Text
“Sonra herkes, kendi dünyasına daldı. Geçti, geçmez dediğimiz zaman. Kuşları unuttuk…”
— İlhan Berk
552 notes
·
View notes
Text
Ve bugün bir yıl daha büyüdüm, bir yıl daha..
İnsan bir yılda ne kadar değişebiliyorsa bende o kadar çok değiştim , insanın yaşı yıllarla değil hayattan aldığı derslerle ölçülür, ve buna göre ben bu yılda çok büyüdüm… artık insanların benim hakkımdaki düşündüklerini kafaya takmamayı öğrendim, çünkü insanlar olduğum gibi değil beni olmamı istedikleri gibi görürler .. Bazı şeyleri kaybettim belki ama bilmukabele çok şeyi kazandım, kaybettikçe kazanmayı öğreniyor insan, bunu da öğrenmiş oldum, Aslında her yıl büyüyen ben değil içimdeki korkuların olduğunu da öğrendim, hayat ne kadar kısa olduğunu gördüm, hayatımda hiçbir şeyin tesadüf olmadığını da, herşey Allahın takdiridir, ama bunu görmem biraz zaman aldı.. Bir sürü şey var ama en mühimi ; Hayatı, insanları, her şeyi sevmek ve güzel görmek için önce kendimi sevmem lazım..
[1/10/2018]
483 notes
·
View notes
Text
o Dünyanın en zengin insanı değildim. Dünya benim etrafımda dönmüyordu ve biliyordum ki güneş sadece benim değildi. Ay bile sadece benim değildi. Her sabah saat 6.40 da uyanıp site içindeki fırından iki ekmek alır kahvaltı hazırlardım. İşe gitmeden önce mutlaka kahvaltı etmeliydim. Ve eşimde öyle. Yaptığım işin detayını vermeyeceğim ama bi sigorta şirketinde çalışıyorum. Bu şirket cüz-i bir miktar para karşılığında insanlara ve ailelerine güvence sağlıyor. Çarşamba günüydü, hayatımı mahveden gün bu kara çarşambaydı... Her sabah olduğu gibi gülümseyerek uyandım... Her sabah yaptığım gibi gidip iki çiftli ekmek aldım. Gitmeden önce çay suyunu koydum. Geldiğimde neredeyse su kaynıyordu ve eşim hala yatakta uyuyordu. Mutfağa girip masanın üzerini toparlayıp sildim. Akşamdan kalma bardakları ve tabakları makineye koydum. Kapsülü de yerleştirdikten sonra kapağını kapatıp başlat tuşuna bastım. Çok geçmeden çay suyu kaynadı ve lipton demlik poşet çayların ikisini demliğe koydum. Üzerine biraz su ve işte çayımız hazır. Sevgilime de süt ısıttım çünkü sabahları süt içmediği zaman öğleden sonra üç gibi karın ağrısı ve hazımsızlık çektiğini biliyordum. Süt, onun bu ağrısına iyi geliyor, süt içmekten haz etmese bile beni kırmıyordu eşim. Çok şanslı biriyim bu konuda. Dünyanın en mükemmel eşine sahibim ben, daha ne isterim. Sütü de biraz ısıtıp ılıttıktan sonra biriciğimi uyandırmak için yatak odasına girdim. Kapıdan girip direk olarak yatağa zıpladım. Terden yanaklarına yapışmış saçlarını yüzünden ayırdım. ‘’Kız, çirkin, uyan hadi. Geç kalıcam yoksa yine senin yüzünden. -Uf tamam ya, kalktım kalktım, çık üstümden.’’ Bu konuşmandan hemen sonra ikimiz beraber çıktık yataktan. Lavaboya giderken kalçasına bi tokat atıp ‘’Senin götünü yerim ya ben, hızlı ol.’’ demekten kendimi alıkoyamadım. Güldü ve tuvalete girdi. Bir kaç dakika sonra çıktı, elindeki havluyla yüzündeki su damlacıklarını duruluyordu. Kahvaltı sofrasına oturdu. Masanın başında duran süt bardağına dokunup aniden elini çekti. Parmağının yandığını anlamıştım ama ses etmedim çünkü sıcak şeylerden nefret ederdi. O yüzden sessizce sütün sıcak olmadığını yalnızca bardağın sıcak olduğunu ,her sabah olduğu gibi, fark etmesini bekledim. Sonra sütünden bi yudum aldı. Ekmek bölüp üzerine bal sürdü. Reçelden bir kaç kaşık aldı. Sütünden yudumladı. Onu seyrederken aç kalacaktım ki; ‘sen de ye yoksa öğlen yemeğine kadar sızlanıp durucaksın’ dedi. Henüz hiç bişey yemediğimi fark edip çatalı elime aldım. Elimdeki çatalın anlamsızlığını fark edip geri bıraktım ve ekmek böldüm. Sol elimde ekmek, sağ elimde ise, peynir olan kahvaltı tabağına uzanan çatal vardı. Bi kaç dilim peynir. Biraz ekmek, biraz bal ve bir bardak çay. İşte bir insanı sabahın köründe doyuran 4 parça yiyecek. Fazlasında gözümüz yoktu, birbirimize aç olmamak hepsinden mühimdi. Kahvaltımızı ettik ve iş yerlerimize gitmek için hazırlandık. Daha doğrusu o hazırlandı ve ben bekledim çünkü ben çoktan hazırdım. Ah, şu makyaj belası! Hiç ediyor canım suratını, halbuki, pembemsi morluklarıyla nede güzel gözaltları var sevgilimin. Tabi bundan sizene... Hazırlandık ve çıktık. İş yerinde herşey stabildi. Genel Müdür