arenserpentbeard
arenserpentbeard
weekly letter
2 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
arenserpentbeard · 1 year ago
Text
Görselden metne #1
Elinde dikkatle tuttuğu gaz lambasına baktı. Uzun süre odaklanarak bakarsa zamanın daha hızlı geçeceğine inanmak istiyordu. Ayrıca üzerinde oturduğu taşın ısınmasını da istiyordu, bir süre daha burada böyle bekleyecekse poposu hem acıyacak hem üşüyecekti. Ne kadar süre orada bekleyeceğini ise bilmiyordu, babası o dönene kadar buradan ayrılmamasını söylemişti sadece. Ona nereye gittiğini, ne zaman geleceğini soramadan ortadan kaybolmuştu. Neyse ki gaz lambasını daha yola çıkmadan yakmıştı. Samuel anlam verememişti hava karanlık değilken babasının bunu yapmasına, ama babası öyle apar topar gittikten sonra anlamıştı acelesinin nedenini. Yola çıkmadan önce yakmasaydı o acelede yakmayı unutabilird, Samuel de kendi başına yakamazdı, karanlıkta öyle kalakalırdı. Gerçi, bulunduğu yerde ağaçlar çok sık değildi, ay dolunaysa ışığı yeterli gelirdi ama bunu riske atmaya değmezdi.
Akşam boyunca havanın nasıl olacağını düşünüp endişelendi. Akarsuyun yanından geçerken su içmek istemiş, ayağı kayıp düşünce de tişörtünü kirletmişti. Akan suda dikkatlice ovalasa da otların yeşil lekesini geçirememişti. Babası “Annen halleder” diyerek tişörtü alıp çantasına koyunca üstsüz kalmıştı. Şimdiyse üşüyüp üşümeyeceğini merak ediyordu, keşke babası bunu da önceden düşünseydi. Aslında babası bunu da önceden düşünmüş olmalıydı, serin olacağını bilse çantasındaki tişörtlerden birini giymesi için ona verirdi. O nedenle bunun hakkında daha fazla endişelenmemeye karar verdi. Zaten endişelenebileceği daha pek çok şey vardı. Babası nereye gitmişti, onu neden burada bırakmıştı, neden hiçbir açıklama yapmamıştı? Zihninden geçen sorular esas olarak bunlardı. Kamptan uzaklaşmış sayılırlardı, dönmeye kalksa kendi başına hele de karanlıkta yolu tahmin edemezdi. Hem patika yol da arkada kalmıştı, her yer çimenlikti, yola çıktığında bir süre dümdüz yürüyüp yürümediğini bile anlayamazdı karanlıkta. Hem burada akşamları ona saldırabilecek hayvanlar var mıydı? Buna da ihtimal vermedi, babasının böyle bir durumda onu yalnız başına bırakıp gitmeyeceğinden emindi.  Yine de içinde bir huzursuzluk vardı. Yola çıkmadan hep açıklama yapılmıştı şimdiye kadar, bu kez neyin değiştiğini merak ediyordu. Kimse onlarla gelmeyi teklif de etmemişti. Jeffrey ve Ruth uzaktan babasını selamlamış, nereye gittiğini bile sormamışlardı. Ruth’un kızı Ida’yı düşündü. En azından o onlarla gelmiş olsa zaman daha çabuk geçerdi, sıkılmazdı. Sırtındaki maşrapayı çıkarır, etraftan küçük taşlar da toplayarak müzik yaparlardı. Son zamanlarda ses çıkarabilecek bütün eşyaları kullanarak ritim tutmaktan zevk alıyorlardı. Perşembe akşamları törende müzik yapan abilerden esinlenmişti Ida. Samuel de büyüdüğünde o abiler gibi olabilmeyi istiyordu.
Eliyle bacağına vurarak ritm tutmaya başladı. Daha yeni başlamıştı ki arkasındaki otlardan bir hışırtı duydu, irkildi. Arkasını döndüğünde babasının ona doğru geldiğini gördü.  
*Aşağıdaki linkteki görseli önüme açıp betimlemeye ve biraz da olay eklemeye çalışmak suretiyle yazdığım yazıdır. Olay uzun süreler boyunca anlatılabilir veya devamı hiç gelmeyebilir, bilmiyorum, zaman gösterecek. https://hizliresim.com/s8k4c96
0 notes
arenserpentbeard · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
#NeOkudum? / Nisan 2024
Benim adım Seray. Yılın başından beri çeşitli sancılar çekiyorum. Bu çeşitli sancıların bazılarında bunun yaratım sancısı olup olmadığını sorguluyorum ve erkek arkadaşımdan “Bir şeyler yazmayı denesene” gibi cümleler duyuyorum. Buna mutlu da oluyorum çünkü yazarak yaratma eylemini severim. Hayattaki 29 yılımın çok ufacık kısımlarında da yazmışlığım vardır. Fakat bunu düzenli olarak yapmanın hayalini hiç kurmadım. Ta ki geçen haftaya kadar.
