Tumgik
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Reflu
Aslında reflü genel manada bir organ içinde olması gereken sıvı içeriğinin başka bir bölgeye geçmesine verilen isimdir.Örneğin Mesane içerindeki idrarın yukarı idrar yollarına kaçmasına vezikoüretral reflü, mide içerisindekilerin yemek borusuna kaçmasına ise gaströzofageal reflü denir. Günümüzde toplumda her 5 kişiden birisinde gaströzofageal Reflü hastalığı görüldüğü için artık yaygın olarak reflü dendiği zaman bu hastalık akla gelmektedir. Yediğimiz gıdalar yemek borusu ile mideye ulaşır. Mide içeriğinde bulunan asit ve safra kapsamı normalde yemek borusuna kaçmaz. Yemek borusu ile midenin bileşim yerinde bir kapakçık sistemi bulunur. Bu sistemle yemek borusundan gıdaların geçişine müsaade edilirken , mide içeriğinin yemek borusuna kaçışı engellenir. Bu kapakçık sayesinde yemek borusunun asit ve safraya dayanıksız yemek borusunun iç döşemesi (çok katlı yassı epitel) tahrip olmaktan kurtulur. Aynı zamanda asit ve safra,boğaz (larynx) ve akciğerlere ulaşarak bu bölgelerde zararlı etki gösteremez.
Eğer bu kapakçık sistemi yetersizlik gösterirse mide içeriği yemek borusuna kaçar bu duruma gastro ezofageal reflü hastalığı denir.
Reflü Nasıl Oluşur?
İnsanlarda yemek borusu ile mide arasında geçişi düzenleyen çok kompleks bir kapak sistemi vardır.mide içerisinde bulunan gıdaların ve özellikle açlıkta asit ve safranın yemek borusuna kaçması bu şekilde önlenir. Reflü nün en önemli nedeni bu kapak sisteminin yetersiz olması veya halk arasında mide fıtığı olarak bilinen kapak sisteminin karın boşluğundan göğüs boşluğuna kayması sonucu görevini yetersiz yapması sonucu gelişir. Reflü hastalığında, mide asit yüksekliği yoktur. Normal hatta düşük asit düzeyinde bile yemek borusuna kaçan mide içeriği, yemek borusunda tahribat yapar. Reflü olması için mutlaka kapakçık yetmezliği olması şart değildir. Yemek borusuna ait hastalıklarda ve mide boşalma bozukluğu durumunda da reflü olabilir.
Hastalarda Hangi Şikayetler Vardır ?
Üst mide bölgesinden başlayan ve göğüs kafesinin orta hattı boyunca yayılabilen yanma en tipik şikayettir.Bunun nedeni mide içerisinde normalde bulunması gereken asit ve safranın buna dayanaksız yemek borusu iç döşemesine kaçması ile yaptığı hasardır.Yemeklerden sonra ekşime ve mide içeriğinin ağza doğru gelmesi ilerleyen zamanlarda ortaya çıkabilir. Mide içeriği gırtlak bölgesine geçmesi ile boğaz ağrısı, ses kısıklığı ve öksürük görülebilir.
Nedeni bulunamayan öksürüğü olan üç hastanın ikisinde reflü vardır.Yine Reflü ile astım hastalığı arasında bazı vakalarda sıkı bir ilişki vardır.Hastaların göğüs ağrısı nedeniyle kalp hastalığından şüphelenmesi ve kalp doktoruna gitmesi hatta anjiyo yapılması sık rastlanan bir durumdur. Kalp anjiyosu normal çıkan hastaların yarısında reflü hastalığı mevcuttur.
Hastalığın ilerleyen dönemlerinde geceleri mide içeriğinin solunum yollarına kaçması ile uykudan ani uyanmalar olabilir.Yapılan bilimsel çalışmalar kalp yetmezliği kadar reflü hastalığının insanın yaşam kalitesini bozduğunu ortaya koymaktadır.
Reflü Niçin Gündemde?
Tıp dünyası reflü hastalığını günümüzde gelişen tanı ve klinik muayene yöntemleri ile en yaygın hastalık olduğunu ortaya koymuştur.Ülkemizde de yapılan ön çalışmalar batı ülkelerinde olduğu gibi 5 kişiden birinde reflü olduğunu göstermektedir.Bu oranın sayısal göstergesi ülkemizde 10 milyona yakın reflü hastası olduğudur.Maalesef reflü hastalığı son yıllara kadar bazen doktorlarında kolayına geldiği için Gastrit teşhisinin gölgesinde kalmıştır.Nerdeyse herhangi bir tetkik yapılmadan mide bölgesinde rahatsızlığı olan herkese gastrit damgası vurulmakta.Aslında Gastrit mideden alınan dokunun mikroskopik incelemesi ile konulabilecek bir teşhistir.Ülkemizde 100 kişiden 70 de bulunan Helicobacter pylori mikrobu gastritin en sık görülen nedenidir.Şikayeti olmayan insanlarda H. pylori tespit edilse bile yok edici tedavilere gerek yoktur. Mide şikayeti olan ve H. pylori mevcut olan hastalarında antibiyotik tedavisi ile ancak %9 da şikayetleri geçer. Ülkemizde H.Pylori tedavisi gereksiz sıklıkta uygulanmakta ve bu hastaların çoğunluğuda reflü hastası olduğu için şikayetleri tekrarlamaktadır.
Reflü Hastalığının Tedavisi Nasıldır?
Reflü hastalarının az miktarda yemesi ve özellikle tok karına yatmamaları gerekiyor. Yağlı yemek, çiğ sebze meyve(özellikle domates soğan,narenciye),salçalı yemek, çay, kahve, asitli içecekler,sucuk,salam,sosis,mayalı hamur işleri ve özellikle alkolden uzak durmalı. Ağır sporlar yapmamalı, 30 derece eğimli yataklarda mümkün olduğunca sol tarafına dönük yatmalı. Gıda rejimlerinin , sosyal hayat tedbirlerinin hastalığın gidişinde önemli bir faydası olduğuna dair bilimsel kanıt yoktur…
Hastalığın tedavisinde en etkin ajan proton pompa inhibütörü olarak adlandırılan ilaçların kullanılmasıdır. Mide fıtığı olan veya yemek borusunda yara açılan reflü hastalarında bu ilaçların hayat boyu kullanması gerekebilir… Reflü hastalarının medikal ve cerrahi olmak üzere iki seçenekleri vardır. Medikal tedavide mide asit düzeğini düşüren Proton pompa inhibitöleri (omeprol, lansor, prosec, Nexium vs ) kullanılır. Reflüde neden kapakçık yetmezliği ise, mideden yemek borusuna kaçış medikal tedavi altındayken devam eder, fakat asit düzeyi düşük mide sıvısı kaçtığı için hastada yanma şikayeti olmaz ayrıca yemek borusundaki tahribatlar ortadan kalkar. Spor yapmak, sıkı elbise giymek reflüyü artırır.
İlaç tedavisi altında olan hastaların kapak yetmezliği ile orantılı olarak tedavinin kesilmesinden sonra şikayetleri tekrarlar.
Bunun ana nedeni PPI grubu ilaçların hastalığın ana nedeni olan kapakçık sistemini düzeltici etkileri olmaması, ilaç alındığı sürece asit düzeyini düşürerek hastayı rahatlatmasıdır. Hastalığın ana nedeni olan kapakçık sistemi düzeltilmediği sürece hastaların bir grubu hayat boyu ilaç kullanmak zorundadır.
Sürekli ilaç (PPI) kullanmanın yan etkisi varmıdır?
İlacın genel manada tanımı: faydası zararından daha fazla olan etkin maddedir.Sürekli PPI kullanılarak asit olması gereken mide suyunun bu özelliği ortadan kaldırılmaktadır.Bazı bilimsel çalışmalar PPI sürekli alındığında midenin asit ortamı ortadan kalktığı için kalsiyum emiliminin bozulduğunu ve buna bağlı kemik erimesi ve kalça kırığı riskinin ortaya çıktığını göstermektedir.Yine özellikle yaşlı hastalarda sık akciğer enfeksiyonu gelişimine neden olduğu iddia edilmektedir.
Reflü Teşhisi Nasıl Konur?
Endoskopik muayene ile yemek borusunun içi, mide ve yemek borusu bileşkesi doğrudan görerek değerlendirilir. Endoskopide yemek borusunda mideden gelen asit ve safranın açtığı yaralar, ülserler görülebilir. Bazı reflü vakalarında hastanın şikayeti olmasına rağmen Endoskopik bulgular yetersiz olabilir bu tür vakalarda yemek borusunun 24 saat boyunca asit ölçümü yapan kateterle değerlendirilmesi gerekebilir. Reflü hastaları şikayetleri nedeniyle Kulak burun boğaz, Göğüs hastalıkları ve Kardiyoloji (kalp hastalıkları) bölümlerine başvurabilirler.
Reflüde Kalıcı Tedavi Nasıldır?
Reflü hastalığının bugün için uzak dönem sonuçları bilinen kalıcı tek tedavi yöntemi Laparoskopik cerrahidir.Hastalarda yemek borusunda yara açıldığında, mide fıtığı endoskopi ile teşhis edildiğinde ve kapak yetmezliği vakalarında hastanın ömür boyu ilaç içmesi gerekebilir.Özellikle bu konumda olan hastalarda Laparoskopik cerrahi kalıcı şifa sağlayan, hastayı sürekli ilaç kullanımından kurtaran ve yaşam kalitesini arttıran bir seçenektir.
ABD’de laparoskopik reflü cerrahisi safra kesesinden ve şişmanlık ameliyalarından sonra üçüncü sıklıkla yapılan operasyondur.
Laparoskopik cerrahi sonrası hasta bir gün hastanede kalır,ertesi gün ağızdan beslenir. Hastaların ameliyat sonrasında yaptığı gıda rejimlerine ve sosyal tedbirlere gerek kalmaz.Konu ile ilgili tecrübeli cerrahların ameliyatları sonrasında uzun dönemde %90 üzerinde başarı vardır..
Reflü de Kanser Gelişirmi?
