Quote
O zaman 16 yaşındaydım galiba. Liseye gidiyorduk. sınıfta Özge diye bir kız vardı. güzel değildi kız. hiç dikkat etmezdi kendine. dalga geçerdi diğerleri erkek falan derlerdi. benle arası iyi olmuştur. matematiği süperdi kopya falan verirdi. konuşurduk, sohbet ederdik. sohbeti iyiydi, bilgili bir kızdı. hatta daha sonra bizim oturduğumuz sokağa taşındılar sabahları çoğu zaman beraber giderdik okula. neyse, araya yaz tatili girdi her yaz antalyaya gidiyorlarmış. yine oraya gittiler 3 ay boyunca görmedim onu. arada msn'den konuşuyorduk. bir kaç kerede aramıştı telefonla görüşmüştük. çok iyi bir kızdı. 3 ay sonunda okul tekrar başladı. ilk hafta görmedim onu okulda. gelmemişti. sarışındı zaten. saçlarını sıkı sıkı toplayıp at kuyruğu yapmıştı. yüzündeki sivilceler gitmiş, ense kılı yok, favoriler yok, kilo vermiş, etek boyunu normale çekmiş, karşımda durup bana gülümseyen bir kız. “çok mu değişmişim” dedi. utandığı belliydi. “evet” dedim. o an konuşamadım zaten. “hadi sınıfa gidelim” dedi. sınıfa girdik. herkes benim gibi şaşırdı zaten. erkek diye alay edenler şimdi yavşamak için fırsat kolluyorlardı. bir kaç gün sonra şaşkınlık falan gitti tabi. özge hem çalışkan hem güzel bir kız oldu. düşünsenize popülerliği. bizim muhabbetler eskisi gibi değildi tabi. daha çok arkadaşı vardı. ben en arkada tek başıma oturuyordum. orta sırada benden iki sıra önde oturuyordu o. boş derslerde hep gelirdi sohbet ederdik ya da ben matematikten bir şeyler sorardım. haliyle gelmedi, yeni arkadaşları vardı çünkü. aslında pek önemsemedim ama insan yine de garip hissediyor öyle bir durumda. kasım ayının başı, hava yağmurlu. okuldan çıkış zili çaldı ama şemsiyesi olan çıkıyor okuldan, ya da servisi gelen. bekliyorum kapının önünden. yanıma geldi özge, saçlarını ev topuzu yapmış “bende şemsiye var gel beraber gidelim” dedi. olur dedim. çıktık okuldan yürümeye başladık beraber. oturduğumuz yerin alt yapısı tak gibi zaten. sokağı su başmış neredeyse. onların evi tamam da bizim eve gitmek işkence gibi. o da gördü bunu. “ gel bizim apartmanda bekleyelim” dedi. ailesini falan tanımıyorum zaten evine davet etmedi. apartmanın giriş kapısından girip merdiven sahanlığında bekledik. bizim son ders bedendi eşofmanlar var üstümüzde. ya kız birden çok değiştiği için ya önceden iyi bir sohbetimiz olduğu için ya da şimdi etrafında bir sürü arkadaşı olduğu için kıskanıyordum onu. saçmaydı ama öyleydi, sohbet ettik biraz. “bu aralar pek konuşmuyoruz, yanlış bir şey yapmadım umarım” dedi. hala konuşurken biraz çekingen davranıyordu anlıyordum sesinden. “yok yanlış bir şey yapmadın, eskiden geliyordun artık gelmiyorsun” dedim. sitem ediyor gibi çıktı sesim. ikimizde bir şey demedik bir müddet. sonra o “benim hep en iyi arkadaşım, şimdi çok arkadaşım var ama en iyi arkadaşım sensin yine de. sen hiç gelmiyorsun ama konuşmaya hep ben mi gelmeliyim.” dedi. haklıydı aslında bir kaç kere yazılılarda yanına oturmak için gittim. onun dışında hep o geldi. e şimdi eskisi gibi yalnız değil gelmemesi normal. o zamanlar böyle düşünmedim tabi. ergeniz akıl başta değil farklı düşünceler hakim. sanki sevgilimde beni aldattı gibi düşünüyorum. “ neyse ya sorun yok” dedim. kalktım kapıyı açıp baktım yağmur yavaşlamıştı. gözleriyle takip ediyordu beni biliyordum o yüzden de heyecanlandım. öküzlük yapıp kızın yüzüne bakmadan “ yağmur yavaşlamış ben gideyim, görüşürüz yarın” deyip tak var gibi hızlı hızlı gittim eve. kendimi mal gibi hissediyordum. aşık olmuyorum inşallah dedim kendi kendime. geçtim odaya müzik falan dinledim. ertesi sabah çıktım dışarı baktım evlerinin önünde bekliyor. beni görünce yürüdüğüm kaldırıma geçti. “günaydın” dedi. “günaydın” dedim. sonra mal gibi “birini mi bekliyorsun” dedim. salak mısın der gibi baktı suratıma “seni bekliyorum, beraber gidelim okula” dedi. tamam dedim. giderken biraz sohbet ettik havadan sudan. okula geldiğimizde “ben çay almaya gidiyorum kantine” dedim. “bana da al” dedi. iki simit iki çay aldım çıktım yukarı. geçerken sırasına bırakırım diye düşünüyordum. sınıfa girince baktım sırasında yok, benim sıramda oturuyor. şaşırdım biraz içten içe de sevindim. gittim sıraya koydum aldıklarımı. daha ben bir şey demeden “bundan sonra yanında oturmak istiyorum iznin varsa tabi” dedi manidar bir şekilde. “sırana oturmak için neden izin istiyorsun onu anlamadım” dedim. o güldü, gülünce bende mutlu oldum. oturduk kahvaltı ettik beraber. şimdi bile aklıma geldikçe gülümsüyorum. o gün ders falan umurumda değildi. okuldan çıkınca yakınlarda bir park vardı. oraya gidelim mi dedim. olur dedi. gittik beraber oturduk. sabah biraz yağmur yağmıştı. ıslak toprak, ıslak çimen, hafif rüzgar, ve birazdan aşık olacağınız bir kızla beraber oturduğunuzu düşünsenize. büyük bir ağaç vardı, yaprakların çoğu dökülmüş, onun altındaki banklara oturduk. sadece okuldan gelen sesler var. ne konuşsam diye düşünürken o başladı konuşmaya.- geçen yıl benimle kimse ilgilenmezken yani herkes beni dışlarken sen neden ilgilendin konuştun? + sohbetin güzeldi. - dürüstçe cevap ver. + tamam tamam. matematiğin iyiydi ilk başlarda bu yüzdendi. ama gerçekten sohbetin çok güzel diğerleri gibi değilsin. - anladım. sende diğerleri gibi değilsin. + nasıl yani? - bilmem. farklısın yani öyle hissediyorum. ve farklı hissediyorum senin yanında. daha samimisin. diğerleri ben böyle olduktan sonra benimle konuşmaya başladılar ama sen hep yanımdaydın. sonra bizim sınıftaki ne kadar varsa bizim yanımıza geldi. kızlı erkekli oturduk orada sohbet ettik. bu sohbette orada kaldı. uzun bir süre sonra devam ettik bu konuşmaya. yarı yıl tatiline kadar çok iyi geçti. aramız daha iyi oldu. daha samimi olduk. sonra yarı yıl tatili girdi araya 19 gün görmedim. ailevi bir meseleden dolayı başka bir yere gitmiştik. arada sırada telefonla konuşuyorduk sadece. geri döndüğümde sınıfa girer girmez onu aradı gözlerim. ilk başta göremedim. yine bir değişikliğe gitmişti. saçlarını küt kestirmişti. yanına gittim. “aa hoşgeldin” dedi. bende saçların güzel olmuş" dedim. teşekkür etti. neler yaptığımız konuştuk vs. okul çıkışı beraber bir kafeye gidip oturduk. uzun uzun konuştuk. aşık olduğuma emindim. o kadar konuştuk ama ben pek dinlemedim. onu izledim o kadar saat. gülüşünü, yüz ifadelerini oturup karşısında saatlerce izledim. ne ara bu kadar aşık oldum anlamadım zaten. büyük ihtimal ben onun için en yakın arkadaşıydım. mevzu döndü dolaştı aşk konusuna geldi. direkt sordum hiç teklif eden oldu mu diye. “oldu ama ben kabul etmedim” dedi. sinir dalgası yükseldi içimden. kim olduğunu sordum ama söylemedi. çıktık eve gittik. artık bahar gelmişti. bahar aylarında insanlar da aşık olma duygusu olur, sersemler ya bende öyleydim işte. lise boyunca hiçbir kızla konuşmadım neredeyse aklımda sadece özge oldu. oda kimseyle sevgili olmadı. şimdi düşününce büyük salaklık yaptığım ortada açık bir şekilde benden hoşlandığı ortadaydı kızın ama mal gibi adım atmadım hiç. aklıma son sene geldi nedense. senenin hemen başında konuşmaya karar verdim. antalyadan dönmesini bekledim. döndükten iki gün sonra dışarı çıktık beraber, sinemaya gittik yemek yedik vs. okulun yakınındaki o parka gittik. güneş batmış son ışıkları da çekiliyordu. daha önce oturduğumuz o bankta oturduk yine, aynı ağaç aynı bank. aslında söze nasıl başlayacağımı önceden kararlaştırmıştım ama o an her şey allak bullak oldu zaten. her şeyi unuttum deli gibi heyecanlandım. sonra konuşmayı başardım. + ben senden hoşlanıyorum. - ne!? + senden hoşlanıyorum. - ne zamandan beri? + bilmiyorum. - nasıl yani? + çok uzun zamandır. Bir süre ikimizde konuşmadık. Diyecek bir şeyler aradım ama bulamadım. Sonra o ayağa kalktı. “gidelim mi “ dedi. “cevap vermeyecek misin?” dedim. “düşünmek için biraz zaman ver “ dedi. Kalktım. Yürümeye başladık. Her zaman geçtiğimiz sokaklardı ama ben kaybolmuş gibi hissediyordum. Sanki o ana sıkışmışız gibi yol bitmek bilmedi bir türlü. Sonunda evlerinin önüne geldik. Hava kararmıştı sokak lambaları yanıyordu. O an filmlerdeki gibiydi işte. karşımda durdu gözlerimin içine baktı. Elimden tuttu. Kalbim o an durabilirdi, nefes almayı unutabilirdim, konuşmayı unutabilirdim. Hiçbiri olmadı; sustum ve o konuştu. “bak sen benim en iyi arkadaşımsın yani hep öyle oldun ve…” dedi orda kestim sözünü; “eğer ben seni arkadaş olarak görüyorum öyle kalalım sohbetine başlayacak hiçbir şey söyleme” dedim. işte o an kalbim kafamın içinde atmaya başladı diyebilirim. Bana sarıldı. Tepki veremedim ilk başta ama sonra “bu ne demek oluyor” dedim. “ bu şimdiye kadar neden söylemedin demek oluyor “ dedi. Sonra bıraktı, sabah görüşürüz deyip gitti. Orada dikildim, anlam veremdim. Belki çok şaşırmam gereken bir şey değildi hatta başkası olsa anlardı belki hislerin karşılıklı olduğunu. Ama ben ihtimali hep düşük görüyordum, karamsar bakıyordum. Evim yakındı ama uzun sürdü gidişim. Eğer gerçekten aşık olmuşsanız size de olmuştur. Mal mal gülümsemek, hayallere dalmak falan. Mutlu olduğum zamanlar olmuştu ama bu başkaydı.Ertesi sabah uyanmadım. Uyumamıştım çünkü hemen çıktım evden. Kapılarının önüne gidip beklemeye başladım. Kapıdan çıksa ne yapacağımı bilmiyordum. Sevgili olduk ama ne yapacağımı bilmiyordum. Yaklaşık yarım saat bekledim. Çok erken gelmiştim ama sorun değildi. Sonra kapı açıldı ve çıktı. Birinden hoşlanıyorsanız onu hep farklı görürsünüz. Ben onu her gördüğümde büyüleniyordum. Hislerimi hep içime attığım için fark etmiyordum. Ama şimdi açıkça söyleyebilirdim. Ama sadece ağzımdan “günaydın” çıktı. Gülümsedi “günaydınnn” dedi, ben bittim tükendim. Yürümeye başladık. Koluma girdi. Elini tuttum. Kalp atışlarım diğer bütün sesleri bastırdı. Kokusu ciğerlerimi doldursun diye neredeyse tüm havayı içime çekebilirdim. Sessizce yürümeye devam ettik. ikimizde salakça sırıtıyorduk. Okulda daha doğrusu sınıfta herkes normal karşıladı. Biliyorlardı geç bile kalmıştık onlara göre. Okulda klagib ergen liseliler ne yaparsa onu yaptık. Okuldan sonra sokaklarda dolandık boş boş. Bana deseler ki seni cennette göndereceğiz ama onunla hiç tanışmamış olacaksın. Kabul etmem. Eğer gerçekten seven varsa, aşık olan, kendinden geçen varsa anlar beni, benim anlatabileceğim pek bir şey yok aşk hakkında. Neyse, dönüp dolaşıp sokağımıza girdik ama öbür tarafından ilk benim evimin önünden geçecektik, yürümeye devam ettik. Rüzgarın hızlanması ya da hafiften başlayan yağmur umurumuzda değildi. Hala koluma girmişti, hala elini tutuyordum. Sonra durduk. Sokak lambası yanıp sönerken yüzüme bakıp gülümsedi. Onların evinin önüne gelmiştik. Bir şeyler söylemem için bana bakıyordu hissediyordum bunu. Ama odundum işte diyemedim bir şey. Anladı güldü yanağımdan öptü “ iyi akşamlar sevgilim” dedi. Çözüldüm; “ bu ana sıkışıp kalsak olmaz mı? Zaman dursa.. beni öptüğün anda takılsak, dudaklarını hep yanağımda hissetsem, kalbim hep deli gibi atsa, hep kokunu içime çeksem, hep saçların tenime değse, hep böyle kalsak olmaz mı?” dedim. Sadece sarıldı. “ beni hep sev” dedi ve gitti. Yine kaldım olduğum yerde. Aşk bambaşka bir şeydi. Bütün duyguların birleşimi bir şey. Kalbim sıkışmış vaziyette eve gittim. O akşam şiir yazmaya karar verdim. eğer değişmek istiyorsanız yoğun duygu içine girmelisiniz. nefrette insanı değiştirebilir, hüzün de, aşkta. beni aşk değiştirdi. hayatımda şiirle uğraşmadım ya da edebiyata ilgi duymamıştım. ama değiştirdi beni o ya da ona karşı hissettiklerim. ve değişimin etkisi hala devam ediyor. ve hayatımda bir tek özgeye aşık oldum. başkası olmadı hiç olduysa da o saflığı, o duyguları hissedemedim hiç. her duygu aynı değildi. kitap okumayan ben şiir yazmaya yelteniyordum. çok uğraştım bir kaç satır bir şeyler karaladım. sabah ona okutacaktım. artık onun için bir şeyler yapmak istiyordum. bu da çok değişik bir duygu, sahiplenme duygusu.. bir anda her şeyim oldu. ya da daha önceden de öyleydi de hislerimi bastırdığım için fark edemiyordum. sabahı beklemek için daldım uykuya. sabah kalkıp çıktım dışarı. hava soğuktu biraz. ilk defa okula giderken hayat doluydum. nedeni de karşı kaldırımda siyah beresinin altından çıkan altın saçlarıyla uyumlu ela gözleriyle bana bakan kız. olduğum yerde gülümsedim. sonra yavaş yavaş gittim yanına. “günaydın” dedim. “bırak şimdi günaydını üşüdüm çabuk gidelim” dedi. yürümeye başladık. iç güdüsel bir hareketle sarıldım ona. yanakları kızarınca “hiç üşüyor gibi görünmüyorsun” dedim gülerek. “ya sus yürü” dedi. çok mutluydum işte o sabah. lise 80 yıl sürsede o varken umurumda olmazdı. okula girdik ben kantine gidip çay aldım. bir insanı gerçekten sevince hiçbir hareketini kaçırmak istemiyorsunuz. çay içmesini bile saatlerce izleyebilirdim. bardağı tutuşu, çayı içerken dudaklarının aldığı şekil, parmakları, bana bakışı. çok şikayet etti bu durumdan ama vazgeçmediğimi görünce kendi halime bıraktı. arada dil falan çıkarıyordu gıcık olmam için ama ben gıcık değil aşık oluyordum.kasım ayını çok severim o da çok sever. kasımda aşk başkadır. benim için aynıydı. bir cumartesi günü kararlaştırdık. 