Text
O kadar uzun zaman oldu ki bazen eski beni hiç hatırlayamıyorum. Mesela kendimi daha ben gibi hissettiğim başka bir dönem geçirmedim daha önce. Hem çok iyi hissediyorum hem de kendimi önemsiyorum. Bunlar daha önce bir arada olabilen şeyler değildi. Kendimi iyi hissetmeye zorluyordum ve sonrasında bundan sıkıntı duyuyordum.
Biraz kilo aldım ama bu halimi seviyorum. Bazı hastalıklarım çıktı ama bu durum beni mutsuz etmiyor çünkü hayatımın nasıl olması gerektiğini öğretiyorlar. Garip bir minnet duygusu, harika bir salıvermişlik hali hakim her manada. Bunu yapmam gerektiğini kafama vura vura öğretti hayat. "Biraz sal", "Üzerine çok düşünme", "Değiştiremeyeceklerin için uğraşma" gibi bazı mottolar yerleşti günlerimin tamamına.
Kedilerimiz ile daha çok vakit geçiriyorum. Onların hayatlarını örnek alıyorum mesela. Hiçbir yerde sıkılmıyorlar ya. Yanımda sıkılırsa en abuk yere gidip oturuyorlar. Harika bir fikir gibi geliyor bana. Acıkınca yemek yiyorlar, canları isterse oynuyorlar ve hatta canları isterse gelip sevdiriyorlar kendilerini. İnsanın kediden bile öğrenecek çok şeyi var.
Şükretmeyi öğrendim bu arada. Hayır, dini bir çerçeveden değil. Olanlara ve olmayanlara, yaşanmış her türlü zorluğa ve bugünlere kadar gelişime. Evimin önündeki ağaçlara bakıp onların orada oluşu bile beni inanılmaz mutlu ediyor.
İnsanın sevip, sevildiği herhangi bir ortamda filizlenmeme olasılığı yok çok iyi anladım. Ben artık iyisi ve kötüsüyle kendine bayılan bir kadınım. Kendimin en iyi versiyonuna ulaşmaya çalışmıyorum. Demek ki bugün olmam gereken en iyi halim bu. İleride de ne olmak ve nasıl olmak istersem öyle olacağım.
Bu yazıyı da yazma sebebim, uzun zamandır kendi ile ilgilenemeyen herkesin kendini iyi hissedecek şeyler yaptığını okumamdan kaynaklanıyor. Bana burada aylar hatta yıllar sonra bir şeyler yazdırdınız. Tanışmıyoruz ama sizi seviyorum. -kalp-
0 notes
Text
yüzümü güneşe çevir,
burası soğuk, burası karanlık.
aklından bir sayı tut,
odam ışık dolunca ve ben biraz ısınınca bırak.
bana bir şarkı aç,
açamayacak gibi olursan hüznümün havasını al.
annemin kavanozlarından biliyorum.
bana bir yol bul,
gidersem bir anlamı olsun.
kaçar gibi değil, bando sesi duymak istiyorum.
bir kağıt uçup yapışsın yüzüme,
esmiyorsa, estir.
rüzgar olsun, olmalı.
o kağıtta bir şiir,
o şiirde ölüm ve mezarlık asla olmamalı.
koyunları say benim için,
uyuyamadım uzun süredir.
yastığım ve vicdanım taş gibi,
anlatamadıkça delirdim.
benim için dua et,
duanın içinde ben olmayayım.
aşık ol,
o ben olmayayım.
camları aç,
sinekler çıksın.
yalvarırım bana bir bilet al,
o tren geç kalmasın.
68 notes
·
View notes
Text
Hayat mutluluğu hak ettiğini düşünmeye başlayınca gerçekten harika hale geliyor. Melankolilerde yitmedigim, kendimi çekip çıkarmayı bildiğim her ana şükrediyorum.
