dungeceruyamda
dungeceruyamda
Dün gece rüyamda...
46 posts
Çok küçükken her sabah uyandığımda anneme dakikalar boyunca gördüğüm rüyaları anlattığımda annem ilk beş dakikada hayrete düşer onuncu dakikayı geçince anlattıklarımı kafadan attığımı onunla yakınlık kurmak için muhabbet konusu olarak da rüyaları seçtiğimi sanırmış. Yaşım iki haneli sayılara gelip de gözümü açar açmaz rüya anlatmaya başlayışlarımda zerre azalma olmayınca anlamış o zaman anlattıklarımın hiçbirini kafadan atmadığımı. Veya en azından bilinçli olarak kafadan atmadığımı :) Daha sonra anlatmak için seçtiğim muhataplar rüyada gördüğüm kişiler olsa da, rüyanın içeriğinin alengiri, uzunluğu ve sabah sabah anlatma isteğime karşılık dinleyicinin afyonunun patlamamış olma ihtimali yüzünden, uzun süre üçüncü cümleden sonra mevzudan kopanlara anlattım durdum rüyalarımı. Henüz sabahları uyanığımda yanımda benimle uyanan biri olmadığı için, olduğu zaman da bende varolmayan uyku sersemliğini benim hikayelerimle kaybetmek ve ayılmak isteyeceğini sanmadığım için, artık rüyalarımı sana anlatacağım. Durum budur.
Don't wanna be here? Send us removal request.
dungeceruyamda · 8 years ago
Text
Dün gece rüyamda bir tüy buluyorum, bunun meleklerden gelen bir işaret olduğuna inanıyorum ama tüyü kaybediyorum, sonra buluyorum bir daha kaybetmeyeyim derken yine kaybediyorum! Ethem dede yapayım artık diyorum (bu sorada mobilim, 1940lar karaköy gibi biyerdeyim) yanımda "aram srpazan" beliriyor, ethem mıner es kezi megun danim (ethem yapma ben seni birine götüreyim) diyor, bir adama götürüyor, bir evdeyiz, papazmış o da öyle rütbeli biri ama kabile reisi gibi de bir hava, adam inanılmaz sempatik pozitif ama ben korkuyorum, korkma diyor omuzlarımdan tutup gözlerimin içine bakıyor kalbim yerinden çıkıcak titriyorum çok korkuyorum korkma diyoe rahatlatmaya çalışıyor hatta gülümsüyor, sanki bir motor çalışıyor günbür gümbür bişey, adamın gözleri komple simsiyah oluyor (ki korku filmlerinde ekolu çift sesten sonra en korktuğum şey) allahhh daha da korkuyorum ve korkuyorum diyorum korkma diyor, o sırada tamamen içimi okuyormuş bana dair herşeyi görüyor dolayısıyla iyi mi kötü biri miyim görecek o yüzden de içim rahatlıyor, adamız gözleri hakve kırmızı bir ışığa dönüşüyor ortaya odaklanıp ve şöyle diyor "korkma, kimse yokken bile ben vardım" ?! Dünya üzerindeyi kastederek! Sonra rüyamda bu rüyayı üç kişiye anlattım ve uyandım.
3 notes · View notes
dungeceruyamda · 9 years ago
Text
Dün gece rüyamda bilinçaltımın mekan tembelliğine denk gelmiş olsam gerek yine adadayım. Ama tembellikle itham edileceğini hisseden bilinçaltım bu sefer adayı çok büyük yapmış biraz da farklılaştırmış, içinde minibüsler, arabalar filan geziyor. İtalyanın bir adası havası var. Bende bir panik hali, ev çok uzaktaymış, olağanüstü bir hal varmış hissiyle eve nasıl varacağımın hesabını yapıyorum. Birileriyle birlikte solu tepe olan bir sokağa giriyoruz, tepe dediğim sol tarafta otobüsler var ve otobüslerin üstünde işid logoları var. Onları görür görmez ne hikmetse tanıyorum ve gruptaki insanlar da tanıyor. Gözümü ileri dikiyorum, askeri giyinmiş, silahlar donanmış bir insan sürüsü var. Saniyesinde ayıyoruz ve bu sokağa girmemeliyiz hatta onlar bizi farketmemeli diyerek arkamızı dönüp koşmaya başlıyoruz. Eşzamanlı bende dev bir panik ve korku başlıyor. Başlardaki sakin eve varmalıyım hissi daha da güçleniyor. Sonra gözüm kameraymış gibi kuş bakışı bir sahne görüyorum: açık alanda Obama ve Tayyip karşılıklı konuşurlarken bam bam iki el ateş ediliyor ve ikisi de oldukları yere yığılıp kalıyorlar. Görüntü gözümden gidiyor olduğum yerde dururken paniğim milyon katına çıkıyor. Sanki bu görü sadece bana gelmiş gibi, bu bilgi öğrenildiğinde -ki belli ki maksimum on dakika sonra bütün dünya öğrenecek- ortalık yangın yerine dönecek, öyle olmadan eve varmalıyım. Böyle böyle eve varmalıyım da eve varmalıyım diye koşa koşa uyandım, evdeyim.
1 note · View note
dungeceruyamda · 10 years ago
Text
Dün gece rüyamda yine adadayız. Zaman yine doğmamış olduğum kadar eski zamanlar gibi. İskeledeyiz, iskelede bir vapur bekliyor. Annemin kuzeni Meline’nin iki çantası varmış, birileri çantaları bana teslim ediyor. Vapurun deposuna yerleştirecekmişim, Meline de indiği yerden alacakmış. Vapur çok uzun yol gidecekmiş, bir şehirlerarası otobüs havası var vapurun. Anlamsız bir insan yığını olma hissinden korkup kendimi bir şekilde kimseler ortada yokken vapura atıyorum. Yanımda yayam (anneannem) var. Beni depoya yönlendiriyorlar. Bu arada elimdeki çantalar da anlamsızca küçülüyor, en iyisi ben bunları iç içe koyayım diyorum ve elimde sırt çantasından küçük saçma bir tek çanta kalıyor. Depo denen yer saçma küçük bir yer, her yeri beyaz fayans. Bir bakıyorum ki yerler ayak bileğime kadar su. Bir hışım dışarı çıkıp başlıyorum yetkililere söylenmeye. Yok efendim bu çantalar suyu emer de siz bu depoya nasıl çanta koymayı düşünüyorsunuz da falan da filan. Sonra söylenirken olduğum salona bir bakıyorum, bayağı büyük, tatlı, hoş bir salon. Tek sıkıntısı dandik plastik çiçekler. Öff diyorum, şu işleri bir öğrenemediniz. Hop bir kamaradayım, camdan deniz görünüyor ve bu sahne 5 saniye filan sürüyor. Hop bir kumsaldayım. Kumların üstüne örttüğümüz bir piknik örtüsünün üzerindeyiz Barış’la. Tatlı bir rüzgar. Bu noktadan sonra olanları, ki sabah uyandığımda of ne karambol ne anlatılası diye düşünüyordum, unuttum. 
