Tumgik
basak-me-blog1 · 8 years
Quote
Varsın dünyanın gidişatına inancım olmasın, ama baharda yeşeren pırıl pırıl ağaç yaprakları, mavi gök, bazen inanır mısın, niçin sevdiğimi bilmediğim bir adam ruhuma öyle yakın geliyor ki
1 note · View note
basak-me-blog1 · 8 years
Quote
Bana dönme; içinden beni duy yeter' dedi kız. 'Beni okyanusun en derin noktasında tek başıma kalmışım gibi duy. Beni yüzme bilen sadece senmişsin gibi duy. Cebimdeki çakıl taşlarının hepsini sana verdim; beni taşlarımın her birinden ve kılavuz iplerim senin elindeymiş gibi duy.
Nihan Kaya, Kar ve İnci
1 note · View note
basak-me-blog1 · 8 years
Video
youtube
'Sen bir sevme alışkanlığına tutuldun', dedi.
(Doris Lessing, On Dokuz Numaralı Oda)
0 notes
basak-me-blog1 · 8 years
Text
Hani masallarımızda tembel, uyuşuk diye anlattığımız ağustos böceği var ya, doğmak için tam on bir yıl, ağaç köklerinde larva-yumurta olarak beklermiş. Ve sadece ne kadar süre yaşamak için katlanıyor, bu 11 yıllık doğum sancısına? İki hafta. Evet sadece iki hafta. Bu iki haftayı da neslinin devamı için partnerine 'aşk serenadı' yaparak geçirirmiş. Şöyle devam ediyor yazı: 'Cebindeki paranın ağırlığı kadar ancak adalet dağıtan insanın vicdan mahkemesinde bütün gününü şarkı söyleyip eğlenmekle, miskinlik yapıp tembellik etmekle suçladığı ağustos böceğinin tüm yaşam süresi yalnızca iki haftalık ömürden ibaret işte...Ne var ki insanın kara vicdanı bu kısacık yaşamı dahi ağustos böceğine çok görüp ona göz dikmekten kendini alamıyor ve iki haftalık ömrü kendi hesabına geçirmek için masallar uydurup çocuklara miras bırakıyor. (Deniz Aslan,Kibrit)' Ben hepiniz adına üzgünüm, affedin bizi ağustos böcekleri
0 notes
basak-me-blog1 · 8 years
Video
youtube
Çikolatalaşmış kahve tabletlerinden atıyorum bir tane ağzıma, kahvemle yutmaya çalışıyorum, acele bir iki çiğneyişten sonra.
Başkalaşmış acılarla yutuyorum tableti. Geçmiyor baş ağrım. Kutuyu bir kez daha açıyorum. Kahveci reçete yazmamıştı zaten. Doz aşımı yapmaya teşvik edercesine vermişti bir kutu kahveli çikolatayı.
Amelie'nin enginarını düşündüm. Hakikaten bir kalbi olabilir miydi, sevilen/üzülen?
Sonra bu enginar, neden bir gri kazak olmasındı? İhanet eden gri bir kazak, olamaz mıydı? Gri kazağın içinde sen. Gri kazaklı senin omzunda bir kadın. Bembeyaz dişlerinizle ikiniz.
Ben artık ne zaman bir gri kazak görsem V yaka, kapatırım bembeyaz dişlerimi. Kusura bakma Amelie. Hayır, enginarın kalbi de umurumda değil. Ben artık gördüğüme bile inanmıyorum.
0 notes
basak-me-blog1 · 8 years
Quote
Dürtülerimiz yalnızca açlık, susuzluk ve istekten ibaret olsaydı, neredeyse özgür olurduk; ama şimdi esen her rüzgârla, tesadüf eseri bir sözcükle ya da kelimenin bize iletebileceği bir manzarayla etkileniyoruz.
Frankenstein
0 notes
basak-me-blog1 · 8 years
Quote
Bazıları sakat kollarıyla, kekemelikleriyle ya da sağırlıklarıyla yaşamak zorundaydı. Kadın da elinde olmayan bir ruh haline tabi olduğunu bilerek yaşamak durumunda kalacaktı.
