Tumgik
deniztari · 12 years
Text
Zamanların birbirne bağlayan köprü; Doğu Bloğu
Pfil - Mayıs / 2010
Yazı: Deniz Tarı
Gündelik koşuşturmanın içersinde hepimiz yaşamımızı simgeleyecek anlamlı bir öykünün peşinden gidiyoruz. Öykülerimizi belli bir anlatı ve içine yerleştirip anlatma mücadelemizde birbirimizden besleniyoruz. O’nun öyküsü bana yeni bir kapı açıyor, benim ki sana. Yol ayrımlarına gelince seçimler her ne kadar farklı olsa da öyle ya da böyle hepimizin öyküsü bir noktada kesişiyor. Dünya bir tuval ve öykülerimiz de bir renk ise, bizi birbirimize kavuşturan fırçada yeni yollar, keşfedilmeyi bekleyen diyarlar. İşte keşfedilmeyi bekleyen öykülerin iç içe geçtiği bir diyar Doğu Bloğu. Zamanın dilimlerinin birbirine karıştığı, eskiyle yenin bütünleşme mücadelesi verdiği, büyük ve geri çevrilmesi olanaksız yıkımların izleri her köşesinden okunan, güçlü ve hüzünlü, her kenti çok öykülü Doğu Bloğu...
Tumblr media
Varşova
Doğu Avrupa’nın zümrüdüanka’sı, Polonya’nın kalbi Varşova, çok öykülü bir kent. Hem yüzyıllar öncesine ait, hem çok yeni. İkinci Paylaşım Savaşı döneminde Nazilerin yerle bir ettiği için hem hüzünlü, Sosyalist rejimin küllerinden yeniden doğmasını, yapılanmasını sağladığı için hem diri. İkinci Dünya Savaşı’nda yıkılmış yapılarını, eski fotoğraflarla tekrar aynı hale getirmeye uğraşmış bu ferah şehrin mimarisi de kendi yapısı gibi çok öykülü. Eski ve yeninin izleri şehrin her yanında öyle ki, şehrin kendisi bile eski şehir (Stare Miasto) ve yeni şehir olarak (Nowe Miasto) ikiye ayrılıyor. Şehrin yeni yüzü kapitalizimin izlerini taşıyan plazalarla kaplıyken, eski yüzünde göreceğiniz her bina unik bir mimarisiyle geçmişin izlerini taşıyor. Şehrin herhangi bir noktasından otobüsle 10 - 15 dakikalık bir yolculuk ile bugün Unesco tarafından dünya mirası olarak ilan edilen ve koruma altına alınan eski şehire ulaşılabiliyor. Tamamı yürüyerek gezilebilecek olan eski şehir, küçük dar sokaklarıyla genişçe bir meydana açılıyor ve meydan size sırtını birbirine dayamış, barok ve gotik  mimarinin harmanlanmasından oluşan, renk renk boyanmış tarihi binalar ile gülümsüyor. Şehrin merkezi İkinci Paylaşım Savaşı’nda yaşanan yıkımı belgeleyen, mutlaka önlerine çiçek bırakılmış, küçük anıtlar, heykeller, binalara çakılmış tabletlerle dolu.  Eğer yaşadığı acıları ne unutmak ne de unutturmak istiyen bu şehri bir tepeden görmek isterseniz Stalin tarafından bu şehre armağan edilen 230 metre yüksekliğinde ve Rus stilinde inşa edilmiş olan Voluminous Sarayın’a, bu, göldeki küçük teknelerle bir gezinti yapıp sessizliğin tadını çıkarıp sadece şehri dinlemek istiyorsanız Lazienki Parkı’na, geçmişe uzanan bir yolculuk yapmak içinse Ulusal Müze”, “Varşova Müzesi”, “Chopin Müzesi”ne mutlaka uğrayın. Ve Polonların milli içkisi olan Zubrowka’yı tatmadan Varşova’dan ayrılmayın.
Tumblr media
Budapeşte
Bir Macar deyimiyle “Kendisiyle çevrili” bir sanat tarihi ülkesi Macaristan’da iki yana ayrılmış  bir şehir Budapeşte. Doğu ile Orta Avrupa arasında tarih kokan bir köprü. Tuna’nın sağ yanında tepeler üzerine kurulmuş Buda’yı, sol yanına düzlüğe uzanmış Peşte ile bir bütün kılan 7 köprüsü ile  uyumayan bir şehir. Eski ile yeninin, geleneksel ile modernin karmaşık armonisi. Coğrafi konumu, tarihi eserleri ve diğer çekicilikleri ile Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri. Tuna’nın zerafet ve onu taçlandıran 7 köprü, Gotik, Roma ve Barok mimarisini bir arada bulunduran çeşitli dönemlerde inşa edilmiş klise ve eski yapılarıyla görkemli bir mimari sunuyor. Devasa heykeller, ara sokaklara serpiştirilmiş küçük el sanatları galerileri ve antikacılarla sanatı tüm hücrelerinizde hissedeceğiniz bir şehir. Ayrıca Budapeşte kaplıcaları ve hamamlarıyla da ünlü. Roma döneminden kalan hamamlar bulunsa da, şehirde bulunan dört Türk Hamamı’na (Rudas, Rac, Kiraly, Csaszar) Osmanlı mimarisinin sanat şaheserleri gözüyle bakılıyor. Bu bölgedeki bulunan Szechenyi Gyogyfürdö (Szechenyi Hamamı), ise muhteşem bahçesi ve barok tarzı mimarisiyle kentin en sıcak doğal su kaynağının üzerinde yer alıyor. Avrupa'nın en eski lunaparklarından Vidampark’ı ve en büyük ikinci hayvanat bahçesini ziyaret etmeden, Osmanlıdan kalma hamamlara uğramadan, ,Unesco tarafıdan "Dünya Kültür Mirası" listesine alınmış Parlemonto Binası ve şehrin gözbebeği olan Opera binası Operahaz’ı görmeden Budapeşte’den ayrılmayın.
Tumblr media
Prag
Bir çok ülkenin sahip olmak istediği, bu yüzden de bir sürü etnik grubu bir arada barındıran, masallara, efsanelere  konu olmuş köprüler şehri Prag. Hem masallardan fırlamış gibi, hem gotik, hem romantik, hem büyüleyici.  Kent merkezinin çevresine konumlanmış dar sokakları, arnavut kaldırımları, kasvetli ve eski havası, yağmurlarıyla efsunlu bir şehir.. Ortaçağ sokaklarından oluşan labirentlerinde kaybolmak, zamanda yolculuk yapmak gibi. O havayı solurken, tarihle iç içe hissetmemek mümkün değil.  Köprüler şehri Prag’da sanatın kalbi sokakta atıyor. Sanat tiyatro, opera, dans. gösterileri yapan sokak sanatçıları, gravürler, değişik kuklalar ,köprü üzerlerindeki ressamlar,rengarenk ve el işi eşyalar şehrin her köşesinde. Zamanla birlikte belli gökcisimlerinin hareketlerini de gösteren astronomik saate ve Disneyland’a ilham kaynağı Tyn Klisesi’ne ev sahipliği yapan “Staromestske Namesti” yani Eski Şehir Meydanı, Prag Kalesi, Franz Kafka müzesi, Charles Köprüsü,  yılın oniki ayı kalabalık, üzerinde kırktan fazla herkel bulunan, Vltava nehri üzerinde altı yüz yıllık görkemi ile uzanan  Karlov Most  köprüsü ile her tarafı bir fotoğraf karesi bir masallar şehrinden dünyaca ünlü Pilsner birası içmeden dönmeyin.
