Text
Mardin-Antep-Urfa (Gezi Yazısı)
En yakın arkadaşım Norin ve ailelerimizle beraber Nisan sonunda küçük bir gezi yapmaya karar verdik. Türkiyenin hazinelerinden birkaçı Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa gibi yerleri gezdik. Hem stres dolu okul günlerine kısa bir ara vermiş olduk hem de uzun zamandır gitmek istediğimiz memleketimizin doğusunu görmüş olduk. Gördüğümüz yerler arasında Diyarbakır doğumlu şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın müze olarak da geçen doğup büyüdüğü ev de vardı. Bu gezide Tarancı hakkında da biraz bilgi edindik. Örneğin, kışın küçük camlı binalarda yazın geniş camlı binalarda oturduklarını, 9 yaşında 1. Dünya Savaşına, 35 yaşında da 2 Dünya Savaşına tanık olduğunu öğrendim. Yol 35 yolun yarısı şiiri de burdan çıkmış. Bu sebeplerden dolayı da şiirleri hep karamsar. Onun dışında, 46 yaşında evlenmiş ama 3 ay sonra da vefat etmiş. Cahit Sıtkı Tarancı’nın yaşadığı ev dışında yerleşik hayata geçişin ilk izlerini taşıyan Göbeklitepe’yi, Midyat’ı, Urfa Halfeti’yi gördük. Tüm arkadaşlarıma, herkese hayatında ölmeden önce gitmesini tavsiye ettiğim, en güzel yolculuklardan biriydi.










2 notes
·
View notes
Text
Alice Müzikali
11 Mart günü en yakın arkadaşım Norin’in doğum günü için Zorlu’daki Alice Müzikali��ne gittik. Gösteri kesinlikle beklentilerimizi karşıladı, her açıdan çok zarif ve etkileyiciydi. Gittiğimiz için çok memnun olduk. Başrolde Serenay Sarıkaya Alice rolünü oynuyordu. Bu müzikalde, kendini yaşadığı hayatın içerisine sıkışmış hisseden Alice beyaz tavşanı takip eder ve sanal bir dünyanın içine dalar. "Ben Kimim?" sorusuna cevap ararken kendini fantastik bir dünyada bulur. Gerçek hayattaki iletişimi azaltan sanal dünyada yolculuğa çıkan genç bir kızın büyüme hikayesi anlatılmıştır.

(bir de video var ama tumblr’a yüklenilemiyor!)

0 notes
Text
Caz Festivali: John Mclaughlin & 4th Dimension
25 Nisan’da sınıf arkadaşım Karin ile beraber okul çıkışı Zorlu’daki caz festivaline gittik. Normalde ikimiz de rock müzikten hoşlanırız o yüzden bu etkinliğe biraz önyargıyla gitmiştik. Gösteri başladıktan neredeyse 10 dakika sonra Karin ile müziğin akıntısına kapıldık ve gerçekten çok hoşumuza gitti. Bu etkinliğe gitme sebebimiz farklı bir müzik türünün tadına bakmaktı. Yorucu bir okul gününden sonra huzurla arkamıza yaslanıp Caz dinledik ve herkese Zorlu’da sıklıkla yapılan bu festivallere gitmesini öneririm :)



0 notes
Text
Atatürk Kütüphanesi
Arkadaşım Yavuz ile birlikte Beyoğlundaki Atatürk Kitaplığına gittik. İçerisi fotoğraflardan da görüldüğü gibi tıklım tıklım doluydu. Lise öğrencileri olsun, üniversite öğrencileri olsun, büyük küçük herkes içeride ders çalışıyor, test çözüyor ve kitap okuyordu. İçeri adım attığımız an ortamın sessizliği yüzümüze rüzgar gibi çarptı. Herkesin bir arada bulunup sessizce işini görmesi bence çok hoştu. Herkes kendi köşesinde, kendi sorumluluğunu yerine getiriyordu. Kültürel açıdan dopdolu olan bu kütüphanede bizde bir masaya yerleşip ödevlerimizi yapmaya başladık. Bazen evde çalışmaktan sıkıldığımızda veya huzurla kitap okumak istediğimizde gidebileceğimiz bir yer. Her öğrencinin en az bir defa burada oturup sessizliğin huzurunda ders çalışması veya kitap okuması gerektiğini düşünüyorum.





