Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
Işığın Efendisi İbnü’l Heysem

Batı Dünyası için Orta Çağ; karanlık dönem olarak adlandırılan, savaşların ve hastalıkların kol gezdirilmiş olduğu, bilimin zincire vurulmuş olduğu, feodalitenin yargı sürdüğü dönemdir. İslam Dünyası içinse bu dönem; felsefe, matematik astronomi, fizik, kimya, tıp, mühendislik benzer biçimde birçok alanda ciddi gelişmelere imza atılan ve adına altın çağ denilen bir devirdir. İslam’ın Altın Çağı’nda, günümüzde kullandığımız birçok teknolojik alet buluş edilmiş, çağdaş bilim ve teknolojisinin ortaya çıkmasına sebep olacak mühim ilerlemeler kaydedilmiştir. Farabi, El-Cezeri, Biruni, Harezmi, İmam Gazali, Ebu’l Kasım El-Zehravi, Kindi, İbn-i Sina, İbn-i Heysem, İbn Rüşd, Fergani, El-Razi, Kemaleddin El Farisi, Ebu Nasr Mansur ve daha birçok felsefeci ortaya çıkmıştır. Şimdi bunlardan biri ile alakalı garip bulgularımı paylaşacağım: Işığın Efendisi İbnül Heysem. Elimizdeki telefonların kameralarından sinemalara, matematik, astronomi, fizik, tıp ve optiğin temel prensiplerinin ortaya atılmasına kadar birçok alanda emek harcamalar yapmış ve bu başarılarından dolayı ün kazanmış, Batı’da Alhazen olarak tanımış İbnü’l-Heysem’i dahi bir bilim insanıydı. Kullandığımız kameraların keşfini gözün emek verme prensibiyle açıklayan Karanlık Oda Deneyi ile günümüz sinemalarının da keşfine öncülük eden, ışığı derinlemesine inceleyen ışığın efendisi İbnü’l el-Heysem’in hayatına, eserlerine ve yapmış olduğu birkaç deneye göz atacağız. Heysem’in döneminde Müslüman bilim adamlarının çalışmalarında Aristoteles tesiri egemendi. Bu zamanda, ampirik yöntemle yalnız duyumlardan ve gözlemlerden elde edilmiş bilginin doğru kabul edilmiş olduğu ve bilginin deneyimle elde edilebileceği görüşü sürmekteydi. Fakat İbnü’l Heysem bilimsel yöntemler kullanılarak ve matematiksel formüllerle deneylerin desteklenmesi icap ettiğini savunmuştur. İbnü’l Heysem’in cesareti ve gerçeği arama tutkusu, onu bilimsel yöntem ve teknikleri kullanan bilim adamlarının öncüsü yapar. Meşhur eseri Kitâbü’l Menâzır’da bilimsel şekilleri kullandığı ve deneylerin kanıtlamalarını yapığını şu cümleyle anlayabiliriz: “Yapmış̧ olduğumuz yorumlar, tümevarımsal açıklamalar ve deneylerden açığa çıkan sudur: Işık ışını yalnızca doğrusal çizgiler süresince yayılırlar.” Bu cümleden de anlaşıldığı benzer biçimde çıkarım meydana getiren, çözümleme, bireşim, tümevarım ve tümdengelim benzer biçimde bilimsel yöntem ve teknikleri eserlerinde bizzat uygulamıştır. Yapmış olduğu emek harcamalar ve mevzu alanlarına baktığımızda tüm dikkatini optik alanında yoğunlaştırdığı, matematik ve astronomi alanında ise optiği geliştirecek ve anlaşılmasını sağlayacak temeler üstünde durduğu anlaşılmaktadır. Arkimedes’in de üstünde çalmış olduğu kürenin bir düzleme nasıl aktarılabileceği problemini koni kesitleriyle çözmüştür. Bu sorun Alhazen Problemi olarak da bilinmektedir. Ondan sonra Leonardo da Vinci bu problemin çözümü için bir alet yapım etmiştir. Biçim 1: Leonardo da Vinci’nin tasarlamış olduğu alet ve çizimi- TarihtenHaber.Net Burada İbnü’l Heysem küresel bir aynadan ışının gözlemciye yansımasının nasıl bulunacağını açıklamayı amaçlamıştır. Optikte çukur aynaya paralel gelen ışınların eksen üstünde bir noktada (odak) nasıl toplandıklarını kanıtlamıştır. Alhazen probleminin çözümünde dördüncü dereceden denklem kullanılması da bilim zamanı açısından bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Tüm bunların yanında Göz-ışın Kuramı ile görüntünün beyinde meydana geldiğini açıklaması, ışığı ve saydam cisimleri kuramsal olarak detaylıca ele alması ve bilimsel deneylerle açıklaması, ileride George Sarton’ın İbnü’l Heysem’e tüm zamanların en büyük optikçisi diyerek anmasını elde etmiştir. Eserlerini detaylıca incelemeden ilkin özetlemek gerekirse hayatına göz atmamız iyi olacaktır. Heysem’in Yaşamı 965 Tarihinde Basra’da doğan İbnü’l-Heysem’in tam adı Ebû Ali el-Hasan İbnü’l Hasan İbnü’l-Heysem’dir. Basra’da yüksek eğitimini tamamlayıp kendini fen ve dini ilimlerde geliştirdikten sonrasında Bağdat’a gidip orada da pozitif bilimlerde uzmanlaşmıştır. Mısır hükümdarı El-Hakim’in davetiyle Mısır’a gelmiş ve Nil nehriyle ilgili taşkınları önleyecek bir proje tasarlamış fakat projenin başarısız olması sebebiyle hükümdarın ölüm kararından kendisini zor kurtarmış, Kahire’ye yerleşip bilimsel çalışmalarını burada sürdürmüş ve burada vefat etmiştir. Birçok alanda eserler yazmış olan İbnü’l Heysem’in 200’e yakın eseri olduğu bilinmektedir. Bu alanlarda yapmış olduğu eserlerin isimlerine özetlemek gerekirse değinecek olursak matematik ve geometri alanında yazdığı eserlerinden en dikkate kıymet olanları sonsuz küçükler ve koni kesitleri üstüne yapmış olduğu çalışmalarıdır. Geometride çoğunlukla kullanılan çözümleme ve bireşim bilimsel şekilleri üstüne yazdığı Yazı fi Tahlil ve Bileşim adlı emek vermesi önemlidir. Astronomi alanında çalışmalarına örnek verecek olursak başlıca olanlar: - Evrenin Yapısı Üstüne - Kıblenin Hesapla Belirlenmesi - Ayın Işığı Üstüne - Yıldızların Işığı - Yıldızların Görünmesi Üstüne Kitapçık - Kitâbü’l Menâzır - Parabolik Aynalar Üstüne - Küresel Aynalar Üstüne - Mercekler - Gökkuşağı ve Hôle Üstüne - Işık Üstüne - Gölgelerin Nitelikleri - Yakan Küreler Üstüne - Yıldızların Görünmesi Üstüne - Yıldızların Işığı Üstüne - Ayın Hareketi Hakkında - Euklides ve Ptolemalos’un Optik Bilgisinin Analizi İbnü’l Heysem’in en meşhur optik kitabı Kitâbü’l Menazır 7 bölümden oluşmaktadır. Bunlardan ilk üçü direkt görme; 4, 5 ve 6. bölümleri yansıma, 7. kısmı ise kırılma konusunu incelemektedir. İlk bölümünde gözün anatomisini açıklayarak görme vakasına tümevarımsal olarak ulaşmayı hedeflemiştir. Bu bölümde gözün kısımların “El-sebakiye” (retina), “el-kurniye” (kornea), “el-sa’il el-ma’i” (göz sıvısı), “el-sa’il el-zucaci” (camsı sıvı) vb. olarak adlandırmış ve detaylı çizimlerini yapmıştır. Biçim 2: Kitâbü’-Menâzır’da İbn-i Heysem ‘e ilişik biyolojik göz modeli. İlerleyen bölümlerde Saydam ve opak cisimleri incelemiştir. İlk ilkin ışık saçmanın nasıl gerçekleştiğini hangi cisimlerin ışık saçabileceğini anlatmıştır. Işık saçma vakasının özsel bir özellik bulunduğunu söylemiştir. Gene saydam cisimlerin ışığı karşı tarafa geçirebilmelerini de saydam cisimlerin özünden kaynaklandığını onun özünde bulunduğunu söylemiştir. Saydam cisimlere örnek vermiş cam, su benzer biçimde şeylerin tam geçirgen bulunduğunu ince kumaş benzer biçimde ince iplikten işlenmiş kumaşların yarı geçirgen olduğuna değinmiştir. Gene opak cisimlerinden özünden meydana gelen bir sebepten dolayı karşı tarafa ışığı geçiremediklerini fakat devamlı ışıkla görünür hale geldiklerini söylemiştir. Tüm maddi cisimlerin ışığı kabul etme gücünün bulunduğunu söylemiştir. Işığın karşısındaki nesnelere doğru nasıl yayıldığını ve nasıl tesir etiğini sorgulamıştır. Buna yanıt olarak şöyleki yazmıştır: “Işık, ışıklı her cisimden yayılır ve ışıklı cismin çevresinde bulunan her saydam cisme nüfuz eder ve saydam cismin karsısında bulunan opak cismin üstünde açığa çıkar. Eğer su saydam bir kap içinde ise, ışık bu kabın peşinde bulunan her opak cismin üstünde görülebilir. Aynı şekilde, ışık cam, kristal ve bunlara benzer saydam mineraller üstüne düşerse, bunların arkasında bulunan opak cisim üstünde de açığa çıkar. Betimlenen bu örneklerden, ışığın saydam cisimlere nüfuz etmiş olduğu açık hale gelmiştir”. Burada ışığın doğrusal çizgiler olarak yayıldığını ve saydam cisimlere de bu şekilde tesir ettiğini açıklamıştır. Işığın doğrusal çizgilerle yayılmasını karanlık oda deneyi ile açıklamıştır İbnü’l Heysem. Bu gözlem karanlık bir odaya oluşturulan bir deliğin içine giren ışıkla açıklamıştır. Açıklaması olarak şöyleki der: “Güneş, Ay ya da ateş ışığı karanlık bir odaya orta büyüklükte bir delikten girdiğinde ve odada toz parçacıkları var ise ve bu parçacılar havaya yayılmış̧ durumdaysa, delik vasıtasıyla giren ışık, havaya karışmış bulunan toz parçacıkları üstünde, zeminde ve deliğin karsısındaki duvar üstünde oldukça belirgin bir şekilde görülür ve bakan kimse delikten zemine ya da deliğin tam karsısındaki duvara gelen ışığın doğrusal çizgilerde yayıldığını görür… Eğer odada asla toz yoksa, ve ışık zemin üstünde ya da deliğin karsısındaki duvar üstünde parlıyorsa ve düz çubuk görünen ışık ve delik içinde bulunuyorsa ya da onların arasına sıkıca bir ip gerilmişse ve delik ile ışık arasına opak bir cisim konulsa, ışık bu opak cisim üstünde görülür ve cismin ışık düsen yeri parlar, buna karşılık başlangıçta görülen yerlerde ışık ortadan kalkmış olur”. İbnü’l Heysem optik kitabında her şekilde ışığın yayılış biçimini yapmış olduğu deneylerle açıklamıştır. Karanlık oda deneyinde fotoğraf makinelerinin nasıl çalıştığını da açıklamıştır. Bu gözlem sonucunda karanlık odanın iç tarafında dış tarafındaki görüntünün tersi olarak yansıdığını ortaya çıkarmıştır. Meydana getirilen üç mum deneyi de buna kanıt niteliğindedir. Bu deneyde kutunun dışına yerleştirilen üç mumun oluşturulan minik delikten doğrusal ışınlarla yayılarak ilerlemesi ve kutunun içinde ters görüntünün oluştuğunu açıklamayı amaç edinmiştir. Kaynak: https://gencbilimeu.blogspot.com/2021/03/ibn-i-heysem-kimdir-heysem-arap.html İstanbul’da buluna İslam Bilim ve Teknoloji müzesindeki İbnü’l Heysem’in karanlık oda deneyi. Karanlık Oda (Camera Obscura), 42 x 36 x 37 santimetre. Çelik sehpa: 90 x 60 x 93 santimetre. Takma bölgeleri pirinç. Izlenme için halojen lambalar. Kaynak: https://m.ibtav.org/yaratı/194/karanlik-oda-(camera-obscura) İbnü’l-Heysem’in Kitâbü’-Menâzır’ın üçüncü bölümünde güzellik anlayışının ve algılanmasının bir tartışmasını yapmıştır. Yapmış olduğu bu tartışmada güzelliğin nasıl meydana geldiğini, neye gore