dmiii9
dmiii9
79 posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
dmiii9 · 5 months ago
Text
broken minded
Tumblr media
121 notes · View notes
dmiii9 · 5 months ago
Text
Altını üstüne getirmek istediğin bir masada, aklı başında oturmak çok sağlam imtihandır.
986 notes · View notes
dmiii9 · 5 months ago
Text
benden neler götürdüğünün farkındasın umarım kızım. artık bende kırmaktan korkmam.
85 notes · View notes
dmiii9 · 5 months ago
Text
Göğüs kafesim biraz daha izbe bir hal alıyor gün geçtikçe. ve ben biraz daha ırak düşüyorum başka gözlerden ve haliyle gönüllerden de. Bedenim, yatağımda güvende. Aklım, başımda. Ruhumu, görürsem sorarım. Nerede? 5n 1k.
“Ağlanacak haline güldün mü hiç?"
Yırak bir çocukluk, yırtık kıyafetleriyle sokaklarda yittikçe, ruhu aynı sokaklarda fakat bedeni; biraz daha pahalı çaputlar içerisinde. Boğazını sarmalayan kazağı, o sokakların çevrelerinde dolanırken, çepeçevre sarardı boğazını. Boğardı onu. Para insanın asıl kimliğini dışarıya çıkarsa da onunkini bir tabuta gömmüştü adeta. O sokakların da öldürmeyip süründürmesi gibi.
Neydi bu? Kaybolma isteği mi yoksa bir tür kendi varlığını ispatlama çabası içerisinde çırpınıp durmak mı?
Durduğun yere ayaklarını saplayıp, oraya batmak isterken göğe uzanan bir selvi olmak mı?
Yeşil kokardım küçükken, günlük. Ağaç kokardım. Diplerini eşelerdim yavru bir tilki gibi. Çiçek saplarını koklardım mesela. Çiçeklerini koparmazdım, dokunamazdım bile. Su içmez onları sulardım, parmaklarımdaki ufak nasırlarla parlatırdım. Akıllıydım. demiştim ya, yavru bir tilki. Ağaca tırmanmaya çalışmak yerine onu severdim. Okşardım. Canı yanar, derdim. Yakmak istemezdim. Kedilere yaprak yedirmeye çalışırdım, ceviz ağaçlarını severdim en çok. Erik ağaçlarındaki eriklerin yeşillerini teker teker aklımda tutar, birer birer de mideme indirirdim.
Şimdi saten çarşaflarda kayboluyorum, kaç sokak birleşse bu rahatlıktan ederdi? Hangi kedi tercih eder o sokakları? İşte şimdi, tıpkı bir kedi gibiyim. Deri kokusunu sevmekten öte, giyiniyorum. Alkolü kokluyorum, midem bulanırcasına genzimi yakıyorum. Dilimde gezdirirken o damlaları, bir çocuğun boğazına alelade bir şişeden diktiği o buzlu suyun tadını, o cam şişeden tanıyorum. Pamuktan kıyafetlere bürüyorum göğüslerimi, oysa ne üşürdüm küçükken. Aile deyimiyle gocuk, manto; benimkiyle palto. Ne değişti ki şimdi? aynaya bak öyle söyle.
Ne değişti kızım şimdi?
Küçükken üzerinde onlardan da yoktu, şimdi olması kaç yazar? Bir fişin üzerinde birkaç sıfırdan başka ne katar? Eksi onluk ifadeler, hepsi zarar.
Sokaktaki çocuklara zarar, kedilere zarar, köpeklere zarar. hayatımda hiç canlı bir tilki görmemiştim ama onların da yanına kalmıyor bir kar. Ölüsünü zaten görmeyeyim, yüreğim dayanmaz.
Ölü bir insana saatlerce bakardım, kokusu baymazdı; baktım, gördüm. küçükken, göz bebeklerim korkup ağlamaya hazır olsalar da benim küçük kalbim teklemedi bile. Kirpiklerime nazır tek bir damla mesela? Hahah! Asla. Ama etkilemiş işte, yoksa teklememişti; derdim. Dün yaşanmış gibi konuşuyorum bazen. Her şey dünde kaldı, diyen insanlar ne kadar aptaldı. Oysa bu daha kötü değil miydi?
0 notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
Tumblr media
610 notes · View notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
Milad zamana çivi gibi çakıldıkça, ayaklarımın geri geri gittiği o şehirdeyim şimdi.
