darwinistape
darwinistape
DarwinistApe
52 posts
Düşünce Kusuyorum Almaz Mıydınız ?
Don't wanna be here? Send us removal request.
darwinistape · 2 years ago
Text
Hesabın şifresini buldum: Keder!
1 note · View note
darwinistape · 7 years ago
Text
Seyyah
Isıran soğuk derlerdi buna. Tenini yakardı adamın, ince ince batardı keskin uçlarıyla. Garibin pek alışık olduğu cinsten. Saat çok geç değildi ama çok da erken sayılmazdı. Orada o köşe başında bankın tam karşısında duruyordu. Sağ kaşının bitiminde elmacık kemiklerine uzanan gıdıklayıcı sıcaklık biraz daha sürs��n istiyordu. Lakin içinde bulunduğu anın velvelesi buna izin vermiyordu. Elinin tersiyle sildi kan damlasını. Hava soğuk, ısırıyordu. Daha fazla sızmasının mümkünatı yok. Sesi git gide kısılıyordu. Hala ses tellerine sahip olduğunu anlamak için boğazını temizler gibi öksürdü. Ortalığın sakinleştiğinden emin olana kadar vaziyetini korudu. Tedirginlik üstü telaşla karşısındaki orta yaşlı adama bakıyordu. Hikayesini bilmiyordu. Ancak onu gecenin o vakti bu sokağa getiren şey neyse bu adamın sakinleşmesini beklemesi gerektiğini de söyleyen şey aynıydı. Banka doğru baktı. Başı hafif önde iki eliyle beresini düzelten adama bakıyordu. Adam söylenmeye devam ediyordu. Öfkesini burnundan çıkan buharlardan daha iyi tarif edebilecek tek şey bunu yazmaya yeltenen bir durum hikayecisi olabilirdi. Gözlerini havaya dikti sonra.  Kaynayan kazanlar gibi cümlelerce dökülen yakarışlarını yineledi:
‘’Zalımın oğlu ne olacağıdı zalım olacağıdı ya! Bok oldu benim oğlum. Gafamın ağırlığınca bok oldu. İşe yaramaz adam oldu benim oğlum. ‘’
Yanına yaklaşmakta çekimserdi. Son bir tahlilde kararını verdi ve usul usul yaklaştı adama. Gözlerini gözlerinin içine kilitlemek istiyordu. Bir hayli zordu bakmak. Dolu doluydu çünkü. Sitemli yaşlar süzülüyordu yanaklarından. Avcunun içiyle sildi onları. Yitip giden umutları gibi savurdu. Adam çenesini kaldırdı göğe dikercesine. Tavırlarında terk edip giden bir yolcunun hüznü vardı. Genç adam tekrar banka oturdu. Bir elini adamın omzuna attı. Kendine doğru çeker gibi kavradı. Zonklayan çenesini tutup:
‘’Senin de solun amma kuvvetliymiş ha.’’ dedi, sırıtarak.
Adam inlercesine bir sesle:
‘’Evladım, ettim bir hata çok gızdım eşşoğluna sen de bana öyle yaklaşınca tutamadım gendimi elimi savurdum. Kusura galma. ‘’
Genç adam karşısındaki elem tekkesine uzun bir bakış attı. Yorgun gözaltı torbaları, ömrü boyunca hayatın türlü orospuluklarına karşı ciddi durmasını gerektiren kırışık alnı, nasırlı elleri ve parmaklarının arasından düşmeyen ince tespihi. 
‘’Emmi’’ dedi sonunda. ‘’Emmi anlat hele bu geceyi sana zul kılan nedir.’’
Yaşlı adam derin bir iç çekti. Öyle derin ki sanki ciğerleri son 24 yıldır hiç havayla dolmamış, hep is belki de kurum ve keder. Ne dese sonucu değiştirmeyeceğinin farkındaydı. Ha bu gece buralardan gitse en uzaklara ya da anlatsa derdini peygamberin oğluna bile. Değişen tek şey artık iyice çökmüş vücudunun dinginliğe hasret kemiklerinin sancısına bir yenisinin eklenmesi olurdu.
Tek kaşını kaldırdı ve genç adama döndü:
‘’Yoh. Ne diyeyim ki. Bana bunu hak gören bir oğlum var. Benim yüreğimi dağlayan. Bana eziyet eden, beni anamdan doğduğuma pişman eden oğluma bu sinirim.’’ diye ekledi.
Gencin artık sabrı tükenmişçesine salladığı ayağı duraksar oldu. ‘’Yahu ne yaptı bu oğlun sana da sen bu geceyi sokakta geçirmeye karar verdin evini yuvanı terk ettin be dayı onu anlat bana ‘’ diye sordu.
‘’ Bak oğul madem ki sen benim zırıltılarımı dinlemek istiyorsun. O zaman dinle, dinle ki başına neler gelecek eyice öğren. Belkim olur ya ders neyin çıkarırsın. ‘’ dedi bilge bir tavırla.