0 notes
Text
DNA Dans Topluluğu -The Game
6 Mayıs günü sınıf arkadaşlarım Karin ve Göksu ile DNA Dans Topluluğu’nun dans gösterisine gittik. Giderken beklentilerimiz gereğinden düşük sayılırdı. Ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Gösteri başladığında hepimizin ağızları açıldı çünkü müzik seçimi, kostümler, senkronizasyon harikaydı. Tam bir modern dans gösterisiydi, çok zarifti ve yaptıkları dansın arkasında bir hikaye vardı. Ardından hip-hop yapmaya başladılar ve biz neye uğradığımızı şaşırdık. Tamamen farklı bir konseptti. Yine de ikisi arasındaki bağlantıyı iyi tutturmuşlardı. Küçük büyük çok fazla dansçı vardı ve o kadar kişinin tüm hareketleri aynı anda yapabiliyor olması aklımızı başımızdan aldı. Gerçekten çok etkileyici ve eğlenceli bir gösteriydi. Herkese gitmesini tavsiye ederim :)




0 notes
Text
Florian Zeller “Gerçek-La Vérité” Tiyatro
Fransız romancı ve oyun yazarı Florian Zeller’ın eseri olan La Verite “Gerçek” adlı tiyatroya 28 Kasım günü gittim. Bu tiyatroya gitmemin sebebi konusunu çok ilginç ve realist bulmamdı. Günümüzde her gün yaşadığımız problemleri oyunculuğa nasıl aktarmışlar merak ettim. Bu tiyatro 2 evli çiftin, 2 en iyi arkadaşın ve bir çift yasak aşkın; dostluk, şüphe ve ihanetin espri ile harmanlanmasından oluşuyor. Giderken beklentilerim çok yüksek değildi, beğenmezsem çıkarım diye düşünürken tiyatro bittiğinde harikaydı diye alkışlamıştım. Sürekli gülmüş ara sıra da şaşırmıştım. Tiyatro, olayları dekorlar ve kişiler yardımıyla günlük hayatta olduğu gibi gözümüzün önünde canlandırılır. Bunun için hem göze hem de kulağa hitap eden güzel sanatlardan yararlanır. Edebiyat da bize tiyatro üzerinden böyle ulaştırılır. Zorlu’da yer alan ve insanlar ve arkadaşlıklar arası ilişkileri muhteşem bir şekilde canlandıran bu tiyatroya herkesin zamanını ayırıp gitmesini tavsiye ederim.


0 notes
Text
Daniele Sigalot "İmparatorluklar Öncesi” Sergisi
“İmparatorluklar Öncesi”, kartondan alüminyuma, mozaikten dijital gösterimlere, çizimden resme, geniş bir yelpazede malzeme ve benzersiz teknik kullanımıyla Daniele Sigalot’un 30’dan fazlasını bir araya getiren bu sergiye 23 Ekim’de gittim. Bu sergiye gitme sebebim çağdaş sanat akımını baz alan eserleri inceleyebilmekti. Eserlerinde çelişkili duygular yaratmayı hedefleyen Daniele, bunun için farklı anlamlar barındıran malzeme ve tekniklerle çalışmıştır. Sergide paslanmaz çelik üzerine işlenmiş ayna efekti yaratan İstanbul ve Roma haritaları serisini sunan sanatçı, “Gerçek şu ki, o ihtişamlı günler artık çok uzakta ve hala geçmişin bir parçasıymış gibi hissetmek bana mantıklı gelmiyor. Bu karmaşık duyguların çelişkisini seviyorum.” diyor ve örnek verilecek olursa bir eserinde kırmızı ışıkla “Yeşil” yazıyor. Özetle, eserlerde genellikle zıtlık hedeflenmiştir ve bu da sergiye farklı bir hava katmıştır. Klasik bir resim sergisinden farklı olan bu sergide edebiyat bize görselliklerle sunuluyor. Yazılı olan edebiyatı bize sanat eserlerinin içinde gizli bir sürpriz gibi veriyor. Etkileyici ve düşündürücü bazen de esprili eserler bulunan bu sergiye herkese gitmesini tavsiye ediyorum.




