Tumgik
allavaeso · 2 years
Text
Kendime her şey yolunda, iyiyiz diyorum ama
Bir kişiyi alışkanlık haline getirmekten daha kötü olanı ne biliyor musun; sevdiğin kişi için alışkanlık haline gelmek. Sen hala onu deli gibi severken, onun yaptığı her şeye hayranlık duyarken, ona yük olduğunu fark etmek çok acı. Onun açısından sevgi namına bir şey kalmadığını görebiliyorsun ama sen onu bırakamıyorsun çünkü çok seviyorsun. O da seni bırakamıyor. Günlük hayatında bir parçasın çünkü. Sana yazmak, nasılsın demek onun günlük görevlerinin bir parçası. Çoğu zaman istemiyor bile bunları yapmak. Sen konuşurken susman için sana bakıyor. Hissediyorsun. Görüyorsun. Ama konuşmaya devam ediyorsun çünkü susarsan onun günlük rutinine bir darbe vurmuş olacaksın. Huzursuz olacağını biliyorsun ve onu çok sevdiğin için asla kötü bir şey hissetsin istemiyorsun. Özellikle senin yaptığın bir eylemin sonucu onu mutsuz etsin istemiyorsun. En ufak bir rüzgarla dağılacağını bildiğin bir örümcek ağına yeni ağlar örmeye devam ediyorsun. Ördüğün ilk ağların zayıflamasını izliyorsun. O rüzgarın yakın zamanda gelmemesi için dua ediyorsun. Elinden gelen bu sadece.
Bakışlarımdan nefret ediyor. “Bana öyle aşık aşık bakma nefret ediyorum cidden.”
Görünüşümden nefret ediyor. “Şişmansın biraz.” “Burnun yamuk.” “Kulakların çirkin.”
Konuşmamdan nefret ediyor. “Off” “Bayılmışım ya” “Çok kötüydü esprin.” “Iy”
Duygularımı göstermemden nefret ediyor. “Ağlamandan nefret ediyorum.” “Bağırma (heyecanlandığım zaman)”
Benden nefret ediyor. Ama birlikteyiz hala. Eğer buna birliktelik dersen. Beni o kadar yordu ki artık iyi geceler mesajı bile atmıyorum. Bu onun umrunda bile değil. Benim ona her gün içimden gelerek yazdığım iyi geceler mesajını artık almıyor olması ne demek üstüne düşünmüyor bile. Beni kaybetmekten korkmuyor çünkü. Sadece ayrılık için adım atmaktan korkuyor. Gün içinde onun için belirli olan bir şeyi kendi elleriyle bozacak cesareti yok. O da benim bozmam için uğraşıyor. İşe yarıyor da. Çok yoruldum. Çok çok çok yoruldum. Tek istediğim sevmek sevilmekti. Ondan ekstra hiçbir şey istemedim. Sanırım bazı şeyler asla gerçekleşmiyor çünkü gereğinden fazla basitler. Komplike mi olması gerekiyor bir ilişkinin yürümesi için? Ben her zaman basitlik, sadelik sundum her zaman da kaybeden taraf ben oldum. Çok çok çok çok yorgunum.