13 kasım. hafta sonu. ikimizde birer termos çay aldık, birkaç simit, üçgen peynir. havada rüzgar yoktu ama soğuktu. kasımın ortası sabahın yedisi başladığımız parka, bizim bankımıza gittik. masa falan da eklenmişti. poşetleri masaya koyduk o oturdu bende karşısına geçtim. “ karşıma değil yanıma otur” dedi. “ neden hayatım” dedim. “e beni izliyorsun sen bir şey yemiyorsun, gel yanıma” dedi. karşı çıkabilir miyim sanki. geçtim yanıma saçları biraz daha uzamıştı. beresinin altından omuzlarına düşüyordu. ben onu izlerken o zorla bir kaç lokma sıkıştırıyordu ağzıma. o an aklıma milyonlarca şey geldi, yazdığım şiirler cebimdeydi ama çıkarmadım hiçbirini “ seni seviyorum"dan daha anlamlı bir şey gelmedi aklıma. neden sürekli zamanın durmasını istiyordum ki. hiçbir sorun yokken bile onu kaybedeceğimden korkuyordum çünkü.“hiç bırakma” dedim. “simidi mi?” dedi. güldük. “anladın kastettiğim şeyi” dedim. “biliyorum sevgilim, ve kolay kolay benden kurtulamazsın” dedi. simit, peynir, çay bitti. birbirimize kaldık. parkın bir manzarası yoktu, benim tek manzaram vardı. ben sustum, o başını omzuma koydu. ben susmayı tercih ettim o konuşmayı, ömrümün sonuna kadar dinlerdim onu. “lise 1deki halimi hatırlıyor musun? peki neden değiştiğimi biliyor musun? senin için. senin için değiştim, seninle olmak istedim. aynı kalırsam onlar gibi olacağını düşündüm değiştim. yapabileceğim şey buydu senin için, bende yaptım. bırakma beni olur mu?” dedi. cevap olarak açıkta kalan alnını öptüm. sonra cebimdeki kağıtları çıkardım. “onlar ne” dedi. 4 numaralı kağıdı verdim “eve gittiğinde oku ama şimdi okuma” dedim. kaç saat kaldık orada bilmiyorum. bildiğim şey sevdiğin biri yanındaysa sessizlik en güzel müzik olabilir. biz sessizliği dinledik, birbirimizi dinledik.uzun bir şekilde devam ettik böyle. sonra doğum günü geldi. 9 ocak. baba mesleği esnaflık. pastane işletiyoruz. içli dışlıyım bu konularla. peki o biliyor mu? hayır. hayatımda ilk defa kendim dışında biri için bir şeyler hazırladım. pasta yaptım. çikolatalı frambuazlı. aile üç günlüğüne yok evde. bizde kutlayalım mı dedim kabul etti. ilk defa böyle bir şeye kalkıştım pasta yaptım, film, müzik ayarladım. alkol arada sırada alırdım ama o hiç almazdı o yüzden gerek duymadım alkole. hayatta gömlek giymeyi sevmem. bunu bilmediği için bana doğum günümde gömlek almıştı sevgili olmadan önce. onu giydim. saçlarım hep kısaydı o öyle seviyordu. akşam saat 6da kapı çaldı. kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki ayak seslerimi duymuyordum. her şeyin güzel gitmesini istiyordum. ilk defa bir şeyler umurumdaydı. normalde çok vurdumduymaz biriydim. gittim beklemeden açtım kapıyı. karşımda olan şey melekti. cennetten düşmüş bir melek değil, cenneti peşinden sürüklemiş bir melek. diz seviyesine gelen beyaz bir elbise giymiş, saçları açık omzuna dökülmüş, üstünde siyah bir hırka, yanakları kızarmış, bana doğru geliyor ve yanağımdan öpüyor. içeri geçti. oturduk biraz. sonra gözlerini kapatmasını istedim. pastayı getirdim. ilk defa yaptığım bir şey için birinin gözlerinin içi gülüyordu. sarıldı. tabi ortam müziksiz olmazdı. çok iyi hatırlıyorum; normalde benim dansa kaldırmam lazımdı ama o dans edelim dedi. ellerimi beline koydum, başımı omzuna koydu. belki de şarkı sonuna kadar birbirimize “seni seviyorum” dedik. o akşamı hayatımdaki hiç bir şeye değişmem. gece boyu oturduk. konuştuk, gülüştük.. sonunda gitmesi gerekti kalamazdı. onunla beraber bende çıktım evden. kapılarının önüne geldik. aslında filmlerdeki gibi bir hava beklerdim, yağmurlu falan. hava olabildiğince açık, patlak olan sokak lambası yerine ay ışığı egemen. tekrar sarıldı. “seni seviyorum, çok güzel bir hediyeydi” dedi. “daha hediyemi vermedim ki” dedim. yüzüme baktı şaşkın bir biçimde. gömleğin cebinden kolyeyi çıkardım. ellerimi omzunun üstünden geçirip taktım boynuna, ucunda melek kanadı olan gümüş bir kolye, kanatların arka yüzünde adı yazılıydı. ya mutluluktan parlıyordu ya da gözü dolmuştu. bir şey demedi. bende demedim. alnından öptüm. iyi geceler deyip içeri girdi, evime döndüm. Her şey güzeldi. Mutluyduk, aşıktık. Beraber vakit geçiriyorduk saatlerce. Bir gün kötü bir haber vermesi gerekti. Babasının çalıştığı yerin lojmanlarına taşınacaklarını söyledi. santral lojmanı. O da bulunduğumuz ilçeye bir saat uzaklıkta. Deniz kenarında bir yerde. Ören’i bilen varsa işte. Artık gün içinde sürekli vakit geçirme yoktu. sorun muydu? Değildi. Her neyse taşındılar oraya. Okul çıkışlarında en fazla 2-3 saat beraber takılıyorduk, sabah durakta bekliyor gideceği zaman durağa bırakıyordum. Güzel gidiyordu yine her şey.Bir gün ailem yine şehir dışına çıktı. Şubat ayındayız. Dışarıda soğukta dolaşmak yerine eve gidip sıcakta kahvelerimizi içip oturuyoruz. Bir gün eve erken gitmesi gerekti. Okuldan çıktıktan sonra direkt durağa koştuk. Bende birkaç yere uğrayıp eve gittim. Kapı önünde bir kız vardı. o diye heyecanlandım ama çanta falan vardı. sonra gördüm zaten halamın kızı sena. Napıyorsun falan konuştuk. içeri geldi tabi. Adanaya gidecekmiş öncesinde gelip hem birkaç gün kalıp hem bizimkileri görecekmiş. Bizimkiler yok iki üç gün dedim. “Hadi ya bilet almıştım bende şimdi nasıl olacak” dedi. “Kalabilirsin istersen içerde iki tane boş oda var.” dedim ki zaten demesem bile kalacaktı. Özge kesin kıskanırdı. Sena benden iki yaş büyük güzel bir kız. O yüzden bilmesini istemiyordum. Ertesi gün sena da erken kalktı eski arkadaşlarıyla buluşacak. Beraber çıktık evden, durağın oradan ayrıldık. Tam o gitti sevdiğimin servisi geldi. iner inmez ben günaydın dedim. O “ o kız kim?” dedi. “Halamın kızı tanıştırayım istersen” dedim. “Tamam gerek yok” dedi. Kıskandı lan. Çok sevindim, havalara girdim gülüyorum falan. Bana baktı “çok salaksın” dedi. Bende “çok güzelsin” dedim. O kızgın ben mutlu girdik okula. Derste konuşmadı yüzüme bakmadı, teneffüste çıktı hemen durmadı. Gitmedim arkasından. Defterine “ bir melek buldum, beni cennetine aldı, şimdi başka bir şeyler aradığımı sanıyor. Sor bakalım kendine sensiz cennetim bir işe yarar mı diye.” Yazdım. iyi hatırlıyorum bu notu. Anlık yazdığım ilk dizeydi diyebilirim. içeri girdi yüzüme bakmadan oturdu yine yanıma. Açtı defteri. ilk önce yazıyı okudu. Sonra biraz gülümsedi. Sonra kulağıma; “kalbim bu kadar hızlı atarsa kalp krizi geçirebilirim. Görürsün o zaman sen cenneti” dedi. Bende “tamam o zaman bundan sonra güzel söz, iltifat, şiir yok.” Dedim. “ öküz” dedi. Yine iyiydik. Devam ettik. Çıkışta yine direkt gitti eve. Akşam konuşuruz dedi. O akşamı iyi hatırlıyorum. 12 şubat gecesi. Telefonla konuşuyoruz. Ben odamda sena içerde kendi halinde takılıyor. “ annemler yok iki gün. Bak selçukta bizim sitede gel onlarda kalırsın. Akşamları da beraber takılmış oluruz sahile falan gideriz “ dedi. Sena var gidemem ki . Ama o senanın bizde kaldığını bilmiyor. Sadece birbirimize görüşürüz derken görüp öyle davrandıysa bizde kaldığını bilse neler olur acaba. Belki çok büyük bir şey değildi sabah yaptığı ama sevdiğiniz birinin tek bir hareketi canınızı feci yakabilirim. Ben mutlu olmuştum beni kıskanmasına. Her neyse biz konuşurken sena bana seslendi. Dondum kaldım. Senaya dedim ki ben telefonla konuşuyorum bir şey olursa kapıya tıklat bakarım. Ama içerden haykırıyor ismimi resmen. Ben dondum özge dondu. Sonra sinirli bir şekilde ”o kim” dedi. “kim kim” dedim. “ ya saçmalama kim o söyle. “ dedi. “halamın kızı sena” dedim. “ya bir tek sabah gördüm, ilk defa adını orada duydum bir şey demedim. Ailen yok ama kız sende mi kalıyor?” dedi. “ ya hayatım bizimkilerin evde olmadığını bilmiyordu adanaya gitmeden uğramış bizimkileri görmek için gelmiş biletini de iki gün sonraya almış. O yüzde…” lafım yarım kaldı tabi. Sena ben cevap vermeyince odama gelip “ canım çağırıyorum neden cevap vermiyorsun” dedi. Telefon suratıma kapandı. Tekrar Aradığımda operatör bana “aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor” diyor ben sena ya canını gibim diyorum. “ ne küfür ediyorsun be” diyor bi de. “ yav bi sus ! Sana dedim ki telefonla konuşuyorum seslenme bağırma dedim senin yaptığın ne ” diye bağırdım. Zaten o an ne yapacağımı bilmiyordum. Bi an senaya tekme tokat dalmak geldi içimden. “ ne bilim unuttum.” Dedi. Arıyorum telefon kapalı, ordaki evin telefonunu da bilmiyorum. Ne yapacam diye düşünürken aklıma Selçuk geldi. Aradım. “ Selçuk benim sizin siteye gitmem lazım, nerdesin” dedim. “pubtayız da noluyor lan” dedi. “ ya boşver anlatırım nasıl gidecem sizin siteye?” bir saat sonra personel servisi var onla gidecem ben beraber gideriz” dedi. “ tamam oraya geliyorum” deyip kapattım telefonu. Sena kapı önünde bana bakıyor. “görüşürüz” deyip çıktım. Yanıma hiçbir şey almadım. Zaten eşofman t shirt hırka var üstümde, yürüyerek Selçukların olduğu pub’a geldim. Yanına gittim direkt. “ noldu oğlum anlat” dedi. Anlattım olan biteni. “ eve kız atmadın değil mi lan” dedi. Küfür edince sustu. “hadi gidelim gelir servis birazdan” dedi. Çıktık durağa kadar yürüdük. Çok beklemeden servis geldi. Bindik çıktık yola. Koca otobüs, yollar virajlı ve karanlık yavaş yavaş gidiyor servis. Yoldayken de aradım ama kapalı hala telefon. Siteye vardık girişte indik zaten. Gecenin üçü. “evleri nerde” dedim. Sıra sıra evleri geçtik. iki katlı evler 4 daire, apartman gibi değil müstakil evleri birleştirmişler gibi. “şurası işte, alt kat” dedi. 4 daireden ışık yanan tek yer. Koştum kapıya kadar, apartman girişi değil zaten ufak bir veranda var. Durdum kapının önünde, nefes alışımı, kalp atışlarımı kontrol etmeye çalıştım başaramadım. Çaldım kapıyı. Kapıyı açtı sanki arkasında ışık huzmesi vardı. saçlar açık, üzerinde polar eşofman, bluz, hırka üçlüsünü tamamlayan donuk bir bakış, ama şaşkın çünkü beklemiyordu beni. Ağzını açtı ilk önce diyemedi bir şey. “Ne arıyorsun burada” dedi. “ seni.” Dedim. “ yüzünü bile görmek istemiyorum.” Dedi bu sefer. “ ya açıklamama biri izin versen her şeyi anlata…” sözümü kesip “defol” diye haykırdı. Sonra kapıyı suratıma çarptı. Sen bilirsin dedim. Olduğum yerde dönüp etrafa baktım; karanlık, ağaçlar, uzaklardan gelen dalga sesi. Oturdum kapının yanına yere. Gecenin kaçı olduğu, havanın ne kadar soğuk olduğu ya da burada ölmek beni ilgilendirmiyordu. Bekleyecektim. Ya ailesi gelene kadar evden çıkmayacaktı, ailesi geldiğinde babası benimle ilgilenecekti ya da dışarı çıkıp benimle konuşacaktı. Ne olursa olsun bekleyecektim. Saat ilerledikçe soğuk arttı, karanlık arttı. Üşüdüğümü ilk o zaman fark ettim. Devam ettim oturmaya, bir yandan üşüyor bir yandan uyumamaya çalışıyordum. Sonuç güneş doğmasına yakın uyudum. Her yerim tutulmuş, titriyorum büyük ihtimal. Üşüyorum bunu hissediyorum, kemiklerime kadar soğuğu hissediyorum, donmuşum, kışın deniz kenarı bir yerde dışarıda uyumak. işte aşkın mantığı bu. Her yerim soğuk ama yüzümde bir sıcaklık var. Yanağımdan alnıma doğru. Sonra öbür yanağımda hissediyorum