2 notes · View notes
dungeceruyamda · 10 years ago
Text
Dün gece rüyamda sanki uzun bir yolculuktan sonra gelmem gereken yere bir anda varmışım. Şimdiki halimde ve yaşımdayım ama hissiyat sanki çoook eskiden miş gibi. 80'ler filan. Köprümsü bir yol üzerindeyiz. Solda yan yana dizilmiş evler sağda da güzel çakıl taşları olan deniz var. Biz denizden biraz yüksekteyiz. Evlerin hepsi pinterestten fırlamış gibi pastel renkli, tatlı ahşap çerçeveli, süslü, güzel çatılı. Etrafta ailem, tanıdık birileri bir de işyerinden keskelalaka bir tip var. Bir kapıdan çıkmış gibi kendimi burada buluyorum ve etrafıma baktığım anda şok geçiriyorum. Buraya o kadar bayılıyorum, o kadar seviyorum ve mutlu oluyorum ki heyecandan deli gibi ağlamaya başlıyorum. Bir yandan da inanamıyorum çok güzel deyip duruyorum. Burada fotoğraf çekmem lazım, hatta burada yaşamam lazım diye deliriyorum ve sağda bizim yolumuzu denizden ayıran beyaz demir korkulukların üzerine çıkıp, dizlerimle demirleri tutup kendimi geriye doğru denize doğru tepetaklak bırkıyorum. Kimin benim fotomu ne şekilde çekebileceğine inanıyorm atık ha çek deyip duruyorum ve o fotoğraf bir türlü çekilemeyince de kendimi aşırı yavaş bir şekilde bir karış olan suya bırakıyorum. Burası hollanda, deniz olduğuna göre de hollandanın denize kıyısı olan bir yer unutmayayım uyanınca google'layayım di aniden andım.
0 notes
dungeceruyamda · 10 years ago
Text
Dün gece rüyamda uçsuz bucaksız buzlu, karlı bembeyaz bir yerdeyim. Herhalde kutuplarda bir yer burası. O kadar beğeniyorum o kadar mutluyum ki sevinçten ne yapacağımı şaşırıyorum. Sanki kayak yapmışım az önce ve onun da mutluluğu üstümde kalmış. Üzerimde de astronot kıyafetiyle kayak kıyafeti arası bir kıyafet var ama onların aksine çok fit ve rahat. En azından rahat hareket ediyor gibiyim. Sonra bir anda burası çopk güzel, buranın neresi olduğunu bilmeylim diye düşünüyorum o sırada anlık olarak arkadaşım Hande beliriyor mavi bir kayak kıyafetiyle ve haaa Kartalkaya'ymış burası diyorum. Karların üstünden yürüyorum ve karlar git gide suya dönüşüyor ben de git gide batıyorum. Etrafımda benim gibi kayak-astronot kıyafetli suyun içinde tipler var. Ortam acaip sessiz, fazla sessiz hatta. Sadece ara sıra küçük hareketlerden çıkma su sesi var. Suyun içinde merdiven çıkar gibi bir hareket yaparsam batmıyormuşum. Öyle yapa yapa ilerlerken sudaki insanların gizemini anlıyorum ve heyecandan deliriyorum. Suda öbek öbek birsürü balina var. Öylece durmuş bir şeyler yiyorlar ve insanlar da onları seviyor. Ani hareket etmemeleri gerekiyor, yoksa balinalar ürküyor ve biri ürktü mü hepsinin kaçma ihtimali var. Ben dengesiz birkaç yüzme (merdiven çıkma) hareketiyle haddinden fazla hızlanıyorum ve benim besleyeceğim, seveceğim balinanın yanına yanaşmak yerine neredeyse üstüne çıkıyorum. Saçma sapan manevralar, ne yapacağını bilmez tavırlar, etraftaki insanların uyarıları arasında bu işi beceremeyeceğimi hissetmiş olsam gerek ağzım bir karış açık uyandım.
0 notes
dungeceruyamda · 11 years ago
Text
Dün gece rüyamda altı toprak, yanı duvar, üstü tente, içi masalar banklar olan bir yerdeyim. Sanki Kınalıada'nın Jarden'inin dev hali, eski aile gazinosu veya yazlık konser alanı gibi bir yer. Ben de duvarın üstüne tünemişim bir tembel ruh halinde goygoylardayım. Aşağıda bir ekip elinde kağıtlar bir hazırlık içindeler. Yanlarına iniyorum, bir bakıyorum Sezen Aksu da orada. Ama yani Sezen Aksu'nun bende uyandırdığı his yazlıktaki yan komşumuz kadar. Tanıdık. Menajerimsi de bir kadınla adam var. Ben ve yanımda beliren yine çok da samimi olmadığım bir kız arkadaşıma bu adam bir kağıt veriyor. Elimize tutuşturduğu bu kağıtta 4 dizelik bir şarkı var. O anda beni uyandırsan satır satır sana söylerim o 4 satırı ama şu an tabii ki hiçbir fikrim yok. Onun makamını öğretiyorlar bize hemen ayak üstü. Meğersem Sezen Aksu son şarkısının bu kısmını ikimize söyletecek bu şarkıda da bizi vokal olarak kullanacakmış. Oha diyorum olaya bak, kendi kendime şarkı söylerken kadının dikkatini çektim demek ki. Öyle de bir niyetim yoktu ama hadi neyse, söyleriz artık sorun değil diyerek şoktan şımarıklığa doğru mini hislerle başlıyorum o dört dizeye çalışmaya. Arkadaşım, ki kim onu bile bilmiyorum ama arkadaşımmış işe, pek de sevmiyorum heralde kendisini, bir gaz atlıyor ve nağme yapa yapa, yüksele yüksele söylüyor şarkıyı. Öf diyorum sakin ol ya, içimden. Ben kendimi göstermeye ihtiyacım yok diyerek alıp kağıdı uzaklaşıyorum bir koridorda mır mır mır çalışıyorum şarkıya. Yeteri kadar sıkıcı olduğunu bilinç altım anlamış olmalı ki hop İtalya'dayım. Maceralar maceralar...
