calakalemnotlar
calakalemnotlar
Notlar
8 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
calakalemnotlar · 1 year ago
Text
0 notes
calakalemnotlar · 1 year ago
Text
TASLAK YAZI - Direnişin Dostları Kimlerdir?
17 Ekim gecesi İsrail Konsolosluğu önünde kolluk güçleri İsrail’i protesto eden müslümanlara karşı hukuk ve vicdan sınırlarını çokça aşan kötü muamelesine şahitlik edildi. Polis, içlerinde Memursen üyelerinin, Cumhurbaşkanının özel ilgisinin bulunduğu İslami sivil toplum kuruluşlarının, yaşlıların, çocukların bulunduğu bir kalabalığa plastik mermi sıkmakta bir beis görmedi. Daha kötüsü ise bu polisin bu keyfi tutumu akabinde herhangi bir takibata uğramadı, her zamanki gibi kimse cezalandırılmadı.
Kolluk güçlerinin hukuk sınırlarını aşan keyfi davranışlarına ve kötü muamelelerine karşı durmak, çok temel bir insanlık ödevidir. Zira kolluk, hiçbir surette muhakeme, cezalandırma mercii değildir. Ancak kolluk tarafından kötü muameleye uğramak da bir haklılık karinesi değildir.
İsrail’le ticaretin kesilmesini protesto ettiğini iddia eden bir grubun gördüğü polis şiddeti üzerinden köpürtülen tartışmalar ve tarafların birbirine yönelttiği ithamlar, konuyu kendi mecrasından çıkarıyor. Bu çerçevede Filistin’in özgürlüğü için slogan attığı ve kötü muameleye maruz kaldıkları için de facto olarak haklı olduklarını iddia eden protesto grubunun tam karşısında, polisin her koşulda haklı olduğunu düşünenler yer alıyor. Bunun dışında bu spektrumun ortasında protesto grubunu başka siyasi konulardaki tutumları sebebiyle eleştirenler ve bu eleştiri sahiplerini herkesi devletçilikle, hatta devletperestlikle itham eden kişiler bulunuyor.
Burada dikkat edilmesi gereken birinci husus, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, kolluk tarafından kötü muameleye uğramanın bir haklılık karinesi olmadığıdır. Kötü insanlar da kötü muameleye uğrayabilir ve bu kötü muamele hâlâ yanlıştır. Sadece kötü muameleye maruz kaldığı için bir suçluyu savunulmaz. Suçlu suçludur, ancak kötü muamele yanlıştır.
İkincisi, Filistin’in özgürlüğü için slogan atıyor olmak, başlı başına iyi bir şey yaptığınız ve direnişe destek olduğunuz anlamına gelmez. Unutulmamalıdır ki, binlerce çocuğun katili Baas rejimi ve onların etki ajanları da Filistin’in özgürlüğü lehine propaganda yapmakta, İsrail aleyhine konuşmaktadırlar. Ancak bu onların aşağılık birer katil olduğunu değiştirmez. Halepli çocukların kanı, Gazzeli çocukların kanından daha değersiz değildir. Halepli çocuklara üzülmeyenlerin Gazzeli çocuklara üzüleceğini varsaymak, üzülerek belirtmeliyiz ki, en kibar tanımıyla saflıktır. Önce Filistin’in dostları, sonra da müslümanlar olarak başka siyasi angajmanları ve ajandaları dolayısıyla Filistin hakkında konuşanların her eylem ve sözünü desteklemek zorunda değiliz. Nitekim unutulmamalıdır ki direnişin temsilcisi HAMAS da zaten Filistin davasını sahiplenen, İsrail’e karşı savaşmış bir gruba karşı olarak kurulmuş, hatta İsrail’e karşı savaşmış bu grupla sıcak çatışmalara girmişti. Demek ki İsrail ile savaşmış bir Filistinli bile yeri geldiğinde “direnişin düşmanı” olabilecektir.
