ayseinwonderhell
ayseinwonderhell
ayseinwonderhell
5 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
ayseinwonderhell · 3 years ago
Text
Hatay Sossuz Hatay Soslu Dürüm
Acelemin olduğu bir gün eve yemek söylemek istedim, patlattım bir hatay soslu döner. Acelemin olduğu bir yerde yine de şöyle soslu soslu bir döner yiyecek olmak keyiflendirmişti beni. Tabii bunun ilk hayal kırıklığım, ilk yara alışım , ilk kandırılışım olacağını bilemezdim… Döner geldiğinde ve yemeye başladığımda içimde çok büyük bir boşluk hissetmiştim. Sonra bu boşluğu dönerde ve ağzımın tadında aradığımda çok büyük bir eksiği fark ettim. Şöyle bir içini açtım ve bembeyazdı. Lavaşın üzeri ben diyeyim ayak basılmamış karlı bir dağın zirvesi siz deyin kalbim kadar temiz o bembeyaz sayfa. Kabullenemedim bu hatay soslu döneri.  Bunu bir döner ustası yapmış olamazdı bunu ancak aceci ayşe teyze yapmış olabilirdi. Ama açtım. Annemin arada bahsettiği yaradanın sınavı buydu benim için. Hızlı yemek yiyemeyen ben bile hızlıca yemiş ve “böyle bir hatay soslu döner yok bu hayatta, hiç olmadı.” diye kendimi teselli etmeye çalışmıştım ve bu döneri mideme gömmüştüm. Bir süreliğine…
Taa ki sevgilimin yanımda olduğu, keyfimin yerinde olduğu bir cumartesiye kadar. O gün hafta sonu olması sebebiyle keyifle öğlene kadar uyumuş, güzel kahvaltı  yapmış, ve keyifle hiçbir şey yapmamanın mutluluğu üzerimde bir gün geçiriyordum. Öğleden sonra 4 5 gibi sevgilim acıkmaya başladığını söyledi. Önce yemek yemek istemediğimi söylemiştim fakat sonra rahat batmış olmalı; ���Döner söyleyeceğim.” deyince “Hatay soslu var mı?” diye sormaktan alamamıştım kendimi. Varmış ya da dükkan sahipleri öyle olduğunu iddia etmiş diyelim. Dedim “Olur, söyle.” nota da yaz “Bol soslu olsun”. Sağolsun kırmamıştı beni de. Kendisine 70 cm bir zurna soslu zurna dürüm, bana da aç değilim ama yerim boyutunda bir hatay soslu dürüm söylemişti. Siparişimizin gelmesi ve kendi dürümümü elime almamla o poşetleme, o paketleme tanıdık gelmişti ve ellerim titremeye başlamıştı. Bu hissi bu anı yaşamıştım, biliyordum. O, bastırılmış tüm duygularım, travmalarım tekrar seyir ediyordu hayatımda. Evet bu oydu ve önceki tek seferlik bir hata değildi anlaşılan. Bu hatay soslu olduğunu iddia eden dönerdi. Dolmuş gözlerle sevgilime baktığımda açmıştı zurnasını başlamıştı yemeye. Hala aşağılardan bir yerlerden sos çıkabileceğini düşünerek, ümit ederek almıştım bi iki ısırık.. Bana yine hayal kırıklıkları, bana yine yaralar bana yine yine zindanlar. Bu sefer kabullenmeyecektim bu durumu ve dürümü. Olmamış gibi yapmayacak bana bu yaşatılanları halının altına süpürmeyecektim. Birileri bunun bedelini ödemeliydi. Önce aldım elime telefonu buldum numaralarını insan gibi aradım; durumu ve dürümü ifade ettim kendilerine. Sıcak sıcak patateslerin sosu çekmiş olabileceğini söylemeleri üzerine  “ilk defa hatay soslu dürüm yemiyorum beyefendi” diye çıkıştım. Ama aslında ilk defa hatay sossuz dürüm yiyordum. Herkesin bir kırmızı çizgisi, inandığı bir takım gerçekler vardı bu hayatta. Sonra diğer dürümün durumundan konu açıldı ve onda sos olup olmadığına bakmam rica edildi. Sevgilimin zurna soslu dürümünü açınca “aaaa onun ki neden daha beyaz.” diye bağırmışım kendimden geçerek. Telefondaki adam “hay allah” diyerek biz bir sikim yapmayacağız bu durumayı anlattı bana ve kapattık telefonu. Bu sefer yazdırdım hemen sevgilimi canlı yardıma. İlk sorunumuzun ne olduğu sorulan canlı yardım menüsünde “sosumuz yok” gibi bir seçenek yoktu tabii. Sonradan arkasında canlı bir insan olan aşamada anlattık durumu güzel güzel canlı yardımcıya. İlk olarak notumuz dikkate alınmadı