1 note · View note
dungeceruyamda · 11 years ago
Text
Dün gece rüyamda, çok özlediğim için bu ara sürekli Lusin'i gördüğümden yine onla Indiana Jones ve mısır piramitleri karması bir maceralar yaşıyorum. Bu kısımlar çok alengirli olduğu için olsa gerek bir sonraki sahne için daha sakin bir ambiyans yaratası gelmiş beynimin, bir teknenin üst katındayım, gidiyoruz. Ama deniz pır pır bir sevimsiz, hava soğuk değil ama acaip kapalı, karanlığımsı, puslu, son derece iç sıkıcı. Kafamda emekli tatilci öğretmen şapkası var, lacivert üstü çiçekli, yayılmış etrafa bakıyorum. Tekne duruyor, birilerinin denize giresi gelmiş. Burayı mı seçtiler deniz güzel değil hava berbat diye dırdırlanıyorum, şapkasının etkisinden olsa gerek. Neyse diyorum ben de gireyim bari. Teknenin tepesinden havalanıp hafifçe süzülerek son derece yavaş bir şekilde suya giriyorum ama suya girişim de aynı ağır çekim efektiyle, sanki su su değil de pudingmiş gibi zar zor batarak gerçekleşiyor, bir saçma. Sonra kafamda şapka aynı teyze modunda sırt üstü yüzmeye başlıyorum. Yanımda bir baba ve oğul da yüzüyorlar ve sürekli bir bağırış söz konusu. Ay nedir bunların gürültüsü diye dönüp bakıyorum, menopoz teyze tavrımdan taviz de vermeden, bir ıslık bir tiz ses çıkartma çabaları var çocukta. A derken çocuklar iki olmuş bir de kız çocuğu eklenmiş. Balina sesi öyle olmaz vay efendim böyle olur diye tartışıyorlar. Bakayım suyun altından da duyuluyor mu yaptıkları ses, hem ben de suyun altında denerim aynı sesi yapmayı diyorum kendi kendime, çünkü suyun altında ses çıkarmayı zaten severim. Hop batırıyorum kendimi suya ve batmamla beraber büyüklüğünü tasvir edemeyeceğim, muhtemelen bir ispermeçet balinasının üzerime geldiğini görüyorum. Heyhat! Zerre korkmuyorum garip bir şekilde, balinaların kötülük yapmayacak iyi huylu canlılar olduğuna nasıl kökten inanmışsam üstüme apartman gibi gelen balık bile korkutmuyor beni. Geçsin diye geri geri yüzmeye çalışıyorum, arkamda bizim tekne var çok da gidemem, e herif üstüme geliyor derken yüzeye çıkmak için bir hamle yapıyorum. Yüzeye çok ani hamle yaptığımdan olsa gerek, balina üstüme çıkmadan uykumdan uyandım.
1 note · View note
dungeceruyamda · 11 years ago
Text
Dün gece rüyamda, sabah uyandığımda dolunaya çok az kalmış olduğunu anlayacağım olayların tam ortasında gördüm kendimi. Mamam babam ve ben, bir hayli kalabalık bir vapurdayız. Sanki herkes sözleşmiş ve bir seferde gidiyoruz adaya. Ama şehirden değil Büyükada tarafından ve Marmara denizinde değil de okyanustan gelir gibi gidiyoruz. Hatta sanki vapur da daha bir uzun yol gemisi gibi. Bir anda çığlıklar, panik, koşturmalar ve sakın inmeyin nidaları içinde koşarak vapurun kenarından dışarıyı görebileceğim bir yere yanaşıyorum. Ada alevler içinde! Cehennem yeri gibi kıpkızıl olmuş. Her yerinden alev topları çıkıyor ve yanıyor. Gökyüzü kızıl ve siyah olmuş. Denize alevlerin ışıkları vuruyor. Arada patlamalar oluyor. Metan gazı patlamaları diye bir ses duyuyorum ama verdiği his yine bazı belirgin geçmiş rüyalarımdaki gibi dünyanın sonu hissi. Çok keskin ve çok korkutucu bir his ama yine en içte en derinde "sakin ol" sesi. Adanın o haline bir süre bakıyorum, çok üzücü ve şok edici. Birileri cep telefonları ile fotoğrafını çekiyor adanın, sanırım ben de çekiyorum hatta. Şok etkisi geçer geçmez korku artıyor. Gemi adayı es geçip yola devam ediyor ama sanki tehlike hala geçmemiş. Acaba gemiye bir alev mi sıçramış? Evet snaırım sıçramış! Panik gemide de devam ediyor. Mamam babam ve ben yere oturuyoruz ve ben onların sırtlarına sarılacak şekilde duruyoruz. İçimden dua edip duruyorum hızlı hızlı. Mamam da ediyor, ya biliyorum ya duyuyorum. Sonra bir alev parçasının uçtuğunu ve suda yandığını görüyorum. Geminin farklı bir yerine ilerleyelim diye düşünüyoruz bir elimle mamamı bir elimle babamı tutuyorum ve geminin ara hollerinden ilerliyoruz. Arada denize bakıyorum. Alevlerden ve bu tehlikelerden kaçmanın en akıllıca yolu yine su gibi geliyor. Deniz kopkoyu lacivert ve çok dalgalı. Tam da ortasındayız. Dayanabildiğimiz kadar karaya yaklaşmanın daha mantıklı olacağını, şimdi suya atlarsak dayanmanın neredeyse imkansız olacağını düşünüyorum. Bir kamaraya giriyorum Brad Pitt ve Angelina Jolie'nin kamarasıymış ama çok panik haldeler, çıkıyorum ordan. Geminin kıç kısmı gibi bir yere geliyorum. Bir anda cep telefonuma bakıyorum ekran fosforlu yeşil ve hiç bir şey görünmüyor. Sonra etrafımda bir fırçayla bırakılmış izler gibi garip fosforlu izler görüyorum. Meğer bunlar o patlamaların alevlerin etkileriymiş. Radyasyon gibi kalmış ve iz bırakmışlar hatta bu bir süre de böyle gidermiş. İçimin iyice kararması, gelecek dolunayın bariz rüyama etkisi, baskısı ve bilinçaltımda rüylarımın en önemli merkezi olan adayı alev alev yanarak görmenin ağırlığıyla sabahın köründe uyandım.