ile hiç bi tartışmamız yoktu, diğer çalışan arkadaşlarla da aramız gayet iyiydi. Akşam olsun istiyordum saat 4.30′dan sonra. Sevgilimi, eşimi özlüyordum günün bu saatlerinde. Çay molalarında bazen imkan bulabilirsem arıyordum ama bu gün değil. Bu gün çay molasına dahi çıkamayacak kadar yoğun bi tempoya sahiptim. Bi kadına ölen kocasının sigortasından para kalmayacağını izah etmeye çalışırken içimin ne kadar yandığını kimseye söyleyemedim ama kadın ne kadar zor durumda olduğumu anlamış olacak ki, özür dileyerek çıktı odamdan. Kesinlikle eğer işime son verilmeyeceğini bilseydim o kadına yardım ederdim. Ama edemezdim işte. Benim öyle bir yetkim yoktu. Ben sade bi çalışanıydım bu şirketin. Ama günü gelecekti. Günü gelecekti ve bu kararı ben verecektim. Kimseyi geri çevirmeyecektim. Asla ve Katt’a. Ama bu gün, içimi parçalayan bu durum karşısında sadece kendime ağlamamam gerektiğini söyleyebildim. On iki dakika sonra mesaim bitiyordu, evime, sevdiğime kavuşacaktım. Dakikaları sayarken fark ettim ki, dakikaları saydığım zaman asla geçmiyorlardı. Aylar geçiyordu ama dakikalara tahammül edemiyordum. Son 4 dakika kaldığı zaman kalkıp ceketimi giydim, kaşkolumu boynuma doladım. Sigara paketimi yokladım. Cüzdanımı, telefonumu ve çakmağımı kontrol ettim. Bi yerlerde eşyalarımı unutmak gibi kötü bir huyum vardı. Bu özelliğimden nefret etsemde bazı avantajları da yok değildi. Mesela bazı şeyleri sürekli yenilemek zorunda kalıyordum. Bu huyum yüzünden 6 kere telefon değiştirdim ama eşime kırıldı diye yalan söyledim çünkü aptal olduğumu düşünmesinden korkuyordum. Ofisimden çıktım, bi kaç arkadaşıma selam verdim ve allaha emanet ettim. ‘’Yarın görüşürüz çocuklar. Allaha emanetsiniz. Erdal, uğraşma artık şu kızla.’’ Bunu Erdala gülümseyerek söylemiştim çünkü Erdal kendine özgü bi mizah yapısına sahipti ve dilarayı deli ederdi. Sinirden deliye dönen Dilara ise iş çıkışı yada sabahın körü ayırt etmeksizin gidip tutunak tuttururdu. Artık Müdürümüz de bu duruma alıştığı için Erdal hakkındaki tutanakları umursamamaya başlamıştı. Erdal ve Dilaranın gelecekte birlikte olacakları çok aşikardı. Kör olsanız yine de görürdünüz. Kavga etmedikleri zaman öylesine uyumluydular ki ve öylesine birbirleri içinlerdi ki. Aralarında ki hissi görebilmek için gözlerinize ihtiyacınız olmazdı. Gönlünüzle görürdünüz. Erdal bana baktı ve gülümseyerek, ‘’Aman abi, sen ne bakıyosun buna, çirkeflik yapmadığı gün mü var. Takılıyorum öylesine’’ dedi. Gider ayak, elimi kadırıp tamam manasında parmak işareti yaptım. Bi kat aşağıya inip kapıdan çıktım ve durağa yürümeye başladım. Yaklaşık on beş dakika yürükten sonra durağa ulaştım ve ceketimin iç cebinden sigara çıkarttım. Dudaklarımın arasına koydum ve çakmağımı aramaya başladım. Pantolonumun sağ cebinde olduğuna yemin edebilirdim halbuki! Yok... Nerde bu siktiğim çakmağı şimdi be diye sayıklarken arkamda otobüs beklediğini fark etmediğim bi kadın sigarasını yaktı ve omzuma dokunarak çakmağını uzattı. Hiç bir şey demedi. Yalnızca çakmağı uzattı ve elini geri çekti. Sigaramı yaktım ve çakmağı geri uzattım. ‘’Teşekkür ederim hanımefendi.’’ Cevap vermedi. Telefonumu çıkarttım ve listeden sevgilimi bulup yeşile bastım. ‘-Alo, biriciğim ben çıktım eve geliyorum. Bi isteğin arzun var mı? +Gelirken sigara alabilir misin? Sigaram bitmiş ya, eve gelene kadar fark etmedim. Bide şey alsana gelirken şey yaptığımız, hani sen şey yapmıştın ilk seferde içememiştim sonra çok sevmiştim. -Tamam biriciğim alırım. Sorun değil. Anladım. +Ney anladın ya, şey dedim. İsmini hatırlayamadım onun. -Biriciğim bide portakal alsana gelirken, sen sıkmıştın, ilk seferde içememiştim sonra çok sevmiştim demedin mi? +Ay ben seni yerim ama ya. Tamam hızlı gel tamam mı, çok özledim bak seni. -Tamam otobüs şoförüne söylerim, karım beni özlemiş hızlı git derim biriciğim.’‘ Son cümlelerimden alay ettiğimi anladığı için sinirlenip telefonu yüzüme kapattı. Bi kaç dakika geçmeden telefonumdan bir bildirim sesi geldi. Açtım, bir mesaj. Tıkladım ve okudum. ‘‘Özür dilerim yüzüne kapatmak istemedim ama benimle alay etme bi daha çünkü küserim.’