ckyravalencio-blog
ckyravalencio-blog
Kyra Valencio
3 posts
Chamuel Kyra Valencio; wherever there is an empty place, invite love to dwell within it. The Angel Chamuel has come to remind you that love is your birthright; and a fact of who you are. It is time to gently love yourself and relase anythin from your life that no longer serves you in a loving way. "I am a living expression of the enternal light of love. I welcome love into my life."
Don't wanna be here? Send us removal request.
ckyravalencio-blog · 8 years ago
Text
Diary of CKV -3
Aşk meleği olmak, çoğu zaman zahmetli bir iş olabiliyordu. Şimdi düşünüyorsunuz mutlaka, ki çoğunlukla düşündüğünüz şey de tam olarak bu, çiçekten çiceğe atlamanın neresi zahmetli, bunu gözümüz kapalı bile yapabiliriz Kyra ve de zevkli yanını gocunmadan itiraf edebiliriz diye. Fakat, şunu söylemek isterim ki, sizden daha aptallarını ömrüm boyunca -belirtmeden geçmeyeyim on bin yıllık bir süre zarfında- görmedim ben. Her şeye öylesine düz, öylesine tek anlamla bakıyorsunuz ki ilerisi çok açık olsa bile, görmek istediğinizi görüyorsunuz ve de ben, o görmek istediklerinizi size verebilecek biri değilim. Çok daha fazlasıyım; ayrıntıdaki ayrıntıyım, semaya dizili parlak yansımalarım, yeni yeni oluşmaya başlamış bir anlamda karahindibayım. (Bu kısmı aklınızda tutun geri döneceğim.)
İnsanlara aşk’ın tanımı olmay�� yani benim olduğum şey olan aşk melekliğini, öyle basit bir arzudan dolayısıyla, tensel temasa indirgeyen o Afrodit’i bulduğum yerde saçından tutup evrenin dışına yollayacak kadar sinirli olsam da durun bir saniye ve beni dinleyin.
Biz, daha doğrusu ben elbette doğam gereği etrafıma sevgi saçıyorum, yeri geldiği zaman sevgisiz kalanlara bunu aşılıyor ve daha çok evrende bulunan her şeyi, öyle sevgi pıtırcığı bir ponçiğim havalarında olmayarak, seviyorum.
İş ilişkiler boyutuna geldiğinde ise, sandığınız gibi herkese aşık, gününü gün eden biri değilim. Ömrümde sevdiğim, kalbime dokunmaya yaklaşmış sadece iki insan olmuşken, aşk denilen bu kutsal kelimenin Afrodit zımbırtısı tarafından dillere böyle basit bir şekilde düşürülüyor oluşu, olmadığım bir şekilde görülüyor oluşum cenneti ateşe verdirebilecek nitelikte benim için. Ama ben uslu bir melek olarak bunu yapmamayı seçiyorum.
Şimdi karahindiba çiçeğine geri dönelim. Bu çiçeğin anlamı, “Sana aşkımı sunuyorum.” demek. Üstüne basılsa bile, dümdüz durabilir ve yine de sana aşkımı sunabiliyorum der. Benim, o ile aramda geçenler tam olarak bundan ibaretti. Daha önce aşkı bilsem de, iliklerimde hissetsem bile gerçek anlamda bunu bana yaşatan kimse olmamıştı. O gece onunla vakit geçirirken, teni tenime değerken, gözlerinde ki ışıltı gözlerimi bulurken ve de onu hiç tanımasam bile, beni o kadar iyi tanıdığını bilirken ki aslında bunu bilmem için hiçbir sebep yokken, tam olarak aramızda yaşanan şey buydu.
Ben bu aşina olduğum fakat binlerce yıl boyunca arayıp durduğum o hissi yaşamaya başlamış ve de bir anlamda, onca zamandır biriktirdiğim ve asla ama asla kimselere vermediğim aşkımı ona sunmaya başlamıştım. Bunu fark etmem işin diğer bir zor kısmıydı diyebilirim. Beni silkelemesi gerekti, üzerime çıkıp bir an da öyle olmasam bile küçültmesi gerekti. Kendimi şımarık gibi gösterişlerimi bertaraf ederek, küçülttüğü gibi de gerçekten olduğum kişiyi yüzüme çarpması gerekti. Ve ben, onun beni herkesten iyi görebilmesinden dolayı mı, yoksa onun bana bakışının güzelliğinden mi bilemiyorum, biri tarafından ilk kez o an da sevilmek istedim. Öyle minik bir sevgiden bahsetmiyorum hemde. Dört bir yanı insan havuzuyla dolu olsun isteyen ben, sadece onunla kalmak ve sadece onu sevmek, onun da beni sevmesini hissetmek istedim. 