0 notes
dungeceruyamda · 11 years ago
Text
Dün gece rüyamda hiç gitmediğim, zerre tanıdıklık hissi vermeyen yabancı bir memleketteyim. Bir Japon restoranına giriyorum ama burası Japonya değil. Restoran acaip havalı dolayısıyla çok pahalı hissi veriyor. Rüyamda kaç param var haliyle belli değil, dolayısıyla biraz geriliyorum. Konsept gereği garson gelip yanıma mı karşıma mı emin değilim, yakınıma oturuyor. Ne yiyeceğime birlikte karar verecekmişiz, yemek boyu bana eşlik edecekmiş. Peki problem yok diye düşünüyorum çünkü tatlı bir tip :) Güzel güzel gülüyor ve yemekleri anlatıyor. Derken aklıma geliyor ben burada arkadaşımla buluşacaktım. İyi de bu restoran çok pahalı, hem onu bekle sonra gelsin uzayacak mevzu, ben yer kalkarım diye düşünüp garsonumsu adama bir dakika arkadaşım gelecekti bir sorayım geliyor mu deyip mesaj atıyorum. İçeriğini hatırlamıyorum ama yalan bir mazeretle randevumuzu iptal ediyorum tatlı da bir karşılık alınca rahatlayıp menüye dönüyorum. Seçtiğim yemek sushi ama top top. Ve topların üstü sanki unagi gibi biraz da vıcık sanki ve bembeyaz. Sanki bildiğimiz suşilerin aksine bunun havyarı da merkezinde, magma gibi. Güzel gülen garsonumsunun ve egzantrik suşinin etkisiyle pek memnun çıkıyorum oradan. Üniversitemsi, fabrikamsı, sanayi devrimi sonrasındaki gibi büyük binaların olduğu, biraz geçmişteymişiz gibi görünen çok da modern olmayan bir sokakta yürüyorum. Arkamdan koşarak tonton bir teyzoş geliyor. Benim az önceki garsonumsuyu kastederek "Sen o topları çok sevdin değil mi? O karısına hep yapıyormuş onlardan. Kaç tane istiyorsun söyle sana da yapacakmış" diyor. Karısı mı hımfff peki madem diye içimden geçiriyorum ama mutlu oluyorum teyzoşla hihi hoho gülüşüyoruz, teşekkür ediyorum bir takım bla blalarla mutluluğumu dile getiriyorum sonra yoluma devam ediyorum. Bir apartmanın içine bir daireye giriyorum. Burada arkadaşım Hugh Laurie, ki biraz house gibi biraz kendi gibi ve Martin Freeman var ki o hiç kendi gibi değil direkt Dr. John Watson olarak gelmiş rüyama. Büyük bir kavganın tam ortasındayım. Sürekli birbirlerine bağırıyorlar ve taktiksel ataklarda bulunuyorlar. Derken John, Hugh'ün (bunu okuyabilene imzalı fotografımı yollayacağım) kız arkadaşının kafasını (o kız hangi ara nereden çıktı hiçbir fikrim yok) bir abajurun içine koyup tek kurşunla vuruyor. Abajuru, kan revan görüntüleri yaratmak istemeyen bilinçaltım sansür olarak koydu bu sahneye tahminimce. Bu olur olmaz Hugh ve ben koşarak John'dan kaçmaya başlıyoruz. Delicesine koşarak uzun uzun merdivenleri iniyoruz. bu sırada üzerimize birkaç kurşun savuruyor ve ben bunları slow motion nasıl da havayı delip bize değmeden gittiğini görüyorum. Merdivenler biter bitmez binanın duvarına yaslanıp binaya sıfır gibi durmaya çalışıyoruz ki camdan bakan John bizi farketmesin. Kıyın kıyın yürüyerek kaçmaya çalışıyoruz derken bizi fark ediyor ve ateş ediyor. Aniden koşup karşı binanın en üste katındaki bir markete giriyoruz. Burada sanki biraz sakinleşiyoruz ve reyonları gezmeye başlıyoruz artık nasıl iki salaksak. Bir reyonda karideslerle  yapılmış türlü mamüller var. Sushimsi ama ne oldukları da tam belli değil, etrafı havuçlu karidesler, tel tel yapılmış karidesler filan. Bir anda John'un da Sherlock Holmes kadar dedektiflik kabilyetlerinin güçlü olduğu aklıma geliyor. Her ne kadar yanımdaki adam House olsa da başrolde ben olduğumdan dahiyane fikir de benden çıkıyor haliyle. Diyorum ki burası John'un memleketi, buraları karış karış bilir ve bizim burada olduğumuzu biliyor ama Türkiye'ye gidersek hem orada olacağımızı tahmin edemez hem de bizi bulamaz. (Bravo çok akıllıca gerçekten) Biz bunları konuşurken John yine bizi buluyor ve ben merdivenlerden vurulup düşmüşüm gibi yapıp onu kandırıp kaçmayı başarıyorum. Tabii ki kaçtığım yer bilinçaltımın en güvenli yeri olan Kınalıada. Ne john kalmış ne Hugh. Yanımda çocukluk, gençlik zamanlarımdan bir sevgilim var sanki. Adanın meşhur sahilinde yürüyoruz. Balıkçılar var saçma sapan bir şekilde deniz kenarından balık tutuyorlar. Geride kalan taşları havuz gibi oyup, yine taşlardan kenarlık yapıp içini suyla doldurmuşlar ve bu suyun içinde bil bakalım ne var: yine karides! Ama canlı karidesler normal hallerinde değil, masaya gelen ayıklanmış haldeler. Fıkır fıkır istavrit gibi kaynıyorlar. Balıkçılardan biri bu havuza atmaya değmeyecek küçük saçma bir "şey" yakalıyor. Tam denize geri atacakken "e bu hayvanlara ver bari" diyorum adam da tatlı tatlı gülerek tamam deyip veriyor. Kırt kırt saçma bir şekilde anında yiyorlar o parçayı. Ben gençlik sevgilimle taşlara oturuyorum. Bir öpüş bir koklaş, saçma bir cilveler var havada. Derken iki tane victorias secret meleğimsi kız gelip yanımıza oturuyorlar. Cilve