Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Allah'tan başkasından yardım istemek, dua ederken vesile kılmak, evliyalardan medet istemek hakkında bilgi verir misiniz?
Soran : Tanimsiz933
Tarih: 16.08.2006 - 13:38 | Güncelleme: 03.09.2018 - 14:47
Soru detayı
- Dinde vasıta olur mu?..
- Özellıkle bizim Doğu'da yaşanıyor bu olay; bir musibete bir belaya düştüğünde "Medet Ya Gavs Abdulkadir-i Geylani" ya da başka âlim bir zatın ismini söyleyip medet istiyorlar ve çoğu zaman da gerçekleşiyor.
- Bunun dinimizdeki yeri ve açıklaması nedir, istiğase ve vesile caiz midir?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Meded dilemek, yardım istemek demektir. Her türlü yardımın kaynağı ve başvurulacak mercii Allah Teâlâ'dır. Allah Teâlâ'dan başkasından yardım dilemek söz konusu olamaz. Tasavvufta Hz. Peygamber (asm), şeyh veya benzeri maneviyat büyüklerinden istimdad, doğrudan onların şahıslarından bir talab demek değildir. Belki onların indi ilahideki itibar ve derecelerinden yararlanmak için bir tevessüldür. "Meded ya şeyh", "Meded ya Abdelkadir", "Meded ya Gavs-ı Azam" gibi lafızlar ve levhalar, bu şahıslara duyulan manevi sevginin bir ifadesidir.
İnsan, beşer olmanın gereği sığınma duygusu taşır. Çocuk anne babasına, talebe hocasına, mürid şeyhine sığınmak ve yakın olmak ister. İstimdad bu sığınma duygusunun tezahürüdür. Vahdet-i vücud inancındaki "insan-ı kamil", Allah Rasülü'nün ahlakıyla ahlaklanmış, Hakk'ın mazharına nail olan demek olduğu için, ruhani bir tasarrufa da mazhardır. Mazhardır diyoruz çünkü gerçek tasarruf Allah'ındır. Kul veya kişi bu tasarrufun görüntüsüdür. Bu itibarla salik ve derviş, insan-ı kamil olarak gördüğü şeyhinden tarikat piri ve pirlerinden birinden istimdad ve istiane ettiğinde, aslında talebini Allah'a arzetmiştir. Kudret ve kudret sadece O'na aittir. Konuya bu açıdan bakıldığında şer'i bir tehlike söz konusu değildir. Ancak istimdad edilen kişinin bizzat kendisinde bir güç ve kudret görüp taleb ondan olacak olursa, elbetteki caiz olmaz. (Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikat, Prof. Dr. H. Kamil Yılmaz, s. 323)
İstiğase ayrı, vesile ayrı bir şeydir. İstiğase yardım istemek anlamını ifade eder. Vesile ise gayeye vasıta olan şeydir.
Zevilukul olan kimseden istiğase etmek meselesine gelince, bakılır, kendisinden istiğase edilen kimse salih ve mü'min değilse, ister gaib olsun kendisinden istiğase etmek caiz değildir. Fakat salih bir kul olursa, huzurunda veya kabri başında olursa, şefaat dilemek maksadıyla ondan istiğase etmek caizdir.
Çünkü ölü olan kimse her ne kadar berzah alemine intikal etmiş ise de kendisine has bir hayatı vardır. Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
"Peygamberler kabirlerinde diridirler." (İbn Mâce, Cenâiz 65)
Peygamberlerin, mezarlarında diri olduklarına bir delil de, Hz. Peygamber (asm), mir'ac sırasında Mescid-i Aksa’da bütün peygamberlerin ruhlarıyla buluşması ve semada karşılaştığı her peygambere selam verdikçe, Peygamberimiz (asm)’in selamını almasıdır. Yine Bedir savaşında ölmüş müşrikler hakkında da şöyle buyurdular:
"Siz bunlardan fazla işitmezsiniz; ancak cevap veremezler."
Ehli tasavvufa göre makam sahibi olan bir veli, ister ölü ister uzakta olsun ondan istiğase edilir. O yardım etme yetkisine sahiptir. Özellikle ehli tasarrufun yardımı dünyada olduğu gibi dünyadan göç ettikten sonra da vardır, devam eder.
Vesile ise, demin dediğimiz gibi, gayeye yetişmek için vasıta olarak kullanıları şeydir. Bunların çeşitleri vardır:
1. Cenab-ı Allah'ın isimlerini vesile kılıp tevessül etmek: İbni Mace, Hz. Aişe'den şunu rivayet etmiştir: Hz Peygamber bir duasında şöyle buyurdular:
"Allah'ım, temiz, hoş ve mübarek ismin hakkı için senden istiyorum.”
2. Kendisiyle tevessül edilen zatın duasını vesile kılıp istemek.
3. Büyük ve salih kimsenin zatını vesile kılmak suretiyle tevessül etmek: Mesela, "Allah'ım şu dileğim yerine gelmesi için Peygamberi veya Ebu Bekir'i vesile kılıyorum." demek gibi, Hz. Ömer (ra) yağmur duasında Hz. Abbas'ı (Peygamberimizin amcası) vesile kılarak şöyle dua etti:
"Allah'ım, biz Peygamber'in amcasını sana vesile kılıyoruz, bunun için bize yağmur yağdır.” (Buhari).
4. İşlenen salih amelleri vesile kılarak tevessül etme: Mesela, "Allah'ım, senin için eda ettiğim şu hac veya şu ibadeti sana vesile kılıyorum; şu musibetten veya şu beladan beni kurtar." demek gibi.
Yukarıda saydığımız vesile çeşitleri İslam'da mevcuttur. Bunu inkâr etmek mümkün değildir. Vesile edinilen kimsenin vesile edenden üstün olması gerekmez. Hz. Peygamber (asm) Umre'ye gitmek için izin isteyen Hz. Ömer'e: ”Kardeşim, bizi duadan unutma.” (Ebu Davud, Vitir 23) dedi. Hem de Veysel-Karani'nin kendisine dua etmesi için Hz. Ömer'e emir verdi.
Yalnız peygamberi veya herhangi bir zatı bağımsız olarak tasavvur edip istiğase etmek, küfre kadar götürebilir. Buna dikkat etmek lazımdır. Yani Allah’ın sevgili kulu ve Allah’ın izniyle bu işleri yapıyor diye bilmek ve istemek caizdir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre, vesilelikten öteye geçmemek şartıyla, tevessül etmek caizdir.
Tevessülü tamamen haram sayanlar, Haricîler ve onları taklit eden zihniyetlerdir.
Meleklerin insanları koruduğu bilgisi bizzat Kur’an’da vardır:
“O insanın önünde ve ardında devamlı sûretle nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar.”(Rad, 13/11)
mealindeki âyette bu gerçeğe işaret edilmiştir.
Meleklerin koruması şirk olmadığı gibi, başka mahlukların yardımları da korumaları da şirk olmaması gerekir. Yeter ki, bunları vesilelikten, sebeplikten, yaratıcılık vasfına çıkarmayalım. Çünkü, “kâinatta Allah’tan başka hakikî müessirin olmadığı” gerçeği, imanımızın gereğidir.
Dinde vasıta, vesile var mıdır?
Hikmet; hayatta ve başarıda vazgeçilmez unsurlardan biri olduğu gibi, bütün varlıkların sevk ve idaresinde de bir maya ve önemli bir kanundur. İnsanlar; varlıklarını ve başarılarını, bu hikmet denen kaide ve kurala, riayet ve itibarla paralel olarak elde ederler ve koruyabilirler.
Hikmet: Yaratıcı ve yaratılanlar arasında; sebebi, vesileyi ve vasıtayı zorunlu kılmaktadır. Zira yaratıcının izzet ve büyüklüğü, kendisi ile varlıklar arasındaki münasebet ve denge, hikmetle ilgilidir.
Ayrıca varlıkların, yaratıcısına delil ve burhan olması ve onların bir kitap gibi ehil insanlarca mütalaa edilip araştırılması ve en önemlisi de, insanların kendilerinin imtihan ve test edilerek dünyada ve ahirette başarılarının esası, temeli ve alt yapısı; hikmettir ve hikmetle ciddi münasebettir.
Hikmetin nasip olduğu insanlar ise, varlıkların en şereflisi ve kıymetlisidir. Bu esasa binaen varlıklar, eşya ve insan ile Yaratıcı arasındaki münasebet olgusunun genel adı, hikmettir.
- Cansızlar ve canlılar arasındaki irtibatlar,
- Yaratılma ve yaratma arasındaki perdeler,
- Hastalık ve afiyet arasındaki sebepler,
- Kulluk ve ona bağlı neticeler,
- Tebligat ve hidayet arasındaki ilişkiler,
- Ziraat, ticaret, sanat ve ibadetlerin, neticeleri ile münasebetlerinde hikmet esas olup, onun gereği olan sebepler, vesileler ve vasıtalar, işin mahiyeti icabı olacaktır ve vardır.
Burada vasıtaların olması, hikmet açısından kudret ve izzeti ilahiyece lüzumlu olmakla beraber, Cenab-ı Hakk’ın birliği ve celali de bu vasıtaları müessiriyetten azletmektedir. Sadece ve sadece vesile olarak kalmasını, hikmet icap ettirmektedir.
Demek ki vasıtalar, Allah’ın Hakim ismi iktizasınca yaratılışın bir esasıdır.
İşte bu manadaki vasıtalar; mahiyeti icabı dinimizde de vardır ve gereklidir. Mesela:
- Hidayetin vasıtası, peygamberlerdir.
- Allah’ın peygamberlerine emirlerinin vasıtaları, meleklerdir.
- Kelam-ı ezelinin vasıtaları, kitaplar ve suhuflardır.
- Tecelliyatın ve tezahüratın vasıtaları, mucizeler ve sanatlardır.
- Affın ve mükafatın vasıtası, ikramlar ve cennettir.
- Kahrın ve cezanın vasıtası, hadler ve cehennemdir.
- Ubudiyetin ve kulluğun vasıtası, ibadetlerdir.
- Allah’a yaklaşmanın vasıtası ise, marifet ve takvadır.
O halde; vasıtanın olmadığı hiçbir yer, durum ve zaman yoktur. Vasıtasız olan şeylerin idraki, anlaşılması ve münasebetleri bilinmez.
Buraya kadar anlattıklarımızda önemli olan nokta şudur: Bu vasıtaların; sadece vesileden ileri geçmemesi, şeffaf ve nezih olması, hakikatleri perdelememesi ve örtmemesi, özellikle de, kul ile Allah arasındaki münasebete kuvvet vermesi ve kesmemesidir.
Hakikatler ile muhatapları arasındaki, hikmet icabı olan vasıtalar; kesif olup irtibatı keser ise, o zaman hikmet ortadan kalkar ve mahsurlar meydana gelir. O vasıta, vasıta olma özelliğini kaybeder.