değiştiğini açıklamıştır. Fakat güzellik hakkında onunla aynı dönemde yaşamış İbn-i Sina’nın güzellik tanımı onunkinden değişik olmuştur. İbn-i Sina mevzuyu doğa ötesi ve etikle birleştirmiş her güzel şeyin güzelliğini Tanrıdan aldığını ve ona benzeyeceğini onun yolunda olan tüm varlıkları etik olarak güzelliğe ulaştırdığını söylemiştir. Gene İslam düşüncesinde de güzelliğin ve estetiğin temel kaynağının Tanrı olduğu, doğru-yanlış, etik olarak da bütünleşmiş olmasının metafizik- etik boyutta güzellik anlayışının temelini açıklamışlardır. Bu iki görüşte de aslına bakarsak güzel olanın doğru ve ahlaklı olması gerekliliği temel noktadır. Fakat İbnü’l Heysem güzelliği görme duyusuyla ilişkilendirir. Güzelliğin kavranması adına şu sözleri açıklayıcı olacaktır: “Görme duyusu belli bir güzelliği, görme idrakine mevzu olan nesnenin daha ilkin detaylı bir şekilde açıklanmış̧ boyut, konum, ışık ve renk benzer biçimde belirli tikel özelliklerini algılayarak algı eder. Şu sebeple bu tikel özelliklerin her biri, tek başına güzellik türlerinden birini meydana getirir. Böylece bir tüm olarak bu özellikler, diğerleriyle beraber güzelliğin öteki türlerini ortaya çıkarırlar.” Şu demek oluyor ki burada güzelliğin belirli özelliklerle kavranabileceğini bunların birleşimi sonucunda güzellik yargısına erişebileceğimizi söyleyerek güzellik tasavvurunu doğa ötesi, etik ve etik boyutun haricinde bilimsel temellerle ele almıştır. Güzelliği ortaya çıkaran en temel unsurların ise renk ve ışık bulunduğunun altını çizer. Özetle İbnü’l Heysem İslam düşüncesindeki güzellik tasvirinden değişik olarak güzelliğin duyumsal bağlamda ve belirli özelliklerin sağlanmasıyla güzellik yargısına ulaşabileceğimizi söyler ve güzelliği metafizikten ayırarak duyularla elde edilebileceğini dile getirir. İbnü’l Heysem tüm bu çıkarımları aslına bakarsak güzelliğin görmeyle nasıl bir ilişkisi bulunduğunu açıklamak için kullanmıştır. İbnü’l Heysem’in Işık Üstüne adlı çalışmasında ışığın ne olduğu, ışık kaynağından yayılan doğrusal ışınları, ışığın hangi maddesel cisimlerde yayılabileceği ve saydam nesneler üstünde detaylıca durmuştur. Bunların araştırma alanlarının da hem tabiat bilimlerinin mevzuları içinde hem de matematik bilimlerinin mevzuları içinde incelenebileceğini belirtmiştir. Işıklı her cismin, ısı enerjisinin bir formu bulunduğunu yalnız bunun ışık kaynağına bağlı olarak azca yada oldukca olarak ayrılabileceğini incelemiştir. Işığın saydam cisimlerde doğrusal olarak yayıldığını söylemiştir. Işının doğrusal yayılımına dair, duyularımız tarafınca algılanamasa da yapmış olduğu karanlık oda deneyiyle kanıtlar sunmuştur. Bu ışınların yayılış biçimine imgesel bulunduğunu ve imgesel çizgilerin ışın olarak adlandırılabileceği değinilmiştir. O dönmede eski matematikçilere gore görme vakasının baktıkları nesneden çıkan ışıkla gerçekleştiğini ve bu doğrusal ışınların gözün orta noktasına yakınsanarak görmenin gerçekleştiği söylenmekteydi. Işınları ateş ve güneş ışınlarına benzetmişler ve ona gözışın adını vermişlerdir. Ve gördükleri nesnenin göze yansıtılmış görüntüler bulunduğunu düşünüyorlardı. Işığın insan bakış açısından çıktığını resmeden bir erken dönem orta çağ eseri. İbnü’l Heysem ise şöyleki düşünüyordu “gözün orta noktası ve görülebilen nesne içinde çizilebilecek imgesel çizgiler ışığın onlar süresince yol almış olduğu çizgilerdir ve göz nesnenin görüntüsünü bu çizgiler süresince yansıyan ışıkla görür.” İbn Sina ise bu görüşü kabul etmemiştir. Fakat göz ışın kuramını da reddetmiştir bunun sebebi olaraktan gözden tüm evreni dolduracak kadar ışınların çıkabileceği söyleyerek bu kuramı da saçma bulmuştur. Görmenin bireysel bulunduğunu şu demek oluyor ki zayıf gören ve iyi gören bireylerin değişik göreceğini savunmuştur. Aristo’nun kuramın doğru bulunduğunu kabul etmiştir. Bu kuramda da saydam bir ortamın ateş tarafınca görünür hale geldiğini savunulmuştur buna da ortamcı kuram denilmiştir. İbn Sina Aristocu fikir tarzını benimsemiş ve onun düşüncelerini çerçevesinde ilerlemeyi seçmiştir. İbnü’l Heysem ise mantıksal gerçekleri temel taşlarına kadar gözlem ve deneylerle açıklamış ve kendi emsalsiz fikir tarzıyla doğrulara ulaşmıştır. İbnü’l Heysem görme ışınlarının gözden mi nesneden mi çıkmış olduğu tartışmalarına şöyleki bir yorum yapmıştır: “Işığın gözden çıktığını varsayanlara gore, ışık gözden çıkar ve saydam ortamdan geçerek görüntüye yol açan nesneye gider ve görme bu ışınlar yöntemiyle olur. Eğer görme yalnız bu yolla oluyorsa ve göze bir şey geri gelmiyorsa, göz göremez… Eğer nesneden göze ışık vasıtasıyla renk ve ışın gelmezse, göz o nesneyi algılayamaz. Bu yüzden, tüm olasılıklar göz önüne alındığında, gözden ışık çıksa da çıkmasa da göze bakılan nesneden bir şeyler geri gelmezse, görme vakası gerçekleşemez.” Şu demek oluyor ki İbn-i Heysem ışınların gözden çıkarak görmenin gerçekleştiği hipotezinin yanlış bulunduğunu görme vakasının gerçekleşmesi için ışık deposu ne olursa olsun göze bir şey gelmeden görmenin gerçekleşmeyeceğini söyler. Işığın göze gelmeden görmenin kesinlikle gerçekleşemeyeceğini, ışığın nesneden geldiğini gözden ışığın yayılmadığını ışığın görme üstüne tesirini incelemiş olduğu dördüncü bölümde anlatmıştır. Ve görmenin nesneden gelen ışığın gözde tesir yaratmasıyla gerçekleştiğini söyler. Diğerlerinin savunduğu göz-ışın kuramını mantıksal münakaşa ve hipotezlerle tamamen çürütür. Antik Çağ’dan beri eleştirilen gözışın kuramını tamamen yıkan İbn-i Heysem’in optikte devrim yaptığını söylemek yerinde olacaktır. Bundan sonrasında kendi nesneışın kuramını (göz ışın kuramının tam tersidir basitçe ışık kaynağının nesne, hedefin ise göz bulunduğunu söyler.) yapmaya adım atar. İbn-i Heysem’e gore nesnenin her noktasından göze ışınlar gelir ve bu ışınlardan dik olarak geleni görmeyi sağlar öteki gelen ışınların ise göz tarafınca kırılmaya uğradığını böylelikle görmede kargaşalık olamayacağını söyler. Dik olarak gelen ışın kırılmayacağından onu en kuvvetli ışın olarak adlandırır. Bu yazısında görmenin gerçekleşmesini öteki matematikçiler, Aristotelesçilerin savlarını da içine alarak detaylıca incelemiştir. Böylelikle görme mekanizmasının temel prensiplerini açıklamıştır. Öteki mühim kısım ise ışığın yapısı ve cisimlerin yapısını temel olarak anlatıldığı saydamlık, opaklık, saydam cisimler mevzularını detaylıca ele almış ve bugünün çağdaş optiğiyle bile karşılaştırılabilecek düzeyde optik düşünceleri ortay atmıştır. Işığın kırılmasına da değinen İbnü’l Heysem kırılmanın azca yoğun ortamdan oldukca yoğun ortama doğru gerçekleşmesi söz mevzusu olduğunda kırılmanın gerçekleştiği oldukca yoğun ortamda düzgüsel çizildiğinde normale yakınlaşarak kırılacağını söyler. Kırılma oldukca yoğun ortamdan azca yoğun ortama geçerken gene düzgüsel çizildiğinde normalden uzaklaşarak gerçekleşeceğini söyler. Batlamyus ise kırılma vakasını aynı şekilde açıklayıp ısının havadan cama geçerkenki kırılmasının havadan suya geçerkenki kırılmasından daha büyük bulunduğunu şu demek oluyor ki camın sudan daha yoğun bulunduğunu söylemiştir. Özetle kırılmanın yoğunluğa bağlı bulunduğunu ve orantılı gerçekleştiğini açıklamıştır. Biçim 3: İbnü’l- Heysem’e gore Azca Yoğundan Oldukca Yoğuna Gecen ışığın Kırılmasının Hızlar Dörtgenine gore açıklanması İbnü’l-Heysem’in “Gökkuşağı ve Hâle Üzerine” yazdığı yaratı de oldukca ünlüdür ve bu mevzu üstünde yazılan ilk bilimsel yaratı olma özelliği taşımaktadır. İbnü’l Heysem bu eserinde gökkuşağı ve hale oluşumunu optikten, kırılma ve yansıma benzer biçimde kavramları kullanarak açıklamaya çalışmıştır. Yapmış olduğu suyla dolu cam küre deneyleri ve kırılma ilgili derin emek harcamalar sonucunda gökkuşağı oluşumun kırılma sebebiyle oluştuğunu bulmuştur. İbnü’l Heysem bu mevzuyla ilgili şunları söylemiştir: “Bu iki fenomen (hâle ve gökkuşağı) daima yoğun havada bulunur ve aynı sıradaki lüzumlu bir figürden oluşur; hâle, bir değişkenden etkilenmediği sürece daima bir daire şeklindedir. Gökkuşağı ise daima bir dairenin bir parçası şeklindedir, ikiside havada olduğu için onları fizyolojik bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekir ve şekilleri dairesel olduğu için matematiksel açıdan da düşünmek gerekir. Bu yüzden hem fizyolojik soruların hem de matematiksel ilkelerin gereksinimlerine göre gerçeklerini araştıran ve gerçeklikleri ile tutarlı olanı hesaba katarak ele alacağız”. Işığın kırlması ile ilgili yapmış olduğu emek harcamaları bilim zamanı açısından önmli katkıları olmuştur. Kemalüddin El-Farisi’nin yapmış olduğu gökkuşağı teorisine dair deneyi İbnü’l Heysem’in de anlatmaya çalıştıklarıyla direkt ilgilidir. Kemalüddin El-Farisi güneşe benzetilen ışık kaynağından çıkan ışınların su damlası içinde iki kez kırılmasını ve iki kez yansıması sonucunda su damalısını terk edeceğini ve böylelikle gökkuşağının oluşacağını söyler. Gözlem düzeneğinde bu düşüncelerini kontrol etmiş ve doğrulamıştır. İstanbul’da buluna İslam Bilim ve Teknoloji müzesindeki Kemalüddin El-Farisi’nin, Gök Kuşağı Teorisine Dair deneyi, Sert ağaç, uzunluk: 74 santimetre. Çelik sehpa: 90 x 44 x 93 santimetre. Işık kırılması için aracı plastik camdan. Halojen lamba demonstrasyon için. Kaynak: https://m.ibtav.org/yaratı/188/gok-kusagi-teorisine-dair İstanbul’da buluna İslam Bilim ve Teknoloji müzesindeki İbnü’l Heysem’in Işık Kırılmasını Gözlemleme Aleti Kaynak: https://m.ibtav.org/yaratı/191/isik-kirilmasini-gozlemleme-aleti, Pirinç, hâkkedilmiş. Çap: 34 santimetre, pirinç ayaklığa döndürülebilir olarak asılmış. Cam mahfazalar verniklenmiş pirinç çerçeve ile beraber (25 x 40 x 27) İbnü’l Heysem ışığın kırılmasını ortama gore incelemek için yukarıdaki gözlem düzeneğini tanım etmiştir. Read the full article
0 notes
Text
Google’ın LaMDA Yapay Zekâsı Duygusallık Kazandı mı?