Tumblr media
Bratislava
Macaristan ve Avusturya arasında konumlanmış Slovakya’nın içinden Tuna nehri geçen başkenti Bratislava. Bir günde tarihi ve turistlik yerlerin yürüyerek gezileceği  heykellerle donanmış klasik bir Orta Avrupa şehri. Şehir eski şehir ve yeni şehir olmak üzere ikiye ayrılıyor ve bir yabacının ilgisini çekecek çoğu şey eski şehirde bulunuyor.  Bu bölgede dolaşırken oldukça modern bir binanın yanı başında, karşınıza pencereleri tuğla ile örülerek kapatılmış veya taş yünleri sıkıştırılmış ,savaşdan kalma olduğunu evler çıkıyor Şehrin sokakları sanki bir açık hava müzesi gibi. Yolunuz Bratislava’ya düşerse eski şehirle yeniyi birbirine bağlayan Novy Most köprüsüne ve Bratislava Kalesi’ne çıkıp şehre bir de oradan bakın.
Tumblr media
Bükreş
Romanya Ovasının ortasında, Tuna Irmağının bir kolu olan Dimbovita’nın kıyısında kurulmuş hüzünlü bir başkent Bürkeş. Caddelerinde yanyana sıralanmış binbir türlü değişik mimari tarzı birbirinden farklı dönemleri bir arada sunuyor. Geniş bulvarların kenarına duvar gibi dizilmis sosyal blokların arkasındaki zarif ve birbirinden guzel sokakları kesfetmek,  geniş caddeleri ve kocaman parklarıyla zamanın birbirine geçtiği, keşfedilmesi gereken bir şehir Bükreş.
22 notes · View notes
deniztari · 12 years
Text
Yeni Yıl Rotaları
Anemon Aktüel
2011/ Kış - Yazı : Deniz Tarı
Tumblr media
Dileğimizi tutup, sonsuzdan geriye saydığımız o büyülü gece hepimiz için ayrı özel. Romantik bir karnavalda ilk öpücüğü paylaşmak, kalabalıklardan uzakta sessiz sakin bir başlangıç yapmak, buzlar arasında bir maceraya dahil olmak? Sizin yeni yıl seçiminiz hangisi?
“Bu yıl çok güzeldi, gelecek yıl daha güzel olacak, biz her zamankinden çok daha güçlü ve çok daha mutlu olacağız”… Yeni bir yıl her geçen dakika biraz daha yaklaşırken her birimiz arklı beklentilere, farklı umutlar bağlıyoruz. Güneşin kırılma açısı, 365 günün her birini rengarenk boyamaya büyük bir sabırsızlıkla hazırlanadursun, biz de yeniliklere yelken açmak ve tüm zorlukları geride bırakmak için “Yeni Yıl”a gün sayıyoruz. “Yeni yıla nasıl girersen, tüm yılın öyle geçer” diye rivayet ederler. Dünya üzerindeki her bir koordinat, yeni yıla bambaşka giriyor. Kalabalıklar arasında olmak hoşlananlar soluğu sokak partilerinde alıyor 12’den geriye doğru tek bir ağızdan sayıyor, gece hayatı düşkünleri müzik ve dans eşliğinde akrep ve yelkovanın bir araya gelmesini bekliyor. “ Ben yalnız daha iyiyim” diyenler kalabalıklardan ve şehrin karmaşasından uzak sakin ve dingin alternatif rotalara yöneliyor, aşıklar havai fişeklerin aydınlattığı gökyüzünün altında romantik bir ilk öpücüğü paylaşıyor. Sizin seçiminiz hangisi?
Dingin bir Romantizm
Venedik
Aşk şehri Paris mi yoksa Roma mı? tartışması süredursun. Siz ikisini de unutun! Romantik ve bir yılbaşı gecesi geçirmek istiyorsanız soluğu Venedik’te alın. Benzersiz labirent şehir daracık sokakları, kanalları, gondolları ile yılın her mevsimi sayısız turisti kendine doğru bir mıknatıs gibi çekse de kışın, özellikle de yılbaşı gecesi sadece Venediklilere ve bu mevsimde Venedik’e gelmeyi akıl edenlere ait oluyor. Çok fazla kış turistine ev sahipliği yapmayan romantik şehir, klişe olamayacak kadar büyüleyici. Kalabalık çekildiği için, daha kaliteli bir hizmet sunması ise en büyük avantajlardan bir tanesi. Ay ışığının aydınlattığı Piazza San Marco’nun tamamen size ait olması da cabası. Romantik ve mistik bir gece istiyorsanız Basilica di San Marco’da gerçekleşen gece yarısı ayini ilginç bir alternatif olabilir. Klise korosu ve mitsizimi tamamlayan mum ışıklarıyla bezenmiş büyüleyici bir gece geçirmek istiyorsanız, yer bulabilmek için saat 23.00 civarı orada olmalısınız. Yeni yılın ilk nefesi Venedik’te alırken, Katedralin arka tarafındaki sokaklardan birinde karşınıza çıkacak Ca’ del Sol Fondamenta Osmarin’e uğrayıp, muhteşem yeni yıl maskelerinden biriyle kendinizi ve sevdiklerinizi ödüllendirmeyi ihmal etmeyin.