Reflü hastalığı ile yemek borusunun alt uç kanserleri arasında ilişki vardır. Fakat kanser gelişme olasılığı son derece düşüktür ve bazı öncül bulgulardan sonra orta yere çıkar. Mide içerisinden yemek borusuna sürekli olarak kaçan asit ve özellikle safra yemek borusunun iç döşemesinde değişikliğe yol açar.
Yemek borusunun hücreleri asit ve safranın yaptığı tahribattan korunmak için midenin asit ve safraya dayanıklı hücreleri gibi olmaya çalışır ve onları taklit eder. Bu taklit hücrelere “Barret” denir. Barret hücrelerinde değişiklikler sonrası kanser öncesi “displazi” hücreleri ortaya çıkar. Reflü hastalarının ’ da Barret ozefagus gelişir.
Bu hastaların da %3-7’de displazi gelişimi görülebilir. Barret ozefagus olan hastalardan biyopsi ile yıllık veya en azından 3 yılda bir takibi gerekir. Sürekli ilaç kullanımı Barret ozefagusu olan vakalarda kanser gelişimini 0 oranında engellemez. Bunun en önemli nedeni ilaç tedavisi ile asit kaçışının önlenmesine karşın safra ile temasın engellenememesidir. Cerrahi tedavi hem asit hem de safranın mideden yemek borusuna kaçışını engelleyerek daha koruyucu bir tedavi sağlar.
Laparoskopik cerrahi kime önerilir ?
Mide reflüsünde laparoskopik cerrahi, sürekli ilaç içmek zorunda kalanlar, ilacı kestiğinde şikayeti tekrarlayanlar, ilaca rağmen yemek borusundaki yaraları geçmeyenler ya da yemek borusundaki yaralar ilaç kesildikten hemen sonra tekrar açılanlar, yemek borusunda kanamaya neden olan yaraları olanlar, yemek borusunda ileri safhada hücresel değişiklik gelişenlere özellikle de genç yaş grubunda olanlara önerilir.Ayrıca bulantı hissi, sürekli öksürük ve ses kısıklığında laparoskopik cerrahi tedavi etkindir.
Cerrahi Sonrası Nüks Görülür Mü?
Laparoskopik cerrahide başarıyı sağlayan en önemli faktör cerrahın tecrübesidir. 200 VAKA YAPAN VE HER YIL 50 reflü cerrahisi gerçekleştiren bir cerrah tecrübeli kabul edilir.Tecrübeli cerrahlarda 10 yıllık nüks oranı özellikle yama yönteminin de gelişmesi ile %5 in altına düşmüştür.Dolalayısı ile günümüzde reflü cerrahisinin nüksü önemli bir sorun değildir.
Cerrahi sonrası nüks tecrübeli cerrahların serisinde %5 ‘den azdır. Şikayetleri nedeniyle ameliyat sonrası asit düşürücü ilaç kullanan hastaların büyük kısmında aslında reflü yoktur. Bu hastalar sindirimini rahatlatmak veya ,dispepsi nedeniyle kontrolsüz ilaç kullananlardır. Son yıllarda yanma (polipropilen greft) kullanımı ile nüks oranı daha da azalmıştır. Nüksün en önemli nedeni geçirilen şiddetli travmalar ve emeliyat sonrası erken dönemde zorlayıcı kusmalardır. Yama konulan hastalarda bu durumlarda da nüks ihtimali ortadan kaldırılır. 1611 vakalık reflü operasyon serimizde nüks oranımız % 3.2 dir
Stretta ve Endoplikasyonun(Ağızdan Girilerek Endoskopla Dikiş Koymak) Tedavideki Yeri Nedir?
Bu yöntemler sürekli ilaç kullanmak zorunda kalan hastalar için geliştirilmiş ameliyatsız tedavilerdir.Bunlar her reflü hastasına uygulanamaz. Sadece 3 cm den küçük kapak yetmezliği olan vakarla uygulanabilir. Buda cerrahiye aday hastaları sadece %30 u demektir. Başarı oranları sadece bu grup hasta içinde %60 dır. Stretta kapak bölgesini radyofrekanla ısıtmaya ve bu bölgeyi daraltmaya yönelik bir işlemdir. Şu anda üretimi durdurulmuştur. Endoplikasyon ağızdan endoskopla girilerek kapak bölgesine dikiş le daralmayı sağlar. Sınırlı sayıda hastaya uygulanmış uzun dönem sonuçları olmayan genelde %50-60 oranında başarısı olan bir yöntemdir.
Reflüde Yeni Endoskopik Tedavi Yöntemi:öZofix
Gaströzofageal reflü hastalığı toplumda her 5 kişiden birinde görülebiliyor.Hastalık yemek borusu ile mide arasındaki kapak sisteminin değişik biçimlerde ve derecelerde bozukluğu ile hafif , orta veya ağır formda seyredebiliyor. Reflünün ilaçla tedavisinde kapak bozukluğu olanlara kalıcı bir tedavi sağlamak mümkün olmuyor. İlaçlar içildiği sürece mide içerisindeki asit düzeyini azaltıyor,kapak bozukluğu olanlarda mide içeriği yine yemek borusuna kaçıyor fakat asit olmadığı için yemek borusu üzerindeki yanma ve ağrı hissi ortadan kalkıyor.Bu gruptaki reflü hastalarının %30 sürekli ömür boyu ilaç içmek zorunda kalıyor.Sürekli ilaç kullanmanın yan etkileri ve maliyet problemleri düşünüldüğünde , kalıcı tedavi sağlayan laparoskopik reflü cerrahisi tek alternatif olarak kalıyor.
Günümüzde tecrübeli merkezlerde laparoskopik cerrahi %90 üzerinde başarılı sonuç alınabiliyor.İlaca bağlı hasta sayısının çokluğu göz önüne alındığında , ameliyatsız kalıcı tedavi arayışlarına tıp endüstrisi büyük yatırımlar yapmakta.
Daha önce geliştirilen stretta ve Endoplikatör tedavilerinden uzun dönemde iyi sonuçlar alınmaması ve bu cihazların üretimlerinin durdurulması söz konusu.
Belçika ve Amerika lı Gastroenterologlar ile cerrahların ortak çalışmasıyla geliştirilen özofix aleti daha önceki endoskopik (ameliyatsız,ağızdan girilerek) tedavilerden daha farklı bir yöntem.
Özofix ağızdan endoskopla birlikte mide içersine sokuluyor. Aletin uç kısmında bükülebilme ve dışardan idare edilerek dikiş atma özelliği mevcut. Cerrahi olarak yapılan ve reflüyü önleyici bariyer fundoplikasyon bu aletle endoskopik olarak yapılabilmekte.
İşlem yaklaşık 45 dakika sürmekte hasta aynı gün yada ertesi gün taburcu edilmektedir.
Biryıllık uzun dönem sonuçları %70 hastanın sürekli ilaç kullanmaktan kurtulduğunu göstermekte.Özofix yöntemini seçilmiş hastalara uyguluyoruz. Büyük mide fıtığı olanlar ve ileri derecede yemek borusunda kimyasal yanık (özofajit) olanlara bu yöntem uygulanmıyor.Özofix yöntemi cerrahiden korkan ve kalıcı bir tedavi arayışı olan hastalar için şu an etkin yöntem olarak gözüküyor.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Jinekoloji
Kadınlarda 21 günden daha kısa veya 35 günden daha uzun süren adet dönemleri, adet düzensizliği olarak tanımlanmaktadır. Adet kanamasının miktarının fazla, kanama süresinin uzun olması, iki adet dönemi arasında leke şeklinde kanama görülmesi durumlarında doktora danışılması gerekmektedir. İlk defa görülen adet kanamasından menopoz sürecine kadar, üremeyle ilintili hormonal değişiklikler ve adet kanamasıyla sonuçlanan dönemlik değişimlermensturel periyod olarak adlandırılmaktadır. Adet kanamasının ilk günü bu periyodun başlangıcıdır. Bu periyod yaklaşık 28 günde bir tekrar etmektedir. İlk adet kanamasından sonra gelen 12-18 aylık zaman zarfında adetlerdeki düzensizlik normal görülmektedir. Jinekoloji Normal bir adet kanamasını oluşturan 4 sebep vardır; Hipotalamus, hipofiz, yumurtalık ve rahimdir. Bunların herhangi birinde oluşacak problem adet düzensizliğine yol açmaktadır.
Stres:
Kişinin kilosundaki ani değişimler, yetersiz ve dengesiz beslenme düzeni, beslenme, egzersiz yapmama ya da bir anda ağır bir egzersiz programına girme, kaygı, çeşitli hastalıklar, uzun seyahatler ve kişinin günlük hayatını etkileyebilecek değişiklikler vücutta strese yol açtığı için adet düzensizliğine sebep olabilmektedir.
Doğum Kontrol Hapları:
Doğum kontrol haplarının birçoğunun muhtevasında östrojen ve progestin hormonları vardır. Bu haplar yumurtalıkların yumurta üretmesine engel olarak gebeliği önlemektedir. Doğum kontrol haplarını kullanmak, kullanmayı bırakmak adet düzensizliğine sebep olabilmektedir. Doğum kontrol hapı kullanımının bırakılmasından sonra adet düzeninin normale dönmesi 3-6 ay arasında değişiklik gösterebilmektedir. Jinekoloji Muhtevasında sadece progestin hormonu içeren doğum kontrol haplarını kullananlar adet periyodları arasında kanamayla karşı karşıya gelebilmektedirler.
Uterin Polipler, Myomlar:
Rahimde oluşan polipler, rahmin iç tabakasındaki zararsız küçük oluşumlar olarak tanımlanmaktadır. Myomlar da rahim duvarının katmanlarında görülen tümörler olarak adlandırılır. Genellikle 0.5 mm ile 10-15 cm’ye kadar boyutları görülebilmektedir. Myomlar genellikle iyi huylu tümörlerdir. Fakat şiddetli kanama ve ağrıya sebep olabilmektedirler. Miyomun büyüklüğüne bağlı mesane ve makatta baskı olabilmektedir.