Google mühendislerinden Blake Lemoine, firmanın LaMDA yapay zekasının duygusallığa ulaştığını iddia etti ancak uzmanların ortak görüşü, durumun böyle olmadığı yönünde. Blake Lemoine, Washington Post’a, “Yakın zamanda kurduğumuz bu bilgisayar programının, tam olarak ne olduğunu bilmeseydim, yedi sekiz yaşında bir çocuk olduğunu düşünürdüm” dedi. Lemoine, yapay zekâ ile LaMDA (Diyalog Uygulamaları için Dil Modeli) adı verilen ve kapatılma korkularını ifade ettiği, nasıl mutlu ve üzgün hissettiğinden bahsettiği ve insanlarla bağ kurmaya çalıştığı durumlardan bahseden konuşmalarının dökümlerini yayınladı. Asla gerçekten deneyimleyemezdi. İşte bilmeniz gereken her şey. LaMDA gerçekten duygusal mı? Tek kelimeyle “Hayır!” diyor İngiltere’deki Alan Turing Enstitüsü’nden Adrian Weller. Şöyle devam ediyor: “LaMDA etkileyici bir model, çok fazla bilgi işlem gücü ve büyük miktarda metin verisi ile eğitilmiş bir dizi büyük dil modelinin en yenilerinden biri ancak gerçekten duygusal değil. Besledikleri tüm verilere dayalı olarak kendilerine verilen sorguyla en iyi eşleşen metni bulmak için karmaşık bir kalıp eşleştirme biçimi kullanıyor.” İngiltere’deki Surrey Üniversitesi’nden Adrian Hilton, duyarlılığın-duygusallığın gerçek verilerle desteklenmeyen “cesur bir iddia” olduğunu belirtiyor. Tanınmış zihin araştırmacısı Steven Pinker da Lemoine’nin iddialarını çürütmek için devreye girdi. New York Üniversitesi’nden Gary Marcus ise durumu tek kelimeyle özetledi: “Saçmalık”. Peki, Lemoine, LaMDA’nın duyarlı-duygusal olduğuna nasıl emin oldu? Ne Lemoine ne de Google, New Scientist’in yorum talebine yanıt vermedi. Ancak son yıllarda yapay zekâ modellerinin çıktısının şaşırtıcı hatta göz alıcı derecede iyi hale geldiği bir gerçek. Özellikle insan dilini taklit etmek için tasarlanmış modeller söz konusu olduğunda bu tür bir yetenek, zihinlerimiz tarafından gerçek zekanın kanıtı olarak algılamaya açıktır. LaMDA sadece ikna edici gevezelik yapmakla kalmaz, aynı zamanda kendini farkındalığa ve duygulara sahipmiş gibi olarak da sunabilir. Hilton, “Bizler, olup biteni antropomorfize etmekte çok iyiyiz” diyor ve ekliyor: “İnsani özelliklerimizi nesnelere atfetmek ve onlara duyarlıymış gibi davranırız. Örneğin bunu karikatürlerde, robotlarda veya hayvanlarda yaparız. Kendi duygularımızı ve hislerimizi onlara yansıtırız. Bu olayda da olan şey bu zannediyorum.” Yapay Zekâ, gerçekten duyarlı-duygusal hale gelecek mi? Her zamankinden daha büyük modellerin daha büyük eğitim veri setlerinden beslendiği AI araştırma perspektifinin yapay bir zihnin doğuşunu görüp göremeyeceği hala belirsiz. Hilton, “Şu an itibariyle bir şeyi duyarlı-duygusal ve zeki yapan şeyin arkasındaki mekanizmayı tam olarak kavradığımızı sanmıyorum. Yapay zekâ hakkında çok fazla ön yargı var. Ancak şu anda makine öğrenimi ile yapılan şeyin, bu anlamda gerçek zekâ olduğuna ben şahsen ikna olmadım.” Weller ise insan duygularının duyusal uyarıcılara bağlı olduğu göz önüne alındığında, eninde sonunda duyguları yapay olarak kopyalamanın mümkün olabileceğini söylüyor. Belki bir gün bu olabilir ancak çoğu uzman, daha uzun bir yol olduğu konusunda hemfikir. Google nasıl tepki verdi? Google, mühendisi Lemoine’i açığa aldığını bildirdi. Washington Post’a göre, Google, Lemoine’nin konuşma transkriptleri yayınlamasının Google gizlilik politikalarını ihlal ettiğini iddia ederek onu açığa aldı. Google, gazeteye şunları söylemiş: “Etik ve teknoloji uzmanları da dahil olmak üzere ekibimiz, Blake Lemoine’in endişelerini AI ilkelerimize göre gözden geçirdi fakat ve kanıtların iddialarını desteklemediğini gösterdi. Lemoine’e LaMDA’nın duyarlı olduğuna dair bir kanıt olmadığı da iletildi.” Lemoine ise Google’ın bu açıklamasına Twitter’da yanıt verdi: “Google, bu paylaşıma işe özel konular diyebilir. Bense buna iş arkadaşlarımdan biriyle yaptığım bir tartışmayı paylaşmak diyorum.” Matthew Sparkes Kaynak https://www.newscientist.com/ 13 Haziran 2022 Read the full article
0 notes
Text
Uzmanlara Göre Çocuklara Kendilerini Özel Hissettiren 12 Sorumluluk
Çocuklarınıza sevinç ve hizmet duygusu aşılayabilirsiniz. Yapmanız ihtiyaç duyulan 12 kolay prensibi kovuşturmak. 5 yaşındaki oğlum çamaşır sepetlerini taşımama yardım etmede tam bir ustalaşmış. Yatak odamlarımızdaki ağzına kadar dolu çamaşır sepetlerini koridordan aşağı ve garaja, yıkama ve kurutma makinemizin olduğu yere sürükleme işini o denli ciddiye alıyor ki bu işi ben hayata geçirmeye çalıştığımda beni durduruyor. Ondaki bu mesuliyet duygusu, kronik bir ağrılar yaşadığım zamanlarda hissettiği zorunluluktan hayata merhaba dedi fakat şimdi bu işe tamamen hakim ve geri asla ödün vermiyor. Bir evladı hususi hissettiren sorumluluklar her şekilde ve her boyutta olabilir. Acı çektiğimde bana yardım ettiğini bilmek, oğluma kendini hususi ve gerekseme duyulduğunu hissettirdi. Bu yüzden şimdi bu işi yaparken her seferinde aynı hazzı alıyor. Bu yorum, bilim tarafınca da desteklenmektedir. Klinik psikolog Dr. Sarah Hornack, çocuklarınıza mesuliyet vermenin niçin kendilerini hususi hissetmelerine destek olabileceğini açıklıyor. Ve şöyleki diyor: “Yeni yada yararlı görevler üstüne almak, övgü için bir fırsat sunar ve evlatların eve katkıda bulundukları için takdir edilmelerine destek sunar. Ek olarak yeni işler öğrenmek ve mesuliyet almak, çocuklar büyüdükçe daha çok öz-yeterlik oluşturur. Bu yeterlilik duygusu, çocukluk ve ergenlikteki bilimsel nitelikli başarı ve stres etkenleriyle başa çıkma kabiliyeti benzer biçimde öteki pozitif yönde neticelerle bağlantılıdır.” Çocuklarınıza mesuliyet ve özgüven kazandırmanın yollarını arıyorsanız onlara kendilerini hususi hissettiren şu 12 mesuliyet size esin verebilir. 1 – Evcil Hayvanlara Bakmak . Kedi, kuş ve köpekleri beslemek yada çöp kutusunu çıkarmak, küçüklere kendilerinden başka bir canlıya nasıl bakacaklarını öğreten kolay görevlerdir. Evcil hayvan bakımı kimi zaman dağınık olabilse de ebeveynlerin çocuklarına güvendiklerini göstermeleri için verilebilecek bir sorumluluktur. Çocuklarda Duygusal Sağlık kitabının yazarı ve ebeveynlik koçu olan Maureen Healy, “Çöpü çıkarmak, köpeğin tüylerini taramak ve kafeleri temizlemek bile bir çocuğa verilen hususi sorumluluğun işaretleri olabilir” diyor ve ekliyor: “Evlatların mesuliyet almasına ve görevleri tamamlamasına izin vermediğimizde, istemeden onları, kendilerini yetenekli ve akıllarına koydukları her şeyi tamamlamaya muktedir olarak görme deneyimlerinden yoksun bırakmış oluyoruz.” 2- Kirlenen Bölgeleri Temizlemek Hornack, “Ebeveynlerin mesuliyet verirken çocuğun gelişimini ve yaşını göz önünde bulundurması önemlidir. Mesela, minik çocuklar pisliklerini temizlemeye yada oyuncakları toplamaya destek olabilir” diyor. Çocuğunuzdan kendi kendine devam etmesini istemek kolay görünebilir sadece bunu yapmak, çocuğun hususi ve olgun hissetmesini elde eden kendi eylemleri ve kendi işleri için bir mesuliyet duygusunu edinmesini kolaylaştırabilir. 3- Yiyecek Pişirmek Evlatların sorumlulukları söz mevzusu olduğunda, çocuğunuzdan mutfakta yardım istemekten daha akılda kalıcı yada leziz bir şey yoktur. Healy, “Her çocuk farklıdır sadece her çocuk görüldüğünü ve takdir edildiğini sezmek ister” diyor. “Oğlunuz yiyecek yapmayı seviyorsa ona hafta sonu kahvaltısı için hususi bir tanım seçmesini isteyebilirsiniz. Normal olarak gerektiğinde yardım edebilirsiniz. Bu menüyü o yönetebilir ve bu yemeği beraber yapabilirsiniz. Onu şef atama edebilirsiniz.” 4- Düzenlemeye – Toparlamaya Destek Olmak Healy, “Bir ihtimal kızınız düzenlemeyi seviyor. Kileri sizin için organize edip edemeyeceğini mesele” diyor. “Amaç, çocuğunuzu benzersiz beceri ve kabiliyetleri ile işleri eşleştirmek ve böylece aileye, ev düzenine katkıda bulunma sorumluluğu kazandırmaktır”. Bir çocuğun naturel kuvvetli yönlerine yada ilgi alanlarına nazaran oynadığınızda, onlara kabiliyetlerini önemsediğinizi ve katılımına kıymet verdiğinizi gösterirsiniz. Bu ise kendilerini mühim hissetmelerini sağlayabilir. 5- Çöpleri çıkarmak Çöpü çıkarmak çocuklar için iyi bir ev sorumluluğu olabilir. Bu kolay vazife, çocuğunuzu sizin nezaretiniz olmadan evden ayrılma sorumluluğu alması için, çöpü kaldırıma yada çöp kutusuna götürmesi için ona güvendiğinizi gösterir. Healy, anne babaları, her türlü görevin çocuğa kendini kıymetli hissettirmeyebileceğini mevzusunda uyarıyor. “Ufak çocuklar kolay görevleri yapabilirler fakat onları bir şeyler hayata geçirmeye asla zorlamak istemezsiniz” diyor ve ekliyor. “Mesela oğlunuzun sorumluluğu çöpü dışarı çıkarmaksa fakat akşam olduğu ve karanlık bastırdığı için korkuyorsa onun yerine ben yaparım yada sabah güneş doğduğunda yapabilirsin, derim”. 