Basilica di San Marco Piazza San Marco; +39 - 41 / 522 – 5697
Ca’del Sol Fondamenta Osmarin 4964; +34 – 41 / 528 – 5549
Tumblr media
Alternatif bir Klasik
Hogmanay
Eski yılı, geriye sayarak binlerce kişilik tek bir ağızdan uğurlamak modası asla geçmeyecek bir klasik. Her ne kadar kalabalıklardan hoşlananlar için, binlerce kişiyle yeni yıla girmek için akla gelen ilk rotalar olan Sidney ve New York’u tercih etse de, onlar kadar popüler olmayan Edinburg, bu iki görkemli şehirden daha azını vaat etmiyor. İskoçlar yılbaşı gecesi yaşadıkları kentin her köşesinde ateşler yakıyor ve ellerine meşaleler alarak uzun yürüyüşlere çıkıyor. Özellikle erkek çocuklar gruplar halinde ellerinde meşalelerle ev ev dolaşıyorlar. Kötü ruhları uzaklaştırdığına inanılan bu gelenek, tüm evlerin kapı ve pencerelerin açılmasıyla devam ediyor. İnanışa göre, yeraltında yaşayan ve yeni yıl gecesi evlere gelen Cwn Annwn adlı köpekler, açık kapı ve pencerelerden dışarı çıkarak, bir önceki yıldan kalan tüm kötü anıları beraberinde götürüyor. İskoçya’da Hogmanay olarak adlandırılan yılbaşı gecesini Old Town’da binlerce kişi kutlamak dünyada çok bilinmese de çok eski bir gelenek. Öyle ki kökeni Romalıların kışın gelişini kutladıkları festivale kadar uzanıyor ve bugün bir İskoç klasiği olan bu gelenek, hala bu ülkede önemini koruyor. 29 Aralık gecesi meşale geçidi ile başlayan Hogmanay kutlamaları 1 Ocak’ın ilk ışıklarına kadar sürüyor ve bazı seneler kutlamalar 2 Ocak’a kadar uzatılıyor. Hava soğuk olsa da kilt giymiş geleneksel İskoç erkekleri geleneklerinden vazgeçmiyor, biralar ve viskiler kutlamalar boyunca su gibi tüketiliyor. Hogmanay’ın geleneğine uygun olarak şehrin hemen her köşede çeşitli müzik ve tiyatro festivalleri, yemek festivalleri düzenleniyor. Alternatif ve klasiği bir arada arıyorsanız, yeni yıl boyunca alev alev yanacak olan Edinburg tüm dinamiğiyle size aradığınız sunuyor.
http://www.edinburghshogmanay.org/
Tumblr media
Esrarengiz bir Deneyim
Buzdan Otel
Niyetiniz bu yılbaşını diğerlerinde farklı ve sıradışı geçirmekse; size çılgın bir alternatif; İce Hotel! Kutup Dairesi’nin 200 kilometre kuzeyinde, kasabasında konumlanmış, İce Hotel, masal dünyasından fırlamış büyülü bir güzelliğe sahip. Kışın bir metre karla kaplanan Torne Nehri sayesinde hayat bulan, buzdan otel her sene baştan yeniden yapılıyor. Suyun temizliği ve sürekli hareketi İce Hotel’in mimarisinde kullanılan, mümkün olan en parlak ve en şeffaf buzun yaratılmasını sağlıyor. Ice Hotel saydam parlaklığıyla çizgi dışı bir deneyim sunuyor. Bardan süitlere kadar, duvarlardan restoranda kullanılan tabaklara kadar her şeyin ana maddesinin buz olduğu bu otelin içinde sıcaklık her zaman -5 ile -8 derece arasında değişiyor. Sıcak ya da soğuk, dilendiğiniz konaklama tipini seçebilirsiniz. Çok üşüyenler için ideal olan İskandinav tasarım buzlar arasında içinizi ısıtıyor, soğuk konaklama ise sıra dışı bir alternatif sunuyor. Buzdan oluşan bir yatağın içine ren geyiği derisi üzerine serilmiş uyku tulumları, buzdan heykellerin süslediği süitte, yeni yıla tıpkı masalın içinde gibi başlamanızı sağlayacak.
www.icehotel.com
Tumblr media
Maceraperest bir keşif
Beyaz Çöl Safari Turu
Eğer ruhun maceraya aç ise, ıssız buzlar ülkesi Antartika size aradığınızdan çok daha fazlasını sunuyor. Bu bembeyaz ülke, herkesin, her sene aynı şekilde kutladığı yeni yılı renklendirmeye çoktan hazır! Maceracı ruhunu işe dönüştürmeye başarabilmiş İngiliz kaşif Patrick Woodhead, “White Desert” yani Beyaz Çöl safari turuyla kendisi gibi farklılık peşinde olanları maceraya ortak ediyor. Donmuş denize karşı konumlanmış, 9 ileri teknolojisi ürünü çadırlardan oluşan kamp alanı koloniyal bir şekilde dekore ediliyor. Kamp alanında ihtiyaç duyulan tüm enerji tamamen doğal olarak güneş ve rüzgardan sağlanıyor. Çevre dostu enerji üretim yöntemleri sayesinde atmosfere karbon salınımını engelleyen tur ekolojik sorumluluk ruhu taşıyor. 10 gün süren bu safaride penguenleri gözlemleyebilir, kite – ski ve buz tırmanışı yapabilir, sevgilinizle gittiğiniz takdirde karlara adınızı yazıp doğanın kucağında romantik anlar yakalayabilirsiniz.
White Desert www.white – desert.com
Dingin Bir Huzur
Miami’de Evian Banyosu
Yeni yıla kalabalıklar içinde, harala gürele değil de huzurlu ve sakin bir lüks içerisinde girmek istiyorsanız, alternatif ve alternatif olduğu kadar pahalı bir seçeneğiniz var; Miami’de Evian Banyosu! Musluk suyunun cildi için yeterli olmadığını düşünenlerdenseniz, bin litre Evian’la doldurulmuş su da saatlerce keyif yapabilirsiniz. Miami Beach’te bulunan Hotel Victor, rezervasyon yaptırdığınız takdirde sizi derhal Penthouse Suite’e yerleştiriyor ve süitinize Spa’dan bir ekip yolluyor. Füme somondan, foie gras’ya ve Çikolata’nın Yedi Günahı isimli süprizle her çeşit afrodizyağın bulunduğu gurme tabak ise, siz banyo keyfinizin tadını çıkarırken bir damak şöleni sunuyor. Size kalansa Evian’la doldurulan küvette, yüzen mumlar ve papatya yaprakları eşliğinde yeni yıla dünyanın en pahalı banyosunda keyifle girmek kalıyor.
Hotel Victor www.hotelvictorsouthbeach.com
15 notes · View notes
deniztari · 13 years
Text
Lezzet'e Yolculuk
Feel Good
03/ Sonbahar /2010
Yazı : Deniz Tarı
Tumblr media
  Lezzet’e Yolculuk
Yolculuklar, aynı gökyüzü altında bambaşka coğrafyalarda kimi güneşli  kimi rüzgarlı iklimleri yaşatıyor. Her yeni rota ve keşfetmenin büyüsü ile her biri bambaşka bir dünya olan insanların, tutkunun, hüznün, eğlencenin notalarla dönüşmüş hali müziğin, müziğin eline yüzüne bulaşıp  görsel bir şölene dönüştürdüğü dansların kapıları aralanıyor. Bilmediğimize, hatta bazen görmezsek, yaşamazsak, duymazsak, dokunmazsak hiç bilemeyeceğimize  doğru keşfe giderken, ayak izimizi bıraktığımız yerlere karışıp geri dönüyoruz... Biz de sizleri bu sayımızda lezzetin kapılarını aralamak üzere bir kısa bir yolculuğa çıkarıyoruz.  Kahve ve Pasta diyarı Viyana’dan,  eşsiz peynirlerle Toscana’ya , Atlantik’e yüzünü dönmüş Portekiz’den deniz ürünleriyle, Antakya’nın kendi gibi çok kültürlü  mutfağına doğru uzanan lezzetler...