Geçen Çarşamba, çok sevdiğim yazar Mahir Ünsal Eriş şehrimde imza gününe geldi. Bir yandan soru – cevap, muhabbet de eşlik etti güne. Orada 90 haftadır (sayıdan emin değilim, şimdi tekrar araştırmaya da yeltenmedim doğrusu fakat kabaca büyük bir sayı olduğu konusunda herkes hemfikirdir) Kafa Dergi'de (ya da Ot muydu, orayı da tam dinlememişim) hiçbir hafta aksatmadan yazdığını söyledi. O güne dek hep yazarak yaratmak konusunda – en azından kurgu metinler için – sevdiğim yazarların özel bir yeteneğe sahip oldukları için o kadar iyi yazdıklarını düşünürdüm. Mahir Ünsal Eriş de en sevdiğim öykücülerden biri, tarzına hayranım. O da bu gruba dahildi. Elbette kişide yetenek olmalı fakat o gün ondan bu hiç aksatmadan yazmayı sürdürdüğünü duyduğumda, yaratıcılık konusunda istikrarın ne kadar önemli olduğunu da hatırladım. Elbette hala “Düzenli yazarsam hayran olduğum bütün o yazarlar gibi olabilirim” gibi bir iddiaya sahip değilim; fakat düzenli yazma eyleminin bana keyif vereceğini ve hem kişisel hem mesleki hayatımda beni geliştireceğini tahmin ediyorum.
Bu nedenle buradayım. Geçen hafta, ilk yazım için kağıt kalemin/bilgisayarın başına (henüz ne yazacağıma karar vermediğimden bu kısmı belirsizdi) bu Pazar oturmaya karar vermiştim. Bu sabah uyandım ve “Ne yazacağım?” kaygıları başladı. Zihnim bomboştu ama bir şeyler de bulurdum, öyle hissediyordum. Bu noktada da başka bir esin kaynağı imdadıma yetişti. Canım arkadaşım Çağnur, geçen ay okuduğu kitaplar hakkındaki yorumlarını instagram hikayelerinde kendine has biçimde paylaşmıştı. O kendine has biçimi çok hoşuma gittiğinden bunu sürdürmesini rica etmiştim. Bu ayki de çok tatlı bir tesadüf olarak bugüne denk geldi. Bir süre yorumları üzerine düşündükten sonra “Neden ben de her ayın son Pazarı o ay okuduklarımı yorumlamayayım ki?” diye düşündüm. Bu Pazar da bu ayın son pazarı. Bu bir yandan hile yapmak, kolaya kaçmak gibi geliyor ama diğer yandan hep zordan başlamak gereklidir gibi bir kuralı dayatmaya çalışan içsel sesime meydan okuyabildiğim için mutluyum. İnsan bazen kolaya kaçabilir, bunda bir sorun yoktur.
Yazmaya başlama hikayem böyle. İstikrarı sürdürebilmeyi ve bana iyi gelmesini umuyorum.
Hazırım ve başlıyorum. İlk yazım olduğu için kendime sayfa/kelime sınırı koymadım. Dolayısıyla çok uzun olabilir. İleride az sözle çok şey anlatma yeteneğimi geliştirmek amacıyla sınırlar koyarak kendimi mücadeleye davet etmek planlarım arasında.
Bu ay çok bereketliydi okuduğum kitaplar açısından. Kronolojik olarak Anna Karenina, Halüsinasyon, Asılacak Kadın, Olduğu Kadar Güzeldik ve Yaban Ördeği okudum/dinledim. Bu ayın böyle bir önemi de var, ilk kez sesli kitap dinlemeye başlamasam da ilk kez bunu sürdürüp kitapları bitirebildim. Kitabı okumak yerine dinlemenin zihnimde çeşitli çağrışımları var, bu belki başka bir yazının konusu bile olabilir. Okuduklarımı sayarken kronolojik sıraya uydum fakat beni en çok heyecanlandırandan en az heyecanlandırana göre bir sıra izleyeceğim anlatırken.