Yolunda gitmesi için çabalamıyorum mesela. Bu muhteşem bir his! Akışına bırakmak, olan kötü şeyleri kabullenip, günümü kendime zehretmemek ne yerinde bir davranışmış. Zamanla öğreniyor insan. Öğrenince çayır çimen. Öğrenince hep güneşli, hep yeşil-mavi 🏵️
4 notes
·
View notes
Text
Artık ne hissettiğimi anımsayabiliyorum. Yaş almak böyle bir şey sanırım.
Uzun vakitlerden sonra
Yapayalnız bir meydanda duruyoruz. Günaydınlar, iyi akşamlar ve selamlaşmalar zamanla yok oldu ve biz bu büyük alanda hakikaten yapayalnızız. Zamanla alıştığımız ya da alıştırıldığımız ve gitgide zorlaşan iklimde ayakta kalmaya, nefes almaya, gülümsemeye ve yapmamız gereken en temel şey olan yaşamaya çalışıyoruz. 9-6 bir nöbet değil bu. 24 saat ve her an yanı başımızda duran bir savaş. Kimi zaman kendimizle verdiğimiz ve çoğu zaman dünyaya karşı açtığımız kansız ve duygusal bir savaş. Kıran kırana geçen bu uzun, sığınaksız ve sessiz savaşların sonunda en çok kendimizden özür dilemeyi öğrendik. Öyle anlamsız özürlerdi ki bunlar konuşabildiğimiz ve hissedebildiğimiz için büyük acılar yaşayan beyin, kalp ve iç organlarımıza hala çaba gösterdikleri içindi. Çünkü kendimizi çoktan yenmiştik. Salınmıştık tüm güzel duygulardan. Bir daha asla toparlanmayacağını bildiğimiz o karmaşık dolaplar gibi yazlıkların, kışlıkların, iç çamaşırlarının ve çorapların yerinin belli olmadığı çekmeceler ve boş kalan askılar gibi büyük bir karmaşaya sahiptik.
Anlatamadığım yahut anlatmaktan korktuğum kişisel hikayelerim ve beynimde oluşturduğum tüm bu karamsar karakterlerin öykülerini susuyorum. Sustukça çoğalan pek az şey olduğu gibi, konuştukça azalan şeylerin sayısının da düşündüğümden az olduklarını fark ediyorum. Anlatmak, iletişime dahil olmak ve sürekli irdelemekte olduğum şeylerin o kadar fazla konuşulmaması hatta bazı zamanlar hiç bahsinin bile açılmaması gerektiğini derinden derimde hissediyorum. Kafamda oluşan büyük uğultu gelmiş geçmiş tüm söylemlerin, milyonlar önünde verilen tüm demeçlerin, haykırılan tüm sloganların sonrası alkış sesi gibi. Büyük coşkulu bir kalabalığın ortasında alkışlamak için cümlenin bitmesini bekleyen ben, bu topluluğun nedense dışında kalıyorum. Çünkü basma kalıp fikirlerim var hala. Adapte olamadım ve nereden başlanacağını da bilmiyorum.
Yazdığım tüm bu karanlık hikayelerin arkasında ben vardım. Benim arka odalarım, gün görmemiş görse bile anlamamış boşluklarım vardı. Duvarlardan akan kırmızı renkli bir hikayemi sonradan okuduğumda o zaman neye bu kadar kanadığımı da hatırlamadığımı ansıyorum. Ama içimde açtığım akışı durmaz o her ne ise beni bugüne değin taşıdı. Halbuki dediğim gibi ben çoktan salmıştım ama vücudum beni sırtlandı. En büyük özürü beslemekten uzak durduğum kendimden, gerçekleştiremediğim güzel düşlerden ve dişlerimden dilemeliyim.
Uzun zamandır yazamadığım ellerim ilk kez iki üç cümle yazabildikleri için şanslılar. Arada durup baktığım tırnaklarım onlara göz gezdirdiğim için sanırım mutlular. Işık yılı sonrası “merhaba“. Anlaşılmayacak bir iç döküşü yazdığım ve uzun zaman sonra okuduğumda ben o an ne hissediyordum duygusuna ise “görüşürüz”.