‘’ Zaman yer möhüm değel. Kıştı amma bak kışı iyi bilirim. Gönlüme de kış yağdı çünkü yıllarca. Ta ki onun mahalleye geldiği güne kadar. Sarışın ipek saçları vardı. Hani o bütün şairlerin gastelerin köşelerine gondurduğu aşk şiirleri gibi bir gözelliği vardı. Aşık olmuştum. Elim ayağım torna bilir araba sökerdi ama önce birbirine dolaştı sonra da kalem tutar oldu. Mektup yazar oldu. Anlayacağın oğul, benim nurtopu gibi bir sevdam oldu. Aldım galbimin en temiz köşesine yerleştirdim onu. Gozlerinin yansımasından ruhumu arardım. Ya bana bakmıyordu ya da benim ruhum yoktu, göremezdim. Çok koştum ardından çoh yalvardım. Para dedi çoh dedi gazan dedi. Gazandım. Durmadan çalıştım. Sömürüldüm belki de. O zamanlar işçiler ayaklanırdı, devrim yapmak isterlerdi. Toplanırlardı hep. Ben para gazanacam dedim. Hiç de getmedim. Belki de getseydim bu gece benim eşşek oğlumu gonuşuyor olmazıdık. Boş geç oraları. Neyse Leylamın garşısındaydım artık. Param varıdı. Dükkan açacak param varıdı. O zaman yeterdi ki. Okumuş adam azıdı. Okumak değildi mesele sabah kahvaltısında portakal suyu içmekti amma marketten olan. Vardı bana sonunda Leylam, mutlu olduk.’’
Genç adam dayanamadan kesti: ‘’ İyi de sana anlat dedik sen de neredeyse doğduğun günden başladın.’’
Yaşlı adam sinirli ama uysal bakışlarından bir tane fırlattı gencin yüzüne ve devam etti:
‘’ Dinleyecen yoh öyle yarım bırakmak. Nerede galmıştım. Heh. Evlendik biz babası da izin verdi e tabi o da bir boğazı eksiltecek hanesinden. Seve seve verdi gızını. Ben de seve seve aldım. Kışlar baharları govaladı evlatlarım oldu eki tane. Çoh sevdim anaları kadar çoh. Amma iyi büyütemedim belli.’’
Genç adam gözlerini ovuşturmakla meşguldü. Bu saatte bir adamın yanında burnunu sızlatan bu soğukta ne yaptığına anlam veremiyordu. Evet, birini dinliyordu. Birini dinlemek iyiydi hep ona göre. Neden iyi olmasındı ki. Mesela onun tam burasında, midesine doğru biriken gam sakızını atmaya ihtiyacı olsaydı eğer, gözlerinin ufuk çizgisine takılmasını istediği biri olurdu elbet. Biraz daha esnedi genç adam. Ağzını köy kuyusu gibi açtı ağır ağır. Tekrar bakışlarını yaşlı amcaya çevirdi ve ekledi:
‘’Peki bunu nereden anladın, yani nasıl büyütemedin?’’
Yaşlı adam bir soluk daha aldı gecenin koyusundan. Anlaşılmadığını hissetmeye başlamıştı. Az önceye göre daha iyiydi. Hiç değilse vücudunda seyrüsefer eden kanı, alnındaki orta direk damarı zorlamayı bırakmıştı.
“Ohusun istedim, ohusun adam olsun istedim. Biri gızıdı çocuhlarımın biri de oğlan işte boyu devrilesice, gızın kaderi bellidir, sen ohutmak istersin konu komşu gelir almak ister elinden, rahat bırakmazlar evlenene gadar peşinden koşarlar. Evlenince de derdi bitmez, goca döver, çocuk sıçar, saçlar süpürge işte biliyon. Ama oğlandır, şanslıdır dedim. Azıcıh kafası çalışsa okur, hayatını kurtarır dedim. Gitti hayta oldu soysuz, sokaklardan eve gelmez idi. Anası bağırır bağırır duymaz idi. Okulu bıraktı liseyi okudu bıraktı. Çalışacam para kazanacam dedi. Hayat kuracam dedi. Gız vardı yine mahalleden, onu alacam dedi. “
“Ee o alabildi mi bari senin gibi?”
“Zıkkımın pekini aldı oğul nereden alsın. Kim kızını verir çulsuza ha? Meslek yok, bi bok yok. Sonra noldu, ne olacağıdı uyuşturucuya başladı. Horoyin filan işte. Çalıp çırpmaya başladı. Durmadı heç. Biz baş edemedik. Evden çıktı getti bir gün, öyle bir getti ki onun yüzünü en son gordüğümde galbimden içeri doğru bir iğne girdi”, diye ekledi dertli dertli.
“Bıçak olmasın o iğne az kalmaz mı?”
“Yooh, iğne tabi. Bıçak girdi mi çıkmaz, çıksa da o galp bir daha atmaz. Ama iğne girdi mi galır içinde galbin, dolanır durur, dolandıkça batar, battıkça yakar. İğne galpten girer iki çift gözyaşı olur çıkar”, diye açıkladı yaşlı adam.
Genç adam, amcanın kullandığı kelimelere karşı hayranlığını gizleyemiyordu. Şiir severdi evet, edebiyata da ilgi duyardı fakat böyle bir betimleme karşısında ne diyeceğini bilemiyordu. Karşısındaki yaşlı adamın acısına karşı donup kalmıştı. Hiç bu kadar yakıcı laflar aynı zamanda yürekleri buz eder miydi? Tezatların keyfine varma sırası değildi şimdi. Daha soracağı soruları alacağı yanıtlar ve dolaşacağı banklar vardı.
“Vaay, anladım şimdi. Çok güzel cümle kuruyorsun sen, nasıl kuruyorsun peki?”
“Biz cahılız gonuşmayı bilmeyiz. Düzgün gonuşamayız. O yüzden derdimizi paylaşırken, ağzımızla değil yüreğimizlen gonuşuruz.”