Endometriozis:
Rahmi çevreleyen ve her adet periyodunda kanama ile atılan endometriyal doku, rahim dışında büyümeye başlarsa endometriozisolarak adlandırılır. Endometriyal doku, yumurtalık, sindirim sistemi, rektum ve rahim arasındaki bölgede, bağırsak, fallop tüpleri ile bu bölgedeki diğer organlar üstünde büyüyebilmektedir. Adet düzensizliği, kramp, cinsel ilişkide ağrı, jinekoloji anormal derecede kanama, adet öncesi ve sonrasında ağrılar endomeriozis belirtilerindendir.
İltihaplı Pelvik Rahatsızlık:
iltihaplı pelvik bakteriyel bir enfeksiyon sonucu gelişir. Kadın üreme sistemini olumsuz yönde etkiler. Cinsel temas ile vajinadan giren bakteriler, rahim ve üst genital sisteme kadar yayılma yapabilirler.Jinekoloji Bu bakterilerin doğum, kürtaj ve düşük operasyonları sırasında üreme organlarına bulaşma ihtimali vardır. Adette düzensizlikler, vajina bölgesinde kötü koku, vajinal akıntı, ateş, bulantı, kusma, ishal, leğen kemiği ve alt karın bölgesinde ağrı belirtiler arasındadır.
Polikistik Yumurtalık:
Yumurtalıkların normalden fazla erkeklik hormonu üretmesi sonucunda kistlerin oluştuğu gözlemlenebilmektedir. Yüksek miktardaki erkeklik hormonu yumurtaların olgunlaşmasına engel olur ve Jinekoloji sonucunda yumurta atılımı gerçekleşemez. Genellikle bu durum obezite, kısırlık, aşırı kıllanma ile bağlantı göstermektedir.
Prematüre Yumurtalık Yetmezliği:
Genel olarak 40 yaş altındaki yumurtalık fonksiyonlarında aksama olan kadınlarda rastlanılan bir durumdur. Adet kanamalarında düzensizlik görülebilmektedir. Bazı hastalarda adet kanamasının tamamen kesildiği gözlemlenmiştir. Kalıtsal olduğu gibi kemoterapi ve radyasyon tedavileri ve stres sebebiyle de görülebilmektedir.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Gebelik
Hamile olduğunuzu öğrenmenizle birlikte, aklınıza takılan ilk sorular genellikle "Şu anda karnımın içerisinde neler oluyor, bebeğim hangi boyutta?" ve "Bebeğim acaba ne zaman doğacak" soruları olur.
Öncelikle tebrikler. Çok heyecanlı ve keyifli bir serüvende yol almaya başladınız. Hamilelik yolculuğunuzda, size hafta hafta hangi aşamalardan geçeceğinizi anlatan bir rehber sunuyoruz.
Kadın doğum uzmanları, gebelik takvimlerini hesaplarken sanılanın aksine döllenme tarihini değil, son adet tarihinin başlangıç gününü baz alır. Döllenme tarihi ise, genellikle son adet (menstrual dönem) tarihinden yaklaşık 15 gün sonrasıdır.
Her ne kadar yakınlarımızla konuşurken "Bebeğin kaç aylık" sorusuyla sıklıkla karşılaşsak da, tıbbi anlamda gebelik takvimi oluşturulurken yapılan hesaplamalar, ay hesabına göre değil hafta hesabına göre yapılır. Doğum ise genellikle 38. ve 42. haftalar arasında gerçekleşir.
Size sunacağımız takvim, yaklaşık bir tahmindir. Doğumların yalnızca yaklaşık %5'i tam olarak tahmin edilen tarihlerde gerçekleşmektedir. Çoğu doğum gebelik takviminde tahmin edilenden bir hafta önce veya sonra gerçekleşebilmektedir. Her hamilelik kendine özeldir, ve bebeğiniz ne zaman hazır ise o zaman size gelecektir.
Öte yandan, şunları da unutmamak gerekir ki
Adetlerin düzensiz görülmesi,
Tüp bebek tedavisi ile hamile kalınması,
Ovülasyon tarihinin gecikmesi,
Son adetin başlangıç tarihinin yanlış hatırlanması
gibi durumlar, anne adaylarının hamilelik haftalarında sapmalara neden olabilmektedir.
Bu gibi durumlarda en doğru olanı, kadın doğum uzmanınızın ultrason ölçümleri gerçekleştirmek suretiyle hamilelik haftasını tespit etmesi olacaktır. Doktorunuz, her şeyin yolunda gittiğinden emin olmak için genellikle randevularınızda idrar testi, kan testi, ve smear testi isteyebilecektir.
Ayrıca,
Ceninlerin kalp atışlarının ilk duyulduğu tarih (ki genelde 9. ila 12. hafta arası gerçekleşir),
Bebeğinizin hareketlerini ilk hissettiğiniz tarih (ki bu da genelde 16. ila 22. hafta arası gerçekleşir),
Doktorunuz tarafından gerçekleştirilen dip / uterus ölçümleri, ve dibin göbeğe ulaşma tarihi (bu yaklaşık 20. haftada gerçekleşir),
hamilelik takviminizin ne derece gerçeğe yakın olduğu hakkında size önemli ipuçları verecektir.
Sizlere sağlıklı ve mutlu bir hamilelik temenni ediyor, bu keyifli yolculuğunuzun sonunda bebeğinizi sağlıklı bir şekilde kucağınıza almanızı diliyoruz.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Wilms Tumoru
Wilms tümörü çoçuklarda görülen nadiren yetişkinlerde görülebilen bir çeşit böbrek kanseri tümörüdürWilms tümörünün oluşma nedenleri günümüze kadar henüz tam bilinmemektedir.Wilms tümörü nün kötü tarafı çok çabuk büyüyor olmasıdır.Aynı zamanda kardeş tümörü dediğimiz (meteztaz) eğilimine sahip bir tümördür.Meteztazlar özellikle böbrek çevresindeki lenf düğümleri içine özellikle böbrek çevresindeki lenf düğümleri içine akciğer ve karaciğer de görülmektedir.
Wilms tümörünün en sık ve fark edilir belirtisi cilt altında kolaylıkla hissedilebien mide bölgesinde kitle yada yumrudur.Wilms tümörünün en nadir görülen belirtileri ise idrardan kan gelmesi, şiddetli karın ağrısı, yüksek kan basıncı ve yüksek ateştir.Wilms tümörü tedavisinde genellikle cerrahi ve kemoterapiyle birlikte uygulanır.Hastalık genellikle bir böbreği etkiler.Ama çocuklarda nadiren iki böbrekte de görülebilir.Eğer tümör çok büyükse yada diğer organlara yayıldıysa ameliyattan önce tümörü küçültmek gerekir.Tanı sırasında hastanın hangi hastalık evresinde bulunduğu seçilecek tedavi stratejisinin belirlenmesinde önemli bir kriterdir. Bu durumda radyoterapi veya kemoterapi uygulanabilir.
Wilms tümörlü çocuk ve gençlerde iyileşme belirtisi çok yüksektir.Wilms tümörü nde üç tip tedavi uygulanır.Cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi. Seçilecek olan terapi çocuğunuzun yaşına ve hastalığının yayılımına bağlıdır. Wilms tümörü ne kadar daha az kötü huylu ise ve erken teşhis edilebilirse, iyileşme şansı o kadar yüksektir. Eğer tümör preoperatif kemoterapiyle tamamen gelişirse veya operasyonla tamamen alınırsa %80 oranında iyileşme görülür.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Vajinismus
Vajinismus, kadınlarda görülen cinsel ilişki problemidir. Son yıllarda artık kesin olarak tedavi edilebilmektedir. Vajismus tedavileri eskiden olduğu gibi aylarca yıllarca değil, yalnızca birkaç gün içinde son bulmaktadır.Vajinismus kadınların cinsel ilişkiye girememe sebeplerinin başında gelmektedir. Vajinismuskadınlarda ilk gece korkusu olarak da tarif edilir.
Kadında cinsel ilişkinin olduğu anatomik bölgeye "vajen (vajina)" adı verilmektedir.Vajinismus ise; cinsel birleşme sırasında kadının vajen kaslarını istemsiz bir şekilde kasması sonucunda cinsel birleşmenin olmamasıdır.Ülkemizde 10 kadından 2 si bu sorunla karşılaşmaktadır. Vajinismus hastalarında kasılmalar sadece vajinal bölgede değil aynı zamanda karın, bel, sırt, bacak gibi vücudun başka bölgelerindeki kaslarda da görülebilmektedir.Bazı hastalarda ise kasılmalar tüm vücuda yayılmaksızın yalnızca vajinada gerçekleşmektedir.Bu durum da cinsel ilişkiyi olanaksız kılmaktadır.
Gün içinde vucutta çoğunlukla kas ağrıları görülebilmektedir. Kas ağrılarının yaygın olması vajinismus hastalığının şiddetli olduğunu gösterir.Çoğu zaman cinsel ilişkiye girerken ağrı olmasından çok "sanki ağrı olacakmış" gibi bir his vardır.Vajinismus belirtileri şunlardır; Cinsel ilişkinin ağrılı veya acılı bir şekilde gerçekleşmesi, jinekolojik muayene olamama.Kişilerde görülen tüm bu bulgular vajinismus belirtileri arasındadır.Vajinanın kasılması cinsel sorun olmaktan çıkarak bir “evlilik problemine” dönüşebilmektedir.cinsel sorun olmaktan çıkarak bir “evlilik problemine” dönüşebilmektedir.Vajinismus hastalığını yaşayan kadınların bazıları hala bakiredir.Ailelerdeki cinsel problemler giderilmediği sürece ailede bir takım sorunlar ortaya çıkmaktadır.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Hidronefroz
Hidronefroz olarak  bilinen böbrek büyümesinde erken tanı çok önemlidir. Böbrek tedavisinin tedavisine geç başlandığında böbrekte kalıcı hasarlar çıkmaktadır.