5 notes
·
View notes
Text
Çok unuttuk ve çoktan unutulduk aslında. Bir sabah kendimizi hikayenin neresinde olduğumuzu ararken yorulduk, şöyle uzunca soluklandık ve o an her şeyi unuttuk işte. Köşede bir ev vardı. Paçaları yeri süpüren bir kadın. Sabahı zor gören bir nefes. Olsun, her şeyi unuttuk artık. Yolumuza kaldığımız yerden devam edebiliriz çünkü hepsini yitirdik bir otobüs biletinde. Her yeni otoban yeni, uzun bir hikaye yazıyordu. Yol kenarındaki ağaçlar büyüyordu ve biz fidan hallerini unuttuk. Beynin yeni bir şeyler eklemek için eskilerini sildiğine inanmak biraz saçma. Tüm bu bilimsel gerçekliği bir kenara atıp, aynen şöyle söyledik ‘Unuttum.’
Peki beni hamur gibi şekillendiren tüm o şeyleri de unuttuysam? Nereden ve neden başladığımı bilemiyorsam artık, geriye kalmış yıllarımda neyi arayacağım?
4 notes
·
View notes
Audio
YETİŞEMEDİM.
Kırk yerimden vurdular, hepsini teker teker saydım. Kırk yerimden sızdı dünya.
Hani birileri gider arkasından el sallanır ya, sahi kimdir giden? El sallayan mı, hiç veda etmemiş gibi umarsız davranıp arkasına dönüp bakmayan mı?
Kırk yerimden yara almıştım bir sonbahar. ’Yazın iyileşir.’ dediler. ’Güneş çıkınca’ dediler, ’sarı bulaşınca hele, o zaman gör sen bir de’ diyerek telkin ettiler. ’Yazın iyileşir.’ Biraz olsun hafiflemedi sancılarım yaz aylarında. Ataklar halinde yükselerek, yataklara düşürdü yaralarım. Sızım sızım sızladı birde. Perdeler dibine kadar çekiliydi. ’Bu evde güneş yok, bu ev hep karanlık’ dediler. Benim iltihaplanmış yaralarımdan kalkmaya dermanım yoktu, gördüler ama perdeleri bir koltuğun duvara dayanan kısmına sıkıştırmadılar. Yaz geçti, bahar geldi. Ben yataktan kalkmadım. Kafam ve içindekiler, kafam ve dışındakiler, boynumdan ayrılmış düşünme yetimle dedim ’yaz geçti, mümkünatı yok artık iyileşemem. Başka bir yazı görecek kadar da zamanım yok. ölüyorum.’ dedim. Kendi kendime. Duyacak kimse yoktu zira. Sabahattin Ali‘nin de dediği gibi; ’ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insandım.’ Dedim ’yaz gelmiyorsa, yazı düşlerim. Sonsuz yeşili ve maviyi düşlerim. perde açılmıyorsa kime ne? ben yaşamayı düşlerim.’ İlk önce yazlık terliklerimi düşündüm, yıllardır giymediğim. Sonra çok severek aldığım beyaz askılı tişörtümü. Bacasından duman çıkmayan, is kokmayan şehirleri düşledim. Hiç alamadığım ama her aklıma gelişinde hüzünlendiğim eskitilmiş su yeşili gardropu düşledim. Kışlık ne varsa sıkıştırdım o dolaba montları, botları, eskimiş isimleri. Hepsini düşleyemeyecek ve düşünmeyecek kadar sildim içimden. Kilit üstüne kilit vurdum eskimiş ne varsa.
Bir deniz düşledim ucu bucağı görünmüyordu, bir orman geçiyordu zihnimden dallar arasından güneş sızan. Parça parça boyadı beni sarıya. Bir geyik bir kurtun ensesinden öpüyordu. Bir atmaca bir balığı karadan kurtarıyordu. Güneş sarıyordu bedenimi, evi düşledim. Tek odalı olan. İçinde kitapları, müziği olan. Açtım kapısını girdim eve, usulca döndüm dört köşesini evin. Biri uyandı sonra, yüzünü pencereye döndü, sırtı odaya dönüktü. Simsiyah ve karnından büküktü. Siluetini gördüm pencerenin önünde, dışarıyı izliyordu. Kitaplarıma ve müziğime basıyordu. Yaralarım sızladı. Bu evden çıkmak istiyorum dedim. Kapılar örtüldü üstüme sonra kilit üstüne kilit vuruldu. ’Yaz bitiyor, benim gitmem lazım.’ dedim. Siluet konuştu sonra.