Mesela; bir matematik kitabı ile, talebelerin arasına öğretmenlerin girmesi, talebe ile kitabı kayna��tırır. Muhabbeti artırır. İlme de kuvvet verir. Öğretmenler bu anlamda vasıta olarak bir yekun teşkil etmektedirler.
Sanatkârlar; sanatlarla çıraklar arasında, maharetin intikalinde vasıtadırlar. Aksi halde sanatların ve maharetlerin nesli kesilir ve güdük kalır.
Aynen öyle de maneviyat büyükleri de Allah ile kul arasında, kulun rabbi ile münasebetini teminde ve muhafazasında şeffaf vasıtadırlar. Bunların aradan çekilmesi kul ile Allah münasebetini bozar ve irtibatı keser.
Ancak, vasıta olmak da kolay bir şey değildir. Bu işe ehil olmak ve erbabı olmak meselenin önemli noktasıdır. Yani matematik kitabı ile öğrenci arasına vasıta olarak, öğretmen girmelidir. Ancak bu, müzik öğretmeni olursa, o işten hayır gelmez.
Hasta ile hastalık arasına hikmet icabı şeffaf vasıta olan doktor girmelidir. Ancak, doktor yerine mühendis girer ise, ölüm meleğine hizmetten başka bir şeye yaramaz.
Nasıl ki göz ile eşya arasına, gözlükler giriyor. Kulak ile seslerin arasına duyma cihazları giriyor. Ve bunlar vasıta olarak, gözleri ve kulakları avam olanların, daha iyi görmesini ve işitmesini temin ediyor.
Aynen öyle de, aklı ve kalbi avam olanların, hakikatlerle aralarına vasıflı ve ehil insanların girmeleri onların marifetlerini ve faziletlerini artırır ve inkişaf ettirir. Manevi hayatlar nizam ve intizam altına girer. Çünkü avam-ı nas çıplak hakikatleri göremezler ve idrak edemezler. Ancak vasıtalarla hakikatleri algılayabilirler.
Kur’an-ı Kerim’deki teşbihler, temsiller ve alışıla gelmiş misaller ve örnekler; insanlar ile zorlanacakları hakikatler arasında bir çeşit numaralı gözlük ve dürbün gibi kutsi ve şeffaf vasıtalardır. Buna binaen vasıtayı inkÂr; hikmeti, yardımı, faydayı, nizamı, iyiliği ve maslahatı inkÂr ve yalanlama demektir. Fıtrata ve hakikate zıt bir davranıştır.
Fakat her şeyin istisnası ve suistimali olduğu gibi; vasıtalar da zamanla deforme olmuş, yanlış kullanılmış ve çirkin örnekleri maalesef zamanımıza kadar gelmiştir. Bunların düzeltilmesi ve nizama sokulması veya tadil edilmesi icab ederken, vasıtalık müessesesini toptan ve kökten yıpratmak ve inkâr etmek vicdana sığmaz.
Islahı mümkün iken, ifnasını tercih etmek azim bir hata olur.
Demek ki vasıtalık; şeffaf cam gibi, hakikatle irtibatı sağlayan, münasebetleri nizam ve intizam altına alan bir tensib-i İlahî’dir.
Her yerde olduğu gibi, dinimizde de vasıta vardır ve olacaktır. Ancak ruhbanlık tarzında kesif olan; ilgiyi, alakayı ve hürmeti sadece kendine hasredip, hakikatler ve Cenab-ı Hak ile münasebeti kıracak ve kesecek tarzda olan vasıtalar, bir nevi gizli şirktir. Bu anlamda vasıta, fıtratta ve yaratılışta olmadığı gibi, dinimizde de yoktur ve olamaz.
İşte vasıtalara yukarıdaki değerlendirmeler açısından bakmak, bizleri hem fikir hem de muamelat açısından ifrat ve tefritten korur, bütün duygu ve düşüncelerimizi sırat-ı müstakim olan orta yola çeker, hayata istikamet, huzur ve saadet verir
10 notes
·
View notes
Text
Soru detayı
- Peygamber bir kadını gördü.. gitti hanımıyla yattı şeklinde bir hadis var mıdır?
- Bilin ki, kadın şeytan sûretinde gelir ve şeytân sûretinde gider. Sizden biriniz, bir kadın görünce zevcesine gelsin. Bu içinde doğmuş olanı giderir.
- Bu hadiste kadının şeytana benzetilmesi ne demektir?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Câbir (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (asm) bir kadın gördü de kadın hoşuna gitti. Bunun üzerine eşi Zeyneb’e geldi. Zeyneb o esnada bir deri ovuyordu. Rasûlullah onunla cinsel ihtiyacını giderdi ve bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Sizden birisi bir kadın görür de cinsel arzuları kabarısa, eşine varsın (onunla beraber olsun!) Çünkü bu, onun nefsinde uyanan şeyi giderir." (Ahmed b. Hanbel, Musned, Mısır trs., III / 330; Krş. Muslim, Nikâh 9; Ebû Dâvûd, Nikâh 43; Tirmizî, Radâ’ 9)
Dikkat edilirse, bu rivayette Peygamberimize isnat edilen söz, “Kadın şeytan suretinde gelir... " şeklinde başlayan ifadeden ibarettir. “kadını gördü... gitti hanımıyla yattı” gibi sözlerin hepsi bir yorumdur.
İbnu'l-Arabî (ö.543/1148), Peygamber (asm)'in başına gelen hâdisenin Allah'tan başkasının bilemeyeceği bir sır olması nedeni ile bunun mânâsı garip bir hadis olduğunu söylemiş; ancak hadisin sıhhati veya bazı ilâvelere maruz kalıp kalmadığı konusunda herhangi bir şüphe izhar etmemiştir. Hz. Peygamber (asm)'in kendisini, halkı teselli etmek ve onlara tâlim olsun diye ifşâ ettiğini, çünkü insanoğlunun şehvet sahibi olduğunu ifade etmiştir. Bununla beraber Hz. Peygamber (asm)’in mâsum olduğunu, bir kadın gördüğünde onun zihninde dolaşmasından şer'an muaheze olunmayacağını ve bu durumun onun derecesini düşürmeyeceğini, kendisinde meydana gelen "kadından hoşlanma duygusu"nun, insanoğlunun beşerilik vasfının bir gereği olduğunu, sonra Hz. Peygamber (asm)’in ismet sifatı ile ona galip geldiğini, dolayısıyla beşer olmanın gereği olarak hoşlanma ve şehvetinin hakkını vermek için iffetle eşine geldiğini söylemektedir. (İbnu'l-Arabî el-Mâlikî, Ârıdatu'l-ahvezî şerhu Câmi‘i't-Tirmizî, Beyrut 1415/1995, III / 92)
İbnu'l-Arabî, "kadın şeytan suretinde gelir" ifadesini yorumlarken de kadına bakmanın şehveti tahrik edip arzuları harekete geçirdiğini, kadının şeytanın askerlerinden olduğunu, bundan dolayı da Hz. Peygamber (asm)’in onu şeytana benzettiğini, şeytanın kendisine boyun eğdirdiği kişilere karşı yardım aldığı vasıtalardan birinin kadın olduğunu söylemektedir.
Keza İbnu'l-Arabî, "Sizden biriniz bir kadın görür de hoşuna giderse eşine varsın. Çünkü onda olan, onda da vardır.”, ifadesinin, “kadının yanında olup da ona dokunduğu zaman cansız bir nesneye dokunur gibi oluncaya dek arzuların yok edilmesi” görüşünde olan Sûfiyye’yi reddettiğinin, aynı zamanda İslâm dininde ruhbanlık gibi bir inancın da yer almadığının bir göstergesi olduğunu belirtmektedir. (İbnu'l-Arabî, Ârıdatu'l-ahvezî, III/92.)
Nevevî (ö.676/1277) de kadının şeytana benzetilmesinin, nefsi hevâ ve fitneye davet ettiğinin bir işareti olduğunu; Allah’ın, erkeklerin gönlüne kadınlara meyletme ve onlara bakmaktan zevk alma duygusu yarattığını, dolayısıyla şeytanın erkeğe vesvese verme ve kötülüğü ona süslü göstermesi açısından kadının şeytana benzetildiğini; ayrıca Hz. Peygamber (asm)'in eşine gidip onunla beraber olmasının, ashâbını irşat için onlara fiilî ve sözlü bir öğretim olduğunu belirtmektedir. Ayrıca bu olayın, erkeğin eşi ile gündüz veya herhangi bir vakitte, terketmesi mümkün olan bir işle meşgul olsa bile, beraber olmasında bir mahzur olmadığını gösterdiğini; çükü bunu geciktirmekle bedeninde, kalbinde veya gözünde herhangi bir zararın meydana gelebileceğini1, bununla beraber bir kimsenin bir kadın görüp de şehvetini harekete geçirmesi durumunda, şehvetini giderip nefsini teskin etmesi için -varsa- evine gidip eşi ile beraber olmasının müstehap olduğunu2, âlimlerin bu hadisten kadının zaruret dışı dışarı çıkmaması ve cezp edici elbiseler giymemesi, erkeğin de kadına ve zînetine bakmaması gerektiği hükümlerini de istinbat ettiklerini söylemektedir.3
Sehârenfûrî (ö.1346/1927) ise, Hz. Peygamber (asm)’in kadına yönelik söz konusu edilen bakışının ani bir bakış olduğunu söylemektedir. Sebeb-i vurûd olarak nakledilen olayda Hz. Peygamber (asm)’in yanına gittiği eşinin adının bazı rivâyetlerde Zeyneb binti Cahş, bazı rivâyetlerde de Sevde olarak geçmesini, ya olayın iki kez gerçekleştiği veya bazı râvilerin, Hz. Peygamber (asm)'in eşini isimlendirmede yanıldıkları şeklinde yorumlamaktadır. Ayrıca “şeytan suretinde gelme” ifadesinde, kadının vesvese verme ve saptırma sıfatlarında şeytana benzetildiğini, kadına bakmanın fesata bir davet olduğunu, böyle hoşlanma gibi bir durumla karşı karşıya kalan bir kimsenin gidip eşi ile beraber olması gerektiğini; çünkü eşi ile beraber olmanın, nefsinde meydana gelen kadınlara meyl ve onlara bakmaktan hoşlanma duygusunu azaltacağını söylemektedir.4
Azîmâbâdî'nin yorumu da bundan farklı değildir. Ayrıca yine ona göre kadına bakmak her yönüyle fesada davet edici bir durumdur.5
Tirmizî şârihi Mubarekfûrî (ö.1353/1934), "kadın şeytan suretinde gelir" ifadesinin yorumunda, Hz. Peygamber (asm)'in "vesvese verme ve kötülüğe davet etme" özelliğiyle kadını şeytana benzettiğini ifade etmektedir.6
Ahmed Davudoğlu ise Nevevî'nin yorumlarını aynen almıştır. "Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler" başlığı altında şu hükümleri sıralamaktadır:
"1. Bir kadını görerek şehveti harekete gelen kimsenin, derhal karısı ile cimâ etmesi ve nefsini yatıştırması müstehaptır.