Şaşalı bir şekilde Müsiad’ı protesto edip, gelen tepkiler üzerine mahcup bir şekilde Tüsiad’a da yürüyen, İsrail’den çok Türkiye ve özelde de Tayyip Erdoğan’dan bahseden bu grup karşısında nasıl bir tavır takınılması gerektiği hususu, aslında sorunun cevabını da içeriyor. Gazze’den daha fazla Türkiye’yi konuşturuyorlar, Hamas’tan daha fazla kendileri gündeme geliyor. Esasen en yetkili ağzıyla Hamas’a terör örgütü diyen, yerel seçimlerde en yüksek oy oranına sahip olan ve üstelik İsrail Dışişleri Bakanı tarafından Erdoğan’ı yendikleri için tebrik edilen siyasi parti ve yetkilileri hakkında konuşmuyorlar bile. İsrail televizyonlarında bile HAMAS’ın terörist olmadığını deklare eden Erdoğan’ı katil ilan ediyorlar görüyorlar fakat direnişçilere terörist diyenlerin durumu hakkında yorum yapmıyorlar. Çok açık ve sistematik bir biçimde Filistin meselesini Tayyip Erdoğan karşıtlığına indirgiyorlar. -Her koşulda kolluğun kötü muamelesinin karşısında olunması gerektiğini bir kez daha hatırlatarak- her eylemlerinde kolluk ile çatışma durumuna düşüyorlar ve her seferinde gündemi süslemeyi başarıyorlar. Grubun her eylemi, işgali, Hamas’ı, direnişi, Gazze’yi unutturuyor, kendilerini hatırlatıyor. Odağımız her seferinde kayıyor, İsrail her seferinde gündemden düşüyor, kucağımızda iç siyasi çelişkilerimizden başka bir şey kalmıyor. Günün sonunda Gazze de Erdoğan karşıtlığı için bir dekor haline geliyor. Örnekler çoğaltılabilir. Ancak açık olan şudur ki, tek ajandasının Filistin olmadığı açıkça belli olan, eleştiri ve protesto hedeflerini iç siyasi angajmanlara göre ayıklayan, ancak hepsinden önemlisi sürekli ve sürekli, bıkmadan usanmadan, gündem değiştirmeyi başaran bu grup hakkında yapılabilecek en doğru şey, onları yok saymaktır. Filistin direnişi kimsenin etkileşim aracı ya da iç siyaset aparatı değildir.
Hâl böyleyken, yukarıda saydığımız eleştirileri yapmak da kötü muameleyi meşrulaştırmak değildir. Sistematik olarak Türkiye düşmanlığı yapan etki ajanlarının dışında, siyasi bilinç olarak ergenlik çağını aşamamış müslümanlar da her eleştirel duruşu, konuyu incelemeye, tartışmaya yönelik her çabayı devletçilikle itham etmektedirler. Bu tavrın uzun uzadıya incelenmesi gerekmekteyse de, bu histerinin konuşarak çözülemeyeceği açıktır.
(...)
Yazının başında ifade ettiğimiz gibi, Filistin dostlarına yönelik kötü muamele, ilk önce geniş müslüman halk kitlelerine ve ana omurga İslami hareketlere yönelik başlamıştır.  Kolluk kuvvetlerinin Filistin dostlarına yönelik kötü muamelesinden ve gayrıvicdani tutumundan rahatsız olan müslümanların, hesap sormaya buradan başlaması isabetli olacaktır.
(...)
2 notes · View notes
calakalemnotlar · 2 years ago
Text
Filistin’i Kurtarmak Kimin Görevi?