'Yaz sana hiç uğramaz, kendini kandırma.’
31 notes
·
View notes
Link
Duyduğum an kalem kağıda sarılmak istediğim şarkılar var.
2 notes
·
View notes
Text
Uzun vakitlerden sonra
Yapayalnız bir meydanda duruyoruz. Günaydınlar, iyi akşamlar ve selamlaşmalar zamanla yok oldu ve biz bu büyük alanda hakikaten yapayalnızız. Zamanla alıştığımız ya da alıştırıldığımız ve gitgide zorlaşan iklimde ayakta kalmaya, nefes almaya, gülümsemeye ve yapmamız gereken en temel şey olan yaşamaya çalışıyoruz. 9-6 bir nöbet değil bu. 24 saat ve her an yanı başımızda duran bir savaş. Kimi zaman kendimizle verdiğimiz ve çoğu zaman dünyaya karşı açtığımız kansız ve duygusal bir savaş. Kıran kırana geçen bu uzun, sığınaksız ve sessiz savaşların sonunda en çok kendimizden özür dilemeyi öğrendik. Öyle anlamsız özürlerdi ki bunlar konuşabildiğimiz ve hissedebildiğimiz için büyük acılar yaşayan beyin, kalp ve iç organlarımıza hala çaba gösterdikleri içindi. Çünkü kendimizi çoktan yenmiştik. Salınmıştık tüm güzel duygulardan. Bir daha asla toparlanmayacağını bildiğimiz o karmaşık dolaplar gibi yazlıkların, kışlıkların, iç çamaşırlarının ve çorapların yerinin belli olmadığı çekmeceler ve boş kalan askılar gibi büyük bir karmaşaya sahiptik.
Anlatamadığım yahut anlatmaktan korktuğum kişisel hikayelerim ve beynimde oluşturduğum tüm bu karamsar karakterlerin öykülerini susuyorum. Sustukça çoğalan pek az şey olduğu gibi, konuştukça azalan şeylerin sayısının da düşündüğümden az olduklarını fark ediyorum. Anlatmak, iletişime dahil olmak ve sürekli irdelemekte olduğum şeylerin o kadar fazla konuşulmaması hatta bazı zamanlar hiç bahsinin bile açılmaması gerektiğini derinden derimde hissediyorum. Kafamda oluşan büyük uğultu gelmiş geçmiş tüm söylemlerin, milyonlar önünde verilen tüm demeçlerin, haykırılan tüm sloganların sonrası alkış sesi gibi. Büyük coşkulu bir kalabalığın ortasında alkışlamak için cümlenin bitmesini bekleyen ben, bu topluluğun nedense dışında kalıyorum. Çünkü basma kalıp fikirlerim var hala. Adapte olamadım ve nereden başlanacağını da bilmiyorum.
Yazdığım tüm bu karanlık hikayelerin arkasında ben vardım. Benim arka odalarım, gün görmemiş görse bile anlamamış boşluklarım vardı. Duvarlardan akan kırmızı renkli bir hikayemi sonradan okuduğumda o zaman neye bu kadar kanadığımı da hatırlamadığımı ansıyorum. Ama içimde açtığım akışı durmaz o her ne ise beni bugüne değin taşıdı. Halbuki dediğim gibi ben çoktan salmıştım ama vücudum beni sırtlandı. En büyük özürü beslemekten uzak durduğum kendimden, gerçekleştiremediğim güzel düşlerden ve dişlerimden dilemeliyim.