‘ Gülümseyerek okudum ve ekranı kilitleyip cebime koydum. Sigaramdan bi kaç duman daha aldım. O esnada köprüye giren otobüsü görüp sigaramdan aceleyle bir kaç duman daha aldım ve otobüs durduğu zaman kapının denk geleceği noktayı tahmin etmeye çalışarak duracağım yeri tayin ettim. Otobüs geldi. Durdu. Kapılar açıldı ve insanlar itiş-kakış içinde otobüse binmeye başladı. Bindim ve akbilimi basıp arkalara doğru ilerlemeye çalıştım. Orta kapıya gelince durdum ve en rahat şekilde tutunmak için bi pozisyon belirledim ve demirlere sıkıca tutundum. İneceğim durağa bir kaç durak kala arkamda dikelen kadının, durakta bana çakmak veren kadın olduğunu fark ettim ancak beni öyle bir süzüyordu ki, durakta beni görmezden gelmeseydi bana ilgi duyduğunu bile düşünebilirdim. Bakışlarından rahatsız olup önüme döndüm. Bişey anlamaya çalışıyo gibi bakıyodu. Bi sırrı çözmeye çalışır gibi bakıyodu. İneceğim durağa geldim ve kırmızı düğmeye bastım. Şöför durağa yanaştı ve orta kapıyı açtı. İki adım sonra durağa inmiştim ve hemen arkamdan da o kadın inmişti. Markete doğru yürümeye başladım ve hemen arkamda o kadın. Benimle geliyordu. Ara sıra dönüp belli etmeden ne yaptığını anlamaya çalışıyordum ve aynı anda o da bana öyle bakıyordu. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Markete girdim ve bi paket sigara ve meyve reyonundan dört beş portakal aldım. Tarttırıp poşete koydum ve kasaya gittim. Sağ tarafta, ilerdeki rafların önünde çocuk bezleriyle oyalanan o kadını görünce iyice tedirgin oldum ve poşetlerimi alıp çıktım. Ben çıktıktan bi kaç saniye sonra elleri boş bi şekilde o kadın çıktı. Marketin önünde durmuş sağına soluna bakınıyordu. Kaybettiği birini arayan biri gibi. Beni takip ettiğini ilk o an düşündüm ve fark ettirmeden karşı kaldırıma geçtim. Tam sokaktan çıkıyordum ki kadının ritimsiz yürüyüşü yüzünden topuklularının çıkarttığı sesle beni bulduğunu yada hiç kaybetmediğini anladım. Derdi ne bu kadının dedim kendime ama cevabını bilmiyordum. Evime çok yaklaşmıştım, bir kaç sokak ötede evim vardı ve bu kadın beni takip etmeye devam ederse sanırım evime kadar gelecekti benimle. Evime giden yoldan çıkıp yolu biraz uzattım çünkü iyice rahatsız olmuştum. Bu kadından kurtulmak zorundaydım. Gözüme kestirdiğim ilk kalabalık ara sokağa daldım. Arkamdan o da bu kalabalıpa daldı. Yürüyüşümde ki dengesizlik yüzünden yolda bir kaç kişiyle çarpıştım. İyiden iyiye hızlanmaya çalışarak ve izimi kaybettirmeye çalışarak ilerliyordum. Seyfi abinin lokantasının yanından geçerken birden aklıma oraya girmek istemeyeceğini düşündüm ve lokantaya girdim. Bi masaya oturdum, gelen garsona seyfi abiyi sordum. İşi çıktığı için gittiğini bir kaç saat sonra ancak burada olacağını söyledi. Tam bu esnada lokantanın kapısının önüne iliştirilmiş çanların şıngardamasıyla irkildim. Bi çay söyledim garsona. Arkama bakmamaya çalışıyordum. Ben çayı beklerken kapı tarafından bana doğru ilerleyen topuklu sesleri kafamın içinde yankı buluyordu. Bu kadın benden ne istiyo ya diye içimden düşünürken, yanımdan geçti ve tam çarprazımdaki masaya oturdu ve garsonu çağırdı. Menüye göz attı ama daha çok bana baktı. O sırada çayımın gelmesiyle gözlerimizi birbirinden çektik ve daha çok çayla ilgilenmeye başlayarak bu kadının benden ne istediğini sorguladım. Acaba eski bir tanığına mı benzetti diye düşündüm, acaba kaybettiği bir yakınına mı benzetti diye düşündüm. Başımı çayın üzerine eiğp daha farklı şeyler düşünmeye çalıştım. Mesela eşim beni evde bekliyordu. Bu çok güzel bi düşünceydi şu anda. Eşim hayatımdaki en güzel düşünceydi. Çayımdan bir yudum almak istediğim sırada, o kadın karşıma dikeldi. ‘’Yeter artık, şeker atmadığın çayı daha fazla karıştıramazsın’’ dedi. Neye uğradığımı şaşırdım. Bu kadın ne hakla benimle böyle konuşuyordu. Sorunu neydi. ‘‘Pardon ama sizi ilgilendirmez, karıştırmamın sebebi şeker atmış olmam değil, soğumasına yardımcı olmak.’’ Tabiki gerçek bu değildi. Şeker attığımı zannettiğim için ve birazda dalgın olduğum için karıştırıyordum çayı. Ama kendimi aşağılatacakta değildim. ‘‘Sizinle önemli bi hususta konuşmak istiyorum. Ne iş yapıyorsunuz acaba? -Duraktan beri beni takip etme nedeniniz bumuydu? +Tabiki! Başka ne olacaktı.’