cicek-hanim-blog
cicek-hanim-blog
çiçek hanım
4 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
cicek-hanim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media
Onüç/Ocak/İkibinonyedi Dün DC'nin meşhur National Mall kompleksindeki sayısız müzeden birini gezmeye gittim. Normalde müze gezmeyi sevmem ama bu küçücük yerde 3 saat geçirdim. İçeride 4 farklı sergi vardı ve hepsine hayran kaldım. Bir tanesi şu fotoğrafta görünen ve sergi bundan ibaret. İsmi Quiet Contemplation, Intelligent Comparison. Simsiyah duvarları olan bir odanın içinde sadece modern dönem çizimi kırmızı tonlarındaki bu tablo ve 15. yüzyıl Çin Ming Hanedanlığı döneminden bu seramik tabak var. İçerinin aydınlatması o kadar ustalıkla ayarlanmış ki odaya girer girmez renkler arasındaki geçiş ve çarpıcılığın etkisi altında kalıyorsunuz. Buradaki seramik tabak bir hayli özel ve eşsiz. Girişteki bilgiye göre bu seramik 15. yy da bakır kızılı renk ile sırlanmış. Bu rengi elde etmek üstün bir uzmanlık bilgisi ve maharet gerektiriyormuş. Nitekim 15. yy dan sonra bir daha elde edilememiş. Bilenler vardır çinicilikte de yaklaşık 400 yıldır elde edilemeyen bir renk var, mercan kırmızısı. Belki de bahse konu kırmızı aynı kırmızıdır, kim bilir :) Ps:camdaki yansımaya da bayıldım #dc #washingtondc #sacklergallery #mingdynasty #reflection #copperredglaze #pottery #chinamania
0 notes
cicek-hanim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Ofiste sıkıntıdan Washington turizm rehberimsi bir şeyi karıştırırken şunu gördüm. Zihin ne ilginç şey, fig&olive diye yazılır tin suresi diye okunur dedi bana resmen! Andolsun incire ve zeytine.. Sahi bu incir ve zeytinde bu kadar ne var da Allah Kuran'da üzerine yemin ediyor? Tin Suresi- https://youtu.be/BXKZiKSvCaY
0 notes
cicek-hanim-blog · 8 years ago
Video
tumblr
Günaydın 🎶 Buraya ilk geldiğimde hava 15-18 derece civarındaydı. Her yer günlük güneşlik, bir de Christmas zamanı olunca etraf şenlikliydi. O zaman sincapları da sokaklarda üçer beşer gruplar halinde görüyordum. Şimdi ise dondurucu bir kuru soğuk başladı ve herkes evine çekildi, e tabi sincaplar da. Bugün ise bir tane kaçak çıktı karşıma. Sabah sabah beni gülümsetmek için Allah karşıma çıkardı herhalde diye düşündüm, sonra da mutlu oldum işte. Şimdi böyle düşünüyorum diye çok Polyana olduğumu veya fazla iyimser olduğumu söyleyenler oluyor. Lisedeydim, o zamanlar Mustafa Ulusoy'un yazıları ve kitaplarıyla kafayı bozmuştum adeta. Bir yandan da Risale-i Nur'da tabiat ile ilgili kısımları okuyordum. Hayretim arttıkça artıyor, doğayla, onun güzelliğiyle ve en önemlisi onu bu kadar harikulade yaratıp gözlerimize ve dahi ruhumuza bir şenlik yaratanla bağım kuvvetleniyordu. Yürürken ağaçlarla çiçeklerle kuşlarla konuşur ve onlara selam verir olmuştum. Bu fazla 'romantik' gelebilir ama benim için artık ağızlara pelesenk olmuş sahte bir 'romantik tatlı kız' olmaktan fersah fersah uzak bir şey bu. Şu dünyada olup biten ve bizi yıldıran, ruhumuzu yoran, isyanların eşiğine getiren, zihnimizi soru işaretleriyle liğme liğme eden kötülüklere karşı ve Allah'la rabıtamı koruyabilmek için giydiğim bir kalkan. O yüzden ruhum yorgun argın nefessiz kalıyorsa da bazen, devam etme, inadına gülümseme gücü bulabiliyorum. Yine lisede aynı dönemlerde çok düşündüğüm/üz bir diğer konu da yaratılan şeylerin hikmetinin ne olduğu konusu idi. Arkadaşım K. ile aramızda geçen bir diyalog vardı.Denize kıyısı olan bahçeli bir yerdeydik yanlış hatırlamıyorsam. Şu tarz bir konuşma geçti aramızda: - Allah şimdi şurdaki şu böceği niye yaratmış ki acaba yaa, öylece duruyor orda baksana - Çok ilginç gerçekten, insanlar