18 notes · View notes
allavaeso · 3 years
Text
827
Seren uyandığında saat 11’i geçiyor olmalıydı. Her sabah yaptığı gibi gözlerini açtı ve parmağını baş ucunda bulunan küçük cam parçasıyla kesip duvara sıkıca bastırdı. Amadeus duvarı birkaç saat daha görmezdi. Kanın pıhtılaşması için kafasındaki eşarbı parmağına doladı. Yatakta oturup odasına göz gezdirdi. Saati tam olarak kavramaya çalıştı çünkü bugün özel bir gündü. Sonunda Turuncu Oda’ya gidebilecekti. En son Turuncu Oda’da bulunmasının üstünden tam 15 gün geçmişti. Son seferi de çok kötüydü, kendi odasındaki rutubet yüzünden hasta olmuştu ve çok duramamıştı içeride. Özenle hazırlandı, en güzel kıyafetlerini giydi. Soytarı da Turuncu Oda’da olacaktı bugün. Heyecandan yerinde duramadı odasından çıkıp koşarak malikanenin koridorlarında koşmaya başladı. Turuncu Oda’ya doğru hızla ilerliyordu. Oda’nın önüne geldiğinde kapının kapalı olduğunu görmek hevesini kırmıştı. Uzun süre beklemek zorunda kaldı kapının önünde. Her geçen saniyenin enerjisini emip bitirdiğini hissedebiliyordu. Dikkatini dağıtmak için geldiği yolda bir ileri bir geri gitmeye başladı. Malikanenin bomboş olmasına bayılıyordu onu çok özel hissettiriyordu. Koridorda tam ikinci turuna çıkacağı sırada kapının sesini duydu. Turuncu Oda açılmıştı ve Soytarı orada onu bekliyordu. Koşarak Soytarı’ya sarıldı onun da Turuncu Oda’da olması içini rahatlatıyordu. Ne zaman Amadeusla tek başına Turuncu Oda’da zaman geçirse odasına döndüğünde camları kırık buluyordu. Onları temizlemekten asla gocunmazdı ama temizlikle zaman kaybetmemeyi yeğlerdi tabii. İçeri girip oturdular Amadeus henüz gelmemişti. Önemli değildi sonuçta gelecekti ve Seren onu görebilecekti. Soytarı gümüş kanepeye oturdu Seren de karşısına. Loş ışıkta karşılıklı oturup yer aynasına baktılar. Seren çok kötü hissediyordu çünkü o gün aynada gördüğü kendisi değil Soytarı’nın ters görüntüsüydü sadece. Onun yansıması aynanın köşesinde kalmıştı ve sadece alnı gözüküyordu. Böyle zamanlardan nefret ediyordu Seren. Neden oluyordu bu, bunun üstesinden gelmek için aylarını hatta yıllarını heba etmemiş miydi. Odasının köşesindeki ağaç kabuğuna kaç kere kazımıştı bu görüntüleri. Ama hala başına geliyordu. Kalkıp gitmek istedi. Amadeus’u görmek bile değmezdi bu acıyı bir dakika daha yaşamaya. Tam gitmek için aynayı kıracak bir nesne aradığı sırada kapı açıldı. O sarı huzurlu ışık huzmesini görmek için kafasını çevirdi. Onun yerine gri bir bulutla karşılaştı. Amadeus gelmişti. Turuncu Oda’nın bugün de iyi gitmeyeceğini anlamıştı ama artık yapabileceği bir şey yoktu. Amadeus çoktan aynanın üstüne kum saatini koymuştu. Gümüş koltuğun karşısındaki sedire oturdu. Aynada kendini görebiliyordu. Derin bir nefes aldı ve loş ışığın verdiği dinginlik hissiyle Amadeus’un sohbetine katıldı. Turuncu Oda için gayet olağan olaylar konuşuluyordu, aynadaki görüntü çok nadir değişiyordu. Ta ki Seren konuşmaya katılana kadar. Amadeus onu hemen susturmuştu. Aynada resmen fırtına kopmuştu. Amadeus aynadan rahatsız olduğundan kendi tarafını küçük bir çakıl taşıyla paramparça etmişti. Şimdi sadece Seren ve Soytarı vardı ama Seren kendini aynada zar zor görebiliyordu. Son bir kez kendine sonra da Amadeus’un parçalanmış tarafına baktı ve bir daha aynaya bakmadı. Kum saatine odaklanmıştı. Seren ne kadar çok gitmek isterse kum tanecikleri o kadar yavaş akıyordu sanki. Ama sonunda bitmişti. Tek bir kum taneciği bile kalmamıştı. Önce Soytarı çıktı odadan. Amadeus Seren’i koridorun sonunda kadar geçirdi. Tek kelime konuşmadılar. Malikane yine formunu değiştirmişti. Seren’in daha bu sabah koşarak neşeyle geçtiği pudra rengi koridorlar şimdi çatlaklarla doluydu ve koyu bir yeşil renge bürünmüşlerdi. Seren bunu konuşmalarını çok istiyordu. Normal değildi. Orada olan hiçbir şey normal değildi. Bir gün insanı kör edecek derecede parlak bir ışık huzmesiyken sonraki gün gri bir yağmur bulutu olmak normal değildi. Duvarların ve yerlerin gün içinde şekil değiştirmeleri normal değildi. Seren’in odasındaki camların sürekli kırılması ve sebebinin malikanenin sürekli değişiyor olması normal değildi. Amadeus’a bunların hepsini söylemek istiyordu onun yüzüne bunları bağırmak istiyordu ama odasını kaybetmek istemiyordu. Ya da odasının tekrar en alt kata taşınmasını istemiyordu. Onu bir kere yaşamıştı ve sürekli sıcak, nemli, karanlık o odadan bütün benliğiyle nefret etmişti. Bu odası ferahtı, güneş hep duvarlarında dans ederdi ve Kırmızı Oda’ya çok yakındı. O konumdaki bir odayı kaybetmemek için susardı. Zaten konuşsa da Amadeus’un umrunda olmayacağını biliyordu.
