Tumgik
akilfikirgezegeni · 19 hours
Text
Tumblr media
Öyle olmaya çalışmak, öyle olmaktan çok daha fazla ıstırap verir. Şahsına münhasır dediğimiz kişilik yapımız zaman zaman küçük ya da büyük yalanlarla, çelişkili açıklamalarla, gizlemeye çalıştığımız gerçek kimlik tanımıyla uyumsuzluk gösterir. Bu sebeple dışarıya karşı olmadığımız bir kişilik gösterisi sergilemek zorunda kalır ve bunu sürdürebilmek için müthiş bir çaba sarf ederiz. Şayet oynanan bu rol, repertuarımızda mevcut ise yani profili iyice çıkarılmış planlara sahipse, daha kolay adapte olur, çevremizi daha rahat ikna edebiliriz. Aslında bunu, kendimizin söylediği bir yalana yine kendimizin kanması şeklinde de ifade edebiliriz. Fakat bireysel kimlik biricik özellikler taşıdığı için kişi bu yalana veya role kendini ne kadar kaptırırsa kapatırsın özünde o olduğu yönünde izleri taşımayı sürdürür. Çabanın yarattığı gerilim kişide çift kutuplu bir benliği inşa ederken her iki benin çatışması da dışarıya ayrıksı başka bir benin yansımasına neden olur. Bu yüzden tutarlı bir kişi ile tutarsız arasındaki farklar çok çabuk farkedilir. Mış-miş gibi yaparak kazanılmaz istenen itibar ile olmaya çalışmanın bedeli kimi zaman toplumdan tamamen dışlanmaya yol açabilirken çoğu zaman bireyin kendi öz kimliği ile arasını açıp çeşitli ruhsal sapmalara neden olacaktır. O halde ne yapmalı? Açıkçası gösteri toplumunda yaşadığımız şu günlerde gösterenin göstergesi konumundaki şey bireyin bizzat kendisi olduğu için yani sürekli performe ettiği kendi kişiliği olduğu da denilebilir, bireysel aykırılaşma toplumsal olanın yani bütünün de bozulmasına sebep olabilir. Neticede bir bütün ayrı ayrı bir araya gelmiş parçalardan farklı ve daha büyüktür. Ancak parçalarda yaşanan bu çeşiti bir olma biçimi toplumunda olma halini ciddi bir şekilde etkilecektir. Kendi gibi olmanın ötekileştirildiği, farklı gözükmenin özendirildiği bir yerde aslında olan totaliter bir tektipleştirmeden başka bir şey değildir. Bakınız güzellik algısı, bakınız panoptik politik görüşlülük, bakınız fenomen olmanın yarattığı kirizler... Eh be Shakespeare! Ah be Hamlet! To be or not to be... That's the true!
İçaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 2 days
Text
Eğer gülen bir yüzünüz yoksa onun altında kalan bölümlere ne giyerseniz giyin kendinizi çıplak hissedersiniz. Çünkü insanı en çok ısıtan şey yüzlerden yayılan samimiyetin enerjisidir.
İçaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 2 days
Text
İçerde kalabilmek için kendini dışarıda bırakmanın yarattığı dengesiz tutumlar
Biz insanlar doğup büyürken gerek bilinçli gerekse informel olarak öğrendiklerimizle ve tabi doğuştan gelen kazanımlar da dahil olmak üzere, önce bir kendilik sonrasında da aidiyeti artırıcı toplumsal bir kimlik inşası sürecine gireriz. Kimi zaman bu süreci bizzat yönetirken çoğu zaman çevrenin kültürel, dinsel, toplumsal sabit normları yüzünden bir tarafa çekilerek bir süre sonra kendi gibi olma halinden uzaklaşırız. Ötekiler gibi düşünmezsek, onlar gibi davranmazsak dışlanabileceğimiz gerçeği ile pek çok potansiyel özelliğimizi saklamak zorunda kalabiliriz. Fakat bazen asıl benin ihtiyaçları baskın gelerek ortaya çıkması yüzünden eyleme geçen kişi bunu ötekine göstermemek için fazlasıyla çaba harcamak zorunda kalır. Örneğin mahalle kahvesinine girerken bıçkın tavır ve davranışları olan bir kişi ortamda tam anlamıyla rahat bir insan olduğunun performansını sergilerken, aynı kişi bir kütüphaneye girerken "Ulan! Birileri beni buraya girerken gördü mü acaba?, diyip etrafı kolaçan edip kendini fiziksel anlamda küçükterek o ortama girmeye çalışabilir. Yaşadığımız yer, öğretilen normlar ve aidiyetsizlikten ötürü oluşan korkularımızın baskısı, yapmak isteyip de yapamayacağımız ya da yapsak dahi kendimizi gizlemek zorunda kalacağımız zorunlu ve uyulması gereken katı koşulları olan cam bir faunusun içine yaşamaya mecbur bırakır. İçaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 2 days
Text
Şansı ve zıttı şansızlığı birde şöyle düşünsek mesela 🤔 Şans; Önceliği olan, olasılıklarını daha iyi tahlil ettiğimiz ve dahi planları zihnimizde yeterli olgunluğa ulaşmış olayların iyi gitmesi. Şansızlık ise; Hep sonraya ertelenen, üzerine yeterli miktarda düşünülmeyen ve gelecek planları arasında yer bulamamış olaylar, durumlar, işler... Olamaz mı? Yani bir nevi önceliklerimiz ya da sonrasına bırakma hali diyemez miyiz bu iki kavram için? İçaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 3 days
Text
0 notes
akilfikirgezegeni · 3 days
Text
Tumblr media
Eğitimde müfredat oluşturmak, sınırları belirlenmiş ve ne bilmesi isteniyorsa onu öğretmek için yapılandırılan bir sistemdir. Bir açıdan bakıldığında iyi bir şeymiş gibi gözükebilir. Hatta belli alanlarda öğrenme zorluğu yaşayan bireyler için zorunludur bile denilebilir. Lâkin bilgi sınırlı alanlara hapsedildiğinde dar bir görüş yaratır. Şayet ayrı ayrı konuları ele almam için yapılan müfredat öğrenciyi yeni şeyler öğretmeye teşvik etmiyorsa, onda merak duygusunu artırarak başka kaynaklara yönlendirmiyorsa; orada sisteme uyum sağlıyacak, komutlara riayet edecek ve verilene kanaat edecek bireyler yetiştirilmek isteniyor diyebiliriz. Eğitim hayatın her alanında gerçekleşen ve onu kolaylaştırmak için süren uzun soluklu bir süreçtir. Öğretim ise bir takım teknik ve metotlarla yapılan, bireyin kendi eğitimi için nasıl davranacağını öğretip, ölçme ve değerlendirme kısmını oluşturur. Nasıl ki pazardan sebze meyve alırken en iyisini almaya çalışıyorsunuz. Çocukların eğitimi içinde en azından aynı azameti gösterin isterim. Bunun için özelikle ilköğretim döneminde okula giden çocuklarınıza, gün içinde ne öğrendiğini, nasıl bir günü olduğunu, öğrendiği bilgilerin onda ne gibi değişikliklere neden olduğunu sormaya çalışın! Bir bakarsınız birileri