“Çünkü önemli olduğunu düşünüyorsun ve belkide dünya tarihinde ilk kez biri bu konuda bu kadar haklı. Aslına bakarsa düşündüğünden bile önemlisin. Sadece olduğun şey ya da kişi değil. Sen önemlisin. Cleopatra ya da Truvalı Helen gibi. Sadece daha büyük. Daha...” demişti o gece ve yüzünde sanki bilmediğim bir espriden zevk alıyormuş gibisinden bir ifade belirmişti. Ardından dudaklarına kısa süredir onu tanıyor olsam bile, iyi bildiğim o gülümseyişlerinden biri oturmuştu. Böyle zamanlarda ne düşündüğünü bilmemek ne kadar iliklerime kadar sinirlerimi bozuyor olsa bile, ondan duyduğum bu sözlerin tesiri sandığımdan bile daha hızlı vücudumda kendini göstermeye başlamış, ardından hiç yaşamadığım bir şekilde, ilk kez biri kalbimin gerçekten yolunu bulmuştu. Kısa bir süre sonra cümlesini bitirdi.” Kıyas bile edilemez derecede büyük.” 
Diyorum ya, beni bir an da olduğum yere çektiği gibi, olduğum yerin bin kat altına indirmeyi öylesine güzel başarıyordu ki, bunun karşısında bazen ben bile susup ne kadar doğru orantılı (!) davranışlar sergiliyor oluşunu izlemeden geçemiyordum.
“Her neyse beni buraya sadece azarlamaya mı çekmiştin? Çok başarılı bir plan değildi çünkü.”
“Bana bildiğim şeyleri anlatmana gerek yok Nathaniel, söyleyeceğimi söylediğime göre fazla lafın da lüzumu yok.”
Diyeceksiniz ki, ah be aşk meleğim, bunlar nasıl tavırlar. Hem diyorsun ki, ilk kez aşkı hissediyorum hem de çocuğun ağzına lafları böyle teker teker sokuyorsun.
Hayır sokmayıp da ne yapayım? Adamın kız kardeşimle ne yaptığı belli değil, öte yandan benim melek olduğu kadar bulunduğu yeri hak etmeyen kardeşimin her gün ona karşı olan AŞK dolu hislerini görmek, görmesem dahi işitmek zorunda kalmak beni en olamayacak yere itmişti. Yani; depresyona.
Ben kendini seven ve bu sevgiden zevk alan biriyim. Aynalardan uzak yaşamak bana göre değildir, sürekli kıyafetlerimle, saçımla, başımla ve de makyajımla ilgilenmek isterim. Kısacası uğraşmaktan en çok zevk aldığım şey kendimden başkası değildir.
Fakat o zamanlar, onun için önemli olamamak canımı acıtıyordu. Bunu buraya yazmak bile o kadar zoruma giderken olan şey bundan başka bir şey değildi. İstemeksizin her an aklımda beliyordu, kendimle ilgilenirken onun sözlerini anımsıyordum. Kıyas bile edilemeyecek kadar büyük oluşum aklıma geliyordu, kendime bakarken benim bile göremediklerimi, yalnızca bildiklerimi görerek bana anlatışı, kelimelerinin tekdüze fakat gittiği adresi şıp diye buluşu ve dudağında beliren o gülümseme...
Ondan nefret ediyormuş gibi davranmaya başladım. O öylesine nefret edilemeyecek kadar benzersizken, insanların buna inanmayacağını düşünüyordum. Kim, neden böyle eşsiz bir varlıktan nefret edebilsin ki, değil mi? Ama ne yaptılar biliyor musunuz, inandılar. Onun her bir saç telini ayrı ayrı sevebilecek durumdayken, hatta onunla laf dalaşına girdiğim anlarda bile parmaklarının güzelliği hakkında dizeler yazabilecek kadar onu seviyorken, içimde ki tarifi benzersiz boşluk alıp verdiğim nefeslerle göğsümü acıtıyor iken onu sevmeme durumuma inandılar. 