milve tarh oluyor. Bizimki dönüp kızlara dikiyor gözlerini. Bana da ufaktan geliyorlar tabi. Sanki ingilizce bir laf sokuyor muyum, emin değilim. Benim sevgili hafiften titresin diye çok da ciddi değilken aniden kalkıp ben gidiyorum deyip giderken salak sevgili beni yakalayayım diyor ve bikinimin üstünden beni tutmaya çalışıyor. Büyük zeka örneği bu hareket sonucu bikinimin üstü elinde, ben sahilin ortasında topless kalıveriyorum. İyice sinir katsayım tavan yaptığından ve inadımdan da ellerimi siper ediyorum ki dursun bu hayasızca akın. Eve doğru bu halde (!) koşmaya karar veriyorum, artık nasıl bir inadın pençesine düşmüşsem. Koştuğum sokak sanki 1960'lar, daha asvalt yok, yerler toz toprak, insanlar eski gibi. Adadaki ilk evimizin sokağına giriyorum. Girerken köşeyi dönüşte de bikinimin üstünü nerelere bıraktıysa artık bisikletinin üstünde gerzek sevgiliyi görüyorum bir anlığına. Saniyelik bir bakışmada ben inatlaşırken o da sen bilirsin tavrı sergiliyor. Girdiğim sokak sanki bir wisteria lane'miş, bir tiyatro dekoruymuş gibi. Fazla pastel renklerde büyük hatları olan evler var. Evimizin önüne geliyorum. Ne yapsam diye düşünüp burdan da gidecekken balkonun kapısının açık olduğunu görüyorum. Biri görürse yüzerken mayom düştü derim, bu gerizekalının yediği haltı söyleyecek değilim ya büyük rezillik diye düşünüyorum. Hop tam balkondan içeri atlıyorum arkamdan bir ses "selin!". Hay diyorum içimden, ben senin, kimsin acaba. Panikle balkon kapısının üzerine çekilmiş tül perdeyi kendime Julius Caesar gibi sarıp arkamı dönüyorum. Böyle dedemin tavla arkadaşıymış gibi tonton bir tip ama ben bu tipten pek de haz etmiyorum sanki. Normalde de pek selamımız, muhabbetimiz yokmuş gibi bu nerden çıktı şimdi yaa ben bu haldeyken diye içten içe söyleniyorum. Az önce aklımdan geçen mazereti yapıştırıveriyorum adama. "Ah, az önce yüzerken mayomun üstü denizde düştü, hemen girivereyim ben eve". Yani beni lafa tutma burda bu halde hazır rezilliğin kıyısından dönmek üzereyken. Adam da sanki artık aramızda küçük bir sır oluşmuş, pek iyi anlaşırmışız gibi keh keh gülüp, tamam tamam hadi sen gir ben görmedim heh hoh gibi aptal tavırlara bürünüyor. Te allahım el deliye ben akıllıya hasret diyerek dalıyorum eve. Koşarak içeri girip bir üst arıyorum kendime ve bulursam kimse bir şey farketmeden yırttım derken bir patırtı bir sürü insan giriyor eve. Teyem ve birileri, arkadaşları belki. Teyzem normalden 2 kat daha uzun boylu ve hatta başka biri gibi ama teyzem oymuş işte. Saçlarını bir arkadaşı için kazıtmış göya ama sonuna kadar gidememiş ensesinde bir tutam saç var kafasının yanından gelen. Oraya da bir toka gibi bir şey takmış. Görüp görebileceğim en saçma manzarayı mı düşünsem, üstüme bir şey giyinebildiğimden emin mi olsam derken çıkıp sahile gidiyorum salak sevgiliyi aramaya. Bilinç altım hararet yapmış olacak ki bu rüyanın daha fazla devam etmemesi için, beynimin selameti adına, hiç de gerek yokken saat 8'de uyandım.
0 notes
dungeceruyamda · 11 years ago
Text
Dün gece rüyamda, şimdi hepsini yazsam kimsenin okumayacağı kadar uzun maceraların tam ortasındaydım yine. Ben ortadan kırpıp anlatacağım şimdi. Rüyamın bir noktasında nasıl o aşamaya geldiysem artık, bir dans okulundayım. Tanıdığım bir çifte benzeyen ama tam da onlar değilmiş gibi olan bir karı koca var. Dans okulunun hocalarıymış bu karı koca, bayaa da iyiler. Sanki bir ara dans ediyorlar da ordan mı biliyorum hissel olarak mı emin değilim. Yerleri parlak parkeli kocaman bir salonun bir köşesinde bir koltuk var. Ben orada kalacakmışım. Uyuyorum, uyurken de bizim dans hocasını anlatayım bunlara, beğenirlerse o da gelir burada çalışır diye elalemin kariyerine dadanıyorum. Uyandığımda bir panik havasındayım yine. Zaman sanki 70'ler olmuş. Bir büyük halı sahada kavga çıkmış, Transformers üyeleri birleşmeden tek tek saldırıya geçmiş. Benim görevim de, süperkahramanları mı artık Avengers'ı mı bilmem toparlamak. Batman'a ulaşıyorum diyorum ki koş hadi acelemiz var. Ama Batman bir çakma gibi, kıyafetini kendi dikmiş gibi. Sonra bir anda ben Superman oluyorum. Beraber yan yana uçmaya başlıyoruz ama uçuşumuz bayaa bir tırt. Yerden bir metre yüksekte ve ara ara yerden kendimizi zıplatarak uçuyoruz. Denizin altında yüzer gibi yapıp deniz tabanından kendini zıplatan salak çocuklar gibi. Gölgelerimize bakıyorum benimki daha havalı diyorum ve yumruğumu ileri uzatıyorum ne de olsa Superman'im. Derken ilk Transformers robot solumuzda beliriyor ve artık hangimiz bilmiyorum bir ışınla onu yere çakıyoruz. Sonrasında tam halı saha uzlaşmacıları gibi girişmeden "nooluyorsunuz b'oolum?" diye konuşmaya girişip ortalığı yatıştırıyoruz. Aksiyonun tansiyonu düşünce uyanıyorum haliyle.