sandı kendisi ve “Hayır, bu ondan daha büyük bir problem. Bakın hatay soslu dürümümüzde sos komple yok”a ikna ettik kendisini. Sizi biraz bekleteceğim diyerek mekanla iletişime geçen cengaver canlı yardımcımız her türlü inkarlara rağmen bizi savunmuş, bizim hakkımızı aramış. Canlı yardımcımız da sinirlenmişti bu davaya ve en az bizim kadar baş koyarak “Durun sizi daha üst şikayet menümüze yönlendireyim, oraya anlatın durumu.” diye yönlendirdi sağolsun. Ben bu sinirle mekanı basmayı düşündüm “harcarlar beni” dedim vazgeçtim. Ama o gün bir söz verdim kendime cimere, avrupa insan hakları mahkemesine, tüketici mahkemesin; yapabileceğim, şikayet edebileceğim her yere taşıyacaktım bu davayı. Birileri, bunu yapanlar bunun bedelini ödemeliydi. İlk olarak 1er yıldız puanlayarak başladım bu yola ve inanıyorum ki zaferle çıkacaktım bu yoldan. Ben bir daha buradan sipariş vermez yoluma devam edebilirdim ama ya yeni körpe hatay soslu seven insanlar bilmeden, inanarak ve umutla buradan sipariş verirlerse. Ya ilk hatay soslu döner siparişi buradan verip de hatay soslu döneri bu sanarlarsa insanlar. İşte ben o zaman başımı yastığa rahat koyamam. Bu dönerciler birliğine bir açık çağrıdır. Yapmayın, oynamayın insanlarla ve ağızlarının tadıyla. Her şeyin normal olduğunu iddia eden dükkan sahibi HESAP VERECEKSİNİZ!
0 notes
ayseinwonderhell · 3 years ago
Text
Eşantiyon Çekim Yasası
Festival alanına doğru elimizde gizli saklı soktuğumuz şişelerle ilerliyorduk. Ama benim gözüm uzaklardaydı, bu kadar kalabalık genç grubu etkilemeye çalışanlar, kanlarına girmeye çalışanlar illa ki olacaktı, biliyordum. Karşıdan gelenlerin hepsinde renkli renkli simli makyajları gördükçe dedim “Evet, buralarda var bi şeyler.”. Çok uzakta yeşil renkli bir şemsiye gördüm. Marka kimliği gözüm hemen tanımıştı onu yiv roşhe oralarda bi yerdeydi, bu yeşil o yeşildi. Yanımdaki kız arkadaşıma “Bak bak orada yiv roşhe standı var, gidelim kesin bedava bir şeyler vardır.” dedim. Onun şemsiyeyi görmesi ve durumu anlaması uzun zaman aldı, “Emin misin?” falan diye sordu. Bu sorgulama ve güvensizlik beni huzursuz etmişti, sinirle “Evet evet, sen bilirsin istersen  gelme.” dedim. “Yok yok” dedi güvendi bana, daha markanın bir şey yapmasına kalmadan ben girmiştim onun kanına. Eşyaları bırakıp “hadi” diyerek yola koyulduk. Yaklaştıkça ışıldayan ve gurur dolu gözlerle bana bakıp “haklıymışsın” dedi ve standın önündeki uzunca sıra bizi bu yoldan döndürmedi, gözümüzü korkutmadı. Etrafta eğlenen, yiyişen gençler bıcır bıcır dolaşırken biz “çark çevireceğiz de el kremini denk getireceğiz” diye yarım saat o sırayı bekledik. Zira diğer seçenekler oje olduğu için çarkı çok  dikkatli çevirmeli, profesyonelliğimizi göstermeliydik. Arkadaşıma “Bana güven” dedim ilk ben çevirdim. Tam istediğim noktaya gelmesi için küçük bi dalavereden sonra stanttaki görevliye “ben fakir bi üniversite öğrenciyim, ne kadar şirinim olur böyle şeyler, o sırayı nolur bi oje için beklemiş olmayayım, el kremine çok ihtiyacım var bak, ellerim vanilya kokulu yumuşacık gezmesin mi?” gibi ardı arkası kesilmeyen ifadelerle baktım kendisine. Hiç de umurunda olmadı zaten çat diye verdi kremi, o da cebinden vermiyordu sonuçta. Arkadaşımın da el kremini kazanmasıyla zaferle ve büyük bir gururla döndük yerimize. Girdiğim şaklabanlıklar biraz kanıma dokunmuştu aslında. Hemen yolda giderken de kremin fiyatına baktık tabii internetten, 60 lira civarıydı. Evet tamam kabul ediyorum bir ürüne para vermiyordum ve ürün bendim, öğretmişlerdi okulda. Ürüne para verirken de ürün bendim ama. Burada en azından  para vermedik diye teselliler edebiliyordum kendime.