“Duvarı gördün mü?” diye sordu Seren. En azından bunu konuşabilirlerdi. Amadeus evet anlamında başını salladı.
“Biliyor musun bugünkü 827.ydi” Seren hala konuşmayı sürdürmeye çalışıyordu. Hep bunu yapardı zaten. Hep de başarısız olurdu ama denemeyi hiç bırakmazdı. Koridorun sonuna geldiler. Orada ayrılacaklardı. Amadeus’un cevabını bekledi ama o cevap vermedi. Gri bulut dağıldı ve Seren merdivenlerin başında tek başına kaldı. Yine. Yalnız. Cevapsız. Boşlukta. Yalnız.
Odasına döndüğünde etrafın dağılmış olduğunu gördü. Camların kırıldığını düşünerek telaşla pencereye koştu. Etrafta hiç cam kırığı yoktu. Odasını toplamaya başladı. Daha önce hiç bu kadar uzun sürmemişti odasını temizlemek. Kapının tıkladığını duydu arkasını döndüğünde Selen’i gördü. Selen malikanede benden önce kalan kişiydi. Onun ziyareti çok kısa sürmüştü 1 ay içinde kovulmuştu malikaneden. Burada işlerin ne kadar zor olduğunu bildiğinden ne zaman odası kaosa dönse Seren’e yardıma gelirdi. Seren onu görünce zoraki bir şekilde gülümsedi. Çöp torbalarını Selen’e uzattı. “Hepsi bu kadar mı?” diye sordu Selen. Seren’in elinde açık bir torba daha vardı. Hızlıca odasına göz gezdirdi. Rengi solmuş küpelerini, kirlenmiş kazağını ve siyah tüylenmiş şapkasını çöp torbasına attı. Selen gitmesi gerektiğini belirten bir şekilde boğazını temizledi. Torbayı kapatmak üzereyken baş ucundaki sehpadan kanlı cam parçasını alıp hızlıca torbaya tıkıştırdı. Çöp torbasının ağzını bağlayıp Selen’e uzattı.
“Hepsi bu kadar.”