6- Bahçe Bakımı Bahçıvanlığın moral yükselten yararları iyi belgelenmiştir. Bu yüzden çocuklarınıza bir fidan dikme sorumluluğunu vermek son aşama mantıklıdır. Bahçıvanlık bununla beraber küçüklere dışarı çıkma ve toprakta oynama fırsatı vermeye de destek sunar. Bu da sorumluluklarını oyun ihtiyacı ile dengelemenin yararlı bir parçası olabilir. “Anne babalar evlatlarının programlarını izlemeli ve gün içinde oyun içn zamanlarının olması mevzusunda dikkatli olmalı” diyor Hornack ve ekliyor: “İş-yaşam dengesi ebeveynlerin üstünde emek vermesi için fazlaca mühim olduğu benzer biçimde, evlatların okul, ev ödevi, ders dışı etkinlikler ve işler benzer biçimde süre taleplerinin de bilincinde olmak önemlidir”. 7 -Ufak Kardeşlere Bakmak Dr. Gene Beresin, “5 yaşındaki bir çocuğun 16 yaşındaki bir kardeşle aynı tür kabiliyetlere haiz olmasını ve dolayısıyla aynı sorumlulukları üstlenmesini naturel olarak bekleyemeyiz” diyor. Bu yüzden hem minik hem de büyük çocuklar, minik kardeşlerine bakma mevzusunda bazı sorumluluklar üstlenebilirler. Beresin, Romper’a, okul öncesi çağındaki evlatların “minik bir evladı beslemeye yardım ettiklerinde, mama sandalyesinde bir oyuncak verdiklerinde” kendilerini hususi hissedebileceklerini, gençlerin ise daha minik bir çocuğa, bir kardeşe bakıcılık mevzusunda güvenilebileceğini söylüyor. 8 – Arabayı Temizleme Çocuklarınız büyüdükçe evlatların sorumlulukları da artacaktır ve daha fazlaca bir yetişkinin yapacağı benzer biçimde hissettiren görevleri tamamlamaya daha eğilimli hale geleceklerdir. Hornack, “Gençler, çamaşır yıkamak yada aile otomobilini temizlemek benzer biçimde daha karmaşık görevleri üstlenebilirler” diyor. Bir çocuk, kaçınılmaz olarak otomobilinizi ödünç isteyeceği büyülü 16 yaşına yaklaştıkça muhtemelen onu temizlemeye daha eğilimli olacaktır. Ek olarak Beresin, aile için görevleri yerine getirmek için arabayı kullanmalarına izin verildiğinde gençlerin kendilerini hususi hissedebileceklerini söylüyor. “Ehliyetleri olduğunda, kardeşlerini okuldan, spordan alabilir yada ebeveynlerinin ayak işlerini yapabilirler” diyor. 9- Hususi Günlerde Yardım Etmek Doğum günü armağanları yada Babalar Günü kartları için alışveriş yapmak fazlaca keyifli olabilir ve Beresin, evlatların bu etkinlikler esnasında liderliği üstlenmelerine izin vermenin sevildiklerini hissetmelerine destek olabileceğini söylüyor. “Ufaklıklara doğum günü, düğün yada dinlence benzer biçimde hususi bir durum için yaşlarına uygun benzersiz bir mesuliyet verildiğinde kendilerini hususi hissederler” diyor. Ek olarak küçüklere hususi günlerde mesuliyet verilebilir. Beresin, “Anneler Günü yada Babalar Günü için dekorasyon yapmak ya da bir aile üyesinin doğum günü pastasına mum koymak evlatların yapabilecekleri hususi şeylerdir” diyor ve ekliyor: “Hususi bigün için konuk ulaşmadan önce evin temizlenmesine destek olabilirler. ” 10- Ders Dışı Etkinliklere Katılmak İlk bakışta bir mesuliyet benzer biçimde gelmese de evlatların ders dışı etkinliklere katılabilmeleri için belirli bir oranda mesuliyet verilmesi, özgürlük ile sorumlulukların dengelenmesi gerekiyor. Beresin şöyleki diyor: “Bir çocuk bir müzik aleti öğrenme, bir spor takımında oynama yada Adam yada Kız Kulübü benzer biçimde bir topluluk grubunda yada dini yada tinsel bir toplulukta vazife alma sorumluluğunu üstlendiğinde yeni beceriler kazandığını farklıdır. Üstelik başkaları tarafınca bir ekibin yada topluluğun yaşamsal bir parçası olarak kabul edilirler ki bu onlarda hususi olma duygusunu geliştirir”. 11- Besin Ambalajlarını Geri Dönüşüme Götürmek Bu yalnız çevre için iyi bir uygulama olmakla kalmaz, bununla beraber çocuklarınızın sorumluluklarına muhteşem bir katkı sağlar. Bütüncül çocuk, ergen ve ebeveynlik psikoloğu ve Ebeveyn Özgürlüğü kitabının yazarı Renee Cachia, “Çocuklar iklim değişikliği mevzusunda giderek daha bilgili hale geldikçe araştırmalar onları proaktif çevresel inisiyatiflere ve faaliyetlere eğitmenin ve dahil etmenin onlar için yararlı olabileceğini gösteriyor. Çaresiz sezmek yerine, daha sürdürülebilir bir çevre yaratmaya yönelik eylemlerde bulunarak bir gurur ve öz yeterlilik duygusu kazanabilirler” diyor. Cachia’ya nazaran ambalajlarını sınıflandırmak ve geri dönüşüme götürmek bununla beraber mükemmel bir yerleştirme egzersizidir ve çocuğun doğaya bağlı hissetmesine destek sunar. 12 – Teşekkür Etmek Cachia, minnettarlığın, yaşı ne olursa olsun tüm insanların ruhsal sağlığı için son aşama kuvvetli bir duygu bulunduğunu ve tüm aile için mükemmel bir vasıta bulunduğunu açıklıyor. Cachia, “Evlatların yanı sıra gençlerin ve yetişkinlerin de her gün için minnettar oldukları bir ila üç şeyi söze dökmek yada yazmak için birkaç dakika ayırmanın zihinsel sağlıkları ve iyimserlikleri üstünde derin bir tesiri olabileceğini öne devam eden sayısız araştırma var” diyor. “Evladınız aile teşekkür uygulamasının lideri olma sorumluluğunu üstlenebilir” diye ilave ediyor. Ailedeki hepimiz, şükran notlarını bir kavanoza koyabilir hatta aile zamanı süresince bir şükran çemberi oluşturmaktan görevli olabilir. İster çamaşır sepetinizi bir koridordan aşağı itmek kadar kolay, ister arabayı temizlemek kadar ergonomik olsun çocuğunuza mesuliyet duygusu vermek, ona gurur ve itimat duygusu aşılayacaktır. Ek olarak fazladan yardım daima takdir edilmektedir. Yazan: Ashley JONES Çeviren: Şevki IŞIKLI Kaynak - https://www.romper.com/ 19 Haziran 2019 Read the full article
0 notes
Text
Proje Yönetiminde Suskunluk Sarmalı

Suskunluk Sarmalı kuramı, 1964 yılında bilim insanı Elisabeth Noelle Neumann tarafından ortaya konmuş bir kitle iletişim modelidir. Neumann’ın yaptığı deneylerle oluşturduğu bu kuram “Eğer bir ortamda bir grup içinde çoğunluk aynı fikirdeyse, hâkim görüşe karşıt olanlar düşüncelerini ifade etmeye çekinirler. Böylece herkes aynı fikirde olmasa bile öyleymiş gibi bir ortam doğar ve oluşan suskunluk sarmalı herkesi sarar. İlerleyen süreçte karşıt görüşlü olanlar da çoğunluk fikrinin bir savunucusu haline gelirler ” şeklinde özetlenebilir. Hepimiz hayatımızda suskunluk sarmalını bir şekilde tecrübe etmişizdir. Belki bir aile meclisinde, belki arkadaş sohbetinde, belki okulda bir derste, belki işyerinde bir toplantıda… İnsanın psikolojisinde menfaatini korumak içgüdüsü vardır. Bu nedenle hâkim görüşe karşı çıkmak ve “kral çıplak” diyen olmak her zaman kolay değildir. Nitekim bizim kültürümüzde “Söz gümüşse sükût altındır” şeklinde susmayı yücelten özdeyişlerimiz de mevcuttur. Ortamdan dışlanma tehdidi karşısında korkan birey çoğu zaman susar, fikrini söylemekten çekinir, bulunduğu ortamın genel kanaatlerine uygun davranarak suskunluk sarmalının içine girer. Kendi hayatıma baktığımda, suskunluk sarmalını en çok iş hayatımda tecrübe ettiğimi söyleyebilirim. Özellikle proje yönetim toplantılarında yöneticinin görüşüne karşıt fikirler sunmak çoğu zaman mümkün olmaz. Başarılı görünmek adına gerçekçi olmayan zaman planıyla yürürlüğe konan projeler suskunluk sarmalına girerek itiraz edilmediğinde genellikle başarısız olur. Bir zamanlar kurumsal bir şirkette çalışırken geliştireceğimiz bir proje için 2 aylık zaman planıyla toplantıya katıldığımda, Üst Yönetici bunun 1 aya düşürülmesini talep etmişti. Bu şekilde yetişemeyeceğini söylediğimde, “Sizi ‘challenge’ ediyorum. 1 ayda yetiştirin ki başarılı olduğunuzu görelim” demişti. Esasında slogan olarak güzel gözükse de gerçekliği olmayan, “Zoru hemen başarırız, imkânsız zaman alır” cümlesinin hayatta uygulanmaya çalışılmasıydı. Projenin diğer paydaşları da yetişemeyeceğini biliyorlardı ancak itiraz eden olmayınca o şekilde plan geçmişti. Sonrasında yapılması gereken fazla mesailer, çalışan mutsuzluğu, projeye konan ek “kaynak”lara rağmen proje 1 ayda bitirilememişti. Suskunluk sarmalının sonucu her açıdan yıkıcı olmuştu. Namık Kemal’e atfen söylenen bir sözde; “müsademe-i efkardan barika-i hakikat doğar” denir. Yani fikirlerin çarpışmasıyla hakikat güneşi ortaya çıkar. Proje yönetiminde de doğru olan, fikirlerin çarpışması olmalıdır. Ortak akıl havuzuna ne kadar çok akıl konursa, doğruyu yakalama ihtimali o kadar yüksek olur. Suskunluk sarmalıysa bu havuzun borularını kesip havuzun boş kalmasına ve işlevsizleşmesine sebep olur. Gücün etkisinde kalarak veya korkarak susmak, uzun vadede bütün paydaşları negatif etkiler ve büyük bir maliyet oluşturur. Tek kişinin aldığı kararlar daha hızlı alınabilir ancak unutulmamalıdır ki, en tehlikeli ve riskli kararlar da tek kişinin kararlarıdır. Yapılan en ufak bir yanlışın geriye dönük telafisi çok pahalıya mal olur. Proje ekibince bütün paydaşlarca birlikte alınan kararlar süreci biraz geciktirse de daha gerçekçi ve daha doğru kararlardır. O yüzden proje yöneticilerinin iletişim yönetimine çok önem vermeleri ve suskunluk sarmalını kırarak herkesi konuşmaya teşvik etmeleri şarttır. Zaten proje yönetiminin temeli iletişim yönetimidir. Proje toplantılarında ve hayatın bütün alanında suskunluk sarmalından çıkmanın zamanı gelmedi mi? Ne dersiniz? Read the full article
0 notes
Text
Veri Simsarları Gizliliğinizi Nasıl Tehdit Ediyor?