Hidronefrozun nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz;
İdrarın böbrekte birikmesiyle gelişen böbrek büyümesi idrarın dışarı atılması esnasında tıkanıklık ve idrarın böbrekten çıkışını engellenecektir. Böbreğin büyümesine sebep olan tıkanıklık, idrarın böbrekten boşalamamasına ve böbreğin büyümesine neden olacaktır.
Bu tıkanıklığı şunlar neden olmaktadır;
İdrar yollarında tümör
Üreter kıvrılmaları
Gebelik
Prostat hipertrofsi
Taş
Hidronefrozun belirtileri olarak şunlar gösterilir;
Böbrek enfeksiyonları
Bulantı,kusma,keyifsizlik,ateş
Böbrek yerinde bel ağrıları
Kilo kaybı
Karında şişlik
İdrar sırasında ağrı
Hidronefrozun tedavisinde erken tanı oldukça önemlidir. Gelişen tıp dünyasında artık anne karnında da doğumsal anomaliler tespit edilebilmektedir. Bu aşamada hafif böbrek büyümeleri kolay tedavi edilmektedir. Tedavide böbrek büyümesine neden olan etken bulunup tedavi edilmelidir.
Erken tanı ile teşhis olmadığı durumlarda tıkanıklık artarak böbreğin bozulmasına neden olur ve böbreğin alınması gerekebilir.
Bu rahatsızlığa böbrekler idrar birikmesi hastalığı da denilmektedir.
Hidronefroz iki şekilde meydana gelmektedir.
Doğuştan ve sonradan gelişen olmak üzere ikiye ayrılır. Doğuştan olan hidronefroz hastalığında anne karnındaböbrek ve pelvis sırasında yaşanan aksaklıklardan ötürü meydana gelmiştir. Sonradan gelişen hidronefroz da ise böbreklerde ve idrar yollarında meydana gelen hasarlar sonucu oluşur.
Hastalığın nedenleri tespit edilip o nedenin tedavi edilmesi gerekmektedir. En son çözüm ise böbreğin alınmasıdır.
Çocuklarımızın sağlığına özenmeli ve doğru hekim sayesinde doğru tedavi edilmeleri sağlanmalıdır.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
İdrar Kacirma
Çocuklarımızda idrar kontrolünün sağlanamaması ya da tekrarlayan idrar enfeksiyonları genel anlamıyla ürolojik sorunlar neden olabilmektedir.
İdrar kaçırma gibi sorunlarda uzman bir hekime çocuğunuz için başvurmanız oldukça önemlidir.
Şu durumlarda hekime danışmanız oldukça önemlidir;
5 yaş ve sonrasından gece uyurken idrar kaçırma
Çocuğunuzun çişini uzun süre boyunca tutması( günde 1 ya da 2 kez yapması)
Tuvalete hep koşarak gidip yetişemeyip idrar kaçırması
İç çamaşırının devamlı ıslak olması, devamlı damlatarak idrar yapması
Kabızlık sorunu yaşaması
İdrar yolu enfeksiyonunun sürekli ateşli geçirmesi ve tekrarlaması
Gece idrar kaçırması genel olarak sadece psikolojik değildir. Doğru zamanda ürolojik muayenin yapılmaması ikinci bir psikolojik travmaya neden olabilmektedir.
Çocuklarda idrar kaçırması tedavisinde ilk aşama bazı testlerin yapılmasıdır. Bu testler sonucu gerekli tanı koyularak tedavi uygulanır.
İdrar kaçırma sorunu göz ardı edildiğinde çocuklarda özgüven sorunları yaşanabilmektedir. Bu gibi sorunların doğmaması için belirtiler gözlemlendiğinde doktora görünmeniz önemlidir.
İdrar kaçırması ciddi hastalıkların da belirtisi olabilmektedir. Bu hastalıklar şunlar olabilir;
/
Böbrek yetmezliği
Hormonal bozukluklar
İdrar yolu iltihapları
Sinir sistemi hastalıkları
Şeker hastalığı
Mesane çalışması bozukluğu
İdrar kaçırma tedavisinde ilaç kullanımı 8 yaş ve sonrası çocuklar için önerilmektedir. Bu durum mesanegelişimindeki gecikmeden de kaynaklanabilmektedir. İdrar kaçırmanın yaşla sıklığı azalır.
Ankara Üniversitesi öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Aydın Yağmurlu, Ankara’da hastalarını tedavi etmektedir. Çocuk cerrahisi konusunda uzmanlaşanAydın Yağmurlu , çocuğunuzun sağlığı için en doğru tanı ve tedaviyi uygulyacaktır.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Meme Kanseri
Bu yazımda sizlerle paylaşımım biraz daha özel olsun istedim. Hayatımızın olmazsa olmazlarından, biz erkeklerin dayanağı, destekçisi, varolma nedeni kadınlarımızı daha fazla ilgilendiren bir konuyu işleyelim istiyorum.
Kadınlarımızın korkulu rüyası olmasına karşın, bu yönüyle hayat kurtarıcı özellik kazanan meme kanseri bu yazıdaki konumuz. Bu cümlenin anlamı ile yazıma başlamak istiyorum. Kadınlarımız, meme kanseri korkusu içinde doğruyu bularak düzenli kontrole gidiyorlar ve bu sayede olası bir kanser durumunda erken tanı konulması ve normal yaşam sürelerini sürdürebilme şansını yakalıyorlar.
Hem kadın hem erkekte görülebilen meme kanseri % 8' lik oranıyla kadınların en sık yakalandığı kanserdir.
Meme, kadınlarda süt bezleri ve bu bezlerdeki sütü meme başına taşıyan kanallardan oluşan sekonder seks karakteri olan bir organdır. Kanser, bu memenin kanallarından veya bezlerinden gelişebilir. Bunu duktal veya lobüler deyimiyle ayırırız. Meme kanserinin ilk bulgusu kitle oluşmadan önceki atipik duktal hiperplazi dediğimiz, meme kanalının içini döşeyen epitel tabakanın normal dışı çoğalmasıdır. Ardından karsinoma insitu dediğimiz dönem gelir ve daha sonra kitle oluşur. Kitlenin oluşmasının onlarca yıl alabileceği bilinmektedir. Ancak bugün kabul ettiğimiz meme kanseri nde 1 cm’ lik boyuta ulaşmanın kabaca 2 yıl sürdüğüdür. Ama bilinmelidir ki bu olmazsa olmaz bir kural değildir. Bu kitle, kanalın içinde oluşup yan dokulara doğru hareketlendiğinde kan damarları ve lenf kanallarını içine alarak bu yolla yayılmaya başlar. Bu süre de ortalama 2-3 yılın üzerindedir. Ancak bu da olmazsa olmaz bir kural değildir. 3-4 cm çapa geldiği halde lenf bezlerine yayılmayan meme kanserleri mevcuttur. Ama bir konuda duyarlı olmak gerekir ki, bu da kan damarlarını içine alan meme kanserinin yalnız meme ile sınırlı kalmayabileceği gerçeğidir. Dünyada 40 yaşın üzerinde daha sık görüldüğü bilinen meme kanserinin bugün daha erken yaşlarda eskiye oranla daha sıklıkla karşımıza çıktığını belirtmeden de geçemeyeceğim.
Yazımın bu bölümünde bir noktayı açıklamak istiyorum. Başta da belirttiğim gibi hem erkek hem kadınlarda görülen meme kanserleri erkeklerde kadınlara göre son derece nadir olmasına karşın seyri açısından son derece tehlikelidir.
Meme kanseri ile ilgili sizleri en çok ilgilendiren iki konu eminim ki risk faktörleri ve meme takip prosedürleridir. İsterseniz önce risk faktörlerinden başlayalım;
Yaş
Yaş ilerlemesi meme kanseri riskini arttırmaktadır. 50 yaş altındaki kadınlarda meme kanseri görülme oranı 50 yaş üzerindeki kadınların dörtte biri kadardır. Bu nedenle 50 yaş üzeri kadınların yıllık periyodik meme takipleri çok önemlidir.
Ailede Meme Kanseri
Ailede birinci derece yakınlarda meme kanseri bulunan kadınların meme kanserine yakalanma riski, diğer kadınlara göre 2-3 misli yüksektir. Bu nedenle birinci derece akrabalarında (anne-kız kardeş) meme kanseri olan kadınlar genetik kontrolden geçirilmeli ve bu yönleriyle araştırılmalıdır.
Aktif Dönem Uzunluğu
Erken yaşlarda adet görmeye başlayıp, menopoza geç yaşlarda giren kadınlarda salgılanan östrojen miktarı ve süresi daha fazla olduğu için meme kanserine yakalanma riski göreceli olarak daha yüksektir. Ancak bu oran çok yüksek değildir.
Doğurganlık Yaşı
İlk çocuğunu 20’ li yaşlarda doğuran kadınlara göre 30 yaş sonrası ilk doğumlarını yapan kadınlar 2 kat fazla risk altındadırlar.
Sosyoekonomik Seviye
Yapılan araştırmalar uygar batı toplumlarında meme kanserinin daha fazla görüldüğünü göstermiştir. Ülkemizde de sağlıklı bir veri olmamasına karşın bugün için kabul edilen, erken adet dönemine başlayan, geç evlenip geç yaşta çocuk sahibi olan uygar ve sosyokültürel seviyesi yüksek kadınların, iş stresi ve benzeri sosyal etkilerin de etkisiyle diğer kadınlara göre daha fazla risk altında olduğudur.
Östrojen Hormon Tedavisi
Menopoz dönemi için 10 yıldan fazla östrojen hormonu kullanan kadınlarda meme kanseri riski daha fazladır. Buna karşın bu dönemde kullanılan östrojen osteoporoz riskini azalttığından kullanımdan vazgeçilmesi yerine, düzenli genel cerrahi kontrolünde östrojen hormonu kullanımı önerilmektedir.
Bunların dışında, hepimizin dile getirdiği doğum kontrol hapı, alkol, sigara, şişmanlık gibi faktörlerin meme kanser riskini arttırdığına dair elimizde net bir bilgi yoktur. Ancak bunlardan bazılarının (örneğin sigara) insan sağlığına olan zararı bu konunun dışındadır.