Pasta ve Kahve Diyarı: Viyana
Viyanın şüphesiz Avrupa’nın en aristokrat şehri. Viyana denince akla Mozart ezgilerinden tutunda valslere, Thomas Bernhard kitaplarına, Gustav Klimt tablolarına, opera seslerine, Tuna Nehrine, kraliyet saraylarına,  katedrallere, barok mimarisinin izlerini  taşıyan görkemli yapılara kadar daha sayılamayacak pek çok şeye ev sahipliği  yapan ve bunu tüm cömertliğiyle kibarca sunan bir başkent geliyor. Ama Viyana seyahatinin olmazsa olmazlarından deneyimlerinden en lezzetli olanı var ki o da Viyana Cafe’lerinde tadılacak olan kusursuz ikili pastalar ve kahveler. Avrupa’da kafe kültürünün doğum yeri Viyana. Bu yüzden tam bir pasta ve kahve diyarı. Viyana kuşatmasından sonra,  Osmanlılar kahve çuvallarını ve beraberinde kahve kültürünü Viyana’ya bırakmış.  Ve kahveyle tanışan Viyanalılar kendi spesifik kahve ve pasta kültürlerini yaratıp, şehir her bir yanını zarif ve şık pastaneler ve kafeler ile süslemiş. Zamanın pek çok kesitine şahitlik etmiş, eski ve yüksek tavanlı bu mekânlar antika mobilyaları, tabloları ve avizeleri ve çalışanlarıyla size zamanda yolculuk ettiriyor. Her biri geleneksel özelliklere sahip olan bu kafe ve pastanelere oldukça zengin ve yerleşik bir kahve kültürü hakim. Kraliyet döneminden izler taşıyan sanatçı, yazar ve müzisyenlerin de buluşma yeri olan taşıyan Viyana pastaneleri meşhur turtaları ve kendine özgü tatlarıyla dünyanın her yerinden insanları lezzetli bir davete çağırıyor. Viyana’ya yolunuz düşerse Cafe Landtmann, Cafe Central, Demel, ve Cafe Gersther’e  uğrayıp Viyana Mutfağının en önemli tatlılarından biri olan Apfel Strudel’ı ve nicelerini tatmadan , her biri ayrı bir lezzet olan kahvelerinin keyfine varmadan ve zamanında bu kafelerin müdavimi olan  Freud ve Klimt’e gülümsemeden dönmeyiniz.
Tumblr media
  Eşsiz Peynirlerin Keşfi : Toskana
İtalya’nın her bölgesi ayrı ayrı güzeldir. Bocelli, Dante, Leonardo Da Vinci, Andrea Bocelli ve Galileo Galilei’nin memleketi, sanatın beşiği her küçük parçası ayrı ayrı sanat abideleri ile dolu Toskana ise bir başka güzel. Siena, eğik kulesiyle ünlü Pisa, Ortaçağ izlerini taşıyan San Gimignano, sanatın kalbi Floransa… Doğanın güzellikler konusunda cömert davrandığı bölge, tarihi eserleri ile pek çok kültürü ve lezzeti bir arada sunuyor. İtalya denince akla pasta yani makarna ve pizza gelse de, her Akdeniz ülkesinin vazgeçilmez tadı olan zeytinyağı ağırlıklı Toskana mutfağı farklı yerel tatlara doğru leziz bir keşfe davet ediyor. Toskana denilince akla gelen en önemli lezzetlerden birisi var ki;  tadına doyum olmayan İtalyan peynirleri.  Salata ve makarna yapımının vazgeçilmezleri parmesan, pizzanın lezzetine lezzet katan mozerella,  , Val d'Aouse bölgesinde 3000 metre yükseklikteki Fontin Dağı'nda bekletilerek hazırlanan ve Fontina Piemonte bölgesinin geleneksel tatlarından biri olan fondü’nün yapımında kullanılan fontina, ricotto, provolone, gorgonzol ve pecorino toscano… Üretimi çok eski tarihlere dayanan ve bir gelenek haline gelen peynirler farklı doku, renk, tat ve kokularla geniş bir yelpazede keşfedeyi bekliyor. Yolunuz Toskana’ya düşerse ister mandıradan tazecik, ister bekleyip kıvamını almış peynirlerin tadına bakmadan geri dönmeyin.
Mezelerin Büyülü Cenneti: Antakya
Roma, Hristiyan, Mezopotamya, Ortadoğu ve Cumhuriyet şehri. Bunların hepsi ve aslında hiç biri. Dinlerin, dillerin, renklerin ve kültürlerin içi içe geçtiği çok kültürlü ve rengarenk bir şehir Antakya. Kültürel zenginliği öyle çok ki, şehrin her detayıyla içinize çekebiliyorsunuz. Dünyanın en eski kentlerinden biri olan Antakya denince akla ilk gelen ise şüphesiz Antakya Mutfağı. Kentin mozaikli yapısı, mutfağa da yansıyor. Her gelenin bıraktığı lezzeti alıp, kendilerine özgü hale getirmeyi bilmiş Antakyalılar. Çeşitli baharatların harmanlanması ve yöresel lezzetlerle Güneydoğu Mutfağı’na andıran Antakya Mutfağı,  farklı çizgisiyle kendine özgü bir tat yakalıyor. Meze severler için Antakya çok geniş bir yelpaze sunuyor. Öyle ki sadece mezelerle bile doymak mümkün. Yöreye özgü yabani kekiğin zeytinyağı ile harmanlanmasıyla yapılan Zahter salatası, çökelek salatası, mütebbel, tabbuli, mekduz ve babagannuş , domates ve biber salçası, ceviz, sarımsak, kekik, kimyon ve zeytinyağının harmanlanmasıyla yapılan vazgeçilmez  muhammara… Antakya’ya yolunuz düşmüşken Reyhanlı sınır kapısında yapılan ve ülkenin pek çok yerinden insanın tadına bakabilmek için uzun yollar geldiği,Tuzda Tavuk’u tatmadan geri dönmeyin.