7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’ndan sonra ortaya konulan tepkilere bakıldığında müslüman kamuoyunda Filistin’e karşı kimin hangi ölçüde sorumlu olduğuna ilişkin büyük bir kafa karışıklığı olduğu görüldü. Birileri Rus Ordusu ile beraber Halep’i işgal eden askerlerinin, Beşar Esed yönetimi altındaki Şam’da resmi olarak hangi sıfatla bulunduğu meçhul olan komutanlarının Mescid el-Aksa’yı kurtarmak için şehid olduğunu iddia ederken, birileri Türkiye Cumhuriyeti’nin Gazze’ye askeri müdahalede bulunmamasını, Tayyip Erdoğan’ın İsrail ile ticaret yapan özel sektör şirketlerini engellememesini Filistin’e ihanet olarak niteledi.
Bu tartışmaların propaganda savaşlarının, devletlerin söylem mücadelesinin bir parçası olduğu ve dolayısıyla ancak devletler arası ilişkiler çözümlenerek çözümlenebileceği söylenebilir. Ancak bu tartışmalar içinde bilhassa Türkiye’deki müslüman kamuoyunun siyasi ve içtimai roller hakkındaki kafa karışıklığı da görünür oldu. Geniş halk kitleleri, İslamcı kuruluşlar/topluluklar, Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti… Kim, neyden, ne kadar sorumlu?
Sorumluluk/teklîf kavramı, âlimlerce yüzyıllardır tartışılagelmiş, müslüman, akîl ve bâliğ kişinin mükellef olduğu ifade edilmiştir. Ancak mükellef kişilerin siyasi ve içtimai hadiselerdeki sorumluluklarının tespiti bu kadar net olmamaktadır. Müslüman toplumlara bakıldığında, müslümanların az bir kısmının siyasi ve içtimai hadiselerde inisiyatif aldığı görülmektedir.  Nitekim Âl-i İmrân Suresi’nin 104’üncü ayetine[1] bakıldığında da iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın, içimizden bir grubun sorumluluğu olduğu anlaşılmaktadır.[2] Bu grubun muasır dönemdeki temsilcilerine İslamcılar adını vermek mümkündür.[3]
İyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek sorumlu bir topluluk olduğu ve bunların siyasi ve içtimai alanda sorumluluklarının olduğunu tespit etmenin, sorumuza cevap verdiği düşünülebilir.
Türkiye’de 2002 genel seçimlerinden sonra başlayan Recep Tayyip Erdoğan yönetimi ve AK Parti iktidaır, gün geçtikçe müslümanlara serbestlikler tanımış, dünya müslümanları ile iyi ilişkiler geliştirdi. Hatta 2012 yılındaki AK Parti 4. Olağan Büyük Kongresi’nde HAMAS’ın o dönemki Siyasi Büro Şefi Halid Meşal de konuşma yapmış ve Erdoğan’ın sadece bir Türk lider olmadığını, İslam aleminde de bir lider olduğunu söyledi. Halid Meşal’in yanında kongreye dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Şehid Muhammed Mursi, Tunus Nahda Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi, dönemin Irak Kültür Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin de aralarında bulunduğu 200 yabancı konuk katıldı. Halid Meşal, daha sonra 2014 yılında da AK Parti Konya 5. Olağan İl Kongresi’ne katıldı.
(...)
[1] ﴾104﴿ İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
[2] “Ümmet tabiri burada “topluma önderlik edecek olan grup” anlamına gelmektedir (bilgi için bk. Bakara 2/128, 213). Yüce Allah müslümanların içinde onlara önderlik edecek, birlik ve beraberliklerini sağlayacak, onlara iyiliği emredecek, onları kötülükten sakındıracak, insanları İslâm’a çağıracak bir sosyal kontrol mekanizmasının bulunmasını istemektedir. Müfessirler müslümanların böyle bir kurumu oluşturmalarının farz-ı kifâye olduğunu belirtmişlerdir. Bu görev yerine getirilmediği takdirde, görevin özelliğine göre o topluluğu meydana getiren yükümlülük çağındaki bütün müslümanlar bu ihmalden dolayı sorumlu olurlar (Elmalılı, II, 1155). Nitekim Tevbe sûresinin 122. âyetinde de her topluluktan bir grubun gerekiyorsa ilim yolculuğuna çıkıp dini iyice öğrenmeleri ve toplumlarına döndükleri zaman onları eğitip uyarmaları istenmektedir.” Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 s. 645,  https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/%C3%82l-i%20%C4%B0mr%C3%A2n-suresi/397/104-ayet-tefsiri E.T. 31.12.2023
[3] Gündemdeki tartışmalarla ilgili bir not düş.
