Ayna olmak şuydu; etrafımdaki insanlardan aldığım tepkilere bakarak aslında ne istediğimi anlıyordum. Ben hep manyakları buluyor olamazdım ya. Sonuçlar benim de manyak olduğum gerçeğini ortaya çıkarıyordu. Zaten manyağım diyordum, tam oldu. Biriyle uzun bir ilişki yaşamaktan ziyade özel bir ilişki yaşamayı, adı ne olursa olsun çok eğlenmeyi çok gülmeyi paylaşmayı içeren bir şey olmasını arzu ediyordum. Tüm zamanları içinde en çok keyif alınan süre benimle geçirdiği süre olsun. Bu benim tarafımda da geçerli. Hayatımda önemsediğim erkek kimse (evet erkeklerden hoşlanıyorum) en güzel anları benle geçenler olsun. Keyif alsın, bunalmasın, yinelensin istesin. Önemli olan bu.
Ayna olmanın devamı da var. Rutin isterken asla rutinden hoşlanmamak ve bunun karşısında rutin ve  standart karşıtı hatta kimi düşüncelere göre normal karşıtı olan kim varsa onlar bana ilginç ve çekici geliyordu. Uzun süre istediğimin rutin olduğunu söyledim demiştim ya, YALAN! Rutinden hazzetmiyorum, rutin kötü, rutin tü kaka. Düşünsene bir seri katil peşinde her gün aynı saatte aynı adımları atmak seni daha kısa yoldan öldürür. Tabi bu bir metafor. Araştırmalar rutinlerine sahip çıkanların daha uzun yaşadığına dair bir veri paylaşmamış. Ama bence kesin ömrü kısaltıyorlardır, sıkıcılıktan!
Gelelim hayatım için olmazsa olmaz teoreme: Jenga! Bunu da geçenlerde mal mal camdan bakarken buldum. Geçenler dediğim 2019 Mayıs ayı. Düşünüyordum da bir insanın hayatını jenga olarak varsayarak, oradan bir tahta alınıp en üste koyduğunda düşmesi için muazzam bir zamana ihtiyacı var ama bu süreçte onun hayatından çıkıp başka bir noktaya gitmesinin onu etkilemesi yıllarını alıyor. Ya da 15 dakikasını (oyunun süresine bağlı)... Dev bir parça sanıyorsun, giderse sarsılır ama hayır, sarsılmıyor. O parçanın sen olduğunu var sayarsan yokluğun hayatı için bir şey ifade etmiyor. Hayatındaki önem yerin değişiyor ama farkına bile varmıyor. Çünkü sen temelde o kadar da ihtiyaç duyulan bir parça değilsin. Biri seni oradan çekip en üste koyuyor ama hayır, sarsılmıyor ana yapı. Bunun üzerine o kadar düşündüm ki bu beni temmuz ayında bir dizi karşımdakini dürtme yöntemine başvurdum. Sonuç şaşırtmadı. Jenga’da o yeri değişse de ağırlığı olmayan parça bendim.
Bir huyum vardır, asla geri adım atmam. Siz geri adım attım sanarken benim kafamda bir önceki düşünce aynen işlemeye devam eder. Bu sırada sizinle konuşan kişi tüm bu düşünce tohumlarından önceki bendir. Özledim, seviyorum diyen kişi. Kindar değilimdir ama o fikir beni asla terk etmez. Yani sabit fikirliyimdir bazı konularda. Bu olursa ben yokum, bu olmazsa ben yine yokum. Aslında ben yokum ama varmış gibi yaparım. Birçoğunun aksine daha iyi biri çıkana kadar da yapmam bunu. Ayna efekti demiştim, daha iyi biri zaten çıkmaz. Hep daha kötüsü olur. Hayatımda gelen gideni aratır sözü çalışır. En iyiden en kötüye giderken hangi kriterleri ele alıyorduk şimdi hatırlamıyorum ama hayatıma giren herkes bir yönüyle herkes arızadır zaten. Olsun, yine de arıza olma fikrine bayılıyorum.
Hayır, insanlarla uğraşmayı sevmiyorum. İnsanları genel anlamda seviyorum ve ne yazık ki o sarsılmaz yapılarında önemli bir parça olmayı hak ettiğimi düşünüyorum. Beni oradan çekince yıkılacağını varsaymak benim için önemli. Ne kadar arıza olsa da kısa devre yaptıracağımı bilmek iyi geliyor. Birinin hayatında bu denli önem arz ettiğimi hissetmek daha da önemli. Bu nedenle beni önemsiz hissettirecek her durum ve kişiye hayır demeyi zor da olsa öğreniyorum.
Ha eve çıkınca ne ayna alacağım ne de jenga, biline!
0 notes
framebuaz · 6 years ago
Text
bak bu yeni...
Değişmeyen tek şey kaygılarım. Hala kaygılarımla baş etmeye çalışıyorum. Sürekli birşeyler için kendimden büyük endişeler taşıyorum. Geleceğim için değil sadece yarın için. Bu ne demek biliyor musun? Yarın önemli. Gelecek olmayabilir. Günü birlik planların insanı olmak yani. Yarın çıkacak mı? Yarın uyanacak mıyım? Yarın ne olacak? Bitmek tükenmek bilmez bir döngü için kaygılanmak. Günü gününde yaşayamıyorum bildiğin. Günü yarında yaşıyorum. Yarın için yaşıyorum. Yarın varmış gibi...
0 notes