sıcaklığı. Sanki biri yüzüme sıcak bir şey bastırıp ısıtmaya çalışıyor beni, sanki biri kalbime dokunmaya çalışıyor. Sonra sesini duyuyorum; uykulu, korkmuş, kızmış bir ses. “ ya kalksana” diyor. Gözümü açmak istiyorum ama kirpiklerim birbirine yapışmış. Zorla açıyorum gözlerimi bulanık görüyorum ama tanıyorum bu yüzü. “kalk hadi içeri geç.” Deyip kaldırdı kollarımdan beri. Anneler derler ya kalk yerine yat diye, sevgi ve şiddet karışımı bir sesle. Bunu sevgilinizin dediğini düşünün. ister istemez gülümsedim. “geri zekalı aptal bir de gülüyor musun” diyor ama oda sırıtıyor hafiften. içeri girdim onun yardımıyla. Direkt kaloriferin yanına oturttu beni. Bekle burada deyip içeri gitti. Tekrar kapattım gözlerimi. Tekrar açtığımda o gelmiş üstüme battaniye örtmüş sıcak su torbası koymuş. Ben yerde cenin pozisyonunda yatıyorum o başımda bir minder üstünde oturmış bekliyor. “ aptalsın, malsın, geri zekalısın, beyinsizsin, öküzsün, embesilsin” dedi. “hayır aşığım” dedim. “ bak gerçekten sandığın gibi değil sena bi..” “ biliyorum sena seni aradı açtım anlattı durumu. Ben özür dilerim” dedi. Bir şey diyemedim. Toparlandım oturdum. Şimdi tam karşımdaydı. Bağdaş kurmuş, saçları omuzlarından dökülmüş, ela gözlerini bana dikmiş beni izliyor. Sonra sehpayı gösterip “ye bunları” dedi. Çay ve bisküvi var. “bunlar ne?” dedim. Ayağa kalkıp kusura bakma beyefendi bugünlük bu kadar hamaratım.” Dedi ellerini beline koyarak. Olsun dedim. Kalkıp oturdum koltuğa yanıma oturdu. Bu sefer ben onun ağzına zorla bisküvi tıkıştırdım aynı bardaktan çay içtik. Yine mutluyduk. O kadar mutluydum ki başımı dizine koyup uyumuşum. Saçlarını yüzümde gezdirmese uyanmazdım aslında. “ bir daha bunu yapma olur mu? Ben sana kızarım ama vazgeçmem senden, git derim ama ciddi söylemem. Sen benim en değerlimsin. Kızdıysam biraz zaman ver bana düzelir zaten her şey.” Dedi. Bir kız size bunu diyorsa ve o bunu derken siz onun dizine başınızı koyma ayrıcalığına sahipseniz bir şey demeyin. Susun. Ben öyle yaptım. Sustum ve sadece tuttuğum elinin avuç içini öptüm. Uyandığımda elimdeydi hala eli. Başımı dizine koyup uyumuşum, o da oturduğu yerde uyumuş. Yavaşça kalktım. Yüzüne düşen saçını elimle itip alnından öptüm. Sürekli söylüyorum ama aşk gerçekten bambaşka bir şey. 6 aydır sevgiliyiz ama hala alnından öperken kalbim sıkışıyor. Öylece oturdum onu izledim, geleceği düşündüm. Gerçekten bir geleceğimiz olacak mıydı? Olmalıydı. Onsuz ne yaparım bilmiyordum. Bunları düşünürken yavaş yavaş açtı gözlerini. Uyku mahmuru ela gözleriyle şaşkınca baktı bana. Gülerek “günaydın sevgilim” dedi. “günaydın sevdiğim” dedi. Sevdiğim.. birine sevgilim demek ayrı sevdiğim demek ayrı. Sevdiğim daha derindi, gözleri gibi, sesi gibi. “sahile inelim hadi “ dedi. Olur dedim. O içeri gitti bende Selçuklara gittim üstümü değiştirmek için. Selçuk’un kıyafetlerinden çarptım iki parça, sevdiğimin yanına döndüm. Kapının önünde bekliyordu. indik beraber sahile. Sahilde kumdan eser yoktu. Ege sahilleri genelde taşlıktır, plajlar hariç. Site lokantasında yemek yedik. Zaten saat 4e geliyordu, sahilde oturduk, güldük, konuştuk. iki aşığın ne yaptığı önemli değildir, yan yana olmaları, birbirlerine dokunabilmeleri, seslerini duyabilmeleri yeterlidir. Öyleydik bizde, aşkın boş vermişliğinde sahildeki banka oturup denizi izliyorduk güneş ardımızda batarken. “bana şiir oku” dedi. “ şiir mi? Düşünmem lazım.” Dedim. “ ya odunluk yapma işte oku, bir kerecik istedim kıracak mısın beni?” dedi. Bunu söylerken yüzüme bakmasına bile gerek yoktu ki. Cevaben bildiğim tek şiirin son bölümünü okudum; “Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor Seni aldım bu sunturlu yere getirdim Sayısız penceren vardı bir bir kapattım Bana dönesin diye bir bir kapattım Şimdi otobüs gelir biner gideriz Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat Durma kendini hatırlat Durma göğe bakalım” “Turgut uyarla beni kandırabileceğini mi sanıyorsun kendi yazdıklarından oku” dedi. “ sen yanımdayken başka şiire ihtiyaç duymam ben, hayatımın dizelerisin sen” dedim. Biraz durup “çok pisliksin, her gün beni kendine aşık etmekten utanmıyor musun?” dedi. “ yoo senden intikamımı alıyorum işte” dedim. Omzuma vurup “ ciddençok pisliksin” dedi gülerek. Gülüşünü çok seviyorum. Biraz daha oturup sohbet ettik orada. Sonra kalktık eve gittik. Tost yaptık beraber. Yedikten sonra çıkıp biraz daha yürüdük site etrafında. 13 şubatı 14 şubata bağlayan gecedeydik. Akşam onlarda kalmamı istedi. Kabul ettim. Selçuk’a uğrayıp kıyafetlerimi aldım onlara gittik. Gece yarısına kadar konuştuk, bizden gelecekten vs. sonra sana bir sürprizim var dedi, içerden pikap getirdi. Babasınınmış. Pikap dediğim plak çalar, gramofonun teknolojiği. Ayten alpman, zeki müren, neşe karaböcek, nil Burak, çok şarkı dinledik o gece. Kanepeyi açıp ışıkları kapatıp eskiden kalma gaz lambasını açtık. Babası eski tip bir insan. Romantik bir ortam oldu. Battaniyenin altında oturup birbirimizi izlerken çözüldü dilim. “ aklımdan hep sen geçiyorsun, yanında olduğumda bile. Sanki seni görmesem, sesini duymasam dünyam hep karanlık olacak. Senden sonra ne zaman kitap okusam, film izlesem ya da müzik dinlesem senden bir parça arıyorum. Şiire düştüm, senden öğrendiğim aşkı sana yazmaya çalışıyorum. Tüm dünyamın anldıbını adına sığdırmaya çalışıyorum. Ne yaptın bana böyle? Aşka bu kadar düşmemem lazımdı, sana bu kadar bağlanmak değil de seni bir gün kaybetme ihtimalimin olması korkutuyor beni. Seni üzme ihtimalim korkutuyor.” Elimi yanığına koydum sıcaklığı hissettim kalbim delirdi yine. “hayatımın sonuna kadar birbirimizin olalım, bırakmak istemem seni hiçbir zaman” dedim. Kafa salladı sadece. Yüzüme bakmıyordu. Ateş yüzümü yakıyordu. içimden gelen ateş… ellerim titriyordu, kalbim göğüs kafesime çarpıyordu. Yüzümü yüzüne eğdim. Dudaklarına yaklaşırken gözlerini kapattı, bende kapattım. Yaklaştım ve değdi dudaklarım dudaklarına. Islaktı, tuzluydu, öptüğüm göz yaşıydı, ağlıyordu. Korktum, yanlış bir şey yaptığımı sandım. “ağlıyor musun” dedim. Gülümsemeye çalışıp doğruldu yerinde sus dedi sarıldı bana. Sonra sıcaklığı tekrar dudaklarımda hissettim. Ruhumu dudaklarımdan çekip alıyordu.hayatımdaki unutamadığım tek geceydi belki de. o ruh hali içinde sizi ağlayarak öpen bir kız var. ne nefes alışımı kontrol edebildim, ne kalp atışımı, ne düşüncelerimi ne de kendimi. zamana bıraktık her şeyi, o ana bıraktık, birbirimizin olup tenimizi birbirine karıştırdık. sevişmek güzeldir evet ama aşkla sevişmek o başka bir his, başka bir heyecan işte. ondan önce uyandım. çıplak omzunu öptüm. saçını okşadım, tekrar tekrar aşık oldum. bir kağıda “ uyan ki günüm aysın sevdiğim” yazıp avucuna sıkıştırdım kağıdı, sessizce içeri gidip elimden gelenin en iyisini yapıp tost yaptım, çay demledim. “niye aşık olduğumu anladım” dedi arkamdan. arkanızı dönüp birden güneşle karşılaştığınızı düşünün. sabah serinliği, sıcak bir gülüş, gülen gözler ve meleğiniz. o an orada ölsem üzülmezdim. kahvaltıya sevgilinizin dudaklarıyla başlamak nasıl tarif edilebilir? sanki hayata yeni başlıyor gibiydim. sanki ilk defa dünyaya tüm duygulardan arınmış gibi bakıyordum. aşk nedir derler ya aşk budur işte, dünyayı bambaşka görmek, sanki cenneti dünya da keşfetmiş gibi. ben cenneti keşfetmiştim ve hiçbir şey umurumda değildi benim.beraber kahvaltı yaptık. sonra ilçeye döndük servisle. sanki başka bir yere gelmiş gibiydim şimdi. saha iki gün önce buradaydım ama şimdi bambaşka geliyordu. akşam olacak, o gidecek, ilçe onsuz olacak, ben boğulacaktım. bu kadar sevmek kalbe zararlı. gün boyu saçma saçma fotoğraf çekildik. dolaştık, oturduk, kahve içtik. herkese göre sevgilisi güzel güler. ama o bambaşkaydı benim için. sanki o gülünce dünyada ki tüm ışıklar dudaklarında toplanıyordu. onu gülerken izlemeyi seviyordum, dudaklarının aldığı şekli, gamzelerini, utanmasını. seviyordum. bizim parkımıza o banka gitmiştik yine. artık ne konuşacağımızı, neyden bahsedeceğimizi bilmiyordum. konuşulacak her şeyi konuşmuştuk; çocukluğumuz, hayallerimiz, ailemizi hatta bazen tarihten falan da konuşurduk. hep konuşurduk. şimdi hep dinliyoruz bir şey söylemesek bile. günler devam etti böyle. aynı mutluluklar, arada ufak tartışmalar. her şey güzeldi yine. yine mutluyduk. geçte olsa ders çalışmaya başlamıştık beraber o bana ben ona yardımcı oluyordum. birbirimizle alay ediyorduk bazen. hatta üniversite sınavından sonra beraber tatile gitmeye karar verdik. yer önemli değildi zaten onu sonra kararlaştıracaktık. çoğu kişi sevgili olduğumuzu bilmiyordu. hatta bir gün biri bir yerlere gitmeyi teklif etmişti ona. sevdiğiniz birine başka birinden böyle bir teklif gelse ne yaparsınız? kan beynime sıçradı, sinirlendim, içimden yükselen hiddet duygusuna kapıldım. aslında sakin biriyimdir o da derdi sakinliğini seviyorum diye. o zaman sakin olamadım. aslında ben haklıydım. sevgilim var dediği halde aynı yavşaklıkla davranışlarına devam eden biri kaşınıyordur. ne yaptım? buldum çocuğu. Sevdiğimin ricası gittim konuştum sadece. Tamam birader kusura bakma falan dedi. Sorunu hallettik konuşarak. Gel gör ki üç gün geçmeden tekrar başladı. Bu sefer söz hakkı bırakmadan gittim çocuğun yanına. Kaslı falan değilim ama iriyimdir. “derdin ne birader” dedim. Baktı bana güldü “ bi gibtir git başımdan” dedi. Çabuk sinirlenen bir insanımdır. Aşırı reaksiyon gösteririm. Birkaç kez pgiboloğa gitmiştim hatta stres bozukluğu teşhisi konuldu biraz anti depresan kullanmıştım. Bu durumda o sinir açığa çıktı. Yakasından tutup yere indirdim suratına yumruk indirmeye başladım. 3. yumruğumda biri omzumdan çekti, kenara fırlattı. iki tane çakıp attı beni kafeden. Abisi olduğunu sonradan öğrendim. Adamın mekanında kardeşine daldım, tam benzetemeden bıraktı beni. Eğer stres bozukluğu olan bir tanıdığınız varsa sorabilirsiniz sinir krizine girerse gözü bir şeyi görmez. Benimde görmedi o an ve daha sonra olanlarda. 3 kez tek yakaladım çocuğu. Birinde kaçtı, birinde adam gibi konuşmak istedim, suratıma tükürdü kaçtı. Abisinin kafesine gittim. Adam beni görünce “yine mi sen lan” diye üstüme yürüdü. Bi dur dinle deyip olayı anlattım. Kardeşinin sevgilime yavşamasını, benim gelip konuşmamı, üç gün sonra kardeşinin devam etmesini, ilk kavgadan sonra yine karşılaştığımı ilkinde kaçıp ikincisinde yüzüme tükürdüğünü anlattım adama. “ gibtirip gidip napıyorsanız yapın ona da bunu söyle” dedi. Çocuğu üçüncü kez yakaladığımda abisinin dediklerini söyledim. Kavgaya başlamadan tamam bir daha aramam mesaj falan atmam dedi. Bıraktım. Bu olaylardan sonra aramız bozuldu biraz. 4-5 gün soğuk davrandı bana. Şiirler, çikolatalar, sürprizler, çok az işe yarıyordu. Ne yaptım ettim ama düzelttim aramızı. Özür diledim her şeyi yaptım. Biliyordum kızgın değildi aslında sadece süründürmek istiyordu. Bir ara kağıda “ sen olmazsan hiçbir şey eskisi gibi olmaz, yalnızlık bile” yazdım. Bulabileceği bir yere koydum. Beni affettiğini habersiz bir anımda yanağımdan öpünce anladım. Cennet güzeldir ama melek olmadan olmaz. O kavga ettiğim çocuk özgür, şu an beraber iş yaptığım biri. Hayat garip. Bazılarının gideceğine inanmazsın bazılarını bir daha göreceğine inanmazsın. Ama hayat bu senin elinde değil hiçbir şey. Tabi o zaman düşünmedim bunları her şey güzel gidiyordu çünkü.Güzel anılardan biride mart ayının sonlarına doğru oldu. doğum günümde… Evden çıkıp durağa gidecektim yine ama evden çıktığımda meleğim gelmişti bile. Erken kalkıp o beni karşılamıştı bu sefer. Günaydın deyip öptü dudaklarımdan. Okula gitmeyelim bugün dedi. Beraber kahvaltı yaptık. Sonra onların site servisine inip gittik. 