0 notes
Text
“Dördüncü Boyutta Sanat” Panel
İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencisi olan Busenur Yıldız tarafından, bilimsel araştırmalar ile sanatsal bakış açısını harmanlayarak “Dördüncü Boyutta Sanat” hakkında hazırlanmış bir panele gittim. Bu panele gitme sebebim, daha önce ilgili olmadığım bir konuda bilgilenmek istememdi. Panel, bilimin sanatı etkilediği gibi sanatın da sık sık bilime yol açtığını özetliyordu. Örneğin Paul Cézanne’ın sanat eserleri, görmek ve bakmak arasındaki farkın, bilim adamları tarafından anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Auguste Escoffier de dilin tat alma bölgelerinden en genişi olan "Umami"nin bulunmasını sağlamıştır. Bu sanat akımında tabiat farklı bir açıdan ele alınmıştır. Kübist ressamların çalışmalarında nesneler normal biçimlerinde fakat konuya ve tabloya göre değişen geometrik bir düzen halindedir. Kübizm eserleri çoğunlukla resim alanında olsa da 1913 yılında bu akım edebiyata da yansımıştır. Edebiyatta Kübizmin öncüsü Guillauma Apollinairedir. Apollinaire şiir ile Kübizmi bir araya getirerek edebiyat alanında büyük bir farklılık oluşturmuştur. Bu akım her ne kadar edebiyatta büyük bir yenilik olarak görülse de geniş bir çevreye yayılamamıştır. Edebiyatta Kübizm uzun ömürlü olmamıştır. Türk Edebiyatında Kübizmin akımını temsil eden eserler meydana gelmemiştir. Panel Zorluda yer aldı, ulaşım zor değildi. Herkese gitmesini tavsiye ederim, size sanat ve bilim hakkında yeni bir perspektif kazandıracaktır. İlk başta sıkılacağımı düşündüğüm bu sunum içeriği ve sunum tarzıyla çok ilgimi çekti.



0 notes
Text
İstanbul Oyuncak Müzesi
“Bir ülkenin geleceği, o ülkedeki politikacıların vaatlerinde değil, çocukların oyunlarında ve hayallerindedir.” diyen Sunay Akın tarafından kurulan İstanbul Oyuncak Müze’sine 23 Kasım Cuma günü 20 okul arkadaşım ve 20 TEGV öğrencisi ile birlikte gittik. Bu müzeye gitmemizin sebebi daha önceden tanışıp yemek yediğimiz bu öğrencilerin birçoğunun daha önce kültürel açıdan onlara katkı sağlayacak mekanlara gitme imkanları bulunmadığından, onların hem hayata farklı bir bakış açısından bakmalarına hem de eğlenerek öğrenmelerine katkıda bulunmaktı. Her Sev Amerikan Koleji öğrencisini, bir TEGV öğrencisi ile eşleştirdik ve beraber gezdik. 1700’lü yıllardan günümüze kadar toplanmış çeşit çeşit oyuncaklara bakarken çocukların gözlerindeki parıltı ve yüzlerindeki kocaman gülümsemeyi görebilmek aslında hepimize pek çok şey kattı. Küçük bir çocukken benimde geziye geldiğim, Göztepe’de bulunan bu müzeye ulaşım aslında zor değildi. Ufak bir problemimiz vardı o da 40 kişi Caddebostan’dan Göztepe Metro’suna yakın olan bu müzeye kaybolmadan yürüyebilmekti. Gidecek olanlara tavsiyem müzenin her köşesinin tadını çıkarın. O oyuncakların her birinin ayrı bir hikayesi ve anısı var. Bence müzeler, başlı başına bir sanat eseridir. İlk bakışta edebiyat ve müze göze tamamen farklı gelir. Biri kelimeler, diğeri nesneler ile ilgilenir; biri soyutlamalardan, bir diğeri ise fiziksel gerçeklerden. Yine de aralarında bir ilişki vardır. Müzeler, Edebiyattaki pratikliği, şiir sanatını, eserin arkasındaki anlatıyı yansıtır.