o taze beyinlere başka bir takım sözde bilgiler sokarak onları devşirmeye çalışıyor olabilir. Bu söylediğim şeyi kendi dünya görüşünüzü onlara dayamaya çalışın olarak algılamanızı istemem! Zira pek çok kişi cocuklarını kendi ebeveynlerinden aldığı kara pedagoji ile yetiştirmeye çalışıyor. Çocuğunuzun müfredatını siz belirleyin de demiyorum. Sadece bilginin taraflı halinden uzak tutmanızı, daha evrensel ve güncel haline ulaşmalarını kolaylaştırmanızı, sorgulayan, analitik düşünen ve doğru bilgiyi gördüğünde fikirlerini değiştirmekten korkmayan çocuklarınıza her daim destek olmanız gerektiğini söylüyorum. Yani belli alanlara sıkıştırılmış müfredat eşit değildir eğitim ve öğretime 🤷‍♂️ içaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 4 days
Text
365 gün boyunca bir hindiyi besleyip her yem verdiğinizde de uzattığı başını severseniz, 366.gün başını elinizde tuttuğunuz bıçağa uzattığını bilemeyecektir. Yani diyorum ki; yalana ne kadar maruz kalırsanız onun doğruluğuna o kadar çok inanırsınız. Sonuçta Post-truth çağında yaşıyoruz öyle değil mi? Ama yinede hindi gibi olmamak lazım azizim 😉 içaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 4 days
Text
0 notes
akilfikirgezegeni · 4 days
Text
Kırk yıllık kahve hesabı: Efendim, kahve içinde barındırdığı aroması ve uyarıcı maddeleri sayesinde bizleri içildigi andan sonraki 6 saate kadar etkisini sürdürür. Bendeniz de kırk yıllık kahvenin hatırı için kaç fincan kahve içmemiz gerekmektedir diye düşünüp üşenmedim saydım. Gün 24 saat kahvenin etkisi 6 saatten günde 4 fincan kahve ile başladım hesabıma 🤔 ayda 120 fincan, yılda 1440 fincan, 40 yılda 57.600 fincan kahve tüketmeliyiz ki, beraber kahve içtiğim kişide hatrımız daimi olsun. 👉😁👈 Sizin için bu paylaşım yararlı mıdır bilmiyorum ama ben gidip sizin hatırınıza bir kahve ☕ yapayım da içeyim. 🙋🏻‍♂️ içaforiz
Tumblr media
0 notes
akilfikirgezegeni · 4 days
Text
Odamın geçmiş dolu havasını değiştirmek için pencereleri açıp havalandırdım. Dünün kokusu her yere sinmiş ve beni bir hayli etkilemişti. Bir an önce şimdinin o temiz ve duru havasının içeriye girmesi gerekiyordu. İçaforiz
Tumblr media
0 notes
akilfikirgezegeni · 5 days
Text
0 notes
akilfikirgezegeni · 5 days
Text
#büyükyalan İki tane çocuk üstelik kardeş ve ikizler. Savaşın en sert zamanında babaları savaşta anneleri de onları korumak için yıllardır arayıp sormadığı anneannelerine bırakmak üzere. Savaş yalan, savaş yıkım, savaş açlık, savaş zorba, tecavüz, işkence, perişanlık.... İkizler o kadar akıllı ki, hayatı deneysel olarak tatbik ederek tüm bu zoruluklara kendilerini alıştırmayı seçiyor. Ne aile, ne aidiyet, ne sevgi, ne güven, ne korunma olmadan hemde... Macar asıllı Agota Kristof kendi deneyimlediği savaşı, esaret korkusunu, kaçma ve başka bir ülkede göçmen olma durumunu kitaba aktararak kısmen kendini de anlatmış gibi adeta... İkinci kitap #Kanıt ikizlerin isimleri ortaya çıkıyor Claus ve Lucas, dikkat ettiyseniz sadece haflerin yeri değişerek çocuklar gibi isimler de ikizleşiyor sanki 🤔 Claus giderken Lucas ölen Anneannesinin evine ve bahçesine bakmak için geride kalıyor. Yani #kanıt Lucas'ın gözünden yazılıyor. Her iki kitapta da yaşananlar yalan mı yoksa gerçek mi gidip geliyorsunuz. Muhtemelen yazar da savaşın ortasında yaşamaya çalışan insanların bir gerçeği mi yoksa bir rüyayı mı yaşadıklarını sorguluyor olabilir. Gerçi savaşın insanlığa dair hangi gerçeği savunduğu da sorgulanması gereken bir durumdur. #üçüncüyalan bu kez Claus'un gözünden yaşananları ortaya koyar. Garip bir şekilde ilk iki kitabın kurgusunun kurmaca hatta kurmaca içinde kurmaca olduğunu okurken son kitap olan üçüncü yalan da bizleri muğlak bir hikayenin merkezine çeker. Yinede bu muglaklık içinde gerçeğe en yakın bilgiyi son kitaptan ediniriz. Hülasa, Agota Kristof'un bu şahane eserine ölmeden önce şahit olun isterim 👌