Denizden gelen lezzet :  Lizbon
Yüzünü okyanusa dönmüş Portekiz’in başkenti Lizbon. Keşifler çağının pek çok önemli olayına tanıklık etmiş “Akdeniz’de kıyısı olmayıp, Akdenizli olabilen”  fadonun, güneşin, denizin ve hüznün şehri. Özelliklerini ülkenin denizci karakterinden alan Portekiz Mutfağı, kapısını biraz araladığınızda deniz ürünlerinin binbir çeşitiyle lezzetli bir merhaba diyor. Morina balığı, mezgit ve sardalye yılan balığı, berlam balığı, ahtapot, kabuklu deniz ürünleri ve özel balıklı kekler… Portekizliler deniz ürünlerini günün her öğününde tüketiyorlar. Deniz ürünleri kahvaltı sofralarından bile eksik olmuyor. Köklü bir tarihe sahip “Bacalhau” ülkenin geleneksel ve favori yemeği. Bir çok pişirme yöntemi olan bu yemeğin, yılın her günü için farklı olmak üzere 365 değişik şekilde pişirildiği rivayet edise de Pastéis de Bacalhau, Bacalhau à Brás ve Bacalhau à Gomes de Sá en popüler tarifleri.  Fadonun büyülü ritmi eşliğinde Bacalhau’nun tadını keşfederken Portekiz’i daha yakından tanıyacak ve anlayacaksınız
Tumblr media
21 notes · View notes
deniztari · 13 years
Text
Plovdiv
DQ Sayı - Issue 13 Kış - Winter 2011
Yazı : Deniz Tarı
Tumblr media
Yakın Komşu Plovdiv’e yolculuk
Bulgaristan’ın güneyinde, yedi tepe üzerine kurulmuş bir şehir Plovdiv. Ortasında Meriç  nehri çağlayan cıvıl cıvıl bir kent. Eski Anadolu kentlerini anımsatan dokusuyla dikkat çeken kent, tarihi mirasıyla Rumeli kentlerinin klasik yapısını gözler önüne seriyor. Zamanın ve onlarca tahribatın güçlü yıkımına karşın Osmanlı’nın bıraktığı izler hâlâ aşikar bir şekilde okunuyor. Sokaklarında yürürken zaman ve mekân kavramını kaybetmek an meselesi haline geliyor. Kıvrıldığınız eski bir sokağın içinde dolanırken, bir an için nerede olduğunuzu unutup Anadolu'nun tarih kokan sokaklarından birinde gezerken buluyorsunuz kendinizi.
Plovdiv oldukça eski ve köklü bir tarihe ev sahipliği yapıyor. Yapılan araştırmalar 5000 senelik bir geçmişin izlerine ışık tutuyor. Şehrin adı bu binlerce yıl içerisinde sürekli değişmiş. Başlangıçta, zamanında kimi taş ocağı olarak kullanılmış yedi tepe üzerine kurulmuş olan kent, Romalılar tarafından ele geçirilince “üç tepeler”  anlamına gelen “Trimontium” adını almış.  Romalılardan sonra şehrin sahibi defalarca değişmiş. Ve her seferinde yeni sahibiyle, yeni bir ad ile yeniden doğmuş şehir. Traklar şehri kurduklarında “Eumolpias” adını vermişler. Daha sonraları Makedonyalı Philip şehri ele geçirmiş, gücü ve iktidarı ile birlikte kendi adını da bu şehirle yaşatmaya karar vermiş. Bunun üzerine “Philippoupolis” haline gelen şehir daha sonraları Bizanslılarca yönetilmiş. İlk Bulgarlar “Plavdin” demişler. Türkler ise Lala Şahin Paşa ‘nın ele geçirdiği şehri 1364 ila 1878 arasında yönetmiş ve kente Filibe adını vermişler.
Bugün kiminin Filibe, kiminin Plovdiv diye seslendiği şehir, Evliya Çelebi’nin ifadesiyle de "Dokuz adet, yamru yumru boz kayalık tepeler üzerine, dereler arasına kurulmuş." 17. Yüzyıl döneminde 53 cami, 70 okul, 9 medrese, 7 daru - ülkurra, 11 tekke, 8 hamam, 9 han, kervansaraya ev sahipliği yapmış. Ve bunlardan ne yazık ki sadece bazıları günümüze kadar gelebilmiş. Osmanlı evleri, Bizans yapıları ve yeşil dokusuyla tarih ve doğa meraklıları için üzerinden pek çok kültürün izler bıraktığı şehri keşfetmeye hazır mısınız?
Tumblr media
Eski Plovdiv ve Antik Tiyatro Plovdiv Antik tiyatrosu şehrin tam merkezinde bulunuyor. Genellikle amfi tiyatro olarak anılsa da aslında geleneksel bir Roma Tiyatrosu. Dzhambaz ve Taksim tepeleri arasındaki doğal düzlüğün güney batı yamacına ikinci yüzyılın başlarında Roma İmparator’u Trajan tarafından, bugün eski şehir diye anılan bölgeye kurulmuş.
Bulgaristan’da bulunan Roma kalıntıları arasında en önemli olan tiyatroda Yunan dilinde yazılmış yazıtlar ve steller göze çarpıyor. İlk inşa edildiği dönemde 7000’e yakın koltukla inşa edilen tiyatro da her koltuğun üzerine halkın adı kazınmış. Böylece tiyatroya gelenler nereye oturacaklarını, hangi koltuğun kendine ait olduğunu bilmişler. Zaman ilerleyip 5. yüzyıla gelindiğinde tiyatro Atilla Han tarafından zarar görmüş.  1970’lerde gerçekleşen deprem nedeniyle bir kısmı toprak altında kalmış ve bu bölgede çok bunun üzerine büyük bir arkeolojik kazı gerçekleştirilmiş. 1968 – 1984 yılları arasında ise tamamen restore edilmiş.
Şehrin geçmişine doğru yolculuğa çıkaran Antik tiyatroyu keşfetmeden önce kentin bugünün koklamak isterseniz, ve aynı zamanda bir flaneur edasıyla yürüyerek keşfetmeyi sevenlerdenseniz, Antik tiyatroya doğru giden yolda bulunan İvan Vazov bulvarında mutlaka yürümelisiniz. Trafiğe kapalı olan bulvar o yöne doğru uzunca uzanıyor. Yol boyunca sağlı sollu, göğe doğru yükselen çınarlar size eşlik ediyor. 1900’lü yılların ilk çeyreğinde inşa edilmiş olan Art Nouveau mimarisinin izlerini taşıyan binalar, zarif süslemeleri ve kıvrımlarıyla görsel bir şölen sunuyor. Ayrıca bu cadde üzerinde bazı önemli kamu binaları, ayakkabıcılar, butikler bulunuyor.