0 notes
dungeceruyamda · 11 years ago
Text
Dün gece rüyamda, altın varaklı ve aşırı ihtişamlı bir kilisedeyiz. Lise arkadaşlarımdan bazıları etrafta çünkü yine bir lise arkadaşımın düğünü için oradaymışız. Herkes çok şık, abartılı abiyeler giyilmiş. Ben de giyinip süslenmişim, kendimi iyi hissediyorum. Evlenecek olan arkadaşımın en yakın arkadaşı yanımda düğünün başlamasını bekliyoruz ve bana biraz sürprizli olacağını söylüyor. Derken ışıklar kapanıyor, komple altına bulanmış bir melek klasik müzik ile sahnemsi bir havaya bürünen altara geliyor. Modern dans bale karışımı bir gösteri yapıyorken biz aramızda ne oluyor diye konuşmaya başlıyoruz ve gelinin en yakın arkadaşı düğün sahibinin farklı bir şey yapmak istediğini söylüyor. Birden bir sürü kostümlü dansçı altara geliyor, müzik iyice yükseliyor ve sahne çok artistik bir hale bürünüyor. Çok etkileniyorum ve ne kadar iyi bir fikir diye düşünüyorum ama bir yandan da bu müzik daha ne kadar yükselecek de gelin ne zaman gelecek diye düşünürken sıkılmış olacağım ki sahne tamamen değişiyor.
Çok eski ve küçük bir balkondayım. Bir iki tane arkadaşım var iş arkadaşımla okul arkadaşım arası belirsiz birileri. Balkonun betonunun kenarında dergi, ipad gibi bir şeyler var. Tam da benim ilgi duyacağım şeylermiş meğersem. Ama düşmek üzereler. Ben onları toparlamak ve almak üzere hamle yapıp uğraşırken bu iki arkadaş dalga geçip ne diyorlarsa beni biraz kızdırıyorlar. Ama hala o dergimsi şeylerin peşindeyim ve biraz da uğraşıyorum. Doğal olarak bu sahneden de sıkılmama yoruyorum yine kelalaka bir sahneye geçiyorum buradan.
Bir okul sahnesinin karşında upuzun bir masa yapılmış ve bu masada oturmuş yemek yiyoruz. Masa reklamcılarla dolu. Benim yakınlarımda da eski iş arkadaşlarımdan sevdiklerim var. Etraf gri, siyah ve çok eski. Çok çok yüksek tavanlı ve fazla büyük bir salon burası. Masada yemekler yiyoruz, sanki yılbaşı gibi bir hava var. Arada sahnede bir şeyler oluyor çok ilgi göstermediğimiz, birileri gelip gidiyor. İki yanımda önceden bir iş görüşmesi yaptığım bir reklamcı var. O birilerini işe almak üzere değerlendirmek için oradaymış. Sahneye devasa bir çocuk maketi geliyor yatay şekilde. Mavi bahçevan kot giymiş ve teni sarı, fazlaca gülen de bir suratı var. Bu ne be derken bir anda uçan balonmuş gibi tavana yükseliyor bu maket. Yükselmesiyle birlikte de yüzlerce küçük yuvarlak haline geliyor. Her yuvarlağın altında birer sopa var. Meğersem oraya gelen herkes için yapılmış birer kek çubuklarıymış da böyle bir şovla dağıtılacakmış. Tam o kek çubuğumu aldığım sırada bu reklamcı abi elinde bir tepsi taşırken yanımdan geçiyor. Geçerken de kafası ve gözüyle ayağını işaret ediyor, bir hayli de sinirli.
Ay öf ne diyor bu adam bana niye uyuz oldu şimdi derken ayağına bakıyorum neyi gösteriyor diye, ayağının altında bir defterin köşesinden yırtılmış bir kağıt parçası var. O giderken ben kağıdı alıyorum. "Bir belediye başkan yardımcısı buradayken senin yemek yeme şekline, konuşmalarına bak" arkasında da "haksız mıyım sen söyle nasıl işe alayım seni" yazıyor. Okur okumaz mini bir hafıza penceresi açılıyor filmlerdeki gibi ve bahsettiği, ona batmış olabilecek yemek yeme şekli ve konuşmalar gözümün önünde beliriyor. Bir anda inanılmaz kırılıp, sinirlenip donup kalıyorum. Yerime geçip oturuyorum hiç konuşmadan. Etrafımdakilere tam kağıdı anlatacakken sahneden bir anons geliyor "haydi el ele tutuşalım ve dostuk kardeşlik" bilmemne derken bir anda sağımdaki solumdaki insanlarla ele ele tutuşup ellerimizi de havaya kaldırıp salonda tur atmaya başlıyoruz. İçim daralmış, saçma bir aktivitenin içinde olduğumdan olsa gerek uyanmayı daha mantıklı bir çözüm olarak gördüğüm aşama tam da burası oluyor, bir zahmet.
0 notes
dungeceruyamda · 12 years ago
Text
Dün gece rüyamda yayamın* evindeyiz. Ben, kuzenim Lusin, yayam ve rahmetli dedem varız. Dedemin rahmetli oluşunun bilinçaltındaki karmaşasından olsa gerek, koltuğun önünde yerde yatıyor öylece ordan konuşuyor bizimle. Sonra genç bir kız var evde gezinen. Gelinmiş. Daha evlenmemiş, nışanlılık safhasındaki bir müstakbel gelin. Anneannemin gelini. Ama bizim ne erkek kuzenimiz var ne de dayımız. Yani bu gelinin müstakbel kocası kim belli değil.