1 note · View note
akilfikirgezegeni · 8 days
Text
“Başkasının yoluyla hidayete eremezsiniz, benim çizdiğim yol hayatımı kurtarırken, sizin için aynı yol intihar anlamına gelebilir.” demiş Mark Twain
Herkesin probleme dair bakışı ve çözüm arayışı farklı farklıdır. Bu bakımdan birilerinden akıl alırken veya bir çözüm sunmasını beklerken dikkat edilmesi gerekir. Bu durum, kan grubu A Rh+ olan birine B Rh+ kan vermeye benzetilebilir. Yani eksiklik kan alarak geçmez, asıl çözüm doğru grubun kanını almaktır. Yoksa ne mi olur? Şöyle söyleyeyim, Almanca'da bir deyim vardır ve sadece Almanca olarak bilinir; "Mortingen strasse, Guten Nacht süße Träume" şeklinde 😁 içaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 11 days
Text
Tumblr media
Kırağıdan nem kapan bir hava var dışarda. "Bu havada şort giyilmez, kalk da uzun bacaklı bir şeyler giy oğlum" diyerek öğleden beri yapıştığım koltuktan kalkarak üzeri sigara yanığı bir eşofman altı giydim. "Bana ne lan senin giydiğin heşofmenden" diyebilirsiniz. Tabi hakkınız, diyin anasını satayım. Zaten alt katımdan kulağımın duyma eşiğini çoktan geçmiş sesleri işitmekten ne söylediğinizin de bir önemi yok. Bir zamanlar çocukluğunu bahçe içinde müstakil tek ya da iki katlı evlerde geçirmiş insanlardan biri olduğum için çıkardığımız gürültü de pek önemli değildi. Lâkin apartman işgaliyesi altında yaşayan bugünün insanı "Komşuda pişer bize de düşer" atasözünü tamamen yanlış anlamışa benziyor. Hu komşu komşu; senin külüne de gürültüne de.... muhtaçlık vermesin Allah 😇🙏👼 Fekat bir ses olsun yeter diyen yalnız şair halt etmiş. Gelsin de, kakafoni nasıl yapılır hatta kakafonik kreşento diye bir şey varsa nedir gelsin de öğrensin 🤨 Gürültüyü oldum olası sevmem. Aşırı yüksek sesten de haz etmem. Bence insanların toplu yaşadığı yerlere de ses ölçüm cihazı koymalı, sonuçta birileri yüksek seksten rahatsız olabilir değil mi? Ups! I did again! Yani yüksek ses diyecektim. Sağlıklı olsun da cinsi ne olursa olsun diye dua ve temenni ile yapılan çocuklar özellikle sınır koymayı beceremeyen ebeveynlerin de katkıları sayesinde sınırsız ve sinirli çocuklara dönüşüyor. Tıpkı bir ülkenin milli misak-ı nasıl önemli ise çocukların bilmesi gereken sınırları da en az ülkelerin sınırları kadar değerli ve önemlidir. Heyyyyyss beee, hohoyytıssszz diye sesler duyuyorum şuan ve sınırsızlığın verdiği sinirliliğe geçiş yapıyorum. Her kafadan ayrı bir senfoni işittiğim dakikaları yaşıyorum sayın seyirciler. Vuaarraahhhh, gubarrahhh gibi bir takım anlamsız nidalar ortalığı inletiyor. İnsan evladı ortalama 20 ile 20.000 hertz arası sesleri duyabiliyor. Yani mesela nefes alış veriş sesi, sakın bir denizin dalga sesi yaklaşık 20 hertz sese örnektir bir camın kırılması, bir hırsız alarmı da 20.000 hertze örnek verilebilir. Fakat kulağınızın dibinde çalışan bir matkap sesi, çok yanınızdan geçen bir jet uçağının sesi bu eşiğin biraz üstünde olduğu için duyma kaybına sebep olabilir.