Tumblr media
Eski Filibe Evleri  Nebet, Taksim ve Dzhambaz tepelerinin üzeri, ne çiçekler ne de karlarla süslü. Bu üçte tepe tam bir müze kent. Eski Filibe evleri, eşsiz mimarisiyle bugün hala ilk haliyle ayakta duruyor. Geleneksel evler mimaride hem Türk hem de Bulgar yapı işçiliğinin tatlarını, kusursuz bir uyumlar gözler önüne seriyor. Evler görkemini sade stilinden alıyor. Ve bugün bu mimari biçim ‘Filibe Barok Tarzı’ olarak adlandırılıyor. Her ev kendi karakteristik özelliğini taşıyor Her biri müze, galeri, atölye, lokanta gibi işlevler görüyor. Her odaya güneşin girebileceği şekilde konumlandırılmış pencereleriyle öne çıkan ahşap tavanlı yapılar, oymacılık sanatının en güzel örneklerini bünyesinde barındırıyor. Yapıldığı dönemin havasını tüm ruhunuzla hissedebileceğiniz bu evler gelecek nesillere bırakılma üzere restore edilmiş. Ve bugün tam bir müze görümünde olan bölgede evlerin sayısı 150’yi geçiyor. Meşhur Balaban Evi de bu bölgede bulunuyor.
Cuma Camii 1963 – 1964 yılları arasında şehrin tam merkezine, Osmanlı İmparatorluğunun sembolü olacak şekilde inşa edilen Cuma Camii şehir meydanında, Filibe tarihi yerleşiminin kuzeyinde bulunuyor. Osmanlı mimarisinin özellikleri, dış cephesi üzerinde görülen taş arasına yatay döşenen tuğlalarıyla Bizans etkisini günümüze kadar getiriyor. Aynı zamanda adı “Hüvavendigâr Cami” olarak da biliniyor.
Baçkovo Manastırı Bizans İmparatoru Grigor Bakuriani’nin askerleri tarafından 1083’te yapılan, dini bir kompleks olarak inşa edilen Baçkovo Manastırı Bulgaristan’ın ikinci en büyük manastırı. Tıpkı şehrin karakteri gibi Bizans ve Bulgar kültürlerinin karma yapısına sahip olan manastırın içindeki mozaikler özellikle dikkat çekiyor. Yeşillikler içindeki taş mimarisiyle Baçkovo Manastırı insanı dinlendiriyor, mistik bir huzur veriyor.
21 notes · View notes
deniztari · 13 years
Text
Tibidabo
Tumblr media
Metro bu şehirde her kolu başka bir renge sahip koca bir ahtoptu ve bu kollar Plaza de Catalunya'dan şehrin her bir tarafına uzanıyordu. Biz kahverengi kolda, L7 hattında, en son vagondaydık. Hiçbir zaman sessiz, sakin olmayı ve yanlız kalmayı başaramayan La Rambla'nın gürültülü kalabalığını, arkamızda bırakırken kahkalarla gülüyorduk. O yanımdaydı ve O benim yanımdayken, benim içimi huzur kaplar. Suyun dibinde hızla yükselip nefes almak gibi. Konuşacak, şeylerimiz asla tükenmez. Ben ona Türk kahvesinin nasıl yapılacağını anlatırım, o bana dometesin nasıl kesileceğini. Sonra da birden Deleuze'ün rizom kavramı üzerine atıp tutarken buluruz birbirimizi. Çizgilerden kıvrımlara dönüşür, düğüm oluruz.
Tumblr media
Mayıs ayının son günleriydi. Ve Barcelona'ya bahar eni konu yayılmıştı. Güneş her yerde parlıyordu. Okulun köşesindeki kahve satan adın hiç bir zaman öğrenemeyeceğim Pakistanlı  adamın minik dükkanında, üç ay Güney Amerika yı  karış karış gezdiktan sonra Barcelona da yaşayan bir İtalyan'a aşık olup altı ay sonrasına düğün hazırlakları yapan İsrail'li Dror'da, Marakeş'te yaşayan genç bir adama aşık olup Arapça öğrenmeye başlayan Yunanlı Nasy'de, onda, bende... Güneş her yerdeydi. Sıcacıktık. İkişer ikişer olmak üzere karşılıklı konumlanan dörtlü koltuklarda oturmuş, Collserola'nın tepesindeki Tibidabo'ya, bulutların tepesine, gözyüzünde bir lunaparka gidiyorduk.
Tumblr media
Üstümüz başımız eğlence kokuyordu. Kapılar açılıp, kapanıyordu. Proxima estación; Provença, Gràcia, Plaça Molina, Pàdua, El Putxet.. Birileri biniyor, birileri iniyor ve vagonlar tüm önyargılardan uzak, herkesi olduğu gibi içeriye buyur ediyordu. Filelerinde egzotik meyve taşıyan teyzeleri, bağıra çağıra konuşup ve asla susmak bilmeyen, her daim mutlaka ama mutlaka eğlenen gençleri, bir ayda 5 Barcelona - Madrid karşılaşması görmenin sevincini yaşayan fanatikleri, ekonomik krizin nereye varacağını kestiremeyen işsizleri, çamaşır suyu kokan Peru'lu genç kadınları, tursitleri, siyahi işportacıları, fötr şapkaları ve döpiyesleriyle şıklık abidesi yaşlı Katalan çiftleri...
Tumblr media
  Avinguda Tibidabo'ya vardığımızda telaşlı adımlarla merdivenleri çıkmaya koyulduk. Yolun karşısına geçip, Plaça del Doctor Andreu'da, Tramvia Blau'yu beklemeye başladık. Duraktaki bankta oturuyorken O, bana bir çocuğun yaptığı resimden, onun dünyasını nasıl anlayabileceğimi anlatıyordu. Bense bitmek bilmeyen sorularımla sözcüklerini yarıda bırakıyordum. Kumral, genç bir kadın yanımıza yaklaşıp, bizi finükülere götürecek olan Tramvay'ın sadece turistlerin yoğun olduğu aylarda kullandığını söylediğinde bir seçim yapmak zorundaydık. Ya otobüse binecek ya da yürüyecektik ve biz bu iki seçenekten, bahara uygun olanını tercih ettik. Kıvrımlı yolu tırmandıktan 20 dakika sonra Funicular del Tibidabo'daydık. İstasyon bir Kasım ayında kurulduktan, 110 sene sonra buraya varıyorduk. Uçuk mavinin üzerine, grafitiler yapılmış bir trene 2 bilet aldık. Şehrin trafiğine karışmış bisikletler, kaldırımda yürüyen yayalar, La Boquera'nın balık kokak kadınları, meydanların köşelerinden yükselen müzik sesleri ve onların etrafında dans edenler, işten eve dönenler ve akşam ne pişirsem diye düşünen ince belli, dolgun kalçalı kadınlar... Rayların üzerinden, ormanların arasından gökyüzüne doğru ilerlerken tüm bunların hepsini ardımızda bırakıyorduk.