Saatler yine ilerliyor ama zaman akmıyordu. Ruhum buralarda bir yerlerde değildi. Ruhumu bir kedinin gözlerine emanet ettiğim o sokaklardan topladım parmak uçlarımı.
Şiddetle geçen bir çocukluğa adım attıktan sonra benim için geç mi kalınmıştı yoksa henüz erken miydi bilmiyordum. Zaman, çoğaldıkça kısalmıştı belki de ve yapacaklarımın garantisini erkenden vermek istercesine beni o odaya hapsetmişti. Akan saniyeler, akan kanımdı sanki. Duran diş ağrım, duran saatti sanki. Akıntıda sürüklenen acı, beraberinde ruhumu benden almasın diye onu saklamayı denemiştim çünkü neler olacağını kestiremiyordum. Belki de bana olacaklardan korkuyordum ama daha da önemlisi benim yüzümden etrafa neler olacağını bir türlü hesap edememiştim. Belki de hep iyiydim ve tüm o yaşananlar beni kurban etmiş ve hayata karşı daha güçlü hale gelmemi sağlamıştı o odada. Cevaplar da en az sorular kadar önemini yitirmişti; sanırım canını kurtarmaya çalışan herkes gibiydim o odada. O oteldeki herkes gibi.
Deli gibi para saçtığım o sokaklar bana ruhumu geri getirmemişti, bana ruhumu getiren yine başka bir candı.
Masum bir kalp.
1 note · View note
dmiii9 · 6 months ago
Text
Barındırdığım zehirlerden kurtulamıyordum bir türlü, geçmişimdeki ben vücudumun içindeydi ve bazı zamanlar bana uğruyordu. Tebessüm ederek, nazikçe benden yardım istiyordu. Ama onunla gücümü paylaştıkça gelecekteki bana bir enerjim kalmıyordu.
Yatağa çakılıp saatlerce geceyi seyreden insanlar genelde bunun savaşını verirlerdi. Ne geleceğe ne de geçmişe yetemezlerdi, şimdiyi yaşamak ise sadece bir sanrıdan ibaretti.
Göz yaşlarım sanki bugünüme yağan pis yağmur sularıydı, asitten kalbimi yakarlardı. Geçmiş insanla ne büyük oyunlar oynuyordu öyle, bazen boşverebilirdiniz ama bazen bunu yapmamanız ve arkanıza dönüp bir bakmanız gerekirdi.
Yaralarınızın pansumanını değiştirmeniz, asıl yaranın yerini tespit edip onarmanız gibi.
Bunu yapacak cesarete sahip değildim artık, tırnaklarım; geçmişteki benin bileklerine adeta bir bıçak gibi saplanmış ve onu kurtarmak pahasına canını yakıyordu.
Canımı yakıyordum. Bunu defalarca yaptım ama yandığını daha önce hiç bu kadar hissetmemiştim. Varlığımın kokusunu, çürüklerimdeki o yeşil kokuyu daha önce hiç bu kadar derinden almamış; irinlerinin tatlarını bu denli tatmamıştım.
Şimdi ya tamamen kendimi geçmişe bırakacaktım ya da tamamen ileriye dönecektim. Geçmişe karşı savaşamayacağımı biliyordum, geleceğe karşı da öyle. Çünkü zamanı kimse yenemezdi.
Şu anıma odaklanıp yaralarımı sarmam gerekiyordu. Oyuklarındaki sızıntıları silmek, onları öpmek. En zoru da buydu, kendini öpebilmek. Sevebilmek.
İnsan çoğunlukla kendini sevdiğini zannederdi ama kendini sevmek insanın düşündüğünden daha başka bir şey olmalıydı.
Tüm bu anın ortasında her şeyi düzenlemeliydim. Kendini sevmek ancak böyle öğrenilebilirdi. Ilmek ilmek işlemeniz gerekirdi, sayfalarının sizin baktığınız o gök olan uçsuz bucaksız galaksiye bir şeyler yazmanız; devamında onu asla kaybetmeyeceğinizi bile bile onunla yaşamayı öğrenmeniz gerekiyordu. Çünkü göğü seviyordunuz, oraya ait olan her şeyin sonsuzluğa kavuştuğunu biliyordunuz. Ettiğiniz o yeminler ancak edilene dek şatafatlıydı, şişelere yazılıp denizlere atılan o hayaller ancak onlar gerçekleşene kadar alımlıydı. Fakat iş o tuzlu suyu tatlıymışçasına yutmakta, o göğü kucaklamakta saklıydı.