(D.Lessing, On Dokuz Numaralı Oda)
0 notes
basak-me-blog1 · 8 years
Text
Çiçeğin de plastiği güzel değil, insanın da… Mert’i bu yüzden hemencecik sevdim. Plastik asansör konuşmalarının birinde tanıdım onu.
Bugün ikinci karşılaşmamızı yaşadık. Görür görmez, ‘Aaaaa’ dedim, ‘Aaaaaa’ dedi o da sevincime karşılık. Yukarılara doğru plastik olmayan konuşmalar yapacaktık asansörde.
Yanındaki arkadaşını sordum. Aynı kolejdenlermiş. Mert, onu ilkin ikinci sınıfa gidiyor sanmış, çünkü boyu uzunmuş birinci sınıf çocuğuna göre. Oysaki o birinci sınıfa gidiyormuş henüz. Asansörün aynasından şöyle bir baktım boylarına, dördüncü sınıfa giden Mert, arkadaşından uzun değildi ama ses etmedim.
En kötü dersi Türkçe imiş. 80’nin üzerine çıkamamış daha. Matematikten yine 95 aldığını sıradan bir ses tonuyla anlatıyordu ki ineceği kata geldik. İnerken öyle bir şey söyledi ki yüzümde tebessüm asılı kaldı: ‘Keşke devam edebilsek ya…’
Otomatik ‘Kendine iyi bakıyosunn’lara, ‘Ba-bay’lara alışkın sistemim o an durdu, karşılık veremedim.
Ama bir dahaki karşılaşmamızda ona süt ısmarlamayı teklif edeceğim, ben de meyveli yoğurdumu alırım, aşağıda bir yerlerde oturur, renklendirici içermeyen sohbetimizi yaparız
0 notes
basak-me-blog1 · 8 years
Text
Noktalama işaretleri sadece noktalama işaretleri değildir. Sadece sıralı cümleleri ayırmaz bir virgül. İnsanın insanı tanıma sürecinde de çok iş yapar noktalama işaretleri.
İşe ünlem ile başlanır: Hayatına yeni bir insan girişi gerçekleşti, ünlem!
Ardı ardına huyunu suyunu öğrenirsin: Sabah erken kalkamaz, işini çok sever, çiçeklere düşkünlüğü vardır vs..özellikler hep virgül işi.
Sonra çiçekli böcekli olmayan nitelikler girer devreye, fakatlar: Edebiyatı seviyor, fakat bencil; meyve seviyor, ama meyveli yoğurdun tadından bihaber… İşte bu fakatlar da hep noktalı virgül işi.
Ardından tekrar ünlem alır sazı eline. Fakatlar ağır gelmiştir, ‘Dur’ der ünlem. Bir düşünme-silkelenme şansı verir bireylere.
Sonra ne mi olur?
Silkelenebilene gökten virgüller düşer; silkelenemeyenlerin nasibi noktadır.
Nokta.
0 notes
basak-me-blog1 · 8 years
Video
youtube
 Stalkın postmodern çığlığı...
0 notes
basak-me-blog1 · 8 years
Text
savaşımın cepheleri
En olmayacak zamanlarda anlıyor insan yanlışı. Geç kaldığında anlıyor zamanın tükendiğini. Hem çokça şeyler yapmak istiyor – ki biliyor, yapmasa delireceğini. Hem de çokça şeylere hiçbir zaman yetişemiyor. Yalnızlık mı dibine kadar hissettiği bunlara sebep? Hep eleştirdiği ikişer üçerli hayatları mı insanların?
Yanlış anlaşılmasın, bu sorular bizatihi kendimedir. Sorgulamanın aşırı yoğun ve en olmayacak zamanındayım. Tik gibi bakıyorum saate, tik gibi kontrol ediyorum telefonu. Oysaki biliyorum, ben hiçbir şeye yetişemeyen, hiçbir şeye ayıracak fazlaca vakti olmayan insanım. Her daveti birkaç kez düşünürüm. Çünkü ben hiçbir şeye yetişmek istemeyenim.