‘ Duyduklarım karşısında gayet sakinleşmiştim ve konuşmamız bu yönde gayet seviyeli bir şekilde devam ediyordu. İşimi anlattım ve ne gibi bir hususta konuşmak istediğini sordum. Verdiği cevap üzerine yudumladığım çayı burnumda hissettim ve özür dileyerek ayağa kalktım. ‘‘Peki, sormamda sakınca yoksa durakta, kiminle konuşuyordunuz?’’ Lafı uzatmadan eşimle diyerek sertçe yanıt verdim. ‘‘Eğer kabalığımı bağışlarsanız bu akşam yemekte size katılmak isterim. Hem belki eşiniz beni dinler, sizin aksinize.’‘ Bu cümleleri karşısında hareketsiz kalmıştım ama hemen reddetmekte bir nevi saygısızlık olurdu. Kabalıkları yüzünden sinirlerimi bozan bu kadına kaba davranmak onunla aynı seviyeye inmek istemeyerek, eşimi aradım. Misafir davet etmek istediğimi, onunda izni olursa bu akşam yemeğe birini davet edeceğimi söyledim, maalesef beni reddetmedi. Hiç tanımadığım, durakta çakmağını paylaşan bu kadına, evime kadar eşlik ettim ve girişteki büyük mai kapıyı açıp içeri buyur ettim. Yaşadığımız yerin ihtişamı karşısında hayretler içinde kaldığını açık ağzından anlayıp, koluna girip yola devam ettim. Giriş kapısından sonra bina otomatiğimi zile basarak açtırdım. Kapı açıldı ve içeri buyur ettim. Asansörü fark etmemiş olacak ki merdivenlere yeltendi. ‘’Hayır hanımefendi merdivenle oraya kadar çıkılmaz buyrun asansöre’’ diyerek yolundan çevirdim ve asansöre binmesini bekledim. Duurp asansörün içindeki ışıkları ve tavanda damgalı olan işaretleri seyretti. O böyle davrandıkça benim keyfim yerine geldi. Böylesine etkilenmiş olmasına şaşırsam da hoşuma gitmediğini söyleyemem. 14. kata geldiğimizde asansörün kapısını açtım ve buyrun dedim. Asansörden indi ve ne tarafa gideceğini bilmediği için öylece dikeldi. Asansörden çıktıktan sonra sigaramdan bir dal alıp dudaklarıma yerleştirdim ve sağ cebime elimi soktum ama, çakmak... Buradaydı. Çakmak yoktu ama. Şimdi buradaydı. Herhalde o an parmaklarım üşüdüğü için varlığını fark etmedim diye düşünerek aldırış etmedim ve sigaramı yakıp bu taraftan diyerek yolu gösterdim parmak işaretiyle. Evimizin kapısında durduk ve ben zile bastım. Arkamda durdu ve ‘geldik mi? Burası mı eviniz?’ diye garip bir soru sordu. ‘’Hayır, burası bizim kapıcının evi selam vermek için geldik’’ dedim. Alay ettiğimi anlamamış olacak ki kapıdan eşim çıkınca epey ürktü. Kapıyı açan sevgilime daha ayakkabılarımı çıkartmadan uzun uzadıya sarıldım. -Bilseydim daha çok sarılırdım.- Bu hanımefendi benimle ve sennle görüşmek için geldi güzel karıcığım dedim ve ismini bile bilmediğim hanımefendiyi eşime taktim ettim. O esnada isminin Nergis olduğunu öğrendim. Eşimin elini tutmaya çalışırken sağa sola giden eli eşimin eline değip geri çekiliyordu. Eşim bu durumdan rahatsız olup elini karnına yakın bi şekilde geri çekti ve ne olduğunu anlamaya çalışır gibi gözlerimin içine baktı. Gözlerimle ‘’bende bilmiyorum, kadın deli galiba’’dedim ve gülümsedim. Ama gözlerimle. Çünkü biz bakışarak anlaşabilen, gülebilen, konuşabilen, hatta sevişebilen bi çift olmuş. Misafir odamıza buyur ettik hanımefendiyi. Ona çay içip içmediğini sordu eşim ama kadın cevap vermedi. İçmeyecek sanırım direk yemeğe geçelim sevgilim dedim. Çok açım çünkü. Kolumdan tuttu ve bana yardım et o zaman dedi. İtiraz etmeden mutfağa gittim onunla. Tabakları aldım, içlerine çatal kaşık ve bıçakları koydum ve misafir odasının kenarında dekor gibi duran masanın üzerine servis ettim. Eşimi yormamak için salataya yardım ettiğim sırada içerde yalnız bıraktığımız kadının tuvalet nerde sorusunu duyduk. Eşim misafir odasından çıktıktan sonra sağdaki dördüncü kapı diye bağırdı ama kadın tekrar sorunca duymadığını düşünerek ben seslenip açıkladım ve eşimin gözlerine bakıp, gözlerimle ‘’anlamadım vallahi sevgilim kadın deli galiba’’ dedim. Gülümseyerek kafasını salladı ve sorun olmadığını söyledi. Tencereleri ve tek mumlu mavi şamdanı masaya servis ettim ve lavabodan henüz çıkmış olan misafir bayanı masaya davet ettim. Gülümeyerek masada eşime ayırdığım yere oturdu. Gerçekten çok kaba bi kadındı. Bi sorun yaratmamak için eşime kendi oturduğum yeri sundum. Çünkü bu tür saygısızlıklara tahammül etmekte güçlük çektiğini biliyordum. Gülümseyerek sandalyesini çektim ve buyrun güzel bayan dercesine başımı öne eğdim ve bu jestimi idrak edip gülümsedi ve eteğini tutarak çektiğim sandalyeye oturdu. Yemek boyunca hiç konuşmadık, eşimin elini tutarak çorbamı içtim. Eşimin karşısındaki sandalyede huzursuz olduğu belli olan kadın bana bakıp başını sağa sola sallayıp duruyordu. Eşim daha fazla dayanamayıp sordu. ‘‘Eşimle alakalı benim bilmediğim bişey mi biliyorsunuz? Buraya gelme sebebiniz nedir? Ne konuşacaksınız bizimle?’