0 notes
Text
Karanlıkta Diyalog
1988’de Almanya’da Prof. Dr. Andreas Heinecke tarafından oluşturulup, hayata geçirilmiş bu proje İstanbul’a geldiğinde 28 Kasım günü sınıf arkadaşım Göksu ile birlikte katıldım. Buraya gitmemizin sebebi buranın toplumsal bilincin oluşması için herkesin gitmesi gereken sergi olmasıydı. Hiç dikkat etmediğimiz, ne kadar değerli olduğunu bilmediğimiz görme yetimiz olmazsa neler hissederiz görmek istedik. İçeride park, vapur, tramvay, manav, kafe, sinema dahil her şey var. Sadece bu kadar değil tabi her şey ayrıntısına kadar düşünülmüş, çiçek kokuları, kuş cıvıltıları, denizin sesi, İstanbul'un gürültüsü de size eşlik ediyor. Rehberimiz görme engelliydi ama parkura o kadar hakimdi ki sanki her şeyi görüyordu. Onun yanında çok da eğlenceliydi, şarkılar söylüyor, espriler yapıyor, kendi yazdığı şiiri okuyor hatta tango bile öğretiyordu. Eğlenmenin yanında gülerek kurduğu bazı cümleler de insanın canını yakıyordu. Örneğin bize görme engelli bir insanın yaşadığı zorlukları anlatırken aslında görme duyusuna ne kadar ihtiyacımızın olduğunu ama bizim bunun değerini bilmediğimizi anladık. Kendisi görme engelli olmasına rağmen yüzme şampiyonu, dansçı, şair ve bu etkinlikte yer alıyordu. Bizimle olan bir konuşmasında “33 yaşında kör olduktan sonra bir şey kaybetmedim. Kendimi evime kapatmadım, hayatımı daha dolu yaşamaya başladım. Daha aktifleştim. Her şeyin tadını çıkardım.” demişti. Buraya gitmek zor değildi, Gayrettepe metro durağında ulaşılabilen bir etkinlik. Gelecek olanlara tavsiyem, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Oradaki her saniyenin tadını çıkarın. İmkanı olan herkesin bu deneyimi yaşaması gerekir. Sadece kendimizi görme engelli insanların yerine koyarak sözde empati yaparak bu insanların nasıl bir hayat yaşadıklarını anlayamayız. 1 saatliğine de olsa onların yaşadıkları hayatı yaşamalıyız.





0 notes
Text
DENİZ MÜZESİ
Beşiktaşın sahilinde bulunan Deniz Müzesi’ne 19 Mayıs günü gittim. Burası, Türkiyenin denizcilik alanında en büyük ve içerdiği koleksiyon çeşitliliği açısından dünyanın sayılı müzelerinden biridir. İçeri girer girmez en başta kayık tarzı deniz araçları görmeye başladık. Hepsi eski ama harikuladeydi. Sonradan “Tarihi Dalış Ekipmanları Jeff Hakko Koleksiyonu”nu gezdik. Burada eski dalgıç botları, bıçakları, telefonu, kaskı, hava pompaları sergileniyordu. Gerçekten çok ilginç ve ilgi çekici bir müzeydi. Gittiğim için çok memnunum.




0 notes
Text
DOLMABAHÇE SARAYI
19 Mayıs günü, Dolmabahçe Saray’ına gittim. En başta saat kulesinin yanından geçtik ve sonra büyük kapılardan geçtik ve saraya giriş yaptık. İçinde renk renk çiçekler ve manolya ağaçları ile kaplı bahçesini yürüdük ve sonra saraya girdik. Selamlık bölümü oldukça süslü ve ihtişamlıydı. Kullanılan mobilyalar, döşemeler, süs eşyaları, avizeler, halılar ve duvar dekorasyonu inanılmaz derecede güzeldi. Özellikle Kristal merdiven olarak adlandılan merdiven. Sonuç olarak, içinde tarih ve anı barındıran Dolmabahçe sarayı Istanbul’da mutlaka görülmesi gereken yapılar arasında yer almaktadır. Sizinde hayran kalacağınıza eminim.