Anna Karenina / Tolstoy
Geçen yıl ilk kez dahil olduğum Bizim Büyük Challengeımız okuma grubunun listesinde “Tolstoy’a ait bir kitap” maddesi vardı. Ben de sırf bu maddenin üstünü çizmek amacıyla, fazlaca düşünmeden arkadaşımın kütüphanesinde gördüğüm “Hacı Murat”ı ödünç alıp okumuştum. Ama keşke yapmasaydım, hayatımda en az beğendiğim kitaplar sıralamasında önemli bir konuma sahip ne yazık ki. Böyle bir riskin olduğunu bile düşünmemiştim, sonuçta Tolstoy. Ve kitapla ilgili eleştirilerimi Goodreads grubumuzda da yazmıştım. Yöneticilerden biri ise çok güçlü olduğunu okurken bile hissedebildiğim bir heyecanla Anna Karenina överek beni fırsat bulursam okumaya ikna etmişti. Geçen Eylül’de Anna Karenina’yı satın aldım fakat bu yıl Şubat’a kadar başlama fırsatı bulamadım. Şubat’ta başladığım kitap ancak Nisan’da bitebildi, çünkü bin kusür sayfa. Fakat isterse on bin kusür sayfa olsun, yine okur muydum, kesinlikle okurdum. Öncelikle, İnsan Neyle Yaşar veya Hacı Murat’ı yazan Tolstoy ile Anna Karenina’yı yazan Tolstoy’un aynı kişi olmadığına yemin edebilirim ama kanıtlayamam. Sonralıkla, bir kitabı okurken elbette olayları, kişileri, film sahnesiymiş gibi zihnimizde hayal ederiz. Fakat bunu her sayfada yapamayabiliriz; betimlemeler yeterli gelmeyebilir, yazar olayları kurgularken minik hatalar yapmış olabilir ve bu durum buna engel olabilir, hayal edebilmemiz için bize yeterince veri vermemiş olabilir, bir şekilde bizi sıkabilir ve daha pek çok başka neden… Fakat Anna Karenina’nın her bir satırı tam olarak bunun aksini kanıtlamak için yazılmış gibi. Temel karakterler dışında pek çok yan karakter var fakat hiçbiri için “gereksiz” yakıştırması yapılamaz. Aynı şekilde hiçbir olay “Bunu neden okudum ki şimdi?” sorusunu sormanız için hareketlendirmez sizi. Tüm bunların yanında, her bir karakterin içsel süreçlerini de bir akıl sağlığı uzmanı edasıyla harika şekilde anlatmıştır Tolstoy. Üstelik tıpkı bir uzman edasıyla herkes Anna’yı yargılarken, onun bir kez bile yargıladığını okumazsınız. Halbuki ne kadar kolay; Tolstoy bir erkek, kocasını aldatan bir kadın, o dönemde (her dönemde?) erkekler bu konuda bir ayrıcalığa sahipmişler gibi görünür fakat kadınlar aldatıyorsa kesin olarak ahlaksızdırlar. Üstelik önceki Tolstoy okuma deneyimlerim bana onun muhafazakar bir tarafı olduğu izlenimini de vermişti. Dolayısıyla şaşırdığım, fakat aşırı beğendiğim yönlerinden biri de buydu kitabın. Gönlüm ister ki her yıl tekrar tekrar okuyayım, her seferinde yeni şeyler bulayım, daha çok hayran olayım – ki sıkılacağımı hiç sanmıyorum tekrarladıkça – fakat kitabın hacmi beni bir süre bundan alıkoyacak gibi görünüyor. Fakat zihnimde kapladığı hacim ve beni etkisi altında bırakma düzeyi hiç azalmadan sürüp gidecek.
Goodreads’te Anna Karenina için yazılan yorumları okurken, Orhan Pamuk’un kitap hakkında şunları dediğini öğrendim (buraya eklemesem eksik hissederdim, dünyanın en haklı cümleleri zira):
“Okuduğum en mükemmel, en kusursuz, en derin ve en zengin roman. Tolstoy’un her şeyi gören, herkesin hakkını veren, hiçbir ışığı, hareketi, ruhsal dalgalanmayı, şüpheyi, gölgeyi kaçırmayan, inanılmayacak kadar dikkatli, açık, kesin ve zekice bakışı, bu romanın sayfalarını çevirdikçe okura, ‘evet, hayat böyle bir şey!’ dedirten kitap. Yarıştan önceki bir atın diriliğini, mutsuz bir bürokratın yavaş yavaş düştüğü yalnızlığı, bir kadın kahramanının üst dudağını, bir büyük ailedeki dalgalanmaları, hep birlikte yaşanan hayatlar içinde tek tek insanların inanılmaz ve hayattan da gerçek kişisel özelliklerini Tolstoy mucizeye varan bir edebi yetenek, hoşgörü ve sanatla önümüze seriverir. Roman sanatı konusunda eğitim için okunacak, defalarca okunacak ilk roman Anna Karenina’dır.”