Şehirden tam 512m. yukarıda, Collserola'nın en yüksek noktasında duruyorduk. 1283 yılında Kral II. Peter, bu büyülü şehrin sınırı olarak belirliyor, 16. yüzyılın başlarında ise Saint Jeronimo İncil'den seçtiği "Tibi" ve "Dabo" kelimeleri ile bu tepeye latince "I will give you" yani "Size vereceğim" anlamını veriyordu. Bunun üzerinden tam 5 yüzyıl, gelgitler içinden bir o yana bir bu yana sallanmamızın üzerinde tam 9 ay sonra, Mayıs ayının güneşli bir öğleden sonrasında, umut ve cesaret boğazımıza yapışmışken, birbirimizi özlememeyi bir daha hiç özlememeyi diliyorduk. Tibidabo ise en büyüleyici hallerini, yüzlerce yıl sonra bize sunmak için saklamış, bizi bekliyordu.
Bulutlara asılmış özgürce sallananlar, yanıtlanması güç bir sorunun cevabını arar gibi aynı eksen etrafında dönenler, hayatı beklemedik bir anda tıpkı tepe taklar olanlar, heyecan ve korku arası mekik dokuyanlar, bir mum yakıp sonsuzdan geriye sayanlar. Hepsi dönüyor, döndükçe çoğalıyor, sadece biz olduğumuz gibi yerde duruyorduk.
Tumblr media
  O an uzaklarda bir yerde, Galata' da genç bir kadın nar çiçeği bir ipin ucundan sarkıtılan içi taze ekmek kokusuyla dolu bir sepeti, mutfağında fokurdayan çaydanlığa doğru çekiyordu. Genç bir adamın kelimeleri, Viyana'da yüksek tavanlı bir kahvade, uzun bir mektup yazıyordu. Biz ise tepenin ucunda bir taşa oturmuş, birlikte gülüyorduk. Ve hayat bazen, tıpkı C' nin dediği gibiydi. "Birlikte gülündü mü, insan rahatlıyordu."
7 notes · View notes
deniztari · 13 years
Text
Cadaques
Tumblr media
Cap de Reus yarım adasında, güneş yanık omuzlara öpücükler konduruyor. Arnavut kaldırımlı, daracık sokaklardan tuz kokulu adımların sesleri duyuluyor. Estralla Damn metal kutusundan kurtarıyor buz gibi soğuk birayı. Akıp giden yudumlar, yıldızlar çizerek susamış dudaklarla buluşuyor. İşte tam o an, cumbalı bir evin ikinci katından ilham içeri sızıyor  Port Lligat limanında. Dali elinde gümüş bir kaşık ile gerçeküstü bir uykuda uyuyor. Rüyanın en olağanüstü yerinde, kaşık yere düşüyor. Dali uyanıyor. Dali' nin rüyası, Zamanı eritiyor tüm galaksi uyurken. Olduğu gibi tuvale akıyor.
Burası Cadaques, burada saatler akıyor!
Kalabalık resturantlardan radyodan yükselen flamanko sesleri, çatal bıçak seslerine karışıyor. Neşeli sofralar bitmek bilmeyen sohbetleri ve hilesiz kahkaları ağırlıyor. Yaşlı bir çift şezlonga uzanıyor güneşi batırırken. Yanıtlanması güç soruları bir kutuya dolduruyor. Kutudan virgüller fışkırıyor. Düşleri ufuk çizgisinden, kıyıya vuruyor. Bir zamanlar karadan ulaşılamayan, sadece deniz ile keşfedilebilecek bu köyün yolunu, düşler de denizden buluyor.
Yosunlu merdivenleri tırmanıp, köyün kıvrakça uzanan ana yoluna doğru genç bir kadın yürüyor. Mürdüm rengi sandaletleriyle ara sokakları keşfe dalıyor. Bembeyaz badanalı evler yeşilin binbir tonundan taçlar takıyor. Ahşap mavi panjurlar içeri buyur ediyor. Mutfak pencerelerinden dışaraya, kızarmış taze balığın, kekikle lezzetlendirilmiş zeytin yağının, dometesli ekmeğin, küçük umutların ya da bir başkasında yaşanabilecek bir sevincin kokusu sızıyor. 
Tumblr media
Kadehlere gül rengi şaraplar konuyor. Çan sesleri geceyi müjdeliyor. Kayıklar kumsalda derin bir uykuya çekiliyor. Picasso, Bunuel, Magritte, Lorca'nın gölgesi düşüyor köyün üzerine. Gece, Costa Brava'nın uzun virajlı yollarını aşıyor. Ilık, güneşli bir akşam üzeri, dağların arasında sıyrılıp Cadaques'e varıyor. Yıldızların altında tatlı bir sarhoşluk başlıyor. Bellek, "Herkes eninde sonunda, bir düşe ya da bir insana dönmeye mecbur." diye bağırırken cebimde bir saat akrebi de alıp, geldiği yolları ardında bırakıyor. Kadehler tokuşuyor son bir kez, şaraba bulanmış sözcükler Dali'nin rüyalarına çarpıyor. Cadaques gece kokuyor.
Tumblr media
4 notes · View notes
deniztari · 13 years
Text
Floransa
Tumblr media
Burası Floransa! Akreple yelkovanın aşk içinde yer değiştirdiği, güneş batmadan önce birinin kimseye görünmeden şehre büyülü bir hırka giydirdiği şehir.
Aylardan haziran, mevsimlerden yaz. Sabahın saatler beş buçuğu göstediğinde, telefonumun alarmı ile, hepsi birbirinden ayrı yedi farklı insanla uyuduğum hostel odasında çalan alarmın sesi ile Giovanni Giolitti'nin adını taşıyan bir cadde üzerinde konumlana Dino - Giolitti Guest Houste'ta güne aymaya çalışıyorum. Roma'nın aşk şehri olduğuna bir tek kirpiklerim ikna olmuş, bir arada olmaktan oldukça mutlu ve ayrılmak istemiyorlar. Ne yazık ki ben onların bu mızmızlanmalarını görmezden geliyor, ranzanın üst katında uyuyan Lorenzo'yu uyandırmamaya çalışarak hızlıca kalıyorum. Çünkü bu şehirde 06:43'ün anlamı 06:43 ve ben tam 06:43 Roma Termini istasyonundan Floransa'ya giden trende olmalıyım.