0 notes
Text
AYÇA ŞEN // STAND UP
18 Mayıs günü arkadaşımla Ayça Şen’in stand up’ına gittik. 1 saat boyunca neyden bahsetti açıkçası anlayamadık. Buraya gelen herkes birbirini tanıyormuş gibi hissettik çünkü havada “Ayşe şöyleydi, Murat böyleydi…” gibi laflar dolanırken kimse onlar kim demedi ve biz kendimizi yabancı gibi hissettik. Aslında stand up’ları çok severim mesela Kevin Hart, Dave Chappelle, Cem Yılmaz. Ancak bu gittiğimizde nedense çok eğlenemedik. Tek duyduğumuz küfürlerdi ve hikayelerle ne alakası olduğunu anlamadık. Ayça iki saniyede bir farklı bir küfür ediyordu ve yaş ortalaması 50 olan insanlar kahkahadan yerlerde yatıyorlardı. Çok da kötü değildi ama böyle geçeceğini bilsem büyük ihtimalle başka bir etkinliğe giderdim. :(



0 notes
Text
AKVARYUM // DOĞA GEZİSİ
İstanbul Akvaryum, çok ilginç bir yerdi. Benim evim akvaryumun yakınlarında o yüzden küçüklüğümde birkaç defa gitmişliğim olmuştu. Burası, her çeşit, ama gerçekten her çeşit deniz canlısıyla dolu, kocaman bir akvaryum. Buraya gelerek hem arkadaşlarımla komik ve eğlenceli zaman geçirdim, hemde şaşırtıcı ama bilgilendim. Bir akvaryumdan çok fazla bilgilenmeyi kimse bekleyemez değil mi? İlginç olan şey, bu akvaryumun her salonunun duvarlarında, bilgilendirici yazılar vardı. Örneğin, Cebelitarık Boğazı, stratejik hakimiyet, Endülüs’ün Afrika’ya bakan kıyıları, akıntılı sular ve deniz canlıları hakkında yazılar vardı. Yalnız, bu akvaryumun son kısmında penguenleri gördük. Yaklaşık 15 tanelerdi. Hiçbiri kıpırdamıyordu. Oldukları yerde duruyor, arada ellerini kaldırıyorlar ya da titriyorlardı. O an onlar için gerçekten üzüldüm. Evlerinden uzak, nerede olduklarını bilmeden hayatta kalmaya çalışıyorlar. Hareket etmeleri için verilen alan bizim okulumuzdaki sınıflar kadar ya var ya yok. İnsanlığın neden böyle bir hal aldığını düşündüm. Onlar buraya ait değildi. Sonuç olarak, güzel başlayan ve düşüncelerle dolu geçen bir geziydi. Tekrar gider miyim emin değilim!




0 notes
Text
BLUE MAN SHOW
16 Şubat günü sınıf arkadaşlarım Ece Eskanazi, Selin Tırnavalı, Hikmetcan Okul ve Ömer Özkanlı ile Blue Man Show’a gittik. Giderken kesinlikle bu showun ne ile ilgili olduğu hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu. Gösteri başladığında adından da anlaşıldığı gibi, gerçekten kendilerini baştan aşağı mavi boya ile boyamış, keltoş 3 adamın davullara vurmasını izledik. En başta “Bu ne yaa? Neye geldik biz böyle?” düşünürken sonradan gerçekten ilginç hareketler yapmaya başladılar ve hoşumuza gitti. Sihirbazlık yaptılar, izleyicileri sahneye aldılar, en fazla pinpon topunu ağzına hangi mavi adam alabilir buna baktılar. Gerçekten çok etkileyici ve eğlenceli bir gösteriydi. Eğer tekrar İstanbul’a gelirlerse kaçırmayın derim. :)