Kız sürekli çalışıyor, kahveler yapıyor, gidiyor geliyor. Ben acaip ifrit oluyorum kıza, niyeyse. Sanki yaranmaya çalışıyor gibi geliyor ondan sanki. Haydi diyorum Lusin'e gidelim. Lusin ben kalacağım diyor. Sinirlenip tuvalete gidiyorum. Tuvaletin zemininde kurtlar, yeşil sülükler, böcekler var. Aynanın şekli bir garip, görüntüler bozuk. Çıkıyorum tuvaletten Lusin çok sıkıldım, evde de sıkılacağım diye imalarda bulunuyorum gelsin diye, gelmiyor. İyice sinirlenip kapıları çarpıyorum, dikkatini çekip fikrini değiştirir diye oyalanmak namına yine tuvalete gidiyorum. Yine kurtlar böccekler lavralar. Bu sefer sanki daha çok. trip atayım derken tuvaletin durumundan dolayı atamıyorum. Çıkıyorum. Eğilip yerdeki dedemi öpüyorum haydi görüşürüz diyorum, görüşürüz vari bir şeyler söylüyor veya söylemiyor emin değilim. Ölüler nedense rüyalarda konuşmuyorlar. Bilinçaltı onların sesi unuttuğu veya öldüklerinde kıstığı için olabilir mi acaba. Sonra yayamı öpüyorum ve bir hışım evden de rüyadan da çıkıyorum.
*Anneanne
1 note · View note
dungeceruyamda · 12 years ago
Text
Dün gece rüyamda net hatırlayamadığım koşuşturmalardan sonra Özlem ile birlikte bir iskelenin üstündeyiz. Hafif bir panik halimiz var, iskelenin üstünde kalabalık bir grup var. Hava karanlık, deniz dalgalı ve ben bizi dışardan denizin üzerinden görüyorum. Bir ajans, vakıf gibi bir yere gitmemiz gerekiyormuş ama bu yer denizin içinde, dibindeymiş. Sözde denizin dibinde kiralanmış konteyner vari yerler varmış, içlerinde de türlü yerleşimler. Özlem bu mevzuya daha hakim, gitmiş, gideceğimiz yeri biliyor ve beni oraya götürüyor. O yüzden nispeten daha sakin. Ben denizin dibinde ne yapacağımı bilmez haldeyim. Atlıyoruz suya. Dipte nefesimi tutabilecek miyim? Ne kadar süre tutmam gerekecek? Girişi nasıl bulacağız? Panikle dalıyoruz dibe.
Yuvarlak geniş tüpler var, her bir tüp farklı bir yere açılıyor. Ama hiç fantastik bir durum yok, gayet işine gücüne insanlar buradan gidiyor gibi normal bir hava hakim. Özlem "bu tüptü galiba yaa" diye suyun içinde gayet de rahat konuşarak beni bir tüpe doğru çekiyor. Deniz dalgalı olduğu için dipte de hafif savruluyoruz. Derken bir tübe giriyoruz ve tübün sonunda normalimsi, kapıların olduğu bir alana varıyoruz. NatGeo ofisi, Tübitak, Unices, Unesco gibi hissi olan bir yeri arıyormuşuz. Ararken sorduğumuz adam yanlış geldiğimizi bir alt kata inmemiz gerektiğini söyleyerek bizi götüreceğini söylüyor ve Özlem'le birlikte önden merdivenleri iniyorlar. Merdivenler her bir dilimi farklı renkteki karolarla döşenmiş neredeyse 90 derecelik diklikte, bir tavanarasından aşağı inen merdivenler gibi. İnmek yerine neredeyse direkt yere zıplar gibi bir hareketle kendimi aşağıda buluyorum.
İki masanın, masaların karşısında camekanlı içi kitap dolu tahta büyük eski büfelerin olduğu yüksek tavanlı, beyaz ışıklı bir ofis burası. Bize yolu gösteren adam yeşil süveterli, zayıf, gözlüklü, sevecen bir tip. Diğer masada da silik biri oturuyor. Karşılarında iki sandalye var, kahverengi deri oturma kısımlı, metal ve eski. Birine Özlem birine ben oturuyoruz. Özlem başlıyor adamla konuşmaya ben ağzımı açmıyorum. Büyük ciltli, yıllık kitaplardan almaya gelmişiz. Başta araya katılmak isteyip giremeyince kızıyorum. Sonra Özlem susuyor bu sefer sırf ben konuşuyorum adamla. 2013 sayısı çıkmış. Dolaba yan gözle bakıyorum diğerlerinden de var. Hepsinden alıp seri yapma isteği uyanıyor bende. Ama pahalıdır diye düşünüyorum, ne de olsa zengin içerik tüm yıl olanları biriktiriyorlar. Sanki içeriğin doğa ile bir ilgisi var ama çok da emin değilim. Gitmeden öylesine fiyatını sorayım diyorum, aslında alacağım yok ama. Birkaç esprili konuşma ile yakınlık kurduktan sonra adama "ne kadar 2013 sayısı?" diyorum. "75 lira ama size bir ikramda bulunurum" diyor bıyık altından gülerek.
50 yapsa 2012 ve 2013'ü alırdım aslında ama denizden nasıl geçirecektim ki diye düşünerek uyanıyorum.
0 notes
dungeceruyamda · 12 years ago
Text
Diren rüyalarım!
Dün gece rüyamda, bir Ferzan Özpetek filmindeymişiz gibi, arnavut kaldırımlı bir sokakta uzun bir yemek masası kurulmuş. Cihangirimsi bu sokaktaki yemek masasının üstü kallavi yemeklerle dolu. İnsanlar da Ferzan'ı üzmeyecek kıvamda, hepsi adeta birer İtalyan, kahkahalar, eller kollar, sohbetler havada uçuyor. Derken masaya yerleşiyoruz. Masadaki yemeklerin her birini birileri yapmış. Ben insanlara enginarı benim yaptığımı, Ermeni usulü olduğunu, muhakkak denemeleri gerektiğini söylüyorum. Derken yanımda oturan bıyıklı, gülünce gözleri çekikleşen, dünya tatlısı birini farkediyorum kendisini çocuklarımın babası adlediyorum. Enginarı madem ben yapmışım o zaman denermiş, bakıp japon japon gülüyor bana.