0 notes
allavaeso · 3 years
Text
Elif
7 yaşındaydım. İlkokula başlamıştım. İlk gün isimlerimizi okudular, bizi sıraya soktular ve sınıflarımıza girdik. Cam kenarında oturuyordum. O güne ve o sınıfa dair tek anım ön sıralarda kıvırcık saçlı esmer bir kızın oturuyor olması. Saçları kocamandı. Tabi o zamanlar kabarık kelimesi benim sözlüğümde yok. Kocaman. Saçları kocamandı. O sınıfta bir gün durabildim. Ailem sınıfımı değiştirdi. Diğer sınıfımın şubesini hiç unutmuyorum. E şubesi. Okula otobüsle gitmiştim. Babam götürmüştü beni okula. Geç kalmıştım ben gittiğimde çoktan herkes gelmiş, derse başlamışlardı. Çok utandığımı içeri girmek istemediğimi de hatırlıyorum. Girmiştim ama sınıfa. En arka sıraya oturmuştum. Tek başıma oturuyordum. Kocaman sınıfta tek başına oturan sadece ben vardım. Kocaman. Tek istediğim yalnız kalmamaktı. Yalnız kalmak çok tuhaf hissettiriyordu. Sıramdan kalkmadım ders bitince çünkü dersin olduğu 40 dakika boyunca sırama alışmıştım artık orada oturmak tanıdık bir duyguydu, tuhaf değildi. İnsanların sınıftan çıkışını izledim. Kimse yanıma gelmedi. Tuhaflık hissi geri dönmüştü beni rahat olduğum, tanıdıklaşmış sıramda rahatsız ediyordu. Hemen kalktım çünkü beni rahat bırakmayacağını hissetmiştim. Sınıfın kapısına doğru yürüdüm gidecek yerim ve belli bir amacım olmasa bile. Zeytin gözlü kız yaklaştı yanıma, küçük beyaz ellerinde siyah bir cüzdan tutuyordu. Birlikte kantine gitmek ister misin, diye sordu. Tuhaf değildi. Zeytin gözlü kızla konuşmak tuhaf değildi hatta heyecan vericiydi. Tabii ki onunla kantine gittim hatta daha sonra yanına bile oturdum. Onun sırası sınıfa daha hakimdi. Orta sırada oturuyorduk. En arka sıranın bir önü. Arkamdakileri göremiyordum elbette ama onu görüyordum. O ışıklar saçan, herkesin ayaklarına kapandığı, insanların arkadaş olmak ve zaman geçirmek için can attığı o kız. E şubesine gelmeden önce hiç kendi yaşıtlarım arasında güzel-çirkin ayırımı yaptığımı hatırlamıyorum. Zaten çocuktuk. Güzel, çirkin, zayıf, kısa ya da uzun değildik çocuktuk biz. Ama o kız bana o ayırımı yaptırdı. Çünkü güzeldi o. O farklıydı. O isterse yakartop oynarken ya da ip atlarken takımları ayırabilirdi. O isterse winx club karakterlerini canlandırdığımız küçük oyunlarda bloom ya da stella olabilirdi. Çünkü güzeldi. Dikkatimi zaten çekmişti çünkü herkes sınıftan çıkarken onun etrafı kalabalıktı. Ben yalnız, ürkmüş bir şekilde otururken o kahkahalar atarak sınıftan çıkıyordu. Zeytin gözlü kıza adını sordum onun.
“Elif.”
Elif. Güzel, uzun boylu, mavi gözlü Elif. Herkesin arkadaşı Elif. Öğretmenin gözdesi Elif. Evet öyleydi gerçekten. O sınıfta, E şubesinde öğretmenimiz tarafından azarlanmayan veya kafasına vurulmayan tek bir kişi vardı o da Elif’ti. Çünkü Elif güzeldi. Ben Elif değildim. Benim insanların yanına gidip adımı söylemem gerekirdi onlarla tanışmak için. Benim yanıma gelmezlerdi. Benim öğretmenimin ağzından çıkacak “aferin” sözü için çok çalışıp ödevlerimi zamanında yapmam gerekirdi tabii o da garanti değildi. Canı o gün isterse aferin derdi bize ama Elif tahtayı sildiği için o aferini hak ederdi. Öğretmenimizin Elif’e aferin demesi için onun varolması yeterliydi çünkü o güzeldi. Her şey çok basitti Elif için. Sanırım o da çoğu zaman bunun farkındaydı çünkü hep kocaman gülümserdi. Kocaman.
Elif sadece ilkokul hayatım boyunca yoktu. Elif bir kavramdı ve ben ilkokuldayken onunla karşılaşmıştım sadece. Elifler hep vardı. Mesela ben ortaokuldayken Elif güzel,uzun boylu ve mavi gözlü değildi. Hatta bütün bu özelliklerin aksine çok da güzel olmayan, kısa boylu ve kahverengi göz rengine sahip bir kızdı. Ama Elif’ti işte. Herkes onun arkadaşıydı hatta bazen onun tanımadığı kişiler bile ‘arkadaş’ oluyordu ona. Elif’le tesadüfen iki cümle kurmuş kişiler hava atmak için Elif benim arkadaşım diyordu. Elif buydu işte. O kadar önemliydi ki onun arkadaşı olmak havalı oluyordu. Ortaokuldayken Elif’in arkadaşı olamadım ben. Hatta onun bir noktada bana acıdığını ve dalga geçtiğini bile düşünüyorum. Nefret ediyordum ondan. O olmadığım için kendimden de nefret ediyordum. Herkes onu seviyor ama kimse benimle konuşmuyor bile neden neden neden neden. Neden?