0 notes
calakalemnotlar · 2 years ago
Text
Bugünlerde İsrail mallarını/İsrail'i destekleyen firmaların mallarını ekonomik boykot konuşuluyor. Tartışılıyor demiyorum zira bir tartışma ortamı da yok, "bir şeyler adına" o tartışmayı sürdürecek kimseler de yok. Herkes kendi pozisyonundan bir şeyler söylüyor, esasen ne kadarı esaslı bir biçimde ekonomik boykot hakkında, ne kadarı sadece gündem hakkında bilinmiyor. İnsanlar gündemler arasında savruluyor, Dilan Polat ile ekonomik boykot aynı hassasiyetle konuşuluyor...
Bazı firmaların geri adım attığı, bazı firmaların satışlarının düştüğü söyleniyor. Geçmişteki boykot çağrılarının başarısızlığından dem vuruluyor. İddia edildiği gibi bugünkü boykot hassasiyeti geçmişteki boykot hassasiyetini aşmış mı veya gerçekten daha etkili oldu mu bilinmez. Ancak açık olan bir şey var ki bugün çok daha fazla insan belirli markaları tüketmekten vazgeçiyor. Bu noktada şunu düşünmekte fayda var: Acaba geçmişteki boykot hassasiyetinin sonuç almaktan daha uzak olmasının sebebi, o insanların boykot konusu ürünlerden daha uzak olmaları olabilir mi? Zaten belirli ürünleri tüketmeyen bir grup insanın, o ürünleri tüketmemeye devam etmesi elbette görünür bir etki doğurmayacaktır. Böylece tartışmamız gereken şey neden bugün boykot ürünlerinde bu kadar çok yer tuttuğumuz olabilir mi?
Bugünün başarısı, kendi başarısızlığında mı saklı?
Temelleri esas alan ve temelleri hedef alan bir bakışa ihtiyaç var.
23.11.2023
0 notes
calakalemnotlar · 3 years ago
Text
"Selahattin Demirtaş kuşkusuz bir devrimci değildir, hiç bir zaman da olmamıştır. Ancak devrimci mücadeleden etkilenen, mücadelenin yarattığı imkan ve değerler ortamında büyüyen ve yetişen, siyasi olarak da orta sınıf çizgisini temsil eden bir kişidir. Bu açıdan bu mücadelenin öyle veya böyle bir tarafında yer almış, demokratik siyaset alanında bazı görevler üstlenmiş ve sırf bu nedenle tutsak edilmiş biridir. Elbette Selahattin Demirtaş’tan devrimci bir tutum beklemek çok naif bir yaklaşım olur, ancak içine girdiği tutum ve yaklaşımlara söyleyeceğimiz birkaç söz vardır."
Alişêr Piran - Turnusol Kağıdı ve Demirtaş'ın Açıklamaları
0 notes
calakalemnotlar · 3 years ago
Text
"Kuşkusuz, eleştirinin silahı, silahların eleştirisinin yerini alamıyor; somut güç, ancak somut güçle yenilebiliyor; ama teori de, yığınları sarar sarmaz, somut bir güç durumuna geliyor. Teori, ad hominem* tanıtlar tanıtlamaz, yığınları sarabiliyor ve radikal duruma gelir gelmez de ad haminem tanıtlıyor. Radikal olmak, şeylerin köküne gitmek anlamına geliyor. Ama, insan için kökü, insanın kendisi oluşturuyor. Alman teorisinin radikalizminin, dolayısıyla pratik gücünün apaçık kanıtını, dinin gözüpek ve olumlu bir biçimde ortadan kaldırılmasını hareket noktası olarak alması veriyor. Dinin eleştirisi, o insan için en yüce varlık insandır öğretisine, yani insanı aşağılanmış, köleleştirilmiş, yüz üstü bırakılmış, hor görülecek bir varlık durumuna getiren bütün ilişkilerin tersine çevrilmesi kesin buyruğuna yol açıyor ve söz konusu ilişkileri de köpekler üzerine bir vergi tasansı dolayısıyla bir Fransızın şu feryadı çok iyi belirginleştiriyor: "Zavallı köpekler! Sizlere de insan gibi davranmak isteniyor!"