Tanrı, kaderinizi sakladığı o yere sizi böyle çağırıyordu sanki. Ulaştığınızda şüphe etmezdiniz, sorgulamazdınız. İnsan bilirdi. Hissederdi.
Duygular gibi, yaşananlar; yaşanamayacaklar ve bunların arasında heba olmuş duygular.
O anın kurtarıcısı olan o duygusuzluklar.
Her bir duygunun ayrı bir duygusuzluk maskesini yaratacak kadar kafa tuttuysanız yaratılışınıza bazı şeyler çok daha zorlu geçiyordu.
Daha bilinmez.
0 notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
Kalbimdeki seslerin kafamda yankılandığını hissediyordum. O sesler, hayata adım attıkça göğüs kafesimi kıracak cinsten seslerdi. Bir varlık halini almışlar, kaburgalarımı sesleriyle yarıyorlardı. İlerlediğim her sokakta kulaklarıma nükseden ağrıları seziyordum.
Bu şehirde birilerini kurtaramamanın verdiği çaresizliği kanımda hissediyordum, bunun bir tarifi yoktu. Çaresizlik akıyordu iliklerimden, güç geçtikçe güçlü kemiklere sahip oluyor; bir sporcu kimliği ediniyordum. Yine de ağlamak üzereyken kızaran elmacık kemiklerimi, korkunca titreyen dizlerimi, her öfkelendiğimde seğiren kaşlarımı ve kelimeleri daha baskın bir şekilde ifade eden o dilimi gizleyemiyordum.
Annemi ilk kurtaramadığımda yedi yaşındaydım, belki de altı bilmiyorum.
Yine bunu yapıyordum, her kim olursa olsun; hatta annem bile insan önce kendini düşünmeliyken ben, belki de kendimden kaçmak için başkalarını kurtarmayı amaç ediniyor; başarısızlıklarıma üzülüyordum. Kurtarılmak istenmeyen onca insan görmüştüm, hepsini onlardan habersizce çekip çıkarmak istediğim cehennemleri vardı. Orada mutluydular, alışmışlardı. Fakat ben bir türlü o deliklere tıkılamadım, alışamadım; sanki ruhum boyun eğmeyi reddediyordu.
Boyun eğmekten korktuğundan mı yoksa içinde bir umut barındırdığından mıydı bilmiyorum ama ruhum çaresiz bir balık gibi çırpınıyordu cehennemin lavında. Cennete akmak, oradaki tatlı sulara kavuşmak istiyordu. Kurban gidecekse de cenneti hak eden birine gitmeliydi.
O halde, dedim. "Devam et, kimseyi kurtaramazsın; kimse de seni kurtaramaz."
Güçsüzlüklerimi gizleyemediğim o iskeletim, bir kuş olsaydı kanatları kırılmazdı. Kırılsa kırılsa, başkalarının yaralarını örtmeye çalıştığı için kırılırdı.
O an anladım işte, ben aslında kurban doğanlardandım. Kanında bir tür kanma hevesi barındıran, beynine o esnada oksijenin gitmediği türden insanlar. Kendimi ilk bildiğim andan beri keşke, diyordum.
Keşke acı çekmeselerdi.
1 note · View note
dmiii9 · 6 months ago
Text
Etrafa hükmetmeye başlayan karanlığı dağıtmalıydım. Kollarımı yıldızlara sarmak istercesine parmak uçlarımı, o yıldızların ışıklarında dolandırdım. Bir iz sürüyordum ama neyi aradığımı bilmiyordum, kuzey yıldızını seyrediyordum. Avcı yıldızını ararken ayın asıl sahibi olan güneşi düşünüyordum, ne kadar da uzaktı ama ne kadar da tesirliydi. Bir an, güneş olabileceğimi anladım. Birinin hayatında, arkasında duran; sırtını yaslamasına izin vereceğim türden büyük bir yıldız olabilirdim. Işığımla onun griliğini, beyaza çevirebilirdim. Buz tutmasına izin vermeden, kristalleşip kırılmasına göz yummadan. Güçlüymüş gibi. Kendi güçsüzlüğünü, kendinden aldığını görmüş olurdu böylelikle. Kendi güçsüzlüğünü yarattığını, hatta belki de ona tutunmaya devam etmesinin en doğru seçim olabileceğini.
Griler de güzeldi, taşlar, oyuntular..