Yine bu konuyla bağlantılı olarak kesin veriler olmamasına karşın düzenli sporun (örneğin her gün 30-60 dk. tempolu yürüyüş), sağlıklı beslenmenin, şişmanlıktan korunmanın meme kanser riskini % 30 oranında azalttığını ileri süren yayınlar vardır
İkinci önemli başlığımız olan meme takip prosedürlerine gelince,
Bilmeliyiz ki bugün için bilinen, meme kanserinden korunma yöntemi olmadığıdır. Bu nedenle yapmamız gereken, olası bir durumda tanıyı erken koymaktır.
Bunun içinde, düzenli doktor kontrolü ve kendi kendine muayene şeklinde iki grubu ele almalıyız.
Kendi kendine muayeneye 20' li yaşlarda başlanmalıdır.
En az 3 ayda bir olmak üzere, adetin başlangıcından itibaren 5. ile 7. günler arasında, belden yukarısı soyunarak önce ayna karşısında bir şekil bozukluğu olup olmadığına bakılmalı,
Sırtüstü uzanarak, her meme ters taraftaki elle, elimizle kaburgalar arasındaki meme dokusu bir noktadan başlayarak, dairesel bir şekilde kontrol edilmelidir.
Bu konuyla farklı dernek ve üniversite birimlerinin ve kliniklerin film, broşür, kitap gibi resimlerle açıklayıcı dökümanları vardır. Daha detaylı bilgilenme için bunlardan faydalanmalıdır.
Bu muayeneler sırasında;
Memede ele gelen sertlik veya kitle varsa ve 2 hafta içinde kaybolmuyorsa
Meme başında içeri doğru çekilme olmuşsa
Meme derisinde kalınlaşma veya görüntü değişimi olmuşsa
Meme başında iyileşmeyen yara varsa
Meme başından koyu renkli akıntı varsa
Mutlaka bir genel cerrahi uzmanına başvurulmalıdır.
Düzenli doktor kontrolüne gelince;
Daha önceden bahsettiğim risk gruplarından bir veya birkaçına sahip olan kadınlar 30 yaşından, diğerleri ise 40 yaşından itibaren yılda bir kez genel cerrahi uzmanı tarafından meme muayenesi ile kontrol edilmelidir. Ancak genetik araştırmaları yapılan kadınlarda, mevcut bulgular nedeniyle daha önce takibe alınması gereken bir sonuç çıkmışsa doğaldır ki bu dikkate alınmalıdır.
Doktorun yaptığı bu muayeneler, bir USG (Ultrasonografi) tetkiki ile desteklenmelidir. 40 yaşından sonra ise bu kontrollere, en yakın yılda bir defa olmak üzere mamografi eklenmelidir.
Yapılan bu kontroller sırasında saptanan mikrokalsifikasyon kümesi, kitle ve şüpheli yapılaşmalar ya takibe alınmalı yada biopsi ile kesin tanı konulmalıdır. Ancak saptanan bir kist ise biopsi yapılmadan, bir iğne ile boşaltılıp alınan sıvı tetkike gönderilmelidir. Ancak sert bir kitle ise, yani içinde sıvı yoksa katı bir doku varsa, mamografi, muayene ve USG bulguları ışığında bu kitle ya izleme alınmalı yada yüksek bir riske sahipse çıkarılarak incelemesi yapılmalıdır. Bazen bu yüksek riskli alanlarda kitle oluşmayabilir. Ancak günümüzde bu alanlar özel tekniklerle işaretlenerek, gerektiğinde biopsi ile incelenme yapılmakta ve bu yolla meme kanseri tanısı çok erken safhalarda koyulabilmektedir.
Meme kanseri tanısı koyduğumuz hastalarda birinci öncelik meme dokusunun korunmasıdır. Bu nedenle, meme koruyucu cerrahi adını verdiğimiz farklı metotlar geliştirilmiştir. Ancak, memenin alınması bile söz konusu olsa, bu yüzyılda kanserin uygun olması durumunda, aynı operasyon sırasında bir yandan meme alınırken diğer yandan gerek protez ve gerekse hastanın kendi dokusundan meme yaparak hastayı operasyondan uyandığında meme kaybı psikolojisine sokmamak mümkündür. Çünkü yapılan çalışmalar göstermiştir ki, meme kanseri nedeniyle memesi alınan kadınların % 85’ i hayatının kurtulduğuna olan inancı sağlanınca meme yokluğu psikozuna girmektedirler.
Unutmayalım ki; erken teşhisin hem hayati, hem fiziki yapımızı kurtardığı bu hastalıkta tek yapılmaması gereken, bir şey bulurlar korkusu ile doktora gitmekten kaçınmaktır. Korku hayatın negatif yüzüdür.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Anal Fissur
Makat cildindeki yırtığa anal fissür veya çatlak denir. Bu çatlağın boyu oldukça küçük (5-10 mm arasında) olmasına rağmen makat bölgesinin ağrı duyusunun fazla olmasından dolayı kişiyi çok rahatsız eder.
Genellikle genç ve orta yaştaki kişilerde görülür.
Makatta kanama, ağrı ve şişlik yapan hastalıklar arasında en fazla görülen hemoroid ile sıklıkla karıştırılır. Ancak şikâyetleri benzer bu iki hastalığın tedavileri farklıdır.
Çatlağın sebebi nedir?
Genellikle kabızlık sonrası katılaşan dışkı, çok ince olan makat cildinde dışkılama esnasında yırtılmaya sebep olur. Kabızlık, dolayısıyla katı-sert dışkı devam ettikçe her dışkılamada yırtılma tekrar eder, yırtık iyileşme fırsatı bulamaz. Dışkılama esnasında makat açılırken çatlağın da açılması şiddetli ağrıya sebep olur. Bu ağrıdan çekinen hastalar dışkılama yapmak istemez. Bu durum içerde bekleyen dışkının daha da katılaşmasına yol açar. Sonunda çıkan dışkı daha da sert ve yarayı (çatlağı) daha çok tahriş eder hale gelir. Bu bir kısır döngü halinde devam eder.
Belirtileri nelerdir?
Dışkılama esnasında ağrı (bu ağrı tuvaletten sonra da devam eder), az miktarda kanama ve kabızlık, bazen ele gelen küçük şişlik esas belirtilerdir. Ayrıca kaşıntı, otururken sızlama olabilir.
Makat çatlağı (anal fissür) hangi hastalıklarla karışabilir?
Makat fistülü<
Makat apsesi
Makat sigili
>Makat sarkması
Crohn hastalığı
l;loz hastalığı
Makatta AİDS (HİV)
Sedef hastalığı (psöriazis)
Makat çatlağının (anal fissür) bir çıkıntısı (hipertrofik papilla) ve derideki uzantısı (skin tag) olur. Hastaların büyük bölümü makat çatlağının derideki uzantısını basur (hemoroid) memesi zannederler. Grucela ve ark. 2010 yılında gerçekleştirdikleri bir çalışmada makat çatlağı tanısında genel uzmanlık dallarından hekimlerin % 50 oranında, anal fissür) tanısının güç olmasının ana nedeni hastaların ağrı nedeniyle makat bölgesini kasmaları ve hekimin  adı verilen makat içini incelemeye yarayan cihazı yerleştirmesinin çoğu vakada mümkün olmamasıdır. Pratikte birçok hastanın hekimin eli ile makat bölgesini açma işlemi sırasında dahi, ciddi bir ağrı ile tepki verdikleri ve bu nedenle bu muayenenin çoğu zaman hakkı ile gerçekleştirilemediği bilinmektedir. Makatta çatlağı kanser nedeni midir? Hayır değildir, fakat makatta çatlak veya yırtık hastalığının belirti ve bulguları kalın bağırsak kanserleri ve diğer sindirim sistemi hastalıklarının belirtileriyle benzerlik gösterebilir. Bundan dolayı şikayetler olduğunda önce bir doktor tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Frisch ve arkadaşlarının 68,549 makat hastası üzerinde yaptıkları araştırmada, makat kanseri sadece 23 hastada (% 0.03 oranında) belirlenmiştir. Makat çatlağı nasıl tedavi edilir? Makat çatlağının  Makat çatlağı tedavi edilmezse ne olur? Birçok hastanın makat çatlakları ile yaşamlarına devam ettikleri ve gelişigüzel (dost veya eczane tavsiyesi vb.) temin ettikleri krem veya ilaçlarla kendi kendilerine tedavi uyguladıkları bilinen bir gerçektir. Burada ana neden, sorunu önemsememe, doktora muayene olmaktan çekinme (utanma duygusu, mahremiyet vb.) ve bu tür nedenlerdir. Makat çatlağı belirtilerinin, yukarıda belirtilen birçok hastalıkla karışabildiği bilindiğinden, bu tür bir tedaviyi hekime danışmadan uygulamak çok sakıncalıdır ve altta yatan hastalığının ilerlemesine yol açabilir. Makat çatlakları hiçbir tedavi uygulanmadığı takdirde kendiliğinden iyileşebilir, ancak büyük olasılıkla sonradan tekrarlar ve bu dönemde çatlak daha kalınlaştığından, hasta ameliyatsız tedavi şansını kaybedebilir. MAKAT ÇATLAĞI AMELİYATI Makat çatlağının (anal fissür) ameliyatı öncesinde makat bölgesi lavman ile cerrahi girişime hazırlanır. Günümüzde birçok cerrah lavmana gerek duymadan makat bölgesi girişimlerini gerçekleştirmektedirler. 1. Fissürektomi: makat çatlağının cerrahi olarak kesilerek çıkartılması işlemidir. 2. Makat genişletilmesi (anal dilatasyon) Genel anestezi (narkoz) veya belden uyuşturma (spinal anestezi) altında makatın cerrah tarafından genişletilme işlemidir. Geçmişte makat çatlağı (anal fissür) tedavisinde uygulanan tek başına makatın genişletilmesi işlemi veya anal dilatasyon ameliyatı % 10-60 gibi nüks oranını getirdiğinden günümüzde dışkı tutma sorunu olabilecek yaşlı veya risk grubundaki hastalarda tercih edilir. Bu teknikte bile cerrahın aşırı genişletme yapmasına bağlı olarak % 12-27 oranında gaz veya dışkı kaçırma sorunu doğabilmektedir. 