Bu kadar şık cümleleri kurabilmek zor olmalı diye düşündü genç adam.  Belki de yaşlı adamın dediği gibi acı ve keder bu cümleleri kurduruyordur. Belki de dil sadece kasvetli havalarda çözülüyordur. Zaten çok mutlu olup ağdalı cümleler kuran birini de görmemişti bu zamana kadar. Ancak derdi olan dökülür, çünkü derdi olanın konuşmaya mecali kalmaz, az ile özü kardeş eder kendince diye içinden geçirdi.
“Ben gideyom oğul”, diye doğruldu yaşlı adam.
Bu kadar çabuk kalkmasına anlam verememişti genç adam. Ama onu da tutmaya niyetli değildi. Hem soğuk biraz da ıssızdı şimdi. Adamın yaşı var başına bir iş gelmesini istemezdi. Buralarda gezen herkesin içini biraz gam biraz da korku sarardı çünkü tam da bu vakitlerde.
“Kendine iyi bak, dilin çok güzel söylüyor da kalbin kaldırmıyor artık.”, diye ekledi genç adam.
“Sen merak etme oğul, ben senin arkandan daha neler söylerim neler.”, dedi titreyen dudaklarıyla yaşlı adam.
Yok olmak ya da kaybolmak veya yavaşça uzaklaşmak. Nasıl siktir olduğunun bir önemi yok. Varken, sağken ve buradayken iyisindir, yokken kötü, diye ısrarlı bir düşünceye daldı genç adam. Geldiği yöne doğru burnunu çeke çeke yürüyordu. Yaşlı adam oturduğu banktan kalktı. Eline aldığı su şişesiyle yürümeye başladı. Kimdi bu genç adam bu saatte buralarda ne işi vardı. Belki de şansızdı kendi gibi ya da belki de başka bir şanssızın oğluydu. Bir şeyler mırıldanarak toprağını suladı oğlunun mezarının. Biraz da mezar taşına döktü. Gözündeki yaşı sildi ve duasını okumaya başladı.
Genç adam yok olmuştu. Ama bu kadar hızlı gitmesi imkansızdı. Belki de her birimiz gibi o da seyyah bir yıldız tozundan doğup yine göklere karışmıştı.
6 notes · View notes
darwinistape · 7 years ago
Text
Ultraviyole Okur-Yazar #12
Gazetenin manşetini sesli bir şekilde okudum yanımdaki sefile:
- Umut ekspresinde son durak: Mülteci botu vuruldu! İkisi çocuk sekiz kişinin yaşam mücadelesi sona erdi. 
Güzel bir haber duymayalı onca yıl geçmişti ki, milattan günümüze geçen yıllar yanında hiç kalır. Zaman, kişi farkına vardıkça yavaşlar zaten. Aynen böyle oluyordu. Biz etrafımızdaki boklukların farkına vardıkça ağırlaşıyordu, kemikleşiyordu, çirkefleşiyordu zaman. 
- Berduşuz ama kaderimiz onların kaderini yendi galiba be oğlum, diye bir mırıltı kulağıma ilişti. 
Şuna bak, elimizdeki en büyük zenginlik kimilerinin son umutlarıyla bezedikleri göğüslerinin artık inip kalkmıyor oluşuna tanık olup şükretmek. Herkesin kaderini gökten yağdırsalar sanırım bizimkisi tüy olur yere inene kadar ağır aksak, azap duşuna sokardı beni ve yanımdakini. 
- Kalk haydi, bu kadar oyalanmak yeter. Daha güneşe, kuşlara ne bileyim insanlara selam vereceğiz.
- Niye oğlum bekçi miyiz biz? İnsanlara rezilliğimizi göstermemiz sanmıyorum. Hem senin içindeki bu mutluluk nereden geliyor? Hani, gözlerinin feri gibi yüreğin de sönmüştü? Hani damarlarından iyilik akmayı reddetmişti de kangren olan hislerini kesmek zorunda kalmıştın? 
Ahmet bir sus, sus soru sorma ulan! 
diyemiyorsunuz. Konuştukça batmak, battıkça kaşındırmak ve kaşındırdıkça yeni yaralar açmak gibi kelimeler kullanıyordu Ahmet. Gerçeğin ne olduğunu bilmek ya da bildiğini sanmak, gerçeğin arayışı için ölümsüz bir düşmandır. Ahmet düşmanıma müttefik oluyordu sorularıyla. Mutluluktan bahsediyordu. Akvaryuma hapis balıkların hiçbir şey olmayacağını bilse bile siz eliniz yaklaştırdığınızda kaçması kadar anlamsızca yok olan mutluluktan. Mutlu olmaktan bahsediyordu ve iyilikten. Dokunabileceğinizi sandığınız ama hem yakın hem de uzak olduğunuz iyilikten. En çok da bu beni rahatsız ediyordu.
Boş boş baktıktan sonra Ahmet’in yüzüne, elimi ekonomistler tarafından yoksulluk mağarası unvanı almış cebime attım, yine aynı hissi bekliyordum, bomboş ve derin. Sefilliğin buruk tadı gibi. Elime değen şeyle birlikte şaşırdım. Kağıt... Bir kağıt parçasıydı bu. İsmet’in yanına gitmeden önce cebimden çıkan kağıt parçası. Üzerinde dört tane rakam yazılıydı.
Evet, doğru. Okuma-yazma biliyorum. Hikayeme uzaktan ya da yakından tanık olan herkesin sanmadığı üzere okuyabiliyorum. Sadece anlamlı bir bütün oluşturabilmek için sol baştan sayan harfleri değil, çaresizliği ve çürümeyi de okuyabiliyorum. Bakışlarını benden kaçıran yeraltı ve yer üstündeki her mahlukatın haykıramadığı küfürleri de okuyabiliyorum. Saatleri takip etmemi engelleyen umursamazlığın sırtıma yüklediği çuvalı da okuyabiliyorum. Kısacası o dört rakamı da okuyabiliyorum. Ama anlayabildiğim söylenemez... 