Bir başkasını, kendisinde daha fazla tedirgin eden tarafları, arasında kaldığı seçimlerin kendisinde oluşturduğu; bir türlü kendisine yakıştıramadığı o hazin sonlar.
Tüm bunların, bir an olsun; bir insanın kaderini çizebileceği yörüngelerin parçasını oluşturduğunu ama yine de onu tanımlamaya yetmediğini dünyaya gösterebilirdim.
Güçsüzlüklerine tutunursa büyürdü insan, biliyordum. Onlara sımsıkı sarılması gerektiğini kimse söylememişti sanki, tüm eksikleri bir parça koparıyordu vücudundan.
İnceldiği yerden kopmayacağını söylemeliydim ona. Asla bitmeyeceğini. Yok olmanın, yıldızları öldürmenin çare olmadığını. Etrafındaki her şeyi yakıp yıkarken kendi yörüngesinden küçük bir yara halini alabilirdi insan, insanın yaraları da büyürdü. Başka bir yerde karşımıza çıkarlardı, başka şekillerde o oyukların izi kalırdı. O grilik, hiç renklenmezdi. Pembeleşmezdi. Orada her şey ama her şey havada süzülür, karmaşık bir denklemin içerisinde savrulur ama gitmezdi.
Bitmeyecek.
Hiçbir savaş bitmez.
O yüzden benimle savaşmamalıydı. Güneşle barışmalıydı, belki de ona tapmalıydı. Yaralarının belirginleştirirken insanların hayran kaldığı o dolunaya önce kendisi tutulmalıydı.
Kendini, kabuğunda kabul etmeliydi. Bırak, yaralarını görmüyorlar. Onları istemiyorlar, korkuyorlar; midelerini bulandırıyorsun belki de ama sana bakıyorlar. Seni istiyorlar. Görüyorsun.
Ama umursamıyorsun.
Aksi olsaydı belki biraz gülümserdi, umursamazdı yine sırt çevirirdi ama en azından kulak kabartabilirdi. Bağ kurabilirdi dünyayla.
Yok ama.
O kendi varlığını, kimseye reva görmediği için yokluktan da silecek türdendi.
0 notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Hannibal (2013-2015)
1x01 - “Apéritif”
Tumblr media
(deleted lines from the first draft of the script)
2K notes · View notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
2K notes · View notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
broken minded
Tumblr media
121 notes · View notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
mezarlığın soğuğu ruhuma işledi, sen nasıl ısınıcaksın iki karış toprakla.
141 notes · View notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
Bazı zamanlar vardı, anın gerçekliğine inanamadığınız zamanlardı o zamanlar. o zamanlar, somut bir olay olmaktan çok bir durumdan oluşuyordu. Mucizeler gibi, bir sihir.
Tüm yaşananlardan, tüm benliğinizden ve inançlarınızı üzerinizden sıyırıp attığınız o zamanlardı bu zamanlar. Hiçbir şey, o andan değerli değildi.
Uzandığınız, kendinizi yatağa bıraktığınız o zamanlarda sanki saatleri bölüyordunuz ve böldükçe daha büyük zaman dilimleri yaratıyordunuz. Bir sonraki hayatınızda hatırlayacağınız türden saniyeleri büküp, vücudunuzdaki parçaları o saniyelere sığdırıyordunuz. Geçmişinizi doldurduğunuz o bavula sığmayan o yaşantıları, o kirli kıyafetleri bir türlü üzerinizden atamıyordunuz. Ama kokuları bile kapmıyordu üzerinizde.
Bir ter damlası, tek bir tüy; bir saç tanesi, mor bir damarın kendini gösterdiği soğuk bir ten, ısındıkça kendini göğüs kafesinden dışarıya fırlatmak isteyip kuştan bir form kazanmak istercesine göğe kanat çırpan bir kalp…
...izlediğiniz tavan aralarına lanet ediyordunuz çünkü anlıyordunuz ki yaşamak buymuş meğer, kaç ömür eskitirseniz eskitin hala aynı yaşta ve aynı andaydınız.
Sanki hiçbir şey, o ana dokunamazdı. Hiçbir kötülük size zarar vermezdi. Kimsenin kolları size o zamandayken sarılamazdı.
Hayata değil bir kez daha gelmek, çoktan ölmüş bir insan bile olsanız sanki bu dünyaya; o yatağa düşmek isteyecen bir melek olarak yaratılıp düşerdiniz.