Çünkü o Elif ve ben o değilim.
Lisede de Elif’in olacağını biliyordum, bunun farkında olarak okulun koridorlarında yürümüş, dik ve hiç bitmeyecek gibi gelen merdivenleri tırmanmıştım. Lisede de ilk günü hatta ilk haftayı kaçırmıştım. İlkokuldan beri ara ara beni ziyaret eden tuhaf hisle kapıdan içeri girmiştim. Boş sıraya, bir kızın yanına oturmuştum. Sınıfa hızlıca göz gezdirmek bile yetmişti bana. Elif ordaydı. Dalgalı kumral saçlarıyla orta sırada oturuyor ve kendisi Elif olduğu için sınıfın kapısından kimin girdiğini umursamayıp arkadaşlarıyla konuşmaya devam ediyordu. Bu Elif de çok güzel değildi, komikti ve diğer Eliflerden farklı olarak kiloluydu. O zamanlar ben de kiloluydum ve o kız bana Elif olabileceğimi düşündürmüştü. Olamadım.
Lisemi değiştirmiştim. Yeni geçtiğim lisede tuhaf his mutasyona uğramıştı çünkü bu okulda birden fazla Elif vardı. Hatta bir tanesiyle arkadaş olma şerefine erişmiştim. Hayatımın en kötü deneyimi. Elif güzeldi, vücudu güzeldi, sarışındı, yemyeşil gözleri vardı ve çok fazla konuşmazdı. 15 yaşındaki bir erkeğin istediği her şey mevcuttu onda. O yüzden erkekler Elifin etrafındaydı hep. Ben ise bir hiçtim. Benim için hiç önemli değildi o erkeklerin beni güzel bulması veya benimle sevgili olmak isteyip istememesi. Benim için önemli olan mutasyona uğramış tuhaf hissi yok edecek kadar insanla arkadaş olmaktı. Yıllar içinde öğrenmiştim, ne kadar çok arkadaşım olursa tuhaf his o kadar çabuk yok oluyordu. Arkadaş demek tanıdık demekti çünkü. Tanıdık his, ait olma duygusu… Elif yanımdayken hiç mümkün olmadı tabi. Ama Elif’i Elif olarak değil, normal bir insan olarak görüyordum. Beni anlayan, esprilerimi komik bulan ve benimle zaman geçirmek isteyen birisi. O yüzden onun yanından ayrılmayı hiç düşünmedim bile. Hayatımın en kötü kararı. Ben ne istediysem Elif’in onlara efor sarf etmeden ulaşmasını izledim onun yanında olduğum sürece. Arkadaş grubu hep istediğim bir şeydi, bunun için çabaladım olabildiğince kendi kafamdan uyuştuğum insanları etrafıma toplamak için uğraştım. İşe yaramadı. Benim anlaştığım insanlar birbirleri ile anlaşamadı. Elif sadece varoldu ve onu 5 farklı arkadaş grubuna dahil ettiler. Hep beni anlayan ve yanımda olabilecek, sevip sevildiğim bir ilişki istedim. Erkekler her seferinde Elif’i tercih etti. Beni tercih edenler ise ikinci seçenek olduğumu çok açık bir şekilde gösterdi. İkinci seçenektim, Elif’in yanında bir hiçtim ben. Ama hiç gitmedim. Elif tam olarak buydu işte. O kadar etkileyici, o kadar muhteşem ki büründüğü maskenin nasıl olduğu hiç önemli değil, sen onun etrafında olmak istersin hep.
Elifler hep var ve var olmaya devam edecekler. Sen de ya Elif olmak isteyeceksin ya da Elif’in yanında olmak. Ta ki bunların hiçbirini istemeyene kadar. Ama o zaman gelene kadar Elif kavramı seni ve kişiliğini yutacak, kendi gerçekliğinde senin şeklini mahvedecek ve sen ondan kurtulduğunda olduğun ve asıl olmak istediğin kişinin parçalarını toplamak zorunda kalacaksın. Tek parça haline geldiğin zaman artık kendin olduğunu bilmek seni gülümsetir belki. 