gibi de değiller ne yapıyorlar acaba. -Bak aklıma ne geldi, onun da binbir vazifesi vardır elbet henüz ilmimizin yetmediği ama en azından şu an bize Allah'ı hatırlattı farkında mısın. Bize "Allah bu canlıyı niye yaratmış acaba?" diye sordurttu. Belki de vazifelerinden biri de budur. İnsanoğluna tefekkür imkanı sağlamak... Böyle böyle derken olan ve var olan her şeyin arkasında bir hikmet aramaya çalıştım hep. O Zamanlar öğrendiğim bir diğer şey de hiçbir şeyin tesadüf olmadığı idi. Her şey bir plan dahilinde ve bir uyum içinde var ediliyordu. Yine uzattım ama işte bu sebeplerden bu sabah şu sincabın karşıma çıkmasından bile mutlu oluyorum. Çünkü diyorum ki ne benim o anda orada olmam ne de o sincabın karşıma çıkması (ya da benim onun karşısına çıkmam) tesadüf, bilakis O'nun bilgisi dahilinde. Sonra mutlu oluyor ve gülümsüyorum işte. Bu minik canlıyla karşılaşmak hem bana Allah'ı hatırlatıyor hem de bu olayın hikmetine dair merakımı celbediyor ve güzel bir tefekkür yolculuğuna çıkarıyor beni. Sonra da kendimi dünyaya ve dahi kendime "pencerelerden seyret, içlerine girme" düsturunca bakarken buluyorum. O zaman hani filmlerde olur ya, kendimi kendimim dışından izlerken buluyorum ve bir kez daha şu kainattaki küçüklüğümün farkına varıyorum. Acziyetimi iyice hissediyorum. Biraz da bu yüzden hala büyük büyük ve kendinden emin beylik laflar edenlere bir türlü ısınamıyorum. Ya da işte bu yüzden ateşli bir şekilde savunamıyorum hiçbir şeyi bana bir soru sorulduğunda. Genelgeçer bir şey söyleyecek olsam dilimi ısırıyorum yavaşça, her şey ne kadar göreceli, bir şeyi nasıl gördüğümüz durduğumuz yere ne kadar da bağlı. Dünyada ne kadar çok insan, ruh, his, düşünce, bakış açısı, kültür, inanış, gelenek, iş, yol yordam, iletişim biçimi, anlamlandırma yolu var değil mi? İşgal ettiğimiz yer ne kadar da küçük farkında mısınız? O, hırsla birbirimizi kırarcasına savunduğumuz düşünceler...Neyse.. O değil de ben buradayken bir kez daha tek ortak dilimizin sevgi ve iyilik olduğunu farkettim. İyiliği güzelliği yayalım ve ondan bahsedelim ki artık yorulan ruhlarımız bir nebze şifa bulsun diye diliyorum. Bir de sanatın güzelliği var, ondan daha sonra bahsedeyim :) Neyse işte, tüm bu sebeplerden şu videodaki anı hatırladıkça gülümsüyorum ☺️ Sizin de gülümsediğiniz bir gün olsun inşallah 💕
0 notes
cicek-hanim-blog · 8 years ago
Photo
Tumblr media
On/Ocak/İkiBinOnYedi
Yılardır farklı yerleri geziyorum gözlemliyorum. Arkama dönüp baktığımda en büyük pişmanlığım bunları doğru düzgün yazmamak oldu. Zaten çok hızlı unutyorum her şeyi. Dönüp bakıp okuyup hatırlayacağım bir şey olsun istiyorum artık. Her seferinde niyetlendim bir türlü olmadı. Bir keresinde başladım devam ettiremedim ama inşallah bu kez kararlıyım. Az da olsa yazıp burada toplayacağım. Sadece seyahat değil, kalemime ne gelirse.. Arada eskiden yazdıklarıma throwback yapıp arada da yeni yazılar yazarım artık fotoğraflar eşliğinde. 8 ay önce farklı bir mecrada yazmaya başlayıp bırakmışım. Washington’da şu an gece 12 ve yarın gitmem gereken bir stajım var. Ol sebepten siz yeni uyananlara hayırlı sabahlar dileyip başlangıç niyetine ‘’eski bir başlangıç yazısı’’nı koyup uykuya gidiyorum. 10 ocaktan 3 mayısa timeception lı bir başlangıç oldu galiba :) 
*Foto: Al Hamra Sarayı-Endülüs / Nisan 2016 Credit: Me 
‘’ 🌸üç/mayıs/ikibinonaltı🌸
*Kaç kez artık yazmaya başlayacağım deyip de kaleme uzanmaya bile üşenmiştim. Üşengeçlik son zamanlardaki karakteristik özelliğim olmuştu ve ben bu durumdan çok muzdariptim. Balın içindeki bir damlacık sirke gibi beni mahvetti geliştirdiğim bu özellik. Evet. Tam bir mahv olma hali.