4 notes · View notes
darwinistape · 8 years ago
Text
Kalabalık içinde bir yalnızlık banyosu
Baudelaire
1 note · View note
darwinistape · 8 years ago
Text
Uzun Çaldır, O Döner
Kursağında kalan her cümle, söylenememiş her kelime ve ağzından çıkmasıyla dünyanı tepe taklak edecek ciddi ve bir o kadar da korkak her hece uğruna. Gecenin karanlığı olmaz aşık için. Yıldızlar olur,mehtap olur. Öten ağustos böceği filan olur. Bazen yanında olur sevdiceği bazen de aklında. Kısacası pek bozmaz kişiyi dünyanın döndüğü öbür yüz. Bir başkası için de gece gecedir.4 harfinden daha fazlası, birazcık efkar bazen pişmanlık, satır dolusu küfür bazen, dizeler boyu beddua. Nihayetinde gece tam bir gecedir. Korkanın korkmakta haklı olduğu , hakiminin ise az ama öz olduğu 24 saatin teknik olarak 12si.En vakur saatlerdir yazan için. İçine akıttığı kor gibi sıcak her mahpus kalmış duygu gece akın eder zihne. Gözler yer yer parçalı bulutlu hafif sağanak.  Betimlemeler de hep karadır. Yüzler gülmeye hasret. En son 8 ay önce derinden güldü böyle haykırarak belki. Kim güldürmüştü sahi ? Zihin sisli, en derine bile insen okyanusun yine karanlık hep karanlık hiç aydınlık. Değil mi ? Seni de beni de hatta gözünü kapatan herkesi kısa veya uzun bir süre etkisi altına alan değil mi o ışıksız sonsuzluk ? Kimisinin vazgeçilmez dostu kimisinin sırdaşı kimisinin de hasmı. Hatıratında yeri çok kirli olan basmaya bile iğrendiği topyekun ne varsa bir bir yüzüne vurur o saatler.Bir kaç öğüt dinlenir olsa olsa. ‘’Bak hayat hala güzel’’ Doğru olsa bile hayat şu an güzel değil işte. Hayat şu saniye,şu salise, şu sensizlikte hiç ama hiç güzel değil. Hem belirtmek isterim ki o yıldızların hepsi milyonlarca yıl önce öldü.
1 note · View note
darwinistape · 8 years ago
Text
Tüm gün içinde sakladığın ya da yaşamayı unuttuğun o tüm hisler gecenin bir saati seni boğazlıyorsa adem elmanı sıkarak ve yapabileceğin tek şey narkoleptik krizlerse elinde olmayan, üzgünüm sen de delirmekten ölesiye korkuyorsun.
Kırılma noktasını beklemeye başladıysan ve kırılma noktası hakkında bir şeyler biliyorsan şayet, özür dilerim ama beklemeyi hemen bırak.
Başına geleceklerden sorumlu olan kimse yok, başına gelenlerin bir sebebi varsa ama. Eğer gür ve güzel kokan kumral saçları da varsa belki, boş veremezsin gecenin üçünde.
İlk zamanlar aramadıysa ve tuttuysan kendini çene titremelerinde, geçtiği yollardan geçmemek için adımların geri saydıysa en başlarda, korkarım ki çok sevmişsin.
Ha bir de ıslattıysan biraz alkolle veya herhangi bir Lucy in the Sky with Diamonds sonrasında iç burukluğunun, gel gel bir tane daha.
Olmaz ya hani bir de gördüysen onu yürürken tüm asaletiyle sen hantal toplu taşımanın içinden dizlerinin bağı çözülürcesine bakarken, bak karşıda Çarşamba pazarı var, teyzeler falan.
Günler özellikle gündüzleri hızlı akıyor da geceleri kükrüyorsa zihninde, kötü haber Welcome to the Jungle
Birikeni kusmak istiyor gibiysen bir bar tuvaletine, gitme o gece en sevdiği şarkıyı çalacaklar.
Ve nihai olan geldiyse başına, ufak ufak kırıntılarca kaçıksan artık. Bölüyorum ama:
LA MER! QU'ON VOIT DANSER LE LONG DES GOLFES CLAIRS
1 note · View note
darwinistape · 8 years ago
Text
Ya-rım
Korkulacak bir yanı yoktur aşkların, insan bütün derilerinden soyunabilseydi eğer.
             Kimisi için küçük kimisi için de büyük bir adımdır o ilk bakışlar. Saniyeden belki de çok daha kısa bir süre içerisinde geleceği tayin etme görevi verilir çünkü onlara. Belirsizlik içerisinden bir rengi seçmek gibidir nitelikleri. Gelin görün ki ne kadar zor verilir gibiyse de bu karar ısrarla onu yerine getiririz bizler. En seçilmiş bakışların en az işlevsel olması nasıl da mümkündür. Nasıl da doğru. 
            Varsayım oyunu biraz da. Gözlerinin bebeğinden kalbine giden virajlı yolu ufuk çizgisinden görebiliyorsan eğer var say ki sen onu arıyorsundur. Bulduğunu sandın, buldun da belki birkaç yüz kum saati uzunluğunda. 
            Sonra? 
            Atiye dokunabilir miyiz parmak uçlarımızla? Cevabın evetse, o zaman var sayıyorum ki yine bir ihtimal daha mutlu olmak için gülüşünü izlemem de yeterli.