Her gün meleklerle vakit geçiren ben, bir vakitten sonra kendimi odama kapattım. Belki onları görmezsem, Nathaniel’e olan ihtiyacımı bastırabilirim diye düşünüyordum. Sonuçta olmayan nefret dolu hislerimi lanse etmektense, o ortamda bulunmamak en mantıklısı değil midir? (Tabiki de konunun Nathaniel’i sevmiyor oluşuma inanmalarının bu kadar olası olarak görmelerinin yakından uzaktan ilgisi yoktu, hiç olur mu?)
Günler ilerliyordu, ben ise günleri geriden takip eder olmuştum. Nerede ne yaptığımı bilmeksizin, onu son görüşümü düşünüyor ve hislerimi içimden atabilmek adına gereksiz ne varsa yapıyordum biraz kafam dağılır umuduyla. Melekler hakkında kitaplar okuyordum, en sevdiğim şey olan patates kızartmalarına gömülmüş sosyal medya da geziniyor ve çoğunlukla yatağımdan ayrılmıyordum. Eh, biraz yeni sezon trendlerine de bakmıyor değildim.
Sonunda mutsuzluğumun zirvelerindeyken, yalnız başıma çocukluğumdan beri çıkmaktan zevk aldığım bulutların üzerine, kendi özel yerime çıkarak pofidik bulutların renklerini dokunuşlarımla değiştirip, biraz olsun rahatlamaya başladığım o gün, Nathaniel çıkageldi ve ben ondan ne kadar uzaklaşmak istiyorsam beni o kadar kendisine aşık etmeye devam etti.
Biz bir savaşın iki ayrı cephesinde, tarafımızca önemli askerlerdik. Yapmamız gerekenler, üstlenmemiz gereken sorumluluklar vardı. Nathaniel’in de söylediği gibi.
“Ne yazık ki hepimizin yapması gereken şeyler var. Oynamamız gereken rollerimiz. Söylememiz gereken replikler. Sorumluluklarımızı ancak bir yere kadar bırakabiliriz.” 
Hayatımda ilk kez küçük bir çocuk gibi ağlamak, babama gidip yalvarmak istedim onunla olabilmek için. Evrende sesimi duyabilen ve de bu olayları lehime çekebilecek her kim varsa, ondan bizi birbirimize bırakmaları için her şeyi yapmak istedim. Hayatımda bir kez bencilliği oynayıp, sadece seni hayatımda istiyorum neden bu kadar zor olmak zorunda demek istedim. Savaşın omuzlarıma bindirdiği ağırlık şöyle dursun, karşımda onun olabileceği bir savaşta ne denli varlığımı sürdürebilirdim bilmiyordum.
İşin tuhaf yanı, savaş anında karşıma çıkabilecek oluşuydu ve ben bu savaşın sonucunda kazanmanın anahtarı bende olsa bile onu ezip geçemeyecek hisler içerisinde yaşarken, o beni yıkıp geçerdi. Bugün olsa, yine bunu yapacağından eminim ve ne kadar bende bunu yapmasını istiyor olsam bile, beni öldürebilecek tek bir seçeneğinin oluşu bile beni düşündükçe çıkmazlara sokuyor. (Elbette bunu anlıyorum, haklı da sebepleri var. Fakat, bencil olmak istiyorum. Ben onun vazgeçemeyeceği tek şey olmak istiyorum. Üzerime titresin, en çok ama en çok beni sevsin istiyorum. Başkalarına bakmak yerine bana baksın, benim sevgimi görsün istiyorum tıpkı benim yaptığım gibi. Benimle anlam kazansın, benimle ruhu tamamlansın istiyorum.)  
Ben onun için cenneti bir kenara atabilirdim, fakat o benim için bunu yapamazdı. Bunun bilincindeydim, dimdik durmaya çalışırken ruhumda bir şeyler kopuyordu. Deli gibi ruhum oradan oraya savrulurken dudaklarımı birbirine yapıştırmış, ruhumun gözyaşlarını fark ettirmemek adına dişlerimi birbirine kenetlemiştim. Elbette ki onun gözlerinden hiçbir şey kaçmıyordu.