Nihayetinde alt ya da üst komşunuz bu ses eşiklerini geçer gibi olursa kulaklarınız o kadar da etkilenmez ama devamlı gürültü hali sizi sinir ederek aynı komşulara karşı öfkeyle dolmanızı neden olabilir. Yani komşu komşunun hiç bir şeyine muhtaç olmamaya başlar. Hatta mümkünse hiç yüzünü bile görmek istemez. Zira seslerini yeterince duymuştur artık. Bu seslerle o yüzleri bir daha eşleştirmek istemeyebilir. Neyse bir yol kalkayım da uzun kollu bi'şeyler giyeyim, neme lazım hasta filan olurum maazallah 🤔 gürültü insanı grip yapmaz amma serinti adamı döne döne vuru değil mi kuşçu? Beri bah! Kime diyyom? İçaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 12 days
Text
Tumblr media
Günlerden Salı'ydı ve ben pekte hüsnü niyet kabul edecek durumda değildim. Kafamın içinde kırk takla atan mirketler sayesinde Madagaskar'lı yerli bir abinin gür saçları gibi sertleşmiş fikirlerimle üzerimde iri bir filin oturduğunu hissediyordum. Üstümde akşamdan kalma "Afrika'nın Vahşi Yaşamı: Büyük Göçler ve Avlanma Stratejileri" isimli belgeselin National Geographic kalıntıları vardı ve ben bu kadar vahşiliği kaldıramıyordum. Çocukkende böyleydi; ne zaman korku filmi seyretsem o ve akabindeki yedi gün boyunca gece uykusu haram olurdu bana. Eski evlerin ne kadar perili bostan olduğunu bilirsiniz. Tüm zemin ahşaptan olduğu için evin içinde bastığınız yeri İndiana Jones'un Tutankamon'un mezarını araması gibi dikkatlice seçmeliydiniz. Ya da menteşeleri çoktan küflenmiş kapıları açarken oldukça dikkatli olmalıydınız. Vıcır vıcir, gacır gucur... İşte bu seslerin izlediğiniz korku filminin etkisini on katına çıkarması içten bile değildi. Hele dışarda lodos, poyraz, karayel adı her ne şeyimsi birde rüzgar varsa ve yattığın yatağa en yakın pencerede açıksa vuhuuu, gelsin hortlaklar, gitsin Gulyabaniler. Allah'tan bu sıkıntılı süreci korku ve gerilim filmi izlemeyerek atlattım da geçti gitti. Ne yalan söyleyeyim şimdi izlesem yine korkarım. Ama bu kez sadece o gece 😁 "Ya bu gece gel ya da bu gece gel, ya bu gece gel ya da gelir ecel" Neyse, Yaşar'ın o köşe yaz köşesi, bu köşe kış köşesi ortada su şişesi minvalindeki tekerleme bezeli şarkısını bir tarafa bırakırsak, demiştim ya içim sıkkın diye... Fakat o Salı'yı öteki Salı'lardan ayıran önemli bir durum da yok değildi hani. Bazen günlerin isimleri gereksiz uzatılmış gibi gelir bana. Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe... Farsiler şenbe dedikleri günün önüne birinci ikinci üçüncü diye ekler getirerek aşmışlar bu durumu; Yek şenbe, Do şenbe, Se şenbe, Charar şenbe, Penç şenbe şeklinde.. Zaten dünyanın pek çok yerinde günlerin isimleri ya İskandinav mitolojisinden ya da Roma'nın göksel tanrılarından esinlenerek verilmiş. Aman neyse ne ya... Şu mirketlerin de mıçcam ağızlarına, kafamı iyice vakumladılar. Salı diyordum değil mi? Yoksa Orta Asya'daki ismiyle Sıcak gün mü desem? Yahu ne koftik bir yazı oldu bu böyle 🤨 Ebele, hübele bir şeyler yazdım durdum. Allah önce akıl fikir versin insana 🙏 gerisi boş.. Bak valla diyorum. Şu dangolozca yazıyı yazmak bile ona ne kadar ihtiyacımız olduğunun bir göstergesi. Salı günü bir şey olmuştu ama şimdi tam çıkaramadım. Çarşamba mıydı yoksa günlerden? Sizide oyaladım bir sürü. Hadi ben kaçar.