2. Zaruret yokken kadının erkekler arasına çıkmaması icab eder.
3. Erkek ecnebi bir kadına, kadının elbisesine ve zînetlerine mutlak surette bakmamalıdır.
4. Kadın öte beri işlerle meşgul olsa bile, kocasının onu gece veya gündüz cimâya davet etmesinde bir beis yoktur. Çünkü bazen erkeğe şehvet galebe çalar, cimâ geciktirilirse bedenine, kalbine veya gözüne zarar gelebilir."7
Prof. Dr. İbrahim Canan'ın rivâyet hakkındaki yorumu ise şöyledir:
“1. Hadisin Müslim’deki aslının baş tarafında vurûd sebebi de zikredilir. Buna göre, Rasûlullah (asm) yolda gördüğü bir kadın sebebiyle ailesine gelmiş, sonra ashabına yukarıdaki tavsiyede bulunmuştur. Rasûlullah (asm) bu davranışıyla ümmetine örnek olmuştur. Öyleyse bir kadın görüp de içinde bazı hisler uyanan kimsenin, sünnete ittibaen ailesine gelmesi ve şehvetini teskin etmesi müstehaptır.
2. Kadının şeytana teşbihi, erkeklerin içinde his uyandırdıkları içindir. Zira Yüce Yaratan erkelerin fıtratına kadınlara karşı şiddetli bir meyil koymuştur. O meyil her erkekte mevcuttur. Harama sevketme işi şeytanın vazifesi olması hasebiyle, erkeklerde haram hisler uyandıran kadınlar o yönüyle şeytana benzetilmiş, bakmanın, görmenin hasıl edeceği şeytanî hisler ve neticeler nazâr-i dikkate arzedilmiştir. Öyleyse ciddî bir sebep yokken, kadın, erkeklerin arasına karışmamalıdır. Erkek, yabancı kadına imkan
nisbetinde bakmamalıdır. Hele zînetine, zînet yerlerine, güzelliklerine dikkatle bakması son derece mahzurludur. Bu sebeple olacak ki âyet-i kerîmede erkeklerin de gözlerini haramdan kısmaları emredilmiştir.8
Söz konusu rivâyeti Ali Osman Ateş, “Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın” adlı eserinde değerlendirmiş, senet tenkidi yanısıra metin tenkidine de yer vermiştir. İlhan Arsel’in aynı rivâyetten hareketle Hz. Peygamber (asm)’in şahsına ve İslâm’a yönelttiği haksız eleştirilere cevap verirken, “şüphesiz kadın şeytan suretinde gelir şeytan suretinde gider” ifadesinden kadının şeytan olduğu ya da İslâm’ın kadına şeytan dediği sonucunu çıkarmanın mümkün olmadığını; hadiste temsilî bir anlatımın söz konusu olduğunu; mecâzen kurnaz, fitneci, düzenbaz kadınlara şeytan denilebileceğini; hadiste yer alan cümlede gerçekte kadınların şeytan oldukları değil, yabancı erkeklerin cinsel duygularını tahrik edip içlerini gıcıklayarak şuur altına itilmiş şehvetini uyandıran, cinselliğini kullanarak onları zinaya teşvik eden kadınların kastedildiğini ifade etmiştir.9
NOT:
Bu cevap, Doç. Dr Cemal Ağırman’ın “Rivâyetlerin Değerlendirilmesinde Hz. Peygamber'in Şahsiyet ve Konumundan Yararlanmanın Rolü” isimli makalesinden istifade edilerek hazırlanmıştır. (İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: VII / 1, s. 21-59 Haziran-2003-SİVAS)
Yazarın konuyla ilgili bütün rivayetlerin sonundaki değerlendirmesi şöyledir:
“Naklin,
"a) Sözlü kısmı, sebeb-i vurûdu ile birlikte nakledilip kadının şeytana benzetildiği rivâyetler;
b) Sözlü kısmı, sebeb-i vurûdu ile birlikte nakledilip kadının şeytana benzetilmediği rivâyetler;
c) Sadece sözlü kısmın yer alıp kadının da şeytana benzetilmediği rivâyetler"
şeklinde gelen üç ayrı versiyonu karşılaştırıldığında, üçüncü gruba ziyâde olarak gelen, gerek sebeb-i vurûd hâdisesini, gerekse kadının şeytana benzetildiği ifadeyi Hz. Peygamber (asm)'e isnat etmek mümkün gözükmemektedir. Birinci ve ikinci versiyondaki ziyâdelerin, ziyâde olmayan kısımla olan muhteva uyumsuzluğuna bakıldığında, ilgili rivâyete sonradan sokuşturulduğu ihtimalini güçlendirmektedir. Bütün bu ihtimaller alt alta konulup değerlendirildiğinde naklin tamamının uydurma olmadığını, anlatım ve sözlü ilâvelere maruz kaldığını söylemek mümkün gözükmektedir. Bu durumda naklin her üç versiyonu da dikkate alındığında çekirdek rivâyetin, “Bir kadın sizden birinizin hoşuna gider de gönlüne düşerse, eşine varsın ve onunla beraber olsun. Çünkü bu, nefsini yatıştırır.” şeklinde gelen rivâyet olduğunu söylemek mümkündür.” şeklinde olduğu görülmektedir.
1 note
·
View note
Text
BUNLARI BİLİYORMUYDUNUZ ? 1- Okuduğu ilkokulda (şimon zwi mektebi) sadece yahudilerin okuyabildiğini biliyormusunuz..??
2- soyu belirsizdir.. dedesi nenesi amcası dayısı teyzesi veya kuzenleri NEDEN yoktur..??
3- kimliğinde mustafa yazmaz.. kAmal atatürk yazar.. mustafa ismini neden red etmiştir.. kemal yerine NEDEN kAmal yazdırmıştır..??
4- cenazesi NEDEN yahudi masonik nizam töreni yapılmıştır..??
5- anıtkabiri yapan mimar NEDEN yahudidir..??
6- anıtkabir NEDEN mason tapınaklarına benzetilmiştir...??
7- israilde neden büstü bulunur ve büstün altında NE yazar..?? israile anıtın hangi gerekçe ile dikildi..??
8- son meclis konuşmasında kur'anı kerim için NEDEN gökten indiği sanılan kitap demiştir..??
9- peygamber efendimiz için NEDEN arap uşağı diyerek hakaret etmiştir..??
10- ingiltereye NEDEN sizin valiniz olmaya hazırım diye mektup yazmıştır..??
11- NEDEN hilafeti kaldırarak ingilterenin lozanı kabul etmesini sağlamıştır..??
12- pakistandan kurtuluş savaşı için gelen 500.000 liranın 180.000 lirasını savaş için 320.000 lirası ile işbankasını kurarak partisi chp'yi bu bankaya NEDEN ortak etmiştir..??
13- 1923 den 1938 e kadar edinmiş olduğu ve saymakla bitmeyen malvarlığını NASIL kazanmıştır..??
14- trabzon milletvekili şükrü beyi adamı topal osmana NEDEN öldürtmüştür..??
15- istiklal mahkemelerini kurarak 500.000'e yakın insanı NEDEN asmıştır..??
16- çanakkale savaşında bütün askeri şehit düşen 57. alayda bir tek kendisi NASIL yara almadan kurtulmuştur..??
17- NEDEN harf inkilabı yaparak bir milleti cahil bırakmıştır..??
18- 1933 e kadar üniversitelerden temizlenen osmanlı müderrislerin yerine, sadece istanbul üniversitesine NEDEN yahudi 22 profesör ve yahudi 90 asistan yerleştirmiştir..??
19- NEDEN halk aç iken tekel bira fabrikası kurdu ve fuhuşu genelev olarak resmileştirdi..??
20- NEDEN kur'anı kerimi toplattırıp ezanı türkçeleştirdi.. NEDEN camileri satıp ve ahıra çevirdi..??
21- istanbulun fetih sembolü ayasofyayı NEDEN müze haline getirdi..?? NEDEN fener rum patrikhanesini müzeye çevirmedi..??
22- latife hanımdan boşanma sebebi NEDİR..?? ve latife hanımın hatıratları hala NEDEN açıklanamıyor..??
23- vedat uşaklıgil'in hayatındaki yeri NERESİDİR..??
24- annesi zübeyde hanım selanik mahkemelerine başvurarak NE talep etmiştir..??
25- annesinin cenazesine NEDEN katılmamıştır..??
26- tüm devrimleri NEDEN islama aykırı..??
27- milli mücadele kahramanı halit paşayı 9 şubat 1925 de meclis koridorunda NEDEN öldürtmüştür..??
28- 1918 de biten çanakkale savaşından sonra 1953 senesine kadar biz türklerin ziyareti NEDEN yasaklanmıştır..??
29- halk açlıktan kırılırken sadece yahudilerin taktığı şapkayı NEDEN kanun haline getirmiştir ve NEDEN karşı gelenleri asmıştır..??
30- kur'anı kerimin ayetleri için NEDEN safsata demiştir..??
31- sabetay sevi denilen kişiye NEDEN hayranlık beslemiştir..??
32- NEREDE sarhoşken yahudi olduğunu ağzından kaçırmıştır..??
33- 1928 de ''devletin dini islamdır'' ibaresi NEDEN çıkartmıştır..??
34- 1924 de medreseleri kapatırken, NEDEN azınlık okullarına dokunmadı..??
35- filistin cephesinde ingilizlerle NEDEN anlaştı..??
36- bediüzzaman NEDEN atatürke süfyan dedi..??
37- Abdülhamidhanın yahudilere vermediği filistin toprakkarında kurulan israili NE yaptıda atatürk ilk tanıyan müslüman ülke türkiye oldu..??
38- ''olmasaydı olmazdık, vatanı düşmanlardan kurtardı diyorsunuz ya'' peki 1936 senesine kadar istanbul NEDEN ingiliz işgali altında kaldı..??
39- 4.000.000 metrekare toprağımızı, lozanda 780.000 metrekareye düşürülmüştür.. bu ülkeyi lozanda temsil etmeye bizzat NEDEN kendisi gitmemiştir..??
40- güya denize döküp kovduğumuz ve yendiğimiz yunanlılara batı trakya, egedeki adaları verip üstüne savaş tazminatını NEDEN vermiştir..??
41- 5816 sayılı kanunla korunarak NİÇİN gerçeklerin saklanma gereği duyuluyor.. ve 5816 sayılı koruma kanunu NEDEN bir yahudi avukat tarafından hazırlamıstır..??
42- NEDEN mason olmayı tercih etmiştir..?? ve masonluktan NEDEN kovulmuştur..??
43- ittihad ve terakki cemiyetinin kuruluşunda jön türklerle birlikte NEDEN yer almıştır..??
44- cumhuriyet rejimini kurduktan sonra NEDEN hiç dış bir ülke ziyaretine gitmemiştir..??
45- dersim katliamını NEDEN yaptırmıştır.. ve şeyh saidi NE karşılığında affedeceğini teklif etmiştir..??