*Kendimi o kadar yalnızlaştırdım, o kadar suskunlaştım ki artık yazmaktan başka çarem kalmadı gibi. Şimdi bir can simidine sarılır gibi sarılıyorum yazmaya. Tek arkadaşıma. Başıma gelenler beni öyle bir hale getirdi ki sorumsuz birisi olmaya başladım. Bu yüzden kendime tahammül edemiyorum. Kendime birazcık olsun tahammül edebilmek için yazmaya başlıyorum. Yoksa kafamın içinde pinpon topu gibi seken düşünceler beni ya hasta edecek (olmamışım gibi yaz) ya da öldürecek.
*Sabah bir mülakattan çıktım -onu da yazacağım inş- ve Mim Kahve'ye geldim. Kahvaltımı yaptım ve bir Osmanlı kahvesi ısmarladım kendime. Nasıl olsun dedi garson. Orta dedim. O esnada masada saatlerdir duran ama farketmediğim dergi ilişti gözüme: Orta Şeker. Yüzümü boğaza, Galata'ya, denize, maviliğe, Rüstempaşa'ya, Yeni Camii'ye, Süleymaniye'ye ve fakat en çok da kendime çevirmek için gelmiştim buraya.
Orta Şeker.
Sayfa 17.
“Sadakatsiz değilim sevgili türbülansa girdim sadece.”
Bir hafta önce Endülüs'ten dönerken girmiştik türbülansa. Ümit ile korku arasında sallar insanı türbülans denen bu meret. Ölüm düşüncesini gündemine oturtur insanın. İnsan nefesini tutar, geçmesini bekler. Benim girdiklerim hep geçti. Hep ümit makamına çıktı sonu. Şimdi düşündüm de benim bu hiç geçmemesinden korktuğum, boğuluyormuşum gibi hissettiren şu halim de bir türbülansa girme hali olabilir mi? Ben de böyle avutabilir miyim kendimi türbülansa girdim sadece diyerek?
Sayfa 20.
“Yorgun kelimeler birikiyor zihnimde
Gitmek bilmeyen, tükenmeyen..
Yarım kalmışlıkların girdabında bekliyor;
Umuda ulaşmayan hisler, aşılamayan yollar”
Ne güzel tevafuk! İyi ki Allah yolumu buraya düşürmüş diyorum içimden. Şu satırlarda yazarın çiziktirdikleri değil mi benim parmaklarımı şimdi kalemle buluşturan. Ve ben bu aralar kendime rağmen yaşamaya devam ederken umuda ve ümide ulaşmak değil mi duam? Orta şeker, orta şekerli dergiler. Bu ne hoş bir tevafuklar silsilesi. Tevafuklar demişken bir şey daha geldi aklıma ama ilk yazımı fazlasıyla uzattım sanırım.
Öğle ezanı okunuyor ve biz yeni bir yola çıkıyoruz. Felâha mı dersin? مع السلامة ‘’
1 note · View note