İmza: Aklım
İçaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 12 days
Text
Tumblr media
Geçen gün güzide mahallemin, seçkin sokağında bulunan ve lezziz tatlıları olduğu kadar bir o kadar da lezzetli olan simitlerinden üç tane almak için fırının içinde bulunan sıraya girdim. Henüz fırından çıkmamış ama beş dakkaya da çıkacak olan sıcak ve mis gibi simitleri beklemeye başladık. Sırf bekleme işi tatsız olduğu için hemen önümdeki abiye " Sabah sabah ne yağmur yağdı ama!", diyerek sabırsız bekleyişimi çekilir kılmaya çalışıyordum. Sonuçta hem fırından çıkacak simitleri bekliyor hemde sıranın en arkasında olduğumdan vakti değerlendirmem gerekiyordu. O esnada elinde arabasının anahtarıyla altında gece onunla yattığı üzerindeki çizgilerden belki olan, ki saçları da enine ve dikine yassılaşmış bir arkadaş yastık izleriyle birlikte fırına girerek, hiç bizi iplemeden sıranın en önüne geçti. İçimden "lavuğa bak! burada sıra var mı yok mu bakmadan nasılda çakallık yapıyor. Pezengin çocuğu! Hadsiz şerefsiz! Yanına koyduğumun! diyerek pasif agresif restleştim. Hemen önümdeki adamda rahatsız olacak ki o ada bana tip tip bakarak bana onay veriyordu. Bense içimden geçen küfür trenlerini bir bir saymaya devam ediyordum. "Havşağa bak sen! Bi'de utanmadan nasılda geçti sıranın en başına. Hayır bu s.kkolata kılıklılar da sürülecek hiç akıl yok. Eşek kadar hayvan oğlu hayvan olmuş ama insanlıktan nasibini almamış hıyar ağası. " Bir yandan da önümdeki abiyle göz göze geliyor, bakışlarından ne kadar sinirli olduğunu da anlayabiliyordum. O da adeta bana destek çıkıyor ve kızgın ifadelerini benim üzerimden o kaşalot adama gönderiyordu. Nihayet beklenen an geldi ve dumanı üstünde tüten simitler fırından çıkarak tezgaha doğru hareket etti. Bir anda kasada bulunan kız bana; "Buyrun efendim kaç simit alacaktınız? " diye sorunca hemen arkamdaki kızgın abiye hiç bakmadan " güzelce kızarmış olandan üç tane alayım "diyerek parasını ödeyim oradan uzaklaştım. Meğer sıra arka taraftan başlıyormuş, bense öne geçerek kaynak yapan tek kişiymişim. Ama simitler de çok sıcaktı. "Neyse gidip yanına üçgen peynirde alayım BİM'den" diyerek usulca seyirttim oradan...
İçaforiz
0 notes
akilfikirgezegeni · 13 days
Text
0 notes