46- osmanlı arşivlerini bulgarlara hurda kağıt olarak NEDEN satmıştır..??

1 note
·
View note
Text
Saygı Duymuyorum!
Ne saygısı!
Bid'at ehline saygı duymam, evimde yaşamak isteyen farelere saygı
duymam ve onlara bir oda açmam gibidir. Evimden eşyamı çalmak
isteyen bir hırsızın mesleğine saygı duymazken, imanımı çalmak
isteyen din tahrifçilerine nasıl saygı duyarım? Ben; 'Türkiye devleti
müşriktir! Bu devletin imamlarının arkasında kıldığınız namaz kabul
değildir!' diyen Vehhabilere saygı duymuyorum! "...Peygamberin
hanımları mü'minlerin anneleridir..." âyetini bile bile, bizzat
Kur’an’ın akladığı Aişe anneme, '..hişe' diyen Şii’lere saygı
duymuyorum! Mezhep imamlarımıza hakaretler edip, 'Yahûdilere
meyletmişler!' iftirasını atan sahte âlim müsveddelerine saygı
duymuyorum! 'Kur'an bana yeter!' deyip, bu Kitabı bir
Peygamberden daha iyi anladığını iddia eden Reformistlere saygı
duymuyorum! 'Allah senin kimle evleneceğini bilmez!' diyerek
,
Yaratıcının cahil olduğunu isbat etmek için koşturan naylon
profesörlere saygı duymuyorum! İmanın altı şartını beşe indiren ve
kaderi inkar eden Mu'tezile kafalı salyangoz satıcılarına saygı
duymuyorum! 'Hadislerin hepsi şeytanın sözleridir!' diyerek, “Yaz!
Bu ağızdan haktan başka bir şey çıkmaz.” buyuran Allah'ın
Peygamberine kin güdenlere saygı duymuyorum! (Ebu Davud, İlim
3)
Uydurduğu matematik sistemi Kur’ân’a uymuyor diye, 'Tevbe
suresinin son iki ayeti sonradan uydurulmuştur!' hezeyânıyla,
Allah'ın, Kitâbı Kur’ân’ı korumaktan aciz olduğunu iddia eden sahte
peygamberin tezkiyecilerine saygı duymuyorum! Sanki sahibiymiş
gibi, Yahudi ve Hristiyanları Cennete doldurarak, Kur’an’ın konu
hakkındaki açık ayetlerini inkar eden ılımlı süslümanlara ve sahte
Mesih'lerine saygı duymuyorum! Efendimiz aleyhisselatü
vesselam’ın yolunu terk etmiş ve hevâlarını ilah edinmiş olan
naylon hocalara saygı duyduğum gün, bu hocanın da satın alındığı
gündür, bilesiz! "Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu
az bir bedele satanlar (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka
bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak
ne de onları temizleyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır." (Bakara 174)
Kerem Önder

0 notes
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
20 MADDEDE DİLİNİZİN
MASUMIYYETİNİ ÖLÇÜN
Es-Selâmu Aleykum kıymetli okur. Nasıl ki insanın en büyük düşmanı nefsidir ve bir lahza olsun onu bırakmaz; öyle de, dili de afetidir. Çetin bir bela gibidir âdeta söylemlerine sarılıveren. Ve iyi bilmeliyiz ki, tehlikesi pek büyüktür. Âkıbetinin kötülüğünden ise ancak susarak kurtulmak mümkündür. Bu sebeple yüce dinimiz, susmayı övmüş ve teşvik etmiştir.
Şimdi bu konudaki birkaç hadise değinelim;
Ukbe b.Amir (Radıyallâhu Anh) anlatır: “Ey Allah’ın Resûlü! Kurtuluş nedir?” diye sordum. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Dilini muhafaza et, evin sana geniş olsun; hâcet dışında evinden çıkma ve hatalarına ağla.” (Tirmizî, Zühd, 61)
Muâz b.Cebel (Radıyallâhu Anh), Resûlullah Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “Ey Allah’ın Resûlü, söylediklerimizden sorumlu tutulacak mıyız?” diye sorduğunda; Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem),
“Allah iyiliğini versin ey İbn Cebel! İnsanları yüzleri üstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin kazandığı günahtan başka ne olabilir?” buyurdu. (Tirmizî, İmân, 8)
Peki, dilimizin afetleri nelerdir?
1. Malayani Konuşmak
Kulun sermayesi, vaktidir. O, vaktini boş şeylere harcar ve ahiret sevabı elde etmezse, gerçekten sermayesini zayi etmiş olur. Bunun için Resûlullah Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Mâlâyâniyi (kendisine fayda vermeyen söz ve işleri) terk etmek kişinin Müslümanlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd,11)
2. Fuzuli Konuşmak
Malayaniye dalmak ve ihtiyacından fazla konuşmak bu kapsama girer. Maksadını bir kelime ile ifade edebilecekken iki kelime kullanırsan, her ne kadar içerisinde günah ve zarar olmasa da o ikincisi fuzûlî olur. Amr b. Dînâr (Radıyallâhu Anh) anlatır. “Bir adam Resûlullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yanında çok konuştu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona, “Dilinin önünde kaç tane perde var?” diye sordu; adam, “İki dudağım ve dişlerim vardır.” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “Bunların içerisinde fazla sözlerini geri çevirecek hiçbir şey bulunmadı mı?” buyurdu. (İbn Ebü’d-Dünyâ, Kitâbü’s-Samt, nr.93,735)
3. Bâtıla Dalmak
Bâtıla dalmak, günah olan şeyleri konuşmak demektir. Kadınların hâllerini, içki meclislerini, fâsıkların makamlarını, zenginlerin varlıklarını, padişahların kibirlerini, kötü merasimlerini, çirkin davranışlarını anlatmak gibi. Bütün bunlar, konuşmaya dalmanın helâl olmadığı konular olup haramdır. Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Adamın biri, yanında oturanları güldürmek için (haram) bir kelime konuşur; o kelimesi sebebiyle Süreyya yıldızından daha uzaktan (ateşe) düşer.” (Ahmed, Müsned.2/402)
Yine Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü insanların hata yönünden en büyüğü, bâtıla en fazla dalanlardır.” (Câmiu’s-Sağir, Suyûtî, Hd.No:2207)
Fuzuli-malayani-konusmak
4. Münakaşa ve Mücadele
Münakaşa ve mücadele etmek yasaklanmıştır. Bu konuda Resûlullah Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinle münakaşa etme! Onunla alay etme! Ona, yerine getiremeyeceğin vaadde bulunma!” (Buhârî, Edebü’l-Müfred, nr.394)
Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) başka bir hadisinde: “Bil ki kul, haklı bile olsa münakaşayı terk etmediği müddetçe imanın hakikatını tadamaz.” (Ziyade ile beraber, Ahmed.Müsned, 2/352)
5. Düşmanlık
Düşmanlık da diğerleri gibi kötü bir ahlâktır. Bu çekişme (karşısındaki insanın konuşmasındaki bir yanlışlık ve eksikliği ortaya çıkararak onu küçük düşürmeye çalışmak) ve cidalden daha kötü bir huydur. Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh) der ki:
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Bilgisizce husumet içinde mücadele eden kişi, mücadeleden vazgeçinceye kadar Allah’ın gazabına mâruz kalır.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, nr.8612)
6. Yapmacık Konuşmak
Zorlanarak, yapmacık dizilen her kafiyeli söz de bu kapsama girer. Haddi aşan fesahat konuşmaları, karşılıklı görüşmelerdeki yapmacık sözler de öyledir. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben ve ümmetimin takvâ sahipleri, tekellüften(zorlanarak yapmacık söz ve hareketten) uzağız.” (Sehâvî, Makâsıdü’l-Hasene, nr.191)
Münakaşa düşmanlık yapmacık konuşmak
7. Sövmek ve Çirkin Sözler Söylemek
Sövmek ve çirkin söz söylemek de dinimizin yasakladığı davranışlardandır. Bunun kaynağı bozuk ve düşük huydur. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Çirkin konuşmak ve gizlenenleri beyan etmek, münafıklığın iki şubesidir.” (Ahmed, Müsned, 5/269)
8. Lânet Etmek
Lânet etmek, ister hayvana, ister cansız varlıklara, ister insana olsun hepsi de dinimizce kötü görülmüştür. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz lânet ediciler kıyamet günü ne şefaat edebilir ne de şahit olabilir.” (Buhârî, Edebü’l-Müfred,nr.316)
9. Şarkı ve Şiir
Şiir normal bir kelâmdan ibarettir. Güzel olanı güzel, kötü olanı kötü kabul edilmiştir. Ancak, sadece şiir ile uğraşmak uygun görülmemiştir. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Elbette sizden birinizin içinin irinle dolu olması, onun şiirle dolu olmasından daha hayırlıdır.” (Buhârî, Edeb, 92) Yine Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) başka bir hadisinde: “Şiirin bazısında hikmet vardır.” buyurmuştur. (Ziyadelerle beraber bk. Buhârî,Edebü’l-Müfred,nr.872)
Nitekim Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Medineli sahâbelerden Hassan bin Sâbit’e (Radıyallâhu Anh) şiirle kafirleri yenmesini emretmiştir.
-kavga lanet-konusmak
10. Mizah-Şaka
Mizah aslında yasaklanmıştır. (Şakada yasaklanan, aşırıya kaçmak ve devamlı yapmaktır.) Ancak hafif şakaya göz yumulmuştur. Bu konuda Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben şaka yaparım; ancak haktan başkasını söylemem.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 9/17)
Muhammed bin Vâsi’ (Rahmetullâhi Aleyh), yanındaki birine, “Cennette bir adamın ağladığını görsen şaşırmaz mısın?” diye sordu; adam, ”Evet, şaşırırım.” deyince, Muhammed bin Vâsi’ (Rahmetullâhi Aleyh), “Âkıbetinin ne olacağını bilmediği halde, dünyada gülen kişinin durumuna daha çok şaşılır.” dedi.
11. Alay Etmek
Alay etmek haramdır, özellikle karşı tarafa eziyet ve sıkıntı verdiği zaman daha şiddetli haram olur. Bu konuda Yüce Allah (Celle Celâlihu) şöyle buyurur:
BismillahirRahmânirRahîm
“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın; belki de onlar, kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar; belki alay ettikleri kimseler kendilerinden daha hayırlıdır.” (Hucurât Sûresi, 11)
12. Sırrı Yaymak
Sırrı ifşa etmek de yasaklanmıştır. Çünkü bununla tanıdık ve dostlara eziyet, haklarına ihanet edilmiş olur. Bu konuda Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse biriyle konuşurken, kimse duydu mu acaba diye sağa sola bakarsa, bu konuşma onu dinleyen için bir emanet olur (Onu gizlemelidir).” (Ebû Davud, Edeb, 37)
alay mizah sırrı yaymak
13. Yalan Yere Söz Vermek
Dil âdeta söz vermede yarışır. Sonra da nefis genellikle o sözü yerine getirmeye yanaşmaz. Böylelikle sözünde durmamış olur. Bu ise münâfıklığın alâmetlerindendir. Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Üç huy vardır ki onlar kimde olursa, her ne kadar oruç tutsa da namaz kılsa da, Müslüman olduğunu sansa da o münafıktır. Bunlar şunlardır:
Konuştuğunda yalan söyler.