1 saatlik yolculuk o kadar kısa gelmişti ki. Sahile gittik yine. Ama başka bir yere. Onların sitelerinin girişinde indik. Gelen dolmuşlardan birine binip yakınlardaki başka bir siteye giden yola girdik. Nereye gittiğimiz bilmiyordum aslından. Sürpriz deyip durdu zaten. Yolda bir marketin önünde indik. Bekle dedi kendi içeri girip bir piknik sepetiyle çıktı. Hadi gidelim dedi. Yürümeye başladık. Birkaç sokak geçince aşağı sahile doğru inen bir yol gösterdi, oradan devam ettik. Ama araba falan giremez, tepeden taş basamaklarla aşağıya doğru indiğinizi düşünün. Tek sıra halinde. Birkaç kez düşme tehlikesi atlattık ama indik sonunda. Etrafı tepelerle çevrili bir koy, böcek sesleri, hafifçe kıyıya vuran dalgaların sesi, ağaçların hışırtısı ve gözünün alabildiği kadar mavilik. Dalları önündeki duvarı aşıp kıyıda gölge yapmış tek bir ağaç vardı. zaten o koya sadece küçük bir tekne girebilirdi. O güzel ve özel bir yer. Örtü serildi, kek bisküvi tost içecek vs. konuldu, mart olmasına rağmen serindi hava. Sırtımızı duvara yasladık karşıya, denizi izlemeye başladık. “ mutlu yıllar sevgilim” dedi. Nasıl mutlu olmayabilirdim? Huzurluydum, mutluydum, umutluydum, aşıktım.. “ uzat bacaklarını” dedim. “ne?” dedi. “ doğum günü çocuğuyum ben dediklerimi yap hadi” dedim. Şaşırmıştı uzattı bacaklarını, bende başımı koyup uzandım. “ sana bir hediye aldım” dedi. Çantasından çıkardığı paketi, açtım; attila ilhan’ın kitabı. “ ve oku bana” dedi saçlarıyla burnumu kaşındırırken. Okudum; “Seni birden hatırlarım akşamlar içinde fevkalade tatlı bir sesin söylediği şöyle kolay dokunaklı aydınlık ve temiz gittikçe yakınlaşan bir melodi gibi kalbim artık ürperen bir mandoline benzer ne güzel şeydir seni hatırlamak saçların örülmüş örülmüş olsun ve beyaz ellerin geceye karşı çıplak porselen tabakta yıkanmış kayısılar yere düşmüş bir kitap bir şiir kitabı içinde hürriyetten bahseden mısralar insan bir düşünse ne çok şey bulabilir hatırlamak gülmek ve ağlamak için arzularımız nereye sürüklüyor bizi neredeydik hangi rüzgara karıştık ve şimdi ne tür manzaralar çekiyor karanlık içinde açılmış gözlerimizi saçların mutlaka örülmüş olmalı mektepli bir kıza benzemelisin aklında kimbilir kimden bir mısra gözlerin nur gibi parlasın saadetten” Hiç bitmesin dediğimiz anlar var ya hep o anları yakaladık biz beraber. Hep hatırlamak istediğim şeyler senden ibaret dedim ona. Elimde olsa, geçmişe dair her ayrıntıyı düzenleyebilecek gücüm olsa onunla geçirdim vakitler dışında her şeyi silerim. Bitmesini istemediğimiz bir an daha bitiyordu. Toplandık. Geldiğimiz yoldan döndük geriye. Ben servise binip ilçeye o kendi sitesine gitti. Olmuştur belki size de bir an için bile olsa yaşadığınız yer bomboş gelir. Öyle hissettim işte daha yola çıkar çıkmaz. Sonra eve döndüm. O gece devam ettik konuşmaya telefondan, internetten. Hayatımın en güzel doğum günüydü. Hatta gerçekten doğum günüm gibiydi. Günler öyle devam etti. Sonrasında daha çok sınav telaşı oldu. Ders çalıştık. Ve yazın yapacağımız tatili kararlaştırdık. Antalya da yazlıkları vardı. O gidecek 3 gün sonra ben gidecektim. Beraber kalacaktık. Orada olan arkadaşları var ailesine onlarla kalacağını söyleyecekti. Sonunda geçti zaman. Üniversite sınavını da atlattık, tatil için gün sayıyoruz. Hazırlıklar yapıldı ve o çıktı yola. 3 gün boyunca onu görmemek zor olacaktı. Sesini duyacaktım tabi telefonla falan ama 3 gün 3 asır gibi gelecekti bana. Antalya’ya ulaştığını haber verdikten sonra sadece 1 gün bekledim ertesi gün çıktım bende yola. Haberi yoktu, sürpriz yapacaktım. Alanya’daydı evleri. 6 saatlik bir yolculuk sonrasında Antalya’ya ulaştım. Sonra 2 saat falan Alanya sürmüştü. Verdiği adrese gittim. Kapıyı çaldım. Cevap yok. Arıyorum telefona bakmıyor. Herkesin aklına kötü şeyler bu durumda. Başka kimseyi de tanımıyorum. Arkadaşlarının numarası falan da yok, ailesini de arayamam. Yaklaşık 45 dakika bekledim orada. Sürekli arıyorum bakmıyor, evde değil. Evin etrafında dolaşıp arka kapı falan var mı gireyim diye batkım ama yok, kapalı kapı pencereler. Ben arkadayken ön taraftaki bahçe kapısı açıldı. Hemen koştum. Sinir ve rahatlama duygularını beraber hissettim. Sevgilim karşımdaydı, ellerinde bir sürü poşet. Beni görünce şaşırdı tabi. “ ne işin var burada” dedi sinirle ve şaşkınlıkla. Bende mal gibi zoraki bir gülümsemeyle “sürpriz” dedim. Poşetleri aldım, içeri girdik. “hani benden 3 gün sonra gelecektin” dedi. “ seni özledim, ne yapayım. Fena mı sürpriz yaptım işte” dedim. “ öyle de hayatım ev berbat sen gelmeden çekidüzen vermek için zamanım olsun istedim” dedi. Belinden sarıldım, öptüm alnından. “ beraber yaparız” dedim. Daha sonra keşke sonra gelseydim diye çok söylendim kendi kendime ama. Ev berbat durumdaydı. Süpürdük, sildik, toz aldık, temizledik, toparladık, düzenledik. Sanki evlenmişiz ve evimizi yerleştiriyoruz gibi hissettim. Yorucu ve güzel bir gün oldu yine. Beraber o kadar iş yaptıktan sonra market alışverişine çıktık. Dönüp eşyaları yerleştirdik. O akşam ben yemek yaptım. Yemek dediysem kızartma yani fazla bir şey değil. Yedikten sonra bahçede sallanan bahçe koltuklarından vardı. Ona oturduk. Başı omzumda eli elimde saçmaladık bir süre. Sonra yorgunluktan uyuyakalmışız orada. Gece uyandım. Etraf sessiz. Sevgilim iyice sokulmuş bana. Aslında orada uyumaya devam edebilirdik ama boynu ya da beli tutulur diye kıyamadım. Sessizce kalkıp içeri girdim. Kanepeyi açıp yatağımızı hazırladım. Sonra dışarı çıkıp uyandırmaya çalıştım onu ama nafile. Kucağıma alıp içeri taşıdım. Kanepeye yatırıp uzandım yanına. Uyurken onu izlemek lüksümdü, elime zor geçen bir fırsattı. Kaçırmadım bu fırsatı, izledim. Dudakları hafif aralık, saçları yüzüne düşmüş, göğsü hafifçe kalkıp inerken bir eli yastığın altında diğer eli elimde. Alnından öptüm, burnundan öptüm, yanağından öptüm, omzundan öptüm, elinden, dirseğinden baktığım her yerden öptüm. Yanına uzanıp onu izlerken uykuya daldım. sabah burnumun kaşıntısından uyandım. saçlarıyla burnumu kaşıyıp duruyor. ilk önce açmadım gözümü sonra birden omuzlarından tutup yapıştırdım kanepeye “sen görürsün şimdi” dedim. ilk önce karnını yanlarını ısırdım. çok huylanırdı biliyordum. yapma deyip kafama vuruyordu. “tamam” dedim bıraktım karnını tuttum ayaklarını, gıdıklamaya başladım. gülüyor yapma diyor ama bırakmadım devam ettim. çocukluk yapmak istiyordum o ana. ikimizde çocuklar gibi davranmak istiyorduk. sonra bıraktım. bu sefer o beni omuzlarımdan tutup kanepeye yapıştırmaya çalıştı ama başaramadı tabi. “peki o zaman” deyip ellerini boynuma dolayıp dudaklarıma yapıştı. bıraktım haliyle kendimi. aşık olduğunuz kız, size ait bir ortam, sabah ciksi. ne yapıyorsanız yapın aşk katınca daha güzel oluyor her şey. öyle oldu zaten. çocuklar gibi gülüp seviştik sonrasında. işte içene sıkışıp kalmak istediğim bir an daha. sabahın daha erken saati olduğu için tekrar sarılıp uyuduk. sırtını, ensesini, omuzunu öptüm tekrar tekrar. “uykumu kaçırma bir hafta daha buradayız nasılsa” dedi. kolumu başının altından geçirdim, diğerini karnının üstünden geçirip elini tuttum. uyuduk öyle. Öğlen uyanıp duş alıp hazırlanıp çıktık evden. Dolaştık, dolaştırdı beni. iyi biliyordu zaten çevreyi. ilk ve belki de son gelişimdi buraya. Etrafın güzelliği, sevgilimin güzelliği… Nasıl anlatılır bilmiyorum; içine huzur doldurulmuş cam bir fanusun içinde gibiydim. Arkadaşlarıyla tanıştırdı. 5-6 kişi vardı onlarla oturup sohbet ettik. Akşam beraber balık yemeye gittik. Güzel bir gün geçirip döndük eve. Evde televizyon yoktu. Laptopu getirmişti. Sevgilinizle beraberken sıkılmam derseniz sırayla birbirinizin dizine yatıp içinizden geleni söyleyin. O gece öyle yaptık. “ çok seviyorum. Saçlarını, gözlerini, parmaklarını, gülüşünü, utanınca başını sağa doğru eğmeni, seviyorum lan işte her halini” dedim sinirlenmiş gibi. Yanaklarımı sıkıp “ bıkmadan söylüyorsun ya ben bunu seviyorum işte” dedi. Ben kalktım o yattı dizime. Saçlarıyla oynamaya başladım, hayatımda yapmadığım bir şeydi. Sonra radyo açtık telefondan. Kulaklığın bir ucu bende diğeri ondaydı. Trt fm… Nostalji kuşağı ya da öyle bir şeydi. Çıkan şarkı med cezir levent yükselden. “Bu bizim şarkımız olsun” dedi. “bilmem olabilir” dedim. “ sormadım ki sana. Bizim şarkımız bu o kadar” dedi yanağıma hafifçe vurarak. “ ah be sevgilim, çok seviyorum seni. Çok mutluyum, huzurluyum ama korkuyorum. Biz böyle çok iyiyiz ama ilerisi. inan ilerde kötü olacağımızı bilsem şu evden çıkmazdım, seni de çıkarmazdım. Bir yolunu bulur sonsuza kadar yaşardım burada seninle. Bir günden biraz fazla görmedim seni kalktım geldim. Gidersen, ayrılırsak ben naparım? Sonsuza kadar burada kalalım de razıyım.” Dedim. “ sonsuza kadar burada kalmak istemiyorum. Buranda kalmak istiyorum” deyip elini kalbimin üstüne koydu. Bir daha aşık oldum. Bu sefer oturduğumuz yerde uyuyakalmadık. Beraber yaptık yatağımızı. Sarılıp, milyon kez birbirimizi öpüp uyduk beraberce. Sabah oldu uyandım. Sevgilim yok yanımda. Biraz heyecan biraz korku hissettim. Neyse ki “ uyandın mı uykucu” deyip arkamdan gelip yanağımdan öptü. “ yüzünü yıka dışarı gel sevgilin çok aç” dedi. Kalktım hemen gidip yüzümü yıkayıp dışarı çıktım. Arka bahçeye. O sallanan koltuğun önüne ufak bir sehpa koymuş kahvaltı hazırlamış. Yok böyle mutluluk. Beraberce yaptık kahvaltımızı. Tabi onun dudaklarıyla başladım kahvaltıya. Hiç dönesim yoktu kalalım böyle iş bulup çalışırdım. Evlenirdik falan ama hayat o kadar kolay değil maalesef. Bugün araba kiralayıp gezecektik. Arkadaşı kiralayıp bize verecekti arabayı. Kahvaltıdan sonra hazırlanıp çıktık Bol bol gezdik. Tarihi mekanları, doğal güzellikleri. Gece eve dönerken yorgunluktan uyuyakaldı yan koltukta. Bende aşırı yorulmuştum, uykumda vardı. ama ona bir şey olur diye gözümü bile kırpmadım. Eve varınca hemen yatağı hazırlayıp uyandırmadan yatağa kadar getirdim, yatırdım, sonra uzandım yanına. Uykulu bir sesle “ öpmeden uyuyamazsın” dedi. “bak sennn uyumuyordun da bilerek mi taşıttırdın kendini” dedi. “ ne sandın şapşal şımartman hoşuma gidiyor” dedi. Şakağından öptüm. Gitmesinden korkar gibi sarıldım. Uyuduk beraber bir gece daha. Sabah ben erken kalkmıştım. Bu sefer kahvaltıyı ben hazırlayacaktım. Zeytin, peynir, yumurta, domates, salatalık vs. ne varsa artık hazırladım tepsiye. Bu sefer ben onun burnunu kaşıyarak uyandırdım. “ hainsin oğlum sen” dedi. Kahvaltıyı görünce “hainsin aşkım sen”e döndü o cümle. Pek lüks değildi ama yatakta kahvaltı yaptık. o gün pek bir şey yapmadık. Ertesi günün planını yaptık. Denize gidecektik sabah altıda kalkıp. Dediğimiz gibi yapıp ertesi gün erkenden kalkıp gittik sahile. Sakin bir yer bulup girdik denize. Hatta biraz seviştik. Birkaç gün daha gezmeye devam ettik. Artık tatilin sonuna geliyorduk. Otobüs bileti aldık. Sevgiliyle yolculuk, bir hayal daha gerçekleşiyordu. 6 saatlik bir yolculuk. Sonrası yine ayrılık vakti… yine buluşacaktık ama yarın olmayacaktı. Onu görmeye doyamıyordum ama başka yolu da yoktu. Artı k her gün görüşemeyecektik arada sırada buluşacaktık. Onun dışında sürekli iletişim halindeydik, duraktan servise bindikten sonra bile hemen mesaj atıyordu. O kadar saat konuşacak ne buluyordunuz diyecekseniz, bilmiyorum. Fark etmiyordu zaten. Her konuyu konuşuyorduk. Siyasetten bile konuştuğumuz oluyordu. Zaten sohbeti çok güzeldi çok seviyordum bu huyunu. Hayatımda hiç boşluk bırakmayacak bir şekilde tamamlıyordu beni. Müzik, film, kitap zevkimiz uyuşuyordu. Bazı konularda tam zıt görüşe sahipti ama tartışmak bile güzeldi.Bir gece mutsuzluktan konuştuk uzun süre. Sonra uyuyalım dedikten 15 ya da 20 dakika sonra beni arayabilir misin diye mesaj attı. Bir şey oldu sandım aradım hemen “ bana şiir okur musun sesinle uyunmak istiyorum bu gece” dedi. Bir şey söylemeden masamdaki kitaplardan birini aldım, masa lambasını yakıp bana doğru çevirdim. “ bir sayı söyle bir tanem” dedim. Söyledi. Sayfa numarasını açtım, hangi sayıydı hatırlamıyorum ama şiiri hatırlıyorum. “geçelim bunu başka söyle” dedim. “neden geçiyoruz? Oku hadi” dedi. Yok dedim ama ısrar etti. Turgut uyar’Dan “SEVGiM ACIYOR” şiiri. O an fark ettim. Onu sevdiğimi anladıktan daha doğrusu kendime itiraf ettikten sonra korkmaya başladım. Hemen değil tabi zamanla fark ettim bu durumu neyden korkuyordum bilmiyordum aslında. Galiba gitmesinden ya da onu kaybetmekten korkuyordum. Anladım ki aslında sevgim acıyor, sevdikçe kalbim acıyordu. Çünkü sevdikçe kaybetmekten korkuyor insan. Ve kaybederse gerçekten bitiyor o an mutluluk, umut, huzur, hüzün, acı, her şey. O an biten bir şey yoktu ama sevgim acıyordu işte. Mutluluğa o kadar kaptırmıştım ki kendimi o gece kötü bir şey mi oluyor diye düşünmekten uyuyamamıştım. Size de olmuştur. Yatakta dönüp durursunuz, uyuyamazsınız. Kafanızda o kadar düşünce vardır ki neyi düşündüğünüzü bile bilemezsiniz. Her şey birbirine girmiş, her şey karmakarışıktır. Yaşanılan hemen hemen her şeyi gözden geçirir, düşünürsünüz. Utandığınız, korktuğunuz anılar hücum eder zihninize. Kalkıp odandan çıkıp karanlıkta biraz dolanır, mutfağa gidip su içip geri yatarsınız. Terlersiniz sıkılırsınız ama nafile uyuyamazsınız. Telefona bakar, pencereden dışarı bakar, yatağa girip yastığın diğer tarafını çevirirsiniz ama uyuyamazsınız. Ölüyor muyum diye düşünürsünüz. Aslında ölmüyorsunuzdur, sadece perde kalkmıştır. Her şey daha nettir. Her mutluluk sebepsiz ya da sonuçsuz değildir. Aynı şekilde yalnızlıkta öyle… bunlar kafanıza hücum etmeye devam ederken farkında olmadan uykuya dalarsınız yavaş yavaş. Ve uyurken yarın tekrar uyanabileyim diye dua edersiniz. En azından ben ettim. Çünkü onu bırakamazdım Sonraki günler biraz zordu benim için. Arada sırada görüşebiliyorduk. Genellikle telefonla ya da internetle iletişim kuruyorduk. 