0 notes
darwinistape · 8 years ago
Text
Ba-dum-tıss
     Bir ilişki bittikten sonra birçok şey öksüz kalır. Çok önceden yapılmış tatil planları, kaleme alınmış uzun bir öykü dizini, hediye edilecek kitaplar, tab ettirilecek fotoğraflar ve tabi ki verilmiş sözler. Başını iki elinin arasına alıp elmacık kemikleri ve yanaklara doğru huzursuz bir baskı uygulamak geriye kalan tek ayrılık motifi olsa gerek. 
     Bilinmezlik duygusu, ayrılığın sebebini bulmak için geceler boyu yapılan iç ses nutukları ve sonuç olarak ortaya çıkan koca bir hayal kırıklığı. 
     Eğer bir ressamı eserinin başında izlerseniz, onun ne yapacağına dair en ufak bir fikriniz oluşmaz ilk fırça darbelerinde. Tıpkı öyle işte, bundan sonra meydana gelecek tabloyu beklemek size baki kalan tek eğlence. 
2 notes · View notes
darwinistape · 8 years ago
Quote
Aşk kadar baş döndürücü umutlarla ve beklentilerle başlayan, yine de aşk kadar değişmez bir şekilde başarısızlıkla sonuçlanan başka bir etkinlik veya girişim yok gibidir.
Fromm E. , Sevme Sanatı (via darwinistape)
27 notes · View notes
darwinistape · 8 years ago
Text
Kandırıldık
Her ilişki hiç bitmeyecekmiş gibi yeni umutlarla başlar sahiden. Gözlerini kapattığında güneşe doğru, sanki binlerce renk karanlıkta dans ederken sen de aldırmazsın ya hani bin bir türlü belaya. Aynı his aslında bu işin en başındaki umut. İlk tartışmanı mesela, hiç aklına getiremezsin. Kesinlikle yaşanacaktır. Yaşanmaması olası değil. Fakat yine de hiç olmayacakmış gibi uzun uzun ömürler biçmek yaşantılara büyük bir aldatma değil de nedir.
Biz en çok kendimizi manipüle etmeyi severiz. En çok kendimize verdiğimiz sözleri tutmamayı, bugün yapılacak işleri yarına koymayı, yarın sevilecek kimselere de dün gibi davranmayı, en çok biz yaparız. İnanın bana her ilişki başka bir çatırdama kalp buzullarında. Tabi kalbi çöl olanın kum tepelerine yükselişi de diyebiliriz orası ayrı.
Giden kimseler kâh iki bira olur kâh kocaman çelik bir kapı. Bu kapıların arkasında ya da şişelerin dibindeki anılar ise kalana zül gelir. Odalar dolusu öfke, özlem, öykü ve bolca bekleyiş. Umudun sıfırlanması gibi bir şey mümkün değil buraları okumasan da varlığına inandığım okur.
Olmazlara meylim var, ümidimi tamamen yitirip katalitik sobam yüzümü yakana kadar kalkmıyorum bağdaş kurduğum halının üstünden. Ta ki o zaman anlarım olmazların olmadığını. Gidişinin ardından boşuna kollarımı açıp beklediğimi, kollarım ağrıdığı zaman değil, kalbim ağrıdığında anlayacağım. İşte o zaman ağız dolusu bir yenilgiyle kandırıldık diye bağıracağım.  
1 note · View note
darwinistape · 9 years ago
Text
Biz rol karmaşası içinde olan, hayatta kendi ayakları üzerinde durma arifesinde olan genç neslin aklında genelde şu sorular vardır: ‘’ Ne için yaşıyorum ? ‘’,          ‘’ Tamam çabalıyorum da sonucu ne olacak ? ‘’ ve benzerleri. Aslında sadece bir kere yaşadığımız hayatta farkında olmadığımız ama sonlanmasını istemediğimiz belki de tonlarca unsur var. Günlük rutinlerimiz bize bir hiç gibi gelse de dikkatimizi yönelttiğimiz taktirde aslında geleceğe dair ufak parıltılı düşlere ulaşabiliyoruz. Fakat bunların farkına varsak dahi mutlu olmayı beceremiyoruz. Bunun sebebi de şahsım adına güzel olan şeylerin ‘’o an ‘’, ‘’şimdi’’ gerçekleşmesini istediğimizden. Bu isteğin kökeni ise bizi mevcut duygu durumumuzdan hızlıca çıkarmalarının gerekliliği olmalı. Bu esrikçe ancak bir o kadar da hak verilebilir bir arz. Eğer mazoşist bir yapınız yoksa muhtemelen ayak serçe parmağınızı koltuğun kenarına vurduğunuz zaman bir an önce geçmesi için uğraşırsınız. Bazı durumlar ise bunun tam tersinde işler. Mevcudiyetimizde bulunan duygusal buhranları üstüne soda içmeden sindirmeyi beklemeliyiz. Yoksa yarım kalmış bir sürü iş üst üste biner ve kambur yapmaya başlar. Bu saçmalığın kıssasına gelecek olursak; hiç kapitalizmin dinamiklerinde bulunan rekabetten doğmuş hızlı anlayışa ayak uydurmadan sakin sakin motorları maviliklere sürelim.