Uzun zamandır yazamadığım ellerim ilk kez iki üç cümle yazabildikleri için şanslılar. Arada durup baktığım tırnaklarım onlara göz gezdirdiğim için sanırım mutlular. Işık yılı sonrası “merhaba". Anlaşılmayacak bir iç döküşü yazdığım ve uzun zaman sonra okuduğumda ben o an ne hissediyordum duygusuna ise “görüşürüz”.
5 notes
·
View notes
Text
gel-git
https://www.youtube.com/watch?v=yyou0I1yesI
Şimdi ‘yaşla başla’ ilgili bir kaç şey yazacağım. Cumartesi gününden beri hep aynı düşüncenin içine düşüyorum. Nasıl toparlayacağımı da bilmiyorum aslında. Gittiği yere kadar artık. Baktım olmuyor yazmak için 45 yaşıma kadar beklerim.
Öyle bir eşik ki bu 30 yaş dedikleri, orta, ulu orta, basbayağı değişik bir döneme sokuyor insanı. Burada ‘30 yaşında evde kalmış bekar insan’dan bahsetmeyeceğim -beklediğiniz oysa eğer-. Ölüm ve doğumdan bahsedeceğim. Çocukluğunuzdaki büyüklerin ölümünden, büyüdüğünüzdeki doğumlardan. Son 2-3 yıldır durumlar biraz karışık. Yaşıt arkadaşlar evlendiler ve tam şu sıralar doğumlar olmaya başladı. Artık her fotoğrafta arkadaşlara ek +1 minnoş bebek var. Kimi somurtmuş, kimi neşeyle o küçük, ufacık dişlerini ekrana göstermiş, bazısı var cıyak cıyak ağlıyor, öbürü yeni yürümeye başlamış falan. Bir keyif furyası adeta. Sonra akşama doğru telefon çalmaya başlıyor, normal zannettiğin, her zamanki metal tonlamalarla. Telefonu açtığın an dünya başına yıkılıyor. Küçükken, o şimdi baktığın güler yüzlü çocukların yaşındayken tanıdığın bildiğin insanların vefat haberleri geliyor. Telefondan. Normal çalan bir telefondan. Açmak istemeyeceğin türden bir çalıştan bahsediyorum. Aklına kolunu, bacağını ısırmaları, yaptığı güzel yemekleri sana yedirmeye çalışmaları, hüzünleri, kavgaları ve kahkahaları artık hoş bir seda olarak kalıyor havada. Sen çocukluğunu kaybediyorsun. O çocuk onu kaybediyor. Oyundan taşmış bir saklambaç gibi anılarda birbirimizi arıyoruz ve bulamıyoruz.
Sen çocukken yetişkin olanlar ölüyor, senin yaşıtlarının çocukları doğuyor ve sen öyle aradasın ki ikisine de aynı mesafede. Dımdızlak ortada. Hiç saklambaç oynamamış, hiç kimseyi aramamış gibi. Ve gün gelecek doğumuna şahit olduklarımız bizim içinde 30 yaşına geldiklerinde aynı şeyleri söyleyecekler.
Bu yaş bir aydınlanma evresi, farkındalık, yemek masalarında gitgide çoğalmak ve azalmak, varlık ve hiçlik, kendine erdiğin ve karar verdiğin yaş.
Hangi yaşa ermek için zaman yavaş aksın isterdin diye sorsalar 30 derdim ve şimdi en uzun hangi yaşta kalmak istersin diye sorsalar yine 30 derim. Değişik bir muamma.
3 notes
·
View notes
Text
Az evvel bu lanet olası sosyal medya hesaplarından birinde çocuğu için kök bağışçısı arayan babanın fotoğrafını gördüm. Gönderiyi paylaşan kişilere kök bağışçısı olmanın ne kadar kolay olduğunu ve ne kadar güzel bir şey olduğunu günlerce yazdım. Hepsi kendinde bir bahane buldu. Kimse gidip de kök bağışçısı olmadı ama şimdi bakıyorum da bunun çığırtkanı oluyorlar. İşte bu yüzden sevmiyorum insanları, sahte kimlikli sosyal medya hesaplarını. Kök bağışçısı oldun mu diye sor cevap veremez ama bu zor durumun duygusallığından herkes kendine bir pay çıkarıyor, sanki bir uğraş vermiş gibi.