3. Lateral internal sfinkterotomi (makat iç kasının kesilmesi) Günümüzde makat çatlağının (anal fissür) cerrahi tedavisinde en yaygın olarak kullanılan teknik lateral internal sfinkterotomidir. Bu tekniğin temeli, makat bölgesinde dinlenme basınçlarının yüksek olmasına neden olan, iç makat kasının (internal anal sfinkter) cerrah tarafından kesilmesi prensibine dayanır, ancak bazı hastalarda sfinkterotomi girişimine rağmen, makat dinlenme basınçları yüksek kalabilmektedir. Makat çatlağı ameliyatı, narkoz (genel anestezi), iğne ile makatın uyuşturulması (lokal anestezi) ve belden uyuşturma (spinal anestezi) ile gerçekleştirilir. Keighley ve ark. 1981 yılında gerçekleştirdikleri çalışmada, makat çatlağı ameliyatının genel anestezi altında yapılmasının hasta ve cerrah konforu açısından daha uygun olduğu ve sonuçlarının da daha iyi olduğu belirlenmiştir. Makat çatlakları ön veya arkada olduklarından lateral internal sfinkterotomi işlemi makatın sağ ve sol yanından makat iç kasına ulaşarak gerçekleştirilir. a. Açık teknik: Lateral internal sfinkterotomi ameliyatı sıklıkla iç ve dış makat kası arasındaki deride (intersfinkterik alan) yaklaşık 0.5-1 cm’lik bir kesi yapılarak, iç makat kası bağırsaktan ayrılır ve iç makat kası (internal anal sfinkter) kesilir ve bu teknik ‘’açık sfinkterotomi’’ olarak adlandırılmaktadır. b. Kapalı teknik: iç ve dış makat kası arasındaki deride (intersfinkterik alan) küçük bir kesi yapılarak bıçak (bistüri) ile intersfinkterik alana girilir ve bisturinin ucu iç makat kasına (internal anal sfinkter) doğru yönlendirilerek, cerrahın el yordamı ile iç makat kası (internal anal sfinkter) kesilir ve bu teknik ‘’kapalı sfinkterotomi’’ olarak adlandırılır. Ameliyat sırasında, bazı cerrahlar çatlak olan bölümü de çıkartırken (fissürektomi) yada elektrokoter adı verilen aletle yakarken, bazıları çatlağı çıkartmazlar. Lateral internal sfinkterotomi ile birlikte çoğunlukla çatlağın çıkıntısı (hipertrofik papilla) ve derideki uzantısı (skin tag) da alınır. Makat çatlağı tedavisinde sfinkterotomi ameliyatı açık veya kapalı teknikle yapılır. Açık teknikte iç makat kası kesilir ve yara açık bırakılır, kapalı teknikte ise iç makat kası kesildikten sonra deriye dikiş atılır, ancak bu teknik bu kapalı alanda   gelişme riski nedeniyle daha az tercih edilmektedir. Lateral internal sfinkterotomi ameliyatında teknik olarak en önemli nokta, makat dış kasının (eksternal anal sfinkter), bu girişim sırasında zarar görmemesidir. Lateral internal sfinkterotomi işlemi sırasında makat dış kasının (eksternal anal sfinkter) hasarlanması dışkı ve gaz tutamama sorununa rastlanır. Ayrıca, ameliyat sırasında makat bölgesine markain, bupivakain gibi bölgesel anestezik maddeler enjekte edilir ve böylelikle ameliyat sonrasında hastanın ağrısı belirgin şekilde azaltılmış olur ve böylelikle ağrı kesici ilaçların gereksiniminde belirgin azalma olmaktadır. Ameliyat akşamında hasta ayağa kaldırılır, oturma banyosu yaptırılır ve yemek verilir. Lateral internal sfinkterotomi sonrasında, hastalarda iki ay içinde % 90-92 oranında düzelme görülmektedir. Uzun dönemde ise, % 0-15 (ortalama % 5) nüks ve % 0-15 arasında dışkı ve gaz kaçırma komplikasyonu görülür. Ameliyat sonrası erken dönemde (ilk bir ay), tek başına lateral internal sfinkterotomi yapılan vakalarda % 30, fissürektomi (fissürün çıkartılması) ve lateral internal sfinkterotomi yapılan vakalarda % 40 oranında  4. Basınç kontrollü sfinkterotomi: makat çatlağının nüksü için iç makat kasının yetersiz kesilmesi sorumlu olabilir. Buna karşın dış makat kasının bazı liflerinin kesilmesi, gaz ve dışkı kaçırma ile sonuçlanabilmektedir. Bu nedenle iç makat kasının ne az, ne de fazla kesilmesi, yada kararında kesilmesi çok önem arz eder. Bu amaçla,  adı verilen ve makat kaslarının basınçlarını ölçmeye yarayan cihaz yardımı ile makat basınçlarını kontrol ederek kademeli ve kontrollü sfinkterotomi yapılabilir. Bu sayede gaz ve dışkı kaçırma komplikasyonu riski çok büyük ölçüde ortadan kaldırılabilir. 5. Fissürektomi ve kaydırma (flep) tekniği: makat çatlağı, yırtığı veya fissürün olduğu alan cerrahi olarak çıkartıldıktan sonra bu çıkartılan alana çevre dokulardan kaydırma (flep) yapılarak doldurulur (anoplasti). 6. Lazerle fissürün yakılması: lazer ışınları ile ameliyathane koşullarında anal fissür veya makat çatlağı alanı yakılarak buharlaştırılır (vaporizasyon). 7. Radyofrekans (RF) ile sfinkterotomi: makat iç kası (internal anal sfinkter) radyofrekans (RF) ile kesilebilir. Hasta ameliyat sonrasında ne kadar sürede iyileşir?
Makatta ağrı sıklıkla birkaç gün içinde ortadan kalkar.
Hasta ortalama 3-4 gün içinde işine geri dönebilir.
Tam iyileşme birkaç hafta içinde olur.
Makat çatlağı (anal fissür) ameliyatı sonrasında ne tür komplikasyonlar görülebilir? 1. Enfeksiyon: Makat çatlağı anal fissür ameliyatı sonrasında nadiren enfeksiyon görülür. Genelde % 1-2 oranında makat apsesi gelişebildiği bilinmektedir. 2. : Gaz kaçırma, makat çatlağı ameliyatları sonrasında % 12-27 oranında görülürken, dışkı kaçırma veya hafif ıslatma (soiling) ise % 10-15 oranında görülür. Hastaların en çekindikleri komplikasyon doğal olarak budur, zira sosyal bir ortamda iken acilen tuvalete gitme gereksinimine neden olur. Ameliyatın bağırsak cerrahisi (kolorektal cerrahi) üzerine yoğunlaşan bir cerrah tarafından gerçekleştirilmesinin, sonuçları belirgin şekilde iyileştirdiği bilinmektedir. 3. Makat fistülü gelişimi: Ameliyat sırasında bağırsak yüzeyi (mukoza) açılması sonrasında makat fistülü (perianal fistül) gelişir ve hastaların % 1’inden azında görülür.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Bobrek Kanseri
Böbrekler karın bölgesinde bulunan bir çift organdır.Böbreklerimiz hemen hemen bir yumruk büyüklüğündedir.Böbrekte tümör olmayan başka hastalıklarda görülebilir.Böbrek kanseri belirtileri arasında sigara içimi, obezite ve hipertansiyon da vardır.Bunların arasında daha önce bahsettiğimiz adenomlar, onkositomlar ve anjiyomiyolipomlar kanser değillerdir. Ancak bu teşhisler konulana kadar böbrekteki hastalıklar kanser olarak kabul edilir.Böbrek tümörleri herhangi bir rahatsızlık veya ağrı yapmadan çok büyüyebilirler.Böbrekteki kanser eğer tüm vicuda yayılmadan önlenebilirse bu oran % 79-100 arasındadır. Cerrahi bölümü; böbrek tümöründe esas tedaviyi oluşturur.Büyük bir böbrek kanseri tümörü varlığında yaşama şansı çok düşüktür.böbrek kanseri en çok uygulanan cerrahi şekli nefrektomidir.Bu ameliyatta böbrek kanseri çevresindeki düm dokular çıkartılır.İdrarda kan görülmesi en sık karşılaşılan şikayettir.Ne yazık ki bu tümörün teşhisini kolaylaştıracak bir kan testi yoktur.Eğer hastalık akciğer ve büyük damarlara sıçramışsa bu sıçrayan bölgelerede müdahale edilmeesi gerekebilir.Böbrek kanseri  ameliyatını her bünye kaldıramıyacağından bu konudaki kararın doktor, hasta ve hasta yakınlarının beraberce vermeleri gerekir. Kemoterapi kanser hastalarına damar yoluyla veya ağızdan ilaç verilmesi demektir.böbrek kanseri Ne yazık ki böbrek tümörü kanser ilaçlarında fazla etki göstermez.Radyoterapi yani ışın tedavisi; radyasyon ışınları kanser hücrelerini öldürür.Bu tür kan serlerde radyoterapi, ağrı gibi şikayetlerin tedavi edilmesinde de kullanılır. Böbrek tümörleri erken teşhis edildiği taktirde tedavi şansları yüksek olan kanserlerdir.İmplantların kullanılmasındaki amaç protez dişlere dayanak vermektir.
Böbrek Kanseri Hakkında Bilinmesi Gerekenler
Yaklaşık her yıl 10 bin kişiden birinin böbrek kanserine yakalandığı, 30 bin kişiden birinin de bu hastalıktan kaybedildiği düşünülmektedir.
Erken tanı konulup uygun tedavi yöntemleri izlenirse böbrek kanseri tamamen iyileşeceği unutulmamalıdır. Erken evrede tanı konulduğu takdirde böbrek kanseri hastaların yaşam oranları %70 ila 0 arasında olabilmektedir.