Veri simsarları ve kişisel bilgilerle ilgili sorularınız yanıtlandı. Eğer son birkaç ayda “veri komisyoncusu” terimini fark etmeye başladıysanız, yalnız değilsiniz. Ayrıntıları merak ediyorsanız, işte bilmeniz gerekenler. Bilgi komisyoncuları olarak da adlandırılan veri komisyoncuları, bilgileri diğer şirketlere toplayan, işleyen ve lisanslayan işletmelerdir. Sattıkları bazı veriler çevresel veya istatistiksel olsa da pazarlamacılara satılabilecek e-posta adresleri, telefon numaraları veya fiziksel adres listeleri oluşturmak için genellikle birden fazla kaynaktan bireysel kişiler hakkındaki verileri birleştirirler. Bu, endişe vericidir. Veri simsarları şu anda inceleme altında, çünkü insanlar giderek ve anlaşılır bir şekilde gizlilik konusunda endişeleniyorlar. Bir Pew Research araştırması, Amerikalıların yüzde 79’unun şirketlerin kendileri hakkında ne kadar veri topladığı konusunda endişeli olduğunu ve Amerikalıların yüzde 81’inin veri toplamanın potansiyel risklerinin potansiyel faydalardan daha ağır bastığını hissettiğini ortaya çıkardı. Bir veri komisyoncusu ne yapar? Veri komisyoncusu; bilgileri toplayan, geliştiren ve ardından diğer şirketlere satan bir şirket olarak tanımlanır. Kesinlikle doğru bir tanım olsa da bu, insanlarla ilgili verilerde olabileceklerden çok daha güzel bir resim çiziyor. İlk önce, koleksiyon. Veri simsarları, üçüncü taraf şirketlerden (örneğin, kredi kartı şirketiniz, market sadakat programınız veya ücretsiz bir uygulamanız) satın almak, halka açık veri tabanlarını aramak (mahkeme kayıtları, konut kayıtları veya sosyal medya) ve aktivitelerinizi çevrim içi olarak doğrudan takip eder. Bir siteye kaydolurken “verilerinizi belirli üçüncü taraf ortaklarla paylaşabileceğimizi kabul edersiniz” şeklinde bir şey söyleyen bir kutuyu işaretlediyseniz, verilerinizin bir veri komisyoncuya satılmış olma ihtimali yüksektir. Benzer şekilde, büyük sosyal medya şirketleri ve dağıtım uygulamaları dahil olmak üzere birçok ücretsiz uygulama, topladıkları verileri üçüncü taraflara satar. Ardından, veri simsarları topladıkları bilgileri temizler, birleştirir ve genellikle işler. Bu, farklı listeleri birleştirmek (bir web sitesinde yaptığınız satın almaları bir flört uygulamasına sağladığınız biyografik bilgilerle ilişkilendirmek gibi), gereksiz verilerden kurtulmak (uluslararası alıcıları ABD şirketlerine satmak istedikleri veri kümelerinden temizlemek gibi) ve önceden paketlenmiş listelerde veya diğer şirketlere hedeflenen pazar segmentleri olarak satmaya hazır hale getirmek gibi görevleri içerir. Son olarak, veri simsarları bu listeleri genellikle “yüksek gelirli vejetaryenler” veya “protein tozu alan spor salonuna gidenler” gibi konular olarak, hatta bazen daha kötüsü “erektil disfonksiyon hastaları” veya “alkolizm hastaları” gibi başlıklar altında satarlar. Veri komisyoncuları nasıl yasaldır? Veri simsarları ve kişisel veri satan uygulamalar, dolandırıcıların insanları dolandırmak için kullandıkları bilgileri satmak veya hassas verileri çok geniş bir şekilde paylaşmak gibi korkunç davranışlar nedeniyle zaman zaman FTC tarafından para cezasına çarptırılsa da, kullandıkları uygulamaların çoğu yasaldır. ABD’de, Avrupa’da GDPR (Genel Veri Koruma Yönetmeliği) gibi federal veri koruma yasaları yoktur. Başlangıç olarak, çoğu veri toplama isteğe bağlıdır. Bir uygulamanın verilerinizi paylaşmasının veya hizmetin sizi bir tanımlama bilgisi ile izlemesinin sorun olmadığını belirten bir kutucuğu işaretlersiniz. Gizlilik politikasını hiç okumamış olsanız bile, bu teknik olarak rızadır. (iOS’ta, Apple’ın uygulamaların sizi izlemesini engelleme girişimleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için Ayarlar’a, ardından Gizlilik’e ve ardından İzleme’ye gidebilirsiniz; Android kullanıcıları için konuyla ilgili daha fazla bilgi burada. Ayrıca, veri simsarları sattıkları verilerin anonim hale getirildiğini iddia ederken, araştırmacılar sözde anonim veri kümelerinin anonimlikten çıkarılmasının şaşırtıcı derecede kolay olduğunu bulmuşlardır. Birini yüzde 99,98 oranında yeniden tanımlamak için yalnızca 15 özellik (yaş, cinsiyet veya medeni durum dahil) yeterlidir. Geçen yıl şaşırtıcı bir örnekte, bir Katolik haber sitesi The Pillar’ın onu bir komisyoncudan satın aldığı Grindr konum verilerini kullanarak tanımlamasının ardından bir rahip istifa etti. ABD’de, sağlık hizmeti sağlayıcılarının sizin izniniz olmadan verilerinizi paylaşmasını yasaklayan HIPAA gibi gizlilik yasalarının olduğu yerlerde, örneğin, sağlık kuruluşunuzun parçası olmayan bir uygulamayla paylaşabileceğiniz bilgiler söz konusu olduğunda bu yasalar genellikle uygulanmaz. Electronic Frontier Foundation’ın (EFF) güçlü federal tüketici veri gizliliği yasaları talep etmesinin nedeni budur. Aşağıdaki John Oliver’ın parçasını izlemek isterseniz: Yazan: Harry Guınness Çeviren: Ülker Gül Kaynak: https://www.popsci.com/technology/data-brokers-explained/ Read the full article
0 notes
Text
Dil ve Çocuk

Bugünlerde dilde baskıcı unsurlar gözümün içine içine giriyor. Şu kuralları, yasakçı olmadan yaratıcı biçimde ifade etmenin bir yolu olmalı. Kurallar, çocuklarımızı disipline eder, fakat eğer uygun bir dilde yazılmazlarsa onların yaratıcılıklarını köreltir. Sınıf içi kuralları düşünelim. – Derste parmak kaldırmadan konuşmayacağım. Bu, konuşmayı sanki parmak kaldırma edebine bağlıyor gibi fakat bıraktığı ilk etki, konuşmamaktır. Çocukları PASİFLEŞTİREN bu kural cümlesi, 90’lı yıllardan kalmış yasakçı ve BASKICI DİLİ sürdürüyor: Yüklemde vurgulanan şey KONUŞMAMAK. Bırakın çocuklar konuşsun, hem de her konuda! Ne düşünüyorlarsa söylesinler. Onları susmaya değil, kendilerini ifade etmeye cesaretlendirmemiz gerekmez mi! Burada önemli olan tutum CESARETLENDİRMEK. Şimdi aynı kuralın YARATICI DİLDEKİ ifadesine bakalım. > Söz hakkı isteyerek konuşacağım. Aradaki farkı görüyor musunuz? Çocuk hem söz hakkı istemeye hem de konuşmaya cesaretlendiriliyor: Söz hak isteyebilirim ve konuşabilirim hatta konuşmaya dair çok zayıf bir söz de verilmiş: Konuşacağım. Şimdi çocukları pasifleştiren baskıcı dilden başka bir örnek verelim. – Yerlere çöp atmayacağım. Olumsuz yargıları zihin, bilinç altına atma eğiliminde çünkü benlik üzerinde olumsuz sonuçlara yol açtığını biliyor. Bu yüzden “yapmayacağım” şeklindeki sözler, bilimsel araştırmalara göre iyi değil. Çocuk burada yerlere çöp atmayacak ama başka şeyler atabilir. Çocuk çöpü yere atmaz ama pencere kenarına, sıranın gözüne, çantasına atabilir. “Yere atmama” yasağı, çocuğu sürekli bir gözetim ve baskı altında tutuyor. Peki, yaratıcı dildeki cesaretlendirici ifadesi nasıl olabilir, bakalım. > Çöpleri çöp kutusuna atacağım. Farkındaysanız sınıftaki çöp kutusunun varlığı anlam kazanıyor. Çöpler için oraya konulmuş. Çöpleri yere atması yasaklanan öğrenci, “Çöpleri nereye atacağım?” diye soracak bilinç altında. Bu cümlede ise çöplerin nereye atılacağı açıkça belirtiliyor. Üstelik çöpe atma konusunda yol gösterici ve cesaretlendirici. Çocukların benliklerini ezerek ve sınırlandıracak yetiştirdiğimizde neler olduğunu hepimiz biliyoruz. Ezik çocuklar, yaratıcılıkları sınırlandırılmış yetişkinlere dönüşüyor. Ama istediğimiz bu değil: Özgür, güçlü, öz denetimi yüksek ve kendinden emin çocuklar istiyoruz. Sınıf içi kuralları, aile kurallarını, iş yeri kurallarını şimdi yeniden gözden geçirebiliriz. Can sıkıcı, kısıtlayıcı ve emredici baskıcı dil yerine, cesaretlendirici ve yol gösterici yaratıcı dil kullanabiliriz. Yapabileceğimiz basit bir şeyler var: Yaratıcı dil biçimleri ini kullanmak aslında çok kolaydır. – Kısa cümlelerle konuşma! > Uzun cümlelerle konuş! – Tuvaleti kirli bırakmayın! > Tuvaleti temiz tutun! – Arkadaşlarının sözünü kesme! > Arkadaşların konuşurken dinle! Ev içinde, okulda ya da AVM’de kullandığımız dil yapısı, çocuklarımızın kişiliklerini etkiler. Cesaretlendirici dil çok sevimlidir. Şunlara bakın: > Devam et, yapabilirsin! > Hayal gücünü sevdim! > Bu çok iyiydi! > Argo kelimeleri sevmedim. Daha güzel bir kelime seçebilirsin! > Tekrar deneyebilirsin! Yaratıcı dil, zihnimizi biraz harekete geçirir. Böylece hem yaşlılık döneminde Alzheimer hastalığına yakalanmayı engeller da yaşam kalitemize de iyi gelir. Şevki Işıklı Read the full article
0 notes
Text
Tekno-Psikolojik Salgın: “Zoom Dismorfisi”

Pandeminin insan psikolojisine olumsuz etkilerine bir yenisi daha eklendi. Üstelik bu kez, dijital ekrana kilitlenmenin bedeli plastik cerrahi operasyonlara dek uzanıyor. Yapılan araştırmalara göre video konferanslar kişisel imajımızı hiç olmadığı kadar zedeliyor ve çok uzun süreler Zoom kameralarını kullananlar “Zoom Dismorfisi”ne yakalanıyor. Harvard Tıp Okulu’ndan dermatolog Shadi Kourosh, geçtiğimiz yaz klinikler geçici olarak yeniden açıldığında, endişe verici bir eğilim fark etti. Randevu taleplerinin çoğunu insanların görünümleriyle ilgili şikayetler oluşturuyordu. Gerçekten de insanlar her zamankinden daha kötü göründüklerini hissediyorlardı. Gelen hastalara tedaviye karar vermelerinde neyin yol açtığı sorulduğunda, büyük çoğunluğu video konferanslara işaret etti. Pandemi döneminde Zoom üzerinden yapılan toplantılarda her gün ekranda kendi yüzlerine bakmaları kendi imajlarını alt üst ediyordu. Bunun üzerine Kourosh ve meslektaşları, pandemi sırasında video konferansın vücut dismorfik bozukluğuna potansiyel bir katkıda bulunup bulunmadığı üzerine bir araştırma yapmaya karar verdi. Ankete katılan 7.000 kişinin yüzde 71’inin yüz yüze faaliyetlere geri dönmek konusunda endişeli veya stresli olduğu görüldü. Her on kişiden üçü; kilo alımı, cilt renginin değişmesi, kırışıklıklar ve akne ile ilgili endişelerini gidermek ve yüz yüze karşılaşmalara geri dönmek için bir başa çıkma stratejisi olarak görünümlerine yatırım yapmayı planladıklarını söyledi. Zoom çağında, insanlar boyun ve gıdı çevresindeki sarkan deriden, burunlarının boyutundan ve şeklinden, tenlerinin solgunluğundan memnun olmamaya başladı. Botoks ve dolgulardan yüz germe ve burun ameliyatlarına kadar uzanan kozmetik müdahaleler istiyorlardı. Kourosh’a göre, COVID-19’dan önce de “gerçekçi ve doğal olmayan” taleplerle plastik cerrahiye gelen hastalarda bir artış söz konusuydu. Gerçek hayatta yüzlerini değiştiren bir filtreden geçirilmiş gibi görünmek isteyen, iri gözlü ve ışıltılı tenli, giderek artan sayıda insanı tanımlamak için 2015 yılında “Snapchat Dismorfisi” terimi ortaya çıkmıştı. Kourosh ve arkadaşları buradan hareketle Zoom ekranının yol açtığı görünümle ilgili rahatsızlığa “Zoom Dismorfisi” adını verdiler. Ancak “Zoom Dismorfisi” biraz daha farklı. İnsanların kendilerini bir filtre aracılığıyla görüntülediklerinin farkında oldukları Snapchat’ten farklı olarak video konferans, görünüşümüzü fark edemeyeceğimiz şekillerde bozar. Öne bakan kameralar, “eğlence aynası” gibi görüntünüzü değiştirir, burunları daha büyük, gözleri daha küçük gösterir. Bu etki, genellikle size bir kişinin gerçek hayattaki bir konuşmada durabileceğinden daha yakın olan merceğe yakınlık ile daha da kötüleşir. Araştırma’nın sonucunda, kendi görünümlerine ilişkin daha kötü bir algıya sahip olanların Zoom’da daha fazla zaman harcayanlar olduğu ortaya çıktı. “Teknolojik aynaya” daha uzun üzere bakanlar kendi imajlarından daha fazla endişe ediyorlardı. Kourosh, “Sürekli video konferansın bir sonucu olarak benlik algısındaki ve kaygıdaki değişiklikler, özellikle pandemi boyunca video konferans, sosyal medya ve filtreler gibi çevrim içi platformlara daha fazla maruz kalan genç yetişkinlerde gereksiz kozmetik prosedürlere yol açabilir” diyor. Pandemi sırasında Zoom’un aynası bize geri yansıyan görüntüleri çarpıttı ve aynı zamanda içeride hapsolmuş olsak da sosyal medyada ve televizyonda kurgulanmış görüntüler bombardımanına tutulduk. Bu faktörlerin bir araya gelmesi, benlik algısı, kaygı ve zihinsel sağlık üzerinde geçici olmayan zararlı etkilere yol açabiliyor. Aşılar, salgını geri çekilmeye zorlasa da Kourosh’un araştırması, Zoom’un etkilerinin kolay kolay silinmeyeceğini ve zihinsel izlerinin bir süre daha bizimle kalacağını gösteriyor. Düzenlenen Çeviri: Semra AĞAÇ SUCU Kaynak: wired.co.uk Read the full article
0 notes
Text
Facebook Beyni Okuyan Arayüz Projesinden Vazgeçiyor