Kocaman.
0 notes
allavaeso · 3 years
Text
Sonun Başlangıcı
Biliyordum. Her zaman böyle oluyor zaten. Hayat böyledir diyip devam ediyoruz. Sana söylemiştim. Ben demiştim….
Ekim ayıydı. İzmir’in en güzel olduğu aylardan biri. Hava ne sıcak ne soğuk ama geceler daha uzun. Sokaklar daha erkenden boş kalıyordu. Bize kalıyordu bilmiyorum sen de hatırlıyor musun ama ben hatırlıyorum. O günü nasıl unutabilirim ki. Sana söylemiştim. Sen o hep giydiğin, çok rahat ettiğin siyah eşofmanın ve her yerine kokun sinmiş olan sweatshirtünle yanımda duruyorken. O an susup sana uzun uzun bakmıştım ama bunu hep yapardım. O gün sormamıştın bile neden bakıyorsun diye. Ah o soru.. Hep hiç öylesine bakıyorum işte derdim. Hiçbir zaman öylesine bakmadım. Gördüğüm en göz alıcı, en güzel şey sendin. Sorsalar bütün ömrümü sana bakarak geçirebilirdim. Ama bunun hiç gerçekçi olmadığını hep biliyordum. İlk seni görüp yanına geldiğim günden beri biliyordum. O yüzden uzun uzun bakardım sana. Her yerini ezberlemek için. Ne zaman seni görmeye ihtiyacım olsa gözlerimi kapatıp görebileyim diye.
“İstersen eve geçelim soğuk olmaya başladı.”
Sigaranı yakışını ve cevap almak için bana bakışını hatırlıyorum. Tamam diyebilirdim, benden beklediğin cevap da buydu zaten. Evinin önündeki parkta oturuyorduk. Çok eski bir parktı, metal kaydırağı ve kırık iki salıncağı vardı sadece. Kimse gelmezdi o parka zaten birilerinin oynayabileceği bir durumda da değildi. Sanırım sonun başlangıcında beni ikna eden de kırık salıncakların insan-savar görevi görüyor olmasıydı. O salıncaklar kırık olmasa ve her an birilerinin oraya gelebileceği ihtimali olsa asla sen sigarandan ikinci nefesini aldığın sırada karşında dağılıp ağlamaya başlamazdım. Seni o kadar korkutmuştum ki sigaranı kaldırımın kenarına fırlatıp hemen bana sarılmıştın. Oysaki hep ağlardım yanında. Hissetmiş miydin bunun normal ağlamalarımdan farklı olduğunu? Hiç sorma şansım olmadı maalesef.
“Noldu, iyi misin?”
Sesini, bu soruyu sorduğunu duyuyordum ama sanki çok uzaktan geliyordu. Her şey çok uzaktaydı sorun da buydu zaten. Kendi kendime çok tekrarladım. Konuşma,konuşma,sakın konuşma,bu onun sorunu değil onu da sürükleme, konuşma…
Ben çok yoruldum,dedim. Kelimeler ağzımdan döküldüğü saniye bana sarılan sıcak bedeninin soğuduğunu hissettim. Konuşmak istemiyordun çünkü bundan sonra söyleyeceklerimi biliyordun. Çok uzun zamandır aynı konuda “şaka” yapıyordum. O şakalarımdan nefret ediyordun zorlama gülüşlerinle geçiştirdiğini sanıyordun ama ben her sahte gülüşünle biraz daha karanlığa çekiliyordum. Beni anlamanı çok istiyordum, biriyle her şeyi konuşabiliyor olmayı istiyordum. Sen ise sadece yanında gezdirebileceğin güzel bir yüz ve düzenli seks istiyordun. O yüzden sen beni anlıyormuş gibi yapıyordun ben de kısa süren sevişmelerimizden zevk alıyormuş gibi davranıyordum. İkimiz de birbirimizi kandırmaya çalışıyorduk ama ikimiz de biliyorduk. O ekim akşamı olması gereken olmuştu sadece ama olması gereken şekilde olmamıştı.