Söz verdiğinde sözünde durmaz.
Emanet edildiğinde hıyanet eder.“ (Buhârî,İmân,24)
14. Yalan Yere Konuşmak ve Yalan Yere Yemin Etmek
Yalan konuşmak günahların en büyüğü ve çirkinidir. Ve bizler şunu iyi bilmeliyiz ki; yalan, bizâtihi kendisinden değil, muhataba ya da başkasına zarar verdiği için haram kılınmıştır. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kul yalan söylediğinde o yalanın yaydığı o kokudan dolayı melek kendisinden bir mil* uzaklaşır.” (Tirmizî, Birr ve’s-Sıla,46)
*Eski bir uzunluk birimidir. Bölgelere göre değişkenlik gösterir
15. Gıybet Etmek
Câbir ve Ebû Saîd (Radıyallâhu Anhüm), Allah Resûlü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Gıybetten sakının. Şüphesiz ki gıybet, zinadan daha kötüdür. Bir adam zina eder, sonra pişman olur, Allah da tövbesini kabul eder. Gıybet eden ise, gıybeti yapılan onu affetmeden bağışlanmaz.” (Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, nr.2919)
İbn Abbas (Radıyallâhu Anh) demiştir ki: “Arkadaşlarının ayıplarını zikretmek istediğinde kendi ayıplarını hatırla.”
giybet-yalan yere yemin
16. Söz Taşıma-Kovuculuk
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in tanımı ile gıybet, ‘Birimizin kardeşini hoşlanmayacağı şekilde anması.’ iken, dedikodu; başkasının sözünü aleyhinde konuşulan kişiye ulaştırmak olarak bilinmektedir. Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), “En şerlilerinizi size haber vereyim mi?” buyurdu. Sahâbeler, “Evet, haber ver.” deyince Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara, “Laf getirip götüren, dostlar arasında fesat çıkaran ve temiz insanlarda kusur arayanlardır.” buyurdu. (Ahmed,Müsned,6/459)
17. İkiyüzlülük
İkiyüzlü davranan kimse, birbirine düşmanlığı olan iki kişi arasına gider gelir ve her birinin hoşuna gideceği şekilde konuşur. Bu münafıklığın ta kendisidir. Bu konuda Ammâr bin Yâsir (Radıyallâhu Anh) Allah Resûlü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Bu dünyada ikiyüzlü olanın, kıyamet günü ateşten iki dili olur.” (Buhârî,Edebü’l-Müfred,nr.1310)
18. Övmek
Övmek; bazı durumlarda yasaklanmış, bazı durumlarda caiz (öven ya da övülen kişi övgünün tehlikelerinden/afetlerinden korunmuşsa) görülmüştür. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Fâsık övüldüğü zaman, Allah gazaplanır.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr.4885)
Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Hazreti Ömer hakkında şöyle buyurmuştur: “Ey Ömer, eğer ben peygamber olarak gönderilmeseydim, sen gönderilirdin.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân,nr.36)
övmek söz taşımak ikiyüzlülük
19. Konuşulan Sözdeki Gizli Hataların Farkında Olmamak
Dinî konularda doğruyu söylemek, meseleyi doğru bir şekilde aktarmak, ancak sözün ehli âlimlerin işidir. İlmi az ya da anlatımı noksan olan kişi konuşarak yanlış yapmış olur, yanlışından kurtulamaz, fakat, cahil olduğu için Allah (Celle Celâlihu) onu affeder inşâAllah.
Bu konuya misal olarak Huzeyfe (Radıyallâhu Anh), Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sizden biriniz, ‘Allah ve sen dilediğin sürece’ demesin. ‘Allah dilediği sonra sen de istediğin zaman’ desin.” (Ebû Davud, Edeb, 84)
20. Halkın Yersiz Soruları
Halkın, Allah Teâlâ’nın sıfatları ve kelâmıyla ilgili soruları, Kur’an’ın harflerinin ezelî midir, sonradan mı yaratılmıştır şeklindeki soruları dilin âfetlerindendir. İnsanın kendisine farz olan ibadetleriyle ilgili soruları bırakıp, kendisini hiç alâkadar etmeyen soruları sorması edep dışı bir iştir. Resûl-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Benim sizi serbest bıraktığım konularda siz de beni serbest bırakın(o konuda soru sormayın). Sizden önceki ümmetleri helâk eden şey, peygamberlerine çok soru sormaları ve ihtilâfa düşmeleridir. Ben size neyi yasakladıysam ondan kaçının. Neyi emrettiysem de gücünüz yettiğince onu yapın.” (Buhârî, İ’tisâm, 2)
gizli hata yersiz soru
Hüccetü’l-İslam, İmam Gazâlî; Dil Belâsı’ndan yararlanılarak hazırlanmıştır.
0 notes
Text
Ahmet Ersan
BEYİN GELİŞİMİ Okuduğum bir kitaptaki bilgileri paylaşmak istedim. 30 milyon kelime, kitabın adı bu. Yabancı bir yazarın araştırması. Bu bilgi çok önemli mutlaka bilen çoktur ama paylaşmak istedim. "Özellikle beyin gelişimi için 0-3 yaş dönemi hayati önem taşır. Beyin gelişiminin % 80’i bu dönemde tamamlanır ve beyin ölçüsü neredeyse yetişkinlikteki büyüklüğe ulaşır." (Ben şahsen beynin gelişim seviyesini bilmiyordum.)Evet biz biliyoruz 3 yaşındaki çocuk hafız oluyor, çocuğun zihni boş ne verirsen alıyor. Sadece kuran ı kerim öğretmek değil. 3 yaşına kadar çocuğa matematik anlat, insanlık anlat, sevgiyi anlat, istiyorsan olumsuz şeyleri anlat. Çocuğun bu duydukları şeyler onun beyninde yapı taşı olarak yerleşecek. Çocuk evde hep kavga duyuyorsa kavga etmeyi öğrenmiş oluyor. Benim gibi çocukları büyümüş olanlar için geç olabilir ama genç arkadaşlar için referans olacaktır. Bu kitabı herkese tavsiye ediyorum. 30 milyon kelime. Dana suskind.
Arkadaşlar bir yahudi markalı meyveli yoğurtlarda 0-7 yaş çocukların beyin gelişimine zarar veren maddeler tesbit edilmiş adamlar kendilerinden başkalarını istediği gibi sömürmek için yapıyorlar bunu

0 notes
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

OSMAN NURİ TOPBAŞ HOCAMIZDAN!
TASAVVUF VE MÂNEVÎ EĞİTİM! (29)
Hak dostları, gösterişten berî bulundukları için çok mecbur kalmadıkça kerâmet izhâr etmezler. İnsanlara, örnek alınabilecek beşerî ahlâk mükemmellikleriyle görünürler.
Hasan-ı Basrî Hazretleri’nin, talebelerinden birine kerâmetle ilgili yaptığı şu vasiyet, çok câlib-i dikkattir: “İlim, hâl ve irfan seviyenin yüksekliğine aldanma! Bel’am bin Bâûrâ’nın Levh-i Mahfûz’a bakıp onu okuyacak makâma geldikten sonra başına neler geldiğini hatırla!”
Onun ibretli hâli Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifâde buyrulur: “…Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler.” (el-A’râf, 176) Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri: “İstikâmet ve gayret, sayısız keşif ve kerâmetten efdaldir. Ayrıca bilinmelidir ki keşif ve kerâmet, dînin emirlerine riâyeti artırmaya vesîle olmuyorsa, belâ ve fitneden başka bir şey değildir.” der. Muhammed Es’ad Efendi -rahmetullâhi aleyh-’in, bilhassa önde gidenlere, istikâmetin ehemmiyetini beyan sadedindeki îkazları şöyledir: “Âlim olsun, şeyh olsun, başında istikâmet sarığı bulunmayan herkes, sonunda zevâl bulup gider. Eğer sırtın istikâmet yükü altında iki kat olmamışsa, arzu okun hiç Allâh’a yakınlık hedefine isâbet eder mi?” İstikâmet husûsunda, kerâmet ehli Hak dostlarının bile yürekleri endişe içinde titrerken, bizim bu hususta ne kadar hassâsiyet göstermemiz îcâb ettiğini bir teemmül edelim. Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’nin mânevî evlatlarına yazdığı mektuplarında geçen şu ifadeler, hepimiz için ne güzel bir ibret vesikasıdır: “Halk nice zayıf kimselere acıyarak bakarken, onlar bu dünyadan son nefes selâmetiyle gitmişlerdir. Maalesef birçok ilim, amel, haseb, neseb ve kemâl sâhipleri, zamanın mürşidleri iken, gaflete dûçâr olarak îmansız ölmüşlerdir. Bu işte esas olan son nefes olunca, kendini beğenmeye çalışmak, gurur ve kibre düşmek, büyük bir bedbahtlıktır! …Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, annem beni doğurduktan bugüne kadar, Allah katında makbûl ve mûteber olup hesâbı sorulmayacak bir tek hayır işlediğime inanmıyorum. (Lâkin Rabbimin rahmetine sığınıyorum.) Eğer kendi nefsini bütün hayır işlerinde iflâs etmiş olarak görmüyorsan, bu, cehâletin en son noktasıdır……Son nefeste lâzım olacak şeyle meşgul olmanızı, sünnet-i seniyyeye uygun amel işlemenizi, fânî dünyanın aldatıcı güzelliklerine iltifat etmemenizi, (kendini kasdederek) bu fakir kulu da tevfîk ve hüsn-i hâtime (yâni Allâh’ın istediği gibi yaşayıp îmanla güzel bir şekilde ölebilme) duâsından unutmamanızı dilerim.” Selef-i sâlihînin bu örnek ahlâkı da gösteriyor ki, seyr u sülûkte derslerin bitmesi diye bir şey söz konusu değildir. Zira takvâda nihayet yoktur. Allah Rasûlü’nün; «Rabbim! Sen’i hakkıyla tanıyamadım, Sana hakkıyla kul olamadım.» yakarışları son nefesine kadar devam ettiğine göre, hangi kulun mânevî kemâlâtı tamam olabilir? Peygamberlerin ve onların müjdelediği kimselerin dışında, kimseye teminat verilmemiştir. Herkes son nefesini îmanla vermenin derdine düşmek durumundadır. Bu itibarla; “Seyr u sülûküm tamam oldu.” diyenler, kendilerini yarı yolda bırakan kimselerdir. Bu mânâyı Hazret-i Mevlânâ şöyle ifade eder: “Ey birader! Harîm-i ilâhî, nihâyetsiz bir dergâhtır. O dergâhta her nereye vâsıl olursan oyalanma, Allah rızâsı için ileri git. Hangi makamda olursa olsun, kendisini sofraya vâsıl olmamış ve nîmet-i kurbiyyete ermemiş bilen kimsedeki yüksek himmetin ben kölesiyim.” Mânevî eğitimde kalp, tasfiye edile edile, beşerî ve tasavvufî temrinlere ilâveten Allâh’ın lutf u keremiyle, yolun nihâyetinde öyle bir hâle gelir ki, sâhibini sûreten insan bırakmakla berâber, sîreten âdeta melekiyet derecesine yükseltir. Bu durumda olanlardan bâzıları, fezâdaki sonsuz yıldızlardan herhangi biri gibi, kendi âlemlerinde ve dışa karşı tam bir mechûliyet içinde yaşarlar. Böyleleri bilinemez. Bunlardan diğer bâzıları ise uhdelerine verilmiş olan ictimâî vazîfeler dolayısıyla -belli ölçüde- bilinirler ve kendi zamanlarından geleceğe doğru bir hidâyet meş’alesi olarak, beşerî hayatta memuriyetlerini devâm ettirmek üzere bekâ sırrından nasip alırlar. Hâdiselerin arkasında bulunan sebepler zincirindeki nihâî sebebi, yâni murâd-ı ilâhîyi kavrarlar. Bundan dolayı hikmete vukûfiyetin huzur ve sükûnu içinde yaşarlar. Telâş ve endişe gibi birçok beşerî zaaftan masûndurlar/korunmuşlardır.
(Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İmandan İhsana Hak Yolculuğu)
0 notes
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

33 ALTIN SİLSİLE MUHAMMED ESAD ERBİLİ (K.S) HAZRETLERİ! (4)
(Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz Hocamızdan)
Es'ad Efendi, bununla birlikte meczûb tabiatlı olmaktan çok, temkin ehli olmayı tavsiye eder. "Bize serinkanlı insan lazım" derdi. Esad Efendi, "Ümmetimin şereflileri Kur'an hamilleridir." hadisini ''Kuran tilavetine müdavim, ahkamıyla amil, teheccüt namazı ve zikirle geceleri ihya edenlerdir" diye yorumlardı. Yoksa bazılarının dediği gibi sadece Kur'an hafızları demek değildir. Kuran ahkamına itaatkar olmayan ve namaz bile kılmayan hafızlar neye yarar? Nitekim Kuranda öyleleri hakkında: "Kendilerine Tevrat yükletilip de onu taşımayan; emirlerini tutmayanların durumu kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir" (el-Cumua, 62/5) buyurulmuştur. Sırtında kitap taşıyan merkebe taşıdığının ne faydası vardır? Es'ad Erbili hazretleri, "Sizden insanları hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülüklerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Onlar gerçek felaha erenlerdir." (Ali İmran, 3/104) ayet-i kerîmesini şöyle tefsir eder:
"Ey İslam cemaati! Sizlerden bir taife, dinî ilimleri öğrenip tahsil ettikten sonra avam-ı nası gerçek tevhide ve islamî hayata çağırsın. Şeriatın ve aklın meşru kabul ettiği şeyleri kendisi yerine getirdikten sonra diğer insanlara da emretsin. Yine şeriat ve akıl ölçülerine göre çirkin olan davranışları kendisi terkettikten sonra başkalarını da o kötülükten sakındırsın. İşte bunlar hakîkaten gerçek kurtuluşa erenlerdir. Şayet bu kimseler Cenab-ı Hakk'ın emir ve nehiylerine itina göstermez; ilimleriyle amel etmezlerse ahkam-ı ilahiyi insanlara tebliğ etmeye layık değillerdir. Bu gibilerin tebliğlerinin te'siri de olmaz, sözün kısası, şüphesiz Hak Teala Hazretleri avam-ı nâsın cehalet ve günahtan kurtulması ve marifet nurundan istifade edebilmesi için hususî bir topluluğun ilim ve amel cihetinden yetiştirilmesini emr ile bu vazifeyi farz-ı kifaye olarak müslümanlara yüklemektedir. Bu mukaddes vazifenin medar-ı iftihar olan yükü de şüphesiz, zahiren batınen alim olma sıfatını kazanmış meşayih-i kiramın uhdelerine tevdî buyurulmuştur." Es'ad Efendi, İbn Arabi'yi çok sevdiği ve vahdet-i vücut fikrine kail olduğu halde bu düşüncenin "ittihad ve hulul" şeklinde anlaşılmasından son derece tedirgin olmaktadır. Nitekim: "Her nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir" (el-Hadîd, 4) ayetinin tefsirinde der ki: "Ayet-i kerimedeki bu beraberlik zata ve zamana müteallik bir beraberlik olmadığı gibi hulûl ve İttihad yoluyla da değildir. Aksine bütün zuhur mahallerinden şimşek ziyası gibi, sadece zuhur ve huzur suretiyledir. Yani Hazreti Allah bütün işlerimizi ve her halimizi bilmekte, görmekte ve vakıf bulunmaktadır. Göklerde ve yerde mevcud bulunan herşey, O'nun kendi mülküdür. Herkese iyi veya kötü ameline göre karşılık vermek onun hakkıdır. Bu ayet-i celîleyi bildikten sonra halktan birinin yanında çirkin bir fiili yapmaya cesaret edemeyenlerin Yüce Mevla'nın huzurunda ne cesaretle o çirkin hareketi yapmaya teşebbüs edebilecekleri hayret verici bir husustur. Acaba bu gibilere akıllı denilebilir mi?" Yine o: "Size ne oluyor ki Allah yolunda infakta bulunmuyorsunuz? (el-Hadid, 10) Ayet-i kerimesini tefsir ederken şu mühim konulara işaret etmektedir:
1) Kiralık evlerde oturmakta olan kiracıların bir evden diğer bir eve taşınırken bütün eşyasını beraberinde götürüp, sevdiği mallarından hiçbir şeyi bırakmayacağı herkesçe bilindiği halde, herşeye muhtaç olan kabir evine gidenlerin sevgili eşyalarından kısmen olsun birşeyi beraberinde görülmemeleri gerçekten hayret ve dehşet verici bir durumdur.
2) Cenab-ı Hakk'ın kullarına emaneten ihsan buyurduğu mallarından kulun ayrılacağı şüpheye mahal olmayan bir gerçektir. Şu kadar var ki, fakirleri doyurmak, düşkünleri giydirmek, camî ve mescid yaptırmak, İslam'ın zaferi ve ehl-i İmanın kuvvet bulması için gerekli olan harp aletlerine ve nakliye vasıtalarına sarfedecek malı elden avuçtan çıkarmak hemen veya ileride medh ve sevabı celbedecektir. Aksine sadece "pintilik duygusu" denilen adi tabiat yüzünden veya Kur'an ayetlerine ve Peygamberimiz (s.a.)'in hadislerine tam bir îmanla itimat edememek yüzünden cimrilik hastalığını, cömertlik şerefine tercih edenlerin; yani malının fazlasını kısmen de olsa yukarıda bahsedilen yollardan herhangi birine sarfetmeyerek ölüm ile bu mallarından ayrılmak zorunda kalanların ilahî azab ve itaba müstehak olmaktan korkup çekinmemeleri gerçekten üzücü bir haldir.
Es'ad Erbili hazretleri iyi bir alim olduğu kadar usta bir şairdi. Nitekim onun divanından sunacağımız çerçeve içindeki şiir onun duygu ve aşk yüklü dünyasının mahir san'atıyla terennümüdür. Aynı zamanda şiirdeki:
"Ne mümkün bunca ateşle şehid-i aşkı gasleylemek" mısraı da kendisinin şehid olacağını sezip önceden haber vermesi şeklinde bir keramet olarak değerlendirilmektedir.
ES'AD ERBÎLÎ HAZRETLERİNDEN BİR ŞİİR!
Tecellâ-yı cemâlinden habîbim nev-bahâr âteş
Gül âteş bülbül âteş sünbül âteş hak ü hâr âteş
Şua'ı âfitâbındır yakan bi'l cümle uşşâkı
Dil âteş sîne âteş hem dü çeşm-i eşk-bâr âteş
Hayal-i şem'-i rûyinle aceb mi yansa cân u dil
Nigârım gel de gör kalbimde âteş âh u zâr âteş
Ne mümkün bunca âteşle şehîd-i ışkı gasletmek
Cesed âteş kefen âteş hem ab-ı-hoş-güvâr âteş
Ben el çektim safa-yı hatır u aram-ı canımdan
Safa âteş cefa âteş firar âteş karar âteş
Ne yapsam bu dil-i mahzûnu mesrur eylemem şahım
Gam âteş gam-güsar âteş temenna-yı mesar âteş
Ümid-i afiyet besler mi Es'ad yardan haşa
Saçar oldukça gözden ol nigâr-ı gül-i zâr âteş
(Altınoluk Dergisi, 1993 - Aralik, Sayı: 094, Sayfa: 033)
3 notes
·
View notes
Text
Seni cennette özleyecek, arayacak, soracak bir dostun var mı?

Bu soruyu kendine samimi bir şekilde sor. "Bu kadar arkadaşım var, acaba cennette bile beni özleyecek kadar samimi bir dostum var mı?"
Peygamber Efendimiz Sâllallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: Adam cennete girince şöyle der:
Acaba falan arkadaşım ne halde?
Halbuki o arkadaşı cehenneme düşmüştür. Allahu Teâlâ şöyle der: "Bu kişinin arkadaşını bunun hatırı için, arkadaşını aradığı, özlediği için, samimi olduğu için cehennemden çıkarın!"
Bunun üzerine cehennemde ki diğer kimseler şöyle der:
"Bizim için bir şefaâtçi yok! Ne bir dost ne de bir samimi bir arkadaşımız var!"
Şuara Sûresi 100-101
Hasan Basri şöyle dedi:
"Mü'min dostlarınızı çoğaltın! Zira kıyamet günü onların size şefaâti olacaktır."
Şu soruyu samimi bir şekilde kendinize sorun.
"Kaç tane arkadaşım ve dostum var cennette beni özleyecek?"
Ya Rabbi, dostumu özledim, onu da yanıma al diyecek?
Samimi, dürüst, canınızı, malınızı gönül rahatlığıyla teslim edeceğiniz dostlar edinmemiz dileğiyle !
Cennet ehli kardeşlerimin beni de hatırlaması dileğiyle....O çetin günde hatırlanmak kadar değerli ve güzel olan nedirki...Mal,mülk değil samimi içten Allah için seven dostlara o kadar ihtiyacımız varki. Asıl kardeşlik budur.Ve asıl biriktirilmesi gereken hakikat de budur.Rabbimiz cümlemize böyle dostlar nasip etsin sevdikleri hatrına.