Bazılarımız hatırlayacaktır, 2017 yılında Elon Musk, binlerce elektrotun insan beynine nasıl bağlanacağı üzerinde çalışan yeni beyin-arayüz şirketi Neuralink’ten bahsetmişti. Bundan günler sonra da Facebook, insanların düşünerek (dakikada 100 kelimeye dokunarak) metin mesajları göndermesine izin verecek bir kulaklık veya kafa bandı oluşturmaya çalıştığını duyurmuştu. “Ya doğrudan beyninizden yazabilseydiniz!” sorusuyla aklımızı bir hayli karıştıran şirket, kulağa imkansız gelse de bunun sandığımızdan daha yakın olduğu iddia etmişti. Facebook, düşünceleri okumak için optik teknolojiyi kullanan bir sessiz konuşma arayüzü oluşturmayı hedeflemişti ancak bu çılgın projeyi duyurduktan dört yıl sonra, şimdi de beyin okuması ile ilgili projeden vazgeçtiğini açıkladı. Şirket bunca zamandır üzerinde çalıştığı ve önemli ilerlemeler kaydettiği bu projeyi neden sonlandırdı? Şirket yetkilileri, “Başa takılan optik beyin-bilgisayar arayüzü teknolojilerinin uzun vadeli potansiyeline hâlâ inansak da pazara daha yakın farklı bir sinirsel arayüz yaklaşımına odaklamaya karar verdik” diyerek bu projenin yerine, kol kaslarındaki sinyalleri okuyabilen bileklik üzerinde çalışacaklarını duyurdu. Facebook’un projeden vazgeçme kararı ile ilgili Fizikçi ve Sinirbilimci Mark Chevillet ise açıklamasında kısaca şunu söyledi: “Bu teknolojilerle ilgili birçok uygulamalı deneyimimiz var. Tüketici arayüzü olarak başa takılan optik sessiz konuşma cihazının hala çok uzun bir yolu olduğunu söyleyebiliriz”. Beyin-bilgisayar arayüzleri ile ilgili çalışmalar ilerledikçe yeni endişeler de ortaya çıkmaya başladı. Büyük teknoloji şirketlerinin insanların düşüncelerini bilmesine çok da sıcak bakılmıyor. Örneğin Şili’de beyin verilerini, özür iradeyi ve zihinsel mahremiyeti teknoloji şirketlerinden korumak için bir insan hakları yasası bile düşünülüyor. Facebook’un mahremiyet konusundaki zayıf sicili göz önüne alındığında, asında şirketin nöro-haklar konusunda artan endişeler ile arasına mesafe koymak için bu araştırmayı durdurma kararı aldığını düşünenler de var. Facebook’un beyin sinyallerini okumaya yarayan optik cihazının bir prototipi Facebook’un zihin okuma cihazı şimdilik rafa kalktı Beyin-bilgisayar arayüzleri etrafındaki çılgınlığın nedeni, şirketlerin zihin kontrollü yazılımını büyük bir atılım olarak görmelerinden kaynaklanıyor. Bazı araştırmalar, nöronlara dokunmak için elektrotların doğrudan beyne yerleştirildiğinde sonuçların dikkate değer olduğunu gösterdi. Bu tür implantlara sahip felçli hastalar, robotik kollarını ustaca hareket ettirebilir, video oyunları oynayabilir veya zihin kontrolü yoluyla yazı yazabilir. Facebook’un amacı, bu tür bulguları herkesin kullanabileceği bir tüketici teknolojisine dönüştürmekti; bu da takıp çıkarabileceğiniz bir kask ya da kulaklık anlamına geliyordu. Facebook’un projesi, özellikle sanal gerçeklikteki emelleriyle örtüşebilecek bir beyin denetleyicisini hedefliyordu; bu yüzden 2014 yılında 2 milyar dolara Oculus VR’ı satın almıştı. Şirketin ilk olarak bir düşünme-konuşma arayüzü teknolojisinin mümkün olup olmadığını belirlemesi gerekiyordu ve bunun için insanların beyinlerinin yüzeyine elektrot pedleri yerleştirilen Kaliforniya Üniversitesindeki bir araştırmaya sponsor oldu. İmplante edilen elektrotlar tek nöronlardan veri okurken elektrokortikografi adı verilen teknik, aynı anda oldukça büyük nöron gruplarından ölçüm yapabiliyordu. Facebook, kafanın dışından gelen eşdeğer sinyalleri algılamanın da mümkün olabileceğini umut ediyordu. Konuşmayı gerçek zamanlı olarak çözmek için bu elektrot pedlerinin kullandığını araştırmalar Facebook’u bu umuda bir adım daha yaklaştırmıştı. Ciddi bir felçten sonra anlaşılır kelimeler oluşturma yeteneğini kaybeden ve sadece homurdanan 36 yaşında bir adamın beynine elektrot takılarak dakikada yaklaşık 15 kelime hızında cümleler oluşturabildiğini ortaya çıktı. Bu teknoloji, deneğin konuştuğunu hayal ederken dilini ve ses yolunu hareket ettirme çabalarıyla ilişkili motor korteks kısmındaki nöral sinyallerin ölçümlemesini yapabiliyordu. Denekten 50 yaygın kelimeden birini yaklaşık 10 bin kez söylediğini hayal etmesini istendi ve hastanın sinirsel sinyalleri bir derin öğrenme modeli ile beslendi. Model kelimeleri sinirsel sinyallerle eşleştirmek için eğittikten sonra, deneğin söylemeyi düşündüğü kelimeyi oranında doğru bir şekilde belirleyebildi. Bilim insanları, bir dil modeli ekleyerek performansı daha da geliştirdiler ve doğruluk oranını ’e çıkardılar. Sonuç dikkat çekici olsa da İngilizcede 170 binden fazla kelime var ve bu nedenle deneğin sınırlı kelime dağarcığı nedeniyle performans düşebilir diye düşünülüyor. Bu teknik, tıbbi yardım olarak yararlı olsa da Facebook’un aklındakine pek yakın olmadığı anlamına geliyor. Facebook tarafından beyindeki oksijen değişikliklerini ölçmek için ışık kullanan yaygın optik tomografi için geliştirilen ekipman Sıradaki proje bileğe takılan nöral arayüz Bu araştırma devam ederken, Facebook Johns Hopkins’teki Uygulamalı Fizik Laboratuvarı gibi merkezlere, nöronları invaziv olmayan bir şekilde okumak için kafatasından ışığın nasıl pompalanacağını bulmak için ödeme yapıyordu. Ancak bu optik teknikler sinir sinyallerini yeterli çözünürlükte alamıyorlar. Kan değişikliklerinin bir grup nöronun ateşlenmesinden birkaç saniye sonra zirveyi algılaması bir bilgisayar için oldukça yavaş kalıyor. Yakın kızılötesi ışınlar kullanan beyin bir hemodinamik sinyali ölçer ancak bu sinyal yavaştır. Facebook şimdi, 2019’da Oculus’u devralmasından bu yana en büyük kamu satın alımlarından biri olan CTRL-Labs adlı bir girişimi 500 milyon dolardan fazla bir fiyata satın aldı. Bu şirket, EMG olarak bilinen bir teknikle bir kişinin kaslarındaki elektrik sinyallerini yakalayan bileğe takılan bir cihaz geliştiriyor. Bu bir beyin arayüzü değil ancak Facebook’un VR Googles ile oluşturduğu sanal dünyaya katılmanın daha basit bir yolu olabilir. Facebook, “uygulanabilirliği kanıtlanmış bir teknoloji olan EMG’yi kullanarak bilek tabanlı nöral arayüzlere odaklamanın mantıklı olduğunu” söylüyor. Facebook’un beyin okumayı bırakma kararı, bu teknikleri araştıran araştırmacılar için şaşırtıcı değil. Northwestern Üniversitesinden Profesör Marc Slutzky şöyle yorumluyor: “Şaşırdığımı söyleyemem. Konuşmanın şifresini çözme hedefi büyük bir zorluktur. Pratik, her şeyi kapsayan bir çözümden hâlâ çok uzağız.” Yine de Slutzky, bu projenin beyin okuma biliminin hem dikkate değer olasılıklarını hem de sınırlarını gösteren etkileyici bir adım olduğunu söylemekten geri durmuyor. Ona göre, yapay zeka modelleri daha uzun süre ve birden fazla kişinin beyninde eğitilebilirse beyin okuma hızla gelişebilir. Facebook, şimdilik projeyi rafa kaldırmış olsa da beyin kod çözme için geliştirdiği yazılımı açık kaynaklı hale getirmeyi ve ayrıca diğer araştırmacıların çalışmalarından faydalanabilmesi için prototip cihazlara erişim sağlamayı planlıyor. Konuşma beyin aktivitesinden çözülebilir mi? Giyilebilir bir optik cihaz bunu yapabilir mi?” soruların cevabını arayan şirket sonunda bunun mümkün olacağı konusundan pek de vazgeçmiş görünmüyor. Hazırlayan Semra AĞAÇ SUCU Kaynak https://www.technologyreview.com/2021/07/14/1028447/facebook-brain-reading-interface-stops-funding/ Read the full article
0 notes
Text
Uzaydaki Kadınların İlham Verici Hikayeleri

Milli Uzay Programı çerçevesinde Ay’a gerçekleştirilecek insanlı ve insansız uçuşlarımızın ön ve arka planında ne kadar kadın çalışacak? Ay’a gidecek ilk Türk kadın astronot kim olacak? Uluslararası Uzay İstasyonu’na gidecek ilk kadın astronot kim olacak? Sen mi? O zaman hemen teknik ve fiziki gereklilikleri öğrenip ve daha önce bu kişiler nasıl seçilmiş, neler yaşamış bunları öğrenip onların hayatlarından dersler alarak işe koyulman gerekiyor. Dünya Uzay Haftasını kutladığımız 4-10 Ekim 2021’de, tema olarak seçilmiş “Uzayda Kadınlar”, kadınların uzaydaki rolüne büyük farkındalık getirmiştir. Bu yazımızda da bu konuyla ilgili ilham verici hikayeler paylaşmak istedik. İlk önce uzay yarışının nasıl başladığına bakalım. 1950’lerin başlarında havacılık ve uzay alanlarının gelişimiyle yavaştan devletlerarası yarış başlıyor ve 1957 senesinde Sovyetler Birliği’nin ilk kez Sputnik uydusunu uzaya fırlatması ve bir ay sonrasında da Sputnik ile bir de “Layka” olarak tanıdığımız bir köpeği fırlatmasıyla Amerika da bunlara bir nevi tepki olarak NASA’yı kuruyor. Layka’nın uzaya gönderilmesi ise demek oluyor ki Sovyetler Birliği yaşam destek ünitesi yapabiliyor ve muhtemelen insan göndermeye yaklaşmışlar. NASA’nın asıl kuruluş amacı ise uzaya gidecek ilk insanı göndermek ve bu kişinin Amerikalı olmasıdır. Seçilecek kişi için koydukları şart da sadece beyaz erkeklerin alındığı bir okulda askeri test pilotu olmak. Ancak bu sırada sivil uçak uçuran birçok kadın olmasına karşın askeriyede pilot olan bir kadın bulunmuyor. Küçük kapsüllerle yapılacak seyahat için ise kadınların erkeklerden daha uygun olabileceği testleri yapan doktor tarafından düşünülüyordu. Daha küçük, daha az yemek ihtiyacı ve daha uzun süre aynı işi sıkılmadan yapabilme kabiliyetleri, boyunun 180 cm’den kısa olması (kapsüle sığması için) gibi avantajlar kadınların uzayda kapsül içinde vakit geçirmeye daha uygun oldukları doktorlar tarafından onaylanıyordu. Testlere 20-40 yaş aralığındaki kadınlar çağırılıyordu. Nisan 1961’e geldiğimizde Sovyetler Birliğinden Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk insan olur ve bu insan da bir Sovyet olur. Amerika’nın ilk insan ve Amerikalı gönderme hayali gerçekleşmez. 1963 senesinde ise Sovyetler’den ilk kadın uzaya çıkar. Uzaya çıkan ikinci kadın da yine Sovyetler’dendir. Uzaya Çıkan İlk Kadın: Valentina Tereşkova (d. 1937) Uzaya çıkan ilk kadın olmasının yanı sıra solo uzaya çıkan ilk kadın unvanını da almıştır. Paraşütçü ve tekstil işçisidir. Uzayda üç gün geçirmiştir (1963) ve şu anda da kendisi Mars’a gitmek istiyor. Uzaya Çıkan İlk Amerikalı Kadın: Sally Ride (1951-2012) 1964 senesinde kadınlar için başlatılan uzay programı ABD’de durduruluyor. Bu yüzden 1983 senesine kadar da Amerika’dan kadın gönderilmiyor ve 1983’de Sally Ride bu döngüyü kırarak uzaya çıkan ilk Amerikalı kadın unvanını alıyor. Peki, uzaya kadın astronot gönderilirken sizce yanında neler gönderilmeli? Sally Ride, bir haftalık uzay yolculuğu için 50 adet tampon ve makyaj malzemeleri ile uzaya gönderilmiştir. Astronot Olmak İçin Yapılan Testleri Geçen İlk Kadın: JerrIe Cobb (1931-2019) Kendisi 20 yaşındayken hafif uçakla en yüksek hıza çıkan kadın olmuştur. İkinci Dünya Savaşında da hava kuvvetlerinin uçaklarını uçurmuştur. 82 Yaşında Hayalini Gerçekleştiren Uzaydaki Kadın: Wolly Funk (d.1939) Wolly Funk, Ulusal Ulaştırma Güvenliği Kurulu için ilk kadın hava güvenliği denetçisi ve ilk kadın kaza araştırmaları inceleme müfettişidir. Amerikalı kadınları astronot olarak eğiten program olan Mercury 13’ün en genç üyesidir. 22 yaşındayken bu programa girer. 1964 senesinde kadınlar için program ABD’de durdurulur ve Mercury 13 üyesinden kimse uzaya çıkamaz. Funk 20 Temmuz 2021 tarihinde Blue Origin kurucusu Jeff Bezos ile uzaya çıkarak hayalini gerçekleştirmiştir. 22 yaşında uzaya çıkma hayalleri ile girdiği programda çıkamamasının ardından 82 yaşında bu hayalini gerçekleştirmiş olması her şeyin mümkün olduğunu; istek, arzu ve emekle hayallerinizi günün birinde, ne kadar geç olursa olsun, gerçekleştirebileceğinizin örneğidir. Kendisi aynı zamanda uzaya giden en yaşlı kadın olmuştur. Kendi Ülkesinin İlk Astronotu Olan Kadınlar İran: Anousheh Ansari Birleşik Krallık: Helen Sharman Güney Kore: Yi So-yeon Türkiye’nin İlk Kadın Gökbilimcisi ve İlk Kadın Dekanı: Nüzhet Gökdoğan (1910-2003) NASA’daki İlk Türk Bilim Kadını: Dilhan Eryurt (1926-2012) Apollo 11 görevinde uzayda maruz kalınacak modeli çizerek, Güneş’i modelliyor ve Apollo Achievement Award ödülünü alıyor Eryurt. 1973’te Türkiye’ye dönerek ODTÜ’de Astrofizik Anabilim Dalını kurarak başkanlığını yapıyor. Bir sürü öğrenci yetiştiriyor. Siz de bu alanda okumak isterseniz yüksek lisans ve doktora için buraya başvuruda bulunabilirsiniz. Dünya’da ve ülkemizde hem bilimde hem hayatın her alanında her insanın kattığı değer birbirinden değerlidir. Cinsel kimliklerimiz ne olursa olsun yapmak istediğimiz işlere odaklanıp hayallerimizi gerçekleştirme hakkına sahibiz. Önümüze taşlar da konulsa birer birer bunları aşıp yolumuza devam etmeli ve inancımızı hiç yitirmemeliyiz. Önemli olan başka insanlar ne yapıyor değil, ben ne yapıyorumdur. Her gün kendinle yarışabiliyorsan, kendi sınırlarını zorluyorsan bu durum gelişim için kafidir ve birinin sizi bir pozisyona, bir unvana layık görüp görmemesinin hiçbir önemi yoktur. Yelda Gündeğer Read the full article
0 notes
Text
Aralıklı Oruç Nedir, Nasıl Popüler Oldu?