‘ Böyle bi çıkış beklemediğim için eşimin elini hafifçe sıktım ve gülümseyerek kadına döndüm ama eşimin bu çıkışını hiç umursamamıştı. Kaşığındaki çorbayı yudumladıktan sonra masanın neredeyse ortasında olan salata tabağından bi çatal dolusu kıvırcık ve havuç aldı. ‘‘Elinize sağlık, yemekler enfes olmuş’‘ dedi. Eşim bu kadına daha fazla dayanamayıp sandalyesini itti ve hışımla oturma odasına gitti. ‘‘Ne konuşacaksa konuşsun ve gitsin. Daha fazla durmasın benim evimde’‘ Telefonuma gelen bildirimin temsil ettiği mesajda bu yazıyordu. Gülümsedim ve ‘‘işte benim sevdiğim kız’‘ diye içimden geçirdim. ‘Evet karnınızı doyurduysanız iş konuşabiliriz... -Ben sigorta yaptıracağım o yüzden sizinle görüşmek istedim. +Nasıl yani? Bunu konuşmak için evime kadar beni izlemeniz gerekmezdi. Randevu alarak büroma da gelebilirdiniz. Derdiniz ne sizin?. -Sizi tanımıyorum, ne derdim olabilir. Bağışlayın sizi rahatsız ettiysem, sadece buna ihtiyacınız varmış gibi hissettim ve peşinizden geldim. -Size hiç bi şekilde ihtiyacım yok.’’ Son sözcüklerimden kalbinin kırıldığını hissettim, gözlerindeki o kendin beğenmiş, parlak ışığı söndürmüştüm sonunda. ‘‘Size kapıya kadar eşlik etmek isterdim ama eşim beni bekliyor. Kapıyı bulabilirsiniz sanırım. En büyük ve siyah olan kapı.’’ Zafer kazanmışçasına gerinerek sandalyemden kalktım ve oturma odasındaki eşimin yanına gidip oturdum. Televizda oynayan diziyi izliyormuş gibi yaptım ama kadının evden çıkmasını bekliyordum. Kulağım kapının açılıp kapanacağı o andaydı. Ben bunu beklerken, o bi anda kafasını oturma odasına uzattı ve ‘’ Herşey için teşekkürler, size iyi akşamlar, eşinize selam söyleyin lütfen, onu incittiysem özür dilerim’’ diyerek kapıya yöneldi, ayakkabılarını giymeye çalışırken garip topuk sesleri geldi ve kapının açıldığını duydum. Ve işte sonunda gitmişti. Ne gündü ama. Günün bütün yorgunluğu eşimin kolları arasında üçlü koltukta uzanırken vücudumu terk ediyordu işte. Gerçek huzur alp dağlarının tepesinde bi manastırda değildi. Sizi seven bi insanın iki kolu arasındaydı gerçek huzur. Gece eşimle uzandığımız üçlü koltukta uyuyakalmışız. ----------------------------------------------- Hamza, bugün başıma ne geldiğini anlatsam, inanamazsın. Şaka gibiydi. Bi drama filminin ortasında gibi hissettim tüm gün boyunca. -Ne oldu? Bugün işten sonra durağa gittim. Otobüs beklerken bi evsiz geldi durağa, eski püskü kıfayetler giyen, saçı sakalı kirden isten görünmeyen bi adamdı. Epey de yaşlıydı. Sigara çıkarttı kabanının cebinden, çakmağını aradı aradı bulamadı. Bende o ara sigara yakmaya çalışıyodum. Rüzgar yüzünden zorlandım baya, sigaramı yaktım, sonra çakmağı ona uzattım. Neden deme, çünkü halini görsen için burkulurdu ya... -Bu mu yani o kadar abarttığın dramalık olay? Kızım millet açlıktan ölüyor. Üvey babası 6 yıl tecavüz ediyor da kimseye anlatamıyor. Saçmalama artık. Olur. İnsanlar evsiz kalabilir, çakmağını unutabilir. Bunlar olağan şeyler. Saçmalama be, anlattırmıyosun ki. Deli ediyosun beni. Neyse anlatıcam ama bölme. Sonra adam çakmakla sigarasını yakıp çakmağı geri uzattı. ‘’Teşekkürler hanımefendi.’’dedi. Gerçekten bu kadar nazik bi konu��ma şekli beklemiyordum, o an nutkum tutuldu. Bişey diyemedim adamcağıza. Rica edecektim, o anda önüne döndü, eline kırıp ekranı parmparça bi telefon alıp parmaklarıyla üzerinde bişeyler yapmaya başladı. O anda bişeyler olduğunu anladım. Sonra o kırık telefonu kulağına götürdü. Eşiyle konuştu. Telefonu kapattı. Gülümseyerek kapattı. İnanamadım. Gerçekten aradığını bile düşündüm ama telefon eline aldığı andan itibaren kapalıydı. Ekranı hiç parlamadı harun. Anlıyor musun? -Anlamadım, bi dakika... Adam deli miymiş amına koyim. ulan ne komik şey be. Vay kodumun delisi... Kes aptal saptal konuşmayı da dinle harun. İettnin geldiğini gördü ve böyle koşar adımlarla ama ağır aksak duracak bi yer buldu yolun kenarında. Ne yapmaya çalışıyo diye düşünürken fark ettim ki iett’nin durucağı yeri anlamaya çalışıyodu. Orta kapıdan bindi. Biraz gerilere ilerledi. O an dedim ki bu adamı izle kızım.Bu gece uyuyamazsın yoksa. Bu adama iyi bak. Bütün yolculuk boyunca adamı izledim. Gözümü nadiren çektim üzerinden. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Gerçekten aklında bi aksaklık mı vardı yoksa öyle mi davranıyordu anlamaya çalışıyordum. Ama uzaktan bakarak bi yere varamazdım. Kırk dakika sonra ineceği yere geldiğini kırmızı düğmeye basınca anladım. Bende indim. Peşinden yürümeye başladım. Peşinden gittiğimi anladı, markete girdi. Sigara portakal falan aldı. Adama para vermeden çıktı marketten. Marketteki kasiyerde hiç para falan talep etmedi adamdan. Tabi ben bunları düşünürken o marketten çıktı.Hemen arkasından bende çıktım. Ama onu göremedim. Sağa bakıyorum yok sola bakıyorum yok. Anladı mı acaba diyorum onu izlediğimi... Tam o ara yolun karşısında ki kaldırımda gizlene gizlene gittiğini fark ettim. Koştum peşine adamın. Harun yemin ederim ben böyle koştuğumu hatırlamıyorum. Ayağımda da işten yeni çıktığım için topuklu ayakkabılar var. Ne kadar canım yandı anlatamam. Sonunda aramızdaki mesafeyi iyice azalttım. Bu seferde yürüyüşünü hızlandırdı. Ben de onun gibi hızlandım. Bi sokağa girdi, dğer sokaktan çıktı. Aynı sokaktan üç kere geçtiğime yemin edebilirim. Sonunda b ara sokakta giderken bi lokantanın önünden geçti, sonra hemen hızlıca dönüp içeri girdi. Tabi hemen arkasından ben. Masaya oturmuş, garsonla konuşuyo arkası kapıya dönük. Gittim çarprazına oturdum. Adamı inceliyorum. Elimde de bi menü var. Ben ona bakıyorum o bana bakıyo. Bişeyler söylüyor eminim ama ne söylüyor anlamıyorum. Gözleriyle konuşuyordu harun, yemin ederim adam gözleriyle konuşabiliyordu ama ben o dile yabancıydım diye anlaşamadım adamla. Sonra menüden bi çay istedim, birde su. Kafamı kaldırdım, baktım. Kafasını bardağa eğmiş, mazlum bi şekilde çayı karıştırıyor, oturduktan iki dakika sonra gelen çayı deli gibi karıştırıyor ama çaya şeker atmadığına adım gibi eminimdim. Daha fazla dayanamayıp kalktım masasına gittim. Yeter dedim. Çaya şeker atmadın dakikalardır karıştırıyosun. Birden o mazlum halinden sıyrılıp aslan gibi kükredi. Ben çaya şeker attığım için değil, soğumasına yardım etmek için karıştırıyorum ‘ diye. O an neye uğradığımı şaşırdım. bi kaç dakika sonra ordan çıktı. Arkasından bende çıktım. Vazgeçecek değildim. Buraya kadar geldim peşinden. Bağırdı diye dönecek vazcayacak değildim. Eve gittiğini düşünüp yanına gittim ve alakasız olduğunu bile bile kendimi evine zorla kabul ettirdim. O kırık telefonu çıkarıp tekrar eşiyle konuşuyormuş gibi yaptı. Tamam dedi, öylesine duru... Eşim sorun olmaz diyor, gelebilirsin. Hiç art niyetsiz. Ses tonu hiç titrmedi. Hiç bi kötülük yaklaşmaz bu adama dedim içimden. Öylesine berraktı. Sonra evim dediği yere geldik. 20 katlı bi bina. Yıkılmak için boşaltılmış, sonra da öylece bırakılmış. ‘‘İt bağlasan durmaz’‘ denir ya, işte o laf burası için söylenmiş sanırsın. Sağda solda uyuyan tinercilerden tut, köpek leşlerine kadar bir çok şey vardı ‘’bahçemiz burası’‘ diyerek beni geçirdiği yerde. Yemin ederim o an ağlamamak için dişlerimi sıkmasaydım, olduğum yere oturup ağlardım. Binaya girdik, hala olduğum, o anda bulunduğum yerin şokunu atlatamamıştım. Bulduğum ilk odaya girmek için rast gele yürürken koluma girip asansöre çekti beni. -Sana zarar vermedi dimi? Nerde şimdi? Hayır sevgilim, bana zarar vermedi, asansörden indik, ta tepelerde bi katta. Asansörün her yerinde küfürler yazıyordu. Ağzım açık kaldı bütün yol boyu. Sonra bi dairenin önüne geldik. Kapısı temsilen orda duruyordu. Kapıyı çaldı, ittirdi ve eşine sarıldı. Beni eşine taktim etti ve elini bu da eşim der gibi bana eşinin olduğunu düşündüğüm yere doğru bi nokta gösterdi. Korkudan gebericektim o an harun. Yemin ederim adamın eşi oradaymış gibi hissettim. Kalbi kırılmasın, sorun olduğunu düşünmesin diye elimi uzattım ama o kadar titriyordu ki elim, biraz sonra elimi geri çekmek zorunda kaldım. Elimi bişey tutacak diye o kadar çok korktum ki. -Nergis, bu