1 note
·
View note
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
ONLAR GÖRÜLÜNCE, ALLAH HATIRLANIR
Nevşehir’de yetişen Allah adamlarından Hasan Dede "rahmetullahi aleyh", bir gün sevdikleriyle sohbet ederken;
- Kardeşlerim, Allah’ın Veli kullarını seviniz, buyurdu. Zira bir hadis-i şerifte; Evliya kullar için; “Onlar görülünce Allahü teâlâ hatırlanır” buyuruluyor.
Sordular:
- O büyükler vefat etmişse efendim?
- Olsun. Vefat etmiş olsalar da, mübarek ruhları dünya ile ilişki içindedir yine, buyurdu.
Ve daha açıkladı:
- Yani o büyüklerin ismi nerede anılırsa, ruhları orada hazır olur. Bereket iner o yere. Onları araya koyarak, onların hürmetine kim dua ederse, kavuşur muradına.
Ve ekledi:
- Çünkü o büyükler Allahü teâlânın sevgili kullarıdır. Cenâb-ı Hak; “Onların hürmetine...” diyerek yapılan duayı geri çevirmez.
İnsan neye benzer?
Bir gün de “Kibir”den sordular bu zata.
Buyurdu ki:
- Şu aciz insanın kibredecek nesi vardır ki? Aslı, “bir damla su”, sonu “bir avuç toprak”tır. Önce hiç yoktu. Sonra dünyaya gelip, hiç bir şey yapamayan bebek oldu. Şimdi de her an hasta olmak ve ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyüp toprak olacak, kurtlara, böceklere yem olacaktır.
Ve sordu cemaate:
- İnsan, neye benzer biliyor musunuz?
- Neye benzer hocam?
- Boğazlanmayı bekleyen “koyun”a, yahut idam olmayı bekleyen bir “idam mahkumu”na benzer.
Buna kibir yakışır mı?
Şöyle devam etti:
- Her an için öleceği ve azaba götürüleceği zamanı beklemektedir. Ölünce, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını görecektir. Sonra da Cehenneme atılacak, tarifi imkansız azablara yakalanacaktır belki de.
Ve sordu yine:
- Bütün bu musibetlerin başına gelmesi muhtemel olan bir insana, “kibir” mi yakışır, yoksa “tevazu” mu?
- Elbette tevazu yakışır efendim, dediler.
- Evet. Bütün insanları yaratan, sonsuz kuvvet ve kudret sahibi olan Allahü teâlâ da; “Kibredenleri sevmem, tevazu edenleri severim” buyuruyor zaten.
0 notes
Text
Yavuz Barış
DEĞERLİ ARKADAŞLAR.....
Hepimiz az çok , hz.Ali ( ra ) in bu sözünün manasını biliyor isekte , yinede içimden yazıya dökmek geldi...( hoşgörünüze sığınarak).......
Cimri insan , hayatı boyunca herzaman tıpkı fakirler gibi yaşar.........
Asla malının ölçüsüne münasip bir şekilde..
YİYEMEZ...
İÇEMEZ...
GEZİP'TE TATİL YAPAMAZ ..
GİYEMEZ.....
ARABASINA YAKITINA KIYIPTA , BİNEMEZ..
MİSAFİRİNİ AGIRLAYAMAZ..
HAYIR HASENAT YAPAMAZ.......
yani yokluktan dolayı birçok nimetten mahrum olan , yapamayan fakir ' gibi yaşar......
Ama , dünya ve ahırette , şerefi haysiyeti olmaz...ve ayrıca kıyamette zengin olup zenginliginin hakkını vermeyen it muamelesi görür.....
Bu tipler , asla zengin olamaz..çünkü para - mal 'ın çokluğu ile , bu hastalıkları geçmez......şifa bulmaz...bilakis çuvalla altını olsa , dahada yokmu ? der.....doymaz.....
işin trajik yönüde şuki , öldüğünde mirasçıları , malını çıtır çıtır yer........
Arkasından rahmet bile okumaz..okusada pek faydasıda olmaz zaten.........
Halbuki Allah cc , onlara verdigi mal ile , hem dünyasını hem ahıretini şerefli ve nimetli bir şekilde kazanmak şansını vermişti......
Saygılar...

0 notes
Text
‼ IŞIKLAR İÇİNDE UYUSUN SAÇMALIĞI ‼
--- Seküler kafanın belki tamamen kabullenmek istemediği ÖLÜM gerçeği için uzatılan mikrofonlara "ERKEN ÖLDÜ, ÖLÜM ONA HİÇ YAKIŞMADI, BİZİ YALNIZ BIRAKTI, YAPACAK ÇOK ŞEYİ VARDI" gibi saçma sapan sözleri ile ne dediklerini bilemedikleri gibi dilleri "ALLAH (cc) RAHMET EYLESİN" diyememekte zira kendilerince kılıf uydurmaktalar...
--- Çokça duyuyoruz "IŞIKLAR İÇİNDE UYUSUN, O BİZİ ŞU AN İZLİYOR, O İLELEBET ÖLMEYECEK, ONU ANILARI İLE YAŞATACAĞIZ" gibi kişi öldükten sonra böyle saçma sapan temenniler...
--- Bu tür dil rahmanî değil ne yazık ki şeytanî dildir...
--- Bu seküler cahil kafa zannedersem şöyle düşünüyor: Biz hiç ölmeyelim, KONFORLU YAŞAMIM OLSUN, ömrümüzü ye, iç, yat, laylaylom bir yaşamım olsun hiç derdim olmasın, ÖLÜM ise bize hiç uğramasın anlayışındalar...
--- Ölüm de kendilerine gelince ALKIŞ saçmalığı ile saçmalayarak gönderiyorlar...Hoş, alkış sevinç için yapılıyorsa bunlar da "iyi ki öldün" mezarına kadar "al sana alkış" diyorlardır her hâlde...
--- İsim vermeye gerek yok. Meşhur biri yakınlarda ölmüştü, sinema salonunda onu anıyorlar ve diyor ki kürsüdeki cahil zat; "O şu an bizi izliyor, ışıklar içinde uyusun ve kafasını yukarı kaldırıyor ve bakıyor"...ve bir alkış kopuyor tiyatro da...
--- Ne buyuruyor Efendiler Efendisi (sav):
"Nasıl yaşarsanız öyle öleceksiniz ve öyle dirileceksiniz"...
--- Şu hâlde Rabbil âlemin o kadar ADİL ki herkese yaşam ve inanç hürriyetini veriyor ama ahirette hiç şüphesiz bunun hesabı da var...
--- Nasıl ki Efendimiz'den (sav) önce cahiliye dönemi vardı, bunlar da bu dönemin "modern cahilleridir"...
Allah teâlâ bunlara hidayet versin...
--- Rabbimiz teâlâ Al-i İmran-185'de şöyle buyurmaktadır:
"Her nefis ölümü tadacaktır."
--- Ve Enbiya-1'de Rabbimiz teâlâ:
"İnsanların HESAP (sorgulama zaman) ları yaklaştı. Ama onlar hâlâ gaflet içinde (Hakk’tan) yüz çevirmektedirler." buyrulmaktadır...
--- O hâlde ÖLÜM gerçeği unutulmadan yarına çıkamayabiliriz imanı ile gafletten uzak ve yarın AMELLERIMİZ ile HESABA çekileceğimizi bilerek ona göre yaşamamız gerekir...
--- Ve Efendimiz (sav):
"Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın! (Tirmizi) buyurarak biz ümmete dikkatli olmamızı söylemekte...
--- Ölüm inancı unutulması dolayısıyla değil mi zaten bu tür saçmalıklar...
--- Ez-cümle: Müslümanım diyen, hayatın bir İMTİHAN olduğunu bilir ve yarın ölecekmiş gibi dini üzere yaşamaya gayret eder...
--- Rabbil âlemin rızasına uygun kul olmayı bizlere nasip eylesin...Âmin
Saygı, sevgi ve muhabbetle...Selâm ve dua ile.
Adem DÜZGÜN.

0 notes
Text
Yavuz Tamer
Sual: İmamı Rabbani hazretleri gibi salih zatlardan faydalandığımızı, nasıl anlayabiliriz?

CEVAP
Zamanımızda Allahü teâlânın sevgili kullarından istifade etmek, ancak o büyüklerin kitaplarını severek okumakla elde edilir. Kitap okumak, sohbetin yarısıdır. İstifade etmenin, onlardan feyz gelmesinin alameti, kalbden dünya sevgisinin çıkmasıdır. Ne kadar dünyadan uzaklaşırsak, feyz o kadar çok geliyor demektir. Dünyadan uzaklaşmak demek, dünya işleriyle uğraşmamak, para kazanmamak demek değildir. Dünyanın, paranın sevgisinin, kalbden çıkması demektir. Büyük zatlardan biri buyuruyor ki:
(Paranın yeri ceptir, kalb değildir. Paranın, dünyanın sevgisi kalbe girerse, bir kova dolusu çöp, tertemiz bir sarayın ortasına boşaltılmış gibi olur.)