Aşırı kötü niyetli zamanlar.
KÖK HÜCRE BAĞIŞÇISI OLMAK İÇİN;
Hazır konuya değinmişken linki bırakıyorum buraya. Hayat kurtarmaktan daha önemli bir vasfımız yok dünyada. 15 dakikalık bir işlemle 3 minnacık tüp kan örneğinizi alıyorlar. Sonrası eşleşmeye kalıyor. Kim bilir belki birinin umudu olursunuz.
5 notes
·
View notes
Text
Hayatımdan bu kadar zevk alacabileceğimi ben de bilmiyordum. Öğrendim.
3 notes
·
View notes
Note
Kalemini beğendim, devam et bu yolda.
Çok teşekkür ederim. Biraz duraksadım ama devam edeceğim :)
0 notes
Audio
KENDİM / Ben.
Annem hep ‘En saklı olan, en göz önünde olandır.’ deyip duruyordu. Bende düşmanlarımdan saklanmak yerine, içlerine sızdım. Beni nerede bulamayacaklarını anladıktan sonra, oradan derhal uzaklaşıp kendime bir sığınak inşa ettim. Sabah oluyor, suretim güneşte usul usul beliriyordu. Sığ��nağımın duvarına yaslanmış öylece duruyordum. Sarı renk gözümün alabildiği yere kadar her yeri boyayana dek bekledim. Güvende olduğumu hissedene kadar ellerimi duvardan bir an bile ayırmamıştım. Ama artık güvendeydim, ellerimi duvardan ayırarak bacaklarımı yokladım. Benimleydiler ama uyuşmuşlardı. Süzülerek oturdum toprağa, ayaklarımı uzattım. Ellerim acıyordu ve sırtım hala duvarıma yaslıydı. Bugün güneş ne kadar da fazla güneşti. Ayaklarım vücudumdan ilk kez peydah oluyormuşcasına sızlıyordu. Uzun ve soluksuz baktım. Ellerimi topraktan ayırarak bacaklarımı yokladım. Benimleydiler ve sıhhatliydiler. Sırtımı duvardan sökerek toprağa yüzü koyun yattım. Sanıyorum ki yer altında yüzlerce yaratık vardı. Bağırışmalarını duyuyordum, doğaya dönüyordum. Önce dizlerimi kendime doğru çektim, sonra yüzümü dizlerime değdirdim. Temkinli yaklaşımlarla kafamı dizlerimden söktüm. Güneşe döndüm, boy ölçüme yükseldim. Ayaklarım yeryüzüne değiyordu. Gözümü sarı alıyordu, bedenimi dolaşıyordu. Korkacak tek bir an bile kalmamıştı içimde. Ne yürüdüm, ne koştum. Zaferime karşı dimdik durdum.
Ve bir kez daha, kendimle bu denli başarılı bir şekilde başedebildiğim için yaz şarkıları söyledim.
6 notes
·
View notes
Text
Başıma ne gelirse gelsin acayip bir şekilde vazgeçemiyordum, vazgeçilmez sanıyordu kendisini. Ama ona onu öyle hissettiren yine bendim. Vazgeçecek gibi oluyordum güzel bir sigara sonrasında, bulduğum güzel bir şarkıyı onunla paylaşma gereği duymadığımda.
Kendime yetebilirim, kendime yetebilirim, kend..
Sonra alışılmışlık mı, aşıklık mı, karışıklık mı bilinmez bir şey, yani bir şey beni alıkoyuyordu vazgeçmelerden. Dünya dursa vazgeçmezdim belki ama amalardan önce söylenen bir -di var şimdi.
Vazgeçtim.
Kendime yetmeyi öğrendiğimde değil kendi sınırlarımı aşıp bilmenin asla yetmeyeceğini öğrendiğimde vazgeçtim.
11 notes
·
View notes