4 gün sonra görüşme imkânımız oldu. Sanki yıllardır görmemiş gibi heyecanlıydım. Durağa gidip beklemeye başladım. Sonunda geldi indi servisten sarıldım. Ama hemen bırakmadım. Aylardır görmediğiniz biriyle hasret giderirsiniz ya öyle sarıldım işte. “ ooo çok özlenmişim galiba “ dedi gülerek. “hiçbir fikrin yok” dedim bende. “eh işte biraz tahmin edebiliyorum.” Dedi. Cevaben öptüm yanağından. Beraber pastaneye gittik, konuştuk dolaştık tekrar kendime geldim diyebilirim. Akşamında ayrılmak zor oldu. Birkaç gün sonra yine görüşecektik ama zor geliyordu yine ayrı kalmak. Servise bindi döndü tekrar evine. Biraz durakta oturdum tek başıma. Sonra gerisin geri döndüm eve, o gece çok şiir yazdım. Ertesi gün telefonun sesine uyandım. Arayan oydu. Açtım telefonu. “günaydın uykucu, sevgili uyandırma servisinden arıyorum.” Dedi. Gel de âşık olma. “ sana da günaydın sevgilim” dedim. Biraz konuştuktan sonra çıkardı ağzında ki baklayı. “dayımlar geliyor hayatım, ailecek geliyorlar ve bizde kalacaklarmış.” Dedi. Anlamıştım da anlamazlıktan gelip “e yani?” dedim. “ yanisi onlar gidene kadar gelebileceğimi pek sanmıyorum. Bir de dayım biraz geri kafalıdır telefonla falan fazla uğraştığımı görürse kurcalamadan durmaz. Çok fazla görüşemeyeceğiz onlar gidene kadar.” Dedi. Sesinden isteksiz olduğu belliydi yani o da hoşnut değildi bu durumdan. Benim durum tahmin edileceği gibi sinirli. Ama yine de ona belli etmemeye çalışarak “olsun hayatım sorun değil.” dedim. “seviyorum seniiii” dedi. Sonra biraz daha konuşup kapattık telefonu. Akşama doğru mesaj atıp misafirlerinin geldiğini söyledi. Gece yatarken mesaj atacak o zaman biraz konuşacaktık. Gece mesaj attı. Yatağın içine girip mesajlaştık. Kuzenleri varmış bir kız bir erkek. Erkek bizle yaşıt kız birkaç yaş küçük. Ona çaktırmadım ama kıskandım biraz. Ne yapayım paylaşımcı değildim konu o olunca. E bu durumda plan yapmaya başladım. Sonra aklıma Selçuk geldi. Gidip Selçuklarda kalabilirdim eğer kabul ederlerse. Ertesi sabah Selçuk’u arayıp anlattım durumu. “ tabi kardeş gel kal, zaten bugün ordayım beraber döneriz akşam” dedi. Anlaştık. Kıskanmak ayrı güvensizlik ayrı… Ben güveniyordum sevgilime ama kıskanıyordum. Hem görüşmeme sorunu da ortan kalkardı arada sırada görüşebilirdik, tabi kızmazsa bana. Kızacağını biliyordum aslında ama yine de gidecektim. Akşam Selçuk ile buluşup çıktık yola. Haberi yoktu tabi sevgilimin. Evleri birbirine uzak değildi. O gece eğer dışarı çıkarlarsa - site içinde dolaşmaya falan - görme ihtimali olurdu beni. O yüzden siteye ulaştığımızda direkt eve gittik. Ertesi gün sabahtan denize gittik Selçukla beraber. Sonra sahilde otururken sevgilim “ denize gidiyoruz :/“ diye mesaj attı. Eh işte tam sırasıydı. Cevap vermedim. Bekledim. Biraz sonra ileride gördüm onu. Yanında kuzenleri. Geldiler kuzenleri daldı anında denize. Sevgilim oturdu kıyı da eline telefonu aldı birine mesaj attı. O biri de bendim. Bana geldi mesaj “ özledim ben seni” yazıyordu. “emin misin?” diye mesaj attım. “eminim tabi salak” diye cevap geldi. “keşke görüşebilsek” yazdı ardından. Cevap vermedim. Kalktım ona doğru yürümeye başladım. Beni görünce ağzı açık kaldı tabi. Kalkmadı oturduğu yerden. Yanına gidip “saatiniz kaç acaba?” dedim yılışık bir ifadeyle. “ sen çok pisliksin” dedi gülerek. “sana layık olmaya çalışıyorum sevgilim” dedim. Tam ayağa kalkıyordu arkamdan bir ses “ sorun mu var.” Dedi. Döndüm kuzeni kasıla kasıla gelmiş duruyor. Yakışıklıydı şimdi yalan yok. Ama bu samimiyet nerden geliyor ? 5 yıldır tanıyorum özgeyi ama ilk defa görüyorum bunu. Özge “sorun yok Ozan” dedi. “ tanışıyor musunuz?” dedi kuzeni. Sana ne diyecektim demedim tabi. Bilmiyorum ama ayar oldum çocuğa. Tam okuldan arkadaşıyım diyecektim ki özge “sevgilim olur kendisi” dedi. Ozanın yüz ifadesi müthişti ama eminim benimki de müthiştir. Bende şaşırdım çünkü. Dayısı öğrenmesin diye telefonla konuşmuyorduk ama dayısının oğluna söylüyordu. ilk şaşkınlığı ben attım üstümden “memnun oldum Ozan bende x” dedim. “Bende memnun oldum” deyip elimi sıktı, yüzü düşmüştü çaktım o an bir şey olduğunu. Sonra o gidip denize girdi. Özge’ye döndüm” Ne oldu şimdi buna” dedim.“ hiç sorma galiba benden hoşlanıyor. Zaten sevmezdim iyice gıcık aldım. Ama sen burada olduğuna göre sorun yok. “ deyip öptü beni yanağımdan. Beraber oturduk. Sonra kuzenleri de geldi, Selçuk da geldi beraber oturduk sohbet falan ettik. Sonra eve gittiler akşam buluşmak için sözleştik. Akşam yine çıktık dışarı. Ozan ters ters bana bakıyor. içimden keşke bir şey dese diye dua ediyorum. Sevgilim yanımda oturup başını omzuma koyuyor, Selçuk Cansu ile konuşuyor (diğer kuzeni) ortamdan memnun olmayan tek kişi Ozan. Hatta daha sonra Nazan diye bir kız geldi. Aynı sitede oturan bir kız, Selçuk da Özge de tanıyorlar. Oda geldi bize katıldı. Ozanla konuşmaya çalışıyor ama nafile. Gece saat 1 gibi çıktık ilk onların evinin önünden geçtik Nazan ayrıldı. Sonra sevgilimin evinin önünden geçerken onlarda ayrıldılar. iyi geceler dedik birbirimize, sonra dudağından öptüm sevgilimi. Kimselerde görmedi. Bizim dışımızda. Evlerine girerken Ozan muallakmsi bir şekilde güldü. Bir pislik yapacak bu diye geçirdim içimden. Yapsa direkt kavga çıkarırdım, öyle planlıyorum. Aynı durumda olsanız nefret ederdiniz çocuktan. Bende ediyordum işte. ilk defa kendimi bu kadar şiddet yanlısı hissediyordum. Ertesi gün onlar ailecek başka bir yere gittiler. Bizde selçukla takıldık bütün gün. Akşamında yine çıktık dışarı. Bu sefer ozan yoktu. Bir ara sevgilim bir şey konuşabilir miyiz dedi. Sessiz bir yere gittik. “n’oldu hayatım?” dedim. “ ozan ya ne olacak. Biz gidene kadar seninle görüşmemi istemiyormuş, 40 yılda bir geliyoruz onda da onlarla mı takılacaz diyor.” Ne yaparsınız bu durumda. Sinirlendiğimi anladı “sakin ol hayatım ya onun dediğini mi yapacam sanki. Babama derim sevgilin olduğunu dedi ama derse desin umurumda değil. “ dedi. Benim umurumdaydı ama zor durumda kalmasını istemiyordum sevdiğimin. Görüşmeyi kesmedim tabi ki görüşmeye devam ettik. “bir de uzun zamandır öpmüyorsun sen beni” dedi sanki sitem eder gibi. “aaa çok büyük eşeklik etmişim ben” dedim. Güldü öptüm yanağından, alnından, burnundan. Çok âşıktım çok. Tekrar yanlarına döndük Selçukların. Sonra zaten evlerimize dağıldık. Sabah yine denize gidecektik. Bende o ara Ozan ile konuşmaya karar verdim. Ertesi sabah gittik sahile. Geldiler. Beni görünce yüzü düştü yine Ozan’ın. Selamlaşma merasiminden sonra Ozan’a bi konuşalım dedim. Tavırları o kadar artist ki konuşmak yerine direkt giresim geldi. Ters bir hareket yapsa dalmayı planlıyorum. “ ne var?” dedi ağzını yamultarak. Zaten ayar olmuştum iyice sinir oldum “ derdin ne lan senin, tanıştığımızdan beri bir tavırlar, artistlikler. Dünde görüşmeyin falan demişsin. Derdin ne yüzüme karşı söylesene” dedim. Elleri cebinde suratıma bakıyor. “derdim falan yok, öyle istedim öyle dedim napacaksın” dedi. Eğer tek bir yumruk atamadan bu çocuk giderse intihar ederdim. “ ağzımı bozmak istemiyorum da, sen ne gibime karışıyorsun ki bize? Sana noluyor?” dedim. Yav işte kuzenimi görmüyorum falan derken bir adım attım burun buruna geldik. “ bak. Özgenin kuzenisin bir şey diyemiyorum. Ben…” derken lafımı kesip “ desen ne olacak lan yavşak” dedi gülerek. Arkaya baktım sevgilimin sırtı bize dönük, Ozan’a baktım karşımda gülüyor. Dayanamadım. Yumruğu karnına geçirdim. O orada iki büklüm olurken sevgilimin yanına gittim. Kalırsam fazlası gelecekti. “nerdesiniz ya kaç dakikadır, Ozan nerde?” dedi. “karnına kramp girdi galiba” dedim arkaya bakarak sonra oturdum yanına. “yapmadın değil mi?” dedi sert bir ifadeyle. Olanları anlattım bende aynı şekilde ne bir ekgib ne bir fazla. “ ya hayatım dayıma dese işler karışacak. Zor durumda kalacağız ikimizde az sakin olsan nolurdu?” dedi. Ben daha bir şey demeden ozan karşımda belirip “kalk lan ayağa” dedi. “ Ozan uzatma” dedi özge ama nafile illa uzatacak, illa sınırlarımı zorlayacak. Kalktım ayağa. “bak Ozan sınırı..” yine lafımı tamamlayamadım . Suratıma yumruk attı. Sinirli olursam kolay sakinleşemem. Elim ayağım titrer. Sinirlenince hemen kavgaya sarılmam ama sınırım zorlanırsa bütün sinirim boşalana kadar duramam. Ya kavga ederim ya küfrederim. Sınırı geçmiş miydik? Bence evet. Acıdı tabi attığı yumruk ama çaktırmadım. Derin bir nefes alıp çullandım üstüne. iki kız çığlığı Selçuk’un “ bir durun lan!” nidaları arasında birbirimize vurmaya çalışıyoruz. Sonra o ana kadar duyduğum en kalın sesi duydum. “ noluyor lan burada!” diye biri bağırdı, istemsizce dönüp baktım. Ufak tefek bir adam… meğerse özge’nin dayısı çocuğun babası. Özge “ dayı Ozan baş..” derken dayısı aynı ses tonuyla “ sen sus onlar anlatsın” dedi bize bakarak. Kalktım ayağa Ozan yattığı yerden ötmeye başladı “ bu çocuk özgenin sevgilisi, her gün burada. Ben rahat durmasını söyleyince kavga ettik.” Bu neydi şimdi. Ne yaptım da rahat dur dedi bana? Zaten böyle deyince hepimiz birbirimize baktın şaşkın şaşkın. Adam bana baktı “ konuşsana oğlum dilini mi yuttun” dedi. Bende anlattım her şeyi. Otoriteye karşı çıkmak olmaz. Özgenin sevgilisi olduğumu, Selçuk’un evinde kaldığımı, hep birlikte takıldığımızı, Ozan’ın bana dediklerini falan anlattım. Selçuk rahat, Cansu rahat, özge dokunsan ağlayacak, ben stresliyim, Ozan’ın .!. Adam sen gelsene dedi bana gittim. Kolumdan çekiştirerek zütürmeye çalıştı beni. Karşı gelsem zütüremezdi de bıraktım kendimi ilerledik biraz. Güzelce fırça çekti bana. Bu yaşta ne sevgilisi, yaşınız kaç başınız kaç, ne biliyorsunuz da böyle şeylere kalkışıyorsunuz. Sen kimsin benim oğluma vuruyorsun. Öldürürüm seni keserim seni vs. saydı bayağı. Özge dayım geri kafalıdır dediğinde ne kadar olabilir ki demiştim. Bayağı olabiliyormuş. Benle işini bitirince hepsini alıp eve gitti. En istemediğim şey olmuş sevdiğim zor duruma girmişti. Kendimi en berbat hissettiğim andı. Birkaç mesaj attım ama cevap vermedi. Denize gidiyorlar adam yanlarında, yemek yemeye gidiyorlar yengesi yanlarında. Gidip bir konuşamadım. O olay üstünden iki gün geçtikten sonra sabah kalktığımda mesaj atmıştı sevgilim “gittiler” diye. Hemen aradım. Telefonu açıldı ama başkası açtı. Annesi. Kadın alo dedi cevap veremedim. Sonra “sen xsin değil mi?” dedi. “e.. evet” dedim kekeleyerek. “bizim evi biliyorsundur, gel de seninle bir konuşalım.” Dedi. Gittim. Ama deli gibi heyecanlıyım. Elim ayağım titriyor resmen. Kapıyı özge açtı. Gözleri biraz kızarmış. Dayısı giderken atar yapmış anlaşılan o’da ağlamış. içim