0 notes
Text
BİYOGRAFİ
Tanya Yormaz ve Onno Yormaz’ın kızı ve aynı zamanda öğrenci olan Norin Yormaz, 10 Mart 2002 tarihinde İstanbul’un Bakırköy ilçesine bağlı Acıbadem Hastanesinde dünyaya geldi. İlkokul ve ortaokulu Bahçeşehir kolejinde tamamlayarak, lise öğrenimine Özel Alman Lisesinde devam etti.
Norin Yormaz, henüz ilkokul yıllarında iken modern dansa ilgi duymaya başladı. Bu yıllarda okul dans takımındaki inanılmaz performansları ile ilgileri üzerine çekti. Lise yıllarında, Latin dans kulübüne girdi. 2 defa Maslak Tim Center’da gösteriye çıktı. Dansın dışında 3.sınıftan 8.sınıfa kadar okul korosunda idi.
Alman Lisesinden sonra Almanya’da tıp okumak istemektedir. Bu hayali doğrultusunda hastanelerde gönüllü olarak çalışmış, kermeslere katılmış, kimsesiz çocuklarla beraber etkinliklere katılmış, onlara sağlık konusunda ders vermiştir. Yan hobi olarak dansı ileride devam ettirmek isteyen Norin Yormaz, hayatına halen devam etmektedir.
0 notes
Text
ANI
Geçen yıl, küçüklüğümden beri tanıdığım arkadaşlarım Bener ve Can ile Bodrum’a, ailelerimizle tatile gelmiştik. İlk 3 gün gayet güzel geçmişti. 21 Temmuz akşamı, dolaşmak için Yalıkavak'a gitmiştik. Akşam yemeği yiyip, gezdikten sonra otele döndük ve otel de büyük olduğu için otelde takıldık. Yorgun olduğumdan saat 12.30 gibi arkadaşlarımın yanından ayrılıp odaya döndüm. Onlar birbirlerinin odasına gidip oyun oynuyorlardı. 1 saat geçtikten sonra annemin beni sarsmasıyla uyandım. Bana “Doğa, uyan deprem oluyor!” diye bağırıp duruyordu. Nasıl uyuduysam uyanmam çok uzun sürmüştü. Beraber iki yatağın arasına çömdük ve depremin bitmesini bekledik. Katiyen bitmek bilmedi. 19 saniye bize 10 dakika gibi geldi. Duvarlardan çatlama sesleri geliyor, yer yerinden oynuyordu. Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım. Odada sadece annem ve ben vardı. Bu yüzden annem de panik yapıyordu. Biz iki katlı odaların üst katında kaldığımızdan daha da çok sallandık. İnsanlar dışarıda çığlıklar atıyor, adamlar herkese sakin olmalarını ve derhal odaları terk etmelerini söylüyorlardı. Annem 1999 yılındaki depremden sonra ilk defa bu kadar büyük bir depremi yaşadığı için biraz panik atağı geçiriyor gibiydi. Merdivenlerden dikkatlice indik ve temiz hava aldık. Arkadaşlarım ve aileleriyle buluştuk ve herkes iyi mi diye kontrol ettik. Can’ın dedesi, deprem sırasında odada tek başınaymış ve ağlamış, ona çok üzüldük. Herkes, otelin girişine yani denize uzak olan kısmına toplandı ve otel insanlara yiyecek, su, yastık, havlu dağıttı. Yaşlı insanlara kendine gelmeye çalışıyor, çocuklar uykuları yarıda bölündüğü için huzursuz, biz gençler kafamızda aptal bir düşünce acaba bu gece ölecek miyiz diye düşünüyorduk. Bizim ilk gerçek ve büyük depremimiz buydu. 2 saat lobinin önünde yerde oturduk ve zombi gibi etrafa baktık. Arkadaşlarım bana yazıyor, iyi olup olmadığımı soruyorlardı. Herkes sosyal medyada paylaşımlar yapmaya başlamıştı. Can ve Bener ile oturduğumuz otelin merdivenleri 5 dakikada bir titriyor, bizi korkutuyordu. Saat 3.30’a geldiğinde daha fazla dayanamadık ve arkadaşlarımla beraber havuzun kenarındaki şezlonglara gittik. Çoğu insan sahilden şezlong getirip otelin yollarında yattı. Bizde yorganları çıkarıp şezlongun üstüne yattık ve 2 saatliğine uyuduk. O gece annem hiç uyumadı. Beni saat 5 olmaya başladığında aldı ve odaya çıktık. Ben fosur fosur uyudum, annemse gözünü bile kırpmadı.
0 notes