“Ölme.” Demiş, hatta ben kapıdan çıkıyorken tuttuğu kolumdan parmakları ellerime inmiş ve bir an da bana öpecekmiş gibi yaklaşmıştı. Nefesinin nefesime değiyor oluşu bir yana dursun, eğer aramızda ki milimleri kapatsaydı o saniyeler içerisinde, tıpkı şarkı sözünde de dediği gibi; After all I've bled for you, i can hardly breathe and one more kiss could take my life.
“Ölme.” Onun söylediği kadar düz söyleyemesem bile, o daha beni öpmeye fırsat yakalayamadan oradan ayrıldım çünkü kalsaydım gidemezdim, öpseydi küçük bir kız çocuğu gibi kalmak için ağlamaya başlardım ve bu kadar ağlamaktan bahsettiğime bakmayın. Ben babamın anneme tecavüz ettiği, kardeşimi öldürdüğü gün bile gözyaşlarımı geriye itip savaşı bitiren, bir anlamda mızrak hırsızı olmuş bir meleğim. Neler yapabileceğimi bilseydiniz, o küçük dilleriniz yerinden fırlardı-
Sanırım yazımı burada noktalamak zorundayım çünkü en sevdiğim meleklerden biri olan, adeta uyuşturucu gibi kafanızı bir milyon yapan Heron’um kilitlemiş olduğum kapımı biraz fazla yumrukluyor ve homurdanıyor. Muhtemelen gözlerini de devirmiştir ama olsun, ben iyi bir arkadaşım. Bu sebepten, sizi merakta bırakarak çekip gidiyorum. 
Aşk meleğiniz kaçar.
0 notes
ckyravalencio-blog · 8 years ago
Text
Diary of CKV -2
Tanrının çocuğu iseniz, istemsizce evren ile alakalı en küçük sorunun göbeğinde bulurdunuz kendinizi. Öyle ki, içten içe babanızın delinin önde gideni bir Tanrı olduğunu biliyorsanız bile; yanlışlarının, kendi yarattığı varlıklara verdiği zararı görüyorsanız dahi yapabileceğiniz tek şey geride kalanları korumaya çalışmaktan başka bir şey olmuyordu. Hiçbir şey bilmiyormuş, anlamıyormuş gibi yapmak… Şöyle düşünün; gerçeğin farkındasınız, neyin doğru neyin yanlış olabileceğine karar verme yetiniz yerinde ve buna ek olarak gözleriniz bir varlığa verilen en iyi görebilen gözler, duyu kabiliyetiniz en üst safhada, hisleriniz en kuvvetli hisler, ortaya çıkabilecek yanlışlık olasılığı binde sıfır diyebileceğimiz bir olasılıkta ve sizin tek yaptığınız, aile üyelerinize zarar gelmemesi adına susmak, görmüyormuş, duymuyormuş, hissetmiyormuş gibi davranmak.
Var olan bir şeye yok diyebilir misiniz? Ben on bin yaşında bir meleğim, başlarda çocuktum anlamadım, var olan şeyi bile göremedim. Gayri safi milli eğlence hasılasından payıma düşen kadar eğlendim –aslında payıma düştüğünden fazlasıyla eğlenmiş bile olabilirim, herkesin kendi pay anlayışı farklı tabi-, odak noktamı oyunlardan, anlık zevklerden ayırmıyordum. İlk beş yüz yılım böyle geçmiş olsa bile, zaman içinde gözlerim açılmaya başladı. Bana bahşedilen varlığımla, etrafı sorgulamam gerektiğini yavaş yavaş büyümeye başladığımda anladım. (Cenneti cennetlikten çıkarttığım ilk beş yüz yılın ardından, biraz da olsa durulmaya başladığım evrede anlamam tabi biraz geç olmuş olabilir… Ne de olsa önemli olan anlamaktı, değil mi?)
Velhasıl kelam, gözlerim açılmaya başladığında her şey için çok geç falan değildi. Sadece mutluymuş gibi görünmek, ailemin olduğu konumun ve gücünün farkında olmak sanki her şeyin üstesinden gelebilecekmişiz gibi göründüğünden benim için böyle davranmak ne kadar zoru sevsem bile daha kolaydı. Ancak, kolayı seçtiğimi zannettiğim sıralarda tek yaptığım işi daha da karmaşık hale getirmekmiş, bunu da şimdilerde görüyorum.