acıdı. Benim yüzümden ağlamıştı. Kendime kızmam bir işe yaramıyordu ama kızdım. O bana kızmış mıydı? Büyük ihtimalle evet ama konuşamadık ki hiç bilmiyorum durumunu. Girdim içeri. Burada geçirdiğim gece aklıma geldi. Tabi annesi bilmiyordu. Girdik salona annesi oradaydı zaten. “hoş geldin oğlum” dedi. “hoş buldum” teyze mi desem efendim mi desem bilemedim o yüzden bir şey demedim. Hem titriyorum hem terliyorum. “iyi misin evladım, hasta mısın?” dedi. “yok bir şeyim iyiyim” dedim. Oturdum koltuğa, sevgilim ve annesi karşımda. Nasılsın falan hal hatır sorduktan sonra “abim yani özgenin dayısı serttir, geri kafalıdır biraz. Özge seni anlatmıştı liseden arkadaşıydın ilk zamandan beri değil mi?” dedi. “evet “ dedim. “bak oğlum gençsiniz daha yanlışı doğruyu ilerde öğreneceksiniz. Yanlış bir şey yapmanızı istemiyorum. Daha yolun başındasınız her anlamda, birbirinizi kırmanızı, üzmenizi istemem. Önünüzde üniversite var. Bu sene olmadı, diğer sene. Birbirinize mani olmayın. Bak kızımı benden iyi tanıyamazsın. Sana çok değer veriyor. Eğer sende değer veriyorsan bir şey diyemem. Ama vermiyorsan kızımın üzülmesini istemem daha çok gençsiniz. Ben biliyordum sevgili olduğunuzu kızım mutlu olduğu için bir şey diyemedim. Ama bu konuşmayı hep yapmak istedim seninle. Çünkü yanlış bir şey yapmanı istemiyorum. Anladın mı?” dedi.Biraz rahatlamıştım nedenini bilmiyorum ama öyle. “ anladım. Çok haklısınız ama bende onu kırmayı, üzmeyi kesinlikle istemem. Verdiğim değeri ben biliyorum özgede biliyor. Lisenin ilk yıllarından beri arkadaşım ve o kadar yıl hiç üzmedim ya da kırmadım. istesem de yapamam. Dediğiniz gibi yaşımız daha genç ama bazı şeyleri biliyoruz ikimizde. ” dedim ve sözüm yine yarım kaldı. “ tamam evladım. Anlıyorum seni. Ama sende beni anla. Özge anlatmıştır birkaç şey biliyorsundur hakkımızda. O yüzden kızımın üzülmesini istemiyorum. O yüzden bu konuşmayı onun yanında yapıyorum.” Dedi. Sonra biraz daha nasihat verdikten sonra kalktım. Annesi geldi kapıya kadar. “ inanmam lazım sana yoksa görüşmenize izin vermem.” Dedi. Derler ya kalbim sıkışıyor diye öyle oldu işte. Bir şey diyemedim kapı suratıma kapandı. Gidene kadar düşündüm; insan sevdiğini nasıl kanıtlayabilir? Döndüm Selçuk’un yanına. Anlattım. “gel sahile gidelim” dedi. Gittik oturduk. Arkadaki evlerden birinde içiyorlar belli; gülme sesleri, zeki müren, birbirine çarpan bardak sesi. zaten evle aramızda pek mesafe yok. Önde deniz kapkaranlık, tahta iskele ışıklandırılmış, aksi denizden yansıyor. Deniz durgun aklımın aksine… ne yapacam diye düşündüm. Bir insanı neden seversin ki? Seversin olur biter nedeni yok. Nasıl anlatabilirim ki. Selçuk “gelene bak” dedi. Döndüm baktım geliyor sevgilim. Selçuk gitti zaten bizi yalnız bırakmak için. Geldi sarıldım. Oturduk konuşmadık bir süre. Sonra “özür dilerim” dedim. Elimi tutup “dilemene gerek yok hayatım, suçun yok ki” dedi. “eğer ozanla takışmasaydım olmazdı bunlar” dedim. “ iyi oldu o boşver” dedi. Başını omzuma koydu yine. iyice sokuldu, koluma girdi oturduğu yerde. Burnunu çekti, burnundan öptüm. “annen görüşmemizi pek istemiyor. “ dedim. “biliyorum” dedi derin bir nefes alarak. “ne yapacağız peki” dedim. “kapı da bir şey dedi değil mi sana” dedi. “inanması lazımmış.” Dedim. Sustuk yine. “boş verelim bunları şimdi.” Dedi. Boş verdik. Biraz oturup kalktık. Konuşmadık pek oturduğumuz süre boyunca. Sadece arkadan gelen zeki müren şarkılarını dinledik. Eve giderken uzun yoldan gittik bu sefer. Selçukların evinin önünden geçerken aklıma geldi. “ bekle hayatım geliyorum hemen” deyip koştum içeri. Şiir yazdığım ajandayı aldım. Geri dönüp “ şu ana kadar sana yazdıklarım” deyip verdim ona. “şiirler mi?” diye sordu alırken ajandayı. “ her şey var” dedim. Gerçekten de her şey vardı, tüm hissettiklerim o ajanda da idi. Ne kadar düzgün yazdığım önemli değildi. “hatta kabul ederse annene de okut” dedim. Bir şey demedi, sessizce yürüdük evin önüne geldik. Yanağından öpüp iyi geceler dedikten sonra girdi içeri, bende bir tur daha attım sitenin etrafında. Hep zaten bir şeyler ters giderdi ve ben pes ederdim. Ama bu sefer etmeyecektim. Yarın dönecektim eve dönmeden önce konuşurduk büyük ihtimal. Ertesi gün öğlene kadar ses çıkmadı. Günaydın mesajı attım ama cevap yok. Mesaj atıp Selçuk ile beraber döneceğimi söyledim ama yine cevap yok. Biz servise bindik çıktık yola. Birkaç mesaj attım ama yine cevap yok. Arasam mı diye düşündüm ama annesi açar telefonu diye aramadım. Eve gidip duş aldım sonra uzandım yatağıma, oğuz atay okurken mesaj geldi. Annesiyle beraber geliyorlarmış, annesi çarşıya gidecekmiş bizde buluşalım mı diyor. Tamam dedim ama içimde kötü bir his vardı. Nerede buluşacağımızı kararlaştırmaya gerek yoktu. Evden çıkıp her zaman buluştuğumuz parka gittim. Bankımıza oturup bekledim. Ben geldikten yarım saat sonra onu gördüm gelirken. Her zaman ki gibi çok güzeldi. Yanıma geldi. Belinden tutup alnından öptüm. Utandığı zaman başını eğer bakardı gözlerime. Yüzü kızarırdı. Yine öyle baktı. “ ne oldu?” dedim. “hiçç” dedi, oturduk banka. “hayatım?” dedim. “yazdıklarını okudum da meğerse odun olan benmişim.” Dedi. Devam etti sonra “ okudum, hepsini ve çok beğendim. Bilmiyorum çok seviyorum seni. Anneme de okuttum.” Dedi. Asıl olay şimdi başlıyordu işte. “ ne dedi peki?” diye sordum. “ sorun yok o da beğendi, hatta çok beğendi. Annem zaten gençken edebiyata çok meraklıymış her neyse işte bir sorun yok yani.” Dedi. Bir şey diyemedim daha doğrusu diyemedim. Suratına baktım öyle. “o zaman…” diyebildim sadece. O’da “evet o zaman beni öpebilirsin” dedi. Öptüm dudaklarından, aşkı en iyi gözler anlatır belki ama dudakların ayrı bir tarzı vardır. Yaz sonuna kadar ara sıra o geldi ara sıra ben gittim. Üniversite bu sene olmamıştı, gelecek sene tekrar deneyecektik. Dershane senesiydi bu sene. Daha da önemlisi 18 gün sonra yıl dönümümüz olacaktı. Geldiğinde çarşıya gider mağazaları gezerdik, beğendiği bir şey varsa hediye olarak almak için. Ne yapmaya çalıştığımı anladığı için bilerek söylemiyordu bir şey kendi başıma karar vermemi istiyordu. Şiir yazıyordum ama bu konu da odundum işte. Bizimkiler bu sefer buradaydı evde sürpriz hazırlayamazdım. Başka şeyler düşündüm. En mantıklısı sadece gündüz takılmaktı. Konu özge olunca ben mantıklı düşünemezdim ki. Oturdukları sitede bir şey yapmayı düşündüm. Selçuk vardı ama o da müsait değildi onda kalamazdım. Umurumda değildi zaten. O gün orada, sahilde ona güzel bir sürpriz yapabilirdim ve yapacaktım Gerekli hazırları yaptım. Hediye bile aldım. Sarı saçlı, ela gözlü bir sevgilim var. Ben ona beyazı yakıştırıyorum. Beyaz bir elbise aldım bu yüzden. Sürpriz için geri kalan şeyleri de ayarladıktan sonra yıldönümümüzde öğle vakti oraya gittim. Tabi haberi yoktu, Selçuk’un bile haberi yoktu. Her şeyi tek başıma yapacaktım. Sitenin sahilinin en sonunda korunaklı diyebileceğimiz bir yer vardı. Sahilden ancak sazlıkların arasından geçip ulaşılabiliyordu, sazlıkla deniz arasında ince bir yol vardı oradan geçilirdi. Şimdi temizlemişlerdir kesin. Diğer tarafı zaten kayalıktı. Sazlık, kayalık, deniz arasında kalmış bir yer arka tarafında yüksekte piknik alanı vardı ama pek kimse kullanmıyordu. Sazlığı geçtikten sonra ufak bir sahil çıkıyor karşına. Oraya kamp kuracaktım bir bakıma. ileride ters dönmüş eski bir kayık vardı. Hemen yanı başına çadır kurdum. Halim abi vardı mahallede kamp malzemeleri, avcılıkla ilgili şeyler satardı ondan almıştım. Bayağı uğraştım çadır için ama başardım sonunda almayı. Şimdide kurmak için çabalıyordum. Kayık ve çadırın arasına bir örtü serdim kenarlarına taş koydum. Öyle ki denizden biri baksa kayığı ve arkasında ki çadırın üst kısmını görürdü. Özel bir yer olsun istedim. Tekrar dönüp arabadan termosu ve çantaları aldım. Taşıyana kadar terden öldüm. Termosun içinde bir bölmede içecekler diğer bölümünde soğuk sandviç vardı. Onları da koydum çadırın içine, diğer çantada birkaç kıyafet vardı. ilk önce deniz şortumu giyip denizden çıkanların duş aldığı yere gidip duş aldım. Sonra üzerimi değişip sevgilimin evine gitmedim tabi. Selçukların orada bekledim. Biraz çok bekledim ama geldi sonunda. Sarıldık, öptük birbirimizi. Sonra kıyıda ki lokal denilen yere gidip yemek yedik güzelce. “ al bakalım zamansız sürprizlerinden vazgeçersin belki” diyerek hediyesini uzattı. Açarken pakete zarar vermemeye çalıştım. Saat almıştı. Gri, metal çok güzel bir saat… “zamanın sensiz geçmediğini anlamama yardımcı olur bu” dedim. Güldü. Ben uzattım hediye mi “artık melek takımını tamamlama zamanı” dedim verirken. Biliyordum zaten beyaz bir elbisesi vardı ama ben yine de almak istemiştim Kutuyu açarken “ melek takımı derken?” dedi. “ela gözler, sarı saçlar, yumuşak ten, ses tonun, dudakların” saymaya devam edecektim ama “tamam anladım âşıksın bana” deyip sözümü kesti. Devam etti “ ve bende sana, hemen de tahmin edemeyeceğin bir şekilde” dedi. Sonra açtı paketi elbiseyi görünce yüzü kızardı “ ya çok pisliksin ya” dedi. “üstünde görebilecek miyim acaba” dedim. “ hay hay gidelim hadi” dedi. El ele çıktık. Nazan’ın evine gittik. Ben dışarıda bekledim o içeri girip elbiseyi giydi. Kapıdan çıktığında kalbim durabilirdi. Şu an bile yazarken aklıma gelince heyecanlanıyorum. Böyle bir güzellik yoktu. Boyu zaten benim boylarımdaydı. 10cm falan var aramızda. Saçları altın sarısı ama beyaza yakın değil tam sarı. Saçlarını açık bırakmış omuzlarından dökülüyordu. Ela gözleri, utandığı için kızarmış yanakları, gülümesemekten kendini alamadığı için dudaklarının yanında çıkan gamzeleri, beyaz elbisesi, verdiğim ilk hediye olan melek kolyesi, beyaz babet ayakkabılar. Elbiseyi nasıl anlatayım. Kolsuz, diz kapağına kadar gelen bir elbise, v yakalı dar değil genişte değil tam üzerine göre. Düğünde falan değil de günlük giyebileceği bir elbise. Desensiz sade bir elbise… Ve bana usul usul gelen âşık olduğum kız. Geldi. Bir şey diyemedim hareket edemedim. Ağzım kulaklarımda o önümde kalakaldım bir müddet. “ çok güzelsin” diyebildim sadece. Aslında binlerce şey vardı ona söyleyebileceğim. Ellerimi omuzlarının üzerinden geçirirken melek kolyesine değdi elim. “melekler kadar güzelsin” dedim. Usulca öptüm dudağından. ikimizde çok sadeydik. O çok güzeldi evet ama ben yakışıklı değildim, biliyorum. Kahverengi keten bir pantolon ve onun bana aldığı beyaz gömlek vardı üzerimde. Ben onun saçlarını uzun seviyordum o benim saçlarımı kısa. Üç numaraydı saçlarım. Birlikte, yan yana yürüyerek gittik sahile. Herkes ona bakıyordu biliyordum. Ama umurumda bile değildi. Beraber indik sahile. “sana bir sürprizim var” dedim. “dinliyorum” dedi. “gidince görürsün” dedim. Sazlığa doğru yürümeye başladık. işin güzel tarafı hiçbir şey görünmüyordu hazırladığım sürprize dair. “ birazdan gözlerini kapatacağız küçük hanım” dedim. “ o nedenmiş” dedi. Cebimden beyaz bir bez parçası çıkarıp “ prosedürümüzün bir parçası” dedim. “ peki madem” dedi bende bağladım gözlerini. Yavaş yavaş yürüyerek sazlığın önüne geldik. “şimdi bir araca bineceksin” dedim. “ ne.. ne aracı” dedi heyecanlandı tabi. “bu araca” dedim bir elimi beline koyup diğer kolumu bacaklarının altından geçirip kucağıma aldım. “düşüyordum.” Dedi sinirlenmiş gibi. “ o zaman düşmüş bir melek olurdun” dedim bende. Yavaşça, dikkatle sazlıkların arasındaki ince yoldan geçip kamp alanıma girdik. Yavaşça indirdim sevgilimi. Yüzünü bana çevirip açtım gözlerini. “ sürprizim sen miydinnn, çok beğendim” deyip öptü beni. Bu yüzden seviyordum onu Yavaşça arkasına döndürdüm. “ama” diyebildi sadece. Bir şey demesine izin vermedim zaten. Tutup elinden örtüye doğru gidip oturduk. Yüzümüz denize dönük. Gerçi denizi göremiyorduk kayık yüzünden. Güneş batacaktı ama karanlıkta falan kalmayacaktık gerekli her şey vardı. Radyolu fenerler vardı bir ara onlardan almıştım üç dört tane. Zaten ben kalacaktım burada o evine gidecekti. Güneş batarken kalkıp teknenin deniz bakan kısmına geçti. Bende gittim beraberce ayakkabılarını