*"Ad hominem" tanıtlamak, tanıtlamayı karşıdaki kişinin kendi söz ya da eylemlerine dayandırmak anlamına geliyor. -Ed.
Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi - Karl Marx, 1843
0 notes
calakalemnotlar · 3 years ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Frantz Fanon
0 notes
calakalemnotlar · 3 years ago
Text
"...
Ne gezer! Çoğu nereden çıktıkları bilinir veya bilinmez sürü sürü keskin “lider” ve avantürye “ideolok” zibidileri ortalığı kavram mahşerine çeviriyorlar. Halkın da, gençliğin debilınçsizliğini – bılgisizliğini – örgütsüzlüğünü- davranışsızlığını son kertesine dek sömürüyorlar… Ve hepsi birden, denizin dibine atılmak üzere çuvala doldurulnıuş kedilerle köpekler gibi hâlâ birbirleriyle dalaşıyorlar. İçlerinde “mârifet” yapmadıklarına inanmıyan da çıkmıyor. Kanlı Faşizmle, antidemokratik Finans – Kapital diktatörlüğü ile her araçtan yararlanıp savaşmak en birinci ilke (prensip)… Şu anda, ondan önemli yakıcı ilke (prensip) olabılirmiş gibi: Türkiye için uydurma “ilke – tilke” havlayışlarıyla iki kişiyi bir araya gelemez kılıyorlar. Bu tür düşünceler ve davranışlar Tarihin her döneminde yenik düşmüş anıtsal beyinsizlikler midir? Yoksa, fıravunlardan çarlara ve padişahlara dek her müstebidin binlerce yıl besleyip yetiştirdiği en başarılı provokatörlükler midir? Halk bir damla iş ve bir lokma ekmek için kıvranıyor. Halkı o işsizlik ve pahalılık cehenneminde aydınlatacak bilinçli örgütlenme günün biricik problemi. Herif durmuyor, dinlenmiyor. İktidar canavarına birkaç yüz gencin daha sıcak kanını içirme fırsatını ve keyfini vermek isterce, horoz dövüşü çapında ve yazıyla, çiziyle: “silâhlı savaş devrimciliği” kışkırtmalarını aklınca“teori”leştiriyor. Silâh sözcüğünün salavatla ağıza alınacağını, onu da ancak ehil olanın, yerinde alabileceğini pratikçe kavramıyor. Silâh kim, sen kimsin, a gönüllü polis devrimcisi hödük? Silâhlı kuvvetin ne olduğunu hiç mi kimse bilemez sanırsın a hebenneka! Silâhın ve silâhı kullanmanın ne olduğunu senden mi öğrenecek Kuvayimilliyecilikle yoğurulmuş bu millet, bu halk, bu işçi sınıfı, bu köylü yığını, a hâin değilse soytarı cici devrimci! Sen daha sağ karşı – devrimci molla hacıağa kadar olsun, “saf bağlayıp”: “-Rab! Rab!” diyen sol – sağ adımını atmayı öğrenmemişsin. Çakmaklı tüfekle ayda füze avcılığına mı çıkacaksın a Donkişot?
...
"
Hikmet Kıvılcımlı ~ 2 Şubat 1971
1 note · View note