Kabuslarınızdan uyandığınız o inleriniz ve tekrar uykuya dalmak uğruna sizi uyandıran o inlemelerinize sığınıp kendinize sarıldığınız o yıllar, saçlarınızı okşadığınız elleriniz ve ağrıdan kafanızı vurduğunuz o yatağın başlığı…..
O yıllar teker teker saniyeden miller alıyordu çünkü asla yaşayamayacağınız bir hayatten ruhunuz, göbeğinizdeki kordondan iskeletinize tutunuyordu sanki.
Rüyalara dalıyordunuz ama uyandığınız an yine o rüyanın içindeymişsiniz gibi hissediyordunuz. Az önce uyandırılmıştınız burnunuzda tüten o kırk yıllık kahvenin, zamanı delerek ciğerlerinize isabet etmesiyle... …kalbinize dokunmasıyla bazı tırnakların ve izlerinin sırtınızda kalmasıyla bazı parmak uçlarının. Saçlarınız hiç kırılmamıştı sanki, kimsenin ulaşamayacağı şato görünümünde izbe bir uçurumdan uzatıyordunuz ve o saçlara sarılan bilekler, zamanı söküp atsa da saçlarınızdaki is kokusunu kendisine hapsedebilecek kadar yumuşaktı. Uykuya daldığınız göğüse başınızı koymaya kıyamazcasına uyuyorsunuz, uyanmamaya yeminler edercesine o bedene sığınmak istiyordunuz. İrkildiğiniz her dakikanın başında sakinleşiyordunuz.
Güven.
Garip bir his.
Tek gerçek.
1 note · View note
dmiii9 · 6 months ago
Text
Değersizliğin yüzüne bir kapıyla çarpıldığı o gecelerden birinde, ay ışığına tutulmak ve o kapı koluna tutunmak nasıl bir şeydi?
Her gece ölmeyi değil de öldürülmeyi dileyecek kadar arzuladın mı ölümü? Tanrı'ya dair olan o inancını, insanlara dua edecek kadar yitirdin mi? Onlara kurban gitmeyi isteyecek kadar inancını yok ettin mi?
Cennetin varlığına inanamayacak kadar sıyrılmışsın köklerinin mezheplerinden, "inançsızlık kaynağıdır nefretin." Tüm insanlığın sevaplarına karşı çıkmak için günahlar işledin. Ama bak, şimdi düştüğün çukur cehennemin yedinci katından daha derin. Çünkü tanrı tarafından hala görülmedin. o vardı ama yoktu da, seni duysaydı o kadar acı çekmez; inanması zor biliyorum ama dayak da yemezdin.
“Yoksun sen, belki de yaratılmadın. Az önce duyduğun o silah sesine bir tepki vermedin, kazalar geçirdin ama yaşamak senin lanetin. Keşke seni de vursalar veya bıçaklasalardı da kan kaybından geberseydin."
Hatta dinsizliğin dibine vurduğun o alkolün son yudumu, boğulmak istediğin bir kaşık sudan daha derin. İçtikçe inancın azalıyor Tanrıı'nın varlığına fakat artıyor yokluğuna dair şüphelerin.
Tüm mantığını yitirdin, bir cam şişeye yansıyan kırık bakışların, kalbinden daha keskin. Ayağa kalktın ve şimdi o şişe gibi etrafımda süzülmektesin. Bırak inceldiği yerden kopsun kirpiklerin, ağlarsın nasılsa ve yeniden büyür; o kökler senin. o kök senin. Sen bir şeye ait olmasan da onlar senin. "Kendini kendinden yoksun bırakma yoksa kaç kişiden oluştuğunu bilemez; hangisinin omzunda ağlayacağını kestiremezsin. Kendini ancak sen herkesten daha fazla kırabilirsin."
Tanrı'nın el uzatamadığı şeyler, kendi ellerinden daha narin olduğu için dökülmesi imkansızdı o tüylerin.
Nil Nehri’nin tuzunu tattığım gözlerindeki acı, göz yaşlarınla yastığın kökünü kurutacak kadar zengin. Sen, o deli nehir gibiydin… Fakat bir o kadar da verimliydin, palazlanırdı öfkeden bilenen kıpkırmızı bir bıçakmışçasına elmacık kemiklerin. Yataklarını kurutmazdı göz çukurlarının, öyle al aldı ama asla alık alık bakmazdı göz bebeklerin.