“Nasıl yorgunsun ne demek istiyorsun?”
“Yorgunum. Mutlu değilim ve ne yaparsam yapayım asla mutlu olamıyorum. Ölmek istemiyorum lütfen öyle algılama. Aksine yaşamak istiyorum. Yeni insanlarla tanışmak, farklı etkinliklerde bulunmak, dünyayı gezmek istiyorum. Ama çoğu zaman kendi evimi bile gezemiyorum. Yataktan kalkmak, yemek yemek, diş fırçalamak dünyanın en zor işleri gibi geliyor ve çoğu zaman bunları yapamıyorum bile. Duşa girebilmeyi başarı olarak sayıyorum. Gerçi, başarılarımdan da asla mutlu olamıyorum o yüzden çok da önemli değildir bu. Başarılarımdan mutlu olamıyorum. Bir insan nasıl takdir edildiğini görüp hiçbir şey hissetmez? Bütün ortaokul ve lise hayatım boyunca sevip sayılacağım bir ortam istedim ve şimdi istediğim şeye sahip olmama rağmen mutlu değilim. O kadar mantıksız ki. Her gün kendime ne sorunum var diye soruyorum. Hiçbir sorunum yok hayatım hiç bu kadar iyi olmamıştı. Neden mutlu değilim? Arkadaşlarımın yanında bile mutlu değilim, hiçbir şey hissedemiyorum ve hiçbir şey hissedememekten çok yoruldum. İnsanları kaybediyorum. En yakın arkadaşlarım dediğim iki insan hiçbir sebep yokken benimle konuşmayı kesti. Herkes gidiyor ve ben bundan da çok yoruldum. Beni neden sevmiyorlar? Ben ne yaptım onlara neden onlara ihtiyacım varken hiçbir sebep göstermeden çekip gittiler?”
Son söylediğimi, hala canımı çok acıtan o soruyu bağırmıştım ama onu duymamıştın. Gözyaşlarımın, acı hıçkırıklarımın arasında yitip gitmişti.
“Eski halimi çok özlüyorum. Eski beni tanısan çok severdin.”
O simsiyah gözlerini bana dikmiştin. Gözlerin o kadar siyahtı ki asla göremezdim. Ne düşünüyorsun, nasıl hissediyorsun asla bilemezdim.
“Ben şimdiki seni o kadar çok seviyorum ki bundan daha çok sevebileceğim ve bundan daha iyi olabilecek bir versiyonu hayal edemiyorum. Ben yanındayım ve asla gitmeyeceğim. Seninle mini kılıç savaşlarımızı yapmak için hep burada olacağım.”
Neden böyle şeyler söyledin? Sadece sussan olmaz mıydı? Neden tutamayacağın sözler verdin?
“Saçmalama sen de gideceksin tabi ki. Herkes beni bırakır. İstisna olacağından şüpheliyim.” dedim kıkırdayarak. Kendimi o kadar uzun süredir yeriyordum ve şakaya vuruyordum ki refleks olmuştu. O gece kıkırdamak istememiştim. Çok ciddiydim. Gözlerin benim için bir gizem olsa da ellerini okuyabiliyordum. Ne zaman ciddileşsen serçe parmağını ve yüzük parmağını bükerdin. Heyecanlandığın zaman orta parmağını çıtlatırdın. Sinirlenince baş parmağını işaret parmağına bastırırdın ama elin asla gerilmezdi.
“Hadi Zeynep eve geçelim ağlamaktan yüzün gözün kızardı.”
Bana beni sevdiğini ve hiç gitmeyeceğini söylerken serçe parmağını ve yüzük parmağını bükmüştün.
Eve gitmiştik. Ben duşa girmiştim sen ise bizim sonumuz için temel atıyordun salonda. Televizyondaki aksiyon filminin sesini ve ihanetinin kokusunu çok net duyabiliyordum duşakabinin içinden. O gece ikisini de görmezden gelip kendimi sıcak suya bırakmayı seçmiştim. Biliyordum. Ben demiştim…
11 notes · View notes