çıkarmıştı. Ayaklarımız denizin kıyıya gelip döndüğü yerdeydi. Tekneye yaslanmış denizi seyrediyorduk. O an konuşmaya pek gerek yoktu. “ biliyor musun bende korkuyorum” diyerek böldü sessizliğimizi. “neden korkuyorsun hayatım?” diye sordum ama biliyordum aslında. “bitmesinden. Sonsuza kadar seninle böyle kalmak istiyorum ama korkuyorum ileride böyle olmamamızdan. “ dedi. Haklıydı bende korkuyordum. Ama sevdiğiniz biri size herhangi bir konudan, sıkıntısından bahsediyorsa ne halde olursanız olun ona güven vermelisiniz. Ona sarıldım. Başını omzuma koydu alnımdan öptüm. “ değişmeyecek şeylerde vardır sevgilim.” Diyebildim sadece hava iyice kızıllaşınca döndük geri. browni'yi çok severdi. bende bayağı almıştım. termostan çıkarıp yerken bir yandan da müzik açtım telefonumdan. george michael one more try. o an esen rüzgarın ya da sevgilimin uçuşan saçlarının etkisiyle dudağının yanında kalan browni parçasını öperek aldım. “ya ben yiyecektim onuu” dedi. bende browni'yi ruj gibi dudağıma sürüp dudaklarımı çikolataya buladım. “senin sıran” dedim gülerek. “pislik ve fırsatçı bir âşıksın sen” dedi. sonra öperek yemeye çalıştı çikolatayı. sapıkça gelebilir ama eğlenceliydi daha çok. bir yandan öpüyor bir yandan gülüyoruz. öpmeyi bıraktığında ikimizinde yüzü çikolata içinde kalmıştı zaten. “nasıl temizleyeceğiz şimdi bunu” dedi kızmış gibi yapmaya çalıştı ama gülmekten yapamıyordu. “yalayayım?” dedim. “omzuma vurup abartma be” dedi. çantadan ıslak mendil çıkarıp sildim yüzünüç sonra da o benim yüzümü sildi. O gün gerçekten çok güzeldi. Sevdiğinin gülüşü kadar güzel bir şey olamaz. Saf, samimi bir gülüş. O güldükçe bende mutlu oldum. Biraz daha birbirimizle uğraşıp sandviçlerimizi yedik. Hava iyice karardı. Getirdiğim bütün fenerleri açtım. Küçük bir ışık huzmesinin ortasında kalmış gibiydik. Yan yana uzandık. O gökyüzüne ben ona bakıyordum. O yıldızını arıyordu ben yıldızımdan gözümü alamıyordum. Buraya kadar okuduysanız sürekli dediğim bir şey var; aşk bambaşka bir şey. Elimi tutup bana döndü. “ hep çok güzel şeyler yapıyorsun benim için, ben bir şey yapamıyorum.” Dedi. “ beni seviyor musun?” diye sordum. “ tabi ki seviyorum yoksa işim ne burada.” Dedi. Biliyordum sevdiğini “ beni seviyorsan benim için en özel şeyi yapmış oluyorsun zaten” dedim. “ off yine utandırıyorsun beni” dedi gülerek. “ ne yapayım yanaklarının kızarmasını seviyorum” dedim. iyice yanıma sokuldu. Kokusunu içime çektim bol bol. “ bu gece selçukta mı kalacaksın?” diye sordu. “yoo” dedim. Başını kaldırıp “ e nerede kalacaksın?” dedi. Çadırı gösterip “bunu boşuna getirmedim hayatım” dedim. Tamamen yanımdan kalkıp oturdu “ o zaman bende kalacam.” Dedi. “e annen?” dedim. telefonu eline alıp “ nazanda kalacam diye mesaj atıyorum, nazana da diyeceğim bozuntuya vermesin. “ dedi. Bir şey diyemedim. Annesi de Nazan da tamam dedi. Tekrar yanıma uzandığında radyoyu açtım. Hangi kanal olduğunu hatırlamıyorum ama çalan şarkıyı yarıda yakaladım. O zaman bilmiyordum ama sonra öğrendim ismini; esin engin – bana ellerini ver. “ ayaklarım üşüdü.” Dedi sevgilim. Çadırımıza geçtik. Pek büyük olmadığı için çantaları, dışarı koyduk. Tekrar uzandık yan yana aramızda bir tane lamba diğerlerini kapattık. Bu sefer o telefonundan şarkı açtı; phil collins. Şarkının adını hatırlamıyorum ama. Bir yerden sonra dudaklarımız kavuştu çünkü. Birbirimizin olmaya adaydık bir kez daha O gece birbirimizin olduk. Sonrasında başını göğsüme koyup sarıldı bana. Teni tenime değerken şarkı devam ediyor, bir yandan denizin sesi geliyordu. Saçlarıyla oynuyordum. “hiç ayrılmayalım” dedi kısık sesle. Tekrar ettim “hiç ayrılmayalım ama hiç” öylece sessizce kaldık bir kez daha. Uykuya daldı sevgilim biraz sonra. Yavaşça inip kalkıyordu göğsü. Aşk sadece karşılıklı çekim değildir ya da karşılıklı sevgi. Birden çok duygu hissedersiniz. Sevgi, şefkat, korku, mutluluk, onu koruyacağınızı hissedersiniz ya da ona sığınacağınızı. Ben o gece onu sığınağım olarak gördüm. Tüm umutsuzluklarımdan tüm korkularımdan kaçış noktam olarak. O gece ona şefkatle baktım, korumam gerekiyor gibi hissettim. O gece huzurla ve korkuyla uyudum. Sabah uyandığımda her zaman beraber uyandığımız zaman olan şey oldu; saçıyla burnumu kaşındırarak uyandırmaya çalıştı beni. Bir kızı uyurken ya da uyandığı ilk halde izlerseniz gerçek masumiyetini görürsünüz. Bu sefer yavaşça açtım gözlerimi. Bir kolunun üzerinde doğrulmuş saçını yüzümde gezdiriyor. Üzerimde benim gömleğim. “ günaydın uykucuuu” deyip öptü dudaklarımdan. Günaydın demek yerine “ ben sana çok aşığım lan” dedim. “bende sana lan” dedi. Güldük. Her an gülsün istiyordum zaten. Güldürmek için fırsat kolluyordum. Giyindik beraber aslında ilk o giyindi, giyinirken izledim. Cinsellik anlamında değil, ne kadar muhteşem bir şey olduğunu izledim. “ sevgili sapığım sıra sende “ dedi. Ben giyinirken o izledi. Rahatsız edici bir durummuş o zaman anladım. Beraber çıktık. Eşyaları sonra toplayacaktım, kahvaltı yapmaya gittik. Kahvaltı tost ve meyve suyundan ibaretti ama benim için en zengin sofraydı. Sevgilimin dudaklarıyla başladım yine. Kahvaltıdan sonra eşyaları toplayıp eve gittim. Muhteşem bir gündü. Hep böyle olmasını diledim. Uzun zamandır bir şey dilemiyordum. insanı gerçekten değiştirebilecek çok az şey vardır. Benim değişmem için yeterliydi bu. Her anlamda değiştim. Hayat o kadar kötü değil, yaşamak güzel diyordum. Ailemle aram pekiyi değildi, hep bozuk olmuştu ve ben düzeltmek için çabalamadım hiç ama artık çabalamaya başlamıştım. Bu bile değişim adına atılmış bir adımdı. Güzel bir birlikteliğim vardı neden başka şeylerde güzel olmasın ki? Zaman geçti aynı dershaneye gidiyor yine her gün görüşebiliyorduk. Bir ara 10 günlüğüne bir yere gittiler. 10 gün boyunca görüşmedik. Telefonla bile zor görüşüyorduk. Çok özlemiştim onu. Döndükten sonra görüştük hemen. Ailem yoktu düğün için izmir’e gitmişlerdi. Bizim eve geldi. Oturduk odamda müzik dinliyoruz, konuşuyoruz, 10 gün boyunca neler yaptığımızı anlatıyoruz birbirimize. Arada telefonla mesaj atıyordu arkadaşına. “ ya hayatım 10 gündür görüşemedik bak çok özledim seni, telefonla uğraşmasan olmaz mı?” dedim ses tonum tahmin edilebilir. “tamam hayatım” dedi. Telefonu sessize alıp kenara koydu. Güldük, konuştuk yine. Zaman çok çabuk geçti iki saat falan olmuştu galiba telefonu kenara koyalı. Bir ara telefonu alıp mesaj falan var mı diye baktı. “oha” dedi. Kalktım dizinden “ne oldu hayatım?” dedim. “ 14 cevapsız arama babamdan ve Aysel teyzeden” tam arayacaktı ki babası aradı, açtı. Normal bir şekilde efendim baba diyecekti ki laf ağzından çıkmadan kaldı. Bir şey diyemedi sadece “ ne” deyip ayağa kalktı. Beraber çıktık ailem komşularla falan gittiği için bizim araba dışarıdaydı. Atladık hemen arabaya çıktık yola. Bir yandan bana yalvarırım hızlı sür diyordu bir yandan dua ediyordu. Olabilecek en hızlı şekilde vardık hastaneye. Hemen koştu içeri bende arkasından girdim. Babası beni tanımıyordu ama sorgulayacağını da sanmıyordum bu durumda. Ben daha koridoru geçmemiştim ki koridor sonundan ağlama sesleri, çığlıklar birbirine karıştı. işte o an bende yıkıldım. Kaldım olduğum yerde. Yavaş adımlarla gittim. Babası, sevgilim tanımadığım birkaç kişi ağlıyordu. Kitlendim orada. Bir şey diyemedim. Yanına gidemedim. Gitsem ne yapacaktım ki? Annesini kaybetmiş birine ne diyebilirdim? Nasıl teselli verilir ki? O cevapsız aramalar hastaneye çağırmak içinmiş. Trafik kazası, annesi yaralanıyor, durumu ağırmış. Bir ara kendine gelmiş ama sonra kalbi durmuş yine, geri çalıştıramamışlar ikimizde ölü gibiydi. Sevdiğim bayıldı, babası kendini paraladı, ben bekleme koltuğunun yanına yığıldım kaldım. Şoktaydım. Bir şey diyemiyor, bir şey yapamıyordum. Evine gittiler cenaze vs. bunlardan bahsetmek bile istemiyorum. O süre boyunca hep yanımda oldum. Ne yapabilirsem yaptım, elimden gelen her şeyi. Babası kim olduğumu sorunca özge’nin bir arkadaşı olduğumu söyledim. Hiçbir arkadaşı bu kadar ilgili değil dediğinde bende annemi kaybettim falan dedim. Geçiştirdim. Ölünün ardından mevlit okuturlar 7sinde 40ında falan. 40 gün boyunca yanında olup destek olmak dışında bir şey yapmadım. 40ından birkaç gün sonra konuşalım mı dedi. Beraber odasına gittik. Her zaman dobra bir kız olmuştur, hiç sakınmamıştır söyleyeceklerini. Direkt yüzüme karşı “ bitirelim” dedi. Anlamadım ilk başta “neyi?” dedim. Ağlamasını bastırmak için derin bir nefes alıp “bizi” dedi. Dünya başıma yıkılsaydı keşke, yıkılsaydı enkaz altında kalsaydım ve bu an yaşanmamış olsaydı. “neden” diyebildim sadece. Gözlerimin içine bakıp “ o gün telefonu sessize almasaydım daha erken gidebilirdik hastaneye, belki de annemle son bir kez konuşabilirdim.” Dedi. O an sanki kazayı ben yapmışım, annesini ben öldürmüşüm gibi hissettim. Acısını yaşamamıştım, pgibolojisini, düşüncesini, hislerini bilemiyordum. “beni suçlu mu görüyorsun” dedim. Bir şey demedi başını eğdi sadece. Ne yapacaktım ki. “ bak hayatım bunu şimdi konuşmayalım, kendini toparladıktan sonra konuşalım” dedim. Ne değişecek dercesine baktı ama ağzından “tamam” çıktı. Bu konuşmaya devam edene kadar hep soğuk kaldı aramız. Kasım aynına girdiğimizde biraz düzelir gibiydi aramız. Tekrar açıldı konu aynı şeyleri söyledi. Konuşmama fırsat vermeden “ seninle birlikte olduğum her an o günü hatırlıyorum. Hep içimden annemle konuşabilirdim belki diyorum. Ne kadar sevsem de ne kadar sevsen de değişmiyor ki içimdeki düşünce. Olmuyor yapamıyorum.” Dedi. “ gitmemi mi istiyorsun?” dedim. “evet” dedi. Fazla diyecek bir şey bırakmadı bana. Çıktım gittim bende. Ama her gün çabaladım geri dönmek için. Her gün her saat çabaladım, konuştum, yazdım, kapısında bile yattım ama değişmedi. Yolda gördüğünde bakmıyordu, farklı duraklarda inip biniyordu, dershanede sınıfını değiştirmişti. Sevdiğiniz sizi görmüyor, siz yokmuş gibi davranıyor. Çok çabaladım ama yoruldum bende sonunda. ilk önce dershaneden ayrıldım, telefon numaramı değiştirdim, odama kapanmadım içime kapandım, yazmayı bıraktım. Her gün uyanıp evden çıkıyor, boş boş dolaşıyor, parkımıza bankımıza gidip oturuyor sonra eve dönüyordum. Ortak arkadaşlarımızdan haber alıyordum. O bir şeyleri yoluna koymayı başarmıştı. Ben öyle değildim ama. Sene sonuna kadar tak gibi geçti gitti hayatım. O başarmıştı ama atlatmıştı. Sınavı iyi geçmişti yazın babasıyla beraber antalya’ya gitmişlerdi. Ben ne yaptım bilmiyorum. Üniversiteler açıklandığında ankaraya gideceğini öğrendim. Hukuk fakültesi hayaliydi. O ankara’ya ben adana’ya gittim. Sonrası kayıp zaten herkesle bağlantımı kestim. Onu unutamadım unutmak için bir şey yapmadım. Arada Selçuk’a soruyordum. Ona beni hiç sormamıştı. Yazmaya devam ettim. içki ya da sigaraya başlamadım hep yazdım. ikinci yılımda sağlık sorunları nedeniyle bırakmak zorunda kaldım okulu. Döndüm ailemin yanına babamın yanında çalıştım. Arada haber alıyordum ama hiç görmedim görüşmedim onunla ta ki bu yaza kadar. Evet bu yaz. Temmuz 2013. Selçuk ile uzun zaman görüşmemiştik. Gel falan dedi gittim sitelerine. Özge’nin babası emekli olmuştu. ilçe de yapılan toki evlerine taşınmışlar. Evlerinin önünden geçtim. ilk defa ağlayacak gibi oldum. Selçukla beraber lokale gittik. Yedik konuştuk sohbet ettik. “kaç yıl oldu” dedi. “bilmiyorum” dedim. Aslında biliyordum 3 yıl 8 ay olmuştu. Hiçbir kızla yakınlaşmamıştım bile. Konuşmaya devam ettik. Akşam onlarda kalacaktım. Ailesi yoktu zaten. Akşam eve gittik bizden yarım saat sonra ailesi geldi. Çok ısrar ettiler ama kalmadım, kalsam rahat edemezdim. “ e nereye gideceksin kardeşim kal işte” dedi Selçuk. “yok ya arkadaşım örende kalıyor onun yanına giderim merak etme.” Deyip iyi geceler dedim ve çıktım. Arkadaşım falan yoktu. Sırt çantamla beraber çıktım siteden ve örene giden 8 kmlik yolu yürüyerek aştım. Gecenin kaçı olduğunu hatırlamıyorum çoğu kişi sahildeki şezlongların birinde uyudum. Sabah kalkıp kafelerin birinde kahvaltı yaptım. Küçük termos bardağa soğuk su doldurup yürümeye