3-24 hafta içinde yüzde 8’e varan zayıflama sağlayan aralıklı oruç, nasıl popüler hale geldi? Faydaları neler? Bildiğimiz oruç gibi mi tutuluyor? Bu yazıda, son zamanlarda insanların sadece kilo vermek için değil, fit olup forma girmek, sağlıklarını iyileştirmek ve yaşam sürelerini uzatmak için kullandıkları en popüler sağlık pratiklerinden biri olan aralıklı oruç yönteminin ne olduğunu, onu çekici hale getiren etkenleri, kanser ve diyabet gibi hastalıklar üzerindeki etkileri açıklanmaktadır. İnsanlar aslında binlerce yıldır bazen herhangi bir yiyecek olmadığında zorunluluktan bazı durumlarda ise dini ritüeller nedeniyle oruç tutmaktadırlar. Oruç; İslam, Hıristiyanlık, Yahudilik ve hatta Budizm’de genellikle dini veya manevi nedenlerle yapılmaktadır. Oruç tutmak insan için doğal bir durumdur zira vücudumuz uzun süre yemek yememek için donanımlıdır. Avcı-toplayıcılar bazen yiyecek bir şey bulamamış, bulduklarında ise saklama koşulları olmadığı için hemen tüketmek zorunda kalmışlardı. Sonuç olarak insanlar uzun süre yiyeceksiz çalışabilecek şekilde yaşamayı başardılar. Aralıklı Oruç ya da IF Diyeti Nedir? Klasik diyet türlerinin aksine, ne yediğinizle değil ne zaman yediğinizle ilgilenerek alternatif bir yöntem sunan aralıklı oruç (Intermittent Fasting) diyeti, kalori hesabı yapmak yerine yiyeceklerin tüketildiği zaman aralığını kontrol etmeyi amaçlar. Uluslararası Gıda Enformasyonu Konseyi Kurumunun araştırmasına göre, 2018 yılının en popüler diyeti olarak seçilmiştir. Aralıklı oruç, uyurken yaşadığımız bir nevi “oruç tutma” halini yani açlık süresini biraz daha uzatmaktır. Bunu kahvaltıyı atlayarak, ilk öğünü öğlen yiyerek yapabilirsiniz. Aralıklı Oruç Çeşitleri Birkaç farklı yöntemi olan aralıklı oruç diyetinin en popüler olanları şu şekildedir: 16/8 Orucu: Bu programda günün 8 saatinde yemek yenmekte, diğer 16 saatlik oruç döneminde ise hiçbir yiyeceğe izin verilmemektedir. Ancak su, şekersiz kahve , şekersiz çay vb. kalorisiz içecekleri içebilirsiniz. Yemek yemenin serbest olduğu sekiz saatlik sürede tüketilen yemeklere dikkat edilmeli, sağlıklı ve düşük kalorili yiyecekler tercih edilmelidir. 5/2 Orucu: Bu programda haftanın 5 günü normal ve sağlıklı bir şekilde beslenmeye devam edilir. Diğer seçilen 2 günde ise kalori alımı 500 kalori civarına düşürülür; 16/8 diyetinde olduğu gibi 16 saatlik açlıktan sonra 8 saatte 500 civarı kalori alınır. Ye-Dur-Ye Yöntemi: Bu programda birbirini takip etmeyen bir veya iki gün seçilir ve 24 saat süresince yemek yemekten kaçınılır. Kahvaltıdan kahvaltıya veya akşam yemeğinden akşam yemeğine uygulanabilir. Haftanın geri kalanında ise sağlıklı ve düşük kalorili yiyecekler tercih edilerek normal şekilde beslenilebilir. Aralıklı Orucun Faydaları Nelerdir? Öncelikle aralıklı orucun neden olduğu faydalı etkileri teşvik etmek için sağlıklı ve dengeli bir diyet çok önemlidir. Bir süre yemek yemediğimizde, vücudumuzun kıtlık döneminde gelişmesini sağlamak için vücuttaki her türlü süreç değişir. Kilo verirsiniz: Aralıklı oruç diyeti, kalori alımını azaltıp metabolizmayı hızlandırdığı için oldukça etkili bir kilo verme yöntemidir. Kilo kaybı, insanların aralıklı oruç tutmayı denemelerinin en yaygın nedenidir. Kalorileri kısıtlamanın ve yağ yakmanın çok basit ve etkili bir yolu olduğu için birçok insan kilo vermek için aralıklı oruç tutuyor. Amerikan Kalp Derneği gibi önemli kuruluşlar tarafından yapılan çalışmalarda aralıklı oruç diyetini uygulayan bireylerde 3-24 hafta sonra %3-8 oranında kilo kaybı gözlenmiştir. 2014 yılında yapılan bu araştırmaya göre, bireylerin bel çevrelerinin %4-7’sini kaybettikleri gözlenmiştir. Bu da organların etrafında biriken ve hastalığa neden olan zararlı karın yağında önemli bir düşüş demektir. Ayrıca aralıklı orucun, klasik kalori kısıtlama yöntemlerinden daha az kas kaybına neden olduğunu görülmüştür. Hücrelerinizi onarır: LDL Kolesterol ve Trigliserin değerlerini önemli ölçüde düşürmeye yardımcı olan açlık diyeti, kasların gelişimini hızlandırır. Açlık durumunda hücredeki insülin hormonu azalır, büyüme hormonu artar; böylece hücresel onarım işlemleri başlatılır. Büyüme hormonu sayesinde vücuttaki dokular ve hücreler onarılıp yenilenir. İnsülin direnci dengelenir: Aralıklı oruç, kan şekerini %3-6 oranında ve açlık insülin seviyelerini -31 oranında azaltır, bu da tip 2 diyabete karşı koruma sağlar. Düşük insülin seviyeleri, depolanan vücut yağını daha erişilebilir hale getirir ve yağ yakıcı hormon norepinefrin salınımını da artırır. Açlık halinde karaciğere giren yağ asitleri, vücut için enerji kaynağı olan ve nöronları hasardan koruyan “keton” maddesine dönüşürler. Gen ifadesi: Uzun ömür ve hastalığa karşı korunma ile ilgili genlerin işlevinde değişikliklere sebep olur. Çalışmalar, aç bırakılan farelerin -83 oranında daha uzun yaşadığını göstermektedir. Aralıklı oruç, beyin hormonu BDNF’yi artırır ve yeni sinir hücrelerinin büyümesine yardımcı olur. Alzheimer hastalığına karşı da koruma sağlar. Kemirgenlerde yapılan araştırmalar, açlık diyetinin kalori kısıtlaması kadar etkili bir şekilde ömrü uzatabileceğini göstermektedir. Kalp sağlığına yardımcı olur: Aralıklı oruç, kalp hastalığı için önemli risk faktörleri olan LDL kolesterolü, kan trigliseritlerini, inflamatuar belirteçleri, kan şekerini ve insülin direncini azaltarak kalp sağlığını korumaya yardımcı olur. Kanser riski azalır: Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar, aralıklı orucun kanseri önleyebileceğini düşündürmektedir. Hayatınızı kolaylaştırırken aynı zamanda sağlığınızı iyileştiren etkili bir yöntem olan aralıklı oruç diyeti günde 3-4 öğün yemek yemekten daha doğaldır. Ne kadar az öğün planlarsanız hayatınız o kadar basit olacaktır. Yemek için harcadığınız hazırlık ve temizlik sürecini azaltarak size zaman kazandıracak olan aralıklı açlık diyeti popülerliğini artırarak sürdürmektedir. Hilal Gökbayrak Read the full article
0 notes
Text
Parapsikoloji ve Paranormal Olaylar

Parapsikoloji, paranormal (normal ötesi, anormal) olguları, olayları, güçleri ve yetenekleri inceleyen tartışmalı bir bilim dalıdır. Parapsikoloji kelimesi J. B. Rhine’ın psikolojideki anormal durumları tanımlamak için kullandığı “psikoloji ötesi” anlamına gelen “parapsychique” kelimesinden türetilmiştir. Parapsikoloji çalışma alanında olan olguların net bir tanımı ve nitelendirmesi olmadığı için bu olgular genellikle parapsikolojik fenomenler olarak ele alınmaktadır. PSI fenomeni olarak da adlandırılan parapsikolojik fenomen, doğal yasa veya olağan duyusal yetenekler dışında fiziki gözlem ile edinilen bilgilerle açıklanamayan çeşitli olay türlerinden herhangi biri anlamındadır (Encyclopaedia, 2015). Parapsikoloji bu tür fenomenleri araştıran bir disiplindir. Anomali ve Parapsikoloji Parapsikolojinim genelinde ele alacağımız kavram anormal fenomenler olacağı için burada anomalinin tanımı yapmak önemlidir. Bir sürecin veya oluşumun hangi kriterlere göre anormal olarak değerlendirildiğinin sınırlarını çizmek ele alının durum hakkında yorum yapabilmeyi efektif kılacaktır. Anomali, tanımı gereği “yerleşik davranma modellerinden hissedilir ölçüde sapma” durumdur (Jhan, 1987, s. 79). Bu tanım her ne kadar doğru olsa da oldukça genel bir yargıdır ve parapsikolojik olayların tümünü tanımlamaya yetecek derecede olamayabilir. Anormal fenomen tiplerini tanımlarken daha spesifik bir tanım yapmamız gerekmektedir zira bu tanım bilincin ve zihnin eylemi ve bilişsel duygu algılarını aşan veya fiziksel alemde form ve madde ikilisinin olması gereken davranışlarını aşan durumlar içermektedir. Bir olayın, sürecin veya olgunun anormal olarak kabul edilebilmesi için, aşağıdaki koşullardan herhangi birinin veya tümünün elde edilmesi gerektiğini söyleyebiliriz: - insan bilincinin ve zihninin bir ürünü olması - kendisiyle, bilinçli varlıklarla ve başka bilinçli varlıklarla etkileşime girebilme durumu - fiziki yasaları ve maddenin mekanik etkileşimi dışında bilgiyi ortaya çıkarması - uzay, zaman ve nedensellik gibi temel bilimsel önermelerin herhangi birini veya tamamını bir şekilde ihlal etmek - Telepati: Geleneksel duyusal kanallar aracılığıyla herhangi bir iletişim olmadan bir kişinin diğerinin düşüncelerinin farkında olması. - Durugörü (Clairvoyance): Bir bilgi kaynağına, nesneye veya olaya ilişkin ön bilgilere dayanmadan bir nesne veya olay hakkında bilgi edinme yeteneği. - Önsezi (Precognition): Bir başkasının gelecekteki düşünceleri (öngörüsel telepati) veya gelecekteki olaylar (önsezili durugörü) hakkında bilgi edinme yeteneği. - ESP - PK - Psişik Okumalar - Psişik Tedavi - Alternatif ve Tamamlayıcı Tıp - Vücut Dışı Bilinç ve Ölüme Yakın Deneyimler - Astroloji ve Kehanetler - Reenkarnasyon - Hayaletler ve Poltergeistler Parapsikolojik fenomenler, doğa yasaları veya olağan duyusal yetenekler dışında edinilen ve bilgilerle açıklanamayan çeşitli olay türlerinden herhangi biridir. Bu tür fenomenleri araştırmakla ilgilenen disipline parapsikoloji denir (Encyclopaedia, 2015). 