0 notes
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

İNSANIN GÜZEL GÖRDÜĞÜ ŞEYLERİ SEVMESİ HATTA MEFTUN OLUP MESTU HAYRAN OLMASININ SEBEBİ HİKMETİ
Rabbimiz Kendisini sevmemiz için bize iltifat ediyor kendisini tanımamız ve sevmemiz için envai çeşit nimetleri ile ve yarattıkları ile bize olan iltifatını Rahmetini ilmini hikmeti sanatını kudretini gösteriyor Kendisinin sevgisine kavuşmamızı da bizim için istiyor buna ihtiyacı yok. İnsanın ruhu bezmi elestte Rabimizin Elestü Bi Rabbiküm hitabına muhatap olup Onun Cemaline ve Kemaline Marifetullah ve Muhabbetullah ile Aşık olmuştur. Ve insanın ruhu bu aleme bu bedenlere geldiğinde bu aleme bu bedene bu benliğe nefsani olarak kapıldığı nisbette Ruhundaki O Rabbimize Olan Marifeti Aşkı perdelenmiş ve küllenmiştir. Fakat yok olmamıştır. İşte bizim bu dünyada gördüğümüz güzel, sanatlı,intizamlı, hikmetli,faydalı şeylerden hoşlanmamız. Güzel, manalı, mantıklı,hikmetli, sözlerden hoşlanmamız güzel seslerden, tınılardan, nağmelerden, güzel kokulardan hoşlanmamız, insanların yaptığı güzel şeylerden hoşlanmamız Bizim ruhumuzdaki Rabbimize olan marifetimiz ve aşkımızdan gelmektedir ve bu güzellikler ruhumuzdaki Rabbimizin Cemaline Ve Kemaline olan marifetimizi ve aşkımızı bir derece hatırlatıp hissettirerek manevi zevkini tattırmaktadır. Çeşitli vesilelerle cezbeye gelmekte ruhumuzdaki Rabbimize olan marifetimizi ve aşkımızı Rabbimizin bize hatırlatıp hissettirmesiyle müslüman olanı kendisine yaklaştırmasıdır müslüman olmıyanlara ise hidayetine davetidir Rabbimizin müslüman olmıyanlara verdiği hidayet vesileleri ve imkanlarındandır. Müslüman olmıyanlarında Ruhlarında bezmi elestte mazhar oldukları Rabbimize olan marifet ve Aşkları vardır bu sebeple onlarda hidayet kapısı açık olduğu için cezbe görmektedirler fakat cezbe kişinin hidayetine vesile olursa yada Allaha yaklaşmasına vesile olursa ozaman cezbenin kıymeti vardır. bu sebeple cezbe mutlak olarak doğru yolda olmanın ölçüsü değildir. Rabbimiz Ruhumuzdaki bu küllenmiş ve örtülmüş olan Marifetimizi Aşkımızı hatırlamamız açığa çıkarmamız için Adem Aleyhisselamdan beri Peygamberler, Kitaplar, Tasarrufu ve tecellileriyle, ilhamıyla terbiye edip sevki manevisi ile tayin edip sevkettiği Allah c.c ın yoluna irşad eden Rabbani Alimler, Önderler göndermiştir. Allah için sevmek, kalbi ve ruhu intibaha getirerek Allahı hatırlatan ve gafleti tardeden herşey zikirdir ve insanın bezmi elestte Rabbimizle muhatap olunca kavuştuğu fakat bu aleme gelince küllenmiş olan Allah aşkının küllerini dağıtıp alevlendirerek ve Allahımızın Cemaline Ve Kemaline olan marifetinin perdelerini aralayıp tekrar açığa çıkmasına ve hatırlamaya vesilelerdir. Marifetullah ve Allah aşkı sonradan kazanılan bir şey değildir zaten insanın ruhunda varolan Allah aşkını ve marifetini hatırlamak ve açığa çıkarmaktır Rabbimizin:Allah c.c.a yaklaşmaya vesile arayın emri bunu bildiriyor çünkü bizi Ondan Uzak tutan ruhumuzdaki aşk ateşinin külleri ruhumuzun Allaha olan marifetinin perdeleridir. Ne mutlu ruhundaki küllenmiş olan Allah aşkının ateşinin küllerini savurabilenlere ne mutlu ruhundaki Allaha olan marifetinin perdelerini aralayabilenlere ne mutlu Tevfik Ve Hidayet Allah c.c. Tandır
0 notes
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
İyi olmak sadece doğal olmakken neden herkes rol yapıyor
" Sefiller, Victor Hugo"
Bu sözde genelleme yaparak herkesin rol yaptığını söylemek objektif ve hakkaniyyetli olmaya aykırıdır.Ayrıca bu şekilde genelleme ile herkesin suçlanması insanların kötü sıfatlarını terketmesinden ziyade kötü sıfatlarına teslim olmalarına sebep olabilecek yapıcı olmaktan çok bozucu bir sözdür.Bununla beraber rol yapmamaya mukabil olarak tavsiye edilen sadece doğal olmanın iyi olmak olduğunun söylenmeside çok yanlıştır.Çünkü insanın nefsinde potansiyel olarak bulunan kötü sıfatlarıda vardırki insan rol yapmış olmamak için sadece doğal olmak için bu kötü sıfatlarınada uyması ve bu kötü sıfatlarını açığa çıkartarak hareket edip davranması demektirki bu surettede sadece doğal olmanın iyi insan olmak olmadığı çok rahat anlaşılmak tadır. İyi insan olmak için insanın nefsinin doğasında bulunan kendini beğenmişlik, havalara girmek, ego, bencillik, riyakârlık, yalakalık, nefsine pay çıkarıp egosunu tatmin etmek için özel ilgi,alaka, sevgi, takdir edilip övülüp övülüp pof poflanma, arzusu ve fonomen ve şöhret olma arzusu kibir gibi kötü ve adi sıfatlardan memnun olmayıp rahatsız olarak nefsinin bu kötü sıfat ve arzularına göre hareket etmemesi (davranmaması) gerekir. Ve insanın nefsinde bulunan kötü sıfatlardan rahatsız olup haya etmesi o insanın iyi insan olmasının gereğidir Yoksa nefsinin her arzusuna ve adi sıfatlarına göre doğal olması doğal hareket etmesi iyi insan olması demek değildir. Nefislerinin her arzusuna ve adi sıfatlarına uyarak doğal olan insanların nekadar kötü nekadar adi ve aşağılık insanlar oldukları dünyamızda gözlerimizin önündedir.Demekki sadece doģal olmak iyi insan olmaktır sözü hem suistimallere hemde cok yanlış manalar anlamaya ve uygulamaya açık hatalı bir sözdür.Rol yapmak ise insanının iyi insan olmak gibi bir maksadı olmadığı halde birtakım menfaatleri ve nefsinin egesu gibi kötü arzularını tatmin etmek için kötü sıfatlara uymuyormuş gibi ve iyi ahlaklı gibi iyi insan gibi davranması rol yapmaktır. Fakat iyi insan olmak icin iyi niyet ve samimiyyetle insanın kendi nefsinin doğasında olan kötü sıfat ve arzulara ve düşüncelere uymamak için nefsinin bu kötü sıfatlarına muhalefet ederek kendisinde olan güzel sıfatlara ahlaklara ve kendisinde huy ve meleke haline gelmemiş güzel sıfat ve ahlaklara göre davranıp yaşama çabası rol yapmak değildir. İkisi arasında muazzam fark vardır.Bu ayırım ve farklar ise rol yapmayıp sadece doğal olmakla iyi insan olunur sözleriyle nefislerimizin suistimallerine işine geldiği gibi yanlış anlamalarına fırsat verip sebep olmadan anlamak anlatmak ve yaşamak çok zordur.
3 notes
·
View notes
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM

HER HAKİKATIN KENDİ İTİBARINCA HAKİKATI VAR BİR HAKİKAT DİĞER HAKİKATI NAKZETMEZ HAKİKATINI İPTAL ETMEZ.HAKİKATLERİN ÇOK İTİBARLA ÇOK HAKİKAT VECHESİ VAR
Allahın hatırına kimsenin hatırını değişmeyiz.Önemli olan Allahın Rızasıdır kulların rızası değil.Gavsi Sani k.s.Hazretleri
Aslında bu söz Allaha isyan olan yerde(Şeyle ) kula itaat olmaz kulun rızası aranmaz hakikatını ifade ediyor Yoksa Allaha isyan etmeden Allah Rızası için Allahı ve Allahın dinini sevdirmek için halka hizmet etmek hakka hizmet etmektir. Onun rızası için Gönül kırmamak insanların gönlünü hoşnud ve razı etmek İnsanların hakkına hukukuna riayet etmek Allahı Razı etmektir Allah için sevmek Allah sevgisindendir Allahı sevmektir.Allaha yaklaştırıcı Allah aşkına erdiricidir.NEFSİMİZ İÇİN İNSANLARI SEVMEK,NEFSİMİZ İÇİN İNSANLARIN RIZASI PEŞİNDE KOŞMAKTIR ADİ VE AŞAĞILIK OLAN.
Buna benzer şöyle bir sözde vardır. Eğer siz öldükten sonra insanların sizi ne çabuk unutacağını bilseydiniz insanların rızası peşinde koşmazdınız sözüdür.Bu sözede buna benzer bir şerh yazmıştım tabiki bu sözünde bir hakikatı var fakat bu sözünde hakikatının tek vechesi yok hani derlerya madalyonun birde öteki yüzü var hakikatlarında çok itibarla çok hakikat vechesi var bir hakikat diğer hakikatı nakzetmez iptal etmez matematikle misal verecek olursak eğer 2 kere 3 altı olduğu için 4 kere 3 oniki olamaz dersek başka bir hakikattan sapmış oluruz fakat aslında hakikatları görebilmekde idrak edebilmekte aynen matematikle verdiğimiz bu misaldeki gibi çok hatalara düşmekteyiz.Bu seblede çok hakikatleri görememekteyiz birçok hakikatleride reddetme hatasına düşmekteyiz çoğu zamanda sapla samanıda karıştırabilmekteyiz
Tevfik Ve Hidayet Allah c.c.tandır.
1 note
·
View note
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
MECZUP OLAN MÜRİDİ YADA MÜRŞİT MAKAMINDA OLMIYAN KENDİ HALİNDEKİ MECZUP VELİYİ ŞEYH İTTİHAZ EDEN ZINDIKLIĞA DÜŞER BUYURULMUŞTUR.
Kendisine Velayeti Evliya yolu açılıpta bu yolda seyri süluk yapan müridin nefsi ruhun alemine girer hem bu sebeple hemde zikrin nurunun verdiği manevi zevk ve feyzler ve cezbeler sebebiyle ve daha önce ekseriya birçok kötü sıfatları ve Allah rızası için olmıyan arzu ve hevaları olan nefs için çalışan aklı selim olmıyan akıl nefs ruhun alemine girince feyzler ve nurlar ile nefsani arzularından geçmeyede başlayınca bu sefer akılda nefs için nefsin hevasına çalışmayınca müridin aklı örtülmeye sekire girmeye mürid aşk serhoşluğuna mazhar olmaya başlar eğer mürid sekire girip çıkarak yoluna devam ederse iyidir kemale erebilir fakat yoldayken cezbe ile sekire giripte sekirden çıkamazsa hep sekirde kalırsa bu mürid kemale ermemiş aklı sürekli sekir halinde olan nakıs meczup bir mürid olarak kalır.Bazı meczuplar budurumdadır. Böyle meczup lardan şeriate ve itikada aykırı sözler ve işlerde südur edebilir fakat aklı sekir halinde olduğu için kendisi mazurdur denilmiştir. Fakat ister nakıs meczup bir mürid olsun isterse fenafillaha ve velilik makamına kavuşmuş fakat nefsi ruhun aleminden iniş ile çıkartılarak bu aleme irşad için gönderilmemiş sekirden çıkarılarak aklı selim olarak aklı başına gelmemiş kendi halinde bir veli olarak bırakılan irşat yapamayan meczup velilerden olsun böyle meczupları şeyh ittihaz edip peşine takılanlar aklı başında oldukları ve mazurda olmadıkları için zındıklığa, küfre düşer buyurulmuştur.
Böyle meczupları şeyh ittihaz edip itikadı bozulanlar yada tasavvufta sapıklığa düşmüş bozuk tarikatlerde olanlar yada tarikati ve şeyhi hak ve doğru olsada kendilerinin itikadlarında bozukluk olup şeriata uymayı lakaytlığa ve hafife alıp önemsiz görenlerin bu durumda nefsine sıkı riyazet dahi çektirse zikirden aldığı zevkleri hatta keşfü keramete benzer olağanüstü halleri Ayeti Kerimenin ifadesiyle istidraçtır Allahtan bir cezadır.Ve bu zevklere olağünüstü hallere nefsin ve şeytanın aldatmalarına aldanarak kendilerini doğru yolda zannetmeleridir. İneğe tapan Bazı hint fakirleri ve islamı kabul etmeden şeriate uymadan nefsine riyazet çektiren papazlardada keramete benzer olağanüstü haller (istidraç) görülmektedir
0 notes