2. Asılacak Kadın / Pınar Kür
Asılacak Kadın, birinciliği Anna Karenina’ya – burun farkı diyemesek de – çok ufak bir farkla kaptırdı. Anna Karenina için hazırlıklıydım, neyle karşılaşacağım hakkında az biraz fikrim vardı fakat Asılacak Kadın beni şaşırttı. Tüm şaşırmalarım böyle olsun. Bu kitabı okumayı bir süredir istesem de satın almadım. Storytel reklamlarının beni etkilediği günlerden birinde, deneme süresinde rastgele biçimde (aşırı rastgele değil elbette ama üzerinde çok da düşünmeden) bunu dinlemeyi seçtim. Bu noktada sesli kitap dinlemeye zirvede başladığımı da söyleyebiliriz bence çünkü seslendiren Tilbe Saran ve kendisi menemen tarifi bile okusa duygudan duyguya sürükleniriz (buna benzer bir cümleyi Harun Tekin, Şebnem Ferah için kurmuştu; ondan alarak kullandım). Okuduğumuzda da duygudan duyguya sürüklenme ihtimalimiz hayli yüksek olan bu kitap için çok heyecanlanmayayım da napayım. Anlatması oldukça zor bir konuyu böyle güzel anlatabildiği için Pınar Kür’e en yoğun duygularımı ve saygılarımı gönderirim.
Bu kitabın hoşuma giden taraflarından biri de her bölüm başka bir kişinin ağzından yazılmışken bu karakterlerin her birinin karşınızda kanlı canlı durduğunu hissettirmesi. Tiyatroda, canlandırılacak karaktere hazırlık süreci başlı başına bir iştir ve oyuna hazırlığın toplam süresi içinde önemli bir kısmı buna ayrılır. Eskiden bunu aklıma getirmezdim fakat şimdi düşünmeden duramıyorum: bir oyuncu bir karaktere hazırlanırken böyle emek veriyorsa, o karakterleri hazırlayan yazar nasıl emek veriyordur. Asılacak Kadın’ın her biri farklı karakterin ağzından ve harika şekilde yazılmış bu bölümlerini okuyunca Pınar Kür’e hayran olmayayım da napayım.
Son olarak, bu kitabın bir dönem yasaklanmasına çalışıldığını kapanışta öğrendim. Pınar Kür’ün savunmasını okudu Tilbe Saran. Yasaklanmaya çalışılmış bir kitaptan etkilenmemem söz konusu bile değil elbette. Bir kitabı değerlendirirken başına böyle şeyler gelip gelmediğini de göz önünde bulundurmama neden olan bu coğrafyada yaşadığım için kendimi nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyorum.
3. Olduğu Kadar Güzeldik / Mahir Ünsal Eriş
Üçüncü sırada, İletişim Yayınları baskısına sahip olan herkesi kıskandığım Olduğu Kadar Güzeldik var. (Gözüme bana verdiği ilhamı düşününce şimdi Mahir Ünsal Eriş’in kitabı hakkında yazmanın duygusallığı kaçtı aniden.). Öykülerinden hep aynı tadı alıyorum. Bu tadı anlatmak için Olduğu Kadar Güzeldik’e Sait Faik Hikaye Ödülü’nü verirken Doğan Hızlan’ın kurduğu cümleleri alıntılayacağım: “Gündelik yaşamın içindeki sıradan insanın zayıflıklarını ve güçlü yanlarını gerçekçi ve vicdanlı bir dille anlatmada ki ustalığı nedeniyle bu ödül verilmiştir.”