başladım. Ören dediğim yer Muğla Milas ilçesine bağlı ören beldesi. Balıkesir değil. Ören’e giden ya da orayı bilen varsa dediğim yeri bilir. Sahil güvenlik var sahilin sonunda onun orası çok boş olur kimse gitmez. Kaldırımdan bir metre aşağısı sahildir zaten. Sonuna kadar gittim sahilin. Orada bir ağaç vardı dibine oturup kitabımı açıp okumaya başladım. Tehlikeli oyunlar. Kaçıncı kez okuyordum bilmiyorum bu kitabı. Kitabı okurken arada termostan su içiyordum. Keyifliydim. Denizin esintisi ya da gürültünün uzakta kalması nedeniyle olabilir. Sonra en sevdiğim cümleyi okudum; “Kelimeler, kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor… ” sonra değişmişsin diye bir ses duydum. Dönüp baktığımda melek kolyesiyle karşı karşıya kaldım.Güzelleşmişti, kalbim sıkışıyordu. Kaldırımdan inip yanıma oturdu, nefes alamıyordum. Yüzüme bakıp gülümsemeye çalıştı, konuşamıyordum. “özür dilerim” dedi. Bir şey diyemedim. Diyeceğim tüm sözler boğazımda sıralandı, çıkmadı ağzımdan. O an kalkıp gidebilirdim, küfredebilirdim, kitap okuyabilirdim, bayılabilirdim, ölebilirdim ama ben sadece sustum. “ güzelleşmişsin” dedim bir müddet sonra teşekkür etti. “nasıl buldun beni?” dedim. “ derin bir nefes alıp bağdaş kurmuş bacaklarına koydu elini “ Selçuk örene gittiği söyledi, sahilleri seviyorsun, sessizliği seviyorsun. Burada olacağını tahmin ettim ve bildim. “ dedi. Bir şey demedim. “numaranı değiştirmişsin” dedi. Güldüm “yeni mi fark ettin” dedim. “ne zaman değiştirdin ki “ dedi. “ 3 yıl önce” dedim. Bir şey diyemedi. Bu sefer ben konuştum “ neden geldin” dedim. “senden özür dilemek için” dedi. Kolaydı söylemek. Sözcükler ruhtaki yaralara ne kadar tesir edebilir ki? “neler yaptın? Üniversite, askerlik?” diye sordu, anlattım sağlık sorunlarından bahsettim. Üzüldü. Gözleri doldu bir ara galiba ya da ben dolmasını istedim. “senin için kolay olmadı mı?” dedi. Evet dolmuştu gözleri. “sen gittikten sonra her şey farklı olur, yalnızlık bile demiştim sana” dedim. “kafasını öbür tarafa çevirdi, sonra eğdi. Yüzüme bakıp “biliyor musun bana da kolay olmadı. Ama sana kolay olduğunu düşünerek avuttum kendimi. o şekilde kolay oldu. inan istemedim, seninle sonsuza kadar ola..” bu sefer ben kestim sözünü. “kelimeler bazı anlamlara gelmiyor” dedim. O anladı ama ben anlamadım ne dediğimi ne demek istediğimi. Sonra kalktı. “ artık buradayım. Numaram aynı. Görüşmek üzere” dedi ve gitti. Kitabı denize atmadan önce okuduğum son cümle “Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım ? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman.” Kalktım ve bende gittim. yarın sabah güneşin doğup havanın en soğuk olduğu saatte bizim parkımızda, aynı bankta, ağacın altında kahvaltı sözü istedi benden. “bir şeyleri bitirmemiz lazım” dedi. uyumadım. 9. kahvemi içiyorum. bir yandan da umursamazlığa vurmaya çalışıyorum. sevindim; demek ki bir şeyler var içinde. üzüldüm; demek ki bir şeyleri bitirecek. sabahın yedisinde kalktım gittim parka. bizim park, bizim ağaç, bizim park. ortalık sessiz. kimse ortada yok oda yok ortada. ben simidi, çayı, üçgen peyniri aldım. aynı lisedeki gibi. sonra o gözüktü diğer taraftan. benim gibi almış simidi, çayı, çekmiş eşofmanları gelmiş. dedim ya birbirimizi tamamlarız o beyaz giymişti ben siyah. geldi yanıma. bir şeyleri bitirecek olmanın rahatlığıyla “hoşgeldin” dedim sadece. “hoşbulduk” dedi oturdu karşıma. elini sıkmadım. ikimizde yabancı kaldık birbirimize o çıkardı kendi getirdiği simitleri ben çıkardım kendi çıkardığım simitleri. “ben peynir getirmedim” dedi. benimkimden verdim bi tane. “şekerde almamışım” dedi. eskiden bunu dediğinde parmağını batır çaya karıştır biraz derdim. demedim bu sefer şekerden de uzattım. biraz yedik. “anlaşılan ben konuşmaya başlamadan konuşmayacaksın” dedi. “evet, bir şeyleri bitirmek için konuşmaya sen çağırdın.” dedim. “tamam o zaman kısa kesicem” dedi. rahattım. biliyordum bir şeyleri bitirmek için konuşacaktık. “ ben her şey için sana teşekkür ederim. ve özür dilerim.” dedi. sinirlendim ilk defa. “zaten ayrılık konuşmasını 4 yıl önce yaptın, bu ne şimdi? neyin bitmesini istiyorsan söyle, konuş bitirelim gitsin.” dedim. eğer o an konuşmasını devam ettirse kalkıp giderdim gerçekten. o yüzden direkt sonuca bağladı konuyu. “ bu kadar sinirlenmene, kızmana gerek yok. bak eskiden yaptığım şeyin ne kadar anlamsız olduğunu anladım. çok önceden anladım bunu ama cesaret edemedim. ne diyecektim? ben çok pişmanım salaklık yaptım geri döneyim mi diyecektim. diyemedim işte. ben o kadar yıl boyunca senden başka bir şey istemedim. kolyen hala bende. senden başkada kimse olmadı, olmayacakta. bunu anlatmaya çalışıyorum sana. ben tekrar benim ol istiyorum. olamaz mıyız? bir şans veremez miyiz?” dedi. işte bu kelimeleri hece hece beynime kazıdım o an. o an hissettiğim şeyi anlatamam. gerçekten anlatamam çünkü ne hissettim bilmiyorum. lise çağıma döndüm. ilk kez ondan hoşlandığımı söylediğim ana döndüm. eskiye döndüm. tüm yaşanılan şeyler, mutluluklar, üzüntüler, kavgalar, barışmalar her şey tekrar tekrar aklıma doldu. bir nevi sistemi geri yükledim gibi oldu. bir kez daha anladım. ondan başka kimse giremiyor kalbime. ve şimdi kasıma ramak kala tekrar biz olduk. tekrar deneme değilde tekrar doğuş oldu bizim için. yazdıklarımı sonuna kadar okuyan kardeşlerim var. “neden mutlu bitirmedin ” diyenler vardı. her dert, her üzüntü sebepsiz yere olmuyor demek ki. bunu kimseyle paylaşmadım. burada yazdıklarımı gerçek hayatta bilen kişi sayısı az. burada paylaşmak istedim. çünkü içime sığmadı. biliyorum eğer paylaşmasaydım burada olan bir kaç kardeşimle konuşmasaydım ben bu şehirden çeker giderdim. ne tekrar biz olurduk ne benden bir parça kalırdı geriye. bekle konuş falan diyenler oldu, akıl verenler, kaybettiğim değeri kazandıranlar oldu. o yüzden kaldım zaten burada işimin başında. sonunda işte tekrar başlıyoruz. Başlığa bakmıyordum şu ana kadar. Bazı şeylerin hatırladığımız gibi kalmasını isteriz çünkü. Anlatmak gerekirse, Sonrasında tekrar denedik. Ama olmadı. Her zaman bir çekingenlik vardı üzerimizde. Korkardım kırar mıyım, üzer miyim diye. Hep diken üstü oldum 3 ay boyunca. ilk başta ikimizde hemfikirdik zaman lazımdı bize. tekrar omzumda uyuması için, tekrar kokusuyla beni uyandırması için. Ben ona bakmaya korkuyordum o bana dokunmaya. Günler geçtikçe düzelir dedik olmadı. Biraz daha uzaklaştık sona doğru. Gözlerinde gökyüzünü göremedim, saçlarında güneşi hissedemedim. Hislerim aynıydı aslında ama o çekingen davrandıkça bende çekindim. Mallık işte . Bir gün çıktı geldi yine. yemek hazırladım, sofrayı kurduk beraber. Ben plağı yerleştirirken o yemekleri koydu. Oturduk yan yana. Eskiden beri karşısına oturmamı istemezdi. Ne zaman karşısına otursam yemek yemesini seyrederdim çünkü. dudaklarının aldığı şekli, çatalı tutuşunu, ara ara saçlarını geriye atışını.. ben baktıkça utanırdı, kızarırdı öptüğüm yanakları. Gülerken gözleri kısılırdı, öptüğüm gözlerinin içi gülerdi.. Yan yana oturduk yine. Bol bol kokusunu çektim içime. Anladı yine kızardı yanakları dönüp öptü yanağımdan. hiç konuşmadan yedik yemeğimizi. pikabın yanındaki koltuğu geçtik sonra elimizde kadehlerimiz, yanımızda söylüyordu zeki müren; “Gitme sana muhtacım Gözümde nursun başımda tacın muhtacım Beni öldür öyle git Yaşamak için senin sevgine muhtacım” sanki özellikle seçmişim gibi şarkıyı. Başını omzuma yasladı, hiç konuşmadık. Konuşmaya ihtiyaç duymadık öyle gevezeydi sessizliği, öylesine anlamlı. omzumda uyuyakaldı. bende uzattım ayaklarımı sehpaya hareket etmemek için nefes bile almamaya çalıştım. Uyandı sonra, yavaşça açtı gözlerini. sonra başını dizime koydu uzandı koltuğa ben saçıyla oynarken uyudu öylece. Kalbimi ağrıttı. Kalbim sıkıştı resmen, parmaklarım saçlarının arasında dolaştıkça kalp atışımı boynumda hissettim. Bir kaç günümüz böyle güzel geçti. Tam eskisi gibi olacağız derken yine izin vermedi hayat. Sevgimiz ne kadar kuvvetliyse sinirlerimiz o kadar hassastı. Bazı olaylarda tutamadık kendimizi. Bağırıp çağırmadık ama bakışlarımız yaraladı içimizi. Sonra da zaten iş için yurt dışına çıkma imkanı geçti eline. Gitme dedim, kal dedim, dil döktüm olmadı gitmem lazım dedi. Derken de doldu gözleri. Sonra bir gün rakı aldım geldim eve keyif yapayım dedim. hazırladım babagannuş haydari. biraz kavun dildim peynir vs. yana yana plakları aradım bir türlü bulamadım sonra arabada olduğunu hatırladım. onları da ayarladım tam açarken mesaj geldi. “yemeği iki kişilik yap” diye. biraz sonra kapı çaldı açtım kapıyı. elinde iki poşet, ayakkabıyı çıkarmakla uğraşıyor. aldım poşetleri geçtim içeriye kapıyı kapatıp arkamdan geldi. bir insanın konuşmadan anlaşabildiği birisinin olması güzel bir şey. geçtik içeriye konuşmadan beraberce hazırladık her şeyi. konuşmadan oturduk karşılıklı. ben plağı koyarken o rakıları doldurdu. ağır ağır dönerken plak hamiyet yüceses ses verdi. makber başladı. ilk yudum damaklarımızı yaktı. bakıştık. sarı saçlarını omzundan arkaya attı. yavaş yavaş yiyip yavaş yavaş yudumladık hayatı, geçmişi, yaşananları. ara ara plağı değiştirmek için kalktık sırayla, eskiden olduğu gibi. sonra müzeyyen abla başladı söylemeye, fikrimin ince gülü dedi, benzemez kimse sana dedi, akşam oldu hüzünlendim ben yine dedi, zeki müren söyledi birazda. onlar söylerken benim boğazımda çözülmeyen bir düğüm vardı, tıpkı onun gözlerinin dolması gibi anlamsız. hala melek kolyesini takıyordu biliyordum. Gitmeden önceki son akşamdı işte. gidekcekti, başka bir ülkeye kilometrelerce öteye. düğüm çözülmeye başladı. “son kez doğruları konuşalım mı” dedi. sadece kafa salladım. Döktü içinde ne varsa, korkularını, düşüncelerini, isteklerini, hayallerini.. benimde gözlerim doldu, içim yanıyordu zaten. sonra içeri geçtik yan yana oturduk. yerinin hala orası olduğunu bilerek sol tarafıma yasladı başını. plak arkada bir yerlerde çalmaya devam ederken gecenin sessizliğinde kaybolmayı istedik. olamadık. zaten bir tak olmayı beceremedik hiçbir zaman. çok zor değildi kokusunu içine çekmem, saçının her telini ayrı ayrı öpmem. sarılıp gitmemesini istemek zor değildi. ama yapmadım. ne kadar çok istense bile bazı şeylerin kolay olması gerekir. kolayca gitmesi gerek. kolayca bir hayat kurması gerek. unutulmam ya da güzel bir anı olarak kalmam gerek. sadece gecenin 3ünde onu evine bıraktım. arabadan inmeden elini tuttum. “hiçbir şey eskisi gibi değil” dedim. “yalnızlık bile” diyerek tamamladı sözlerimi. sonra indi ve gitti eve dönünce kapıyı açtığımda ilk gördüğüm şey anahtarları astığım askılıkta asılı duran melek kolyesi oldu. hala orada asılı durur orada. evin kapısı açıldığında ilk onu görüyorum şimdi. Beni karşılıyor. Hala sevmek çok zor, ağır. Umutlarda tükendi içimde bir o tükenmedi. Belki bir gün buluşuruz belli mi olur.
(via isenaste)
1K notes
·
View notes
Text
özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim
özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim
özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim
özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim
özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim özledim
2 notes
·
View notes
Text
kusura bakın. hiçbir şeyi abartmadan yapamıyorum. seversem çok, sevmezsem hiç sevmiyorum. bulursam bir şarkı günlerce onu dinliyorum. susarsam bir daha konuşmuyorum, konuşursam hiç susmuyorum. kafama takmış olduğum herhangi bir şeyi çözemediğim taktirde dünyanın sonu sanıyorum. güldüğüm zaman çok gülüyorum, ağlarsam diyeceğim de ben pek ağlayamıyorum. bir şeylere anlam yüklediğim takdirde dibi boylayacağımı bildiğim halde her şeye anlam yüklüyorum. oysa ki en büyük anlamsızlığı kendi içimde yaşıyorum. çoğu şeyi görmezden geliyorum. bir gün görecek olursam intiharı tekrar düşüneceğimi en iyi ben biliyorum.
8 notes
·
View notes
Text
sana olan sevgime inşaa etmişim bütün hayallerimi.
6 notes
·
View notes
Text
Beklemek, buralarda seni seviyorum demenin jestsiz ve mimiksiz ifade edilmesidir…
0 notes