Çokça insan fazla karbonhidrat gibi hazımsızlık yapıyor bende. Sayıları ürkütüyor. O sayı bir artmaya görsün, cepheleri artıyor savaşımın sanki.
Bu yazı da aslında bir manasız. Tamamen kendim için yazılmış bir ‘yazımsı’. Yazarsam daha iyi sorgular mıyım diye deniyorum işte. Belki sessizce sorgularken içimden, kaçırdığım detaylar oluyordur. Belki de hep aynı yeri düşünmeyi atlıyorum ki hep aynı hatayı yapıyorum. Bu defa yazarak sorguluyorum işte.
Yaşımın büyüdüğünü hiç hissetmiyorum. Küçükken de korkardım, şimdi de korkuyorum.
Hiçbir şey beni kendim kadar sıkmıyor. Beklentisiz yaşamın mutluluk getireceğine dair şüphem yok. Ama beklentileri tamamen öldüremiyorsun. Kendine dair beklentilerin oluyor. Yapmalısın’lar bitmiyor. Ne eksiğin var’lar başımın etini yiyip bitiriyor. Bak yoksa şöyler olursun walla’lar tepikliyor aklımı. Sus diyorum sus içime! Yoksa hepinizi yakarım!
Sonra uzatıyorum elimi, alıyorum ordan en bitterinden bir çikolata. Yarın yakarım spor salonunda kalorisini diyorum. Hem çok yüklenmeyecektin kendine, ne bu sorgulamalar diye kızıyorum. Yanına küçük bir süt açmalı, çikolatanın. Yarar-zarar dengesi kurarım belki diye geçiriyorum içimden en faydacı yaklaşımımla, sonra vuruyorum ağzıma bir tane. Sus be kadın! Sus da mutlu ol artık!
Psikoloji dersinden hatırlarım id, ego, süperego kavramlarını. Bu konuya gelindiğinde kitabın o bölümünü yalayıp yutmuştum resmen. Aa evet bu da ben, bu da ben, diye diye hatmetmiştim konuyu bir çırpıda. Yazık. Teori bilgisine rağmen, uygulamadan çakıyorum. Tüm kadınlar böyle zaten. Bir derdim var diye yanaş hiç konuşmadığın bir komşuna, ya da herhangi bir kadına. O gün başlar dostluğunuz. Kendisine çare olamayan o kadın, sana ilaç olur ilaç. Bilir acil durumlarda neler söylenmesi gerektiğini, güzelce dinler seni. Ama bir hafta sonra ağlayarak gelir yanına, o bilgiç tavırlarla çürüttüğü tezlere yenik düşmüş ceylan misali.
Sen! Sen! Dur orada! Teorin hiçbir cehennemde işe yaramıyor!
‘Öylesine’ başlıklı çok klasörüm vardır, öylesine yazılar, öylesine resimler, öylesine şarkılar.. hepsi öylesine. Hiçbiri neden belirtmeyi hak edecek kadar güçlü değil. Şöyle ağzı dolu dolu yapacak nedenler olmadan isimsiz olsa da olur diyorsun.
En olmayacak zamanlarda en olmayacak şeyler yaptım. Hastayken dondurma yedim. İyiyken eve kapandım. Sınav önceleri hep başka şeylerle meşgul ettim aklımı. Bunu da en olmadık zamanda yazmam şaşırtmasın.
Bi de beklediğim günler var. Kendi belirlediğim tarihler. Değişim için ‘hele bir gelsin’ de diye beklediğim tarihler. Ben belirliyorum oysaki tarihi. Hemen şu anda demekle, cumartesi akşamını beklemek arasında ne fark var bilmiyorum, yoksa bir kendini kandırmaca daha mı geliyor.
Uff yine mi yanlış mantığın seline kapıldım? Herkes aynı yalanı yaşıyorsa, senin doğrun açıkta kalır, donar, ısıtmaz seni.
Otobüsün hareket saati yaklaşıyor. Hareket saati eylemlerimin yaklaşıyor. Bir Cumartesi akşamı.. sanmıyorum da bakalım..
0 notes