anlattıklarında ciddi misin kızım? Bak beni kandırmıyosun dimi? Saçmalama harun, sana neden yalan söyliyim ya. Hatırladıkça bile içim bi fena oluyo zaten. Neyse bak bitmedi ki daha. Misafir odasına buyrun dedi elini böyle göbeği hizasında ileri doğru bi odaya uzattı ama odaya girdiğimde yerde gazete ve kartonları yığıntı yaparak koltuk yapıldığını görünce daha fazla dayanamıcamı düşünüp gitmeyi hemen orayı terk etmeyi düşündüm. Yemin ederim korkudan ve üzüntüden ağlayacaktım. Hiç bozuntuya vermeden o yığıntının üzerine oturdum. Kirden pislikten ne kadar tiksindiğimi biliyosun harun ama sana yemin olsun o anda dünyadaki hiç bi yer o yığıntı kadar temiz olamazdı. O an düşündüm, acaba bu adam burayı nası görüyor diye. Gözleri beş yıldızlı odadaymış gibi gülüyordu. Yanıma geldi ve yemeğe geçelim artık dedi. İçeriye geri gitti. Karısıyla konuşuyordu. Onu duyuyordum. Lavabonun yerini sordum otururken. Tarif ettiği yere girdiğimde gerçekten eskiden buranın bir lavabo olduğunu anlayabiliyordum ama bir kaç saniyeden fazla duramadım orada. En fazla bir kaç saniye harun. İçeriye geri gittim. Sofraya buyur eden gözlerle bana baktığını anlayabildim. Az önceki yığıntının üzerine oturdum ve ne yiyeceğimizi merak ederek beklemeye başladım. O anda adamın karşımda dikelip önümüzdeki kırık ayaklı masanın karşısında ki yığıntıyı çektiğini fark ettim. Buyrun güzel bayan diyerek karısını az önce çektiği sandalyeye oturttu. O an dank etti harun. Bu adam bunları hayal etmiyordu. Bu adam bunları yaşıyordu. Onun için belki ben hayal ürünüydüm ama o an eşi onun için gerçekti. O anda masada birtek kuş sütü eksikti. Ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırdım. Korkuyu, huzursuzluğu, endişeyi en derinlerime kadar hissettim o an harun. pislikten sararmış bi tabağa sarımsı garip bi şey koydu. İlk anda içmeyeceğime emindim ama sağ tarafımda oturmuş tek elini bi eli tutar gibi sabit bırakmış önümde duran şeyi büyük bi keyifle içtiğini gördüm. Harun, portakal suyuydu. Akşam saat sekizde, portakal suyu içiyordum. Evsizin birinin evinde. Portakal suyu içiyordum. O an gözümün buğulandığını anladım. Başımı eğdim ve gözümü kırptım. Göz yaşımın düştüğünü hissettiğim anda kafamı kaldırıp karşımda boş duran sandalyeye bakarak gülümsedim. O an gitmem gerektiğini düşündüm çünkü adam eşiyle kısık bi sesle konuşuyordu. Ve anladığım kadarıyla benim orda olmamdan ikiside rahatsız olmuştu. Ne diyeceğimi bilemedim ve birden adam artık iş konuşalım bu önemli husus ne diye sordu. Afalladım kaldım harun. Senin evlilik teklifinde bile bu kadar panik yapmamıştım. Birden ağzımdan ne çıkarsa çıktı. Sandalyenin düşüşüyle yerimden zıplayacak gibi oldum. Eşinin gidişini seyrettiğini anlayabiliyordum çünkü kapıya doğru yavaşça farklı noktalarını seyrettiğini gördüm. Aptal saptal bi ton şey söyledim. O kadar mantıklı ve o kadar bilinçli cevaplar verdi ki olamaz dedim o an içimden. ‘‘Bu adam deli olamaz. Ben deliyimdir. Bu adam deli olamaz. Bu adam bu hayatı gerçekten yaşıyor. Ben göremiyorsam ben deliyimdir.’‘ Bunu dedim kendime harun, inanabiliyor musun? Sonra birden saman alevi öfkesi parladı, kapıyı göstermeme gerek yok, gidebilirsin dedi ve ayağa kalktı. Yan odaya gidip yine kartonları yığıntı yaparak oluşturulmuş kanepeye benzer bi şeyin üzerine uzandı. O anda öyle bi şekilde uzandı ki o kanepeye. Biz kanepede uzanırken senin yüzünde oluşan tebessüm gibi bi tebessüm vardı adamın gözlerinde. Teşekkür ettim, beni misafir ettikleri için. ama sanırım bi pot kırdım. Odadan çıkmadan önce eşinize selam söylersiniz dedim. Odadan çıkmadan önce bu hatamı fark etmedim. Çıktıktan sonra da zaten apar topar topuklularımı giyip bi taksi çağırdım. Önce buraya girmeyeceğini söyledi ama zorla da olsa taksiciyi oraya gelmeye ikna ettim. Sonra da ilk iş olarak eve geldim seni aradım. -Nergis bu anlattıkların doğruysa, yani o adam gerçekten anlattığın gibiyse ona yardım etmeliyiz. Biliyosun değil mi? Üzülmek ona yardım etmez. Hiç değilse yetkili birilerine haber verip tedavisini üstlenebiliriz. Bunu gerçekten yapar mıyız harun? -Tabiki canım sevgilim. Tabiki! ----------------------------------------------- Sabah o binaya eşim harunla beraber gittik. Dün gece karanlıkta geçtiğim yerleri bugün aynı şekilde hatırlıyordum. Sağda solda uyuyan tinerci çocuklar bu sabah yoklardı. Binaya girip asansöre bindik. Sabırsızlıktan deliriyordum. 