Babamın sürdüğü, yok yere cezalandırdığı ve de ölmekten beter ettiği öteki güzel varlıklar, konumlarından doğal olarak rahatsızdı. Onları kimse suçlayamazdı, kimse hak etmediği bir geleceği yaşamak istemezdi. Hele ki onlar kadar özenle yaratılmış canlılarsanız bunu ne diye kabul edesiniz ki?
Babama karşı, Tanrılarına karşı ayaklanmaya başladılar. Kaç bin yıl boyunca bu ayaklanmayı planladılar, kaç ilmek gerekti dokudukları savaş örtüsünü evrene sarmaya bilemiyorum fakat içimde, nefret ettiğim o duygunun filizlenmeye başlamasıyla beraber bir şeylerin geldiğini bu sefer gerçekten hissettim, o duygu; korkuydu.
Dışarıya yansıtmadığım, asla ama asla yüreğimin derinliklerinde oluşturmayacağıma dair yemin ettiğim duygu iliklerime kadar yayılırken tek yaptığım bir perdenin arkasına saklanmak ve dışarıya yansıtacağım Kyra’nın planlarını yapmak olmuştu. Düzenlemekten vazgeçmediğim partiler hakkında daha fazla kafa yormak, en küçük ayrıntılara kendimi saklamak ve bir şekilde benliğimi kaybetmemeye çalışmaktı.
Bu olaylar yaşanırken, herkesten saklandığımı düşünmüş olsam bile o, perdenin ardındaki beni tüm ihtişamımla görüyor ve gördüklerini yorumlarken elindeki içkisinden yudumlar alarak tehlikeli bakışlarını etrafta gezdiriyordu. Beni, dışarıya ördüğüm ağların ötesinde görüyordu ve ben hala neyin başıma geleceğini bilemeden onunla oynamaktan başka hiçbir şey düşünemiyordum.
“Bana eşlik etmek isteyebilirsin diye düşündüm.” Tek arzum onu içerisinde bulunduğumuz balo salonundan çıkartıp biraz eğlenmekti, kolunu kendimden emin bir tavırla tuttuktan ve sözlerimi söyledikten sonra onu bahçe tarafına çektim.
Durduğumuzda yüzümde, tam dudaklarımın üzerinde haylaz bir gülümseme belirmişti. O ise, bu hareketimden ötürü ilgisini ziyadesiyle çekmiş olduğumu belirtircesine beni incelerken sırıtıyordu. “Sana eşlik etmek belki ama bilmelisin ki, içerideki avanaklar gibi beni aptal yerine koymana pek izin verecek değilim.”
Gözlerine bakarken ateşin çok ayrı, canlı bir tonunu keşfettim o saniyede. Beni gittikçe içine çeken ve ruhuma sardığım güzelim kumaşa değen, bu temasla ise yakmaya başlayan, yaktığı kadar acıtmayan bir ateşti. İçerisinde yanmak isteyebileceğiniz kadar güzel fakat ürkeceğiniz kadar tekinsiz bir ateşti.
“Ben oyun oynamaya bayılırım, bunu görmüş olmana sevindim fakat seninle onlar gibi oynamayacağım. Sende farklı bir ateş var, böyle…” Bakmayın şu an bu kadar güzel anlattığıma, o an da ateşine doğru kelimeyi bulmak zorlamıştı beni. Bunu saklayarak, daha çok eğleniyormuş gibi yaparak bakışlarımı etrafımda gezdirmiştim. Bu benim daha çok zamanımı doğru kullanmak istememle alakalıydı ve genellikle bu anlarda karşımdakinin bunu görmesini istemezdim. Doğru kelimeleri bulduğumda zaten kıkırtılar eşliğinde, konuşmama devam ettim. “Karşındakine karşılık verebilecekmiş gibi, etrafını saran ateş ile yanmak yerine dans eder gibisin. Ve ben, benimle oyun oynayabilecek kadar iyi insanları onlar ile aynı kefeye sokmam.”