1 note · View note
darwinistape · 9 years ago
Text
Biz rol karmaşası içinde olan, hayatta kendi ayakları üzerinde durma arifesinde olan genç neslin aklında genelde şu sorular vardır: ‘’ Ne için yaşıyorum ? ‘’,          ‘’ Tamam çabalıyorum da sonucu ne olacak ? ‘’ ve benzerleri. Aslında sadece bir kere yaşadığımız hayatta farkında olmadığımız ama sonlanmasını istemediğimiz belki de tonlarca unsur var. Günlük rutinlerimiz bize bir hiç gibi gelse de dikkatimizi yönelttiğimiz taktirde aslında geleceğe dair ufak parıltılı düşlere ulaşabiliyoruz. Fakat bunların farkına varsak dahi mutlu olmayı beceremiyoruz. Bunun sebebi de şahsım adına güzel olan şeylerin ‘’o an ‘’, ‘’şimdi’’ gerçekleşmesini istediğimizden. Bu isteğin kökeni ise bizi mevcut duygu durumumuzdan hızlıca çıkarmalarının gerekliliği olmalı. Bu esrikçe ancak bir o kadar da hak verilebilir bir arz. Eğer mazoşist bir yapınız yoksa muhtemelen ayak serçe parmağınızı koltuğun kenarına vurduğunuz zaman bir an önce geçmesi için uğraşırsınız. Bazı durumlar ise bunun tam tersinde işler. Mevcudiyetimizde bulunan duygusal buhranları üstüne soda içmeden sindirmeyi beklemeliyiz. Yoksa yarım kalmış bir sürü iş üst üste biner ve kambur yapmaya başlar. Bu saçmalığın kıssasına gelecek olursak; hiç kapitalizmin dinamiklerinde bulunan rekabetten doğmuş hızlı anlayışa ayak uydurmadan sakin sakin motorları maviliklere sürelim.
1 note · View note
darwinistape · 9 years ago
Text
Hiç
Bataklığın tüyler ürperten sessizliğinde iniltiye benzer kurbağa vıraklamaları kafasını kurcalıyordu. Her adımını dikkatle basarken kendi kendine sorduğu o manasız sorulardan birini patlattı: Acaba bu kurbağaları hangi prensesler öpüyordu ?
Haydi onu geçtim, bu prensleri kurbağaya çeviren hangi cadıydı ?
Cadılar kimdir ?
Büyü yapan, çirkin suratlı, fesat kadınlar mı ?
Yoksa sadece kötü olmak cadı olmak için yeterli mi ?
Babasının kolundan çekiştirmesiyle küçük, felsefik aleminden gri dünyasına geri döndü. Bazen çişinin geldiğini hatırlayıp adımlarını hızlandırsa da, ayakları ancak onu o kadar ilerletebiliyordu. Sayabildiği altı parmağı yaşındaydı. İçinden diğer dört parmağını ne kadar özlediğini geçirdi. Sağ baş, işaret, orta ve serçe parmağı yoktu. Kaderin bir oyunuymuş gibi sadece yüzük parmağı yerindeydi.
En çok çamura basmaktan korkuyordu. Bu yüzden taşların üstünden sekiyordu yer yer. En sevdiği oyunlardan biri sek sek. Bir,iki,üç,dört derken ayağı takılır gibi oldu. Onu kaldıracak kuvvetli bir kol olmasaydı o çok sevdiği elbisesi kirlenebilirdi. Kirlenseydi kim bilir annesi ona nasıl kızardı. Bir keresinde öylesine sinirlenmişti ki babası ona. Tam üç gün kucağına alıp sevmemişti bile. Sonra gözlerini puslu göğe dikti. Babası onu hiç kucağına alıp sevmemişti ki. Sevginin ne olduğunu kendi kendine öğrenmişti. Arkadaşı Binnur’un annesi saçlarını ördüğü zaman yüzü hep gülerdi. Ona göre o sevgiydi. Yüzünü güldüreni severdi insan. Kaç kere güldüğünü sayamayabilirdi.
Babasının yüzüne bakarken kaldırdı kafasını dim dik. Çenesi havada, kocaman gözleriyle babasına bakıyordu. Yüzü taştan gibiydi sanki. Bir keresinde sevmeye çalışırken öyle hissetmişti. Alnı çok geniş, burnu da büyük birazcık. Kulakları benimkilere ne kadar da benziyor diye geçirdi içinden. Ama hep kırışıktı gözlerinin kenarları.
Bir keresinde amcasıyla konuşurken duymuştu onları. Amcası onları evine davet ediyordu, babasının sesi bir değişikti o akşam. O akşamla ilgili tek hatırladığı ağlamayı hiç sevmediğiydi. Bir keresinde çok ağlamıştı. Gözlerinden yanağına süzülen damlalar kaşındırıyordu. Ama yine de çok ağlamıştı. Ne olduğunu hatırlamasa da.  
‘’İşte geldik’’ diye gürledi babası. Burası ilginç bir şekilde daha soğuktu.  Derisi gerilmiş,kolları üşümüştü. Babasını dikkatle izliyordu. Biraz daha yaklaş diye seslendi ona. Babasının gözleri kızarmıştı. Babalar hiç ağlar mıydı ? Eğer anneler artık nefes almıyorsa,babalar en içten ağlardı.
1 note · View note
darwinistape · 9 years ago
Text
فرار / Firar
Saat 04:09
(Sahil Güvenlik İstihbarat telsiz konuşmaları): ‘’ Komutanım çok sayıda yolcusu var botun.’’
-          Karadan kaç kilometre açıkta ?
-          Tahminen 35 - 40 kilometre, komutanım.
-          Görüntüler iletildi mi ?
-          Hazırlanıyor komutanım. Komşu ülkenin hudutlarına giriyorlar.
-          Beklemede kalın.