Lisans yıllarımda Memleketimden İnsan Manzaraları’nı okumuştum. O zamana kadar okuduğum sınırlı sayıda kitap, bana bir karakterin bir kitapta bulunması için başına bir şeyler gelmesi gerektiğini (veya birtakım özel özelliklere sahip olması gerektiğini) düşündürmüştü hep. Memleketimden İnsan Manzaraları’nda ise sıradan insanları okumuş ve çok şaşırmıştım. Mahir Ünsal’ın okuduğum tüm öykülerindeki bu sıradan insanlar; bu sıradan insanların yaşadıkları, düşündükleri ve hissettiklerinin aktarılış biçimi beni çok duygulandırıyor. Bu bir yarış değil elbette ama Olduğu Kadar Güzeldik’in burada üçüncü sırada yer alması tamamen Anna Karenina ve Asılacak Kadın’la aynı ay içinde okumuş olmamdan kaynaklanan bir talihsizlik. Tarzını, düşüncelerini, yazım biçimini çok sevdiğim Mahir Ünsal’la aynı ortamda bulunabildiğim, onu dinleyebildiğim için çok şanslı hissediyorum. Bütün bunları yapamasaydım bile onun yazdığı herhangi bir şeyi okuyabildiğim için çok şanslı hissediyorum. Kitabın adı bile çok tatlı, çok az kitap adı bana bu sıradanlığın rahatlatmasını hissettirebilmiştir.
4. Yaban Ördeği / Henrik Ibsen
2017’den beri Norveç kültürüne ait eserlere hafif bir merakım var. Sebebi sadece bir Norveç dizisini ve dizideki bir oyuncuyu çok beğenmem. Çok komik… Ibsen de oradaki klasiklerden sayılan bir yazar. Tiyatroyla da ilgilenmeye başlayınca radarıma almıştım Yaban Ördeği’ni. Storytel’de görünce dinlemeye karar verdim. Yaşım yetmediği için hiç radyo tiyatrosu dinleyemedim ama bu eksiğim bu sayede kapanmış oldu. Fakat seslendirmelerin çok azını beğendim. Biraz yapay geldi. Seslendirenlerin oyuncu olup olmadığını araştırmadım, belki bu eleştirim gereksiz yere olabilir zira tiyatrocu değillerse böyle bir beklenti içinde olmam haksızlıktır bence. Onun dışında genel olarak metni beğendim. Sonunun tahmin edilebilir olması canımı sıkmadı, yazıldığı dönem şartlarında işler böyle yürüyordur diye tahmin ediyorum. Ayrıca zaten esas mesele sonu değildi, sembolik anlatımla yazılmış olduğu için; bunun üzerine düşünmeyi daha değerli buluyorum. Yakın zamanda İstanbul’da Tiyatro Pera’nın sahnelediğini öğrendim. Onlardan ya da değil, bir gün oyununu da izleyebilmeyi dilerim.
5. Halüsinasyon / Alain Kentigerna
Geldik bu liste içinde hiç tarzım olmayan tek kitaba. Arkadaşım Görkem, rüyasında bana kitap verdiğini gördüğü için gerçek hayatta da bana bir kitap hediye etmeye karar vermiş ve psikolog olduğum için de bu kitabı seçmiş. Gerilim ve polisiye sevmediğimi söyleyemem, çok okuduğum bir tarz olmasa da arada denk gelip beğendiğim kitaplar var ama bu kesinlikle onlardan biri değil. Okurken daha ilk sayfalarda “Böyle fikirlere ne kadar kolay vardı, elinde çok az bilgi var ama katilin psikolojik özelliklerine dair çıkarımları oluverdi hemen” diye düşünerek rahatsız olduğumu hatırlıyorum. Hızlı okudum, bu nedenle senaryoyu eleştirebileceğim verileri atlamış olma riskimden dolayı susuyorum; ama senaryoda hatalar olabileceğine dair şüphelerim var ve bütün bu hızlı okumama rağmen yazım hatalarını hiç kaçırmadım çünkü alabildiğine hata vardı. Çevirmeni eleştirmek ihtiyacı duyup araştırdığımdaysa kitabın aslında Türkçe olduğunu, kapakta adı yazan yazarın aslında Türk birinin mahlası gibi bir şey olduğunu öğrendim. Ne gerek var? Polisiye gerilimden başka bir şey okumayan ve bu yazarın da birkaç kitabını okuyan bir arkadaşım, okuduğu kitapları çok beğendiğini söyledi. Çok yüksek ihtimalle ikimizin bir kitabı beğenme kriterleri çok farklı, ama yine de onlar arasından birine şans verebilirim gibi görünüyor ileride – buna olan öfkem bittiğinde. Ayrıca umarım, psikolojik gerilim yazmadan önce psikolojik rahatsızlıklarla ilgili sağlam bir araştırma yapması ve doğru bilgilere sahip olması gerektiğini de yazara onu seven bir insan söyler.
Mayıs’ta da yeterince heyecanlanabileceğim kitaplar okuyabilmeyi ve elbet bunun hakkında yazabilmeyi diliyorum.
1 note · View note