14. Kata geldiğimizde asansörü durdurup kapıyı açtım. Dün gece o adamın evim diye beni götürdüğü dairenin girişine götürdüm eşimi. Sabırsızlıktan deliye dönmüştüm. Kapıdan içeri girdim ve dün gece bıraktığım yerde olması için içimden dualar ediyordum. Sağdan girip dün gece uyumak için gittiği odaya girdim. Ama yoktu. Bi fark vardı duvarlarda yazılar vardı. Dün gece olmadığına emin olduğum yazılar. ‘’Hey! Kimse yokmu!’’ diye bağırdım ve karşılık verilmesini can kulağıyla bekledim. Balkon tarafında bişeylerin düştüğünü duyup eşimin kolundan tutup o tarafa doğru çekiştirmeye başladım eşimi. Hey, sen burda mısın? Diye bağırarak balkon olduğunu tahmin ettiğim kapıya doğru yaklaştım. ‘’Ne var, ne istiyosun benden nergis! Herşeyi mahvettin. Herşeyin amına koydun. Ne istiyorsun benden nergis!’’ Daha ne yaptığımı anlamamıştım ki duvara sert bi yumruk vurdu ve altı strafor dolu olan duvarı içine çökertti. Elinin kanadığını görünce üzülerek yavaşça ona doğru ilerledim. Eşim hiç konuşmadı o ana kadar. Adam duvara yumruk atınca eşim daha fazla sessiz kalamayarak onunla konuştu. ‘’ Oğlum N'oluyor anlatsana, neden yumrukluyorsun duvarları, dün gece odandaki aynayı kırmışsın girer girmez anladım. Neden böyle yapıyorsun anlatsana, niye böyle yapıyosun lan' dedi sesi biraz yüksek , hatta bağırdı biraz.. o Adam eşime doğru dönüp, el parmaklarını geriye doğru açıp, olanca gücüyle kafasına vurarak ''Burdakiler yüzünden ulan!'' dedi. Senin karın benim karımı yok etti ulan. Görmedi onu. Konuşmadı, tokalaşmadı. İnanmadı lan senin karın benim sevdiğim kadına. Öldürdü ulan onu. İnançsızlığıyla öldürdü onu. Ben de çok tutunmam burda’’ diye devam etti ve kendini boşluğa bıraktı. Eşim ve ben onu yakalamaya çalıştık ama başaramadık. Ellerini tutmamıza bile izin vermedi. Onu tutmak için çok geç kalmıştık. Eşim koşarak asansöre gitti ve ambulansı aradı. Bense donup kalmıştım. Ben dün gece iki kişilik mükemmel bir aileyi yok etmiştim. Bütün duvarlarda, hepsinde aynı yazı vardı. Günlerce araştırıp anlamını bulana kadar pes etmedim bu yazıların. Ben o adamın karısını görmemiştim. O adamın karısını kül etmiştim. ‘‘הם לא רואים נרקיסים אשתי‘‘
Sonunda anladımki, Bazı güzellikler gözle görünmüyormuş. O adamın eşi gibi. Evi gibi. O adam gibi. Kirin pasın arasında gizleniyormuş bazı güzellikler. İki cana kıydıktan sonra anladım ki, insanın gözleri körmüş. Gönül gözü görüyormuş güzellikleri…
4K notes
·
View notes
Text
Benim en sevdiğim çiçek lavantadır, bir de lale; ama beyaz olanlarından… Kimse çiçek vermedi bana; ne babam, ne annem, ne arkadaşlarım, ne de bir başkası… Sevdiklerimden,sevdiğim çiçekleri almadım yanii. Bu bir eksiklik midir bilmiyorum ama, kesinlikle üzüyor insanı. Şimdi kendi lalelerimi, kendi lavatalarımı yetiştiriyorum. İnsanları yalnız bırakmayın olur mu?
2K notes
·
View notes
Text
beni bir tek sen toparlıyorsun, bir tekte sen darmadağın ediyorsun. bu aşk işte.
3K notes
·
View notes
Quote
her gece aynı saatte gökyüzünde buluşalım seninle.mesafeleri yok sayalım.
(via huzurubulmakyasak)
64 notes
·
View notes
Photo

İnsan diyorum; toprağa ayağının değeceği, bahçesinde memleket türküleri söyleyeceği, oturup bir ağaç altına semaverden çay içecegi ve gece yıldızları seyredip, sabah kuş sesleriyle uyanabileceği bir yerde yaşlanmalı. Soğuk betonların ve taş yürekli insanların arasında değil.
Uğur Gökbulut
115 notes
·
View notes
Text
1 saat konuşmadığında özlediğin insandan aylarca ayrı kalmak.
18K notes
·
View notes
Quote
Birinin, kalbinizdeki çiçekli balkon olması ne güzel bir his..
(via istanbulkadar)
219 notes
·
View notes
Text

“Evet, kusurluydu. Fakat gönül meselelerinde bunun ne önemi var? Biz insanlar bir şeyi sevdik mi severiz. Mantığın bunda yeri yoktur. Hatta mantıksız sevgi pek çok açıdan gerçek sevgidir. Sevmek için bir sebebi oldu mu herkes sevebilir.“ _Patrick Rothfuss, Bilge Adamın Korkusu _Görsel: Sergio Cerchi
52 notes
·
View notes
Quote
Sevmek mübalağa sanatıdır. Abartın…
İsmet Özel (via fthlc)
2K notes
·
View notes