Koyu gri suların çıkardığı hışırtılı ses, amcamın öksürüğünde boğuluyor. Gerçi tek öksürük ona ait değil. Kulaklarım bu seslere artık tepki vermez olmuştu. Duymak istediğim şeylerin tınıları uzun zaman önce dinlediğim bir müzik sanki. Evimde… Terk etmeden önce…  Zorunda bırakılmadığımız zamanlarda…
Ben Ömer Ragıb. 8 yaşındayım. Uzak bir coğrafyadan, karanlık bir maziden geliyorum. Gördüğüm her şeyi anlatacak gücü kendimde bulamıyorum.   Saatlerdir çalkalanıyorum. Günlerdir açım. Aylardır yürüyorum. Kaçıyorum. Kaçıyoruz. Tek çaremiz olan ince urganı belimize sarıyoruz. Plastik bir bottayız. Ölmemek için dualarımız bulutlu gecede yankılanıyor.
Evimi özlüyorum en çok. Okulumu da. Şarkılar söylerdik hep birlikte. Okulumu en son gördüğümde bir avuca sığacak kadar toza dönmüştü. Kokuyordu sokaklar. Adını bilmediğim ama tadını aldığım bir şey gibi kokuyordu. Sanki ensemden kulağıma doğru bir his gibi kokuyordu. Nefesi bile kokuyordu. Siyah bir şey, bu sulardan daha derin belki de. Anlamıyorum. Neden ölmek zorundaydık ki ? Annemin tabaklarını kırdığım için mi kızdılar bana ? Babamın gelişini beklerdim kapı eşiğinde. Babamı o akşam arkadaşları getirmişti eve. Gülümsüyordu. Gözleri donuktu. Kıpkırmızıydı gömleği. Ateş kırmızısı, çünkü o kan olamazdı. Bir insan o kadar çok kanayamazdı. En azından benim şu an kanayan yüreğim kadar.
Babamın çığlıkları hala kulaklarımdan gitmiyor. Hasan’da böyle mi ölmüştü acaba ? Acı çekmiş miydi o sırada ? Her ölen acı çekmek zorunda mıydı ? Tek çocuk bırakmıştı beni Hasan. Doğarken ölmüştü. Annem konuşmamıştı. En son onu da bağırırken duymuştum. Sonra haftalarca derin sustu. Uzun sustu. Ölüm, ağzını ince elleriyle kapatıyordu sanki.
Amcam, öksürmeyi kesti. Sanırım uyumaya çalışıyor. Sallantılar kimine ninni gibi geliyor. Annemin ninnilerini özledim.
‘’Stasi’’ !
Anlamadığım bir dil daha çıkıyor ağızlardan. Yoksa geldik mi ? Amcamın bahsettiği o kampa daha ne kadar var ? Geçici kurtuluşumuza gidiyorduk. Ya da biz öyle sanıyorduk.
Neden bize ışık tutuyorlar. Bu ışık gözlerimi acıtıyor. Neden bize silah tutuyorlar. Bu sıcağa bedenim alışık değil. Babam gibi benim de ellerimde bu kırmızı şimdi. Gri derinliklere kapılıyorum.
1 note · View note
darwinistape · 9 years ago
Text
Dauda ve Lifio
‘’Haydi bana o hikayeyi anlat Lifio ! ‘’ diye kükredi Dauda dişlerini göstererek. Öfkeli bir kurt gibi atıldı oturduğu yerden. ‘’En güzel sen anlatıyorsun, bir daha dinlemek istiyorum. ‘’ diye istekli bir şekilde ekledi.
Lifio derin bir iç çekti. Başındaki bu tatlı beladan kurtulmak imkansızdı. Çünkü o olmasa varlığının bir anlamı kalmayacaktı.  Anlatmak, her defasında bıkmadan, usanmadan anlatmak… Aslında onun da hoşuna gidiyordu. Varoluşuna anlam katabilmek, onun biricikliği karşısında gözlerinin dolması bu hikayeden en az Dauda kadar haz aldığını hissettiriyordu ona. Boğazını temizledi, vücudunu dik konuma getirdi ve oturduğu tabureden çevik bir şekilde sıçradı. Gözlerini ahşap kulübedeki manzara portresine dikti ve anlatmaya başladı.
‘’Zaman yoktu. Sen yoktun,ben bile yoktum. Bir hakikat vardı. Gözleri ince birer çizgi gibiydi. Ağzı yoktu. Yüzü pürüssüz, alnı geniş.
Ses yoktu.Işık sadece onun yüreğinde vardı. Yüreği olan,yaşayan tek şey oydu. Yaşadığının bile kanıtı yoktu. Sonsuzluğun zarif tınısında bir notaydı sadece.  Garip olan bu yalnızlığın ona verdiği sevinçti. Hayır bu yaşama sevinci değildi sevgili Dauda. Bu ölümsüzlüğün, bu tekilliğin verdiği sevinçti. Her şey ve hiçbir şey olarak anlam kazanmanın sevinci. Hakikatin coşkusuydu bu. ‘’
‘’ Hiç düşünmez miydi ölümün ne kadar eğlenceli olabileceğini ? ‘’ diye sordu meraklı gözlerle Dauda.
‘’Hayır, düşünce onun akıl okyanusunda bir akıntıydı sadece ‘’ diye cevapladı Lifio. Belli belirsiz bir gülümsemeyle devam etti.
‘’Onun tini töz olmadan önce, çok önce benim canım Dauda’m kendi varlığının bile farkına daha yeni varmışken,  bir diğer ebediyeti nasıl bilebilirdi ?