Bu da benim huyumdu işte. Kanyonda karşıdan ikiden fazla insan elinde o redbull şişesiyle ile geldiğini göreyim hemen “eşantiyon çekim yasası devrede” der yola koyulur, koklaya koklaya, iz süre süre narkotik köpeği gibi  bulurdum o dağıtılan redbulları. Kanyon, çok kafa karıştırıcı bir noktadır benim için mesela, uzmanlığımı orda yaptım diyebilirim. Ortadaki alanında sürekli stantlar vardır ve zenginler hiç yanaşmayınca “Orda bi şey var ama bedava mı, değil mi?” ikilemleri yaratır hep bende. Ama önü dolu ve sirkülasyonu fazla  olanlar öyle mi? Hem yalnız olmadığımı, tek fakirin ben olmadığımı anlatırlar bana hem de bedava bir şeylerin olduğunu. Yapışırım hemen işe yarar yaramaz, olur olmaz demeden. Yabancılardan şeker almayın diyen annelerimiz akıl edememiş stantlardan mal alma demeyi. (Nasıl mesaj ama). Şekerle olmasa da zehirliyorlardı onlar da bizi sonuçta, köpeği ediyorlardı bizleri. Şaka şaka “Ooo keriz malı” diyerek dönüyordum evime, kendilerinden de alışveriş yapmam hayatta. Bilinçli tüketici böyle olunuyor.
0 notes
ayseinwonderhell · 3 years ago
Text
Ayşecik O Tiksinilen İstanbul ile Tanışıyor
Karanlık bir sabaha uyandım. Yatmadan önce içtiğim suyumu işedim, elimi yüzümü yıkadım. Alelacele annemin “ aman çoçum sen tedbirini al bak uzun yola çıkıyorsun, sen önünü kış tut yaz tutarsa bahtına” diye sıralayarak beni Mersin-İstanbul yolculuklarıma uğurladığı  cümleleri düşünerek kendime bir sandviç hazırladım. Bugün okulumun bana zorunlu tuttuğu stajıma başlayacaktım. İlk İstanbula gelişim gibi heyecanlı ve kıpır kıpır yürüdüm durağa.  Durak bir kalabalık bir kalabalık, “Allah allah hayırdır.” diyerek yaklaştım. Kimse geçen otobüslere binmedi. Durdular gittiler, durdular gittiler derken o geliyordu. Daha uzaktan genelde iki basamaklı numaraya sahip otobüslerden farklı üç basamaklı numarası olan otobüsün geldiği sezenler, içgüdüsel olarak bacaklarını hareket ettirmeye başlamışlardı öne doğru. Ben noluyo ne bitiyor daha anlamaya çalışırken “aha 500T geliyor” dediğimde herkes otobüsün ön kapısının duracağı yeri ayarlamış ve oraya çoktan yığılmıştı bile. Kör nine bile benden önce fark etmiş, önümde yerini almıştı. Yıllarca okuluna Yenikapı-Hacıosman metro hattıyla gidip gelmiş, Beşiktaş’a inerken gelen otobüse ay bunda ayakta gideceğime arkadan gelene binerim şımarıklıkları yapan biri için bu gördükleri pek alışılmış şeyler değildi. Galiba bugün gerçek İstanbul ile tanışacaktı bu körpe, yeni yetme, “gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar”daki ceylan. Evet, başarmıştım otobüse binmeyi. Yenecektim seni İstanbul. Ağzım cama yapışmış halde “Ben büyüğüm.” diye mırıldandım. Kendi kendime “Gitmeye çalıştığım stajımı bu kadar istiyor muyum aslında?” diye kafamda “Diplomayı yaksam mı?” planları yaparken “Diplomayı yakarım stajı yakmam kolay değil öyle bulması” diyerek irkilmiştim ki  arkadan bir deste iett kartı bana ulaştı. Evet, arka kapılardan