Böbrekler, karın üst bölgesinde bulunan ve idrarı oluşturan bir çift organdır. Oluşan idrar üreter adı verilen iki ince borucuk aracılığıyla idrar kesesine aktarılır. Böbrek kanseri sırtta göğüs kafesinin iki yanında yer alırlar ve kuvvetli sırt adaleleri ve alt kaburga kemiklerince dış etkilere karşı korunurlar. Etrafında Gerota kılıfı adı verilen kalınca bir kılıfla kaplı olup ayrıca da üst yüzeyi tıpkı bir elmanın dış kırmızı kabuğu gibi bir zarla kaplıdır. Ana atardamar'dan (aorta) gelen bir damarla kanlanırken, toplayıcı damarı ana toplar damarlara (vena kava) boşalır.
Vücutta metabolizma sonrası oluşan zararlı maddeleri ve fazla suyu idrar yoluyla uzaklaştırmak ana görevidir. Bunun yanı sıra kan basıncını (tansiyon) ayarlamada ve kan yapımında da rol oynarlar.
Vücudun temel yapıtaşları olan hücreler normalde vücudun ihtiyacına göre kontrollü bir şekilde çoğalabilirler. Kanser, bir hücre tipinin kontrol dışı ve düzensiz çoğalması sonucu büyüyerek tümör oluşturmasını, etrafındaki yapıları istila etmesini ve uzak organ ve bölgelere yayılabilme yeteneğini ifade eder.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Prostat Kanseri
Prostat kanseri erkeklerde deri kanserinden sonrasında en sık görülen kanserdir. Kansere sınırlanmış ölümlerde ise ikinci sırada önem alır. prostat erkek genital sisteminde yer alan, mesanenin çıkımını çevreleyen ve meninin akışkanlığında rol oynayan bir ifraz bezidir. Salgılamayı fail hücrelerden ve bunlaraprostat kanseri ilgili payanda ufuk dokusundan meydana gelmiştir. kestanecik prostat kanseri bu ifraz yapan hücrelerin düzgüsüz gelişimi ile ortaya çıkmaktadır. erken dönemde teşhis konamadığı taktirde kestanecik kanseri ak kan ve dem damarları vasıtasıyla dolayı dokulara yayılır. En pıtrak yayılım yeri çevresindeki ak kan düğümleri ve kemiklerdir. ilişik olarak akciğer, uykuluk ve diğer organlara da yayılabilir. prostat kanserinin mutlak nedeni bilinmediğinden günümüzde bir hayli vakada hastalığın oluşmasını engellemek olabilir değildir. ancak son zamanlarda yapılan çalışmalar, diet ve dirim şekli değişiklikleri ile kestanecik kanseri riskinin azaltılabileceğini göstermektedir. prostat kanseri hastanın hem kendi yaşamını hem de yakınlarınkini etkileyen ve esas edilmesi çetin bir hastalıktır. Hastalar ailelerini kaybetmekten, fiil ve günlük aktivitelerini sürdürememekten korkmaktadırlar. Tedaviler, yan etkiler, hastanede yatma süreleri bile bu tehlike ve endişeye katkıda bulunmaktadır. Doktor, hemşire ve sair esenlik çalışanları terapi ve vesair mevzularda hastaların sorularını yanıtlayabilir. ruhsal açıdan hastanın desteklenmesi önemlidir. toplumsal bir işyar finansal yardım, ev bark bakımı ve psikolojik koltuk mevzularında hastaya çeltek olabilir. prostat kanseri hastalar ve onların aileleriyle buluşmak, onlara bu hastalıkla kelle etme yollarını ve tedavinin etkilerini işlemek iyi olacaktır.
Prostat kanseri en sık rastlanan kanser tiplerindedir. Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan çalışmalarda prostat kanserinin en fazla 55 yaş üzeri erkeklerde görüldüğü ve tanı alan erkeklerin ortalama yaşının 72 olduğu bildirilmiştir.
Prostat
Prostat kanseri, semen (ejakulat, meni) içeriğinin bir kısmını oluşturan koyu kıvamlı sıvının üretildiği bir bez dokusudur. Erişkin bir erkekte yaklaşık olarak bir ceviz büyüklüğüne uiaşır. Karıniçi organların mesaneden (idrar torbası) sonraki en alt bölümünde, rektumun (kalın bağırsağın son bölümü) hemen önünde bulunur (şekil 1.) Prostat kesesi mesanenin ilk bölümünü sağlayan kanalı (üretra) çepeçevre sarmaktadır.
Prostat bezinin işlevlerini sürdürebilmesi için vücutta erkeklik hormonlarının bulunması gereklidir. Vücuttaki erkeklik hormonlarının ana kaynağı testislerdir ve'Testesteron'isimli hormonu salgılarlar. Diğer bazı erkeklik hormonları ise böbreküstü (sürrenal, adrenal) bezleri tarafından salgılanmaktadır.
İnsan vücudu birçok farklı hücre tipinden oluşmaktadır. Sağlıklı bir kişide vücudun gereksinimine göre hücreler bölünerek çoğalır ve işlevlerini yerine getirdikten sonra parçalanarak yok olurlar. Eğer hücreler ihtiyaç olmadığı halde bölünmeye devam ederse yeni oluşan hücreler dokuda büyümeğe yol açarlar. Dokudaki aşırı büyüme sonucu tümör olarak isimlendirilen bir kitle oluşur.Tümör dokusu benign (selim, iyi huylu) veya malign (habis kötü huylu) özellikte olabilir, iyi huylu selim tümör dokusu kanser değildir. Bu kitleleri oluşturan hücreler vücudun diğer bölümlerine yayılmazlar.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Testis Kanseri
Testis kanseri bir yahut iki testiste hücrelerin olağan dışı, denetleme edilemez şekilde büyüyerek oluşturdukları bir tümördür. Erkeklerde, mertlik uzvu penis belirti aşağısında bir uyuşuk cilt torbası olan skrotum içinde dü testis bulunur. kestirmece golf hepsi büyüklüğünde olan testisler meni ve tenasül organının gelişmesi ve kâhil erkek olgunlaşma sürecini düzenleyen mertlik hormonları (başlıca testosteron) üretmekten sorumludur.Testis kanseri Torba tümörleri ile müteallik olarak bilinmesi müstelzim en önemli şey, iyileştirme başarısının mebzul güçlü olduğudur. er tanılama bu başarıyı daha da artırmaktadır.testis kanseri Tümör yalnızca testistedir.Hastalığın evresini sınırlamak için sadır ve bâtın tomografisi ile tümör reaktif düzeylerinden yararlanılır. İleri evre hastalık ile başvuranlarda ilk tedavi kemoterapidir. Genellikle uygulanan tedavi 3 ajanın birlikte verildiği BEP protokolüdür Tümör olduğu düşünülen veya tümörden şüphelenilen durumlarda kasıktan meydana getirilen bayağı bir kesi ile testis çıkarılır. Bu sırada, kozmetik nedenlerle alınan testis kanseri namına bir takma konulabilir. Bir testis kanseri tümörünü erken tanımanın en yüksek yolu her kamer kendi kendini yoklama etmektir. hamam cağ yahut rüya sonrası, skrotum cildi gevşediğinden, böyle bir an muayene için çok uygundur. ilkin görünümde bir başkalık olup olmadığı gözlenmeli, henüz sonra her torba başparmak ve öbür parmaklar arasından kaydırılarak bir yığın varlığı araştırılmalıdır. düzgün işkilli kitleler bile olur ancak saptanan kitlelerin bir çok kanserle ilişkilidir. ikircik yerinde selim teşhis için kesinlikle üroloğa başvurulmalıdır.
Tedavi
Seminom: Seminomların çoğunluğu lokaldir ve radyoterapiye çok duyarlıdırlar. Evre 1 seminomlu hastalarda radikal orşiektomi sonrası retroperitoneal radyoterapi (2500-3000 cGy) önerilmektedir. Düşük evreli hastalarda kür oranı % 99'a ulaşmaktadır. Seminom ayrıca platinum içeren kemoterapi kombinasyonlarına da duyarlıdırve radyoterapi sonrası kurtarma tedavisi olarak kemoterapi uygulanmalıdır. Daha ileri evrelerde ve AFP yükselmesine neden olan büyük kitlelerde öncelikle kemoterapi uygulanmalıdır. Sıklıkla kemoterapi sonrası kitleler fibrozise uğrar. Ancak halen rezidüel kitle varsa cerrahi tedavi yapılmalıdır. Halen günümüzde seminomların tümüne 3 kür BEP veya 4 kür sisplatin + etoposid verilmektedir.