Bir an oldu. Yüreğinden sesler duymaya başladı. Köz yüreği konuşuyordu onunla :
‘’Sen kimsin ? ‘’ diye sordu ona yüreği
‘’Ben,benim. ‘’ Ben, ne yokluk ne de varlığım. ‘’ Ben hakikatım’’ demekle yetindi o da ve ekledi ‘’ Ey yürek sen nasıl dile geldin ? ‘’
‘’Ben dile gelmedim , sen beni yarattın. Sen ki kendini de yarattın. Yoktan var ettin ama eksiksin. Ben, benim içim bomboş. Neden varım ben ? ‘’ dedi yürek.
‘’ Bana yaşam vermek için, beni eylemek için. Beni oldurmak için varsın…‘’  dedi o.
Yürek kıpırdamaya başladı, o da öyle. His… Artık hissediyordu. Yalnız olmaktan nefret ediyordu. Zamanlarca, o zamansızlıkta düşündü. ‘’
‘’ Yalnız olmak herkesi sıkar, sen beni bırakma olur mu değerli Lifio ‘’ diye söylendi Dauda.
‘’Ben, senim aslında ‘’ demekle yetindi Lifio ve anlatmaya devam etti.  
‘’Tek olmak artık ona zor geliyordu. Gözleri büyümeye başladı, ağzı yokluktan var oldu. Artık zihnindekileri diline koyuyor ve konuşmaya başlıyordu. Sinirlendi, bedbaht küfürler savurdu. Ağladı. Göz yaşları galaksileri oluşturdu. Çevresinde dönmeye başladı.  O kadar hızlı döndü ki bir derinliğe sahipti artık sonsuzluğu. Böylece zamanı yarattı. Dayanamıyordu artık, tek olmaktan nefret ediyordu. Ağlamak fayda etmiyordu. Sonra aklına bir fikir düştü. Bir balta yarattı. ‘’
Tumblr media
‘’ O baltayı ne yapacak ? Yoksa … ‘’ diye dehşetle sordu.
‘’Baltayı eline aldı, gözlerini kapattı ve kendini ortadan ikiye ayırdı. Artık tek değildi. Artık biricik değildi. Artık sonsuzluk değildi. O , iki varlık olmuştu. Ölüm ve yaşam.’’
‘’Hep bir arkadaşı olsun diye mi ? ‘’ diye sordu Dauda.
‘’Hep bir arkadaşı olsun diye sevgili Dauda’m . Ölüm ve yaşam. Huysuz iki kardeş. Yeni açmış bir çiçeğin neşesinde ona can olmuş ölü bir yaprağın hüznünü görebiliyorsak eğer. Bu onun sayesinde. ‘’
Dauda diz çökmüş vaziyetteydi. Biraz daha öyle kaldı. Eline en sevdiği hançerini aldı. Lifio da bu hareketinden ne yapması gerektiğini anlamıştı.
‘’ Avın kokusunu alabiliyor musun Lifio ? ‘’
‘’ Taze kara düşmüş bir damla kan gibi ‘’ dedi gözlerini oradan geçen askerlere dikerek.
2 notes · View notes
darwinistape · 9 years ago
Quote
Aşk kadar baş döndürücü umutlarla ve beklentilerle başlayan, yine de aşk kadar değişmez bir şekilde başarısızlıkla sonuçlanan başka bir etkinlik veya girişim yok gibidir.
Fromm E. , Sevme Sanatı
27 notes · View notes
darwinistape · 9 years ago
Text
Köhne Hayaller
Yıllarca dağıttığı sahte gülücüklerin ardına yüzü çatır çatır çatlamış eski bir ses sanatçısı gibiydi avlunun toprakları. Bir tane zeytin ağacı, uzun ama upuzun göğe yükselmişti üstündeki tüm acılı yüklere rağmen. Babaannemin 2 senede bir beklediği umutlarıydı o zeytinler. Tabii ki satmak için değil ama şu zamana kadar beklediği her şeye rahmet etmişti o.
Eski evin hasret kokan duvarlarında iki berduşun hikayesiydi bu. ‘’Sence iyi para gelir mi bu işten ‘’
‘’Bilmiyorum ‘’
‘’Önce azar azar başlarım tamam mı ? Sonra para çoğalınca da annemi alırım bu mahalleden’’
‘’Nesi var oğlum mahallenin ? ‘’
‘’Biz varız ya yetmez mi ? ‘’
Dünyaya gelen her yeni ruh gibi birilerine sevinç vermemiz gerekirken ilerleyen yılların azap bekçisi olacağımızı bilseydik eğer geri dönmek için yalvarırdık haliyle. İnsanın insan hariç her şey olduğu dünyada iki köpeğin varlığıyla yokluğu arasındaki farkı ancak üçüncüye sataşmadan anlayamazdınız.Üçüncü köpeği bulmamıza da az kalmıştı, hissediyordum. Sonucu ne olacaktı bilmiyordum ama en azından varlığımızı kanıtlayacaktık. Bu da bir şeydir. Sigaranın tüm kasvetini duman yapıp duluklarına çeken Ahmet’in kahverengi yüzüne odaklandım. Onda sanki bende olmayan bir şey vardı. Ne olabilirdi ki sonuçta daha 5 6 yaşlarındayken başladı fırlamalıklarımız. Mahalleden geçen dolmuşlara Hasibe Annenin bahçesinden topladığımız turunçları atar duvarın arkasına saklanır dolmuşçuları deli ederdik.Şimdi de 23 yaşındayız bu sefer Hasibe Annenin turunçları yerine köhne kalmış hayallerimizi hayat yarışçılarının böğrüne fırlatıyoruz. Sonuçta onlar deli olmuyor ama daha da hızlanıyorlar.
1 note · View note