binenlerin çok hızlı organize olup kartlarını toplayarak  basılması için öne doğru gönderdiği bu yüce görev bana verilmişti. Sabah sabah ya birinin kartını iki defa basarsam diye anksiyetem tuta tuta 7 düvelin kartına dokunmanın huzursuzluğu sardı dört bir yanımı. Bunu yapacak kadar aptal olmadığımın farkındaydım ama bir anlık aptal olmayacağımın garantisini de kimseye veremezdim ve vermemiştim de. Hala etrafa dokunmamaya çalışma çabama bir tebessüm bıraktıktan sonra ellerime baktım ve “Bu eller benim değil artık.” diye tiksindim kendilerinden. “Bu eller bu iettye mal olmuştur, ne olacaksa olsun artık” dedim ve etrafımdaki demirlere can havliyle tutundum. İpin ucu kaçtı artık dedim çift el kavradım da kavradım askı demir ne varsa. Araya kaynayan dayının kolundan özür dileyip zaten düşecek boşluğun da olmadığı hesaba katınca bu sefer de saldım elleri. Tüm bu krizlerimin ortasında varacağım yere gelmiştik sonunda. Evet stajıma devam ettim malesef “ben bu oyunu bozarım” diye naralar da attım ama sabah güzargahımı değiştirebildim sadece. Dönüş yolunda öpe öpe yine binmek zorunda kaldım 500t’ye. Selam İstanbul!
0 notes
ayseinwonderhell · 3 years ago
Text
Ofisteki Diktatör
Ağzına geleni, aklından geçeni söylemekten çekinmiyor, yeri geliyor hesap sorma cüretini bile gösteriyordu. Bunu sadece biz ölümlü çalışanlara değil patronlara bile yapma cesaretinde bulunabiliyordu. Cesaretini zar zor toplayarak gelip “yerler pis” diyen patrona eyvallahı olmadan “bana bunu nasıl dersin?” diye kadını pıstırıp, kaçırmış bir kişiydi kendisi. Ortalık yerde sürekli olarak “bir gün gözüm döndüğünde büyük oğlumu nerdeyse pencereden atıyordum” hikayesini sırf bize göz dağı olsun diye mi anlatıyordu bilmiyorum ama o zamandan beri ona şikayetlenecek olanların arada en az 3 metre mesafe bırakarak savunma pozisyonunda bi şeyler söyleyebildiği gerçeğini yaratmıştı. Yanındayken sanki onunla konuşup onu eğlendirmeli, onun gözüne girmeliyim gibi hissediyordum. Bir gün öylesine konu açmak için yan taraftaki inşaata bakıp “ne kadar hızlı yapıyorlar yahu” diye ortaya bir laf attığımda, benim bu yükselen inşaat sektörüne olan şaşkınlığıma aldırmadan “yaparlar tabii o kadar adam çalışıyor” diye kestirip attı. Haklıydı ama bir gün bomboş duran arazinin bi aya kalmadan kaç katlı hale gelmiş olmasını da şaşırmak da benim hakkımdı. Kendimi onun yanında çok güçsüz hissediyordum. Yarım bırakılmış çaylarımı oraya götürürken hemen lavaboya döküp, bitirmişim gibi saklamaya çalışıyordum. Ondan zaten hiçbir şey istemiyor, mutfaktaki tüm işlerimi kendim hallediyordum. Onun işi varken de ayağının altında durmaktan bile rahatsız oluyor, hızlıca işimi halledip çıkıyordum. Bazen sabah kullanmaya başladığım su bardağım yanımda değilse yeni bardak kirletmeye cesaret edemiyordum.. Kölesi etmişti beni. Bi gün gel şu bulaşıkları yıka dese sorgusuz sualsiz sıvardım kolları. O kötüydü, o zorbaydı, o vurdumduymaz, o diktatördü. 