Termini bölgesinde yaşayan göçmenlerin bir kaçı, güne bizim gibi erkenden başlamış işe gidiyor, kimi kaldırım üzerindeki uykusuna devam ediyor adını 5 kez İtalya Başbakan'ı olmuş Giolitti'nin adını taşıyan cadde üzerinde. Biz ise usul usul yürüyoruz. Bir şeyleri mi unuttuk gibi bakıyor Ezgi bana, ben de onu her yolculuğa çıkarken "geride mutlaka birşeyler unuttum" hissi ile hayır, unutmadık diye cevaplıyorum. Ama peki matlar? İkiye ayrılıyoruz. Birimiz matları almak üzere Hostel, diğerimiz ise sırtçantaları eşliğinde istasyona koşuyor. Bazı olaylar vardır, filmin çeşitli sahneleri boyunca tekrarlanır. "Son dakika"  olayları o andan itibaren bir ritüel haline dönüşüyor bizim için. Trenin kalkmasına tam 3 dakika kala, 1 Peron'dan bir düdük eşliğinde, önce valizleri sonra kendimizi içeri atıyoruz. Rayların arasından akıp, deli gibi çağlamak üzere Floransa'ya gidiyoruz. Üzerimizde bir şehri terk edip, diğerine gitmenin dayanılmaz hafifliği var. Duman tütüyor, tekerlekler dönüyor, 6 aydır dünyayı gezen Koreli, sabah birbirine sarılmış halde hostel odasında uyuyan Meksikalı çift, çizgi filmlerden fırlamış renkleriyle yeryüzünün en renkli dondurmaları, kaçak ve beleş olarak kullandığımız otobüsler, görkemli tablolalar, heykeller, La Fontana di Trevi'ye attığımız dilek paraları Roma'da kalıyor, bizse bunları bırakmakta hiç ama hiç zorlanmadan Floransa'ya gidiyoruz.
Roma - Floransa arası ulaşım hızlı trenle normalde tam 1 saatte sağlanıyor. Fakat biz İnterrail biletimize ek 10euro ödememek, bir de zamandan kazanmak için 1'i 4 yapmayı göze alıyoruz. Ve tam 4 saat sonra Firenze Santa Maria Novella istasyonundayız! Şehir merkezinde konumlanan B&B Adre'nin misafiri olacağız. Otel görevlisi Süper Mario'nun erkek kardeşine benziyor. Biz de gerçek adını hiç bir zaman bilemeyeceğimiz bu çılgın İtalyan'a Luigi adını veriyoruz. Saat 13.00 itibariyle yerleşebileceğimizi öğrendiğimiz an, valizlerimizi emanete bırakıp, kendimizi şehrin kollarına atıyoruz. Floransa hep beklediğin, çok özlediğin ama kim olduğunu bilmediğin bir sevgili gibi sıkı sıkı sarılıyor bize.
Tumblr media
İtalya rengarenk bir gökkuşağı gibi. Her bölgesi sıcacık renklere bürünmüş. Bocelli, Dante, Leonardo Da Vinci, Andrea Bocelli ve Galileo Galilei’nin memleketi Toskana'nın renkleri ise kelimenin tam anlamı ile sanat kokuyor. Pisa eğik kule, San Gimignano Ortaçağ'ın izlerini taşıyan yaşayan tarih ise Floransa'da adı da sanatın kalbi olarak zihnimize yer ediyor.
Tumblr media
İlk rotamız Santa Maria del Fiore. Ama biz ona Duomo demeyi tercih ediyoruz. Böylesi daha samimi geliyor. İtalyanca'da öyle düşünmüş olacaklar ki  "Tanrı'nın evi" anlamına gelen bu kelimeyi, her şehrin en büyük katedraline veriyorlar. Ve her "Duomo" ayrılıklar taşımayan, görkemli bir buluşma mekanı sunuyor İtalyan'lara. İçeriyi aydınlatan mumların mistik atmosferinde tavandaki tasvirleri inceliyoruz. Zamanlar birbirine karışıyor ve Dante çıkıyor birden sahneye. "İlahi Komedya"sını okuyor. Cennet, Cehennem ve Araf'ta seyahet ederken gözlerimizi açtığımızda kendimizi buluyoruz. Heykellerin her biri başka bir şey söylüyor ve onları anlamaya çalışırken sokak müzisyenleri notalarını saçıyor etrafa. Notalar eteklerini ve saçlarını uçuşturuyor rüzgarda. İnsanlar telaşsız müziğin ritmine kapılıyor. Huzur denilen kelimeyi anlamlandırılacak bir fotoğraf belleklere kazınıyor.
Güneşi batırmak üzere, Ponte Vecciho'ya doğru yürüyoruz. Bir köprüye bir insan ne kadar aşık olabilirse, ben de o kadar aşık oluyorum Ponte Vecciho'ya. Köprüde bir sürü ses birbirine karışıyor ve batan güneşin altında gitarıyla bir adam tam köprünün ortasında durmuş hiç birimizin anlamadığı bir dilde şarkı söylüyor. Şarkıya eşlik ederken buluyoruz kendimizi. Gözlerimi etrafı tararken, kaldırıma oturmuş Michelangelo'yu görüyorum. Bana gülümsüyor.
Tumblr media
  Mutluluğun - yemek yemek ile bağını bilen vücudum, kendini bir pizza restorantında buluyor. Roma boyunca peynir - ekmek ikilisine talim ruhum, incecik hamurlu İtalyan Pizza'sı ile 6 Euro'ya doyuyor. Duomo klisesinin arkasında çimlerde kısacık ama upuzun bir uyku çekiyorum, günün yorgunluğu şerefine. Ve sonra ayaklarım beni güneşe "sabaha daha çok var" demek üzere Logorno Caddesi'ne götürüyor. Orada açık hava barı "Living Easy" ile tanışıyoruz. Bize iki bira ısmarlıyor. Arno Nehri'ne karşı bu açık hava barında gökyüzünü seyrediyoruz. Hayat o an bize çok kolay geliyor. Zaman duruyor ve köprü üzerinde bir caz konseri başlıyor. Siyahi bir caz korosu, Arna Nehri içinde büyükçe bir Gondol'un içinde enstrümanları ile konser vermeye başlıyor. Köprüden onları dinliyoruz. Kirpiklerim, kirpikleri tekrar kavuşmak istiyor. Geri dönmek üzere, sabah çıktığımız yolu geri dönüyoruz. Sicilyalı bir sokak şarkısının sesi bize "Dur" diyor. Onu dinleyen sarhoş çifte biz de ekleniyoruz. Kaldırımın ucunda oturan Amerikalı Rebacca bana dönüyor ve "Erkek arkadaşın mı?" diye soruyor. Gözlerim "ah, keşke" dercesine baksa da dilim sadece "ah" kısmına sadık kalıp, "ah, hayır" diye gülümsüyor. 14 ay dünyayı gezdikten sonra nihayet çocuk yapmaya oğlu sayesinde anneanne olacağı için sevinen 50'lilerindeki matrak Rebecca ile yanına gidiyoruz müzik durduğunda. Rebecca para bırakıyor müzisyene, bense kolumdaki nazar boncuğunu çıkarıp bırakıyorum. Daha önce hiç görmediği bu taşa bakıyor. Eline alıp gülümsüyor. "Şans için" diyorum, boynuna takıyor. Ve Floransa'da gün bitiyor.
8 notes · View notes