“Bırak, bu gece de sen ak sevgilim.
Göz yaşlarını tatmak istedim, gözlerindeki bebekler öfkeden büyüyüp hiddetle bakmadan önce onları öpmeyi diledim.
Ama ay beni öptü ve bana, senden küçük olduğumu hatırlattı. oysa ben, o sahte ışık hüzmesinden daha sahteyim.
Bırak, yarın sabah da sen doğ sevgilim
Bir kız çocuğu gibi yanaklarımdan sen öp benim, büyümediğime değsin. Çünkü sen gerçeksin."
Bırak, en derinden aksın bu defa ama bacaklarından değil gönlünün en tenha sokağının çıkmazından.
Sırtından çıkaramadığın ne kadar hançer varsa gözlerine sapla! gördüm, de! Sizi, gördüm. Bana ne yaptığınızı biliyorum ama görmezden geldim!
Kalbinde ne kadar kırık varsa ruhlarına batır! Onların ruhu yok, kayıp düşsünler ama ayağa tekrar kalkamasınlar. İnsanları ruhlarından yarala.
Ama hala yaşıyorsun, hissediyorsun ve her kaşığında zorla içtiğin içtiğin o çorba, sıfır derecede donacak kadar serin. Buz gibi boynundan akan alevler; terlerin. Hastanenin yollarını gözlerken çocuk gözlerin, sana yaşadığını hissettiren tek şey o ağrıyan dişin.
Bir iğnenin damarlarını teğet geçmesi kadar acı verici olsa da düşüncelerin, kalbine hücum edemiyor sevgin.
Sevgin, ah… Ve sevgisizliğin.
Kimsesizler mezarlığından bana dirildin, bana geldin. ama dünya da kimsesizdi, bunu tahmin edemedin.
Dünya da yalnızdı, onu insanlar büyüttü ve mahvettiler.
En az seni ve beni mahvettikleri kadar ama sen yine de dünyadan soğusan bile çekirdeğine sadık kalır mısın?
Kalırsın, biliyorum. çünkü sen de en az benim kadar yalpa ve yalnızsın.
Neredeyse soluduğun karanlık havayı, puslu ciğerlerinde yakıp; havaya karıştırdığında yeri göğü yıkıp ak bir yıldız doğurtacak kadar sarhoş... ...yalpalayarak girdiğin evden yalın ayak çıkacak kadar mantığından yoksun aklın.
Ne de olsa sen de benim gibisin. ayaklarının her gece seni, burkula burkula götürdükleri yerde bir piç gibi büyümüşken, annene; öküne bile yabansın.
“Ayaklarım, bir insan olsaydı tek bir kemiği sağlam olmazdı. Yine de bir kişilikleri vardı, diye düşündüm. Yoksa zorunda olduğu bir şeyi yaparlarken geri geri gitmeyi başaramazlardı."
Ama sana, senin o yıkık yuvana…
...uçtum kırık kanatlarımı çırpa çırpa.
0 notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
Midemin açlığını kahve ile bastırdım. Başta ruhum da doyar sandım fakat biraz geç farkına vardım. Ben, kahveye değil sevgiye açtım.
91 notes · View notes
dmiii9 · 6 months ago
Text
Bir şeylere önem vermeye başladığımda ayın karanlık yüzü gibi ortaya çıkıyor bazı şeyler ve bu kafamı mahvediyor.
Keşke her şey bir şeyleri başarmak kadar ya da kaybedip, tekrar denemeye yeltenmek kadar kolay olsaydı dokunmak ya da birini kıskanmak, bir kediyi sahiplenmek kadar masum olsaydı.
Ve en azından birini öpmek… …hiç öpülmemişsin gibi korkutmasaydı. “Eksi sonsuza akan tek değişkenim cesaretimin yokluğu olmasaydı ve onu en azından mutlak değerinde tutabilseydim.”
Ama korkutuyordu ve insana korktuklarını yaptıracak boyuta getiriveriyordu işte.
Beynini ve bedenini uyuşturacak onca madde vardı ama kalp atmaya devam ediyordu.
Ne alkol zehirlenmesi ne de o altın vuruş kalbin hayata dair olan savaşını önlemeye yetmezdi.
Kalp atmaya devam ettikçe hep bir umut vardı ama umutsuz olmak, kalpsiz olmakla da eş değer olmayacak kadar zehirlerdi insanın ruhunu, öldürmez ama süründürürdü.
0 notes