Akşam onu almaya gelen eşinin gözlerinde de aynı korkuyu görebiliyordum. Ama gözlerindeki müriti gibi olan sorgusuz sualsız bağlılığını da görebiliyordum. Ne zaman mutfağa girsem kederli arabesk şarkıları ve sürekli izlediği tiktokları düşününce eşiyle tiktoktan tanışma hikayelerini kafamda kuramadan duramadım. Yazdım hikayeyi oynattım oynattım durdum kafamın içindeki yerli, düşük bütçeli sinemada. Sanane ya dedikçe alamadım kendimi daha da çekildim hikayenin içine. Müge Anlı'ya gelince senaryo yeter dedim bıraktım düşünmeyi.
Bugün ofise çaycı için ilan verdiklerini duydum. “Patronlar da illallah etmiş olacaklar ki bu düzeni bozmak için kovmuşlar Ümran ablayı” diye düşünürken yine ters köşe etti beni. Bunu ona söyleme cesareti zaten yoktu hiçbirinde o ayrıydı da, kendi istifa etmiş meğersem. Bahane olarak da daha hareketli işler istediğini söylemiş. Yapmıştı giderayak yine yapacağını, "eğlendirememişim demek onu" diye bi ufak rencide olmadım değil. Yokluğu biz diğer çalışanlar için hiç eksiklik yaratmamış, birden gitmesiyle işler hiç aksamamış, en azından mutfakta korkusuzca kendi işimizi halledebileceğimiz bir alan doğmuştu. Güle güle elinde para ya da koltuk gücü olmadan ofiste diktatör olabilen kadın.
0 notes
ayseinwonderhell · 3 years ago
Text
Görünüşümüz Kaderimiz Değildir
Selamlar hepinize araba kardeşlerim. Bugün sizi buraya toplamamın bir sebebi var. Yıllardır dile getirilmeyeni dile getirmek istiyorum. Bıkmadık mı yıllardır tasarımlarımızla, markamızla bize yüklenen kimliklerden?  Bıkmadık mı elimizde olmayan, varoluşumuzla gelen sinirli, tatlı, sert gibi etiketlerden? Gelin bir olalım bu düzen yıkılsın!
Siz Ferrari kardeşlerim, bu sürat seni de yormadı mı, istemiyor musun artık sakin, mütevazi bir yaşamı? Sen Bmw, o sinirli damgası yapıştırılmış görünüşünün altındaki kırılgan ve hassas kalbini kimler görebiliyor? Peki ya sen Fiat 500c yeri gelince sinirlenmek, basıp gitmek senin hakkın değil mi? Porsche sana sordular mı "futbolcu ve ünlü oyuncu taşıyacağın, dondurma çubuklarında insanlara umut olarak pazarlanacağın bir dünyaya gelmek ister misin?" diye. 
Bakın Maserati yanımızdan geçti gitti ne oluyor burada diye bakmadı bile. Bu kadar halktan kopuk bir yaşam sığar mı arabalığa? Bu kadar mı sana yüklenmiş rollerin esiri oldun? Sen milyon liralar olsan nolur?
Bakın burada plakasını vermek istemeyen bir Toyota dostumuz var. Daha hayatında sadece tek kişiyi taşıyarak bir yolculuğa çıkmamış. En az 3-4 kişilik aileleri yüklenmiş hep. Kimilerinin hasret kaldığı kalabalıklardan şikayetçi o da. Bu misyonu ben yüklemedim ki kendime diye isyan ediyor, ben de bu dünyada gecelerin aranan yüzü olmak isterdim diyor.
Çıkalım bu çerçevelerimizin dışına, kurtulalım pırangalarımızdan. Ben bir Doblo olarak bu memleketin tüm mangallarını sırtlamaktan yoruldum, ben de haftasonu Caddebostan'da güneş gözlüklerimi takıp kahvemi yudumlamak istiyorum. Alışacaksınız! Arkasında bir küçük mangal, kames top olan Lamborghini’ler görmeye alışacaksınız! Sinirli, makas atan, trafik kurallarını yıktığında Bmw’ler kadar olası karşılanan Mini Cooper’lara alışacaksınız! Çıkacak tüm Volvo’lar safezonelarından! Teslim olmayacağız önceden çizilmiş kaderlerimize, boyun eğmeyeceğiz!
1 note · View note