Tam rüyam gerçek bir rüya kıvamında giderken bir çığlık kopuyor ve köşeyi bir toma dönüyor! Döner dönmez vargücüyle tazyikli suyunu masamıza sıkıp ortalığı bir anda talan ediyor. Herkes bir yana dağılırken şok geçiriyorum ve elimde bir tabakla koşmaya başlıyorum. Elimde tabakla koşmanın saçmalığını anladığım anda tabağı fırlatıp koşmaya devam ediyorum ve bir ara sokağa dalıyorum. Daldığım anda sokakta tek başıma olduğumu tomanın da arkamda olduğunu anlıyorum. Tomanın suyunu tam onda ensemde hissedip kasılıp kalıyorum ve gözlerimi kapatıp bu su beni yakacak mı şimdi, ne yapacağım derken o gerginlikle uyanarak kurtuluyorum.  
0 notes
dungeceruyamda · 12 years ago
Text
Dün gece Özlem'in rüyasında (Kendi kaleminden)
Dün gece rüyamda, dünyanın başına bir felaket geleceği haberleri dolaşırken elbette biz bir reklam ajansı olarak her zamanki gibi çalışıyorduk. Hepimizin tedirginliği yüzlerimizden belliydi. Birden bire tavandan sular boşalmaya başladı. Hepimiz bir yöne koşarken neyden kaçtığımızı bile bilmiyorduk. Ama polislere görünmeden kaçmaya çalışmak çok zordu. Sonra önümüze çıkan ilk sağlam binaya girdik. Çok yüksek tavanlı eski bir binaydı. Tavanından yerlere kadar bir hukuk sisteminin adımlarını ve araya girmiş güçleri gösteren bir çalışma vardı. Burada daha önce kalanlar bizi kurtarmaya çalışan hukuk insanları olmalıydı. Avukatlar, belli hakimler ve savcılar bize bir mesaj bırakmışlardı. Bize, devlete güvenmemiz gerektiğini söylüyorlardı. Hepimiz dehşet içinde ordan da kaçmak istedik. Burayı terketmelerinin bir sebebi olmalıydı. Gökyüzü çok koyu bir gri, tüm binalar yıkıntı halindeydi. Bir metro istasyonuna inmeye çalıştık. Orada bir sığınak olduğunu duymuştuk. Girdiğimizde bir savaştan arta kalan insanlar gibiydik. Ne olduğunu hiç anlayamadan ordan oraya koşturan yüzlerce insan...
0 notes
dungeceruyamda · 12 years ago
Text
Dün gece rüyamda hafta içi bir gün tatili bünye kabul edemedi diye herhalde, iş yerindeyim.Normalde de yaptığım gibi camdan bakıyorum. İşyerinin karışındaki inşaatın yanında yavru bir aslan görüyorum. Heyecandan ne yapacağımı bilemez, insem mi, sevebilir miyim ki, nereden geldi bu şimdi böyle, yola atlamasa bari diye düşünürken yanına bir yavru daha geldi. Tam heyecanım ikiye katlanmış ve camdan aşağı büyülenerek bakıyorken, bilinçaltım bunları bana az görmüş olacak, iki yavrunun nereden çıktığını ispatlarcasına yavruların anası ve yeleleriyle Etiler'de hayatı durdurabilecek kadar haşmetli babası geldi. Şehirdeki varlıklarını ana ve baba da benim gibi saçma bulduğundan olsa gerek, birbirleriyle yumak olmuş boğuşan, tatlılıklarının doruklarındaki yavruları 'evladım burası Etiler, saçmalamayın, şöyle kıyın kıyın gelin bakiim, adamın asabını bozmayın zira tersim pistir' dercesine toparladı ve etraflarını kolaçan edip, gittiler... Sonrası malum, alarm.
Tumblr media
0 notes
dungeceruyamda · 12 years ago
Photo
Tumblr media
Dün gece rüyamda, güzel bir koyda tahta bir iskelenin üstündeyim. Deniz iskelenin 5-10 santim altında, öyle yüksek bir iskele değil. Ve deniz depderin, akıllara zarar bir koyu türkuaz ama dibi görünecek kadar da berrak. Denizin dibinde de kırmızı mercanlar, renkli kayalar var. İskelede yanımda birileri var tanıdık ama şimdi hatırlayamadığım. Birden denizden dev bir gemi koya giriyor ve demirliyor. Aaaa Tolga geldi diyorum. Arkadaşım Ezgi'nin kaptan olan abisi Tolga. Tolga arkadaşı Serhat ile birlikte devasa geminin burnunda durmuş balık tutuyorlar. Bir anda iskeleden depderin denize atlıyorum. Köpükler içinde denizin dibinden yukarı fırlarken elime turuncu minik bir top geliyor ve bu topun oltanın ucundaki işaret topu olduğunu anlayıp tutuyorum. Tutmamla denizin üstünde köpük köpük suların foşurdamaları eşliğinde son hız gemiye doğru çekilmeye başlıyorum ve aşırı eğleniyorum. Bu sırada 3 tane yunus da benim önümden zıplayarak gidiyorlar. Ben o kadar eğlenirken Tolga'nın homurdanmalarını duyuyorum ve oltaya tutunmuş olmamdan çok da hoşnut olmadığını anlıyorum. Geminin yanına geldiğimde bırakıyorum ve yüzmeye başlıyorum, suyun rengi derin olduğu için biraz daha koyu ve inanılmaz dingin ve hala dibi görünüyor. Bu sırada bir yandan da sudan Tolga'ya sesleniyorum. Ama Tolga bayağı bir meşgul gibi ve pek ilgilenmiyor. Arkadaşı Serhat'ın kız arkadaşının hamile olduğunu o yüzden onun da benimle pek ilgilenemeyeceğini söylüyor. Bu ilgisizlik karşısında rüyadan uyanıyorum.
0 notes