O gün, benim safir ejderham, seninle oyunumuz yeni başlıyordu ve inan bana her şeyi bilen sen bile başımıza neler geleceğini görememiştin. Bunu okusaydın eminim ki, neler gördüğümü bilsen aklın şaşardı Kyra, ben senin deden yaşındayım Kyra gibisinden sözler ederdin.
Ama göremediğin, senden sakladığım çok şey olduğunu ilerleyen zamanlarda sende fark edeceksin. Tabi o zaman, fark edemediğinden ötürü kafayı da yiyebilirsin. Olasılıklar, olasılıklar… Yine sıkıldım sanırım, mutfağa inmem gerek.
0 notes
ckyravalencio-blog · 8 years ago
Text
Diary of CKV - 1
Hani bazı hikayeler vardır, onu gördüğüm an içimden bir ses artık bazı şeylerin değişeceğini, farklı olacağını söylemişti türünden. Anladınız değil mi ne demek istediğimi, çünkü bana tam olarak böyle olmadı. On bin küsur yıllık hayatım boyunca da o tarz bir hissiyat içerisinde bulunacağımı düşünmedim ki hala da bunu düşünemem. Benim yapımda ki bir aşk meleğinin, bunu düşünememesi ne kadar ironik değil mi? 
Bu daha çok tamamlanmakla alakalı bir durum aslında. Ruhunuzun, ruhunuza uyan bir diğer eşini bulmasıyla ve ona hiçbir şeyi yokmuşçasına tutunarak bir olmayla alakalı. Ben bir olamamış varlıkların kalplerini birleştiren, onlara yaşamaları için sebep veren ve tutkuyla inandıkları ve bunun gibi hayatlarına anlam katan her şeye sevgiyle yaklaşmalarını sağlayan doğurgan bir meleğim. İçimde barındırdığım sevgiyle güzellik getirip, iyileştirici olmak benim kimliğimin bir parçası. Bu sebeple diyorum ya, ben bunu evren için sağlıyorken hayatımın ayrı diğer bir bölümü bu duyguları barındıramamakla, kendime eşit bir ruh bulamamakla geçti. Sizce kendi söküğünü dikemeyen bir terzi ne kadar iş görür?
Bu kadar soru sormama ve ciddi tavırlarıma bakmayın; aslında çok meraklı, zeki ve de oyunbaz bir meleğimdir. Cennette ki oğlanların bir karış havada olan akıllarını iki karış, üç karış ve hatta bilemediniz dört karış havada tutmaktan son derece keyif alırım. Yarattığım karmaşa ile eğlenmek, benim için savaşmaya hazır meleklerin gözlerinin ötesindeki aptal cesaretlerini görmek komiğime giderdi.
Benim hakkımda az da olsa bazı fikirler oluşturmaya başladığınıza göre, başta anlatmaya başladığım konuya geri dönelim. Onu gördüğüm ana, ondan sonrasına ve birden içerisine atıldığım savaşa. Merak etmeyin, sizler için bunları oldukça basit ve kısa yoldan anlatacağım. Ama kafanız karışabilir, buna güvence veremem.
Dedim ya, onu gördüğüm an içimden bir ses artık bazı şeylerin değişeceğini, farklı olacağını söylemişti türünden değildi benim yaşadıklarım. Muhtemelen başlangıcımızı anlatmak için seçeceğim cümle şu olurdu; onu gördüğüm an, başıma nelerin geleceğini de, kendimi neyin içerisinde bulacağımı da hissetmemiştim.
Yaptığım tek şey oyun oynamaktı, maskenin ardında gördüğüm kahverengi gözlerin içerisinde bulunan munzur ışıltıların peşinden gitmekti. Beni neyin içerisine çekeceğini, nasıl böylesine tamamlayacakken tamamlayamayacak konuma getirebileceğini bilmiyordum. Aslına bakarsanız, hala neyin içerisinde bulunduğumu bilmiyorum ve tek cevapta ondan başkasında değil.
“Seninle biraz işimiz var, o yüzden sana el koyuyorum tatlı melekçik.”
Ve de, kendisi hem ne kadar el konulamaz olduğunu hem de tatlı bir melekçik olmadığını o günden sonra bana ziyadesiyle ispatlamış oldu.
0 notes