Nonseminomatöz germ hücreli tümör: Evre 1 hastalığı olanlarda standart ve en iyi tedavi RPLND 'dur. Erken evre hastalıkta hastaların %75'i yalnızca orşiektomi ile iyileşir. RPLND transabdominal veya torakoabdominal yaklaşımla olabilmektedir. Bu şekilde tedavi edilen hastaların sadece 'unda nüks görülmektedir ve bunların tamama yakını takibi ve tedavisi kolay olan akciğerdedir. Bu yaklaşımla kür oranı %99 dur. Orşiektomi sonrası başka bir tedavi yapılmaksızın yoğun takip edilen hastalarda 4 yıl içinde nüks oranı %30 dur (akciğer ve retroperiton). RPLND'nin uzun dönemdeki majör komplikasyonu sempatik sinir liflerinin zedelenmesine bağlı olarak ejakülasyon problemleri ve infertilitedir. Geliştirilen cerrahi tekniklerle morbidite oranının minimuma indirilmesine çalışılmaktadır. Yüksek evreli büyük retropeıitoneal kitlesi olan hastalarda platinum içeren kemoterapi kombinasyonları bu tümörlerin tedavisinde çığır açmıştır. Kullanılan tedavi protokolleri sisplatin + vinkristin + bleomisin (PVB) veya vinblastin + siklofosfamid + daktinomisin + bleomisin + sisplatin (VAB-6) şeklindedir. Kemoterapi sonrası rezidüel kitleye yönelik cerrahi yapılmalıdır.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Mesane Kanseri
Mesane, börekten süzülen idrarın depolandığı ve hariç atıldığı, adalelerden oluşmuş içi açık bir organdır. idrar torbası kanseri en kesif olarak, mesanenin iç yüzeyen döşeyen (değişici epitel ) hücrelerden kaynaklanmaktadır.Mesane kanseri bağırsak yüzeyi ürotelyum denilen safiha derece ile örtülüdür. Onun altında sarkık ilişki dokusundan oluşan ve lamina propria denilen tabaka vardır. En dışta ise hepsinden kalın bir adale tabakası (detrusor) makam alır.Mesane kanserinin elbette ortaya çıkıp, ne ilerlediği fakat kısmen açıklanabilmiştir. Kanserin ortaya çıkmasına ne olduğu bilinen kimi maddeler belirlenmiştir. Bunların başında sigara dumanında ve kimi endüstriyel kimyasallarda bulunan karsinojen ajanlar gelir. ABD’de salt sigara dumanının tüm idrar torbası kanserlerinin yarısından mesuliyetli olduğu bilinmektedir. En karakteristik emare idrarda soy görülmesidir (hematüri). hoppadak bütün olgularda görülür ve çoğunlukla ağrısızdır. İdrarda yalıncak gözle bile görülebildiği kabil bazı de ancak idrarın mikroskopik incelemesinde saptanır. İdrarda dem görülmesi, tıpkı gaitada ya da balgamda dem görülmesinde olduğu kabil potansiyel olarak bir amansız hastalık emaresidir ve bakış ardı edilmemelidir. İncelemeye, detaylı bir öykü ahiz ve fizik sağlık muayenesi ile başlanır. tütün alışkanlığı ve kimyevi maddelerle temas sorgulanır. Hematüri hacet yollarının rastgele bir yerinden kaynaklanabileceği için böbrekler, üreterler ve mesane kanseri görüntülenmesi istenir. Bu amaçla ultrasonografi veya üriner tomografi (idrar yollarına odaklanan kontrastsız bilgisayarlı tomografi) yapılır.
Birçok kanser köken aldıkları dokuya, yere göre adlandırılmaktadır. Mesanenin yüzeyel katmanına sınırlı kansere kas tabakasına invazyon göstermeyen yüzeyel kanser adı verilmektedir.Tedavi sonrası ise yüzeyel kanser tekrarlayabilmektedir.Tekrarlama genellikle aynı özelliklere sahip yine yüzeysel bir kanserin, eski yerinde veya mesanenin başka bir yerinde görülmesi şeklinde karşımıza çıkar ve bunların çok büyük çoğunluğu vücudun başka yerine yayılmazlar, sadece mesanede kalmaktadır. Bu nedenle mesane kanseri tümörlü hastaların düzenli kontrollerine gelmeleri önem taşımaktadır.
Tekrarlama ile birlikte hastalığın ilerlemesi de söz konusu olabilir ve bu durumda kanser derinleşerek kas tabakasına geçebilir. Buna invazif kanser denilmektedir. Kas içine ilerlemiş mesane kanseri mesane dışına çıkıp çevre dokulara da yayılabilir. Mesane kanseri mesane çevresindeki lenf bezierine de yayılabilmektedir. Yayılan tümörlü hücre akciğer gibi uzak organlara ulaşmış olabilir.
Bu tümöre ise metastatik mesane tümörü denilmektedir.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Ankara Dis Hekimi
Ağız ve diş sağlığımıza gerekli özeni göstermemiz gerekmektedir. Ağız ve diş sağlığımızda meydana gelen birçok sorun birçok hastalığın habercisi olabilmektedir. Genel olarak ağzımız birçok hastalığın habercisidir. Bu nedenle dişlerimize gerek özeni göstermeli, alanında uzman olan bir diş hekimine tedavi olmaktan öte 6 ayda bir rutin kontrole gitmek gerekmektedir.
ankara diş hekimi dijital ve estetik olarak ikiye ayırabiliriz. Digital diş hekimliği bilgisayar destekli ürünlerin kullanımını ifade eden bir terimdir. Estetik dişhekimliği ise hastaların estetik taleplerinin diş tedavileriyle bir başka ifadeyle diş estetiğibeklentilerinin karşılanmasını hedeflemektedir.
ankara diş hekimi alanındaki gelişmeler sayesinde diş tedavisi sonrası elde edeceğiniz dişlerin bitmiş haline yönelik görüntüleriniz kendi yüz fotoğraflarınızla karşılaştırılmakta ve ankara dişhekimi ile hasta tedavisi bitmeden son halini görebilmiş olacaktır.
Dişler yüzün tamamlayıcı unsurlarından olduğundan ötürü diş hekimliğinin bazı tedavileri doğrudan diş estetiğine yönelik gerçekleştirilmektedir.
ankara diş hekimi ’da yer alan birçok önemli doktorun arasında yer alan ankara diş hekimi diş estetiği ve digital estetik alanlarındaki gelişmeleri yakında takip etmektedir.
Diş hekimleri şu alanlarda tedavi sunmaktadır;
Ağız, diş ve çene cerrahisi
Protetik diş tedavisi
Periodontoloji
Ortodonti
Pedodonti
Endodonti ve Tedavi
Diş bakımı olarak sıralanabilir.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Ankara Dis Kaplama
ankara diş kaplama şu şekilde tanımlayabiliriz;
Bir dişin üzerinde yer alan porselenden yapılmış estetik materyaller kaplanmasına denilmektedir.
Ankara Kron Kaplama şu şekildedir;
Dişin çevresinden 1 mm kadar kesilip küçülterek yapılmasıdır. Kron kaplamanın amacı dişi güzelleştirirken sağlamlaştırmak ve koruyarak dişe kaliteli bir estetik sunmaktadır.
Diş kaplama şu nedenlerden ötürü yapılmaktadır;
Yeterince diş desteğinin olmaması durumlarında dolgu restorasyonu ankara diş kaplama başvurulmalıdır.
Zayıf dişlerin kırılması ihtimali
Diş implantı için
Renklenmiş,kırık,şekli bozuk dişleri kaplamak için diş kaplama işlemi yapılmaktadır.
ankara diş kaplama alanında uzman bir hekim tarafından yapılması önemlidir; çünkü dişlerinizin durumunu değerlendirerek sizin için en iyi olacak malzemeleri seçmesi gerekmektedir.
ankara diş kaplamad a günümüzde en çok tercih edilen malzemeler tamamen porselenden yapılan kaplamalar ve metal destekli porselen kaplamalar tercih edilmektedir. Bunların arasındaki fark ise porselen kaplamaların daha estetik olmasıdır.
Kaplamaların temizliğine de dikkat edilmelidir. ankara diş kaplama Günde dişlerinizi iki defa fırçalarken bir defa da diş ipiyle temizlemelisiniz. Kaplamaların kırılıp aynı zamanda zarar görmesini önlemek için sert yiyecekler(kabuklu kuruyemişler gibi.) tüketilirken dikkat edilmesi gerekmektedir.
ankara diş kaplama önemli olan öncelikle alanında uzman ve deneyimli bir doktorun rolüdür. Deneyimli bir hekim tarafından dişlerinizin sağlığına önem vermeniz sağlığınız açısından önemli bir yatırımdır.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Protez Uzmani Ankara
Diş hekimliğine 5 yıllık eğitimden sonra hak kazanan adaylar uzmanlık alanı seçimi içinde anabilim dallarında doktora yapmaları gerekmektedir.
protez uzmanı ankara bir diş hekiminin de bu bilim dalında doktora yapmış olması gerekmektedir.
Diş hekimliği bölümünde 8 anabilim dalında uzmanlık alanı vardır. protez uzmanı ankara denilen dalda bunlardan birini kapsamaktadır. Protezi açıklayacak olursak, vücutta herhangi bir eksikliğin işlevini yerine getirememesi üzerine organ ya da dokunun yapay olarak yerine konulmasıdır.
Protez
Diş hekimliğinde ise protetik diş tedavisinde de hasar gören dişlerin yerine yenilerinin getirilmesidir.
protez uzmanı ankara konusunda uzmanlaşmış kişilere de protez uzmanı denilmektedir. Bu anabilim dalı diş hekimliğinde en geniş tedavi alanı içermektedir.
protez uzmani ankara uygulamalarında dişler en iyi ve sağlıklı hale getirildikten sonra protez tedavisi uygulanır. Hijyen bakımından tam olan bir dişe protez uzmanı ankara yapılmalıdır.
Bu işlemler genel anestezi altında uyuşturularak yapılır. Diş tedavisinde en son teknolojiyi takip ederek size en doğru tedaviyi uygulayan bir hekim seçmelisiniz.
0 notes
cansubeyde-blog · 8 years
Text
Ankara Cene Cerrahi
Ankara Çene Cerrahi, Ağız içerisindeki dil, yanak, dudak, tükürük bezleri gibi yumuşak dokuların dişlerin, çene ekleminin ve çeneyle ilgili her türlü rahatsızlığın teşhisi ve cerrahi tedavisi ağız, diş ve çene cerrahisinin kapsamı içerisine girmektedir.
Ağız, diş, çene cerrahisi;
Ağız içerisinde yer alan yumuşak ve sert dokularda gelişen kistik ve tümöral patolojilerin tedavisi
Diş ve çene kırıklıkları
Sürmüş veya gömük kalmış dişlerin çıkartılması veya sürdürülmesi
Protez yapımına yardımcı olmak
İmplant cerrahisi tedavi alanını kapsamaktadır.
çene cerrahisi ;ağız, diş ve çene bölgelerindeki yumuşak ve sert dokulardaki hastalıkları, yaralanmaları, gelişimsel rahatsızlıkları tanımlayan, bunlar sonucunda oluşmuş fonksiyon ve estetik bozuklukların medikal ve cerrahi tedavisini gerçekleştiren çalışma alanıdır.
ankara çene cerrahi
Ayrıca ağız içindeki bulguların teşhisi, tedavisi ve kontrolleri de yapılmaktadır.
Diş hekimliğinden sonra uzmanlık gerektiren bir dal olan ağız, diş, çene cerrahisi ile ilgili müdahaleler alanında uzman bir hekim tarafından yapılmaktadır.
0 notes