19 yüzyılında başında bilimsel kuruluşlar tarafından bu fenomenler ele alınsa da bu fenomenlerin varlığı ve kültürel olarak oluşumu çok daha geçmişe dayanmaktadır. Bireyler yaşadıkları çeşitli anormal olayları ve durumları geçmişten bu yana sürekli dile getirmiştir ve bu durumlar gizemli birer güç olarak kulaktan kulağa dolaşmıştır. Bu durum aslında anormal olayların yani psişik fenomenlerin birer sosyal gerçeklik barındırdığının da kanıtıdır. Bu fenomenleri bilimsel olarak ele alarak açıklama çabası bazı bilim insanları tarafından icra edilse de bunu genel bir teoriye oturtmayı hiçbir zaman başaramamışlardır. 19 yüzyılda parapsikolojinin bir disiplin haline getirilme isteği Amerika’da başlayıp zamanla çoğu ülkelere yayılmıştır. Yapılan çalışmalarda tutarsızlığın bulunması ve bilimsel yöntemler ile psişik fenomenlerin açıklanmasının oldukça zor olması parapsikolojinin bilimsel bir disiplin olup olamayacağı tartışmasını sürekli hale getirmiştir. Her ne kadar parapsikoloji bilimsel olarak kabul görmemiş olsa da parapsikolojik olayların bir sosyal gerçeklik oluşu (bu tarz spritüal olayların gerçekliğini reddetsek dahi) bu durum en azından sosyal bilimler nezdinde bilimsel olarak ele alınıp çalışılabileceğinin bir göstergesidir. Bazı kabileler, toplumlar veya bireyler günümüzde hala psişik güçlere inanmaktadır ve bu durum bu toplumların veya bireylerin gündelik davranışlarında etkili olmaktadır. O halde parapsikolojik fenomenler ve bunun etkileri sosyal bilimlerde çalışılabilecek bir kavram olarak ele alınaiblinirdir. Mustafa Çeğindir Kaynakça Efil, Ş. (2004). Parapsikolojik Fenomenler Üstüne Bilimsel ve Felsefi Bir Soruşturma. Marife, 157-169. Encyclopaedia, T. E. (2015, Eylül 14). Parapsychological phenomenon. Britannica: https://www.britannica.com/topic/parapsychological-phenomenon adresinden alındı Houtkooper, J. M. (2002). Arguing for an Observational Theory of Panaromal Phenomena. Journal of Scientific Exploration, 171-185. Jhan, R. (1987). Margins of Reality: The Role of Consciousness in the Physical World. New York: Mariner Books. Savage, P. B. (2013). Anomalaus Phenomena Ans The Limits Of Science. Philadelphia: The Temple University Graduate Board. Schwebel, L. J. (2004). Apparitions, Healings, and Weeping Madonnas: Christianity and the Paranormal. New York: Paulist Press. Tarlacı, S. (2013, Şubat 13). Evrenin Dili. Evrenin Dili Web sitesi: http://www.evrenindili.com/parapsikoloji-nedir/65-durugroerue/298-tarihce?fbclid=IwAR1MXWyiDH7_srjoVtIt_ezIT3j3k6vFvENMZ31Da0NCEzJdPNdDf24oV4g adresinden alındı What is Anomalistic Psychology? (tarih yok). Goldsmith Sitesi: https://www.gold.ac.uk/apru/what/ adresinden alındı Read the full article
0 notes
Text
En Orijinal Filozof Kimdi?

Sokrates, “Batı Felsefesinin Babası” olarak kabul edilir; ancak belki de bu saygı ifadesi Platon’un olmalıydı. Platon bolca yazdı ve onun fikirleri zekice, iyi savunulmuş ve güçlüydü. Eserleri pek çok konunun bel kemiğini oluştururdu: epistemoloji, estetik, metafizik, politika ve psikoloji. Ayrıca Platon, Hristiyanlığı da etkilemiştir ki bu da tamamen yeni bir tür din haline gelmiştir. Hayatta hiçbir şey izole olarak tedavi edilemez. Her fikrin, kişinin, keşfin, buluşun veya projenin arkasında, onu doğuran gizli bir koşullar ağı vardır. Bu belki de en çok akademide geçerlidir. Newton’un da dediği gibi, hepimiz sadece “devlerin omuzlarında yükseliyoruz.“ Felsefe aynıdır. Bu alanın hemen hemen tüm dikkate değer düşünürleri, çağdaşlarıyla birlikte okudu, tartıştı ve fikirlerini değiştirdi. Aristoteles, Platon’a bir yanıttı (ve öğreten), Çin legalizmi Konfüçyüsçülüğün bir eleştirisiydi, David Hume ve Adam Smith yakın arkadaşlardı, Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau sürekli birbirlerine saldırdı ve Thomas Hobbes, René Descartes ile düzenli olarak mektuplaşırdı. O halde şu soruyu yanıtlamak zor olacaktır: En özgün filozof kimdi? Ama bu elimizden geleni yapmayacağımız anlamına gelmez. Ağacın Gövdesi Genel olarak her felsefi konu (en azından Batı’da) “Her şey eski Yunanlılarla başladı” cümlesiyle başlar. Bu ufuk açıcı düşünürler arasında Platon tipik olarak en önde gelen olarak kabul edilir. İngiliz filozof Alfred Whitehead’ten sık sık alıntılanan bir satır vardır: “Batı Felsefesi tarihi, Platon’a düşülmüş dipnotlardan ibarettir.” Hiç şüphe yok ki bunda bazı gerçekler var. Platon bol bol yazdı hem diyaloglarında hem de Devlet’te siyaset felsefesi, epistemoloji, metafizik ve estetiğin temellerini buluyoruz. Terim var olmadan önce de psikologdu: ruhu; Eros (arzu), Thumos (ruh veya tutku) ve Logos (rasyonellik) olarak üçe bölerek Freud’un İd, Süperego ve Ego‘suna neredeyse mükemmel bir eşleşme yakalamıştı. En önemlilerden biri de felsefe oyununun kurallarını tanımladı. Diyalog, tartışma, diyalektik ve rasyonel fikir tartışmasının felsefe yapmanın yolu olduğunu gösterdi. Bugün, iyi argümanların mantıklı olması gerektiğini ve çoğu insanın, çoğu zaman, evrenin Hakikatini (büyük H ile) keşfetmek istediğini varsayıyoruz. Bunların hepsi Platon’dan geliyor. (Doğu geleneklerinde benzer bir duygu bulmak zordur.) Tek bir sorun var: Platon’un ne kadar özgün olduğunu ve Mora’nın ideolojik zeitgeist’inde ne kadarının zaten ortalıkta dolaştığını söylemek zor. Platon’un tüm diyalogları, neredeyse her zaman en bilge karakter ve tartışmaların galibi olan ustası ve arkadaşı Sokrates’in kurgulanmış bir versiyonunudur. Sokrates hiçbir zaman bir şey yazmadı (bu yüzden Platon’un ne kadarının efendisinden olduğunu tahmin etmeye bırakıldık. Hepsi de olabilir; hiçbiri de). Ek olarak Platon, ilk kadın filozof ve hatta Sokrates’in öğretmeni olduğu düşünülen Diotima başta olmak üzere, uzun süredir kayıp olan diğer filozoflara atıfta bulunur. “Pre-Sokratikler”in birçoğu yazdı, ancak çalışmaları büyük ölçüde kayboldu, bu yüzden yazdıkları için tekrar Platon’a ve sonraki kaynaklara güvenmek zorundayız. (Bunların en önemlisi ve en değerlisi Diogenes Laërtius’un Seçkin Filozofların Yaşamları ve Görüşleri‘dir- Lives and Opinions of Eminent Philosophers by Diogenes Laërtius-). Kanıt eksikliğiyle birlikte, Platon’a hakkını vermek zorunda kalıyoruz: Sadece bir şeyler yazan ilk kişi olsa bile. Platon Hristiyanlığı nasıl etkiledi? Batı felsefesi ve onun yapılış biçimi yalnızca “Platon’a bir dipnot” ise o zaman Platon’un fikirlerinin, okuduğumuz hemen hemen her filozofun arka planında pusuya yattığını söylemek abartı olmaz. Descartes, Nietzsche ve Freud gibi düşünürler, Platon’un fikirlerine ya yanıt veriyor ya da ekliyorlardı. Bundan daha önemlisi, Platonculuğun en yaygın din olan Hristiyanlığı ne kadar etkilediğidir. Kilisenin teolojisini ve resmi dogmasını formüle eden ilk Kilise Babaları hem Yahudi geleneği hem de Yunan felsefesi bilgisine batmıştı; ikincisi, Platon ve okulunun soyundan gelenler, Akademi’nin egemenliği altındaydı. Platon’un idealar dünyası hakkındaki fikirleri -ki bu bizim yozlaşmış ve bayağı dünyamızdan mükemmel ve uzak bir idealdi, resmi Hristiyan doktrinine doğru yol aldı. Bedenin günahları ve zayıf ölümlü bedenler hakkındaki birçok fikir Platon’dan etkilenmiştir. Platon, ünlü mağara alegorisinde, dünyevi kaprislerimize ve arzularımıza boyun eğmememiz (Eros) ve yerine tefekkür etmemiz ve felsefe yapmamız gerektiğini (Logos) savunur. Bu fikirlerin tümü, acemi Kilise’ye mükemmel bir şekilde uydu. Aslında Yuhanna İncili şu ayetle başlar: “Başlangıçta Söz vardı ve Söz Tanrı ile birlikteydi ve Söz Tanrı idi.” Platon’dan yola çıkarsak, bir nevi felsefe yapmanın tamamen yeni bir yolu da aslında teoloji. Hristiyanlık yarı Yahudi, yarı Atina olan orijinal bir inanç türüdür. Platon yüzyıllar boyunca Batı geleneğine egemen oldu ve hala onun, dünyevi arzulardansa akla ve rasyonaliteye değer verme mirasıyla yaşıyoruz. “Mantıksız” olarak adlandırılmak hala kötü bir şey. Aristoteles’in beğenileri 13. yüzyılda Thomas Aquinas aracılığıyla Hristiyan teolojisine sızmasına ve Augustine, Irenaeus ve Origen gibi teologların kendi etkilerine sahip olmasına rağmen, hiçbiri Platon’un akılcı ve orijinal fikirleri kadar benzersiz bir iz bırakmaz. Çeviren: Elif Akçay Yazar: Jonny Thomson, Oxford’da felsefe öğretiyor. Mini Felsefe (@philosophyminis) adlı popüler bir Instagram hesabı yönetiyor. İlk kitabı “Mini Felsefe: Büyük Fikirlerin Küçük Bir Kitabı”dır (Mini Philosophy: A Small Book of Big Ideas). Kaynak: bigthink.com/culture-religion/most-original-philosopher-plato Read the full article
0 notes
Text
FELSEFE HABERLERİ
Felsefe , mantık, doğa ,bilim,teknoloji ve fazlası.Bilgeyiz.com ile felsefi düşünceleri, akademik makaleleri, ülkenin gündemini ve insana değer katan şeyler.
https://www.linkedin.com/in/bilgeyiz/
1 note
·
View note